KORONA’NIN ÖĞRETTİKLERİ
SERA REZALETİ ve HOŞ GELDİN 5G !..
1 Nisan 2020
Keşke bu yazdıklarım, 1 Nisan şakası olsa sevgili dostlarım.. Dünyada tarım ve hayvancılık için ne kadar bol yer ve imkân olduğu insanlığa unutturulup, önce yer üstü seralarındaki tıkış tıkış raflarda, “son çaremiz” olarak yutturulan, giderek “topraksız tarımla devam eden” ve “güneşsiz tarıma doğru giden” çılgınlık, sonunda yerin altına da indi ve doğa ile tüm ilişkileri kopartılarak, yediğimiz sebze, meyve ve tahıllar, tamamen kapalı ortamlara hapsedildi !.. Evvelce topraktan alamadığı sanılan gıdayı, ilaç verir gibi kimyasal yöntemlerle “vallahi doğaldır” yutturmacası ile, dış dünyadan tamamen yalıtılmış ortama veren ve bunu “bilimsel başarı” sanan insanlık hâinlerinin varlığından haberdar olmalı ve onların reklâm aracı olmaktan, özenle kaçınmalıyız !..
Marifetmiş gibi, “Seradan bunlaar !” diye satılan turfanda sebze ve meyvaların hangileri bu kimyasallardan nasibini aldı, bilmek mümkün değildir.. Bu düzene destek olanlar ise, ilgili tarım odaları ve kuruluşlarıdır maalesef. Her ikaza karşılık sürekli savunmaya geçmektedirler nedense. Yüreğiniz kaldırıyorsa, ve çocuklarınıza olsun acımıyorsanız, yemeye devam edebilirsiniz !.. Şu anda yaşadıklarımız sadece, bir ara sonuçtur. Bu sonuçları doğuran asıl sebepleri sorgulamadan asla çözüme ulaşamayız. Küresel güçler tarafından tüm insanlık esir alınmış ve kendi evlerinde tutuklu bir tecride mahkûm edilmiştir sonunda. Ölümcül bir kaostan doğması beklenen, ekonomik zafer uğruna !..
İşte, kendi ağızları ile yaptıkları hainliğin, itiraflarından en meşhuru.. !.. 1970 li yıllarda Henry Kissinger kongreye hitap ederken; eğer uluslara hükmetmek istiyorsanız ENERJİ KAYNAKLARINA hakim olmalısınız. Şayet tüm insanlığa hükmetmek istiyorsanız, GIDALARINA hâkim olmalısınız demişti. Çok değil, 50 sene önce !.. Bu süreçte genetik mühendisliği birçok gıdaya müdahale etmiş, GDO lu tohumları piyasaya sürerek ve dünyaya yayarak, tarımsal üretimleri de tekellerine almıştı. Ülkemiz örneğinde de; 1947’de planlanan ve 1948’den itibaren A.B.D Marshall Yardımı adı altında, hangi genlerimizi mutasyona uğrattığı hâlâ bilinemeyen sentetik gıdalar olan; süt tozu, ve margarinler başta olmak üzere; hibrit tohumlar, sonra da tarım ilaçları ve kimyasal gübreler piyasaya sürülmüştür. Bunların sonucu olarak hastalıklar yaygınlaşınca da, ilaçları pazarlayarak; insanlığı da ve elbette ülkemizi de ilaca bağımlı hale getirmişlerdir. Bilinmelidir ki bugün dünyanın en büyük silahı tohum ve İlaçtır. Genetiği değiştirilmiş tohumlar, bağışıklık sistemimizi zayıflatmakta, giderek çökertmeye çalışmaktadır. Böylece mikrop kapmamızı da çok kolaylaştırmaktadır.. Bir Kızılderili ata sözünde olduğu gibi, doğaya karşı açtığımız savaşı kazandığımızda, kaybeden biz olacağız dostlar !...
Sanırım bu yazının sonuna geldiğinizde, kurtar bizi Korona’dan değil, kurtaralım kendimizi mevcut rezilliklerden dememiz daha doğru olacak.. Şu da akla gelmiyor değil, ille de hastalanmak için 3-5 kilo sera domatesi yemeniz hiç gerekli değil. Size bir kaşık tuzruhu verelim, en kestirme yoldan cennete gidersiniz mi diyelim acaba ?. Çünkü maalesef şu sıralar yediğiniz sera sebzeleri de aynı muameleden geçerek sofralarınıza ulaşıyor.. Makalemin sonuna linkini eklediğim seracı kardeş de, bunu itiraf ediyor zâten..
UYANALIM ARTIK !..
VAHŞİ BATININ İLK SALDIRISI ve ELBETTE DEVAMI..
528 sene önce vahşi batının adam sanılan temsilcisi Kristof Kolomb Amerika kıtasına ulaştığında, sözüm ona medeniyet götürmeye giden papazların da inanılmaz katkısı ile, Kızılderililerin nasıl yok edildiğini bir öğrensek, batının şimdiki hainliğinin, çok ama çok küçük ölçekte kaldığını hemen fark edeceğiz ve davranışlarını hiç yadırgamayacağız.. Sanırım bir ara, o konuyu da gündeme taşımak gerekecek !..
Açıkçası, bu makaleyi yazmaktaki amacımın bu gece olsun uykunuzu kaçırmak olduğunu söylersem, hiç şaşırmayınız. Belki bundan sonra yediklerinize daha dikkatli gözlerle bakarsınız ve seçici olursunuz. Böylece, en doğru şeyin doğal koşullarda yaşayarak bu ihtiyaçlarınızı bizzat karşılamanın çok daha doğru olduğunu ve bunun hiç de zor olmadığını hep birlikte idrak ederiz.. Bu vesile ile, Köy nüfusu % 8’e indiğinde, kalkınmış oluruz diyebilen, “şapkamı gaptırmam” derken vatanı kaptıran Demirel benzeri vatan hainlerinin de hangi bedelle batının uşağı olduğunu anlamış olur bu toplum..
