İnsanlar topluluk hâlinde yaşarlar...
Topluluğun ortak işlerini görenler vardır...
Köylerde “ağalar” vardır, bunlar topluluğa “hizmet” veren kimselerdir.
Köylerde “misafir odaları” vardır, köye gelenler orada ağırlanırlar, kurulan ağa sofralarında köyün fakirleri de yemek yerler. Halk bu hizmetleri verenleri sayar ve sever...
Köyün “güçlü ve cesur insanları” vardır. Biri diğerini ezerse “köyün güçlü ve cesur kimseleri” onu korur. Dolayısıyla herkes köyde bir ağanın veya güçlünün himayesindedir...
Köyün “imamı” vardır, namaz kıldırır, diğer dini hizmetleri yapar, köyün bilge şahsiyetlerindendir, halk onu sayar ve sever...
Köyün “bilirkişileri” vardır, köylüler işlerini onlara danışırlar. Bunların hiçbirisi para ile bu işleri yapmaz. Herkes “hayırda” yarışır, soyunun iyilik geleneğini sürdürür...
Bunun dışında köyün “bekçileri” vardır, bunlar genel olarak yoksul kimselerdir, aldıklarına karşılık olarak iş yaparlar...
Köyün “çobanları” vardır, bunlar da aldıkları pay karşılığı iş yaparlar, köyün hayvanlarını köyün meralarında otlatırlar...
Köyde işçilik ayıp sayılır. İşiniz varsa size “yardım” ederler. Bir gün gelir onun işi olur, o gün de siz ona yardım edersiniz. Çok yoksul olan kimseler yevmiye ile çalışırlar...
Köyün “ortak işleri” nöbetleşe yapılır. Örnek olarak Ramazan’da mescitte iftar yapılır. Köylü sıra ile her akşam yemek getirir. Köyün zenginlerinden otuzu bu hizmeti sıraya bağlarlar, siz bugün yemek götürdünüzse, sizden sonraki komşuya siz haber verirsiniz, bu sefer o götürür. Bazen o götüremezse kendisinden sonrakine haber verir. Talip çoksa bazı günler çift aileden yemek gelir, talip azsa bazı seneler bir aile iki defa yemek yapar...
Kurban Bayramı’nda köydeki herkes hayvanı evinde keser, eti üçe böler ve hissenin birini komşularından kesmeyenlere dağıtır, birini evinde saklar, diğer üçte birini mescide getirir. Tartarak aktarırlar. Kesenlerin toplam et miktarı bulunur. Köyden/mahalleden bilirkişiler çağırılır, bunlar imlerin kurban kesmediğini tesbit ederler, nüfuslarını kaydederler. Toplam kurban kesmeyenlerin nüfusu bulunur. Kişi başına düşen et miktarı hesaplanır. Orada hazır iseler payları verilir, değilseler payları komşusu ile gönderilir...
*
Ortalama yüz hanelik köyü örnek alıyoruz, Kur’an’ın emirleri ile karşılaştırıyoruz ve ona göre düzenleme yapıyoruz; ona göre “düzen” kurmamız ve iş yapmamız gerekir...
Kur’an’da iki emir vardır; mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad ediniz...
Kur’an bu cihadın değişik durumlarla ilgili hükümlerini anlatmaktadır...
Kur’an ücretle “bürokrat” çalıştırılmasını yasaklıyor ve diyor ki: “Sen onlardan haraç mı istiyorsun, sen onlardan ücret mi istiyorsun? Onlar ağırlığından ezilmektedirler.”
Hazreti Muhammed aleyhisselâm “kavmin seyyidi hadimleridir” diyor...
Kur’an zoraki hâkimliği de reddediyor, yerine “kayyumluğu” getiriyor. Hizmette işçi işverenin emrindedir. Hâkim de yapılan işte işi yapana hükmetmektedir. Kur’an ikisini de reddeder, onun yerine “kayyumluğu” ortaya koyar. Bu sistemde işveren ile işçi eşit seviyededir...
*
Bürokraside işi yapan işini yaptığı kimselere emretmektedir! Halk onların kölesi durumundadır! Saltanat dönemlerinden kalan bu miras bugün insanlığın en büyük sorunudur.
İnsanlığın huzura ermesi için “işçilik sistemi”nden “ortaklık sistemi”ne geçilmelidir... Devletin görevlileri/bürokratları değil, “devletin kayyumları” olacaktır...
Yani…
Devleti “serbest meslek erbabı” yönetecektir...
Genel Hizmet Kooperatifleri kurulacak ve “Genel Hizmetleri” (25 Genel Hizmet çalışmamız on yıl önce yapıldı ve birkaç ay önce 500 sayfalık kitap olarak yayımlandı) onlar yapacaklardır... Ayrıca “nöbetli silahlı güçler” olacak, onlar da koruma kamu görevlerini yapacaklardır...
*
Asıl büyük soruna, asıl büyük musibete gelinirse; siz bürokrasiyi yani “bürokratik sistemi” sürdürdüğünüz müddetçe daima “paralel bir devlet” var olacaktır...
-Askerlerin paralel devleti olur...
-Masonların paralel devleti olur…
-Cemaat/lerin paralel devleti olur...
-Başkalarının da paralel devleti olur…
*
SONUCA ve çözüm önerimize gelelim: Temenni ediyoruz ki yeni cumhurbaşkanı ve yeni başbakan bizim yarım asırdır yazdığımız ve söyleye geldiğimiz bu gerçekleri duyma imkânını görürler de halkı ve kendilerini bu “zalim düzenin” dünya azabından ve âhiret cehenneminden kurtarırlar… Var olan zalim düzenin yerine “ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN” getirmeyi düşünürler ve hayatın her alanında var olan “SOSYAL TUFANA” karşı gereğini yapmaya ve gerekli önlemleri almaya başlarlar...
Süleyman KARAGÜLLE