Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1012
Hac Suresi Tefsiri 58-62. Ayetler
4.05.2019
2753 Okunma, 1 Yorum

HAC SÛRESİ - 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ  

وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقًا حَسَنًا وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (58) لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ (59) ذَلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ (60) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (61) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (62)

 

***

 

وَالَّذِينَ هَاجَرُوا

Va elLaÜIyNa HaCaRUv (Va elLaÜIyNa FaGaLUv)

“Muhacere eden kimseler”

Kur’an’ın mucizeleri zamirlerde ve harfi atıflarda saklıdır.

Buradaki وَ harfi nereye atfetmektedir?

Kur’an çok uzak yerlere atfedebilir. Atfedilen yere işaret etmek için de kelimeyi iade eder. الَّذِينَile atfettiğine göre, atfedilen yeri aradığımızda bundan önce geçen الَّذِينَ’yi aramamız gerekir. Bir önceki ayette الَّذِينَكَفَرُوا geçmektedir. Küfredenler hicret edenlerle karşılaştırılıyor mu yoksa daha önce geçen bir الَّذِينَ‘ye mi atıftır?

ف‘den sonra gelen الَّذِينَآمَنُوا‘ya atıf olabilir, bu sefer de iman edenler ile hicret edenler karşılaştırılmaktadır. يَاأَيُّهَاالنَّاسُdeyip hitap ettiği için daha geriye gidemeyiz.

“Hicret” oraya bir daha dönmemek üzere bir yeri terk etmektir. فِيharfi ile gelirse oraya hicret etmedir, إِلَى harfi ile gelirse bir topluluğa katılmadır. Hicret edenleri önce hicret etmeyenlerle karşılaştırabiliriz.

Bir yerde bulunuyorsanız ve orada zulüm yapılıyorsa, siz o zulmü ortadan kaldıracak çaba gösterip orada kalabilirsiniz. Zulmü ortadan kaldıracak bir çaba göstermiyorsanız oradan hicret edeceksiniz. Etmiyorsanız, siz küfreden kimselere mensupsunuz demektir. الَّذِينَ كَفَرُوا ‘ya atfedersek böyle mana vereceğiz.

“İman etmiş olanlara” atfedersek, o zaman iman edenler var ama hicret etmemişlerdir manası çıkar. Bunlar cenneti hak ederler ama dünyada zulmedilenler içinde onlara da zulmedilir. Daha önceki ayetler bunu ifade etmiştir. Hicret ederseniz zulümden kurtulursunuz.

Yirminci asrın muhacereti Semt Kooperatifleridir. Bu ayetler şunu söylüyor. İşçilik sisteminden ortaklık sistemine geçilirken çok sıkıntılı günler yaşayacaksınız. Sonunda ortaklık sistemine geçilecektir ama eğer Semt Kooperatifleri kurar oraya hicret ederseniz farklı olursunuz. Bu ayet işte onları anlatmaktadır.

Hicret edeceksiniz, zalim düzeni bırakacaksınız. Bunun için de da semt kooperatifi kuruyorsunuz ve kendi ortaklığınıza çekiliyorsunuz. Ürettiklerinizi takas usulü ile satıyorsunuz.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ

FIy SaBiyLi elLAvHi (Fıy FaGIyLı elLAvHı)

“Allah’ın sebilinde”

Kur’an’da “Allah’ın sebili” deyimi, bugün bizim vakıf olarak kullandığımız anlamın karşılığıdır. Allah’ın sebilinde hicret etmek demek vakıf kuruluşlara hicret etmek demektir. Bunlar da semt kooperatifleridir.

Medine’de kurulan dayanışma ortaklıklarıdır. Semt Kooperatifleri dayanışma ortaklığına dayanmaktadır. Peygamberin Medine’de yaptığını biz kooperatiflerde yapıyoruz. Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi’nin statüsü bunu içermektedir.

Hicret kelimesi إِلَى ile kullanıldığı zaman topluluğa hicrettir, فِي ile kullanıldığı zaman bir yere hicrettir.

ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا

ÇümMa QuTiLUv EaV MAvTUv (ÇümMa FuGIyLUv EaV FaGaLUv)

“Sonra katl olundular veya mevt ettiler”

Her zaman beyan edilen bir husus vardır. Bir topluluk içinde yaşıyorsanız o topluluğun içinde çatışma her halükarda nehy edilmiştir. Ne kadar zalim olursa olsun, ne kadar kötü olursa olsun, iç isyan, iç çatışma yoktur. Hicret edeceksiniz. Ayrı cephe oluşturacaksınız. O takdirde hakem kararları ile savaş meşru olur.

Hicretten sonra katl olundular denmektedir. ثُمَّgetirilmektedir. Böylece hicreti müteakip değil sonra çıkan olaylarda, haklı savaşlarda katl olundular anlamı çıkmaktadır. Katl olunmasının önce zikredilmesi hicret edenlerin bunu göze almaları gerektiğini ifade eder.

Hicret edeceğiz. Semt kooperatiflerini kuracağız. Hatalar yapacağız. Hatalarımızı düzeltmemiz için Allah zalim iktidarları getirecektir. Haksız yere katledilenler olacaktır.

“Biz devletimizi sandıklarda bulmadık, savaşlarla elde ettik. Sandıklarla teslim etmeyiz!” ifadesini kullanan siyasetçiye sorarız: Peki, sen şimdi Meclis’te sandıktan çıktığın için oturmuyor musun? Haklısın, % 51 oy sahipleri anlaşsalar, Türkiye’yi komşulara peşkeş çekmeye başlasalar, “Tamam” mı diyeceğiz? Ordu çıkacak, el koyacak, silahla kazanılan silahla bırakılacak.

Devlet Bahçeli’nin hata ettiği iki husus vardır. Bir devlet içinde herkes bu devlet benimdir, defolun gidin derse ve iç çatışma başlarsa o devlet yaşar mı? O halde devletin sahibi oranın halkı olmalıdır. Bütün vatandaşlar olmalıdır. Bütün vatandaşlar adına konuşan ancak “Biz bunu sandıkta bulmadık” diyebilir. PKK’lı deyip Kürtleri dışarıya transfer ederseniz, şeriatçı deyip Müslümanları Arabistan’a göndermeye kalkışırsanız, elinizde hiçbir güç kalmaz ve savaşla aldığınızı kendi elinizle dağıtırsınız.

Biz, iktidar bizi katletse de meşru müdafaa hariç iç savaş çıkarmayız. Hicret ederiz. Ülkemizi terk ederiz. Yeni vatan ediniriz. Oraya da gelirlerse cephe savaşı yaparız.

لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ

La YaRZuQanNaHuMu elLAHu (LaYaFGuLanNaHuMu elLAvHu)

“Allah onları rızıklandıracaktır”

Burada bahsedilen rızıklandırmaمَاتُوا ‘dan sonra, “katlolundular”dan sonradır. O halde bu rızıklanma öldükten sonraya aittir. وَ harfi ile atfedildiğine göre bunlardan önce cennat-ı naim dünya cennetleridir.