Soframıza konan, yediğimiz birçok yiyecek zehir içeriyor ve saçıyor. Çünkü bitkilerin zararlılardan korunması amacıyla kullanılan kimyasal ilaçlar, insanlara çok daha fazla zarar veriyor. Çünkü belli bir zararlıya karşı kullanılan Pestisid denilen şey, yalnız onu öldürmekle kalmayarak, pek çok zararsız canlıyı da öldürmektedir. Böylece ; tarlalar, nehirler, göller, yer altı suları ve denizler, zehir deposuna dönmektedir. Artık dünyanın sağlığını da ne kadar düşündüğü şüpheli olan Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmalara göre, her yıl 30 milyona yakın insan tarım ilaçlarından zehirlenirken, 100 bin kişi de yine bu yüzden hayatını kaybediyormuş. Her yıl da, artarak devam ediyormuş ölümler !.. Tarımda; ilaç, ticari gübre, hormonlar ve diğer sentetik maddeler yani Kimyasal Tarım İlaçları kullanılarak yapılan üretim, sebze ve meyvelerin doğal yapısını elbette bozar. Peki onlara beslenen milyarlarca insanın sağlığını bozmaz mı ?..
Özellikle sera üretiminin yoğun olarak yapıldığı yerlerde toprağa milyonlarca litre kimyasal ilaç atılıyor. Ayrıca gıdalarda hormon kullanımı da günden güne artıyor. Zararlı etkileri kanıtlanmış hormon ve ilaçların bilinçsiz ve aşırı kullanımı sonucu içi boş ve kof domatesler, hormonlarla irileştirilmiş, kimyasal ilaçlarla sarartılmış çekirdeksiz üzümler, azotlu gübrelerle yetiştirilmiş patlıcanlar, salatalıklar, biberler, alışılmamış irilikte meyveler, manav tezgâhlarını süslüyor. Sebze ve meyveleri yıkanarak yenmesi bile, bunların etkisini hiç azaltmıyor maalesef. Çünkü zehir artık kabuğunda değil, yediklerimizin bünyesindedir.
Özellikle turfanda meyve ve sebzelerde, mecburen hormon kullanılıyor. Çiftçilerin yanlış ilaç kullanımı veya uygulamasıyla soframızdaki sebzeler kansere, gen mutasyonuna, üreme bozukluklarına, akut ve kronik zehirlenmelere yol açabiliyor. Ayrıca ilaç kalıntılarının; insana, diğer canlılara ve çevreye de pek çok zararlı etkileri ortaya çıktı. Bu ilaçların maalesef hepsi değil sadece bazıları, yurtdışında kanser yapıcı etkileri nedeniyle yasaklandıktan sonra, Türkiye’de de yasaklamak akla geldi !..
Bitkisel ve hayvansal besin maddelerinin üretimi ve tüketimine kadarki süreçte, bitkilere zarar veren ve besin değerini bozan; böcek, mantar, mikroorganizmalar gibi canlı organizmalara karşı kullanılan bütün kimyasal maddelere “Pestisid” adı verilmektedir. Kimyasal olarak dayanıklı olmaları yüzünden, yağda yüksek, suda düşük çözünürlüğe sahip olmaları ve vücuttan atılımlarının yavaş olması nedeniyle çevrede ve canlılarda birikerek uzun süre etki göstermektedirler. Sinir sistemi üzerindeki etkileri ile, iletimi bozmakta ve özellikle beyin üzerinde toksik etki yaratmaktadırlar. Suda pek fazla çözünmediklerinden dolayı da her tarafa taşınıp yayılırlar. Bu yüzden, deniz ve göl sularında fazla miktarda birikmekte ve en büyük zararı da buradaki canlılara vermektedirler. Balıkların yağ dokusunda çok fazla birikerek toplu balık ölümlerine yol açabilmektedirler.
KİMYASAL TARIMA, MAHKÛM MUYUZ ?..
Görüldüğü gibi, kimyasal tarım ilacı kullanmak, üretimi arttırabilmekte, ancak bu kullanım, insan ve çevre sağlığında da ciddi problemler oluşturabilmektedir. Kimyasal tarım ilaçları, önerilen dozların üzerinde kullanıldıklarında, gerekmediği halde birden fazla kimyasal tarım ilacı birbiriyle karıştırılarak kullanıldığında ve son ilaçlama ile hasat dönemi arasında bırakılması gereken süreye uyulmadığı durumlarda, gıda maddelerinde daha da fazla miktarda kalıntı bırakabilmekte ve bu gıdalarla beslenen insanlarda, akut veya kronik zehirlenmeler meydana gelebilmektedir.
·
Kimyasal tarım ilaçları, doğrudan gıdalar vasıtasıyla insan vücudunda birikmektedir. Tüketime hazır hale gelen bitkisel ve hayvansal gıdalardaki ilaç kalıntısı düzeyine, ürünün çeşidi, ilacın özellikleri, iklim koşulları, ilaçlama ile hasat arasında geçen süre gibi faktörler etki etmektedir. Kontrollü bir şekilde uygulandığında bile, gıdalarımızda ilaç kalıntısı bulunabilmektedir. Semptomları; kalp atışlarının 150’ye kadar yükselmesi, nefes darlığı, bulantı, kusma, ishal ve kas güçsüzlüğüdür. Sinir sistemine ait semptomlar ise; baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, endişe halidir ve şiddetli zehirlenmeler sonucunda bu süreç, komaya kadar gitmektedir.
Tarımda kullanılan kimyasal maddelerin çoğu, cildi geçerek sisteme karışır. Özellikle yaralı bir yerden bu kimyasalların emilmesi sonucunda, akut rahatsızlık ve ölüm olayları yaşanmaktadır. Tarım işçilerinde büyük bir çoğunlukla; cilt iltihabı, ciltte döküntüler ve kaşıntı hali gözlenir. Ciltte alerjik iltihap vakaları görülür. Çok sayıda pestisid, çeşitli kanser tiplerinden sorumlu tutulmuştur.
