Bir yazar ““İslâm iktisadı”nın içi doldurulabilir mi?” başlıklı bir yazı yazdı, ben de daha çok sorular içeren bir yazı yazdım ve sorulması gereken soruları sordum…
Yazar, yazısının bir bölümünde şunu da yazmış:
“Âdil bir iktisadi nizam teklifi olmayanın âdil bir dünya düzeni teklifi de olamaz.”
Önceki yazımda sorduğum sorulardan biri neydi?
- Yarım yüzyıldan fazla bir zamandır yani 1960’lı yıllardan itibaren bu ülkede başlayan ve halen devam etmekte olan “Millî Görüş Hareketi” ve onun “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen, Adil Düzen İnsanlık Anayasası, Adil Dünya Düzeni” çalışmaları.
Demek ki neymiş? Bu ülkede herkesin çok iyi bildiği “ADİL EKONOMİK DÜZEN” diye bir “teklif” olmanın ötesinde, bir de teklifin sadece “gölgesi mesabesinde uygulaması” da var, onu da önceki yazımızda hatırlatmıştık, unutulmaması için tekrar hatırlatalım…
- Yine uygulama olarak, Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığındaki 54. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin, onun kendi ifadesiyle, “Adil Düzen ve Adil Ekonomik Düzen’in sadece gölgesi mesabesinde” yapabildiği uygulamalarla Cumhuriyet tarihimizin matematiksel olarak en başarılı hükümeti olması uygulamalarından haberi yok mu?
Bütün unutkanlığına rağmen yazarın yazdığı şu paragraf dikkate değer; okuyalım…
“Cumhurbaşkanımızın 12. Uluslararası İslâm Ekonomisi ve Finansı Konferansı’ndaki konuşması zaman ve zemine uygun bir konuşma. “Bu çarpık yapının alternatifinin insanı merkeze alan, emeği yücelten, haksız kazanca müsaade etmeyen İslâmî ekonomi ve finans modelidir. İnsani, ahlaki ve çevreci karakteri faizi ve sömürüyü reddeden yapısıyla İslâm iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır. Geleceğin dünyasında faize ve sömürüye dayalı mevcut ekonomik sistemin yerini risk paylaşımının esas olduğu katılımcılığa bırakacağına inanıyorum.”
Yazar yazısını şöyle bitirmiş ve bir de SORU sormuş; onu da okuyalım…
“Zenginlere çözüm bulan, fakirlere de çözüm bulamazsa, varacağı bir yer olamaz.
İslâm iktisadı, âdil bir dünya özlemi, kişiden başlayıp bütün küreyi kapsayan bir iyi niyet mesajı olarak okunabilir. İçinin doldurulması, bugünün kapitalist sisteminin dışına çıkmadan bunun başarılabilmesi ne derece mümkün?/ Bizim işimiz sormak!”
Evet… Yazar, yazısının en sonunda “Bizim işimiz sormak!” demiş… Bizim işimiz de “araştırdıklarımızı, anladıklarımızı, yazdıklarımızı, anlattıklarımızı ve yapıp uyguladıklarımızı yazmak” ve görmeyenlere “sorularımızla” hatırlatmak…
Millî Gazete’de yayınlanan bir haber ile devam edelim…
Diyanet İşleri Başkanlığı, faizle mücadele kapsamında, personel maaşlarının faizsiz finans kurumları aracılığıyla ödenmesine yönelik çalışmayı tamamladı. Bu kapsamda, ilk etapta kurum maaş ödeme protokolleri sona eren merkez ve bazı taşra teşkilatlarındaki personelin maaşları, faizsiz finans kurumları aracılığıyla ödenmeye başlandı. İl müftülükleri, halen devam eden kurum maaş ödeme protokollerinin sona ermesinin ardından maaş ve ücretlerin hangi kurum aracılığıyla ödeneceğine karar vermesiyle birlikte 150 bini aşkın din görevlisi maaşlarını finans kurumları üzerinden alacak.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürü Mehmet Bilgin, geçen yıl Kasım ayında il ve ilçe müftülüklerine gönderilen genelgede, kurum maaşlarını ödeme protokolünde faizsiz finans kurumlarının tercih edilmesinin istendiğini hatırlatarak, şunları söyledi: “Çalışmalar hızlı bir şekilde başladı. 30 Mart’ta faizsiz finans kurumlarına davet mektubu gönderdik. 4 faizsiz finans kurumu davetimize icabet etti. 15 Haziran’da faizsiz finans kurumlarından ilk maaşımızı aldık.” Başkanlığın merkez yerleşkesinde bulunan yaklaşık 1750 personelin maaşlarını Haziran ayı itibarıyla faizsiz finans kurumu aracılığıyla aldığını bildiren Bilgin, şu değerlendirmede bulundu: “Amacımız, faizle mücadele kapsamında faizsiz sistemi desteklemektir. İnşallah çok güzel bir başlangıç olacak. Bu uygulama diğer kurumlar için de örnek teşkil edebilir.”
Diyanet İşleri Başkanlığı bize SORARSA, atılması gereken asıl adımları anlatırız…