Buradaki اللَّهُ âlemlerin rabbi Allah’tır. Üçüncü binyılın inkılabı olacaktır. Yeni düzen Allah’a inananların düzeni olacaktır. Bunlar ahirette de rızkı hasen ile rızıklanacaklardır.

Birinci Kur’an uygarlığı bunun kanıtıdır. Bir asır içinde dünyaya hâkim olmaya başlamıştır ve bin seneden fazla dünyanın hükümranlığı onların elinde olmuştur.

Şimdi kimileri bu ayetleri 1400 sene önce Araplara nazil olmuş ayetler şeklinde anlar, tarih okur gibi ayetleri okur ama biz öyle yapmıyoruz. Biz bu ayetler şimdi bize nazil oldu diyoruz ve ona göre yorumluyoruz. Bu asrın içinde bu söylediklerimizin doğruluğunu göreceksiniz. Sermaye mağlup olacak, yeryüzüne “Adil Düzen” gelecektir.

رِزْقًا حَسَنًا

RıZQan XaSaNan (FıGLan FaGaLan)

“Hasen rızık”

Canlıların temel ihtiyaçları vardır. a) Canlıların ilk ihtiyacı beslenmedir, yiyeceklerdir. Diğeri bütün ihtiyaçlarını beslenme yoluyla gidermeleridir. İnsanların ise üç şeye daha ihtiyaçları vardır; b) giyecek ihtiyacı, c) barınacak yer ihtiyacı, d) dolaşacak imkân ihtiyacı.

رِزْقkelimesinin bir dar manası vardır bir de geniş manası vardır. Dar manası yalnız yiyecekleri içerir. Geniş manası ile yiyecek, giyecek, barınacak ve dolaşacak ihtiyaçları kastediyoruz, geniş manada ihtiyaçları gideren şeyin adıdır. Bu genişliği ifade etmek için رِزْقًاحَسَنًا denmiştir, rızkan gıdaen de olabilirdi.

حَسَنًا bütün ihtiyaçlara cevap veren bir şeydir. Semt kooperatiflerinde hasen rızık üretilecek ve adil bölüşme içinde yeni düzen oluşacaktır.

وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (58)

Va EinNa elLAvHa La HuVa PaYRu elRAvÜıQIyNa (Va EinNa elLAHa La HuVa EaFGaLu eLFAvGıLıyNa)

“Ve Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Bundan önceki ayette geçen “Allah” kelimesi âlemlerin rabbi Allah’ı ifade ediyordu.

Burada geçen “Allah” kelimesi O’nun yeryüzündeki halifesi insanlığı, topluluğu ifade etmektedir. Bundan dolayıdır ki razıkların hayırlısıdır demektir. Tek başına ayrı ayrı üretim ve tüketim yerine toplulukta üretim ve toplulukta tüketim en hayırlı olan ekonomidir demektir. Semtlerde birlikte üretim, bucakta bölüşme, ilde bölüşme, ülkede bölüşme ve insanlıkta bölüşme hayırlı olan rızıklandırmadır.

Ahirette de hayırlı rızıklandırma olacaktır.

 

YORUM

İnsan 23 çift kromozoma dayalı hücrelerden oluşan beden sahibidir. Bu beden çevreden madde ve enerji alır ve diğer canlılar gibi varlığını sürdürür.

İnsanların hep merak ettikleri şey öldükten sonra ne olacağımızdır. Önce insan ahseni takvim olarak yaratılmıştır yani en üstün yaratıktır. Bu üstünlük vasfını koruyacaktır. O halde ahirette başka bir yapımız olmayacaktır. Bu dünyada olduğu gibi besleneceğiz, giyineceğiz, barınacağız ve dolaşacağız. Kullandığımız araçlar da çok farklı olmayacaktır. Sadece rızkı hasen olacaktır. Bu dünyadaki rızıklanma türü de ahiretteki rızıklanma türüne gittikçe yaklaşacaktır. Daha önce su şebekeleri yoktu. Çeşmeden su alırdık veya ırmaktan doldururduk. Şimdi ise sular evimize gelmekte, evimizin içindeki musluklardan akmaktadır. Kur’an ahireti anlatırken “Orada sulardan, sütten, baldan ve hamrdan nehirler vardır” deniyor. Yani çeşmeyi açacağım süt akacaktır, çeşmeyi açacağım bal akacaktır, çeşmeyi açacağım hamr akacaktır.

Ahirette böyle olacaktır ama insanlık da ona doğru evrilmektedir.

Burada haram olan hamrın da ırmakları olacak diyor, şebekeleri olacak. Peki, ahirette hamr haram olmayacak mı? İnsanda evrim olduğu gibi nebatlarda da evrim vardır. Hamr gibi hoş olan ama onun gibi zararlı olmayan ürünleri üretecek ağaçlar olacaktır.

Fabrikalar mı olacak yoksa yeni tür canlılar ve bakteriler mi bunları yapacaklardır? İnsanın insan kalabilmesi için çalışması ve üretmesi gerekmektedir. Bu dünyada kurulan canlılar arasındaki denge orada da kurulacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Allah’ın yolunda göçen, sonra öldürülen veya ölen kimseleri Allah iyi geçimle geçimlendirecektir. Allah geçim sağlayanların en verimlisidir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Allah’ın sebilinde hicret eden, sonra katlolunan veya mevt eden kimseler, Allah onları hasen rızık ile rızıklandıracaktır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

 

Va elLaÜIyNa HavCaRUv FIy SaBiLi elLAvHi ÇümMa QuTIyLUv EaV MAvTUv La YaRZuQanNaHuMu elLAvHu RıZQan XaSaNan Va EinNa elLAvHa La HuVa PaYRu elRAvÜıQIyNa

وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقًا حَسَنًا وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (58)

 

***

 

لَيُدْخِلَنَّهُمْ

La YuDPiLanNaHuM (La YuFGaLanNaHuM)

“Onları idhal edecektir”

“Duhul etmek” demek kapalı yere girmek demektir.

O halde gerek ahirette gerekse bu dünyada kapalı yerler olacaktır. Çevreden ayrı olmuş bir ortam olacaktır. Allah oraya idhal edecektir.

Canlılardaki hücreler böyle çevreden ayrılmış farklı kapalı yerlerdir. Hücre zarı ile farkı ortamlar oluşturulmaktadır.

Bugün İstanbul 20 milyonluk bir kalabalığa sahiptir.

Oysa Kur’an düzeninde her semt bir hücredir. Bütün sosyal hayat orada cereyan eder. Semtler birleşir bucaklar olur. Bucaklar birleşir iller oluşur. İller birleşir ülkeler oluşur. Ülkeler birleşir insanlık oluşur.

O halde her topluluğun böyle kendisine has alanı vardır, onun vücudunu oluşturur.

“Allah hicret edenleri böyle bir yere idhal ederse” diyor. Bu idhal ahiretteki idhaldir ama dünya da bu idhale doğru gitmektedir.

مُدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ

MuDPaLan YaRWaVNaHUv (MuFGaLan YaFGaLNaHUv)

“Ondan razı olacakları bir müdhale”

مُدْخَلًا ismi mefuldür. Mezid babların ismi mefulleri aynı zamanda ismi mekân, ismi zaman ve masdarı mimidir. Meful yerine o manaları da verebilirsiniz. Ona göre ayrı ayrı manalar çıkar. Manaların hepsi doğru olabilir.