- DNA’da direkt değişikliğe yol açması
- Kanser yapıcı maddelerin tetiklenmesi ve
- Vücudun bağışıklık sisteminin etkilenmesi sonucunda,
tümörlere neden olması, çeşitli lösemiler, yumuşak doku sendromu, beyin tümörleri, akciğer, kanseri, mide, kalın barsak, böbrek, testis, prostat, meme, tiroid ve çocuk çağı kanserleri. lösemi, beyin ve sinir sistemi tümörleri.. Unutmamalıdır ki bebekler ve çocuklar pestisidlere erişkinlerden daha hassastırlar. Çeşitli pestisidlere maruz kalanlarda; başta astım olmak üzere solunum şikayetlerinde artış gözlenmiştir. Ayrıca pek çok Parkinson hastasında, çevresel faktörlerin etkisi saptanmıştır. Bunlar, çocukların nörolojik gelişimini de olumsuz etkiler. Çocuklarda fiziksel gelişim bozukluğu, çeşitli derecelerde göz-el koordinasyon kaybı ve hafıza bozukluklarında artış ispatlanmıştır. Hem direkt olarak üreme organlarını etkileyerek hem de hormonal fonksiyonu bozarak üremeyi aksatabilirler. Düşükler, gelişim geriliği, doğumsal anomaliler görülebilir. Erkeklerde kalıcı kısırlık gelişebildiği de gözlenmiştir. Erkeklerde sperm hareketliliğini ve canlılığını azalttığının ve ciddi nörolojik etkilerin ortaya çıktığının belirlenmesi üzerine bazı tarım ilaçları Amerika’da yasaklanmıştır. Doğrudan hasta olan milyonları ve etkilenen milyarları tahmin edince;
YETERİNCE UYKUMUZ KAÇTI UMARIM !..
Bu hakimiyet savaşında insanlığa en kolay müdahalenin de, seralar yolu ile, yani dar alanlarda olabileceğini sonunda keşfeden medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar, bu makaleme eklediğim videoda anlatılan seviyeye, maalesef çoktan gelmiştir.
Bu seraların, insanların ilaç endüstrisinin kucağına oturmasına ve kaçınılmaz erken ölümlerine vesile olarak, en büyük zafere ulaşacağını ve Azrail liginde şampiyonluğu daima koruyacağını bilmeliyiz.. O yüzden, dünya genelinde şu anda 45.000’i geçmeyen KORONA kurbanlarına fena halde kafayı takıp, her yıl gıda zehirlenmelerinden ve ayrıca insanlık dışı davranış ve müdahalelerden dolayı ölen milyonları ve sonunda ulaşılacak milyarları göz ardı etmekteyiz..
Aman dikkat !.. Her ülke için en değerli stratejik değerler; Tohum,Toprak ve Su’dur.. Şu an yaşadıklarımız da aslında, tüm insanlığa karşı başlatılan biyolojik saldırının sadece küçük bir parçasıdır. Doğal yaşama yapılan her saldırının sonuçları çok ağır olmaktadır. Çözüm; öncelikle, toprağımızla buluşarak ve ülkemize sahip çıkarak, kendimize tamamen yetebilmenin ön şartı olarak, enerjimizi üretebilmekle başlayıp, giderek yerel ve atalık tohumlarımıza sahip çıkmak ve böylece, toprağımızı ve sağlığımızı geri kazanmaktır. Giderek ekolojik bağımsızlığını da ilan edebilen, deprem dahil, hiçbir yaşamsal risk taşımayan bir vatana kavuşmaktır. İnanın, hiç de zor olmayacaktır..
.
GELELİM 5G’YE !..
35 yıldır bilgisayar kullanan birisi olarak, son zamanlarda, özellikle hızlı haberleşme yaygınlaştıkça, bambaşka nedenlerle ölümlere, hatta beklenmedik yangınlara sebep olmaya başladığı söylemlere ve bir önceki makalemde, gelecekteki en büyük saldırıların, nükleer silahlarla değil, virüslerle olacağı kehanetinde bulunan Bill Gates tarafından geliştirilen 5G sitemlerine de değinmek isterim. İki dev sorunun bir kaynakta birleşmesi, apayrı bir merak konusudur !.. O yüzden Bil Gates’in de, kendi kararı ile, yönetim kurulu başkanlığından istifa edip, yine kendi kurduğu hayır kurumunun başına geçmesinin, aklın ve vicdanın bir jesti olma ihtimalini yok sayamıyorum...
Dalga frekansları arttırıldığında, biyolojik saldırının benzeri semptomlar yaşanmaya başlamakta, erkeklerde üreme yeteneği azalmakta, kadınlarda da doğurganlık düşebilmekteymiş.. Ayrıca, kalp ritminde bozulmalar başlamakta ve kanser riski de artmaktaymış deniyor sevgili dostlar !.. Kolayca anlaşılacağı gibi, medeniyet maskesi altındaki saldırılar gittikçe artmaktadır.. 2G'nin de 3G’nin de, kendisine atanan on frekansı var. 4G'nin ise, en fazla beş. Ancak, 5G'nin FCC Uluslar arası İletişim Komisyonu tarafından atanan 3000 mikrodalga frekansı var. Bu yüzden 5G, oksijen molekülü ile rezonansa girip, insan vücudunun, oksijeni çok daha az kullanmasına sebep, olan ters bir polarite vermekte. O yüzden 5G kullanımı, sokak seviyesindeki insanların boğulmasına kadar gidebilen bir süreci başlatmakta, düşük dozlarda ise, düşük oksijen alımı ile, grip benzeri semptomlara yol açmaktaymış. Benzer bir durumun, toksinler ürettiği belli olan mikrodalga fırınlarda da yıllar önce yaşandığını hatırlayacaksınız. O nedenlerle aklımızı kullanıp, yeni satın aldığımız mikrodalgayı, rahmetli eşimin de kesin kararıyla çöpe atmıştık.
