Cengiz Demirci
Samın namaz makalesine eleştiri
25.02.2012
6823 Okunma, 1 Yorum

Eleştirilerimdir. Kırmızı yazılar bana aittir. Sadece benim bakış açımdır. Yararlanmış olmakla beraber yargılar bana aittir. İncitmek amacı yoktur. Bakış açımızı yansıtmak için yazılmıştır. Söylenenler kendimize ait kendimizle ilgili hükümlerdir. Başka biri hakkında ya da sam hakkında değildir. Ben öyle yapsa idim kendime şu hükmü verirdim şeklinde okunmalıdır.

 

Şuara 218:  Ellezî yerâke hîne tekûm(tekûmu).

O, sen kıyam ettiğin zaman seni görür.

Mü’minun 2:  Ellezıne hüm fı salatihim haşiun

Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.

Onlar ki kendilerinin namazında huşu içindedirler. Hüm muttasıl zamiri tek bir namazın muzafun ileyhi.  Tek bir namaz aynı namaz ve çokluk tarafından kılınıyor. Bir topluluk içinde ortak yönlerimizin konsensüsü neticesi kurulan namaz kurumu.

Mü’minun 9: Vellezıne hüm ala salevatihim yühafizun

Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.

Onlar ki kendilerine ait namazlarını muhafaza ederler. Bir topluluk içinde namazlar var. O topluluk bu namazlarını muhafaza ederler. İlim namazı, din namazı, siyaset namazı, ameli namaz. Bir toplulukta farklı özellik ve karakterdeki kişiler olur. Bu kişiler ortak yönleri ile o topluluğu oluştururken, farklı karakterleri ile de aynı topluluk içinde kendi bireyselliklerini korurlar. Her kişi kendi kişiliğine gore bir çalışma takip eder. Işte bu çalışma biçimlerinin hepsi ayrı ayrı namazlardır. Bir topluluk içinde farklı yönlerimizin farklı alanlarda oluşan konsensüsleri neticesi kurulan namaz kurumu.   

Kuran da yorumlarla birlikte toplam 87 ayet SLTa atfedilmiştir. Bu ayetlerin içinde yaklaşık 72 tanesinde doğrudan SLT kelimesi kullanılmaktadır.

 

Hac Suresi 26. Ayette KAIMINE kelimesine dayanarak bunun NAMAZ olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Oysa ayet Kıyam edenleri, rükü ve secde edenleri kasdetmektedir. Burada kastedilen şey namaz değildir.

Ayette Ibrahim as’ın beyti inşasının hedefi anlatılıyor: “şirk koşmamak .  Hem namaz hem de hac kabeye yönelerek kabe ile ilişkilendirilerek yapılır. Kabe merkezi mescittir. Tüm mescitlerin mescididir. Hac namazın farklılaşmış bir şeklidir. İlim namazı, din namazı gibi insanlık namazı da vardır. Insanlık namazına hac denir. Ayrı kelime ile zikredilme nedeni kurumsal yapısının farklılaşmış olmasıdır.

Bakara 43. Ayette ise, Rükü kelimesi SLT ile aynı ayette kullanılmıştır. Ancak orada da bu kelime yani Rükü eylemi yani eğilenler ile birlikte eğilmek tanımlaması namaz ile ilişkilendirilmemiştir.

 

Bunun dışında yorumlanarak namaza (slt) atfedilen ayetler de dahil olmak üzere Hiçbir ayette rükü” ve Secde  SLT ile birlikte zikredilmemektedir.

Bu mantık silsilesi içindeki bir delil değildir. araba darken motorunu da kastederek araba dersiniz. Hiçbir yerde motoru zikretmeniz gerekmeyebilir, içinde olduğu farzedilir. Arabadaki motordan haberi yok ise motorlu araba dersiniz. Salat el takısı ile kullanıldığında mananın kasdı bellidir. Istiğrak için olabilir. Salat her ne ise içindeki herşey onun kapsamının dahilindedir.  Salat önceden olmayan bir ibadet değildir hz peygamber zamanında var olan bir ibadetin hz peygamberin gösterdiği şekilde yeniden kurulmasıdır. Ehli sünnet olmayıp ehli kuran olanlar bu şekli değiştirip kurandaki genel prensiplerine gore yeni bir dizayn şekline gidebilirler. Sünnete güvenemediğinden doğruluğuna emin olamadığından bu yola teşebbüs edebilir. Bu bir salat olabilir ama es-salat değildir.

es-salat aşağıda gelen hadislerde tarif edilen şekilde kılınırsa en az stardart sapma ile formatında hata yüzdesi azaltılır. Bu hadisler kütübü sitteden farklı farklı gelen rivayetlerden yüzlercesi arasında her konu ile ilgili bir adet seçilmiş olanıdır. Kütübü sitte hadis konusunda ehli sünnet icması ile muteber hadis kaynağı olarak zikredilir. İcmalarda ehlince yapılması şartını ararız. Kütübü sittenin muhaddisleri hakkında hadis ilmi ile ilgilenen ve hadise önem veren muhaddislerin tamamı tasdik etmiştir. Bu tarz namaz kılma şekli mütevatir sünnet olarak bize kadar gelmiştir. Bunlara itibar etmeyebilirsiniz. Başka bir namaz ikame edebilirsiniz, o da cins için bildirilen bir namaz şekli olur ama bu şekilde kılınan namaz namaz değildir demek müminin vasfı değildir.   

Namaz konusunda da geleneksel anlayışın etkilerini yok saymak elbette mümkün görünmüyor. Kuran a baktığımız zaman geleneksel formda dizayn edilmiş bir namazın kastedilen SLT olmadığı açıkça görülebiliyor. Ancak her konuda olduğu gibi, bu konuda da   Ayetlere rağmen birtakım doğrulama metodlarına başvurulduğu anlaşılıyor.   Ayet varken, bunun dışında herhangi bir doğrulama metodu olamaz. Yani temelde eğer Yaratıcıyı ve   referans kabul ediyorsak, onun önerilerini doğrudan kabul etmemiz gerekir. Çünkü Tanrısal bir öğretiyi doğrulayabilecek başka bir referans yoktur. Bu konuyu anlatabilmek için meselenin en başına dönmemiz gerekiyor. Çünkü SLT kavramı yaradılış ile doğrudan ilgili bir kavramdır. Sistemi anlamadan SLT kelimesi ile kastedilen şeyi anlamanın da imkanı yoktur.

 

Hz peygamberden geldiği iddia edilen namazın kılınması ve formatı ile ilgili bir hata yapılmış olabilir. Bunu iddia edebilirsiniz. Bu peygamberi reddetmekten değil hadisin geliş şeklindeki şüpheden olabilir. Eğer icmaya önem vermiyorsanız kuranın da icma ile gelmiş olması size pek ilgilendirmiyor demektir. Kuranın doğruluğunu başka bir kriterle kontrol edip doğrulamaya başvurabilirsiniz. Ayetteki Allaha ve peygamberine itaat etmeyi kurana itaat etmek olarak algılayabilirsiniz. Kuran ile namazı doğrulamaya kavuşturabilirsiniz. Sizin formatınızla kıldığınız namaz size yüceltiyor olabilir. Ama bizim bu formattaki namazımız da bizi bu şekilde yüceltiyorsa bunu siz bilemezsiniz, kontrol edemezsiniz. O takdirde bize sadece yalancı” diyebilirsiniz. Burada hakem ne olacak aramızda. Hakem müspet ilim olmalıdır. Siz bize o takdirde cemaatle kılınan namazın faydası  olmamıştır şeklinde bir önerme ile gelmeniz gerekir. Bu ise yanlıştır: bizim namazımızın, dini, fiziki, sosyal, siyasi, iktisadi binlerce faydası vardır. Bir araya gelir ticaret yaparız. Bir araya gelir siyaset yaparız. Bir araya gelir ilim yaparız. Namazda temizlenir arınırız. Sağlığımıza faydası vardır. Tüm bu faydalar başka şekilde de sağlanabilir. Ama bizim namazımız da bu faydaları sağlar. Namazda biraraya gelir kuran okuruz. Herkes kuranı dinler dinleye dinleye öğrenir manasını merak eder bir gün öğrenir. Bunu bir alışkanlık halinde yapa yapa kuranla sürekli irtibatı koruruz ve bizi discipline eder hayatımıza yön verir. Bunu toplanmadan da yaparız toplanarak ise daha rahat yaparız. Tüm halk dini derinlemesine bilmez, buna ya zamanı yoktur ya sabrı yoktur ya ilgisi yoktur. İmamlar ve bilenler okur herkes dinler öğrendiklerimizi dinlediklerimizi hayatımızın digger geri kalan faaliyetlerinde kullanabiliriz. Biraraya gelir birbirimizi tanırız birbirimizden bilgi mal alışverişi yaparız. Sosyal ve organizeli bir yapıya geliriz.

Kıyam kırat rüku sucutlar ile toplu hareket etmeyi en temel hareketlerde öğreniriz. Hareketlerde uyum ile toplulukta uyumlu olmayı bilinç altına yerleştiririz. Tüm bilinç üstü ve hatayımızı bu bilinçaltı ile otomatik motor yeteneklerimizi kontrol altına alarak terbiyelemeyi öğreniriz.     

Hz. Ademin yaratılışı anlatılırken CAALE kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime var etmek anlamına gelmez. Bu kelime upgrade etmek, fonksiyon yükleme, geliştirmek anlamına gelir. Konumuzla yani namaz ile ne ilgisi var ?  şu ilgisi var: Adem bir evrim geçirdi ise, bu var olan bir varlık üzerinde mümkündür. Bu varlık ise INSANdır. Kuran ın anlattığı varoluşa baktığımız zaman, iki önemli nokta ortaya çıkar. Kronolojik olarak INSAN yaratıldı, Beden şekillendirildi, Ruh verildi, Cennete kondu ve nihayetinde dünyaya gönderildi. Bu kronolojiyi ilerde hatırlamak üzere not etmek lazım.

