(‘FAİZ ile geçen nice yıllar, TOKİ-Diyanet ve…’ konusunda yazmaya devam edeceğim ama dün/bugün, bence çok önemli bir gelişme oldu, sonunda ‘bir vakfa bile kayyım atandı’! Konu ve yapılan hata o kadar önemli ki; ‘hukuk ve şeriat bilen herkes’ bunu çok iyi bilir! Aslında ‘Şehir Üniversitesi’ ve ‘VAKIFLAR’ konusunda yazacaklarım o kadar çok ki! Ama her iki konuda da dolaylı olarak da olsa ‘taraf’ olduğum için susma yani yazmama hakkımı kullanıyor ve şimdilik yazamıyorum. Çünkü Şehir Üniversitesi’nde okuyan evladım var yani orada veliyim. Vakıf meselesine gelince; kendim bir vakfın (İslam Medeniyeti Vakfı) başkanı olduğum için bu konuda da -dolaylı olarak da olsa- ‘taraf’ sayılırım. Vakıf konusunu da ‘özel’ olarak BSV merkezli olmak üzere yazmayacağım ama gerekirse ‘genel’ olarak yazarım. Şimdilik sadece bugünkü yazının başlığında “Vakıflara dokunmak hayırlı değildir” diyen Fehmi Koru’nun yazdıklarıyla iktifa ediyorum ve sizi o yazı ile baş başa bırakıyorum…)
“Vakıf bizim kültürümüzün ürünüdür
Her şeyden önce kültürümüzün ürettiği ve başka ülkelere de örnek olmuş ‘vakıf’ geleneğini zedeleyecek bir tasarruf bu.
Vakıf bize özgü bir kurumdur. Şimdilerde başta ABD olmak üzere pek çok Batı ülkesinde ölümlerinden sonra da hayırla yâd edilmek isteyen kişilerin servetlerinden bir bölümünü ayırarak oluşturdukları vakıflar, Osmanlı’da yaygın hale gelmesinden sonra dikkat çekince, taklit yoluyla Batı’ya geçmişti.
Bu kurumun özelliği kurucusuyla ilişkisinin kıyamete kadar korunacağı kabulüdür.
‘Siyaseten katl’ uygulaması sebebiyle devlet adamlarının makbul iken kolayca maktul hale gelebildiği dönemlerde, aile fertlerini koruma ve kollama amacına da yaradığı için yaygın biçimde kullanılmıştı vakıflar. Tarihimizde, kurucusunun siyasette en kötü muameleye uğratıldığı ortamlarda bile, onun kurduğu vakfa dokunulmamıştır.
Ayasofya konusu ne zaman tartışma ortamına girse, aralarında onunla ilgili olanın da bulunduğu Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu vakıflar üzerinden vakıfların dokunulmazlığı gündeme getirilmiş, vakfa dokunmanın, onu kurucusunun amacına aykırı muameleye maruz bırakmanın, ‘tağyir ve tebdil’ etmenin bedduayı hak edeceği hatırlatılmıştır.
Şimdi yapılan, vakıf statüsünde olan BSV’nin kuruluş maksadına aykırı bir tasarruftur.
Durumdan vazife çıkaranlar mı var?
İnsanın olduğu her yerde sorun da çıkar, ihtilaf da yaşanır, birlikte yola çıkanların farklı istikametlere doğru evrilmeleri de mümkündür. Dünün dostları, yakın arkadaşları bugünün hasımları haline dönüşebilir.
Geçmişte o durumda olanların kelleleri bile vaktiyle birlikte oldukları güç sahipleri tarafından alınabiliyordu. Bugün çok şükür öyle bir durum söz konusu olmuyor.
Kellelere dokunulmuyor, ancak hoş kaçmayan başka yanlışlıklara başvurulabiliyor.
Oysa her durumda gözetilmesi gereken ölçü adaletli davranmaktır. Birilerine duyulan husumetin o insanlara karşı adaletsiz davranmayı getirmemesi beklenir. Vaktiyle aynı siyasi yolda birlikte yürümüş olanlar, herhangi bir sebeple uzak kulvarlara savrularak birbirlerinden uzaklaşmış iseler, aralarındaki sorunu siyaset alanı içerisinde kalarak çözmelidirler.
Bu yazdıklarımı, konunun ne kadar hassas olduğunu, Şehir Üniversitesi ve BSV konusunda kararlar alanlar en az benim kadar bilirler. Zaten yazıya ‘sürpriz’ sözcüğünü birkaç kez tekrarlayarak girmemin sebebi de bu durum. Neleri yapmaya ve neleri yapmamaya mezun olduklarını pekâlâ bilen insanların bu tür bir cezalandırma yoluna başvurmaları için kullanılabilecek tek sözcük ‘sürpriz’ olabilir çünkü.
Tabii bu, ölçülerden habersiz veya haberli olsa bile yakın göründükleri iktidar cenahına zarar vermeyi kafaya koymuş birilerinin durumdan vazife çıkartarak yanlış olduğunu bile bile uygulamaya koydukları bir tasarruf değilse…
Hatırlatırım: Vakıflara dokunulamaz.”
Not: Konu gerçekten çok önemli ve sadece Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak istisnasız herkesi doğrudan ilgilendiriyor; dikkat!