Aktarıldığına göre, Wuhan’daki insanlar, Korona’dan ötürü evlerine kilitlendiklerinde, yeni çıkan 5G telefonlarına ve internet bağlantılarına yoğunlaştıkları ve böylece şehrin, çok daha fazla 5G WIFI radyasyonuyla dolup taştığı söyleniyor. Bundan ötürü de, daha fazla insan hastalanmış, hatta ölmüş deniyor !. Daha önce hiç hastalığı olmayanlar bile, bünyede yaratılan oksijen eksikliğinden dolayı, hastalanmış. O yüzden, 5G'lerini kapatmış ve iletişim kurmak için sadece 3G ve 4G sistemlerini kullanmaya dönmüşler. Böylece 5G'nin, Korona’nın da önünü açan temel neden olduğunu herkes öğrenmiş deniyor. Bu konuyu yarın, doğrudan Wuhan ile irtibata geçip teyit edeceğiz ve sonucu sizlerle paylaşacağım..
Bu yüzden bence akıllı telefonlarınızı, çocuklarınızın kullanımına apayrı bir özen göstererek, mecbur kalmadıkça kapatın veya kendinize ve diğer insanlara olan radyasyon etkisini azaltmak için, kullanmanız gerekene kadar olsun, bir alüminyum torbada saklayın lütfen.. Başkalarını korumak için sadece ellerinizi yıkamanın yanında yapmanız gereken diğer önemli şeyin de bu olduğunu söylüyor uzmanlar..
Bütün bunlar sanki, en köklü çarenin doğal yaşamı seçerek, gerçek özgürlüğe kavuşmak olacağını anlatmaktadır bize. Çok mu zor ? Hiç sanmıyorum.. Bu bir tercih meselesidir.. Karar hepimizindir..
ÜLKEMİZDEN BİR ÖRNEK..
Sevgili dostlar, bu konularda şiddetle ve hiddetle muhalefet eden birisinin, ticari bir kaygıyla değil, yaşamsal bir deneyim ve insâni refleksle haykırdığını bilmenizi isterim.. 40 sene önce, atamızın dedemizin en az 300 yıllık mekânı olmasına rağmen, yanlış yönetimler sonucunda kaotik sürecin çoktan başladığı İstanbul’dan, âdetâ canımızı kurtarmacasına kaçarak, Bursa’nın Ürünlü köyüne yerleşmiştik. Rahmetli eşimin kararı ve cesareti ile sonradan olma köylü olduk ama, ilginçtir ki köylümüze de köylülüğü öğretti rahmetli eşim. Beş tane otun adını ancak bilen teyzelere, en az yetmiş tanesinin neye yaradığını anlattı. Neden para veriyorsunuz ilaçlara deyip durdu onlara.. 25 sene kadar önce çocuklarımız, üniversite için İstanbul’a gitmek zorunda kaldılar. Bir gün kızım büyük bir telaşla telefon etti. “Baba, sana bir şey söyleyeceğim. Grip diye bir hastalık varmış. Herkes yatıyormuş. Biz niye olmuyoruz” diye sordu büyük bir şaşkınlıkla.. İşte doğada yaşamanın ve doğal beslenmenin tıbbi sonucu buydu !.. İlaçla mı, özel tedavi ile mi, sihirle mi sizce ?.. Yoksa doğa ile kucak kucağa bir yaşantıya 5-6 yaşlarından itibâren kavuştukları için mi ?.. O yüzden neyin doğal ve faydalı neyin de kimyasalların bin bir türlü hain katkısı ile, sözüm ona verimini, yâni asılında ticari getirisini arttırırken, insan hayatı ile maksatlı olarak nasıl oynandığını anlatıyordu bu durum.. O yüzden bu gönderiye lütfen, insanlığın bir isyanı gözüyle bakınız. Size kış ortasında, yâni inanılmaz turfanda !, renginden başka hiçbir şeyi domatese benzemeyen kırmızı bir şeyin yerine, en son icat bir başka sebze satmaya kalkanlardan birisi gözü ile değil ..
Bence en sonunda hep birlikte anlayacağız ki, böyle seralarda yetişen ürünlerin yanında, Korona çok masum kalmakta !.. Çünkü bendeniz bu vesile ile, her gün afiyetle yediğiniz zehirlerden bahsediyorum sizlere.. Her yıl kaç milyon kişinin bu yüzden tıbbın pençesine düştüğü ve erken öldüğünü, sizin tahminlerinize bırakıyorum. O zaman, yüzyılı aşkındır böyle bir ölüm senaryosu zaten kurgulandıysa, Korona da kim oluyormuş, derken sanırım, çok abartmadık galiba diyeceğiz !..
35 yıl boyunca bizim bahçemize bir gram kimyasal ve suni gübre girmedi.. Artık doğa, onun düşmanı değil, dostu olduğumuzu anlamıştı ve inanın, sözümüzü dinlemeye başlamıştı âdeta İlk defa misafirimiz olup ta bahçemizde yetişen domatesin tadına bakanlar, “işte domates buu !..” diye haykırırdı nedense !.. Çünkü, marketten aldıkları domatese benzeyen kırmızı şeylerin, domates olmadığını ancak böyle anlıyorlardı !..
Karar sizlerindir.. Yine inanın ki; her şeye muhtaç hale gelen bir ülkeden, tümüyle kendisine yetebilen bir ülkeye evrilmek, hiç de zor olmayacaktır... Aklımız bize dâimâ yetecektir. Yeter ki kullanmasını bilelim. Örnekler üzerinden hareketle, bu topraklara Allah vergisi olarak bahşedilenleri en doğru şekilde kullanmaktan başlarsak, vahşi dünya gerçekten bizi kıskanacaktır.. Doğa kucağını açmış, bizleri beklemektedir.. Yerden bol bir şey olmadığını da, bir önceki makalemde, hesapları ile birlikte uzun uzun anlatmıştım... Bu yola çıkabildiğimizde, halkımızın zihin ve beden sağlığı sayesinde, teknolojide ilerlememiz ve sadece söz dinleyen değil, sözü dinlenen bir ülke haline gelmemiz, hiç zor olmayacaktır !..
Elbette bir günde değil.. O yüzden, böylesi yapısal devrime, İkinci İstiklal Savaşı demek de bence, hiç yanlış olmayacaktır..
