Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1013
Hac Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
11.05.2019
2520 Okunma, 1 Yorum

HAC SÛRESİ - 15. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ 

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ (63) لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ (64) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (65) وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ (66)

 

***

 

أَلَمْ تَرَ

Ea LaM TaRa (Ea LaM TaFGaL)

“Re’y etmedin mi?”

Geçmişte bir olay olmuş ve olay halen devam ediyorsa قَدْ kelimesi getirilir. قَدْ‘ın menfisi لَمْ‘dir. Hiç olmamışsa لَمْ kelimesi gelir. Burada أَلَمْتَرَ demekle geçmişte görmedin, şimdi de görmemektesin demektedir.

Geçen günlerde ilahiyatçılar İstanbul’da bir toplantı yaptılar, Kur’an’ın müsbet ilimlerle ilişkisi olmadığını iddia ettiler; bizi toplantıdan haberdar bile etmediler!

Batılılar çok rahatsız oluyorlar, Türkiye’deki milliyetçiler de rahatsız oluyorlar; Kur’an Arapçadır, Arapça hâkimiyeti doğacaktır diye.

Kur’an’da أَلَمْتَرَveya أَلَمْيَعْلَمْ veya تَعْلَمُ kelimeleri onlarca defa geçmektedir. Burada işaret edilen husus müsbet ilmin verileri ile insanoğlunun bunları göreceği ve bileceğidir. Kur’an bunlardan fıkıh hükümlerinde daha çok bahseder. Çünkü Kur’an’ın emirlerine uymamız için bunun mucizeliği ortaya konmalıdır.

Daha acayip olan, ilahiyatçılar toplanıyor ve “Kur’an’ın müsbet ilimle bir ilgisi yoktur” diyorlar! Onlara karşı olan sevgimi kalbimden atamadığım için üzüldüm. Bir zamanlar Samanyolu TV’yi izlememelerini, Zaman gazetesini okumamalarını yazmıştım. Şimdi ilahiyatçıları dinlemeyin diye yazasım geliyor. Rabbim, bunları affet, cümlemize hidayet et...

Bu surede أَلَمْتَرَifadesi üç defa geçer. Biri ilk ayetlerde geçmekte, “Her şeyin Allah’a secde ettiğini re’y etmedin mi?” demektedir. “Secde etmek” demek O’nun verdiği görevleri eksiksiz, aracısız yapmak demektir. Burada da o ayette anlatılanların bir kısmını beyan etmektedir.

Hitab tüm insanlara olabilir, o takdirde tüm insanların hepsi ayrı ayrı bunu görmektedir. Her şey Allah’a secde etmekte demek, her şey ilahi kanunlara eksiksiz uymaktadır demektir. Her varlık görevini yapmakta, düzen öyle oluşmaktadır.

Kur’an burada su işletmesini anlatmaktadır. Güneş denizleri ısıtır. Buhar oluşur ve yükselir. Rüzgâr onu götürür dağlara çarpar ve soğur. Buhar önce bulut sonra yağmur olur. Kar şeklinde düşer, kışın depolanır. Sonra yazın peyderpey kullanılır. Yer altından geçen sular canlıların işine yarayacak şekle sokulur. Ağaçlar köklerden emerek onları kullanıp Güneş ışığını yani enerjisini işler ve diğer organik maddelere dönüşür. Canlılar o sayede yaşarlar.

Demek ki yeryüzü büyük bir su döngüsü ile çalışan bir fabrikadır. Büyük bir işletmedir. Bunu herkes her gün yaşayarak görmektedir.

Sizler müfred ve çoğul kullanımlarının her biri bir doktora tezi olan kelimeleri kullanmaktasınız. Ne fark var? تَرَوْا “siz görürsünüz”ün yanında يَرَوْا“görürler” olarak da beyan edilmektedir. Fark nedir? Re’y etmek ile ilim etmek arasındaki fark nedir?

Bunlar yani bu ayetler ayrı ayrı ele alınıp karşılaştırılmalı ve bunlar ilmen tespit edilmelidir. Biz kendimize göre mana verip geçiyoruz. Bundan dolayı sizlere sık sık hatırlatıyorum, benim söylediklerimle Kur’an’ı eleştirmeye kalkmayasınız. Benim söylediklerimi doğru kabul etmeyiniz. İcma hâsıl olursa ona inanınız. Diğerleri birer görüştür. Yararlıdır ama kesin değildir. Geçmişte müfessirler söylediler, söylediler ve öyle yaptılar, birinci Kur’an uygarlığının bereketi geldi.

Şimdi de siz yorumlayacak ve ikinci Kur’an uygarlığını oluşturacaksınız. Maaşlı bürokratlar maaş aldıkları yere hizmet etsinler. Siz Allah’a ibadet ediniz.

أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ

EanNa elLAvHa EaNZaLa (EanNa elLAvHa EaFGaLa)

“Allah inzal etti”

يُنْزِلُ veya يُنَزِّلُ olması gerekirken أَنْزَلَgelmiş.

Bir defa geçmişte inzal etmiş. Gezegenler Güneş’ten kopmuştur. Başka yıldız yakınından geçmiş, yüzeyde bulunan kısım Güneş’ten ayrılmıştır. Bunun en önemli kanıtı gezegenlerdeki elementlerin aynı yapıda olmasıdır. Gezegenlerin yüzeyleri soğumuş ve kabuk bağlamıştır. Sadece Yer gezegeninin üzerinde gerektiği miktarda su vardır.

Demek ki su Güneş’ten kopan kitlede yoktu. Bu su yeryüzüne ayrı bir yerden getirilmiştir. Su kuyruklu yıldızlar gibi gezegenlerde dolaşırken Yer’in çevresinden geçmiş ve Yer üzerinde su tabakasını oluşturmuştur.

مِنَ السَّمَاءِ

MiNa eLSaMAvEi (MiNa eLFaGAvLı)

“Semadan”

السَّمَاءِ burada marifedir. Bilinen bir semadan inzal edilmiş olması gerekmektedir.

7 semayı hatırlarsak:

1) Semai Ma, su tabakasıdır. 10 kilometre kalınlığındadır. Rüzgâr ve bulutların olduğu semadır. Denizlerin sularının uzaya uçmasını önler.

2) Semai Şihab, hava tabakasıdır. Boşlukta taş yağmurlarını bunlar tutar.

3) Semai Sabah, ozon tabakasını ifade eder. Elektrikî tabakadır. Hava tabakasını baskı altında tutar. Uzaydan gelen zararlı ışıkları yutar.

4) Semai Kamer, ay tabakasıdır.

5) Semai Şems, güneş tabakasıdır.

6) Semai Buruç, yıldız tabakasıdır.

7) Semai Hubuk, galaksi tabakasıdır. Suların indirildiği sema bunlardan biridir. Yeryüzüne ilk suyun gelmesi manasını düşünürsek o zaman güneş semasıdır. Yıldız olarak güneş oluşurken oksijen ve hidrojen kitle halinde kalmıştır. Gezegenler arasında böyle su kitleleri olmalıdır. O zaman uzaya çıktığımızda bunlardan yararlanabiliriz.  

Bununla beraber السَّمَاء yağmur tabakasını ifade eder, denizden gelen sular semadan yere inmektedir.