Razı oldukları mekâna idhal edecektir. Mekân olan مُدْخَلًا nekredir. Çünkü herkes için farklı mekân vardır.

Semt Kooperatifleri değişik sözleşmelerle kurulur. Değişik yönetimleri vardır. Herkes razı olduğu semtte oturma hakkına ve imkânına sahiptir. Bunun sağlanması için semt apartmanının işletme mülkiyetine sahip olanlarla yararlanma mülkiyetine sahip olanlar farklı kimselerdir. İşletme mülkiyetine sahip olanlar orada otururlar. İş yaparlar. Yararlanma mülkiyetine sahip olanlar kirasından yararlanırlar.

Kur’an düzeni böyle birbirini tamamlayan bir düzendir. Semt Kooperatifleri dediğimizde Kur’an kooperatiflerini anlamalıyız. Bütünü ile ahenkli bir kurumdur.

İşletme mülkiyetine sahip olanlar her zaman semtlerini değiştirme özgürlüğüne sahiptirler. Biz buna ‘hicret demokrasisi’ diyoruz, ekseriyet değil de hicret demokrasisi.

وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ (59)

Va EinNa elLAvHa La GaLIyMun XaLıyMun (Va EinNa elLAvHa La FaGIyLun FaGIyLun)

“Ve Allah alimdir halimdir.”

Daha önce “Allah alimdir hakimdir” olarak geçmiştir. Burada da “alimdir halimdir” deniyor. حَلِيم ile عَلِيم kelimelerini karşılaştırmamız gerekmektedir. Nekre olarak geçtiği için bunlar topluluğun vasıflarıdır.

Devlet alim olmalıdır. Bunu ancak ortaklık muhasebesi ile sağlar. Devlet herkese karşılıksız birer telefon verir. Telefonlardaki konuşma karşılıksız olacaktır. Herkes aldığını ve verdiğini bu telefona yazacaktır. Kendi adına almışsa kendi adına yazacaktır, kendi adına vermişse kendi adına yazacaktır. Temsilen, vekâleten, velayeten veya kefaleten verip almışsa temsil ettiği kimseleri de yazacaktır. Onlar için deftere gerek yoktur. Sonra bunlar bilgisayarlara geçecek ve muhasebe tutulacaktır. Herkesin hesabı kendisine açık olduğu gibi ortak olduğu ortaklık veya işletmenin de hesabı ortaklara açık olacaktır. İşte böylece kamulaşmış olur.  Telefonla herkes kendisine gerekli olan ilmi öğrenme imkânına sahip olur. Böylece topluluk hem fail olarak hem de meful olarak alimdir.

Halim kimse de açıktır. Taraflar hakemlere giderler, hakemler karar verirler. Dayanışma ortaklıkları da bu hakem kararlarını infaz ederler. Bütün bunları hep kayıtlara geçirme görevi kamuya aittir. Bu yönüyle kamu halimdir.

Şimdi kamunun halim olması ne demektir?

حَلِيمkelimesi “helva” ile akrabadır, tatlı anlamına gelir. İnsanların ihtiyaçlarını giderir anlamını verebiliriz. Çalışsın çalışmasın bütün insanların ihtiyaçlarını gidermek kamuya aittir. Kişinin kendi varlığı için olan yemek, giyinmek, barınmak ve dolaşmak dışında insanının neslini yaşatması da ihtiyaçtır. Dolayısıyla evlenmelerini de sağlamalıdır. Öğrenmek bir ihtiyaçtır. Ortak heyecanları yaşamak ihtiyaçtır. Yaşamak kadar çalışmak da bir ihtiyaçtır. Toplulukta yerini almak da bir ihtiyaçtır. İşte bütün bu ihtiyaçların karşılanması halim olarak ifade edilmektedir.

Batılılar sigarayı da ihtiyaç sayarlar. Zararlı olan şeyler ihtiyaç değildir.

Bunu sağlamak için de yarısı karşılıksız sistemini geliştirmiş durumdayız. Örnek olarak suyu ele alalım. Yarısı üreticilere verilecek para ile satılacak, diğer yarısı ise kaynaklar karşılığı kamuca pay olarak alınacak ve halka karşılıksız yani parasız dağıtılacaktır.

 

YORUM

İnsanlık 20’nci yüzyılın sonuna kadar erginlik çağına ulaştırıldı. Kur’an’la insan artık kendi kendine yaşayacak duruma ulaştı. Bundan sonra Kur’an düzeni gelecektir. Kur’an’a inanan ve hayatlarını ona göre düzenleyenler cennet hayatına benzeyen hayat yaşayacaklardır. Bugün evimizin çeşmesi akmaktadır. Bugün evimizin ve sokağımızın lambası yanmaktadır ama bazıları her gün cehennem hayatı yaşıyor. Çoğunun akşama ekmek alacak parası yok. Çoğu insan tüm haftayı borcunu nasıl ödeyeceğini düşünerek yaşıyor. Halk borçlu, belediyeler borçlu, devletler borçlu.  Kırk yaşlarına geliyor evlenme cesaretini gösteremiyorlar.

İşte, semt kooperatifleri ve ortaklık sistemi bu cehennemi hayata son verecektir. Kamu ‘halim kamu’ olacaktır. Biz bunu ezbere söylemiyoruz. Gerek tarım gerekse sanayi bilgisine sahip olarak ekonomi ilmi içinde söylüyoruz. Kur’an düzenini ilahiyatçılar ortaya koymadı. Kur’an düzenini mühendisler, doktorlar, ekonomistler, hukukçular Kur’an’a dayanarak çıkardılar. İlahiyatçılardan yararlandılar, onlardan Arapçayı ve Kur’an’ı öğrendiler.

Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” çalışmalarımızda bu düzenin ana hatları çizilmiştir. Bu seminerler de ona katkıda bulunmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Onları sevecekleri bir girişle girişe götürür. Allah bilici sevecendir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Onları razı olacakları mudhale idhal edecek. Allah alimdir halimdir.”

 

La YuDPiLanNa MuDPaLan YaRWaVNaHUv Va EinNa elLAvHa La GaLIyMun XaLıyMun

لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ(59)

 

***

 

ذَلِكَ

ÜAvLiKa

“Böyle”

Fıkıhta ortaya konan her hükmün illeti vardır, hikmeti vardır. Fıkıh illetleri ile hükümlerini çıkarır. Hikmetlerden hüküm çıkarılmaz. Çünkü hüküm illetten sonradır. İlletlerin tespiti ise hikmetlerle olur. Yani ‘ne yapılacağına’ hikmetler karar verir, ‘ne zaman yapılacağına’ ise illetler karar verir. Şimdiye kadar ayetlerde anlatılanlar illetler ve hükümlerdir. Bu ayetlerle hikmetler anlatılacaktır. Böyle yani hükümler böyle.

Peki, bu hükümler neden böyle konmuştur?

İşte, bundan sonra gelecek ذَلِكَ‘ler bunları açıklayacaktır. İşaret edilen, anlatılanlardır. Hicret edip katledilen veya öldürülen kimseye gerek Allah gerek kamu tarafından yapılması gerekenler anlatılacaktır.