 

Birincisi, Adem yoktan var edilmedi, bunun için meleklere secde emredildiği zaman itirazları yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak bir kavim mi yaratacaksın noktasında idi. Oysa meleklerin bunu bilmeleri mümkün değildir. Böyle bir öngörüde bulunabilmelerinin tek yolu, geçmişte benzer kavimlerin var olduğunu gösterir.

Meleklerin bilme nedeni diğer insanlar da olabilir cinler de olabilir. Kainatta insandan once irade sahibi cinler yaratılmıştır. İrade sahiplerinin yaptığı amelleri biliyor olabilirler. Ademe secde etmeyen iblistir. Diğer insanlar var ise onların iblisleri başka olabilir.

 

İkincisi, evrim geçiren Adem, var olan bir varlıktan gelmektedir. Bu varlık nedir? Kuran bu varlığın INSAN nesli olduğuna işaret etmektedir ve Adem neslinden çok daha eskidir. Bu pek çok ayette vurgulanan bir gerçektir. Buna göre, insan nesli, kainatta vardır ve insan neslinden başka akıllı varlıklar da vardır. Bu noktayı bilmek, sistemi algılayabilmek açısından önem taşımaktadır.

 

Yine Kurana göre,  Araf suresi 24. Ayet Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu. Demektedir. Yani Adem ve etrafındakiler adı DÜNYA olmayan başka bir mekandan dünyaya gönderildiler. Çünkü ayette geçen IHBITU kelimesi meseleyi anlamak açısından önemlidir: Bu kelime yüksek bir yerden alçak bir yere inmeyi göstermez. Bu kelime, dikey bir düşüşü işaret eder. (aynı kelime, şeytan isyan ettiğinde yani secdeyi reddettiğinde de kullanılır, bilindiği gibi, şeytan cin neslindendir ve meleklere vaizlik etmekte idi, ayet onun da bulunduğu yerden aşağı düşürmüştür. Tıpkı Ademin dünyaya indirilişi gibi) Kısaca, dünyanın dışından dünyaya geliyor iseniz, mutlaka dünyaya dikey olarak geliyorsunuzdur. Hangi yönden olursa olsun.

Cennettir. Cennetten çıkılmıştır.Şeytanın itaat etmeyerek bu kelime ile derecesinin düşürülmesi kastediliyorsa cennetin şu anda kainatın bir yerinde olması gerekiyor. Bu takdirde adem neslinin derecesi düşürüldü denmesi ifade edilmiş olur. Adem upgrade edilmişse bu ters düşüyor. Fiziki mekan değiştirmeyi kastettiğinizi farzediyorum. Üst boyuttan alt boyuta boyut değiştirme de dikey  inmedir. Karagülle maymun neslinden kırma bir neslin ağaçlardaki hayat formundan yerdeki hayat formuna geçmesini kasteder.

Tabii dünyaya geldikten sonra gökten canlıların indirilmiş olması, kumaş ve ihtiyaç olan birtakımeşyaların indirildiğinin açıklanması da bu canlıların ve eşyaların başka bir kaynaktan buraya gönderildikleri gerçeğini de ortaya koymaktadır.

Kazılar bize insan neslinde milyonlarca yıl once dünyada canlılar olduğunu gösteriyor.

 

Kısaca, hayatın kaynağı dünya değildir ve aslında varoluşun kaynağı (gerçekleştiği yer)  da değildir. Ayette önemli bir bilgi daha vardır: bir süreye kadar, yorucular bu ifadeyi Kıyamet algısına atfetmektedirler. Ancak bu doğru değildir. Burada bahsedilen sürenin kiyamet kavramı ile ilgisi yoktur. Çok daha kısa bir süre kastedilmektedir.

Her ikisi de olabilir. Kuran bu dünyadaki insanın yönergelerini ifade eder. Ölenin kıyameti kopmuştur. Kuranın geliş maksadı insanın bu dünya hayatında olgunlaşması ve ölüm ötesi hayat formuna hazırlıklı olarak gitmesini telkin eder. Namaz da dahil tüm ibadetler bu amaca binaendir. Fantazi üretmez. Fantastik maksatları işaret etmez. Pratik hayatta bizim şu anımızı projelendirir.

Yeryüzü, yani yaşadığımız dünyanın geçici bir konaklama yeri olduğudur. Buna göre, günün birinde dünyamızı terk etmek zorunda kalacağımız açıkça anlaşılmaktadır. Peki Allah terk edeceğimiz bu dünyaya niçin bizi hapsetmiş olsun? Niçin dış dünya ile irtibatımızı kesmiş olsun? Ve eğer biz dünyayı günün birinde terk etmek zorunda isek (-ki ayet böyle söylemektedir) nereye gideceğiz? Kainatta neresi bizim için uygun yaşam koşulları sağlar? Veya kimlerden yardım almamız gerek? Veya kimlerle bir araya geleceğiz? Bu soruların üzerinde önemle düşünülmesi gereklidir.

Fantastik bir yaklaşım. 1400 yıldır insanlar bu irtibatı sağlayamamış ve gidilecek yeri henüz tespit edememiştir. Dünya da, dünya hayatı da geçicidir. Bu doğru ama bu bizim ömrümüzle ilgili bir konudur. Kuran bizi elde edip edemeyeceğimiz belirsiz fantastic hedeflere yönlendirmez, israftır. Ama ehlini yönlendirebilir, bu ise ehlini bağlar geneli ilzam etmez.  

Dünyada varlık ortaya çıktıktan sonra elbette birtakım şeylerin gelişmesi kaçınılmazdır. Ancak bu noktada da önemli ayrıntılar vardır, mesela bilginin transfer edilmesi, (vahiy bunun için önemli bir delildir) bilgi kaynaklarına ulaşılması ve bu bilgilerin kullanılması, gibi. Kuran da pek çok ayet bu yönde bilgiler verir ve örnekler anlatır. Gelişim, yani terbiye başka türlü mümkün olamaz.

Tasavvufta vahyin ilham formu kesilmemiştir. Şeriatta ise beyan kesilmemiştir, kıyamete kadar devam edecektir.

Inşirah suresini dikkatlice incelemek gerekmektedir. Rivayetler veya tarihi kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla Resulullah çocukluğunda, peygamberlikten kısa bir süre önce ve peygamberliğinden bir süresonra operasyon geçirmiştir. Birilerinin göğsünü açtığı ve müdahale ettiği rivayet edilir. İnşirah suresinde de bu anlamda bilgiler bulunmaktadır.

 

1.Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

2-3 Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?

4.  Senin şanını yükseltmedik mi?

5.  Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

6.  Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

7.  Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.

8.  Ancak Rabbine yönel ve yalvar.

 

Hz peygamber büluğ çağına ermeden mümeyyez olmuştur. Burada anlatılan budur. Vahye hazırlıktır. Ne kadar erken temyiz çağına erişirse o kadar erken aklı ile muhakemeye dayalı tecrübe vaktine girmiş ve diger akranlarından erken yaşta görevi kavramaya ermiş olur. Kasıt fiziki müdahale değil manevi müdahaledir. Kalp ve zihninin kapalı odacıkları açılmış olayları daha iyi değerlendirip anlamlandırabilecek hale gelmiştir.  

 

Açıkça görülüyor ki, resulullah’ın vahyi kaldırabilecek, o yükü göğüsleyebilecek konumda olması gerekiyordu. Çünkü o da insanlardan bir insandı ve bu ağır yükü taşıyabilecek durumda değildi. Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz. Peki bütün bunlar, bilgiye erişim, kaynağımızla olan irtibat nasıl sağlanacak? Eğer bir gün dünyayı terk edip gidecek isek, yol haritasını nereden almamız gerekiyor? Gibi sorulara da cevap bulmak gerekir. Eğer bu dünyada geçici isek ve bir gün başka mekanlara gitmek zorunda kalacaksak o halde Allah’ın bize o gitmemiz gereken mekanlar veya irtibat kurmamız gereken varlıklar ile ilgili bilgi vermiş olması veya bunun yöntemlerine işaret etmiş olması kaçınılmazdır.

Hz Peygamberde o fantastik dünya ile iletişim kurmuş ve bilgiyi almıştır. Ama gidemeden bu dünyada kalmış ve burada vefat etmiştir. Yoksa gitmiştir de bu vefat olayından başka bir anlam mı çıkarmamız gerekir ?

Bu söylediklerimize itirazlar olabilir. Denebilir ki, yaratılış dünyada gerçekleşti. Vb. Bu konuyu daha sonraki yazılarımızda açıklamaya gayret edeceğiz.

 

Yaradılışın nerede olduğunun illet-i gaye açısından önemi yok. Yaradılış olmuştur ve bu dünyada yaşamaktayız. Bu dünyada olduğumuz müddetçe kuranın gösterdiği ve hz peygamberin öğütlediği hayatı yaşamaya gayret edeceğiz.

 

İşte tam olarak bu noktada önemli bir GÖREV dikkatimizi çeker. O da namazdır. Her Kutsal metin NAMAZI zorunlu tutmuştur. Bu sadece İlahi dinlerde değil, Uzak doğunun felsefi dinlerinde de vardır. Mesela çarpıcı bir örnek olması açısından BUDIZM DE de Kuran ın tarif ettiği şekle tam olarak uyan bir seremoni vardır. Bir nevi namaz. Allah yeryüzündeki irtibatını zaman zaman peygamberler aracılığıyla vahiy yoluyla kurmuştur. Ancak peygamberlerin olmadığı zamanlar irtibatın kesilmiş olmasını tahayyül etmek mümkün değildir.

