Reform, yeni reformlar, yeni uygarlık ve … - 1
Önceki yazımızın en sonunda ne dedik, neleri hatırlattık?
“Depremler yani sarsıntılar devam ediyor… Sosyal sarsıntılar (SOSYAL TUFAN) da zaten hep varlar… Summun, bukmun, umyun olanlar yani sağırlar, dilsizler, körler de hep varlar… Neden ve ne zamana kadar var olacaklar? -HAK gelip batıl zail oluncaya kadar var olacaklar. HAK gelmedikçe de batıllar zail olmaz!”
HAK gelsin diye yapılması gereken çalışmalar var…
‘Reform’ kavramı gündemde, ‘yeni reformlar’ gündemde…
Bu konuda da daha önceki yazımızın en sonunda şu hatırlatmayı yapmıştık…
“Hafıza-i beşer nisyan yani unutkanlık ile malul! Söz buraya yani reformlar yapmaya kadar gelmişken, şöyle devam edelim… Bilinmeyen, bilenlerin de unuttuğu bir gerçeği hatırlatayım: Osmanlı’da da 1600’lü yıllardan itibaren en fazla kullanılan sözcük ‘reform’ karşılığı olan ‘ıslahat’ sözcüğüydü. O adı taşıyan padişah fermanları vardır.”
Devamında da şu uyarıyı yaptık: “Aklı başında devlet adamları, büyük başkentlere sefir olarak atanan iyi yetişmiş aydınlar, raporlar yahut layihalar ile ıslahat tedbirleri önerisinde bulunmuş, padişahlar nice sonra o önerileri yerine getirseler de …”
Bu girizgâhtan sonra asıl konumuza geçelim.
***
Reform, yeni reformlar ya da yeni uygarlık “İLİM” ile doğar.
Önce “İLİM” ilgili alanda çalışmaya başlar, gerekli araştırma ve çalışmaları yapar, ilmen yapılması gerekenleri ortaya koyar, sonra reform, yeni reformlar ve yeni uygarlık oluşur.
İlmin önerdiği çözümler sayesinde yeni reform ve/ya yeni reformlar yapılır ve zamanla bu reformlar yeni uygarlığın doğmasına sebep olur.
Uygarlıklar tarihinde de döngüler ve dönemler vardır.
Yeni uygarlık doğunca da zamanla yeni sorunlar ortaya çıkar.
Eskimiş ilimler bu sorunları çözemez, insanlar yani ilim adamları sorunları çözebilmeleri için yeni ilimler üretmek zorunda kalırlar.
Böylece yeni çözümler, yeni reformlar yeni uygarlıkla mümkün olur.
Sonuç olarak ilim ile uygarlık, uygarlık ile ilim birbirinin arkasından gelir ve biri diğerinin doğmasına sebep olur; ‘reform’ ve/ya ‘yeni reformlar’ söz konusu olduğunda bunları bilinip anlaşılması gerekir.
***
İslam uygarlığı önceden oluşmuş ilimlerin uygulaması ile doğmuştur.
Bu ilimlerden özellikle ikisi yeni uygarlığı doğurmuş olup diğer bütün ilimler bu iki ilmin dalları kabul edilirler.
Bu iki ilimden biri “sayılar” ilmidir, hesaptır; Matematiktir.
İlimlerin diğeri “kavramlar” ilmidir, dildir, gramerdir, usuldür; Usulü Fıkıhtır.
Bu iki ilmin birlikte uygulanması sayesinde sorunlar kolaylıkla çözülür.
Müslümanlar bu ilimlerden matematiği trigonometriye kadar, cebire kadar geliştirmişler ve Batı’ya aktarmışlardır.
Batılılar cebire analizi, matrisleri ve ihtimaliyat hesaplarını eklemişler, bu sayede bugünkü Batı uygarlığı doğmuştur.
Kavramları esas alan Usulü Fıkhın meyvesi olan Fıkıh kısmen Batıya aktarılmışsa da, Usulü Fıkıh ilmi Batı tarafından ne öğrenilmiş ne de anlaşılmıştır. Bunun başlıca sebebi Usulü Fıkhın dini bir yöntem hatta mistik bir anlayış olarak kabul edilmiş ve ilimden sayılmamış olmasıdır. Oysa Usulü Fıkıh aynen Matematik gibi dünyevi bir ilimdir. Varsayımları dinden kaynaklanmışsa da ondan sonraki bütün çıkarımlar rasyoneldir ve ilmidir. Varsayımlar ise zaten ispatsız kabul edilirler. İsterseniz dinlere, isterseniz heva ve heveslere, isterseniz başka şeylere dayandırabilirsiniz ama sonunda ispatsız kabul edildiklerinden ilmi değerleri aynıdır.
(Devamı gelecek yazıda…)