وَمَنْ عَاقَبَ

Va MaN GAvQaBa (V aMaN FAvGaLa)

“Ve kim ikab ederse”

ذَلِكَ‘den sonra وَ harfi gelmiştir. O halde mahzuf bir cümle vardır. Burada anlatılandan başka bizim zihnimizle tamamlayacağımız bir cümle var demektir.

‘Mahmut geldi’ derseniz, sadece onun geldiğini anlarız ama ‘Mahmut da geldi’ derseniz, başka gelenler var, o da geldi demek olur.

İnananlar için iki şey önemlidir. Birincisi zulme sabretmektir. Zalim düzen içinde yaşıyorsanız zulme sabredecek, silahlı olarak karşı koymayacaksınız. Hicret ettiğinizde yine sabırlı olacaksınız. Hudeybiye bunun örneğidir. Başka ayetlerde ‘sabretmeniz sizin için daha iyidir’ denmektedir. Bununla beraber “imkânınız varsa, size ne kadar saldırırlarsa siz de o kadar mukabele edersiniz” denmektedir. فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْayetinin (Bakara, 2/194) anlamı budur. Burada ikab şeklinde ifade edilmişidir. Size verdikleri ceza kadar siz de onlara ceza verebilirsiniz demektir. عَاقَبَ mufaale babıdır. Karşılıklı cezalandırma anlamındadır.

Bizim PKK’lılara ve Gülencilere ceza verme hakkımız vardır ama bu ceza, misli kadar olmalıdır. Onların bize yaptıklarından fazlasını biz onlara yapamayız.

“İ’tida etmek” demek saldırmak demektir. Cephe, onların bize yaptıklarını bizim onlara yapmamızdır. عِقَاب ise biz galip geldiğimizde bize iras ettikleri zararları onlara tazmin ettirmemizdir, gerekirse kısas yapmamızdır.

بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ

Bi MiÇLi MAv GuQIyBa BiHIy (Bi FiGLı MAv FuGıLa BİyHı)

“Ona i’kab edilenin misli ile”

Buradaki misli, miktarı anlamındadır. مِثْلkelimesi benzeri anlamında kullanılır. O zaman aynı değil mislidir. Miktar manasında kullanılır. O zaman miktarca aynı demektir.

O halde haklı savunma hakkımız olduğu gibi kısas hakkımız da vardır.

Altın kural dedikleri kuralı ifade etmektedir. Herkesin başkasına yaptıklarını kendisine yapılmasını da kabul etmesi gerekir. Dünyadaki tüm altın kurallar hep ilahi kurallardır. İnsanlara peygamberler öğretmişlerdir. Kur’an’da hepsi mevcuttur.

ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ

ÇümMA BuĞıYa GaLaYHi (ÇümMa FuGıLa GaLaYHı)

“Sonra aleyhine bağy edildi”

Yani hakemlerin kararları uygulanmadı. Kısas yapılmadı, diyet ödenmedi. Talimat yerine gelmedi. O halde ne yapılacaktır?

İki kişi arasında niza çıkarsa hakemlere giderler. Hakem kararlarına taraflar uymak zorundadırlar. Bu safhalarda silahlı güç müdahale etmez. Eğer hakem kararlarına uymazlarsa silahlı güç o zaman devreye girer. Buradaki بُغِيَkelimesi hakemler kararına uyulmazsa anlamındadır. Hakem kararlarına karşı dayanışma içinde silah kullanma meşrudur.

ثُمَّ (sonra) kelimesi gelmiştir. Hakem kararlarından sonra infaz müddeti vardır. İnfaz o zaman geçmeden yapılmaz. Borcunu bu belli olan zaman içinde ödeme durumundadır. Ödemezse gereken yaptırım yapılır. Kısasta öyle af imkânlarını araştırma zamanı olacaktır. Belki affedecek, diyete dönüşecektir. ثُمَّ  kelimesi bunları ifade etmektedir.

لَيَنْصُرَنَّهُ اللَّهُ

La YaNÖuRanNaHuv elLAvHu (La YaFGuLanNaHUv elLAvHu)

“Allah ona nusret edecektir”

Buradaki Allah, Allah’ın halifesi olan silahlı güçlerdir, dayanışma ortaklıklarıdır. Topluluk onun yanında olacaktır. Böylece insanlık eman içinde, güven içinde olacaktır. Akilesiz yani dayanışma ortaklığı olmadan devlet olmaz, güvenlik olmaz.

إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ

EinNa elLAvHa GaFuvUn (İnNa elLAvHu La FaGUvLun)

“Allah a’fuvdur”

Eğer buradaki af, mağfiret kelimeleri marife olsaydı âlemlerin rabbi kastedilmiş olurdu. Bunlar nekre olduğuna göre kastedilen kamudur. O takdirde İnne’nin isminin zamir olarak (إِنَّهُ) gelmesi gerekirdi.  اللَّهَ zikredildiğine göre Allah’ın halifesi olarak farklı kimseler vardır. İşte bu ayet bize kuvvetler dengesini bildirmektedir.

Meclis yasalar yapar. Yürütme onları kendi içtihatları ile uygular. Uygulamada yapılan haksızlıklar yargı kararı ile giderilmiş olur. Yargı kararlarına uyulmadığı zaman da yönetme devreye girer. Bunların görevleri ve yetkileri işleme şekilleri farklıdır. Âlemlerin rabbi olan Allah’ın ayrı ayrı halifeleridirler. Böyle olunca “Allah” kelimesi âlemlerin rabbi olan Allah’ı temsil etmese bile farklı yönlerine tezahür ettiğinde lafız izhar edilir, izmar edilmez.

Burada şu soru ortaya çıkıyor; Meclis bir katili affedebilir mi? Kısasa tabi olan bir cinayette Meclis diyetini ödeyerek affedebilir mi?

İşte bu ayet bunu ifade etmektedir. Af etme Meclis’in yetkisindedir. Mağdur olan ağır diyet istihkak eder. Bugün diyet ödemeden affedebilmektedir. Bu Kur’an’a aykırıdır.

غَفُورٌ (60)

ĞaFUvRun (FaGUvLun)

“Ğafurdur”

غَفُورٌkelimesi عَفُوٌّkelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Asıl olan aftır ama mağfiret de edebilir. Mağfiret ile af arasındaki farka gelince af, sicil kayıtlarından çıkarmadır. Hiç suç işlememiş duruma getirmedir. Mağfiret ise dosyada mahfuz etme ve bazı uygulamaları kabul etmeme, şahitliği kabul etmeme gibi kısmi olarak affetmedir.

Yürütme, yargı ya da yönetimin af yetkisi yoktur. Af yetkisi yalnız yasamanındır. Kur’an yorumlamaları ile anayasamızı hazırlamış olmaktayız. Her bucağın düzeni ayrıdır. Dolayısıyla Kur’an her bucakta bizim yaptığımız gibi okunacaktır. Semt kooperatiflerinde uygulanacaktır.