 

Tüm dinlerde bir namaz vardır. Her namazın mevzusu o dinin öngördüğü gaye ile ilgilidir. Budistler namazı ruhen arınmanın bir vasıtası olarak kılarlar. Yahudilerin namazı dünyevi hukuk ilim ve iktisat nizamını kurarak demokratik bir medeniyeti inşa etmek için bir vasıtadır. Islamın namazı tüm muteber namaz gayelerini içinde kompakt halde toplayan medeniyet namazıdır. Islam toplulukları içinde tüm dinler ve inanış fikir anlayış formları olacak herbiri bir diğerinin hürriyet sınırlarını ihlal etmiyecek demokratik özerklik içinde öngördükleri düzeni yaşayarak gerçeğe en kısa yoldan ulaştıracak mekanizmaları kurmak üzere getirilir. İslam namazı tüm namaz formlarını hem şekil hem mana olarak içinde barındırır. İslamın düzen namazı inananları için görevdir. Allah’ın yeryüzü ile irtibatı her zaman vardır. Bu irtibat için aracılara gerek duymaz. Bizim o irtibatı anlamlandırabilmemizin mekanizmaları vardır. Bu mekanizmalardan biri nübüvvet, diğeri risalettir. Bundan başkada milyonlarda mekanizma vardır. Peygamberlerin olmadığı zamanlarda da bu irtibat vardır varken de vardır. Peygambere bağlılık ve zorunluluk yoktur.

Şimdi gelelim Namaz’ın kendisine:

 

Bilindiği gibi SLT kelimesine DUA anlamı verilmektedir. Bütün metinlerde veya yorumlarda böyle algılanmıştır. Bir bakıma çok yanlış da sayılmaz. Ancak bu çok doğru da değildir ve bu anlam terminolojiktir. Çünkü, Kelimenin geçmişine baktığımız zaman SLT kelimesi sami dillerinde de vardır. Arapça ile aynı guruptaki dillerde de vardır. Eski çağlarda insanlar evlerini yüksek ulaşılması zor olan yerlere yaparlardı. Bu evlere ulaşabilmek için katlanabilir merdivenler kullanırlardı. Evden dışarı çıkan biri bu merdiveni açar aşağı iner ve işine giderdi geri döndüğünde de aşağıda bulunan bir yükseltinin üzerine çıkıp yukarı seslenir ve merdivenin indirilmesini isterdi. Yukarıdakiler de onu tanır ve merdiveni sarkıtarak yukarı çıkmasını sağlarlardı. İşte bu seslenmenin adı SLT dir.

 

Etimolojik bir bakış açısıdır, doğrudur. Fıkıh terminolojik bir ilişki kurar. SLT kelimesinin birçok anlam ve kökdeş anlam öbekleri vardır. Her bakış açısı kendi sistematiği içinde doğrulamaya kavuşur. Bizim bakış açımızda da bu kelimenin kurumsal namazla ilişkisi VSL ile ilişkilidir. Vasıl olmak, Ulaşmak, iletişim kurmak anlamındadır. Bu kişisel tecrübe ile ruhen arınma anlamında Allah ile bütünleşme ve ondan sürekli akışı sağlama olarak anlam kazanır. Isa ve yahyanın namazı böyledir.  Peygamberlerin vahiy alma şekli bu uygulamaların neticesindeki akıştır. Tarikatta dolma, vecd, taşma, coşma gibi haller bunun standart olmayan halleridir. Şeriatte ise topluluğun bir araya gelerek belli şekillerde ibadet ile iletişime geçmesi, bunun neticesi olarak iktisadi, ilmi, siyasi, sosyal bir çok alışverişi gerçekleştirmenin mekanizmasıdır. Musa Ibrahim ve hz muhammedin namazı böyledir.

 

Böyle olunca önemli noktalar ortaya çıkıyor: Yüksekçe bir yere çıkıp seslenmek, Ayakta durmak, tanınır olmak ve yukarı çıkmak. Yani kısaca Namazı tanımlamak için SLT kelimesi boşuna seçilmemiştir. SLT ayetlerine baktığımız zaman ise, hemen hemen bu kelimenin anlamını ihtiva eden her detayı açıklıkla görmek mümkündür.

 

Öte yandan, Hadis kaynaklarına atıf yapmak suretiyle DINi veNAMAZI dizayn eden anlayışın aksine, kuran namazı son derece açık bir şekilde tarif eder, Kurana göre :

Namaz için abdest alınmalıdır

Hades ve necasetten taharet.

(cünüp iken namaza yaklaşmayın)

(elleri ayakları…..topukları ile birlikte )

Mümkünse AYAKTA yerine getirilmelidir

Kıyam: ekibussalate

HUŞU içinde yerine getirilmelidir.

Namazın şartı ya da farzı değil neticesidir. Sosyal namazda herhangi bir önemi yoktur. Elden geldiğince konsantre olarak kılmak yeterlidir.  

Ne alçak sesle, ne de yüksek sesle, normal bir sesle okunmalıdır(ses yani frekans)

Düzenli yapılmalıdır

Zamanında yapılmalıdır

Vakit: alal müminine kitaben mevkuta

 

Kıraat:

"O halde Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun" (el-Müzemmil, 73/20).

"Kıraatsiz namaz olmaz" (Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167).

Kurandan kıraate delil

Kur'ân'dan kolayına gelen yeri okuma emri mutlaktır. Bu emir, Kur'ân adı verilen herhangi bir yerden en az kıraatla gerçekleşir. Diğer yandan, namaz dışında Kur'ân okumanın farz olmadığı icmâ ile sabittir. Durum böyle olunca namazda kıraatın farz olusu kesinleşmiş bulunur.

Sünnetten kıraate delil

Namazını yanlış kılan sahabeye Hz. Peygamber; "Namaza kalktığın zaman, tam olarak abdest al, sonra kıbleye yönelerek tekbir getir, sonra Kur'ân'dan bildiğinin kolay gelenini oku" (Buharî, Husûmât, 4, İsti'zân, 18, İstitâbe, 9, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Ebu Davud, Salât, 144; Tirmizî, Salât, 110, Kur'ân, 9; Nesaî, iftitah, 7, 37) buyurmuştur. Eğer Fâtiha'nın okunması farz veya rükun olsaydı, bunun yanlış namaz kılan bu sahabeye Hz. Peygamber'in bildirmesi gerekirdi.

İstikbali kibble:

 

 Bakara(*) Sûresinin 149 . Ayetinde

 

(Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) Mescid-i Harama doğru dön. Bu elbette Rabbinden gelen gerçek bir emirdir. Allah, sizin işlediklerinizden asla habersiz değildir.

 

Kıbleye dönmenin emredildiği herhangi bir ibadet yoktur.Ama kıbleye dönmek bir emirdir. Diğer yandan, namaz dışında kıbleye dönmenin farz olmadığı icmâ ile sabittir. Durum böyle olunca namazda kıbleye dönmenin farz olusu kesinleşmiş bulunur.

 

Rüku:

  Bakara(*) Sûresinin 43 . Ayetinde

 

Namazı kılın, zekatı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.

Namazı ikame etmek farzdır, borçtur. Rüku da emirdir. Ayrıca toplu olarak rukü edenlerle birlikte rukü edilecektir. Böyle bir emir bizim topluluğumuzda namazdan başka olmamıştır. Öyleyse namazda rukü etmek farzdır. Rukü edenler çok namaz tektir. Rukülü namaz ancak cemaatle olur.

 

Secde:

 

Rükkai sucud:

Secdelerin çok olduğu ruku. Namaz dışında rüku olmuyorsa ve ancak namazda  ruku ile namaz kılınabiliyorsa rukularda secde etmek de rukkaissucud emrinin gereğidir.

 

İşte namazın temel kuralları bunlardır. Peki soru şudur: bunları niçin yapmak gerekir? Allah’ın bizim kılacağımız namaza ihtiyacı olmadığına göre, bunun bir nedeni olmalıdır. Ekimus Salat Kıvamında SLT! Nedir Kıvam? Bunun üzerinde düşünmek gerekir.

 

Burada abdest almanın nedenleri üzerinde de durmak gereklidir. Çünkü Namaz tarif edilirken buna vurgu yapılmıştır. Abdest (ab-ı dest: yüz suyu) ya suyla veya toprakla alınabilen bir şeydir. Neden? Eğer namaz, bildiğimiz haliyle bir eylem ise bu çok anlamlı değildir. Hatta gerekli bile değildir. Eğer namaz bildiğimiz namazdan başka bir şey ise o zaman ABDEST önem kazanır. Şöyle bir soralım: Insan sinirlendiği zaman ne yapmalıdır? Yani rahatlamak için Mesela ellerini yüzünü yıkadığında rahatlar mı? Veya mesela toprağa temas edince rahatlar mı? Cevabı EVET, çünkü vücuttaki aşırı enerji atılmış olur. Bu durum Namaz’ın nasıl bir şey olduğu konusunda da bize ipuçları vermektedir.

 

Genel olarak algılandığı şekliyle ABDEST temizlik amacıyla zikredilmemektedir. Basitçe, insanın en çok kirlenmiş olması gereken yeri ayakları olduğu halde, ayakların yıkanması öngörülmüyor? Mesh etmenin yeterli olacağı ifade ediliyor. O halde abdesti TEMIZLIK olarak düşünmek yanlıştır.