مَاءً

MAvEan (FaGaLan)

“Mâ’”

مَاءً nekredir. Tek çeşit su olmadığını ifade etmektedir. يُسْقَىبِمَاءٍوَاحِدٍ(Rad 13/4) denmektedir.

حَدِيد element olarak bir cisimdir. “Su” da cisim olarak türdür. Su (H2O), OH- ve H+ olarak ayrılmaktadır. Anorganik kimyada cisimlerin bazlar ve asitler diye gruplaşmasını sağlamaktadır. Organik kimyada ise karbonlarla ayrı ayrı birleşerek organik maddeleri oluşturmaktadır.

Su hem organik hem inorganik cisimlerin temel taşını teşkil etmektedir. Ayrıca hidrojen atomu temel atomdur. Diğer bütün atomlar hidrojenin çekirdekleri ile birleşmesi ile doğmaktadır. Bugün bütün biyologlar susuz hayatın olamayacağında ittifak halindedirler.

فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ

Fa TuÖBiXu eLEaRWu (Fa TuFGıLu eLFaGLu)

“Arz ısbah eder”

Arapçada “Kâne, Kade, Asbaha, Sare” (كَانَ, كَادَ, أَصْبَحَ, صَارَ) fiilleri nakıs fiillerdir. İsim cümlesinin başına gelir. Fiil cümlelerine de gelirler. Bunlar arasında ne fark vardır?

كَانَ oluşu كَادَ ise olmak üzere olanı ifade eder. Başlamamıştır ama başlamaya hazırlanmaktadır yahut olma çalışmasındadır. صَارَ dönüşmeyi ifade eder.

أَصْبَحَ ise if’al babındadır, kendi kendisini dönüştürme demektir. Yağmur iniyor. Yer bu sayede yeşilleniyor. Su yeşil yapmıyor. Sudan yararlanarak yer kendisi yeşilleniyor.

Su evdeki anahtar gibidir. Su olaylara hep katılır. Ortam ortaya çıkarır. Diğer elementler onun sayesinde faaliyet gösterirler. “Suyu inzal etti” demektedir. Suya verilen özellikler sayesinde yerde olanlar ondan yararlanmaktadırlar.

مُخْضَرَّةً

MuXWarRaTan (MuFTaGaLaTan)

“Muhdarraolarak”

Cisimler ışık neşrederler. Işık mıknatıslı elektrik dalgalarıdır.

Mıknatıs, çevresine mıknatıs alanı yayar. Bu hareketsizse sadece diğer mıknatıslara etki eder, çeker veya iter. Mıknatıs hareket edince mıknatısın çevresindeki alan da hareket eder. Hareket eden mıknatıs alanı çevrede elektrik alanını oluşturur. Elektrik alanı elektronlara ve pozitronlara etki eder, onları harekete geçirir. Durağan elektrik alanına etki yapmaz ama hareket ettiği zaman mıknatıs alanı üretir ve mıknatıs hareket eder.

Yani hareketli mıknatıs elektrik üretir. Bu dalga olur ve ışık hızıyla hareket eder. Çok kısa dalga boylarından, çok uzun dalga boylarından oluşur. İnsanın gözü bunun çok azını görür. Diğer dalgaları gözümüz görmez. Radyo dalgaları böyle belirlenerek ölçülmektedir. Bizim gördüğümüz uzunluk 380 ile 760 nm arasındadır. Yıldızlar bizim gözümüzün göreceği ışıkları yayarlar. Yani güneşle canlıların gözleri arasında uyum vardır.  Allah’ın varlığını ispatlamak için bu uyum yeterlidir.

Biz zannederiz ki Allah yıldızları yarattı, sonra da gözlerimizi o ışıkları görecek şekilde yarattı. Böyle değil. Allah önce insanı tasvir etti. Kâinatı insanın göreceği şekilde var etti. Bizi yıldızlar için var etmedi, yıldızları bizim için yarattı.

Yeşil rengin özelliği olarak gözümüz en çok yeşil rengi görür. Güneş de en çok yeşile yakın rengi yayar. Bitkiler ise bu rengi en az kullanırlar, yansıtırlar. Diğer renkleri yutarlar, depolarlar. “Yeri yemyeşil yapar” sözünün manaları bunlardır.

إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ

Eina elLAHa LaOIyFun ( EinNa elLAHa LaOIyFun)

“Allah latiftir”

لَطِيفşeffaf demektir yani görünmez anlamındadır. “Talattuf etmek” kendini belli etmeden gözle görünmese de kim olduğunu göstermek demektir. “Lütfetmek” demek kişinin haberi olmadan ona iyilik etmek demektir.

ل belirliliği, ط uyumluluğu, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.

لَطِيف kelimesi lazım manası ile geçirgen ışığı yansıtmak demektir. Dolayısıyla biz onu zor görürüz. Havayı göremiyoruz. Suda yüzerken de suyu göremeyiz. Müteaddi manası ile kullanıldığı zaman kişinin haberi olmadan ona iyilik eden demektir. Kur’an’da her iki manada da kullanılmaktadır. Burada Allah’ın latif olması lütfeden yani ikram eden demektir.

Su sayesinde bitkiler yeşerir, biz o sayede yaşarız. Tüm canlılar su sayesinde Allah’ın gönderdiği ışıkla yaşarlar. Bununla beraber Kur’an’da لَطِيفٌخَبِيرٌolarak geçmektedir. Aralarında وَharfi yoktur. Bu aynı zamanda görünmeyen radyo ve televizyon dalgaları ile insanları haberdar etmekte veya haberdar olmaktadır.

لَطِيفٌkelimesi nekre gelmiştir. خَبِيرٌkelimesi ile gelmektedir. Yani kamu insanları görünmeyen elektromanyetik dalgalarla haberdar etmektedir. Radyo ve televizyon yayınını devlet düzenlemelidir. Parası olan, yayın organını alıp insanları şartlandırmamalıdır.

Adil Düzen’de bu konu şöyle çözülmüştür. Kooperatifler ortaklara yayın bonosunu verirler, bu bono ile halk yayın organının çıkardığı dergilerden istediğini alır. Yayın organları 5 ile 20 arasındadır. Halk kimi isterse onun dergisini alır ve onun radyo veya televizyonunu dinler. Tesisler kamuya aittir. Derginin satışından elde edilen gelir konuşanlara, programı yapanlara okuyucu sayısınca bölüştürülür. Frekanslar artırmalı olarak satılır. Başlangıçta ucuzdur. Birinci, ikinci, üçüncü kanallar pahalıdırlar. Yirmiye varmadan eksilecek kadar çoğaltılır. Kanalı kamu alır ve satar. Okuyucusu olan almış olur. Okuyucusu olmayan ise satar. Yani kanal sayısı yirmiden az beşten fazla tutulur ama arz ve talep kanunları da çalıştırılır.

Böylece yönetim لَطِيفٌخَبِيرٌolur.

خَبِيرٌ (63)

PaBIyRun (FaGIyLün)

“Habirdir”

خَبِيرٌ ismi fail ve ismi meful olabilir. İsmi fail olarak aldığınız zaman haberdar eden demektir. Kanalların arz-talep kanunları içinde yaşamasını sağlar demektir. İsmi meful olarak ise haber alan demektir. Bugünkü haber alma örgütlerini ifade eder.  