Y. Mimar
Çelik Erengezgin
0533 300 44 24
www.erengezgin.net
KORONA’NIN ÖĞRETTİKLERİ
SERA REZALETİ ve HOŞ GELDİN 5G !..
1 Nisan 2020
Keşke bu yazdıklarım, 1 Nisan şakası olsa sevgili dostlarım.. Dünyada tarım ve hayvancılık için ne kadar bol yer ve imkân olduğu insanlığa unutturulup, önce yer üstü seralarındaki tıkış tıkış raflarda, “son çaremiz” olarak yutturulan, giderek “topraksız tarımla devam eden” ve “güneşsiz tarıma doğru giden” çılgınlık, sonunda yerin altına da indi ve doğa ile tüm ilişkileri kopartılarak, yediğimiz sebze, meyve ve tahıllar, tamamen kapalı ortamlara hapsedildi !.. Evvelce topraktan alamadığı sanılan gıdayı, ilaç verir gibi kimyasal yöntemlerle “vallahi doğaldır” yutturmacası ile, dış dünyadan tamamen yalıtılmış ortama veren ve bunu “bilimsel başarı” sanan insanlık hâinlerinin varlığından haberdar olmalı ve onların reklâm aracı olmaktan, özenle kaçınmalıyız !..
Marifetmiş gibi, “Seradan bunlaar !” diye satılan turfanda sebze ve meyvaların hangileri bu kimyasallardan nasibini aldı, bilmek mümkün değildir.. Bu düzene destek olanlar ise, ilgili tarım odaları ve kuruluşlarıdır maalesef. Her ikaza karşılık sürekli savunmaya geçmektedirler nedense. Yüreğiniz kaldırıyorsa, ve çocuklarınıza olsun acımıyorsanız, yemeye devam edebilirsiniz !.. Şu anda yaşadıklarımız sadece, bir ara sonuçtur. Bu sonuçları doğuran asıl sebepleri sorgulamadan asla çözüme ulaşamayız. Küresel güçler tarafından tüm insanlık esir alınmış ve kendi evlerinde tutuklu bir tecride mahkûm edilmiştir sonunda. Ölümcül bir kaostan doğması beklenen, ekonomik zafer uğruna !..
İşte, kendi ağızları ile yaptıkları hainliğin, itiraflarından en meşhuru.. !.. 1970 li yıllarda Henry Kissinger kongreye hitap ederken; eğer uluslara hükmetmek istiyorsanız ENERJİ KAYNAKLARINA hakim olmalısınız. Şayet tüm insanlığa hükmetmek istiyorsanız, GIDALARINA hâkim olmalısınız demişti. Çok değil, 50 sene önce !.. Bu süreçte genetik mühendisliği birçok gıdaya müdahale etmiş, GDO lu tohumları piyasaya sürerek ve dünyaya yayarak, tarımsal üretimleri de tekellerine almıştı. Ülkemiz örneğinde de; 1947’de planlanan ve 1948’den itibaren A.B.D Marshall Yardımı adı altında, hangi genlerimizi mutasyona uğrattığı hâlâ bilinemeyen sentetik gıdalar olan; süt tozu, ve margarinler başta olmak üzere; hibrit tohumlar, sonra da tarım ilaçları ve kimyasal gübreler piyasaya sürülmüştür. Bunların sonucu olarak hastalıklar yaygınlaşınca da, ilaçları pazarlayarak; insanlığı da ve elbette ülkemizi de ilaca bağımlı hale getirmişlerdir. Bilinmelidir ki bugün dünyanın en büyük silahı tohum ve İlaçtır. Genetiği değiştirilmiş tohumlar, bağışıklık sistemimizi zayıflatmakta, giderek çökertmeye çalışmaktadır. Böylece mikrop kapmamızı da çok kolaylaştırmaktadır.. Bir Kızılderili ata sözünde olduğu gibi, doğaya karşı açtığımız savaşı kazandığımızda, kaybeden biz olacağız dostlar !...
Sanırım bu yazının sonuna geldiğinizde, kurtar bizi Korona’dan değil, kurtaralım kendimizi mevcut rezilliklerden dememiz daha doğru olacak.. Şu da akla gelmiyor değil, ille de hastalanmak için 3-5 kilo sera domatesi yemeniz hiç gerekli değil. Size bir kaşık tuzruhu verelim, en kestirme yoldan cennete gidersiniz mi diyelim acaba ?. Çünkü maalesef şu sıralar yediğiniz sera sebzeleri de aynı muameleden geçerek sofralarınıza ulaşıyor.. Makalemin sonuna linkini eklediğim seracı kardeş de, bunu itiraf ediyor zâten..
UYANALIM ARTIK !..
VAHŞİ BATININ İLK SALDIRISI ve ELBETTE DEVAMI..
528 sene önce vahşi batının adam sanılan temsilcisi Kristof Kolomb Amerika kıtasına ulaştığında, sözüm ona medeniyet götürmeye giden papazların da inanılmaz katkısı ile, Kızılderililerin nasıl yok edildiğini bir öğrensek, batının şimdiki hainliğinin, çok ama çok küçük ölçekte kaldığını hemen fark edeceğiz ve davranışlarını hiç yadırgamayacağız.. Sanırım bir ara, o konuyu da gündeme taşımak gerekecek !..
Açıkçası, bu makaleyi yazmaktaki amacımın bu gece olsun uykunuzu kaçırmak olduğunu söylersem, hiç şaşırmayınız. Belki bundan sonra yediklerinize daha dikkatli gözlerle bakarsınız ve seçici olursunuz. Böylece, en doğru şeyin doğal koşullarda yaşayarak bu ihtiyaçlarınızı bizzat karşılamanın çok daha doğru olduğunu ve bunun hiç de zor olmadığını hep birlikte idrak ederiz.. Bu vesile ile, Köy nüfusu % 8’e indiğinde, kalkınmış oluruz diyebilen, “şapkamı gaptırmam” derken vatanı kaptıran Demirel benzeri vatan hainlerinin de hangi bedelle batının uşağı olduğunu anlamış olur bu toplum..