 

Abdest toprakla alınmaz. Suyun yokluğunda bir ruhsat olarak abdestin yerine teyemmüm edilir. Mesih abdestin yerine gelmesi imkanının yokluğu ile ibadeti yapabilmek için bir ruhsattır. Genelde zorlu kış şartlarında çokça kullanılır. Ruhsatlarda emre mani bir illet nedeni iledir. Emirlerin derecelendirmesi vardır. Bu derecelendirmede şartlar fıkhı kurulan fonksiyonun yönünü artı ya da eksi yönde değiştirebilen bir faktor olarak önem kazanır. Domuz eti yemek haramdır. Ölüm tehlikesi anında ise başka bir gıda yoksa ve tek alternatif ise domuz eti yememek haram, yemek farzdır. Burada illet sağlığı korumaktır. Diş sağlığı için diş macunu ile dişlerimizi temizleriz. Bu imkanımız yok ise dağda kalmışsak misvak ya da başka bir temizlik aracı var ise bununla da ihtiyacımızı asgari olarak görürüz.

SLT kavramının eylem olarak amacını ve hedefini anladığımız zaman, Abdestin niçin önerildiğini de anlamış oluruz.

 

Al-i İmran Suresi 39. Ayet: Zekeriyya mihrapta (yüksekçe bir yer) durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler. Ayetten anlaşıldığına göre, Zekeriya Ayakta durmaktadır (namaz için) Melekler ile konuşmaktadır, melekler ona bilgi vermektedir. Burada muhatabın MELEKLER olması, PEYGAMBER sıfatıyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bizim muhatabımızın MELEK olması gerekli değildir. Başka bir varlık da olabilir. Önemli olan orada gerçekleştiği söylenen olaydır.

 

Bu zekeriyanın namazıdır. Manevi iletişim kurulmuştur. Tasavvuftaki zikir ve murakabeli namaz iddiası budur.

Zekeriyanın asıl namazı ise meryemi yahudi topluluklarının işlerini hükme bağlayıp yürüten yahudi konseyine sokarak siyasi mücadelesini meryemle devam ettirebilmektir. Meryemi bu konseye sokabilmek ve tutabilmek için uzun yıllar mücadele vermiştir. Zekeriya yahudi toplulukları ile konseydeki görevi vasıtası ile iletişim kuruyor ve tebliğ ediyordu.

 

Başka bir açıdan bakmak gerekirse:

Ahzab Suresi 56. Ayet: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.

 

Sallu kelime iletişime geçmektir. Vasıl olmaktır. Allah ve melekleri peygamberleri ile iletişimi vahiy ve ilham yolu ile kuruyorlar. Bu namaz o namazdır.

Kaimun yusalli ise namaza durmak, iletişim için kıyam etmektir.

Ekimussalate ise iletişim vasıtasını ikame etmek kurmaktır. Sosyal iletişim için bir vasıta konur, ilmi iletişim için bir vasıta konur, siyasi iletişim iiçin bir vasıta konur. Bunların herbiri namazdır. Bir de namazların namazı vardır o da tüm formdaki namazları içinde kompakt halde barındıran bugünkü geleneksel formatta namazdır. Bu nedenle her topluluk kendi namazını kendi ikame eder. Biz ise siyasi iletişimimize de, askeri iletişimimize de, ekonomik, dini, ilmi iletişimimize de tümüne rukulu secdeli namazımızla başlarız.

 

Yorucular bu ayette geçen SLT kelimesine NAMAZ anlamı vermekten kaçınıyorlar. Haklı olarak Allah’ın peygamberine namaz kılması tahayyül edilemez. Bu Yaratıcının varlığını sorgulamış olur ki, bütün algıyı sonuna kadar değiştirebilecek bir şeydir. Gerçekte de Allah Namaz kılmaz. Melekler de peygambere namaz kılmazlar. SLT ederler.

İletişime namazla başlanmıştır.

Her iki ayeti değerlendirmeden önce bir noktaya daha işaret etmekte yarar vardır:

 

Bilindiği gibi, peygamberler Vahiy ile muhatap olmuşlardır. Bu sebeple de muhatap oldukları varlık CEBRAILdir. Hiçbir ilahi metin, peygamberlerin başka bir kaynakla muhatap olduklarını belirtmez, bu yönde bir işaret de yoktur. Zaten mantıklı da değildir. Ancak bu ayette bir istisna mevcuttur. Dikkat edersen, ayet, Cebrailden veya vahiyden söz etmez.

 

Cebrail melek değildir. Ruhtur. Meleklerden başka ruhlar vardır. Kadir süresinde tenezzül eden ruh olarak geçer.

 

İnşirah suresinin verdiği bilgi ile birlikte değerlendirildiğinde ise, Peygamberin Vahyi kabul edebilecek yetenekte olması gereklidir. Açıkça anlaşılmaktadır ki, ona müdahale edilmiş, yazılımı yenilenmiş veya ilave aygıtlarla bu veriyi alabilecek pozisyona getirilmiştir.

 

Manevi bir operasyondan bahsediliyor. Kalp genişliği verilerek kavrama anlama hissetme yetileri derinleştirilmiştir. Buluğa ermeden temyiz çağına gelmiştir. Bazı çocuklar 7 yaşında bu melekelere sahip olabilir. Kalpteki vizrin alınması ise sıkıntı gam keder elem gibi hallerin ruha verdiği negative etkilerin etkisinin nötralize edilmesidir. O zaman hz peygambere hitabetmişti. Bugün hz peygamber yok bu ayetin bizim için değeri doğrudan bize hitap ediyor olmasıdır. leke deki muhatap biziz.   

 

Yani SLT ile öngörülmüş olan şeyin yerine getirilmesiyle kazanılacak olan yetenek, öyle bir şeydir ki, bu algıyı anlayabilme kodları çözebilmeyi sağlamaktadır.

 

Al-i İmran 39 ve Ahzab 59. Ayetlerini birlikte değerlendirdiğimiz zaman karşımıza inanılması güç bir sonuç ortaya çıkaktadır. Bu sonuç tek kelime ile İLETİŞİMdir.

 

Bu iletişim konusunu biraz daha açmak gerekirse:

 

İnfitar suresi 10., 11., 12. Ayetler :”Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var, Şerefli yazıcılar. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.

 

 

Amelleri yazan melekler olarak klasik terminolojide geçer. Melek ya da başka bir şey olmasının bizim için önemi yoktur. Her amelimiz kontrol altındadır. Bunun bilincinde olarak yaşamalıyız.

 

Basitçe bu ayetten, gözetlendiğimizi, yaptıklarımız takip eden veya algılayan kaydeden yazıcılar, kaydediciler olduğunu anlıyoruz. Bu kaydediciler nasıl bir şeydir?

 

Kaf Suresi 16. Ayet :Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.

 

Şah damarlar kanı, kafadan ve boyundan kalbe döndüren, dört büyük toplardamara verilen addır. Boynun iki yanında iç ve dış şah damar olarak bilinen, iki adet şah damarı vardır. Dış şah damarlar, deri yüzeyine yakındır, kafa ve boynun dış kısımlarından kalbe kan taşır. Şah damarı bedeni hayata bağlayan damardır.

 

 

 

 

Geleneksel terminolojik çeviri yapanlar, kelimeleri ihtiva ettikleri anlamlar ile değil, vaaz ettikleri anlamlarla çevirme gayretindedirler. Oysa ayette çok ilginç detaylar vardır:

الْوَرِيدِ (VRD) : Damar içi, sinyal üreten, verici

خبل  (KHEBL) ; Bunama, akıl hastalığı, Köken itibariyle: Zihni etkileyen hayvan, ölümcül hastalığa neden olan şey

Bu kelime noktasız olduğunda ise (yani HEBL), ip, ip gibi uzanan anlamlarına gelmektedir. (Her iki halde de bizi anlatmak istediğimiz şey açısından sorun yoktur)

 

Yeni bir kavram üretilmiştir. Damar içi verici olarak anlamlandırılmıştır. Kelime original etimolojik yapısı ile içe giriş sağlayan demektir. Alıcı denmesi daha makul görünüyor. Sadr göğüstür, kalbin korunduğu bölgedir. Damarlar kalbe kan taşır ve kanı kalpte toplar, sonra kalpten kan vücuda pompalanır ve yayılır.bu yayılışa südur denebilir. Bu fonksiyon nedeni ile de kalbe sadr denebilir. Hablül verid ise bu kanı beyinden toplayıp kalbe getiren toplar damarların adıdır.

Zorlama bir tanımlama gibi görünüyor. Mantığı anlayabilmek açısından doğru olduğunu farzediyorum ve devam ediyorum  

 

نفس (NEFS) ; Ayni, Benlik

 

Ayet önemli detaylara vurgu yapar: Damarlar içinde bir vericinin bulunduğu, bu vericinin bir virüs gibi küçücük bir şey olduğu, benliğimizle doğrudan bağlantısı olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

 

Nefis ruhun karşılığı olarak insan bedeninde yer alır. İnsan psikolojisi nefis cihadı ile kötü telkin ve etkilerden iradi bir cihatla korunacağı arındırılacağı varsayılır. Kişinin benliği kişiye her ne bahasına olursa olsun bedenin faydasını maksimize etmek üzere telkinlerde bulunur. Nefis insanın yaşam bağıdır. Ayette kişinin yaşamla bağlantısında Allahın kişinin kendisinden daha yakın olduğu vurgusu vardır. İnsan yaşamı şah damarı ile hayata en ince tutunma noktasıdır. Allah ise bu noktadan daha benliğimize sahiptir.  

Yani içimizde bulunan bu şey Sinyal üretmekte ve bilgi aktarmaktadır. Peki bu bilgiyi nereye aktarmaktadır?