Herkes duyduğu özel haberleri kendi haber alma hizmetlisine bildirir. Onlar da haber alma merkezine bildirirler. Bütün haberler orada toplanır. Kimin adı geçiyorsa ona ‘sizin için böyle haberler var’ denir. Haber verenin kim olduğu bildirilmez. O da cevap verir. Haber de cevap da her kişinin dosyasına konur. Herkesin dosyası kendisine açıktır. Bu dosyalar karşı tarafı suçlamak için kullanılamaz. Suçlama aleni yapılır. Suçlayan bellidir. Bu dosyalarla savunma yapılır. Herkes kendi dosyasına giren haberleri ve savunmaları gerektiği zaman hakemlere arz eder.

Şimdi burada yorum usulünden bir kuralı daha ortaya koyabiliriz. Eğer فَعِيل kalıbında bir kelime nekre olarak Allah’ın sıfatı olarak geçiyorsa o bir kamu kuruluşunu bildirmektedir. Ona göre kamunun teşkilatlanması gerekir.

 

YORUM

Bakara Suresi’nin ilk ayetlerinde “Yerde ne varsa Allah sizin için halk etti.” (Bakara 2/29) deniyor. Ayette جَعَلَلَكُمْ demiyor. Yani “Yer zaten vardı, onu size verdim, size tahsis ettim.” demiyor, “Bizzat sizin için halk ettim” diyor. Bu ayette de suyu bizim için inzal ettiğini söyleyerek yerin yaradılışının insan için olduğunu ifade etmektedir. Gözün gördüğü renk ile Güneş’in saldığı renkteki uyumla kâinatın insan, cin, melek ve ruhlar için yaratıldığını beyan etmektedir.

Biyolojiyi okurken illetleri ile değil de hikmetleri ile okuruz, kulağın nasıl işitmeye yaradığını öğreniriz, yaprakların neden Fibonacci dizisi ile dizildiğini öğreniriz. Kâinattaki her şey böyledir. Bizim işimize yarasın diye öyle yaratılmıştır.

“Siz anlayasınız diye her şeyi çift yarattık (51/49)” der Allah.

Kur’an’ın bir varsayımını yakalamışsanız ondan sonra bütün ayetleri o varsayımı destekler şeklinde yakalarsınız. Nasıl yeryüzünü güneş çeker, gezegenler çeker ve etkileri çok az da olsa diğer yıldızlar çekerlerse, Kur’an’daki ayetler de hep birbirini açıklarlar. Kimileri çok az açıklar, kimileri fazla açıklar ama bütün ayetler bir bütündür.

Müçtehitler bunu anlamışlardır, “nassın olduğu yerde kıyas yapılmaz” demişlerdir. Osmanlı’nın en büyük âlimlerinden Cevdet Paşa bile bunu anlayamamış ve “nassın olduğu yerde içtihat etme yoktur” demiştir. Hâlbuki müçtehitler demişlerdir ki; içtihat yapmadan ayet ve hadisle amel edilemez. Bir konuda bütün ayetler düşünülecek ve ancak tüm Kur’an’ın beyanı ile o konuda hükme varılacaktır.

Şahsımı örnek olarak anlatacağım. Babamdan özel ders alarak İslamiyet’i öğrendim. İlkokula başladığım zaman (11 yaşında) o kadar ilmi kitaplar vardı ki babamdan öğrendiklerim bana ilkel gelmişti. Ortaokulda iken onbeş yaşımdan sonra Kur’an’la tanıştım. Şu kanaate vardım. “Kur’an gerçekten hak kitap ama fakihler onu anlamamışlar.” dedim. Sonra fıkıh usulü üzerinde çalıştım. Bir de ne göreyim, onlar bugünkü Batı âlimlerinden daha isabetli şekilde Kur’an’ı ve sorunları anlamışlar. “Peygamber ve sahabeler anlamamış.” dedim. Sonra hadis kitaplarını okuyunca gördüm ki onlar Kur’an’ı en doğru şekilde anlamış, uygulamış ve fukaha en doğru seviyede Kur’an’ı ve Sünneti değerlendirmiştir.

Bunu da en iyi şekliyle “Ehli Sünnet Ve’l-Cemaat” denen Sünni âlimler yapmış. Dört mezhebin içinde de en isabetli mezhep Hanefi mezhebidir. Babamın mezhebi olduğu için söylemiyorum. Diğer üç mezhep Sünnetin etkisinde kalmışlardır. Ebu Hanife ise Kufe’de olduğu için Sünnetin bilinmediği bir çevrede içtihadını yapmış, kıyası ve istihsanı ortaya çıkarmış. Hanefi mezhebi hadislere değil daha çok Kur’an’a dayanmaktadır.

Bununla beraber ben mezhep imamlarının dediklerini kabul etmem, kendim içtihat yaparım, siz de öyle yapın. Sadece içtihat yapmadığım hususlarda, başka tercih yolu da bulamazsam, Ebu Hanife’nin kavline geçici olarak uyarım. Siz de hangi mezhepten iseniz içtihat veya tercih yapamadığınız konularda onlara uyarsınız. Asıl olan kendimizin içtihat yapmasıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Allah’ın gökten suyu indirdiğini, onunla yerin yemyeşil olduğunu görmedin mi? Allah dileyendir, haberdardır.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Allah’ın semadan mâı inzal ettiğini, onunla arzın muhdarra isbah olduğunu re’y etmedin mi? Allah latiftir, habirdir.”

 

Ea LaM TaRa EanNa elLAvHa EaNZaLa MiNa eLSaMAvEi MAvEan FaTuÖBiXu eLEaRWu MuXWarRaTan EinNa elLAvHa LaOIyFun PaBIyRun

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ (63)

 

***

 

لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ

LaHUv MAv Fıy elSaMAvVAvTı (LaHUv MAv Fıy eLFaGaLAvTı)

“Semavatta olanlar O’nundur”

Buradaki zamir (لَهُ) habir olan latif Allah’a değil de semadan mâ’ı inzal eden Allah’a gitmektedir. Semavatta ne varsa hepsi O’nundur. مَاismi mevsulü ile her şeyi, akıllı olmayan şeyleri ifade etmektedir. مَا ismi müşterek bir isimdir. Akıllı olmayanların alt kümesinin ortak adıdır. Bir de akıllıları da içine alan yaratıcının dışında olan her şeyi ifade eder.

Buradaki مَا akıllıları da içine alan مَا‘dır. Yağmur, hava, ışık, ay, güneş, yıldızlar, galaksilerden oluşan semavat kümesinin tamamı O’na aittir. Başka bir ortağı yoktur. Bugün bu birlik ilmen sabit olmuştur. Kâinat bir bütündür; zaman, mekân, madde ve enerji parçacıklardan oluşmaktadır. Canlılar DNA zincirleri ile 01’lik elektrik dizilerinden ibarettirler. İnsan ve topluluklarla dört çift olmaktadır. Hepsi bir bütündür ve bu dört cevherden oluşmaktadır. Yani kâinatın tek kimseye ait olduğu müsbet ilimle ispatlanmıştır.

Bunun adı üzerinde tartışılmaktadır. Biz “Allah” diyoruz, onlar “tabiat” diyorlar.

Biz “şuurlu varlıktır” diyoruz, onlar “şuursuz rastlantılardır” diyorlar.

Ne var ki yine müsbet ilim kâinatın çok büyük ince bir zekânın eseri olduğunu da kanıtlamıştır. Ateistlerin yalancılık mumu yatsıya kadar sürmüştür.