Soframıza konan, yediğimiz birçok yiyecek zehir içeriyor ve saçıyor. Çünkü bitkilerin zararlılardan korunması amacıyla kullanılan kimyasal ilaçlar, insanlara çok daha fazla zarar veriyor. Çünkü belli bir zararlıya karşı kullanılan Pestisid denilen şey, yalnız onu öldürmekle kalmayarak, pek çok zararsız canlıyı da öldürmektedir. Böylece ; tarlalar, nehirler, göller, yer altı suları ve denizler, zehir deposuna dönmektedir. Artık dünyanın sağlığını da ne kadar düşündüğü şüpheli olan Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmalara göre, her yıl 30 milyona yakın insan tarım ilaçlarından zehirlenirken, 100 bin kişi de yine bu yüzden hayatını kaybediyormuş. Her yıl da, artarak devam ediyormuş ölümler !.. Tarımda; ilaç, ticari gübre, hormonlar ve diğer sentetik maddeler yani Kimyasal Tarım İlaçları kullanılarak yapılan üretim, sebze ve meyvelerin doğal yapısını elbette bozar. Peki onlara beslenen milyarlarca insanın sağlığını bozmaz mı ?..
Özellikle sera üretiminin yoğun olarak yapıldığı yerlerde toprağa milyonlarca litre kimyasal ilaç atılıyor. Ayrıca gıdalarda hormon kullanımı da günden güne artıyor. Zararlı etkileri kanıtlanmış hormon ve ilaçların bilinçsiz ve aşırı kullanımı sonucu içi boş ve kof domatesler, hormonlarla irileştirilmiş, kimyasal ilaçlarla sarartılmış çekirdeksiz üzümler, azotlu gübrelerle yetiştirilmiş patlıcanlar, salatalıklar, biberler, alışılmamış irilikte meyveler, manav tezgâhlarını süslüyor. Sebze ve meyveleri yıkanarak yenmesi bile, bunların etkisini hiç azaltmıyor maalesef. Çünkü zehir artık kabuğunda değil, yediklerimizin bünyesindedir.
Özellikle turfanda meyve ve sebzelerde, mecburen hormon kullanılıyor. Çiftçilerin yanlış ilaç kullanımı veya uygulamasıyla soframızdaki sebzeler kansere, gen mutasyonuna, üreme bozukluklarına, akut ve kronik zehirlenmelere yol açabiliyor. Ayrıca ilaç kalıntılarının; insana, diğer canlılara ve çevreye de pek çok zararlı etkileri ortaya çıktı. Bu ilaçların maalesef hepsi değil sadece bazıları, yurtdışında kanser yapıcı etkileri nedeniyle yasaklandıktan sonra, Türkiye’de de yasaklamak akla geldi !..
Bitkisel ve hayvansal besin maddelerinin üretimi ve tüketimine kadarki süreçte, bitkilere zarar veren ve besin değerini bozan; böcek, mantar, mikroorganizmalar gibi canlı organizmalara karşı kullanılan bütün kimyasal maddelere “Pestisid” adı verilmektedir. Kimyasal olarak dayanıklı olmaları yüzünden, yağda yüksek, suda düşük çözünürlüğe sahip olmaları ve vücuttan atılımlarının yavaş olması nedeniyle çevrede ve canlılarda birikerek uzun süre etki göstermektedirler. Sinir sistemi üzerindeki etkileri ile, iletimi bozmakta ve özellikle beyin üzerinde toksik etki yaratmaktadırlar. Suda pek fazla çözünmediklerinden dolayı da her tarafa taşınıp yayılırlar. Bu yüzden, deniz ve göl sularında fazla miktarda birikmekte ve en büyük zararı da buradaki canlılara vermektedirler. Balıkların yağ dokusunda çok fazla birikerek toplu balık ölümlerine yol açabilmektedirler.
KİMYASAL TARIMA MAHKÛM MUYUZ ?..
Görüldüğü gibi, kimyasal tarım ilacı kullanmak, üretimi arttırabilmekte, ancak bu kullanım, insan ve çevre sağlığında da ciddi problemler oluşturabilmektedir. Kimyasal tarım ilaçları, önerilen dozların üzerinde kullanıldıklarında, gerekmediği halde birden fazla kimyasal tarım ilacı birbiriyle karıştırılarak kullanıldığında ve son ilaçlama ile hasat dönemi arasında bırakılması gereken süreye uyulmadığı durumlarda, gıda maddelerinde daha da fazla miktarda kalıntı bırakabilmekte ve bu gıdalarla beslenen insanlarda, akut veya kronik zehirlenmeler meydana gelebilmektedir.
·
Kimyasal tarım ilaçları, doğrudan gıdalar vasıtasıyla insan vücudunda birikmektedir. Tüketime hazır hale gelen bitkisel ve hayvansal gıdalardaki ilaç kalıntısı düzeyine, ürünün çeşidi, ilacın özellikleri, iklim koşulları, ilaçlama ile hasat arasında geçen süre gibi faktörler etki etmektedir. Kontrollü bir şekilde uygulandığında bile, gıdalarımızda ilaç kalıntısı bulunabilmektedir. Semptomları; kalp atışlarının 150’ye kadar yükselmesi, nefes darlığı, bulantı, kusma, ishal ve kas güçsüzlüğüdür. Sinir sistemine ait semptomlar ise; baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, endişe halidir ve şiddetli zehirlenmeler sonucunda bu süreç, komaya kadar gitmektedir.
Tarımda kullanılan kimyasal maddelerin çoğu, cildi geçerek sisteme karışır. Özellikle yaralı bir yerden bu kimyasalların emilmesi sonucunda, akut rahatsızlık ve ölüm olayları yaşanmaktadır. Tarım işçilerinde büyük bir çoğunlukla; cilt iltihabı, ciltte döküntüler ve kaşıntı hali gözlenir. Ciltte alerjik iltihap vakaları görülür. Çok sayıda pestisid, çeşitli kanser tiplerinden sorumlu tutulmuştur.