 

Kaf Suresi 17. Ayet : Sağında ve solunda onunla beraber oturup amellerini tesbit eden iki de tesbit edici vardır.(ibn-i kesir)

 

Bu bağlantı eğreti ve zorlama bir tezdir. Kişinin amelleri yazılmaktadır. Burada ise damar içinde bir verici vardır, sağda solda ise alıcılar vardır. Robotik determinist süreçler gibi anlatılmaktadır. Damar içindeki bu verici neyi aktarmaktadır. Manevi bir varlık ise damar içinde olması gereksizdir.Amelleri yazmak için damar içinde olmak gereksizdir. Halbuki amelleri yazıcı melekler, bu mantık örgüsü tüm dinlerde ve islamda vardır. Hareketler akıllı varlıklar tarafından murakabe edilmekte ve yazılmaktadır. Hiçbir eylem yargı dışı değildir. Irade dışı varlıklar vardır. Bunlar iradesizdir, seçim hakkı yoktur. Ama akildir yargılama yapabilirler. Bu dış dünyada gözle görülemeyecek kadar küçük canlılar da olabilir. Bunun olmaması içinde kuran açısından bir zorunluk yoktur.   

قَعِيدٌ (KEIDUN) : Devre dışı bırakılmış, devre dışı, istem dışı

متلقي (MUTELEKKI): Alıcı, (MUTELEKKIYANI = iki alıcı)

Bu ayete göre, Her iki tarafımızda alıcılar, kaydediciler bulunduğunu, bahse konu olan kaydedicilerin birer ALICI (mikrofon veya anten) olduğunu ve bu alıcıların kontrolünün bizim elimizde olmadığı anlaşılıyor. KAIDUN kelimesi ise, bu alıcıların bedenimizle doğrudan irtibatlı olmadığını da göstermektedir.

Burada bir başka detayı daha hatırlamakta yarar var: bilindiği gibi KIRAMEN KATIBIN meleklerinden söz edilir. Yani 24 saat peşimizde dolaşan, tuvalet veya cinsel ilişki hariç yanımızdan hiç ayrılmayan melekler olduğu ve bu meleklerin yaptıklarımızı kaydettiği anlatılır. Oysa ayetlerde MELEK kelimesi hiç kullanılmaz. KIRAMEN KATIBIN: şerefli yazıcılar, dürüst doğruluktan ayrılmayan kaydediciler. Anlamındadır. Eğer ayette bahsedilen alıcılar böyle bir şey ise, bunun melek olması gerekmez. Zaten insanın peşinde meleklerin dolaşıyor olması da mantıklı değildir. Peki bu ALICILAR ne tür bilgileri kaydeder?

 

Tefauul babı kendiliğinden oluşu bildirir. Tecemmü aşama aşama kendiliğinde toplanma demektir. Telakki ise LKY kökünden tefauul babındadır. LKY ulaşmak atmak anlamındadır. Mütelakkiyan, sağ yönden ve sol yönden ulaşımı - iletişimi sağlayan varlıklardır. Namazda selam verilen varlıklardır.

 

Kaf Suresi 18. Ayet :O, bir söz atmaya dursun; mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır. (ibn-i Kesir)

 

Ayetten, bu sinyal üreten, bilgi aktaran vericiler ve bu sinyalleri kaydeden alıcıların SÖZ, fiil ve eylemleri kaydettiği anlaşılmaktadır. Bu nokta çok önemlidir. Yani, SÖZ ile ifade edilmeyen şey bir bilgi değildir, ifade edilmeyen şey bir eylem sayılmaz. Düşünce serbest bir olgudur ve gizlidir. Düşüncenin açığa çıkması ancak SÖZ ile mümkündür. Bu aynı zamanda eylemi de tanımlar.

 

Burada yine önemli bir ayrıntıya daha dikkat etmekte yarar vardır: Ameller niyetlere göredir, niyetin halis ise, eylem olmasa bile aynı sevabı alır gibi önermeleri bütünüyle anlamsızdır. Sadece bu ayete göre, bir şeyin DEĞERLİ olabilmesi için mutlaka eylem olması gerekir. (Modern hukuk da böyledir) Yani EYLEM haline dönüşmeyen hiçbir şey ne SUÇ sayılabilir ne de IYILIK veya mükafat gerektirecek bir şey sayılabilir. Mutlaka SÖZ ile ifade edilmesi veya EYLEM halinde ortaya konulması gereklidir.

 

Bu bir hadistir. Ameller niyetlere göredir değil de ameller niyetlerle değerlendirilir şeklindedir. Kişi iyi niyetle bir kötülüğe sebep olsa da sevabını alır. Kişi içtihat edip ibabetsiz olsa da sevabını alır. Kişi kötü düşünüp iyiliğe sebep olabilir. Her durumda niyeti ile ameli birlikte değerlendirilir. Bunlar son hesapla ilgilidir. Bu dünyada ise ameli iyi olanın niyeti iyi olduğuna hükmedilir ama bu bizim zahirdeki bakış açımızla öyledir. Eğer kasıt varsa ameli kötü olanın niyetinin kötü olduğuna hükmedilir. Işin iç yüzünü bilemeyiz. Tasavvufi dini yorumda Allah herşeyi bilir. En son yargı hesap günündedir.  Niyet şartı kişinin otokontrolü içindir, nihai hesap haktır.

2:225 - Allah, sizi yeminlerinizde bilmeyerek ettiğiniz lağıvdan sorumlu tutmaz. Fakat kalbinizin kazandığı yalan yere yapılan yeminden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayıcıdır, çok halimdir.

Buna gore farkında olmadan yapılan yeminden sorumlu değiliz, Tersine bilinçli yapılan yalan yeminden sorumluluk vardır.

 

Yorumcular, Kiramen Katibin meleklerinin insanın kalbinden geçirdiği veya düşündüğü şeyleri algılama ve yazma konusunda sıkıntıya düşmüşlerdir. Fakat buna da bir kılıf geliştirmişler ve demişlerdir ki: “İnsan kötü bir şey düşündüğü zaman kötü koku yayar ve melekler bu kokuyu algılayarak kötü bir şey düşündüğünü anlarlar. İyi şeyler düşündüğünde de güzel koku yarar ve melekler de bunu bu şekilde bilirler gibi akla ziyan açıklamalar getirmişlerdir.

 

Buna gerek yok, tüm enerji formlarının yaydığı bir frekans vardır. Bu frekansın titreşimlerini kaydeden bir aletimiz olsa idi düşünceler hakkında bir yoruma ulaşabilirdik.

 

Konumuza dönersek, Eğer mutlaka EYLEM olması gerekiyor ise, (-ki ayetler böyle söylemektedir) o halde bu bilgiler (ortaya çıkan enerji) nereye kaydediliyor? Nerede saklanıyor? Değiştirilmesi veya düzenlenmesi mümkün mü? Bu soruları biraz geniş ele almakta yarar var:

 

Mutaffifin Suresi 4. Ayet :Onlar düşünmezler mi ki, tekrar diriltilecekler!

 

مبعوثون Elçi, elçiler, vekil, Heyet, البعث BAAS= diriliş (fikri diriliş, aydınlanma)

 

Köken itibari ile baude ile akrabadır. Uzaklaşmaktır. Bas ise gönderilmedir. Ölüm ruh ve bedenin ayrılmasıdır, bas ise bu ayrılığın ortadan kalkarak ruhun tekrar cesede gönderilmesidir.  Her nasıl olursa olsun bir hesap verilecektir. Dünyadaki amellerin hesabını vereceğiz. Diriliş sözüne aydınlanma anlamı vermek hakiki anlamı mecaza geçirmektir. Bunun için karine gerekir. Terminolojik algı hakiki algıdan bağımsız değildir.

 

Ayete göre, Bir aydınlanmadan sözedilmektedir. Geleneksel algı yöntemlerine göre  Mealler veya tefsirler MEBUS kelimesini   Yeniden Dirilmek şeklinde algılamışlardır. Tabii bu tamamen terminolojik bir algıdır. Gerçekte MEBUS kelimesinin aslı olan BAAS diriliş anlamına gelir ancak bu diriliş, topraktan dirilmek veya yeniden dirilmek değildir, bahsedilen bu diriliş bir aydınlanmadır.  Evrilmedir.

İbrahim 48: O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.

Ayetinde olduğu gibi.

Ayette tebeddül fiili geçer.

Buna göre, yani kelimenin her iki formuna göre ayeti tercüme ettiğimiz zaman, bir toplanma, aydınlanma gününden söz edilmekte olduğu açıkça anlaşılabilmektedir. Bunun NAMAZ ile ne ilgisi var? Diye bir soru sorulabilir. Eğer günün birinde dünyamızı terk edecek isek, ve eğer bir toplanma veya aydınlanma günü var ise SLT denilen eylem ile istenen şeyin önemi daha da iyi anlaşılabilir olmaktadır

Toplanma günü anlaşılmaktadır. Ama aydınlanma günü ile kasıt ölüm sonrası hesapların ortaya çıkacağı gün değilse giydirme bir yorumdur. Peygamberler sadece hesap günü ile uyararak tebliğ ederler.

Bu noktada, bu kayıtların tutulduğu yerin neresi olduğu şeklinde bir soru akla gelir.

 

Mutaffifin Suresi  5., 6., 7. Ayet : Büyük bir günde. Ki insanlar o gün, alemlerin Rabbının huzurunda duracaklar. Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak Siccîndedir.

 

جَّارِالفُ (FUCCAR): Zamparalık, çapkınlık, normal olan ile yetinmeyen

كِتَابَ (KATIBUN) : Rezervasyon, kayıt, film

 

Ayetler, aydınlanma, toplanma zamanını tarif etmektedir. Öyle bir gündür ki, insanlar (sadece Adem nesli değil) yani herkes TANRInın huzuruna çıkacaklar. Yine Ayette geçen FUCCAR kelimesini Günahkar olarak çevrilmektedirler, Bu ifade kısmen doğru olmakla birlikte, bu kelime Zamparalık, çapkınlık, normal olan ile yetinmeyen anlamına gelmektedir. Ve yine ayette geçen önemli bir kelime de KATIBUN kelimesidir ki, bu kayıt, film anlamına gelir. Yani hayatın filmi.