وَمَا فِي الْأَرْضِ

Va MAv Fıy eLEaRWı (Va MAv Fı eLFaGaLı)

“Ve arzda olanlar”

Arzda olanları ayrı varlıklar olarak kabul etmiştir. وَ ile atfederek مَا‘yı tekrar etmiştir.  O halde semavatta olanlar ile arzda olanları birbirinden ayıran nedir?

Kur’an Âdemoğluna gönderilmiştir. Uzaydaki gezegenlerde de insanlar vardır ama onlar Âdemoğlu değildirler. Onların ataları başka âdemlerdir. Yeryüzünü, hatta Güneş sistemini Allah bize tahsis etmiştir. Güneş sistemindeki diğer gezegenlerde canlının varlığı bilinmemektedir. İnsan oralara gidecektir. Kur’an bunu bildiriyor; yerde sizin için belli zamana kadar rızık vardır diyor, sonra göklerde sizin için rızık vardır; benzeri ayetlerde insanın göğe gideceği bildirilmektedir. Yeryüzü insanlar için yaratılmıştır. İnsanların hepsi, kâfir de müslim de müşrik de O’nundur. Yer, Mars ve hepsi O’nundur ve insan içindir. Buradaki مَاda مَنْ‘i içerir.

İnsanı O yarattı, günah işleme imkânını O verdi, cezayı sonunda O verecektir. Kötü insanı da O yarattı, ona iradeyi O verdi. Allah her şeyi yaratabilir. Allah ilâhlığını göstermek için bir şeyi yaratmalıdır.

وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ

Va EinNa elLAvHa LaHuVa elĞaNıyYu (Va EinNa elLAvHa La HuVa eLFaGIyLu)

“Ve gani olan Allah’tır”

Kâinatta ne varsa tek başına varlık değildir, tek olan varlığın bir parçasıdır. Her elektron parçacığının bir pozitronu vardır. İkisi birden var olurlar yahut ışık olurlar. Pozitronlar tek başlarına bulunmazlar. Dolayısıyla birçok diğer parçacıklarla ilişkilidir.

O halde kâinat bir makine gibidir. Hiçbir parçacığı tek başına bulunmaz ve işe yaramaz. Her şey başka şeylere muhtaçtır. Başka şeye muhtaç olmayan ve kendi başına var olan varlık yalnız Allah’tır.

Onun için burada الْغَنِيُّ kelimesi marife gelmiştir. Yerde olanlar O’nundur. Göklerde olanlar O’nundur ama bunlara ihtiyacı yoktur. Bunları kendisi için var etmedi. Çünkü O’nun hiçbir işine yaramaz. O önce kendi ruhundan üflediği insanı var etti, ondan sonra o insanın ihtiyaçları olarak kâinatı var etti. Bina yaparken insanı düşünürsünüz. İnsanı binaya uydurmazsınız. Kâinat insan için yaratılmıştır.

الْحَمِيدُ(64)

eLXaMIyDu (eLFaGIyLu)

“Hamid”

الْغَنِيُّ’nun vasfıdır. الْغَنِيُّ haberdir.  هُوَbuna delalet etmektedir, merfudur.

الْحَمِيدُhaberden sonra haber de olabilir. Yahut ikincisi birincisinin sıfatı olur.

O zaman gani olanları ikiye ayırmamız gerekir; hamid olan ganiler, hamid olmayan ganiler. Allah gani ama hamid olan ganidir. Yani tüm zenginliği kendisi için değil insan içindir, melekler içindir, cinler içindir, ruhlar içindir.

 

YORUM

لَطِيفٌخَبِيرٌ ifadesini nekre olarak getirdi, الْغَنِيُّالْحَمِيدُise marife olarak getirildi. Böylece اللَّهَ kelimesinin iki manasını açıkça ifade etti.

اللَّهَ kelimesine kamu anlamını vermezseniz, Kur’an’dan bir şey anlayamazsınız. Kimse Allah’a borç vermez. Kimse Allah’a zekât vermez. Topluluk Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve “Allah’ın hakları” demek topluluğun hakları demektir.

İnsanlık küçüklük yaşını tamamlamış, artık erginlik çağına ulaşmıştır. Bu sebeple artık vahye gerek kalmadan insan Allah’ın halifesi ve abdi olarak yaşayabilecektir.

Kur’an nazil olduğu zaman insanlık henüz erginlik çağına ulaşmamıştı. Son Peygamber insanlara peygambersiz nasıl yaşanacağını öğretti. Birinci Kur’an uygarlığı peygambersiz uygarlık değildir, peygambersiz uygarlığı hazırlayan peygamberli uygarlıktır.

Kur’an nazil olduğu zaman bunları düşünmek bile mümkün değildir. Sadece bu durum bile Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ispat etmek için yeterlidir.

İşçilik dönemi de artık uygulanamaz olduğu için yaşlanmıştır. Batı dünyaya onunla hâkim oldu. Şimdi ise “ortaklık dönemi” rahatlıkla yaşanır hale gelmiştir. Dolayısıyla ikinci Kur’an uygarlığı peygambersiz ilk uygarlıktır. Allah’ın bize yüklediği görev, sahabelere yüklediği görev kadar önemlidir. Başarmak için gecemizi gündüzümüze katmalıyız.

 

Öz Türkçe

“Göklerde olanlar O’nundur, yerde olanlar da. Saygın olan, varlıklı olan O’dur.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Semavatta olanlar O’nundur, arzda olanlar da ve gani, hamid O’dur.”

 

LaHUv MAv Fı elSaMAvVATı Va MAv Fıy eLEaRWı Va EinNa1 elLAvHa LaHuVa elĞaNıyYu eLXaMIyDu

لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ(64)

 

***

 

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ

EaLaM TaRa EanNa elLAvHa SapPaRa LaKuM (EaLaMT aFGaL EanNA elLAvHa FagGaLa LaKuM)

“Allah’ın size teshir ettiğini re’y etmedin mi?”

Buradaki كُمْ zamiri surenin başındaki “Eyyühe’n-Nâs”a gitmektedir, muhatap insanlardır, tüm insanlıktır.

Allah yeryüzünü insanlar için var etti.

Önce toprak işletmesini kurdu, yeryüzünü soğuttu, deniz yağmurları ile kayaları parçaladı, denizleri ile doldurdu. Buna ‘kırmızı toprak işletmesi’ diyoruz. Sonra canlıları yarattı ve siyah toprak işletmesini kurdu. Sonunda insanı yarattı ve insanlara sanayii öğretti, böylece bugünkü uygarlığı meydana getirdi.

Bugün öyle bir duruma geldik ki her şeyden yararlanabiliyoruz. Bir orman kümesi düşünün, hep bize hizmet eder. Topraktan başlayalım. Mineraller, tohumlar siyah topraklarda depolanmıştır, ormanlardan alır, topraksız yerlere yerleştirir, seralar yaparız. Toprak ormanın bize verdiği servettir. Ormandaki ağacın gövdesi var, kereste yapıyoruz, evler inşa ediyoruz, kalıplar yapıyoruz. Kabukları var, ipler yapıyoruz, halatlar üretiyoruz. Dalları var, odun yapıyoruz. Yaprakları var, hayvanlara yem yapıyoruz. Çiçekleri var, bize bal veriyor. Meyveleri var, yiyoruz. Tohumları var, besin oluyor, fidan oluyor, ağaç oluyor. Hayvanlar otluyor, besleniyor bizim için. Yeryüzünde mevcut olan ne varsa bizim içindir, biz onlardan yararlanıyoruz.