Bugün Türkiye’de şeriat düzeni var mıdır? Batı İslam’dan serbest sözleşme sistemini alarak kabul etti. Böylece o tarihten itibaren bilkuvve yeryüzü şeriatla yönetilmektedir. Türkiye’deki demokrasi ve akit serbestliği sayesinde şeriatla yönetiliyor demektir.

Devletler merkezden yönetilirlerse o şeriata uygun olmaz. Her bucak kendi şir’asını kendisi hazırlayacaktır. Eğer bu İslam bucağı ise Kur’an’ı bizim gibi kendisi yorumlayacak, bucağın icmaları veya ittifakları ile bucak şir’ası oluşacaktır.

 

YORUM

Ayete مَنْ ile başlanmış hep müfret zamirler gönderilmiştir. Bu da ceza hukukunun temeli olan şahsilik ilkesini ortaya koyar. Kolektif suç yoktur. Anne, oğlunun yaptığından, baba da oğlunun yaptığından sorumlu değildir. On beş yaşına gelmeden önce işlenen suçlardan anne baba sorumludur ama ona mâni olmadıkları için sorumludurlar. Yapılan suçun cezasını çekmezler. Bu sebeple kısas uygulanmaz.

Cezada kastın bulunması şarttır. Hataen yapılan fiillerde keffaret vardır. Dikkat etmediği için nefsi eğitme cezasıdır. Yaralamada keffaret bunun için yoktur.

Ben düştüm, kaza geçirdim. Abdullah, İbrahim, Hüseyin ve Zekeriya da ufak kazalar geçirdiler. Abdullah “Kurban keselim” dedi.

Defi kaza için kurban kesme meşru mudur? Henüz cevap vermedim. Kesilecekse kim kesecek? Masraflar nasıl karşılanacak?  

Kur’an’da keffaretler için hacda kurban vardır. Tahriru rakaba (تَحْرِيرُرَقَبَة, köle azat etme) vardır. Kurban kesme ibadettir. Bazı günahların keffaretidir. O halde meşrudur.

İsteyenler kurbana katılırlar. Ortak kurban keserler. Nezir kurbanları kesenler o kurban etinden yiyemezler, başkalarına yedirirler.

Başka bir soru daha ortaya çıkar. Çok kişi tarafından ortak kurban kesilebilir mi? Bu caiz değilse kim kesecektir? Bir koyun keseceğiz ama çok kimse için bu geçerli olur mu? Fıkıhçılar bunu kabul etmiyorlar. Her iki kurban için hedy ve budn için çoğul sigasını kullanmaktadır ve her ikisinde de “Ondan eklediniz” demektedir. O halde çok kişi bir kurban kesebilir. Her iki kurbandan yiyebilir; birisinde وَ harfi getirdiği için üçte biri yenir, diğerinde ise bir وَgetirilmemiştir, dolayısıyla yarısını yiyebilir.

Demek ki beraber çalışan insanlar kazayı def etmek için birleşip bir kurban kesebilir. Kimi katılır, kimi katılmazsa ne hüküm verilecektir? Hedyin hükümleri mi yoksa budnun hükümleri mi geçerli olacak?  Bunlar içtihadın konusudur.

 

Öz Türkçe ile:

“Böyledir. Kim çarpıldığının benzeri ile çarpar sonra da ona saldırılırsa Allah ona yardım edecektir. Allah bağışlayıcı olan silicidir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Böyledir! Kim ona i’kab edilenin misli ile i’kab eder sonra aleyhine bağy edilirse Allah ona nusret edecektir. Allah gafur olan a’fuvdur.”

 

ÜAvLiKa Va MaN GAvQaBa Bi MiÇLi MAv GuQIyBa BiHIy ÇümMA BuĞıYa GaLaYHi La YaNÖuRanNaHu elLAvHu EinNa elLAvHa GaFuvUn ĞaFUvRun

ذَلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ (60)

 

***

ذَلِكَ

ÜAvLıKa

“Böyle”

Birinci ذَلِكَ’de kısas ilkesini anlatmış oluyor. Fizikte bu; tesir-aksi tesir, etki-tepki ilkesiyle adlandırılır. Denge oluşturulur. Kur’an bunları anlatmaktadır.

Bugün şunu öğrenmiş bulunuyoruz. Geliştirdiğimiz matematik dünyadaki bütün olaylara uygulanır. Kâinat bir matematik düzeni içindedir. Bizim matematiğimiz ikili ve onlu sisteme dayanmaktadır. Basit toplama ilkesi ile tüm matematik gelişmiştir. Mesela bir sayının sinüsü p(x) = x - x3/3! + x5/5! - x7/7! + x9/9! - … şeklindedir (Maclaurin serisi). Buna dayanarak hesapladığın sinüsü geometride uygularken tıpa tıp uyar, dairenin karşı dik kenarını verir. Canlılar da aynı matematiği kullanırlar. İnsanlar da topluluklar da aynı matematiğe tabidirler. Matematiği biz icat ederiz ve hayali bir kâinat oluştururuz. Allah da bu kâinatı bizim beynimiz anlayacak şekilde yaratmıştır. Dolayısıyla daldan dala atlıyormuş gibi gelir oysa çok ince bağlarla hepsi yerli yerine yerleşmiştir.

بِأَنَّ اللَّهَ

BiEnNa elLAHa

“Çünkü Allah”

Son ذَلِكَ de بِ harfi ile getirildi ama وَ kullanılmadı. Konunun değişmiş olmasından sosyal konudan doğa konusuna geçtiği için وَ atıf harfi getirilmedi yahut doğa kanunları ile sosyal kanunların matematiği aynı olduğu için kemali ittisalden dolayı وَgetirilmedi. Yani bu ayetlerde anlam itibari ile tam bir ayrılık vardır. Aynı matematiği kullandıkları için de tam bir birlik vardır. Her iki mana da doğrudur.

يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ

YUvLıCu elLaYLa Fı elNaHAvRı (YuFGıLu eLFaGLa Fiy eLFaGAvLı)

“Leyli neharın içine ilac eder”

وَلَجَة Arı kovanının giriş çıkış deliğidir.

و beraberliği, ل belirliliği, ج de toplanmayı ifade eder.

Durgun akmaya başlayan sular dağlardan getirdikleri tortuların bir kısmını haliçte bırakırlar. Bir kısmını denize götürürler. Çökene لَيْل, çökmeyene نَهَار denir. Sonraları نَهَار aydınlık anlamında gündüzün adı olmuştur. Kur’an 24 saatin bir tarafına نَهَار dediği gibi enerjiye نَهَار, maddeye ise لَيْل demektedir.

Marife olarak geldiği için maddenin cevheri ile enerjinin cevheri ayrıdır. Madde elektronlardan oluşmuştur. Enerji ise maddenin hızının karesi ile çarpımından oluşmaktadır. Maddenin sayısı tamdır, eksilmez. Enerji ise maddenin üzerinde artar ve eksilir. Yani daha hızlı giderler. Madde enerjiye, enerji maddeye dönüşmektedir. Sayıları artmamakta ama azalınca kütleleri artmaktadır.

Ancak ışık hızına çıkabilmektedirler. Işık hızından fazla hız yoktur.

