Bu yazı, birinci yazıdaki girizgâh ile birlikte okunmalı…
Bu vesileyle Arif Ersoy hocamızı farklı şekilde anmaya devam ediyoruz…
Evet…
Arif Ersoy ile bizim neslin ilk, orta, lise ve üniversitelerde okuduğumuz yılları…
“BİR İMAM HATİP OKULU SEVDALISI olan…
Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi” örneği üzerinden anlatmaya devam…
nereden nereye geldiğimiz daha iyi anlaşılsın diye...
Evet, iyi anlaşılsın ve kadir kıymet bilinsin diye…
***
Konyalılar: “Büyük hoca büyük camiye yakışır!” diye, İplikçi Camii’nde vazifeli iken, Kapu Camii’ne isterler. Ama bir müddet sonra: “Bu hoca namazda yürüyor, namazımız ifsad oluyor!” diye Aziziye Camii’ne yollarlar. Bunu soranlara Hacı Veyiszade Mustafa Efendi: “Benim üç yerde aklım gider; 1) Namazda, 2) Misafirim geldiğinde, 3) Efendimizin ismi anıldığında. Biz Sahib-i Saadet Meab’dan fetvasını aldık, hiçbir şey lazım gelmez” buyururlar.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’nin en çok söylediği sözlerden birisi de: “Kızmayacan, kızdırmayacan, kırmayacan, kırılmayacan!” Öğrencileri zaman zaman kızdırmak isterdi, o da size beddua edeceğim, elinizi açın der ve: “Allah’ım, bunları muallim eyle… Allah’ım, bunları muallim eyle…” diye dua ederdi. Kızardı ama devirip dökmez, taşmazdı. Kişilere göre davranış sergilemezdi. Tavrı çok net idi. Her şeyiyle sade vatandaşın karşısında ne ise, en üst kademedeki insanlar karşısında da aynıydı. İnsan seçmezdi. İmam hatip okulunun yanında çingene çocukları izmarit içerdi. Hocaefendiyi gören bu çingene çocukları izmaritleri atar, esas duruşa geçerdi. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi de onların yanına gelir, selam verir, başlarını okşar, en az bir simit alacak para vererek sevindirirdi. O’nun gönül karartıcı bir cümlesi yoktu. Hayatı baştan sona zarafetle süslü bir insandı. Hizmet adamı idi. Gönül insanı idi. Kışın çat ayazında gece yarısı kapısını çalan bir çingenenin: “Hocam katırım hastalandı, bir okuyuver…” teklifine karşı hemen hazırlanır, katırı okumaya giderdi.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Lâdikli Ahmet Ağa ile aynı zaman diliminde yaşamıştır. Kendilerine Hacı Veyiszade’yi sorduklarında: “Oğlum O, zirvesine tırmanılamayan bir dağdır!” demiş olup, kendilerini ziyaret eden imam hatip lisesi öğrencilerine o devir Türkiye’de olmayan envai çeşit meyveleri ikram edince, pek şaşıran öğrencilere: “Bunları Hızır aleyhisselam getirdi, bana gelmeden önce de sizin hocanız Hacı Veyiszade’ye uğrar!” diyerek, Veyiszade’nin maneviyatının ne kadar ileride olduğunu anlatmıştır.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, yasaklı günlerde bile Kur’an talimini aksatmamış, kendini takibe, tahkike, tevkife gelen polislere bile Kur’an öğretmeye çalışırdı. Kur’an okumanın ve okutmanın suç olduğu, hatta âlimlerin darağacında asıldığı devirlerde bu fiilden dolayı hocaefendiyi emniyete alırlar. Önce hocaefendiyi şiddetle azarlayan müdür biraz insafa gelerek altına bir tabure vermişti. Masasına oturan müdürün yanına taburesini yanaştırarak: “Bak evladım! İşlediğim suçu bir de senin yanında işleyim bakalım ne diyeceksin? Sen Kur’an okumayı bilir misin?” Müdür de: “Bilmem!” deyince, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi: “Ben sana öğreteyim!” der ve cebinden mushafı çıkarınca, müdür: “Hadi sen işine bak, anlaşılan bu işten ölsen de vazgeçmen!” der.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendinin tebliğinde şeytanı taşlama pek yoktu. Yumuşak üslupla konuşurdu. Ama zaman zaman da: “Kör gâvur, sağır gâvur” diye bazılarına kızardı. Genelde yumuşak olan üslubu bazen kırmadan sertleşirdi.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, okulda sınav yaparken, yazılı kâğıtlarını dağıtır, soruları sorar, kendisi de seccadeyi serer namaza dururdu. Namazdan sonra ise kopya çekenleri bir bir sayar ve azarlardı. İsterse kitabı yazsınlar ama bildikleri kadar not alırdı. Yani kopya çekmenin bir manası yoktu.