سَخْر kayalık sahadır. سَخْلَة‘kuzu’ demektir. سَخْر söz dinleyen uysal yabancı işçidir. Bir işten bedelsiz yararlanmak سُخْرَة olduğu gibi, böyle hor görülen yabancı işçinin alay edilmesine de سِخْر denir.

س mekânda diziyi, خ çökmeyi, ر tekrarı ifade eder.

Lam (لَكُمْ) temlik içindir. Bize temlik etmiştir. Biz onu mülkiyet ilkeleri içinde değerlendireceğiz. Her şey bizim içindir ama bizim hepimizin ayrı ayrı mallarımız mıdır, yoksa insanlığın ortak malları mıdır?

Hepimizin ortak mallarıdır ama işgal ve mülkiyet ile onu paylaşmışızdır. Lam harfi bunu ifade eder. Ortaktır ama kullanılması üzerinde bölüşme yapmaktayız.

Yani ne kapitalistlerin dediği gibi kişilerindir diyoruz, ne de sosyalistlerin dediği gibi kamunundur diyoruz. Kamunundur ama hepimiz kamunun temsilcisiyiz, onun adına bize düşen kısmını kullanır, ücretimizi alırız.

مَا فِي الْأَرْضِ

MAv Fıy eLEaRWı (MAv Fıy eLFaGLı)

“Arzda olanları”

مَاعَلَىالْأَرْضِdemiyor, مَافِيالْأَرْضِ diyor.

Yeraltı serveti, deniz ve hava serveti hep bizim içindir. Burada tekrar ediyor. Bizim için var edilen yerdir. Âdem buraya yerleştirildi. Buranın yönetimini ona burada verdi. Yerde olanlar O’nundur. Göklerde olanlar O’nundur ama yerdekileri bize teshir etti.

وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ

Va eLFuLKa TaCRIy Fıy eLBaPRı (Va eLFuGLa TaFGıLu Fiy eLFaGLı)

“Ve bahrda cereyan eden fulku”

İnsanlar sanayilerini oluşturarak bu şekilde ondan yararlanmayı sağlamışlardır. Sanayileşme yeryüzünü yeni şekle sokmaktır. Önce yollar yapılmakta ve ulaşımla dünya tek varlık olmaktadır. Gemi misalini vermesinin sebebi şudur; uygarlığın temeli ulaşımdır. Ulaşım olmazsa insanlık tek varlık olamaz. Nasıl insan için kan ve damarlar çok önemliyse, insanlık için de ulaşım önemlidir.

“Denizde” diyerek bugünkü uygarlığı ifade etmektedir. Bugün İpek Yolu’ndan bahsedilmektedir. Bunun hazırlığı ve çalışması yapılmaktadır.  Bunun yanında deniz yolları da ayrı bir İpek Yolu olmaktadır. Biz bunların tamamına “Hac Yolları” diyoruz.

Bugün hava kuvvetleri ile hava yollarına Amerika (ABD) hâkimdir. Denizler de şimdilik onun kontrolünde, denizlere de o hâkimdir. Dünyayı bu şekilde etkisi altına almaktadır.

Ama gelecekte durum böyle olmayacaktır. Uluslararası dayanışma olacaktır. Okyanusta bir gemi batarsa bunu bütün dünyanın barışçı devletleri tazmin edeceklerdir. Dolayısıyla hiçbir devlet başka bir devlete ambargo koyamayacaktır. 

بِأَمْرِهِ

Bi EaMRiHIy (Bi FaGLiHIy)

“O’nun emriyle”

أَمْر kelimesinin iki manası vardır.

Biri işte kullanılan enerjidir. Bütün taşıma ve haberleşme araçları Güneş enerjisini kullanarak faaliyet göstermektedir. Enerjisiz hiçbir iş yapılamamaktadır.  Dolar’ı motora koysan gemiyi yürütür mü? O halde karşılıksız Dolar bir puttur.

Evet, sanayileşiyoruz ama genel akışa “dur” deme imkânımız yoktur.

Diğer taraftan أَمْر buyruk demektir. O’nun talimatı ile hareket etmektedir. O’nun doğa kanunları ile onlar var olmaktadır.

وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ

VaYuMSiKi elSaMAvEa Va YuFGıLu eLFaGAvLa)

“Ve semayı imsak eder”

مِسْك Asya’nın yüksek dağlarında yaşayan bir tür ceylanın erkeğinin karın derisi altındaki bir bezden elde edilen ve parfüm yapımında kullanılan güzel kokulu bir madde.

İnsandaki organları çevreleyen derilere مِسْك denmektedir.

“İmsak etmek” demek durdurmak demektir.

Kur’an’da مسك 27,  مسخ1 defa geçer.  Toplam 28 (22*7) eder.

“Mesh etmek” dondurmak demektir, suyu buz yapmak anlamındadır.

Canlılarda deri iç ortamı ile dış ortamı birbirinden ayırır. İçerdeki alanda bulunanlar dışarıda olanlardan farklıdır. Bu yalnız canlılarda böyle değildir. Güneş’in yüzeyi öyle kaplıdır ki hep aynı miktarda ışık yaymaktadır. Yıldızların yaydıkları ışık miktarı değişmektedir. O halde gök cisimlerinin her birinde hücre zarı benzeri bir zar vardır. 

Gök ile yer arasında da böyle imsak vardır. Dengeli yağmur yağmaktadır. Dengeli Güneş ışığı arza gelmektedir. Yerin etrafında bir sürü taş dolaşmaktadır. Bunlar atmosfere girdiklerinde erirler ve yeri taş yağmurundan korurlar. Gökten gelen ışıklar vardır, atom bombasının zehirli ışıklarına benzerler, onların yeryüzüne gelmesinden korurlar. Ozon tabakasının delinmesinden bahsedilmektedir; işte o ozon tabakası misktir.

أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ

EaN TaQaGa GaLa eLEaRWı (EaN TaFGaLa GaLay eLFaGLı)

“Arz üzerine vuku etsin diye”

وِقَاء sandık gibi katı kaptır. وِعَاء torba gibi yumuşak kaptır. ي harfi ع harfine  dönüşmüştür ve mastar olarak “kapta oluşma” demektir. Yağmur yağar akıp giderse “yağmur düştü” denir. Yağmur yağar da toprak onu içerse o zaman “yağmur toprakta vuku etti” denir.

و beraberliği, ق gücü, ع etkiyi ifade eder.

Yağmur semasında su vardır. Denizin buharlaşması ile oluşmuştur. Atmosferdeki sular yere inmekte ama buharlaştığı kadar inmekte, dengeli bir yağış olmaktadır. Bunu atmosferde tutan bir güç yani bir özellik vardır. Atomlar, moleküller öyle yaratılmıştır ki uygun miktarda su havada kalsın ve uygun miktarda sular yağsın.

إِلَّا بِإِذْنِهِ

EilLAv Bi EiÜNıHIy (EilLAv BiFiGLiHIy)

“Sadece O’nun izni ile”

Kur’an üzerinde durdukça kelimelerin manaları da açıklığa kavuşmaktadır.

“İzin” kelimesi Türkçede de vardır.