 

Peki bu nerdedir? SICCINdedir. SICCIN nedir?

 

Mutaffifin Suresi  8., 9. Ayet :Siccînin ne olduğunu sen ne bileceksin. Rakamlanmış bir kitaptır.

 

مَّرْقُومٌ (MERKUM) Kodlanmış, rakamlanmış, silinemez bilgi

Yani bütün söz, fiil ve eylemler vücudumuzda bulunan sinyal vericileri, etrafımızda bulunan alıcılar sayesinde hissedilerek, kodlanarak SICCIN denilen bir veritabanına kaydedilirler. Böyle olunca, bu bilgilerin kaydedildiği bir merkez veya merkezlerin olması kaçınılmaz olur ve bu merkezleri yönetenlerin olduğu da açıkça anlaşılabilir.

 

Toparlamak gerekirse, tarif edilen namazın yine tarif edilen iletişim yöntemleri ile belli bir kaynağa ulaşmak veya belli bir kaynakla irtibat kurmanın bir yolu olduğunu anlamak zor olmaz. Aydınlanma günü veya Toplanma günü için bir hazırlık, o aydınlanmaya/evrilmeye giden yoldaki önemli bir araç haline gelir NAMAZ.  Zekeriyanın namazından başlayarak, ayetleri alt alta topladığımız zaman, geleneksel namazın Kuran ın tarif ettiği namaz olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.

 

Öyle bir ifade yok, hepsi müteşabih olan ayetler üzerine oturtulan sistematik algı formları. Müteşabih, mücmel, müşkil ayetleri açmanın ve beyanını yapmanın bir takım usulleri vardır. Havada uçuşan ayetler üzerine bir sistem bina edilmeye çalışılmıştır. Halbuki bir sistem öncelikle ahkam üzerine bina edilir. Temel, ahkamlardan kurulur, ahkam ile kurulan temelle uyumlu olmak üzere diger mücmel, müteşabih ve müşkil olan ayetleri bina ettiğinizde sisteminiz en azından temelde sağlamdır, sadece detay projelerde belki biraz sapmalar vardır.

 

Yine aynı şekilde bütün bu tarif edilen, anlatılan bilgiler çerçevesinde SESSİZ namaz’ın ve anlaşıldığı şekliyle CEMAATLE namazın da mümkün olamayacağı açıkça anlaşılır. Çünkü sessizlik, veya düşünmek bir eylem değildir ve kayıt dışıdır. Çünkü Tarif edilen namaz, Sesli ve ayaktadır. Yani Ses ile namaz eylemi ortaya konur.

 

Bu da bir uydurmadır. Kuranın ne mana bütünlüğü ile uyumludur, ne de süregelen mütevatir uygulamada bu yönde herhangi bir ima vardır. Cemaatle namaz bir emirdir. Emir mümini bağlar. Mümin olmayan emre muhatap değildir. Ekimussalate ifadesinde namaz el takısı iledir. Yoksa salavatikum derdi. Kişiler namaz kılacaklardır. Bu namaz aynı namazdır, belirli ve tariff edilmiş bir namazdır, topluluğun tüm fertleri bilir. Bu namazı birlikte kılmak için fiil çoğul olarak gelmiştir. Aksi halde namazlarınızı kılın derdi ki bu herkes için kılınan bir namaz anlamına gelirdi.  

Tabii Kuran ın tarif ettiği namaz, her namaz kılanın bu iletişimden yararlanacağı anlamına da gelmemektedir çünkü, bu kazanılması gereken bir yetenektir. İnsanın kendini eğitmesi, alışkanlık haline getirmesi, bir nevi TRANS haline geçebiliyor olması gerekir. Bu da kendiliğinden olmaz. Nasıl olur: Sabırla, gayretle, düzenli bir şekilde çalışarak olur. Bu yüzden namazın düzenli ve zamanında ve DOSDOĞRU kılınması gerektiği ısrarla vurgulanmaktadır. Bunlar göz ardı edilebilecek şeyler değildir. Çünkü bunlar Ayetlerin bize aktardığı şeydir. Dolayısıyla herhangi bir yöntemle bunları değiştirmek mümkün olmaz.

 

Düzenli ve vakitli olmasının hikmeti kişinin ruhunu ve fiziksel bedenini disipline etmek içindir. Trans haline geçenler olabilir, geçmeyenler olabilir ama namazdan her halükarda asgari fayda temin edilir.  

 

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Kimle iletişim? Nereyle? Veya bahse konu olan yönetim merkezi veya merkezleri neresidir?

 

Bu soruların cevabı da aslında Kuran da var. Mesela Necm Suresi 49. Ayette : Doğrusu Şi'ra yıldızının Rabbi de O'dur.

 

Kuran da adıyla zikredilen tek gezegen veya yıldız budur Şira yani SIRIUS. (Güneş ve Ay dışında) Bununla ilgili önemli bilgiler de vardır, mesela bu yıldızın tek olmadığı, (3 tane olduğu) bunun üzerinde akıllı varlıklarınbulunduğu vs. Zaten ayet, Şira nın da rabbidir derken burada akıllı varlıkların bulunduğuna da işaret eder. Çünkü RABB kelimesi terbiye eden, geliştiren, tekamül ettiren anlamına gelir. Yani Akıllı varlıkları işaret eder. Dolayısıyla eğer bu gezegen veya yıldızda akıllı varlıklar yoksa, RABBe de ihtiyaç yoktur.

 

Üzerinde akıllı varlıklar olduğuna yönelik bilgiler efsanedir. Henüz bunu doğrulayan bir bilgi yok. Ayetlerden müteşabihler üzerine sistem kurulması gibi bilgilerden de kesin doğrulanlayan efsaneler üzerine bir bina vardır. İcmanın reddedilme nedeni bu atış serbestliğini elde etmektir. İcma ile bu atış serbestliği yoktur. Rab kelimesi aşama aşama terbiye edendir. Dünyanın evrimi de bu kapsamdadır. Dünyanın canlıların yaşayabileceği bir hale aşama aşama gelmesi de bir terbiyedir. Allah sadece canlıları değil tüm evreni terbiye eder idare eder şekillendirir.  

Bunun ne önemi var?

 

Stephan Hawking Kainatta bu fizik kuralları varken Tanrı’ya gerek yoktur demektedir. Bu dğrudur. Yaratıcı her an sisteme müdahale etmiyor. Yaratıcı sistemin de planlayıcısı ve yaratıcısıdır. Ancak uygulayıcılar başkadır. Eğer yaratıcı sisteme sürekli müdahale ediyor ise, meleklere ve benzeri varlıklara, da ihtiyaç yoktur. Bunlar var ise, o halde sistemin bir yönetim merkezinin veya merkezlerinin de olması kaçınılmazdır. Bu aynı zamanda bilginin yönetildiği merkez anlamına da gelir. Tıpkı Levh-i Mahfuzdaki bilginin kaynağı olan kitap gibi. (bu kitap, kainatın sistemidir. Her şeyin tanımlandığı kitaptır.)

 

Vaazedilen  KADIR-I MUTLAK Tanrı anlayışı Kuran ın ortaya koyduğu anlayış ile uzaktan yakından ilgili değildir. Bu anlayışa göre, her şey, Allahtandır ve o nasıl isterse öyle olur. Ve yine aynı mantığa göre, Allah her an, her saniye kainata, sisteme müdahale etmektedir ve her an her saniye bizimle (taibii sadece Müslümanlar ile) birliktedir. Oysa kuran böyle söylemez.

Bunlar algı farklılığıdır. İrade yaratılmıştır. Bizim açımızdan insan kendi iradesi ile seçimlerini belirlemektedir. Bu Allahın meşietinin oluşmasına engel değildir. Allah dilemedikçe biz dileyemeyiz. Siz geminizi akarsuyun akıntısını hesaba katarak sürersiniz. Akarsudan hiçbir zaman bağımsız değilsiniz. Sünnetullah denen doğa kanunları içinde seçilimlerimizi yaparız.

Enam Suresi 104, 105, 106, 107. Ayet:

 

Doğrusu size, Rabbınızdan basiretler gelmiştir. Kim, onları görürse; kendi lehine, kim de körlük ederse; kendi aleyhinedir. Ve ben, sizin üzerinize bir bekçi değilim.

Allahın uyarılarına ragmen kötüyü tercih etme serbestliği vardır. Allah buna müdahale etmez.

“İşte Biz, ayetleri sana böylece türlü türlü açıklarız. Ta ki onlar; sen okumuşsun, desinler ve Biz onu bilen bir kavme besbelli edelim.

 

Rabbından sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.

Kuran bugün bize okunuyor. Hz peygamber bugün yok. Rabbinden sana vahyolunan kuranın beyanıdır manalarıdır.

Eğer Allah dileseydi; onlar şirk koşmazlardı. Hem Biz, seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen, onların üzerine bir vekil de değilsin.

 

Yukarıda anlatılan, kuran ın tarif ettiği sistem burada da teyit ediliyor ve üstelik ALLAH DILESEYDI kavramını da açıkça ortaya koyuyor. Yani Allah bizim başımıza bekçi olmadığı gibi, peygamber de bizim başımıza bekçi değil. Ve iman özgür irade ile gerçekleşmesi gereken bir anlaşmadır. Çünkü Allah dileseydi elbette şirk koşanlar da şirk koşmazlardı. Ama öyle değil. Ve üstelik, geleneksel anlayışın aksine, Ayetlerin açıklanmaya muhtaç olmadıklarını da söyler. Ve sadece VAHYE uymak gerektiğini de.

