Veysel İpekçi’ye vuranlar vurdu, dinlemeden vurdular; şimdi Veysel’i dinleme vakti. “Veysel olayı” vesilesiyle, “Vur, fakat dinle” deyiminin anlamını ve kıssasını/hikâyesini “ilgili ve yetkili herkese ithaf ederek” yazacağım. “Vur, fakat dinle” deyiminin anlamı: Ne istersen yap ama önce dinle; harekete geçmeden önce karşı tarafın sesine mutlaka kulak ver.
“Vur, fakat dinle” deyiminin hikâyesi: Tarihteki şehir devletlerinden Atina ve Sparta, kendi aralarında sık sık savaşırdı. Bu iki devlet, büyük devlet İran’ın saldırıları karşısında güçlerini birleştirip Helen Birliği’ni kurdular. Güçlerin yönetimi de Spartalı bir komutana verildi. İran, savaş sırasında, Çanakkale Boğazı’na geçici köprüler kurup büyük bir orduyla Atina’nın üzerine yürüdü. Atina ve Spartalı ordu komutanlarının neredeyse hepsi, bu kadar güçlü bir ordu karşısında tutunmanın mümkün olmadığını, şehri bırakıp daha gerilere çekilmek gerektiğini savunuyorlardı. Birleşik ordunun Spartalı Başkomutanı da katılıyordu bu fikre. Sadece Atinalı Komutan Teomistokil, karşı çıkıyor: “Elimizde 200 parça gemimiz var, İran donanması güçlü ama bizim kadar deneyimli değil, onları denizde savaşmaya zorlayalım; denizde zafer bizimdir!” diyordu. Teomistokil, fikrini iyi anlatabilmek için söz alıp birkaç kez konuşmaya kalkınca, Spartalı Başkomutan çoğunluğun görüşünü öne sürerek artık susması gerektiğini söyledi. Teomistokil: “Susmayacağım!” diye sesini yükseltince sinirlenen Spartalı Başkomutan elindeki bastonu havaya kaldırdı. Bundan korkacak biri değildi Teomistokil. Sesini daha da yükselterek: “Vur, fakat dinle!” diye karşılık verdi. Spartalı Başkomutan, bir kere daha söz verdi Teomistokil’e. Atinalı komutan neden öyle yapmaları gerektiğini sebep ve sonuçlarıyla, ayrıntılı şekilde bir kere daha anlatınca dinleyenler ona hak verdi. Bu tartışmadan sonra, Atina ve Sparta orduları Salamin Deniz Savaşı’ında İran donanmasını yenilgiye uğratarak Atina ve Sparta’nın İran ordusu tarafından işgal edilmesinin önüne geçmiş oldular.
Bu kıssayı/hikâyeyi neden yazdım? “Kıssadan/hikâyeden hisse almak” deyimi de vardır, bir kıssa ile de onu anlatalım. “Kıssa” Arapça kökenli bir kelimedir. Bu kelime sözlükte, hikâye, cümle, olay, durum haber gibi anlamlara gelmektedir. “Hisse” ise pay hakkına düşen anlamındadır. Kısacası olay hikâye gibi şeylerden kendisine düşen pay anlamında bir sözdür.
Kıssa: Afrika’daki bir ülke ve bir kral. Kral, çocukluğundan itibaren bir arkadaşını yanından ayırmazdı. Kralın bu arkadaşı ister kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: “Bunda da bir hayır var!” Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı, kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın başparmağı koptu. Arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: “Bunda da bir hayır var!” Kral acı ve öfkeyle bağırdı: “Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?” Ve arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. “Haklıymışsın!” dedi. “Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi. “Hayır” diye karşılık verdi arkadaşı. “Bunda da bir hayır var.” “Ne diyorsun Allah aşkına?” diye hayretle bağırdı kral. “Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?” “Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene…”