Ne diyorduk? “KUR’AN VE İLİM çalışmalarımız yarım yüzyıldan beri var ve son yıllarda, son on yıllarda günlük ve haftalık olarak devam ediyor; değişik vesilelerle bunu hep hatırlatıyorum… ‘S.O.S.yal Tufan’ seviyesindeki sorunların hayatımızın dinî, ilmî iktisadî, idarî/siyasî yani her alanını sardığını ‘teşhis’ olarak her vesileyle hatırlatıyoruz; ‘tedavi’ reçeteleriyle… KUR’AN çalışmalarımızla, ‘S.O.S.-yal Tufan’ seviyesindeki bu sorunlara önce ‘teşhis’ koyuyor, sonra KUR’AN VE İLİM merkezli ‘tedavi’ reçeteleri üretiyoruz...
‘Teşhis’ dedim de; herkes kendince teşhis koyuyor ama ‘tedavi’ reçetesi üreten yok.
Bugün doğrudan doğruya ‘tedavi ve çözüm’ reçetelerine geçelim; KUR’AN VE İLİM 1037’inci hafta seminer notlarımızla, kalan bölümlerle devam edelim; tedavi niyetine…
Yetmişlerde (1970) bir tarikat şeyhinin daveti üzerine Yalova’nın Ayazma köyüne gittik. Evinde zikir yaptığından dolayı torun, baba ve büyükbaba hep birlikte hizmet ettiler. Ertesi gün baba bizi yola indirdi. Bir yere geldik. “Burası bizim bekçi olduğumuz bahçe, gelin biraz sizlere meyve ikram edeyim” dedi. Biz biraz durakladık, mal sahibinin izni olmadan bize nasıl ikram eder gibi tereddüt ettiğimizi görünce, “Allah bunu bize ihsan etti, bahçenin bekçisi yaptı, ücretimizden ikram edeceğiz” dedi. İşte, İslam anlayışında mülkiyet budur. Biz mamelekin bekçisiyiz, ücretimiz kadarıyla ondan yararlanma hakkımız vardır. Bu ayet (Nur, 29) bu anlayışı teşri etmektedir. Malik olanın görevi mülkün bakımını yapmak ve ondan yararlanmaktır. Tercihen yararlanmak onun hakkıdır. Demek ki malik olma ondan yararlanma hakkından önce, onun bakımını yapma ve onu koruma görevidir. Bu ilkeden dolayıdır ki atıl bırakılan arazileri başkaları değerlendirir (syf. 11). Bir arazi boşsa, maliki kim olursa olsun, onu değerlendirmek, Safa ve Merve arasındaki sa’y kadar vecibedir. Kaybolan hayvanı bulduğunda sürüne katarsın, onu kurtlara bırakmazsın, sahibi çıkarsa alır götürür. Sahibi çıkıncaya kadar ona bakmakla mükellefsin ve onun sütünden, yününden yararlanırsın. Ekilmeyen tarla ve değerlendirilmeyen ormanlar özel mülk içinde de olsa insanlar ormanı tahrip etmemek üzere yararlanabilirler. Devletin, “Bu ormanlar benimdir” deyip halkı içeri sokmama yetkisi yoktur.
Mülkün temeli meskenden başlar. Başlangıçta insanlar ortak alanlarda meyve topluyorlardı. Üretim alanlarında mülkiyet yoktu. Ama ilk yaratıldıklarında evlere sahip olmaya başladılar. Ağaç kovuklarını veya kamışlardan yaptıkları çardakları ev olarak edindiler.
Ayette “gayri meskûnetin” demekle en kıymetli özel mülkiyette bile başkasının yararlanmasını önleyemezsiniz. Arazinizden yol geçiyor, siz öncelikle geçme hakkına sahipsiniz ama başkalarının oradan geçmesini önleyemezsiniz. Hukukta hakku’l mürur (geçiş hakkı) vardır. Şeriatta her zaman, herkes başkasının mülkünden ona zarar vermemek şartı ile yararlanma hakkına sahiptir. Yeryüzü tüm insanlarındır, yararlanma haklarını bölüşmüşlerdir.
Mülkiyete zarar veriyorsa kirayı istihkak eder. Herkes oturmadığı evi, dükkânı veya işyerini kullanmak zorundadır. Kullanmadığı takdirde onu kim kullanabilirse onun kullanma hakkı vardır. Temel kural şudur. Yeryüzü bütün insanlarındır, işgal ettikleri takdirde ondan yararlanma hakları ve öncelikleri vardır. Başkası gelip onları kullanamaz ama boşalttıkları zaman onu başkaları işgal eder, zira gayri meskûn hale gelir. Eğer orada emek harcanmışsa, emek harcayan o yerden yararlanma önceliğine sahiptir.
Meskûn olmak ne demektir? İçine eşya koymak meskûn olmak demektir. Bir atölye üretim yapıyorsa meskûndur. Bir tarla ekilmişse meskûndur. Bir ev içinde yaşanıyorsa meskûndur. Yoksa boş sayılır. Boş bulunursa, işte burada “içtihatlar” devreye girer, “bucak hukuku” devreye girer. Müminler kendi aralarında malikler olarak bekçi olduklarını bilirler ona göre mülkiyet haklarını kullanırlar. Bunun için “İnsanlık Anayasası” çalışmamızda geliştirdiğimiz hükümler vardır. İşletme mülkiyeti ve yararlanma mülkiyeti birbirinden farklıdır. Bu hükümler işletme mülkiyetindedir. Yararlanma mülkiyetinde ise bu hükümler uygulanmaz. Kur’an açıkça işletme mülkiyeti ile yararlanma mülkiyetini ayırmıştır. Batı bu kavramları henüz kavrayamamıştır. Batı hukuku, fıkıhçılardan ne öğrenmişse o kadar bilmektedir. Fıkıhçıların henüz ortaya koymadıklarını Batı duymamıştır bile (sayfa 14).