‘Geçmiş olsun İzmir, Allah korusun Türkiye’ - 3
İzmir Depremi vesilesiyle, hem bir İzmirli -tam da depremin en etkili olduğu bölgede çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşayan bir İzmirli- hem de büyük depremi bekleyen bir İstanbullu olduğumu hatırlattım… İzmir’de deprem oldu ama İstanbul başta olmak üzere, ülkemizi boydan boya kaplayan bütün deprem fay hatlarının geçtiği her yerde her an yeni depremler beklenmekte… Sabaha karşı rüyamda bile, namaz kılıyorken, kıyamda depreme yakalandığımı görüp etkilendim… Her deprem büyük bir ikaz ve uyarı olarak anlaşılmalı…
İstanbul’da böyle bir depremin nelere mal olacağını biliyor muyuz?
Bir yandan korona-virüs salgını, diğer yandan depremler ve hayatımızın dinî-ilmî-iktisadî-idarî/siyasî olmak üzere her alanını kapsayan sarsıntılar…
İzmir depremi hem bütün Ege ve Marmara bölgelerini sarstı hem de İstanbul’dan da hissedildi. Devam eden artçı sarsıntılarla birlikte bütün bu sarsıntılar sonrasında hem İstanbul hem de bütün Türkiye şu sorunun cevabını ilgililerden istiyor: Olası bir depremde, toplanma yerleri dâhil olmak üzere alınacak her türlü tedbirler alındı mı? Yıkılması elzem olan binalardan bahsediliyordu, yıkıldı mı? Salgın batağındaki mega-kent, böyle bir depremde ölülerini nasıl kaldıracak, yaralılarını nasıl tedavi edecek? Bir şehir ve bir ülke sadece iyimser durum analizi ile yönetilemez. En az üç senaryoyu düşünüp tartışmamız icap eder; fiilî durum analizi, iyimser durum analizi ve kötümser durum analizi… Ülke ve şehirlerimiz 7’nin üstünde büyüklükteki depremlere hazırlanmalıdır. Bu konuda uyarılar yapan bir uyarıcının uyarılarını aynen aktarıyorum: “Bunun için yapılması gereken basit tedbirler var. Demirden çalmamak, betondan çalmamak, çimentoda kötü kum kullanmamak değil sadece… Kentleri yaşanabilir kılmak gerek. Her şeyin büyüğünü aramamak... “En büyük binayı, en büyük hastaneyi, en büyük havaalanını, en büyük köprüyü, en büyük adalet sarayını, en büyük camiyi ben yaptım!” övüncü “haddi aşmayınız!” ölçüsüne sahip olması gereken Müslüman bir lidere asla yakışmaz.”
Bu satırları yazdığım andaki en son bilgilerle devam… Öte yandan İzmir'de cuma günü meydana gelen 6.6 büyüklüğündeki depremde en büyük hasarın oluştuğu Bayraklı'da zemin etüdünden denetim mekanizmasına kadar ihmaller zinciri var. Bayraklı'nın geçmişte sulak tarım arazisi olduğunu söyleyen uzmanlar, İzmir Körfezi'ni çevreleyen yapıların da çamur tabakada (bölgedeki bataklıkları çocukluğumdan beri iyi biliyor ve hatırlıyorum / RNE) yer aldığına dikkat çekti. Dokuz Eylül Üniversitesi Deprem Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan Sözbilir, "Binalar yönetmeliğe uygun olsa hasar bile oluşmazdı. Bayraklı'da etütten denetime ihmali olan herkes sorumlu" dedi. İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Eylem Ayatar, alüvyon zemindeki sıkıntılar bilindiği halde inşaat izni verildiğini söyledi...
Bu arada dua da edelim ama tekrar hatırlatıyorum; dualarımız ‘fiilî dua’ olsun. Nasıl?
FİİlÎ Dua Nedir? Fİİlî dua ne demektir?
Allah, kâinatta meydana gelecek tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Hem dünyada hem de içinde yaşanılan evrendeki her şey Allah’ın koyduğu sebep-sonuç (kanun ve kural) ilişkilerine göre şekillenir. Arzu ettiği bir şeyin olmasını isteyen kişi, onun sebeplerini de yerine getirmek zorundadır. Örneğin çocuk sahibi olmak isteyen kişinin evlenmesi, sınavda başarılı olmak isteyen öğrencinin derslerine çalışması fiilî dua sayılır.
Kişi, Allah’tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah’ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip tamamlar, sonucunu da Allah’tan bekler. “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39) mealindeki ayette insanların çalışmaları ile alacakları sonuç arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve bu çalışmanın fiilî bir dua manasına geldiğine işaret edilmiştir. Hayvanı hasta olan ve iyileşmesi için sadece dua eden birisine söylenen “Duana biraz da katran ilacı ekle...” sözü, fiilî dua için güzel bir örnektir. Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu hareket ne kadar yanlış ise, tüm çalışmaları yapıp, gerekli tedbirleri aldıktan, yani fiilî duasını tamamladıktan sonra “Bu işi ben tamamladım.” diyerek sözlü dua etmeyenin yapmış olduğu davranış da o derece yanlıştır. (Kaynak: Diyanet Fetva Kurulu)