Biri bir şeye karar verir, yetkiliye “bunu yapacağım” der, o da “olur” der. Buna “izin” demekteyiz. Yani Türkçedeki manası ile ismi fail olan izin anlamındadır.

Oysa Kur’an Arapçasında izin şudur; belli bir potansiyel var, misal olarak bir kap su dolu. Çeşmeyi öyle ayarlarsınız ki istediğiniz miktarda su akar. Benzine alev/ateş değdirirseniz birden patlar. Oysa mumun fitilini yakarsanız o belli miktarda mumu yakar, hep aynı miktarda ışık verir. O kadar ki, ışık birimi olarak hala “mum” kullanılmaktadır. 

إِذْن ölçülü yani müsaade edildiği kadar anlamındadır. Gökten yağan yağmurlar dengeli yağmaktadır. Kuraklık veya sel olmamaktadır.

İşte, إِذْن demek dengeli demek, ne kadar gerekiyorsa o kadar demektir.

إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ

EinNA elLAvHa BieLNAvSi (EinNa elLAvHa BieLNAvSi)

“Allah nâsa”

Burada بِ harfi ceri فِي manasındadır. لِلنَّاسِgeleceğine بِالنَّاسِ gelmiştir. Çok ince mana taşımaktadır. Allah’ın yeryüzündeki halifesi kamudur.

Topluluğun öyle düzeni vardır ki nâsa re’fet ve rahmet yapılmaktadır. Ancak bu düzende nâsın kişileri birbirlerine re’fet ve rahmet etmektedir. Bunun için بِ gelmiştir. بِharfi cerinde فِي‘den farklı olarak bir de belirlilik vardır.  

 أَنَافِي اسْطَنْبُولَdesem, “Ben İstanbul’un herhangi bir yerindeyim.” demek olur.

أَنَابِاسْطَنْبُولَdersem, “İstanbul’un belli bir yerindeyim.” demek olur.

Nâsın da aralarında iş bölümü var, herkes re’fet ve rahmet ediyor, kendisine re’fet ve rahmet olunuyor. فَعِيل kalıbı ismi fail ve ismi meful anlamlarını taşımaktadır. بِ harfi ceri ile uyumlu olarak getirilmiştir. Kur’an’ın bir harfi bir düzeni anlatır.

لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (65)

La RaUvFun RaXIyMun (La FaGUvLun FaGIyLun)

“Rauftur, rahimdir.”

رَأْفَة bir babanın çocuklarına duyduğu duygulardır. رَحْمَةise bir ananın çocuklarına duyduğu duygudur. Anne ve babanın çocuklarına karşı görevleri farklı olduğu için duyguları da farklıdır.

Onbeş yaşına kadar çocukların bakılması ve yetiştirilmesi anne babanın görevidir. Hiçbir karşılık beklemeden onlara hizmet ederler ve yetiştirirler.  Buluğ çağını dolduran çocuk artık kendisi sorumludur. Oysa onbeş yaşına kadar bir çocuk kasten de olsa cinayet işlese ceza verilmez, diyete dönüşür. Diyeti de çocuğun dayanışması değil annenin veya babanın dayanışması tazmin eder.

Baliğ olan artık anne babasının emrinde değildir. Yaptıklarından anne babası sorumlu değildir. Dolayısıyla ona emretme yetkisi elinde yoktur.

Bununla beraber insanın 25 mazereti vardır. Bilgisizlik, tecrübesizlik, sakatlık, hastalık ve yoksulluk benzeri bu durumda yine onun yardıma ve desteğe ihtiyacı vardır. İşte bu ayet bunu teşri etmektedir. Re’fet ve rahmet kurumları kurulacak ve bunlardaki eksiklikler artık onlar tarafından giderilecektir. Gençlere iş bulmak, aş bulmak, evlendirmek ve eğitmek artık anne babanın değil kamunun görevidir, rauf ve rahim odur. Bunun için kabul ettiğimiz temel ilke vardır. Kamu işletmelerden kira paylarını alır ve bunlarla bu görevleri yapar. Bunlardan ekonomik olanlar kredi ile desteklenir, sosyal olanlar ise zekât payı ile desteklenir.

Biz ne yapıyoruz?

Semt Kooperatifleri kuruyoruz ve Kur’an’daki tüm emirleri onlara yaptırıyoruz. Bir başkaları çıkar, onlar da sermaye şirketleri kurar ve Kur’an’ın emirlerini hep o şirketlere yaptırır. Başkaları çıkar, onlar da parti kurar ve ona yaptırır. Onlarla yarışırız, bakalım Kur’an düzenini kim daha iyi oluşturuyor.

 

YORUM

Ortaklık sisteminde kişiler kişilere emretmezler. İşçi işveren yoktur. Yönetim kişiler tarafında değildir. Herkes projeye göre hareket eder. Üretilenler ambara teslim edilir ve mal belgesi alınır. Mal belgesi semt borsasında semt bonosu ile satılır. Semt bakkalında istenen semt bonosu ile alınır. Semtin içine nakit girmez.

Semt bonosu semt tüccarlarına kredi olarak verilir. Semt tüccarı bununla semt ambarından semt mamullerini alır ve dünya piyasalarına satar, satın aldıklarını da semt ambarına teslim eder, aldığı mal belgelerini semt bonosu ile değiştirir ve kredisini kapatır.

Sonuç olarak semt içinde üretilen her malın ambarı vardır, herkes her türlü malı o ambarlara teslim eder. Gerektiği zaman ambardan çeker. Tezgâhlar vardır, tezgâhlarda çalışanlar üretim yaparlar. Ambarlardan semt bonosu ile aldıkları malları semt tezgâhlarına kira payı vererek işlerler, sonra mamul ambarına teslim edip aldığı belgeleri semt bonosu ile satarlar.

Herkes kârını, zararını hesaplar ve ne yapacağına kendisi karar verir. İşçi ve işveren yoktur. Arz ve talep kanunları iş yapar.

Kur’an’daki emirler Kur’an’ın hak ve görev anlayışı içinde böyle çözülür.

Ortaklık sistemini kavramanız için kendiniz düşünmeye başlayın, sorunları kendiniz çözmeye başlayın, ancak ondan sonra söylediklerimizi anlayacak hale gelebilirsiniz.

 

Öz Türkçe ile:

“Allah’ın yerde olanları ve denizde O’nun buyruğu ile akan gemiyi size ayırdığını ve O’nun oluru dışında yere düşmesin diye göğü tuttuğunu görmedin mi? Allah herkesi yaşatandır, koruyandır.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Allah’ın arzda olanları ve bahrda O’nun emri ile cereyan eden fulku size teshir ettiğini ve O’nun izni dışında arza vuku etmesin diye semayı imsak ettiğini re’y etmedin mi? Allah nasa rauftur, rahimdir.”

 

EaLaM TaRa EanNa elLAvHa SapPaRa LaKuM MAv Fıy eLEaRWı Va eLFuLKa TaCRIybFıy eLBaPRı Bi EaMRiHIy VaYuMSiKu elSaMAvEa EaN TaQaGa GaLa eLEaRWı EilLAv Bi EiÜNıHIy EinNA elLAvHa Bi eLNAvSi La RaUvFun RaXIyMun

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ(65)

 

***

 

وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ

Va HuVa elLaÜIy EaXYAyKuM (Va HuVa elLaÜIy EaXYAvKuM)

“Ve O sizi ihya eden kimsedir”

Burada وَ harfi ile سَخَّرَلَكُمْ ifadesine gitmektedir.