Burada maddenin enerjiye dönüşümünü anlatmaktadır. Einstein işte bunun formülünü yazmıştır, E= m*c2 demiştir. (E: enerji, m: kütle, c: ışık hızı)

 

وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ

Va YUvLıCu elNaHAvRa Fıy elLaYLı (Va YuFGıLu eLFaGala Fıy eLFaGLı)

“Ve neharı leylin içine ilaç eder”

Madde enerjiye dönüşmektedir. Enerji de maddeye dönüşmektedir. Kur’an’da maddenin enerjiye, enerjinin maddeye dönüştüğünü simetrik olarak söylemektedir.

Başka bir ayette “Leyli nehar üzerine tekvir eder, neharı leyl üzerine tekvir eder” der, (يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَىالنَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ, Zümer 39/5). Bu da gece ile gündüzdür. Dünya yuvarlaktır yani küredir. Gece gündüzün yerini işgal eder, gündüz de gecenin yerini işgal eder demektir. Leyl neharı geçemez ayeti (لَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ, Yasin 36/40) de maddenin ışık hızını geçemeyeceğini ifade eder, aksini söylemez.

وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (61)

Va EanNa elLAvHa SaMIyGun BaÖIyRun (Va EaNa elLaVHa FaGIyLun FaGIyLun)

“Ve Allah semi’dir, basirdir.”

سَمِيعٌve بَصِيرٌkelimelerininnekre olmasıyla biliyoruz ki buradaki اللَّهَkelimesi Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan ve insanlıktır. Daha önce قَوِيٌّعَزِيزٌ denmiş sonra عَلِيمٌحَكِيمٌsonra عَلِيمٌحَلِيمٌ denmiş ve عَفُوٌّغَفُورٌ denmiştir. Şimdi de سَمِيعٌبَصِيرٌ denmektedir. İslam devletinin görevlerini ve kurumlarını böylece ortaya koymaktadır. Semidir demek halkın isteklerini duyacak demektir. Herhangi bir sakin veya vatandaş derdini yönetime iletecektir. Bu, dayanışma ortaklıklarınca yapılacaktır. Bucakta dayanışma ortaklıkları sorumluları vardır, halk kendi sorununu kendi dayanışma sorumlusuna iletir. O da bucak başkanına iletir. Bucak başkanı çözemiyorsa il dayanışmasına iletir, o da il başkanına iletir. O da çözemiyorsa devlet başkanına ülke dayanışma sorumlusu iletir. Böylece halktan gelen istekler çözümlenmediği zaman en merkezî yere kadar ulaşır.

بَصِيرise merkezden başlar. Bölge sorumlularına, ilde ilçe sorumlularına, bucakta semt sorumlularına kadar gidilir. Bunlar emir sahipleridir. Nasıl insanda toplardamar ve atardamar varsa, nasıl alıcı sinirler, verici sinirler varsa kanunda da böyle taşradan merkeze, merkezden taşraya yapılanma vardır.

 

YORUM

Maddeyi enerjiye, enerjiyi maddeye çevirmektedir. Madde ile enerji arasında denge kurmaktadır. Böylece insanlıkta da hukuksal alanda denge kurulmaktadır. Peygamberler eliyle doğuda hukuk insanların sosyal sorunlarını çözer. Hukuki düzene kavuşan insanlık batıda filozoflar eliyle sanayide gelişmeler yapar. Yeni uygarlık doğar. Yeni maddi uygarlığa hukuk yetmez olur, doğuda peygamberler eliyle yeni sanayi uygarlığına yeni çözümler üreten hukuk doğar. Böylece insanlık gelişerek uygarlaşır. Bu insanlarda böyle olduğu gibi madde ve enerji arasında da böyledir. Entropinin büyümesi ile evrim gerçekleşir.

Sanayi gelişmesi güneşteki hidrojen enerjisini kullanmakla sağlanmaktadır. Sosyal gelişme ise hukukta olmaktadır. Kur’an’a kadar yeni kitaplar ve yeni azim sahibi peygamberler geliyordu. Kur’an son kitaptır. Peygamberlerin yerini de alimler almıştır. Gerek doğuda hukuk gerek batıda teknoloji ilme dayalı olarak gelişmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Böyle çünkü Allah geceyi gündüze döndürür, gündüzü de geceye döndürür. Allahişitendir, görendir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Böyle, Allah leyli neharın içine ilac eder ve neharı leylin içine ilac eder. Allah semi’dir, basirdir.”

 

 

ÜAvLıKa BiEnNa elLAHa YUvLıCu elLaYLa Fı eLNaHAvRı Va YUvLıCu eLNaHAvRa Fıy elLaYLı Va EanNa elLAvHa SaMIyGun BaÖIyRun

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (61)

 

***

 

ذَلِكَ

ÜAvLiKa

“Böyle”

Kur’an’da geçen اللَّهkelimesinin öncelikle iki manası vardır. Biri alemlerin Rabbi olan Allah’tır, kendi zatını ifade eder. Diğeri ise yeryüzündeki halifesi olan insanı veya topluluğu ifade eder. Her ikisinde de Allah değişik tezahür eder. Yasama, yürütme, yargılama ve yönetme olarak kamu oluşur. İnsanlık, ülke, il, bucak, ocak ve kişi olarak manalandırılır. İnsan Allah’ın halifesidir. İçtihat yapar, kuludur, içtihadına göre ona ibadet eder.

Allah’ın zatının da iki tezahürü vardır. Biri zamandan ve mekandan münezzeh ve bizim idrak edemediğimiz Allah olarak vardır. Diğeri ise bize göründüğü durumuyla vardır.

Şimdi siz karşınızda bir arkadaşı görüyorsunuz. Onun kendisini görmüyorsunuz. Onun bedenindeki etkisini görüyorsunuz. Allah’ı göremeyiz, Allah’ın kainattaki etkilerini görürüz.

İşte اللَّهkelimesi bazen bizim idrak ettiğimiz zaman ve zaman dışı olarak zikredilir. Bazen bize görünen durumuyla zikredilir.

Bu görünen de iki şekilde olur. Bize vahy eder, bize ilham eder. Özel olarak bizi muhatap alır. Biri insanın dışında kâinat düzeninde tezahür eder. Bu ayet doğrudan insanla ilgilenen Allah’ı anlatmaktadır.

بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ

BiEanNa elLAvHa HuVa elXaqQu (BiEanNa elLAvHa HuVa eLFaGLu)

“Allah’ın hak olması sebebiyle”

Başka her şey görüntüden ibarettir. Aynaya baktığınız zaman kendinizi görürsünüz. İki kişi vardır. Biri aynada görünen diğeri ise görendir. Ancak biri haktır, diğeri ise gerçekte yoktur. Kâinatta her şey onun görüntüsüdür. Bize görünendir. Gerçekte yalnız o haktır. Bir taraftan biz varız. Bize kâinat görünmektedir. Diğer taraftan ise yalnız O vardır. Biz kendimizi var kabul ettiğimiz zaman kâinat da vardır, haktır ama biz yoksak yalnız O vardır. İnsan, melek, cin ve ruh olmasa şuursuz mekân ve zaman, madde ve enerji ne işe yarayacak?