 

Bir çelişki göremedik. Vahye uymak ile ayetlerin açıklamaya muhtaç olmadığının ne ilişkisi var. Vahye uymak demek sizin için size genel içtihada uymaktır. Bu ise vahiy gibi mutlak doğru değildir. Vahiy olan kurandır. Tüm ilhamlarımızı kuranın süzgecinden geçiririz anlamlandırmaya çalışırız. Anlamlandıramazsak müteşabih ya da müşkil deriz. Anlamlandırabilirsek kullanırız. Vettebi bima uhiye ileyke min rabbik ayeti ile kuranın beyanı kastedilir. Size kuranın lafzen inmeyeceği vahyolmayacağını biliriz. Ama rabbinden vahyolunan şeylere tabi olarak o içtihatlara gore tecrübi olarak yaşar ve sonuçlarını görürüz. Vahiy ifadesi arıya vahyedilme ile de kullanılır. Bununla bildirmek anlamını korur. Ayetlerin beyanı da vahiy olarak adlandırılır.    

Netice itibariyle, biz bu yaşadığımız dünyada var edilmediysek, günün birinde dünyayı terk edip gitmek zorunda isek, bir aydınlanma ve toplanma günü var ise, o halde dünya dışı gerçeklerden arındırılmış olmamız düşünülemez. Irtibatın kesilmiş olması tahayyül edilemez. Eğer Allah, böyle bir sistem dizayn ettiyse (-ki kitabında böyle söylüyor) o halde bunun yöntemlerini de açıklamış olması, araçlarını bildirmesi gerekmez mi? Elbette gerekir ve zaten açıklıyor.

Siz de biz de anamızdan bu dünyada doğduk. Allah elçi ve kitap gönderdi ve bu dünyada yaşamanın kanunlarını öğretti. Bize düşen ölüm bize gelinceye kadar bu kanunlara gore yaşamaktır. Ne kuran ne de elçiler fantaziler ile bir gelecek vaad etmez. Bu dünyadaki amellerimizden hesap gününde sorgulanacağımızı ve neticesinde ya cennete ya cehenneme gideceğimizi söylerler. Bu vaat ile oto kontrolü üzerimizde kurmaya çalışırlar.

 

Son olarak cemaat ile namazın neden mümkün olamayacağını kısaca özetlemekte yarar var:

 

Nisa suresi 102. Ayette: Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını   alsınlar, böylece  secde ettiklerinde arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan   diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

 

Topluca namazı tarif etmektedir. Ancak bu ayet bir istisnadır. Çünkü ayette bahsedilen namaz, bir savaş ortamındaki namazdır ve yine ayette bir imamet veya cemaat söz konusu değildir. Sadece bir arada namaz kılınması gerektiği söylenir. Dikkat edilirse, Peygamberin IMAMlık yaptığı gibi bir işaret veya açıklama da yoktur. Elbette savaş alanında savaşanların silahlarını bırakıp namaza durmaları beklenemez. Elbette namaz kılanların korunmaları gerekir. Elbette bunu topluca yapmak gerekir çünkü tek tek etrafa dağılıp namaz kılmak demek, kolaylıkla hedef olmak demektir.

 

Ayette cemaatle namazı anlatmaktadır. Olaganüstü şartlarda bile cemaatle kılınacaktır. Müşkili çözmek için ya kıyası ya mefhumu muhalefeti alacağız.  Zorlukla birlikte kolaylık vardır. Savaş bir zorluk halidir ve bununla kolaylık vardır. Bu da cemaatle namazdır. Ekamte lehumussalate ifadesi yorum yapmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Hz peygambere namazı onlar için kıldır diyor. Bir grup gelmekte peygamberle birlikte kıyama durmakta ve peygamber onlara namaz kıldırmaktadır.  

 

Bu ayetten yola çıkarak CEMAAT ile namazı üstün tutmaya kalkmak veya geleneksel anlamda CEMAAT halinde namaz kılmak mümkün değildir. Bir kere IMAN denilen şeyin, BIREYSEL biranlaşma olduğu unutulmamalıdır. Özgür irade ile, bireysel olarak, nedenlerini bilerek iman etmek öngörülür. Bu bir anlaşmadır ve kişisel bir tercihtir. Kaldı ki, Ayetlerde tarif edilen eylemin SÖZ ile gerçekleşeceği ve IMAM’ın arkasında duran cemaatin bir eyleminin olamayacağı da anlaşılır. IMAM’ın sesli okuması kendi eylemini ortaya koyar, cemaatin eylemini değil. (Bazı vakitlerde)

 

Iman ve kişisel tercihle seçim yapma çelişmez. Dinde zorlama yoktur. Kişi kendi tercihi ile mümin olur. Ama mümin olduktan sonra imanının gereklerini yapar. Eğer yapmıyor da beklentilerin tersine bir hayal kırıklığı yaratıyorsa emin değildir. Ben zekat vereceğim deyip geniş zamanında zekattan kaçınıp dar zamanında o fondan faydalanamaz. Tüm kurumsal yapı o zekat fonuna gore hesap yapar. Bu yıl çalışır ya da çalışmadan zekattan faydalanır. Mümin olanlar taahhütlerini yerine getirmezse halk neye gore emniyette olacaktır. Bu nedenle toplumsal tercihlerde kişi içtihadını değiştirsede icma ile amel eder.  

Bunun ötesinde, Yine Kuran hiçbir yerde topluca namaz kılmayı önermez. Aksine, Evlerde namaz kılacak yerler yapılmasını, bireysel namazı, binek üstünde veya yolda yürürken bireysel olarak namaz kılınabileceğini vs. söyler. Çünkü bunun zamanı önemlidir. Kaldı ki, SESLI OKUMAK bir kuraldır ve bu şekilde zaten CEMAAT ile namaz kılmak mümkün olmaz.

 

Ayetlerde namazı topluca kılın diye cemi sigasında kılmaktan bahseder.

 

Askerlik yapanlar bilirler: Muhaberat bölüklerinde bir araç vardır, telsiz aracı, uzak mesafelerle iletişimi sağlayan bir araç (hala var mı bilmiyorum, benim zamanımda vardı) Bu araç her gün aynı saatte çalıştırılır ve iletişim kurulurdu. Mesaj alınıp verilirdi. Basit bir ordu birliği bunu yapmayı gerekli buluyor ise, muhteşem bir sistemi ortaya koyan Allah’ın bu sistem içerisinde bir iletişim mekanizması kurmuş olması gerekmez mi? yani Namaz ile bizden istenen şeyin neden farklı olması gerekiyor? Neden her gün aynı zamanlarda namaz kılmak gerekiyor? Ordudaki basit bir birlik, her gün aynı saatte çok uzak mesafelerden MESAJ almak için o aleti çalıştırırken, neden bizim Namazımız eğilip kalkmaktan ibaret olsun?

 

Bütün bunların ışığında, geleneksel formda namaz kılmanın kimseye bir yararı olmadığını herhalde anlamak zor değildir. Zaten bu namaz da değildir.

 

Bizim için uydurma ve önemsiz bir iddia, ben yararlanamadım demeli idi. Biz yararlanıyoruz. Bizim adımıza kendinde bu ifadeyi kullanabilme cüreti nefsini ilah edinmektir. Bırakında biz kendimiz bu namazı deneyelim ve biz kendimiz bu namazın bize faydası olmadı” diyelim.   

 

Ben namaz ile ilgili olarak bize önerilen şeyin bu bilgi ağına, Networke katılmak iletişim kurmak şeklinde tarif ediyorum. Kimileri beni çok fazla teknokrat bulabilir. Veya teknoloji ile kafayı bozmuş da diyebilir. Ancak bunu söylemeden önce, ayetleri de okumak ve anlamak gerekir.

 

ISLAM’ı DINCE dizayn etme çalışmaları Resulullah’ın vefatından 350 yıl kadar sonra başlamış ve yavaş yavaş mecrasından çıkmıştır. Geleneksel etkiler, efsaneler, alışkanlıklar DIN sayılmaya başlanmış, FARKLI olmak adına ISLAM dizayn edilmeye çalışılmıştır. Sonuçları da ortadadır.

 

Bu çabaların ve kozmik efsanelerin biride yukarıda anlatılan akla sığmayan mantık hataları ile dolu namaz tanımıdır. Bu tip kozmik bir namaz algısı islamı ve müslümanı narkozlamaktır. Boş hayaller peşinde sürüklemektir. Kuranın mantığına gereksiz bir çok eklenti yapılmıştır. Bu eklentilerin kimseye faydası yoktur. Ayetleri bile Allah daha iyisini getirmeden neshetmediğini söylerken, uyduruk bir kozmik namaz ile binlerce sosyal ve bireysel faydası olan geleneksel namazı neshetmek akıl karı değildir.  

 

İnşirah Suresini yeniden hatırlamakta yarar vardır. Peygamber normal bir insan. Ancak vahiy iletişimini kaldırabilmesi için yeni bir yazılım yüklenmiş apaçık. yazılımın yenilenmesi, yavaş çalışan bilgisayarını hızının yükseltilmesi, geleni yük,ağırlık olarak algılamaması, sonunda anlama kapasitesinin yükseltilmesinden bahsediyor. bunun da teyiden, biz zorluk aşamasından sonraki kolaylık olduğunu  söylüyor. O halde insan için boşluk anı oluşunca hemen kendi atamanı yap, dikil, ve rabbine rağbet et diyor. Demek ki bizim anlama kapasitemizi yükselten, yükümüzü hafifleten, olaylara bütüncül bakma açısını getiren, bizim hikmeti öğrenmemizi sağlayan fonksyon SLTtır.