1- DNA’da direkt değişikliğe yol açması
2- Kanser yapıcı maddelerin tetiklenmesi ve
3- Vücudun bağışıklık sisteminin etkilenmesi sonucunda,
tümörlere neden olması, çeşitli lösemiler, yumuşak doku sendromu, beyin tümörleri, akciğer, kanseri, mide, kalın barsak, böbrek, testis, prostat, meme, tiroid ve çocuk çağı kanserleri. lösemi, beyin ve sinir sistemi tümörleri.. Unutmamalıdır ki bebekler ve çocuklar pestisidlere erişkinlerden daha hassastırlar. Çeşitli pestisidlere maruz kalanlarda; başta astım olmak üzere solunum şikayetlerinde artış gözlenmiştir. Ayrıca pek çok Parkinson hastasında, çevresel faktörlerin etkisi saptanmıştır. Bunlar, çocukların nörolojik gelişimini de olumsuz etkiler. Çocuklarda fiziksel gelişim bozukluğu, çeşitli derecelerde göz-el koordinasyon kaybı ve hafıza bozukluklarında artış ispatlanmıştır. Hem direkt olarak üreme organlarını etkileyerek hem de hormonal fonksiyonu bozarak üremeyi aksatabilirler. Düşükler, gelişim geriliği, doğumsal anomaliler görülebilir. Erkeklerde kalıcı kısırlık gelişebildiği de gözlenmiştir. Erkeklerde sperm hareketliliğini ve canlılığını azalttığının ve ciddi nörolojik etkilerin ortaya çıktığının belirlenmesi üzerine bazı tarım ilaçları Amerika’da yasaklanmıştır. Doğrudan hasta olan milyonları ve etkilenen milyarları tahmin edince;
YETERİNCE UYKUMUZ KAÇTI UMARIM !..
Bu hakimiyet savaşında insanlığa en kolay müdahalenin de, seralar yolu ile, yani dar alanlarda olabileceğini sonunda keşfeden medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar, bu makaleme eklediğim videoda anlatılan seviyeye, maalesef çoktan gelmiştir.
Bu seraların, insanların ilaç endüstrisinin kucağına oturmasına ve kaçınılmaz erken ölümlerine vesile olarak, en büyük zafere ulaşacağını ve Azrail liginde şampiyonluğu daima koruyacağını bilmeliyiz.. O yüzden, dünya genelinde şu anda 45.000’i geçmeyen KORONA kurbanlarına fena halde kafayı takıp, her yıl gıda zehirlenmelerinden ve ayrıca insanlık dışı davranış ve müdahalelerden dolayı ölen milyonları ve sonunda ulaşılacak milyarları göz ardı etmekteyiz..
Aman dikkat !.. Her ülke için en değerli stratejik değerler; Tohum,Toprak ve Su’dur.. Şu an yaşadıklarımız da aslında, tüm insanlığa karşı başlatılan biyolojik saldırının sadece küçük bir parçasıdır. Doğal yaşama yapılan her saldırının sonuçları çok ağır olmaktadır. Çözüm; öncelikle, toprağımızla buluşarak ve ülkemize sahip çıkarak, kendimize tamamen yetebilmenin ön şartı olarak, enerjimizi üretebilmekle başlayıp, giderek yerel ve atalık tohumlarımıza sahip çıkmak ve böylece, toprağımızı ve sağlığımızı geri kazanmaktır. Giderek ekolojik bağımsızlığını da ilan edebilen, deprem dahil, hiçbir yaşamsal risk taşımayan bir vatana kavuşmaktır. İnanın, hiç de zor olmayacaktır..
.
GELELİM 5G’YE !..
35 yıldır bilgisayar kullanan birisi olarak, son zamanlarda, özellikle hızlı haberleşme yaygınlaştıkça, bambaşka nedenlerle ölümlere, hatta beklenmedik yangınlara sebep olmaya başladığı söylemlere ve bir önceki makalemde, gelecekteki en büyük saldırıların, nükleer silahlarla değil, virüslerle olacağı kehanetinde bulunan Bill Gates tarafından geliştirilen 5G sitemlerine de değinmek isterim. İki dev sorunun bir kaynakta birleşmesi, apayrı bir merak konusudur !.. O yüzden Bil Gates’in de, kendi kararı ile, yönetim kurulu başkanlığından istifa edip, yine kendi kurduğu hayır kurumunun başına geçmesinin, aklın ve vicdanın bir jesti olma ihtimalini yok sayamıyorum...
Dalga frekansları arttırıldığında, biyolojik saldırının benzeri semptomlar yaşanmaya başlamakta, erkeklerde üreme yeteneği azalmakta, kadınlarda da doğurganlık düşebilmekteymiş.. Ayrıca, kalp ritminde bozulmalar başlamakta ve kanser riski de artmaktaymış deniyor sevgili dostlar !.. Kolayca anlaşılacağı gibi, medeniyet maskesi altındaki saldırılar gittikçe artmaktadır.. 2G'nin de 3G’nin de, kendisine atanan on frekansı var. 4G'nin ise, en fazla beş. Ancak, 5G'nin FCC Uluslar arası İletişim Komisyonu tarafından atanan 3000 mikrodalga frekansı var. Bu yüzden 5G, oksijen molekülü ile rezonansa girip, insan vücudunun, oksijeni çok daha az kullanmasına sebep, olan ters bir polarite vermekte. O yüzden 5G kullanımı, sokak seviyesindeki insanların boğulmasına kadar gidebilen bir süreci başlatmakta, düşük dozlarda ise, düşük oksijen alımı ile, grip benzeri semptomlara yol açmaktaymış. Benzer bir durumun, toksinler ürettiği belli olan mikrodalga fırınlarda da yıllar önce yaşandığını hatırlayacaksınız. O nedenlerle aklımızı kullanıp, yeni satın aldığımız mikrodalgayı, rahmetli eşimin de kesin kararıyla çöpe atmıştık.