Bizim bu dünyadaki yerimizi ve görevimizi anlattıktan sonra esas gayenin ne olduğuna işaret etmektedir. Bu dünya geçicidir. Ahirete hazırlıktır. Asıl hayat orada başlayacaktır. Nasıl insan anne karnında belli bir müddet kalırsa, bu dünyada da belli müddet kalacak ve ahiret hayatına geçeceğiz. Bizim buradaki hayatımız bebeğin anne karnındaki hayatı gibidir. Ufkumuz o kadar daha genişleyecek, buradan çok daha ileri bir refah ve saadet dönemine gireceğiz.

أَحْيَاكُمْ ifadesi, “siz daha önce vardınız, sizi ihya ettik” anlamındadır.

Ruhumuz zaman ve mekânın dışında vardır. Ne var ki nasıl tohumda canlı vardır ama faal değildir, aynı şekilde ruhumuz da faal değildir. Zaman olmadığı için de kendimizi zaman içinde izah edemiyorduk. Ne zaman büyük patlama oldu, kâinat oluştu ve biz annemizin rahminde bir bedenle ilişkilendirildik, işte o zaman ihya olduk.

İhya, alaka ile başlar. Sinir hücreleri oluştuktan sonra kişilik başlar, ruhun bedenle ilişkisi de o zaman kurulur deriz. Bununla beraber insan hafızası ancak belli bir yaştan sonra kalıcı olmaktadır. Doğumu da esas alabiliriz. Çünkü bağımsız olarak insanın ondan sonraki hayatıdır. Döllenmiş hücre, anne rahmine yapışmış hücre sistemlerine ait hücrelerin tamamlandığı dönem, doğum, konuşmaya başladığı dönem, buluğ dönemi ihyanın dönemleridir.

ثُمَّ يُمِيتُكُمْ

ÇümMa YuMIyTuKuM (ÇümMa YuFGıLuKuM)

“Sonra sizi imate eder”

“Mevt” yok olmak demektir. “Mevt” ruhun bedenle ilişkisini kesmesidir. Ruh varlığını korumaya devam eder. Beden parçalanır ama dört boyutlu uzayda varlığını sürdürür.

Canlılar yaşlanarak ölmektedirler.

Her canlının bir müsemma ömrü vardır. İnsanın müsemma ömrü yüz yıldır. Bunlar genetik olarak konmuştur, belli yaşamayla insan bu civarda ölür.

Buradaki “imate eder” ifadesi ile insanın rastlantı olarak değil de planlı olarak ölmesidir. “Sonra siz ölürsünüz” denmiyor, “Allah sizi öldürür” deniyor.

ثُمَّ يُحْيِيكُمْ

ÇümMa YuXYIyKuM (ÇümMa YuFGıLuKuM)

“Sonra sizi ihya edecek”

İnsanın bedeni bir arabadır. Ruhu onun şoförüdür. Araba şoförü taşır, şoför de arabayı sürer ve ikmalini yapar. Arabanın kontağı açıksa, şoför de direksiyonda sorumluysa araba hareket eder. Akşamleyin nasıl şoför arabayı kapatır ve eve giderse, biz de uykuda bedenimizin kontağını kapatır uykuya gideriz. Arabamız eskidiğinde yeni araba alırız.

İnsanın diriliği böyle değildir. İnsan öldüğü zaman beden dört boyutlu uzayda varlığını devam ettirir. Kıyamet olduğu zaman, bütün insanlar öldükleri zaman, ayrıldıkları bedene dönecekler ve arabanın kontağını açıp çalıştırmaya başlayacaklardır.

ثُمَّ (sonra) kelimesi işte bu geçişi anlatmaktadır.

إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ(66)

EinNa elEiNSAvNa La KaFUvRun (EinNa eLEiNSAvNa La KaFUvRun)

“İnsan kefurdur.”

Allah rauf ve rahim olduğu ve insanı O ihya ve imate ettiği halde kimi insanlar görevini yapmamakta ve şükretmemektedirler.

Şükretmek demek imkânları yerli yerinde kullanmak demektir; gözünüz varsa göreceksiniz, ayağınız varsa yürüyeceksiniz, bilginiz varsa uygulayacaksınız ve öğreteceksiniz. Yani Allah’ın verdiği imkânları O’nun istediği şekilde değerlendireceksiniz.

كَفُورٌise böyle yapmayandır. Allah’ın oksijen alması için var ettiği ciğerlerini nikotinle yani sigarayla tahrip etmektedir. Allah’ın verdiği nakdi faiz ile kirletmektedir.

 

YORUM

Allah insanı yaratmış ona sui emreden nefis vermiştir. Sonra da ona “bunu yapma, bu yasak ağacından yeme” demiştir. Yasak ağaç haramlardır. Orman içine bir ağaç koymuş, “işte sana, istediğin meyveyi ye ama bu ağaca yaklaşma” denmiş. Onlar ondan yemişler ve tüyleri dökülmüş, orada soğuktan yaşayamaz olmuşlar.

Allah neden bunları yapmıştır?

Allah kendisine muhatap yaratmaktadır. Muhatap olanın kişiliğinin olması gerekir. Yani kendisi karar alan, iradesi olan bir varlık olması gerekir. O’nu dinleyen, O’na itaat eden varlığın ortaya konması için asi, saygısız kefurların da olması gerekir.

Kimin şakir kimin kefur olacağına Allah karar vermiyor. Onu insanların kendilerine bırakıyor. İmkânları O sağlıyor ama imkânları kullananlar ise kişiler oluyor. Allah düzeni böyle kuruyor ve böyle sürdürüyor.

İblis isyan etmeseydi ne olacaktı? O da yani şeytan da melekler içinde olacak, Allah yeni şeytanları yaratacaktı, ta ki birileri küfrü tercih etsin.

Allah müminlere burada azap etmekte ve sıkıntılı hayat yaşatmakta, kâfirlere ise burada bolluk vermekte ve orada azap çektirmektedir. Sonunda fazla farkımız yoktur. Biz önce azabı sonra saadeti, onlar önce saadeti sonra azabı tercih etmektedirler.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve sizi dirilten kimse O’dur. Sonra öldürecektir sonra diriltecektir. Kişi kapatandır.

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve sizi ihya eden O’dur. Sonra imate edecektir sonra ihya edecektir. İnsan kefurdur.”

