Bir ay önceki “ana sorunlara çare ve çözümlerimizi” yazdığımız yazı dizimizin (8 yazı) birincisinin başlığı şöyleydi: “Kooperatif-1: Suriye sorunu ve bütün sorunlar...” O yazımızın en başında dediklerimizi tekrar hatırlayalım:
“Suriye sorunu…
Suriyeliler sorunu…
Suriye’de savaş sorunu…
Savaş sonrasında Suriye’deki sorunlar…
Türkiye ve dünyadaki ‘Sosyal Tufan’ seviyesindeki dinî-ilmî-iktisadî-idarî/siyasî sorunlar, bütün bu sorunlarla ilgili çare ve çözümler…
Günlerdir, haftalardır, aylardır, yıllardır ne yapıyoruz?
Suriye sorunu ve diğer sorunlar gündeme geldikçe, bu vesilelerle ilgililer ve yetkililer daha çok duyarlı olurlar, uyarılarımızı ve önerilerimizi daha çok görürler, çare ve çözümlerimizi duymamazlıktan gelmez de daha çok duyarlar diye çırpınıp duruyoruz…”
***
Evet…
Geçen hafta…
Geçen aylar…
Geçen yıllar…
Geçen on yıllar…
Geçen yarım yüzyıl…
Ve… Geçen gün yani dün, meselelerin merkezine ya da sorunların artık her yönüyle S.O.S. veren ‘S.O.S.-yal Tufan’ seviyesine işaret edip uyarılarımızı yaptık…
Dün ve bu yazının yazıldığı bugün pek çok ‘yandaş yazar’ da artık insafa gelip ‘tehlikenin farkına varın’ dercesine ‘siyanürle intiharlar’ ve ‘gıda (ıspanak) zehirlenmeleri’ ile ilgili yazılar yazar oldular!
Demek ki ‘musibetler’ yaşanmadıkça bizim yarım yüzyıllık ‘nasihatler’ pek etkili olmamış ya da ‘ancak etkili olmaya başladı’ mı diyelim ve ümitvar olalım…
Önce gıda (ıspanak vs.) zehirlenmeleri…
Sonra Fati/İstanbul ve Antalya siyanürle intiharlar…
Ve bunlarla ilgili pek çok yazılanlara bugünden bir örnek verelim… Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan, konu ile ilgili bugünkü (9 Kasım) yazısına şöyle başlamış: “Yine de en tuhafı, o dört ölümün ardından, ‘Bir tarikatın kurtarılmış bölgesi olarak bilinen bir İstanbul semtinde, 48-62 yaş aralığında dört kardeş girdikleri maddi krizden çıkamayarak intihar ediyor. Ve Allah, din deyince mangalda kül bırakmayanları bir daha iddiasından vuruyor’ yazan Mustafa İslamoğlu’nun sahibi olduğu Akabe Vakfı’nın ölümlerin olduğu eve uzaklığının 1,5 kilometre olması değildi galiba. Hatta bu, tuhaf bile değildi. Ölümü, o en büyük şarkıyı kendi çıkarı, anlayışı, kadüklüğü için kullanmak niçin tuhaf olsun ki hem? Hatta İslamoğlu’nun ‘iddiasından vurulmak’ dediği an iddiasından vurulduğunu fark etmemesi bile tuhaf değil.”
Yazar, yazısının sonunda şunu da demiş: “Başa döneyim. Bu dört insanın ölümünde toplumsal bir sorumluluğumuz var mı? Bu soruya ‘evet’ cevabı vermemek için vicdansız olmamız gerekir. Elbette büyük bir toplumsal sorumluluğumuz var...”
***
Hep dedik ya; hayatımızın dinî-ilmî-iktisadî-idarî/siyasî her alanı S.O.S. veriyor ama duyması gerekenler duyuyorlar mı, yapılması gerekenleri yapıyorlar mı; yoksa ‘kör-sağır-dilsiz’ davranışlarını mı sürdürüyorlar… Sadece İstanbul ve Türkiye’de değil, bütün dünyada yaşanan sorunlar… ‘SOSYAL TUFAN’ diyoruz biz bütün bu sorunlara; yıllardan beri… “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” çare/çözümlerimizle birlikte… “Summun/bukmun/umyun” müptelaları bu nasihatlere ilgisiz! Binlerce “nasihatlerimize” ilgisizler bir “musibet” beklemekte… Bütün bu S.O.S. seviyesindeki ‘SOS-yal Tufan’ uyarıları hâlâ yetmedi mi?!