KUR’AN ayetleri, Kadıhan, Hülagû ve HALEP!
Ya “KUR’AN VE İLİM” ya da “Eski hâl muhal; ya yeni hâl ya izmihlâl!” dedik ya, bundan önceki yazıda… Ne dersiniz; kaldığımız yerden devam edelim mi, meselenin daha da derinlemesine anlaşılması için biraz daha aynı minval üzere devam edelim mi?..
“Bosna (Srebrenitsa) ve Kosova’dan yani Balkanlar’dan başlayan, Antep-Halep’te yani Irak-Suriye-Türkiye’de devam eden bir yazı yazacakken…” diyerek başlamıştım o yazıya… Öyle bir yazıyı artık yazamayacağım; çünkü faydası yok! Neden faydası yok? Balkanlar’da yani Bosna ve Kosova’daki memleketlerimde soykırım ve katliamlar olurken çok yazdım, çok konuştum, çok çırpındım; Halep’teki sonuç ortada!!!
Şunu diyor ve yazıyordum; İstanbul, Ankara, Kayseri, Sivas’ın savunması Bosna ve Kosova’da başlar; siz Bosna ve Kosova için bir şeyler yaparken kendinizi savunuyorsunuz…
Kayseri ve Sivas’ta o yıllarda yaptığım konuşmalarda dedim ve yazabildiğim gazetelerde de yazdım da ne oldu; Gazi Antep’in az aşağısındaki Şehit Halep kurtuldu mu?!.
Böyle bir yazı ve/ya yazılar yazacaktım ama yazsam ne fayda, yazmasam ne fayda…
İyisi mi KUR’AN’a, Kur’an ayetlerine sığınayım, hatırlatmalarımı oradan yapayım:
“Ey iman edenler! Size ne oluyor da Allah yolunda seferber olun dendiğinde yere çakılıp kalıyorsunuz. Yoksa bu değersiz hayatı ahirete tercih mi ediyorsunuz? Bilesiniz ki, dünyanın zevki ahirete göre çok azdır. Eğer seferber olmazsanız Allah size çok acı bir azap verir ve sizin yerinize başka bir kavim getirir, siz de O’na hiçbir zarar vermiş olmazsınız. Allah her şeye kadirdir... / Hafif olsun ağır olsun, seferber olun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat edin. Eğer bilseniz, sizin için hayırlı olan da budur.” (KUR’AN; Tevbe, 9/38-39 ve 41. ayetler) Yorum yapmıyorum, herkes kendince yapsın…
Ama şu hatırlatmayı yapmadan geçemeyeceğim: ‘Siz dünyaya hükmeden zalimlerin zalim düzeni yerine “ADİL DÜZEN” için seferber oluncaya kadar…’ diyeyim, YETER!
Bosna ve Kosova ile başlar gibi yaptım, Irak ve Suriye ile devam eder gibi yapayım, HÜLAGÛ ile devam edeyim ve siz bunu bugünkü BAĞDAT ve HALEP gibi anlayın…
Irak ve Suriye’de olanlar, Hülagû (1258) döneminde olanları hatırlatıyor, yani ibret alınamadığı için tarih tekerrür ediyor… Moğol İmparatorluğu’nun kurucusu Cengiz Han’ın torunu Hülagû, İlhanlı Devleti’nin kurucusu ağabeyi Mengü Kağan tarafından bölgeye gönderilir. Hülagû 1258 yılında Bağdat’a girer ve Abbasi halifesi Mutasım’ı Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Bağdat’ı yağmalar, katliamlara başlar. Kadın, kız, yaşlı, çoluk, çocuk demeden iki yüz bin kişiyi katleder. Cami, hastane, medrese, saray, ne varsa hepsini yıkar, yok eder. Binlerce kitabı Dicle nehrine attırır. Dicle nehri günlerce kan ve mürekkep akıtır... Aynen günümüzde Irak ve Suriye’de olanlara benzer bir katliam…
Hülagû bir gün Bağdat’ın dışında kurduğu karargâhında şehrin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Âlimleri bir korku sarar! Hülagû tarafından öldürülmek korkusuyla kimse en büyük âlim sırasında anılmak dahi istemez! Sakalı henüz çıkmamış Kadıhan adında genç ve cesur bir âlim Hülagû’nun dâvetini kabul eder. Yanına bir deve, bir keçi ve bir horoz alarak Hülagû’nun çadırına varır. Hayvanları çadırın dışına bağlar ve huzura girer. Hülagû genci tepeden tırnağa süzer. Beklediği birisi olmadığını düşünerek: “Bana gönderecek birini bulamadılar mı?” der. Kadıhan gayet sakin bir sesle: “Görüşmek için iriyarı birini istiyorsan bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birini istiyorsan bir keçi getirdim. Gür sesli birini istiyorsan bir horoz getirdim” der. Hülagû gencin sıradan birisi olmadığını anlar ve şöyle sorar: “Söyle bakalım delikanlı! Beni üzerinize salan şey nedir?” Kadıhan: “Efendim, seni bizim üzerimize salan şey bizim amellerimizdir. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetlerini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mal, mülk, para, şöhret peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenâb-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni üzerimize saldı!” Hülagû: “Peki, beni buradan kim gönderebilir?” diye sorar. Kadıhan: “O da bize bağlı! Ne zaman kendimize dönüp, kısa zamanda toparlanıp, Allah’ın nimetlerinin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden ve birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek, işte o zaman sen buralarda duramazsın!” der. …