Aktarıldığına göre, Wuhan’daki insanlar, Korona’dan ötürü evlerine kilitlendiklerinde, yeni çıkan 5G telefonlarına ve internet bağlantılarına yoğunlaştıkları ve böylece şehrin, çok daha fazla 5G WIFI radyasyonuyla dolup taştığı söyleniyor. Bundan ötürü de, daha fazla insan hastalanmış, hatta ölmüş deniyor !. Daha önce hiç hastalığı olmayanlar bile, bünyede yaratılan oksijen eksikliğinden dolayı, hastalanmış. O yüzden, 5G'lerini kapatmış ve iletişim kurmak için sadece 3G ve 4G sistemlerini kullanmaya dönmüşler. Böylece 5G'nin, Korona’nın da önünü açan temel neden olduğunu herkes öğrenmiş deniyor. Bu konuyu yarın, doğrudan Wuhan ile irtibata geçip teyit edeceğiz ve sonucu sizlerle paylaşacağım..
Bu yüzden bence akıllı telefonlarınızı, çocuklarınızın kullanımına apayrı bir özen göstererek, mecbur kalmadıkça kapatın veya kendinize ve diğer insanlara olan radyasyon etkisini azaltmak için, kullanmanız gerekene kadar olsun, bir alüminyum torbada saklayın lütfen.. Başkalarını korumak için sadece ellerinizi yıkamanın yanında yapmanız gereken diğer önemli şeyin de bu olduğunu söylüyor uzmanlar..
Bütün bunlar sanki, en köklü çarenin doğal yaşamı seçerek, gerçek özgürlüğe kavuşmak olacağını anlatmaktadır bize. Çok mu zor ? Hiç sanmıyorum.. Bu bir tercih meselesidir.. Karar hepimizindir..
ÜLKEMİZDEN BİR ÖRNEK..
Sevgili dostlar, bu konularda şiddetle ve hiddetle muhalefet eden birisinin, ticari bir kaygıyla değil, yaşamsal bir deneyim ve insâni refleksle haykırdığını bilmenizi isterim.. 40 sene önce, atamızın dedemizin en az 300 yıllık mekânı olmasına rağmen, yanlış yönetimler sonucunda kaotik sürecin çoktan başladığı İstanbul’dan, âdetâ canımızı kurtarmacasına kaçarak, Bursa’nın Ürünlü köyüne yerleşmiştik. Rahmetli eşimin kararı ve cesareti ile sonradan olma köylü olduk ama, ilginçtir ki köylümüze de köylülüğü öğretti rahmetli eşim. Beş tane otun adını ancak bilen teyzelere, en az yetmiş tanesinin neye yaradığını anlattı. Neden para veriyorsunuz ilaçlara deyip durdu onlara.. 25 sene kadar önce çocuklarımız, üniversite için İstanbul’a gitmek zorunda kaldılar. Bir gün kızım büyük bir telaşla telefon etti. “Baba, sana bir şey söyleyeceğim. Grip diye bir hastalık varmış. Herkes yatıyormuş. Biz niye olmuyoruz” diye sordu büyük bir şaşkınlıkla.. İşte doğada yaşamanın ve doğal beslenmenin tıbbi sonucu buydu !.. İlaçla mı, özel tedavi ile mi, sihirle mi sizce ?.. Yoksa doğa ile kucak kucağa bir yaşantıya 5-6 yaşlarından itibâren kavuştukları için mi ?.. O yüzden neyin doğal ve faydalı neyin de kimyasalların bin bir türlü hain katkısı ile, sözüm ona verimini, yâni asılında ticari getirisini arttırırken, insan hayatı ile maksatlı olarak nasıl oynandığını anlatıyordu bu durum.. O yüzden bu gönderiye lütfen, insanlığın bir isyanı gözüyle bakınız. Size kış ortasında, yâni inanılmaz turfanda !, renginden başka hiçbir şeyi domatese benzemeyen kırmızı bir şeyin yerine, en son icat bir başka sebze satmaya kalkanlardan birisi gözü ile değil ..
Bence en sonunda hep birlikte anlayacağız ki, böyle seralarda yetişen ürünlerin yanında, Korona çok masum kalmakta !.. Çünkü bendeniz bu vesile ile, her gün afiyetle yediğiniz zehirlerden bahsediyorum sizlere.. Her yıl kaç milyon kişinin bu yüzden tıbbın pençesine düştüğü ve erken öldüğünü, sizin tahminlerinize bırakıyorum. O zaman, yüzyılı aşkındır böyle bir ölüm senaryosu zaten kurgulandıysa, Korona da kim oluyormuş, derken sanırım, çok abartmadık galiba diyeceğiz !..
35 yıl boyunca bizim bahçemize bir gram kimyasal ve suni gübre girmedi.. Artık doğa, onun düşmanı değil, dostu olduğumuzu anlamıştı ve inanın, sözümüzü dinlemeye başlamıştı âdeta İlk defa misafirimiz olup ta bahçemizde yetişen domatesin tadına bakanlar, “işte domates buu !..” diye haykırırdı nedense !.. Çünkü, marketten aldıkları domatese benzeyen kırmızı şeylerin, domates olmadığını ancak böyle anlıyorlardı !..
Karar sizlerindir.. Yine inanın ki; her şeye muhtaç hale gelen bir ülkeden, tümüyle kendisine yetebilen bir ülkeye evrilmek, hiç de zor olmayacaktır... Aklımız bize dâimâ yetecektir. Yeter ki kullanmasını bilelim. Örnekler üzerinden hareketle, bu topraklara Allah vergisi olarak bahşedilenleri en doğru şekilde kullanmaktan başlarsak, vahşi dünya gerçekten bizi kıskanacaktır.. Doğa kucağını açmış, bizleri beklemektedir.. Yerden bol bir şey olmadığını da, bir önceki makalemde, hesapları ile birlikte uzun uzun anlatmıştım... Bu yola çıkabildiğimizde, halkımızın zihin ve beden sağlığı sayesinde, teknolojide ilerlememiz ve sadece söz dinleyen değil, sözü dinlenen bir ülke haline gelmemiz, hiç zor olmayacaktır !..
Elbette bir günde değil.. O yüzden, böylesi yapısal devrime, İkinci İstiklal Savaşı demek de bence, hiç yanlış olmayacaktır..
Y. Mimar
Çelik Erengezgin
0533 300 44 24
www.erengezgin.net