 

 


YorumcuYorum
Sam Adian
25.02.2012
09:55

Sayın Demirci

Biz SLT kavramından sözediyoruz, NAMAZ'dan değil





Son Yorumlanan Makaleler
Cengiz Demirci
İşletme hesap düzeni
20.04.2016 6618 Okunma
2 Yorum 22.04.2016 09:03
Cengiz Demirci
Sam'ın Hakem Davası
27.01.2016 10181 Okunma
5 Yorum 07.02.2016 11:43
Cengiz Demirci
Emetün Mümine
15.11.2015 8617 Okunma
8 Yorum 21.11.2015 22:55
Cengiz Demirci
Hakem Olayının Tümegelimle Kurandaki Döngüsü
30.08.2015 7723 Okunma
1 Yorum 30.08.2015 19:28
Cengiz Demirci
Fatih Kanunnameleri
15.08.2015 7924 Okunma
3 Yorum 18.08.2015 12:15
Cengiz Demirci
Helal Gıda
7.06.2015 11932 Okunma
11 Yorum 15.06.2015 14:07
Cengiz Demirci
Süleyman Akdemir'in Erbakan Vakfına Teklifi
4.02.2015 16572 Okunma
21 Yorum 17.02.2015 09:32
Cengiz Demirci
Kutadgu Bilig (Devlet Düzeni)
23.11.2014 8269 Okunma
4 Yorum 24.11.2014 10:31
Cengiz Demirci
Süpermarkete müşteri kredisi faiz ilişkisi
3.07.2014 6658 Okunma
1 Yorum 10.07.2014 17:32
Cengiz Demirci
Girdiler Ortaklıkları
6.02.2014 7378 Okunma
1 Yorum 10.02.2014 20:44
Cengiz Demirci
Para kitabı veresiye satış bölümü
2.02.2013 6539 Okunma
2 Yorum 09.02.2013 23:04
Cengiz Demirci
İlk karzı hasen kooperatifi
3.01.2013 20942 Okunma
25 Yorum 06.02.2013 20:31
Cengiz Demirci
Kul Düzeni ve Köle Düzeni
5.01.2013 7027 Okunma
3 Yorum 30.01.2013 09:33
Cengiz Demirci
Sam Adiyanı hakeme davet ediyorum
10.07.2012 13660 Okunma
34 Yorum 15.01.2013 10:44
Cengiz Demirci
KARAGÜLLE VE AKDEMİRİN YENİ ANAYASA TEKLİFİNE ELE
4.11.2012 6477 Okunma
1 Yorum 04.11.2012 18:33
Cengiz Demirci
Rahman - Mercan - Reyhan
17.10.2012 7172 Okunma
5 Yorum 18.10.2012 10:05
Cengiz Demirci
Meyve ve Hurma ve Nar
13.10.2012 6701 Okunma
1 Yorum 14.10.2012 13:41
Cengiz Demirci
Fetih Sünneti
12.10.2012 6788 Okunma
1 Yorum 12.10.2012 11:18
Cengiz Demirci
KURUCU YASA ÖNERİSİ
30.05.2012 5555 Okunma
1 Yorum 06.06.2012 18:28
Cengiz Demirci
ruh ve evrim
3.05.2012 6216 Okunma
1 Yorum 03.05.2012 07:16
Cengiz Demirci
Örtünme
23.03.2012 5744 Okunma
1 Yorum 23.03.2012 14:10
Cengiz Demirci
Samın namaz makalesine eleştiri
25.02.2012 6823 Okunma
1 Yorum 25.02.2012 09:55
Cengiz Demirci
Karagülle eleştiri: Teşhisin gecikmesi israftır
6.02.2012 5842 Okunma
1 Yorum 07.02.2012 16:05
Cengiz Demirci
Karagülle eleştiri: Tümdenvarım
31.01.2012 5649 Okunma
1 Yorum 02.02.2012 21:09
Cengiz Demirci
Tasavvuf - Arınma
21.02.2010 7687 Okunma
1 Yorum 01.03.2010 13:30
Cengiz Demirci
Constitution of Humanity - Introduction 2
20.02.2010 4614 Okunma
1 Yorum 25.02.2010 11:15
Cengiz Demirci
Bakara Model
28.10.2009 5638 Okunma
1 Yorum 03.11.2009 23:47
Cengiz Demirci
Bakara - Kitap
2.11.2009 3956 Okunma
Cengiz Demirci
Bakara - Hilafet
8.11.2009 4938 Okunma
Cengiz Demirci
İsra ve Miraç
19.11.2009 6921 Okunma
Cengiz Demirci
Bakara - Silm Modeli
23.11.2009 5648 Okunma
Cengiz Demirci
Bakara kuranin beynidir
3.12.2009 3975 Okunma
Cengiz Demirci
Necm Suresi - Kelimeyi Tevhid Kiyasi
27.12.2009 13120 Okunma
Cengiz Demirci
Usul ve Ekoller
31.12.2009 12520 Okunma
Cengiz Demirci
Oruc Zekat Analojisi
31.12.2009 5447 Okunma
Cengiz Demirci
Money in the Just Order
2.01.2010 4035 Okunma
Cengiz Demirci
Constitution of Humanity - Whole text
19.02.2010 5273 Okunma
Cengiz Demirci
RÜYALAR
10.03.2010 4044 Okunma
Cengiz Demirci
Geçiş Fıkhı - Medeni Hukuk Düzeni
23.05.2010 4362 Okunma
Cengiz Demirci
Geçiş Fıkhı Genel
24.05.2010 4556 Okunma
Cengiz Demirci
Peygamberlik Mührü
14.06.2010 8462 Okunma
Cengiz Demirci
Hak ve Velayet Müessesesi
14.09.2010 4792 Okunma
Cengiz Demirci
Enfal Suresi
17.02.2011 4942 Okunma
Cengiz Demirci
Sebebi Nüzül
24.08.2011 5935 Okunma
Cengiz Demirci
Constitution of Humanity - Public Duties
20.02.2010 3327 Okunma
Cengiz Demirci
Constitution of Humanity - Public Duties
20.02.2010 3248 Okunma
Cengiz Demirci
Constitution of Humanity - Public Duties
20.02.2010 3221 Okunma
Cengiz Demirci
Constituion of Humanity - General Services
20.02.2010 4022 Okunma
Cengiz Demirci
Karagülle kritik: Hak - Batıl
4.02.2012 4548 Okunma
Cengiz Demirci
Karagüllle eleştiri: Hakkın Kaynakları
11.02.2012 4096 Okunma
Cengiz Demirci
Sünnetin Fatihayı anayasalaştırması
8.07.2012 3448 Okunma
Cengiz Demirci
Zina - Mut`a - Nikah
27.07.2012 4783 Okunma
Cengiz Demirci
Ayakkabı üstüne mest
17.09.2012 4374 Okunma
Cengiz Demirci
Milli Görüş Adil Ekonomik Düzeni: Temel Esaslar
22.11.2012 9360 Okunma
Cengiz Demirci
Müçtehit YETİŞME Merkezi
16.12.2012 5100 Okunma
Cengiz Demirci
Mümini hataen öldürmek
2.01.2013 4278 Okunma
Cengiz Demirci
ilk selem
3.01.2013 6042 Okunma
Cengiz Demirci
İstikbali Pazarın Kuruluşu
8.02.2013 5347 Okunma
Cengiz Demirci
Mal Parası
11.02.2013 6168 Okunma
Cengiz Demirci
İşletme imamı
2.06.2013 4467 Okunma
Cengiz Demirci
Adil Düzen Aşireti
7.07.2013 5721 Okunma
Cengiz Demirci
Vitesli ekonomi
14.12.2013 4237 Okunma
Cengiz Demirci
Başkanın sürme yetkisi
29.12.2013 5838 Okunma
Cengiz Demirci
Hakem Olayının Tümegelimle kurgusu
18.01.2015 6001 Okunma
Cengiz Demirci
Bağımsız Adaylık
3.02.2015 3943 Okunma
Cengiz Demirci
Bağımsız Adaylık
3.02.2015 5958 Okunma
Cengiz Demirci
Erbakan Vakfı - Şehzade Sancağı
1.03.2015 7066 Okunma
Cengiz Demirci
Kıyasa kıyas olur mu ?
22.06.2015 5654 Okunma
Cengiz Demirci
Mecelle ve İnsanlık Anayasası
15.08.2015 6021 Okunma
Cengiz Demirci

30.08.2010 9 Okunma
Cengiz Demirci
Çoklu Ceza Hukuku
17.09.2016 11411 Okunma
Cengiz Demirci
Ceza Hukukunda Cinsel Suçlar
23.09.2016 6734 Okunma
Cengiz Demirci
Ceza Hukuku Maddi ve Mali Suçlar
27.09.2016 4402 Okunma
Cengiz Demirci
Ceza Hukukunda Cinayet Suçları
22.10.2016 3610 Okunma
Cengiz Demirci
"İnsanın maymundan türeme imkanı yoktur"
25.03.2017 4214 Okunma
Cengiz Demirci
Adil Düzen gümüş motorla başlar
13.04.2017 3756 Okunma
Cengiz Demirci
Milli Tarım Politikası
2.05.2017 5643 Okunma
Cengiz Demirci
Siyasi Cihat Namazı'nın Fıhkı
9.05.2017 5567 Okunma
Cengiz Demirci
İnsanlık Anayasası değil Ümmül Kitab
19.06.2017 9734 Okunma
Cengiz Demirci

6.09.2010 0 Okunma
Cengiz Demirci
Mecelle madde 1: Fıkhın tarifi
6.09.2015 9465 Okunma
Cengiz Demirci
Altın ve Gümüş para
6.11.2015 4632 Okunma
Cengiz Demirci
Para Vakıfları ve Faiz
8.11.2015 6763 Okunma
Cengiz Demirci
CEZA HUKUKUNDA CEZALARIN EŞDEĞER HALE GETİRİLMESİ
15.02.2016 4358 Okunma
Cengiz Demirci
Arapça - Türkçe Gelecek Zaman Mukayesesi
2.03.2016 7640 Okunma