 

Va HuVa elLaÜIy EaXYAyKuM ÇümMa YuMIyTuKuM ÇümMa YuXYIyKuM EinNa eLEiNSAvNa La KaFUvRun

وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ (66)

 

İstanbul; 11 Mayıs 2019

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

resatnurierol@gmail.com

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
13.05.2019
09:47


1967...1968...1969...AKEVLER 53 YILDIR ÇALIŞIYOR...2017...2018...2019

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 1013

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

“VE BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 1013. Hafta - 11 MAYIS 2019 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 1013. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASIANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. - ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

BEKA SORUNU VE ÇÖZÜMÜ

***

Bekanın Merkezi İstanbul

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

Muhafazakâr demokratlara Kosova’dan bakış-3

Muhafazakâr demokratlara Kosova’dan bakış-4

Ramazan, YSK, İstanbul, B. Arınç, D. Bahçeli ve

İst. BB ana binasında 2 gün “yaşadıklarım” ve…

Reşat Nuri EROL

 

***

 

HAC SÛRESİ - 15. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ (1) يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ (2) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَرِيدٍ (3) كُتِبَ عَلَيْهِ أَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَأَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْدِيهِ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ (4) يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ (5) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (6) وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ (7) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ (8)ثَانِيَ عِطْفِهِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذِيقُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَذَابَ الْحَرِيقِ (9) ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ (10) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انْقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ (11) يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (12) يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِنْ نَفْعِهِ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ (13) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ (14) مَنْ كَانَ يَظُنُّ أَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ (15) وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يُرِيدُ (16) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (17) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ (18) هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُءُوسِهِمُ الْحَمِيمُ (19) يُصْهَرُ بِهِ مَا فِي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ (20) وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَدِيدٍ (21) كُلَّمَا أَرَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ أُعِيدُوا فِيهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ (22) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ (23) وَهُدُوا إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِ الْحَمِيدِ (24) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (25) وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَنْ لَا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (26)وَأَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ (27) لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ فِي أَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقِيرَ (28) ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ (29) ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ (30) حُنَفَاءَ لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ (31) ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ (32) لَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ مَحِلُّهَا إِلَى الْبَيْتِ الْعَتِييقِ (33) وَلِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا وَبَشِّرِ الْمُخْبِتتِينَ (34) الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا أَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِي الصَّلَاةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (35)وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذَلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (36) لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ (37) إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ (38) أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ (39) الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (40) الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ (41) وَإِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ (42) وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ (43) وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ وَكُذِّبَ مُوسَى فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (44) فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشِيدٍ (45) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ (46) وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ وَإِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ (47) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ (48) قُلْ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (49) فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (50) وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (51) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (52)  لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ (53) وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِهِ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ اللَّهَ لَهَادِ الَّذِينَ آمَنُوا إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (54) وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً أَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَقِيمٍ (55) الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (56) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ (57) وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقًا حَسَنًا وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (58) لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ (59) ذَلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ (60) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (61) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (62)

 

***

 

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ (63) لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ (64) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (65) وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ (66)

 

***

 

أَلَمْ تَرَ

Ea LaM TaRa (Ea LaM TaFGaL)

“Re’y etmedin mi?”

Geçmişte bir olay olmuş ve olay halen devam ediyorsa قَدْ kelimesi getirilir. قَدْ‘ın menfisi لَمْ‘dir. Hiç olmamışsa لَمْ kelimesi gelir. Burada أَلَمْ تَرَ demekle geçmişte görmedin, şimdi de görmemektesin demektedir.

Geçen günlerde ilahiyatçılar İstanbul’da bir toplantı yaptılar, Kur’an’ın müsbet ilimlerle ilişkisi olmadığını iddia ettiler; bizi toplantıdan haberdar bile etmediler!

Batılılar çok rahatsız oluyorlar, Türkiye’deki milliyetçiler de rahatsız oluyorlar; Kur’an Arapçadır, Arapça hâkimiyeti doğacaktır diye.

Kur’an’da أَلَمْ تَرَ veya أَلَمْ يَعْلَمْ veya تَعْلَمُ kelimeleri onlarca defa geçmektedir. Burada işaret edilen husus müsbet ilmin verileri ile insanoğlunun bunları göreceği ve bileceğidir. Kur’an bunlardan fıkıh hükümlerinde daha çok bahseder. Çünkü Kur’an’ın emirlerine uymamız için bunun mucizeliği ortaya konmalıdır.

Daha acayip olan, ilahiyatçılar toplanıyor ve “Kur’an’ın müsbet ilimle bir ilgisi yoktur” diyorlar! Onlara karşı olan sevgimi kalbimden atamadığım için üzüldüm. Bir zamanlar Samanyolu TV’yi izlememelerini, Zaman gazetesini okumamalarını yazmıştım. Şimdi ilahiyatçıları dinlemeyin diye yazasım geliyor. Rabbim, bunları affet, cümlemize hidayet et...

Bu surede أَلَمْ تَرَ ifadesi üç defa geçer. Biri ilk ayetlerde geçmekte, “Her şeyin Allah’a secde ettiğini re’y etmedin mi?” demektedir. “Secde etmek” demek O’nun verdiği görevleri eksiksiz, aracısız yapmak demektir. Burada da o ayette anlatılanların bir kısmını beyan etmektedir.

Hitab tüm insanlara olabilir, o takdirde tüm insanların hepsi ayrı ayrı bunu görmektedir. Her şey Allah’a secde etmekte demek, her şey ilahi kanunlara eksiksiz uymaktadır demektir. Her varlık görevini yapmakta, düzen öyle oluşmaktadır.

Kur’an burada su işletmesini anlatmaktadır. Güneş denizleri ısıtır. Buhar oluşur ve yükselir. Rüzgâr onu götürür dağlara çarpar ve soğur. Buhar önce bulut sonra yağmur olur. Kar şeklinde düşer, kışın depolanır. Sonra yazın peyderpey kullanılır. Yer altından geçen sular canlıların işine yarayacak şekle sokulur. Ağaçlar köklerden emerek onları kullanıp Güneş ışığını yani enerjisini işler ve diğer organik maddelere dönüşür. Canlılar o sayede yaşarlar.

Demek ki yeryüzü büyük bir su döngüsü ile çalışan bir fabrikadır. Büyük bir işletmedir. Bunu herkes her gün yaşayarak görmektedir.

Sizler müfred ve çoğul kullanımlarının her biri bir doktora tezi olan kelimeleri kullanmaktasınız. Ne fark var? تَرَوْا  siz görürsünüz”ün yanında يَرَوْا görürler” olarak da beyan edilmektedir. Fark nedir? Re’y etmek ile ilim etmek arasındaki fark nedir?

Bunlar yani bu ayetler ayrı ayrı ele alınıp karşılaştırılmalı ve bunlar ilmen tespit edilmelidir. Biz kendimize göre mana verip geçiyoruz. Bundan dolayı sizlere sık sık hatırlatıyorum, benim söylediklerimle Kur’an’ı eleştirmeye kalkmayasınız. Benim söylediklerimi doğru kabul etmeyiniz. İcma hâsıl olursa ona inanınız. Diğerleri birer görüştür. Yararlıdır ama kesin değildir. Geçmişte müfessirler söylediler, söylediler ve öyle yaptılar, birinci Kur’an uygarlığının bereketi geldi.

Şimdi de siz yorumlayacak ve ikinci Kur’an uygarlığını oluşturacaksınız. Maaşlı bürokratlar maaş aldıkları yere hizmet etsinler. Siz Allah’a ibadet ediniz.

...







Son Yorumlanan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4506 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3387 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3781 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3206 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3090 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3225 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6056 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4554 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3480 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 2992 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3150 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4007 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3557 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 3901 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 3963 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 3994 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 3821 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 2878 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 3688 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3070 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4430 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3311 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4452 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4246 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 3609 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4216 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4560 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4136 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 3900 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 3819 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 3745 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4533 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 3461 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 2974 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4600 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 3631 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 4424 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3173 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3039 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4435 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 4881 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 3824 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3347 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 3785 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4003 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 3515 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 3572 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 3623 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4004 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8362 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53