Ne diyorduk? Bu yazılar birkaç vesileyle yazıldı ve bu konuda yazılacak o kadar çok şey var ki… ADİL DÜZEN çalışmaları resmen 1967 yılında başladı ve bugünlere gelindi… Erbakan Hoca ile yoğun çalışmalar 1980’li yıllarda başladı ve devam etti… Erdoğan’ın menfi çalışmaları 1990’lı yıllarda (ERBAKAN’I ADİL DÜZEN’DEN VAZGEÇİRME raporlarının yazdırılması ile) başladı ve halen devam eden Erdoğan çalışmaları ve gelişmeleri…
“Erdoğan; geçmiş-gelecek ve ADİL DÜZEN” başlıklı üçüncü yazımın yayımlandığı bugün, tevafuk eseri olsa gerek, “Erdoğan, ‘hangi mahalleye’ mensup?” başlıklı genel bir değerlendirme yayımlandı. Bu köşenin dikkatli okuyucuları, yazının yazarını tanıyorlar; Kosovalı Ocak Medya yazarı Adelina Sfishta. Adelina Hanım’ın değerlendirmelerini okuyalım:
Kaldığımız yerden devam ediyoruz…
“Artık “sistem” yönetime gelmelerine kapıyı araladı ama tetikteydi.
Ana eksenini “yenilikçilerin” teşkil ettiği AK Parti “demokrasi ekseninde buluşmuş” muhtelif görüşlerden oluşmuş, “heterojen bir yapı” tarafından yönetiliyordu.
Sistem için tehlikesi azalmıştı. Özgürlüklerin yolu AB’den geçiyordu.
Avrupa Birliği bu ekibin “stratejik hedefi” oldu.
Demokrasi, özgürlükler, haklar, AB kriterleri, dini özgürlükler, ordunun ülkenin üstündeki vesayetinin kaldırılması, Kürtlerle haklar ve özgürlükler zemininde yeni bir süreç başlatılması vb. Velhasıl yepyeni bir Türkiye’ye yelken açılmıştı.
Erdoğan’ın tabiri ile “artık ülke takeoff” durumundaydı.
Başta Avrupa ve Amerika, Erdoğan’ı el üstünde tutuyor, ondan çok şeyler bekliyordu. Destek çok güçlüydü. Obama Erdoğan’ı en güvendiği lider ilan etmişti. Türkiye içinde de her kesimden Erdoğan’a destek artıyordu. AK Parti oyları %50’lere doğru tırmandı.
Kesintisiz, bileği bükülmez, yenilmez bir siyasi iktidar doğmuştu.
Bu dönemde Erdoğan “demokrat mahalleye” mensuptu.
Ancak “zaman hükmünü sürdü” ve belki de “iktidar-güç zehirlemesi” AK Parti’yi de, Erdoğan’ı da etkiledi.
AK Parti’nin kuruluş aşamasında oluşturulan “kadro alaşımı” itibarsız görülmeye, sistem dışına itilmeye başladı. “Kendimiz yaparız” anlayışı ana gövdeye hâkim olmaya başladı.
2011 yılından itibaren bambaşka bir AK Parti vardı.
Mısır ve Suriye’deki halk hareketlerine “farklı bir çizgide” ve “doğrudan müdahil olma” anlayışı görüldü. Oyun kurucu bir rolün gerekliliğine ve de becerebileceklerine inanıyorlardı. AK Parti kadrolarında ve devlet bürokrasisinde, “öz evlatlar ve dışardan gelenler” çekişmesi gözle görülüyordu.
AK Parti; “demokrat çizgisini terk ediyor sinyalleri” vermeye başlamıştı. “Fetihçi bir anlayış” ve fetihçi anlayışın “fetihçi enstrümanları”; Balkanlardan Ortadoğu’ya, geniş bir coğrafyaya yayıldığı bir zamana girildi.
Parti kadroları ve bürokrasi de bu yeni düşünceye göre dönüşüyordu elbette.
İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, aşağıdaki sözleri ile aslında olan biteni en veciz açıklıyordu: “10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Çünkü bu geçtiğimiz 10 yıl içinde, bir tasfiye süreci ve bir tanımlama özgürlük, hukuk, adalet söylemi etrafında yaptıklarımıza paydaşlar vardı. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. Onun için işimiz çok daha zor.” (DEVAMI VAR.) Bir örnek: https://fehmikoru.com/sehir-universitesine-el-konuldu-da-yarinlara-yanlis-bir-ornek-daha-birakmaktan-baska-ne-oldu/