Onlar Allah’ın dışında nasıl varlıklar olacaktır? Allah böylece bize tüm olayların O’nun iradesi ile cereyan ettiğini ifade etmektedir. İnsanlığın tarihini onun yazdığını söylemektedir. Olaylardan hiçbir endişe duymamamız gerektiğini söylemektedir. Biz dünyada olanlardan sorumlu değiliz. Biz sadece kendimizden sorumluyuz.

وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ

Va EanNa MAv YaDGUvNa MiN DUvNıHIy (Va EanNa MAv YaFGaLUvNa MiN FuGLıHIy)

“Ve O’nun dununda dua ettiklerinin olması”

Burada مَنْdeğil مَاgelmiştir. Çağımızın putları men’ler değil ma’lardır. Önce karşılıksız Dolar bir numaralı puttur. Ekseriyet oyu iki numaralı puttur. İstanbul bugün o ekseriyet putu ile uğraştırılmaktadır. Dinler birer puttur. Irklar birer puttur. Putlardan kurtulmanın tek yolu vardır. Bu da hakemlerden oluşan yargı kararlarının üstünlüğüdür.  Eğer Müminler bu hakemlik sistemini benimser ve onların kararlarına itaat ederlerse Allah’a itaat etmiş olurlar.  Tüm dünyada hakimlik sitemi benimsenmiştir. Türkiye’de hakemlik sistemini kabul eden kimseler artık hakimlere gidemiyor. Bunu Akevler elli senedir kullanıyor. Sorunları çözüyor.

Türkiye’de şeriat düzeni var diyorum. Sadece hakemlik sistemini benimsemiş olması şeriat sisteminin olması için yeterlidir.

Bizim sorunumuz iktidar değildir, yönetim değildir. Sorunumuz kendimizdedir. Kendimiz Kur’an’a inanıp ona teslim olmadığımız için bu durumdayız. Ülkemizde bugün mecliste AK Parti, CHP, MHP, HDP ve İyi Parti olmak üzere beş parti vardır. Belediye başkanlıklarını paylaşmışlardır. Allah bize her türlü imkânı vermiştir. Biz halk olarak özel olarak Kur’an seminerlerini takip edenler, Allah’ın dununda olanlara tapmaktan vazgeçemiyoruz.

هُوَ الْبَاطِلُ

HuVa eLBAvOıLu (HuVa eLFAvGıLu)

“O batıldır”

Batıl olan odur.

Kâinatta iki şey var; Hak ve batıl. Yarı Hak olmadığı gibi yarı batıl da yoktur. هُوَgetirilmesi, başında أَنَّbulunmaması, haberin marife olması tahsisi ifade der. ‘Batıl olan yalnız odur’ manası verilir. Allah Hak’tır, diğerleri batıldır. Bir üçüncü şey de yoktur. Başka bir ayette “Haktan sonra yalnız dalalet vardır.” (مَاذَابَعْدَالْحَقِّإِلَّاالضَّلَالُ, Yunus 10/32) diyor. Burada ise batıl diyor.

Putlarla yeryüzü düzeninin sürüp gideceğine inananlar şaşılacak kimselerdir.

Eğer kâinat butlan üzerine kurulsaydı bugünkü seviyeye gelir miydi? Hastalık zafer kazansaydı şimdi canlı var olabilir miydi? Zulümle insanlık bu seviyeye ulaşabilir miydi?

Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır. Bunların dışında ne vardır? Şatafatlı Firavunlar, Nemrutlar, Kisralar şimdi nerededirler, izleri var mıdır? Ama İsa, Musa ve Muhammed her gün hatta her saat evimizdedirler, yanımızdadırlar.

وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ

Va EanNa elLAHa HuVa elGaLıyYu (Va EanNa elLAHa HuVa eL FaGıLıyYu)

“Ve âli olan yalnız Allah’tır”

Burada da أَنَّgelmiş, هُوgelmiş ve haber marife gelmiştir. Burada Allah alemlerin rabbi olan Allah’tır.

Buna kıyasen kimse topluluğun üstünde değildir diyebiliriz. Başkanlar dahil hepsi hakemlerden oluşan yargı kararlarına uyarlar. Yargıçlar da yargı kararlarına uyarlar. Bu sebeple diyoruz ki yargı yargının denetimindedir. Hakemlerin aldığı kararlar uygulanır ama kararlarına karşı her zaman itiraz edilerek yeni hakemlere gidilebilir. Hakemler mahkûm olurlarsa dayanışmaları tazmin eder. Hakem kararları iptal edilmez. Kur’an düzeninde hakem kararını temyiz etmiyor. Hakemlerin kararları kesindir. Uygulanır çünkü o ilahi karardır, kabul edilir ama hakemler aleyhine dava açılır ve zararlar dayanışmalarca giderilir.

Hakem kararları içtihat benzeridir. İçtihatta nasıl hata ma’fudur. O hatanın yapılmasına Allah izin verdiği için hata yapan sorumlu değildir. Hakem kararları yanlış da olsa uygulanır. Allah yapmalarına izin vermiştir. Hata ettiklerinden dolayı sorumlu değiller ama hata da düzeltilir. Dayanışma tazmin eder.

الْكَبِيرُ(62)

eL KaBIyRu (el FaGIyLu)

“Kebir”

Galip, güçlü demektir. Galip gelen üste çıkan demektir. كَبِيرise yaşlı, olanakları ile üstün olan demektir. İlimde ve siyasette üstün demektir. Burada كَبِيرsıfat olmalıdır, عَلِيّisim olarak kullanılan sıfat olmalıdır. Yaşlı, deneyimli, güçlü demektir. Hem bilgisi var hem de o bilgisini kullanacak gücü var.

Bunun sahibi de yalnız Allah’tır. O’nun halifesi olan topluluktur. Dolayısıyla meclisin üstünde, yargının üstünde bir güç yoktur. Başkanlar da dâhil herkes hakemler karşısında eşit kişiliğe sahiptir.

Dokunulmazlık yoktur. Kişi ancak kendi bucağında muhakeme edilir. Yöneticiler devlet merkez bucağı mahkemelerinde muhakeme olunabilirler. Hakemleri farklıdır. Hakemlerin karşısında herkes eşittir.

 

YORUM

Hac Suresi “Ey nâs” diyerek başlamaktadır. Tüm insanları kapsayan hükümler ortaya koymaktadır. Süleyman Akdemir’in “İnsanlık Anayasası Kavramı” kitabında gerekçeleri anlatılmıştır. Akevler’de, özellikle Yenibosna’da “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” hazırlanmıştır.  O anayasada yalnız ulusal devletler değil, kişiden başlayarak ocak, bucak, il, ülke ve insanlığı ilgilendiren hükümler de konmuştur. Bu sure onun hükümlerini koymaktadır.

Mekke insanlığın merkezidir. Hac insanlığın yıllık kongresidir. Hac yolları insanlığı birbirine bağlar.

İpek Yolu kavgası var. İpek Yolu İslamiyet’le tesis olunmuştur, insanlığa hizmet olsun diye oluşmuştur. Kervansaraylarla insanlık birbirine bağlanmıştır. Şimdi ise sömürü aracı yapılmak isteniyor. Çekişme kaynağı olmaktadır.

Irk ve din ayrılığı tanımadan tüm insanlara eşit imkânlar sağlayan İslam düzeni hükümlerini koymakta ve burada rütbe ve makamların hizmet rütbesi ve makamı olduğunu anlatmakta, tahakküm aracı olmadığını belirtmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Bu, Allah’ın gerçek olması, O’nun dışında çağırdıklarının boş olması, Allah’ın büyük olan yüce olması sebebiyledir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Bu, Allah’ın hak olması, O’nun dununda dua ettiklerinin batıl olması ve Allah’ın aliyy, kebir olması sebebiyledir.”

 

ÜAvLiKa BiEanNa elLaVHa HuVa el XaqQu Va EanNa MAv YaDGUvNa MiN DUvNıHIy HuVa eLBAvOıLu Va EanNa elLAHa HuVa elGaLıyYu eL KaBIyRu

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (62)

 

 

İstanbul; 04 Mayıs 2019

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

resatnurierol@gmail.com

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
06.05.2019
01:24


1967...1968...1969...AKEVLER 53 YILDIR ÇALIŞIYOR...2017...2018...2019

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 1012

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

“VE BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 1012. Hafta - 04 MAYIS 2019 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 1012. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASIANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. - ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

Belediye Başkanlarına Açık Mektup - I

***

Belediye Başkanlarına Açık Mektup - II

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

‘Peki, NASIL OLACAK’ diyor Mustafa Kutlu-1

‘Peki, NASIL OLACAK’ diyor Mustafa Kutlu-2

Muhafazakâr demokratlara Kosova’dan bakış-1

Muhafazakâr demokratlara Kosova’dan bakış-2

Reşat Nuri EROL

 

***

 

HAC SÛRESİ - 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ (1) يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ (2) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَرِيدٍ (3) كُتِبَ عَلَيْهِ أَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَأَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْدِيهِ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ (4) يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ (5) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (6) وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ (7) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ (8)ثَانِيَ عِطْفِهِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذِيقُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَذَابَ الْحَرِيقِ (9) ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ (10) وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انْقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ (11) يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (12) يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِنْ نَفْعِهِ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ (13) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ (14) مَنْ كَانَ يَظُنُّ أَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ (15) وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يُرِيدُ (16) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (17) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ (18) هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُءُوسِهِمُ الْحَمِيمُ (19) يُصْهَرُ بِهِ مَا فِي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ (20) وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَدِيدٍ (21) كُلَّمَا أَرَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ أُعِيدُوا فِيهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ (22) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ (23) وَهُدُوا إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِ الْحَمِيدِ (24) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (25) وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَنْ لَا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (26)وَأَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ (27) لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ فِي أَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقِيرَ (28) ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ (29) ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ (30) حُنَفَاءَ لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ (31) ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ (32) لَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ مَحِلُّهَا إِلَى الْبَيْتِ الْعَتِييقِ (33) وَلِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا وَبَشِّرِ الْمُخْبِتتِينَ (34) الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا أَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِي الصَّلَاةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (35)وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذَلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (36) لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ (37) إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ (38) أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ (39) الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (40) الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ (41) وَإِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ (42) وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ (43) وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ وَكُذِّبَ مُوسَى فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (44) فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشِيدٍ (45) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ (46) وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ وَإِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ (47) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ (48) قُلْ يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (49) فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (50) وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (51) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (52)  لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ (53) وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِهِ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ اللَّهَ لَهَادِ الَّذِينَ آمَنُوا إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (54) وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً أَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَقِيمٍ (55) الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (56) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ (57)

 

***

 

وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقًا حَسَنًا وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (58) لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ (59) ذَلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ (60) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (61) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (62)

 

***

 

وَالَّذِينَ هَاجَرُوا

Va elLaÜIyNa HaCaRUv (Va elLaÜIyNa FaGaLUv)

“Muhacere eden kimseler”

Kur’an’ın mucizeleri zamirlerde ve harfi atıflarda saklıdır.

Buradaki وَ harfi nereye atfetmektedir?

Kur’an çok uzak yerlere atfedebilir. Atfedilen yere işaret etmek için de kelimeyi iade eder. الَّذِينَ ile atfettiğine göre, atfedilen yeri aradığımızda bundan önce geçen الَّذِينَ ’yi aramamız gerekir. Bir önceki ayette الَّذِينَ كَفَرُوا geçmektedir. Küfredenler hicret edenlerle karşılaştırılıyor mu yoksa daha önce geçen bir الَّذِينَ ‘ye mi atıftır?

ف‘den sonra gelen الَّذِينَ آمَنُوا‘ya atıf olabilir, bu sefer de iman edenler ile hicret edenler karşılaştırılmaktadır. يَاأَيُّهَا النَّاسُ deyip hitap ettiği için daha geriye gidemeyiz.

“Hicret” oraya bir daha dönmemek üzere bir yeri terk etmektir. فِي harfi ile gelirse oraya hicret etmedir, إِلَى harfi ile gelirse bir topluluğa katılmadır. Hicret edenleri önce hicret etmeyenlerle karşılaştırabiliriz.

Bir yerde bulunuyorsanız ve orada zulüm yapılıyorsa, siz o zulmü ortadan kaldıracak çaba gösterip orada kalabilirsiniz. Zulmü ortadan kaldıracak bir çaba göstermiyorsanız oradan hicret edeceksiniz. Etmiyorsanız, siz küfreden kimselere mensupsunuz demektir. الَّذِينَ كَفَرُوا  ‘ya atfedersek böyle mana vereceğiz.

“İman etmiş olanlara” atfedersek, o zaman iman edenler var ama hicret etmemişlerdir manası çıkar. Bunlar cenneti hak ederler ama dünyada zulmedilenler içinde onlara da zulmedilir. Daha önceki ayetler bunu ifade etmiştir. Hicret ederseniz zulümden kurtulursunuz.

Yirminci asrın muhacereti Semt Kooperatifleridir. Bu ayetler şunu söylüyor. İşçilik sisteminden ortaklık sistemine geçilirken çok sıkıntılı günler yaşayacaksınız. Sonunda ortaklık sistemine geçilecektir ama eğer Semt Kooperatifleri kurar oraya hicret ederseniz farklı olursunuz. Bu ayet işte onları anlatmaktadır.

Hicret edeceksiniz, zalim düzeni bırakacaksınız. Bunun için de da semt kooperatifi kuruyorsunuz ve kendi ortaklığınıza çekiliyorsunuz. Ürettiklerinizi takas usulü ile satıyorsunuz.

...





Son Eklenen Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2077 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2046 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1639 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 1892 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 1924 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 1698 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1540 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1614 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 1936 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 1888 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 1843 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 1668 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 1828 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 1798 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1701 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 1920 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 1860 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2122 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 1939 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2501 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2124 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2295 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2201 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2366 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2466 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 2596 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4506 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 2789 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2450 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 2979 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 2902 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 2603 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3146 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3387 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3781 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2470 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2520 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3206 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3090 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2253 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2413 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3225 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6056 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4554 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3480 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00