Kur’an diyor ki: “... Kimisinin üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Kimisini korkunç bir patlama, bir çığlık bastırıverdi. Kimisini yerin dibine geçirdik. Kimisini de suda boğduk. Ama gerçek olan şu ki, bütün bunları Allah onlara zulüm olsun diye yapmadı; bilakis onlar, kendi öz canlarına zulmediyorlardı.” (Ankebût Suresi, 29/40)
Onlar kendi öz canlarına nasıl zulmediyor ve bu sonuçları nasıl hazırlıyorlardı?
Hadislerden şu “zalim düzen” sonuçları var: 1) Şehirlerin büyük olması… 2) Yüksek binalar yapılması ve özellikle çölden ve taşradan gelen insanların yüksek binalar yapmada birbirleriyle yarışması… 3) Zinanın, çalgıcılığın çoğalması ve farklı isimler altında çok alkol alınması, hatta bunların meşru addedilmesi… 4) Önü alınamaz hastalıkların ortaya çıkması… 5) Bilginin ve bilgisizce şahitliğin artması, fakat ilmin azalması… 6) Devlet veya kamu malının ganimet bilinmesi ve servetin belli ellerde yığılması… 7) Oburluğun ve neticede yağlanıp semirmenin artması… 8) Ölçü ve tartıda hilenin, aldatmanın, emanete riayetsizliğin artması ve güvenin kaybolması… 9) İnsan öldürme, kargaşa ve karışıklık, patlama ve savaşların çok olması… 10) Yere batma ve zelzelelerin çok fazla görülmesi…
O zamanki Van Depremi vesilesiyle Adil Düzen Çalışanı Hakan Kandal arkadaşımız, İSTANBUL DEPREMİ merkezli bir değerlendirme yapmıştı: “Van Depremi aslında Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediği, her şeyin daha da kötüye gittiğinin resmidir. 1999 Marmara Depremi’nde afişe edilen müteahhidin yerine bu sefer başka bir günah keçisi bulunmuştur. Yarın İstanbul depreminde kimler günah keçisi olacaktır? Her şeyin daha iyiye gittiğini iddia edenlerin iflas ettiği noktadır deprem. Van Depremi’yle medyada ve sosyal medyada deprem sonrası bölgeye gönderilen yardımlar ve deprem hakkında yazılanlar Türk halkının röntgeninin çekilmesine imkân verdi. Türk halkı zor durumda kalan insanlara karşı 1999 depreminin de verdiği hassasiyetle daha bir empatikken, siyasi iradenin ve belediyelerin deprem olgusuna karşı aslında hiçbir şey yapmadıklarının bilincinde olmalarına rağmen, bir o kadar da duyarsız ve vurdumduymaz. 1999 Marmara Depremi ülkeye bu anlamda hiçbir şey kazandırmamış. ‘İstanbul depremi’ cumhuriyetin yıkılmasına bile varabilecek sonuçlara yol açabilir. İstanbul Depremi yakında gerçekleşirse vay Türkiye’nin haline…”
Murat Yülek ise “Binalardan önce sistemi sağlamlaştıralım” başlığı altında şu önerileri yapmış: “Depremi özeleştiri için bir fırsat kabul edelim. Önceki depremlerde olduğu gibi Van’daki depremde de binalarla birlikte özel sektör ve kamu sektörümüzün de bir kez daha yıkıldığını gördük. Önce binaları değil sistemimizi/medeniyetimizi sağlamlaştıralım. Bu köşede daha önce, ‘Cumhuriyet döneminde neden güzel kentler geliştiremedik?’ diye sorulmuştu. ‘Güzel’ kelimesi yerine ‘sağlam’ kelimesini de koyabilirsiniz. Amacım cumhuriyeti ya da şu ya da bu hükümeti sorgulamak değil; sistemin/medeniyetin kalitesinin öneminin altını çizmek... Çöküntülerin kamu binalarında yoğunlaşması münferit bir hadise değil... Başka hangi sorun mu var? Fonksiyonelliğinden başlayın, mimarilerine kadar çok sayıda sorunu sayabiliriz. Okullarımız dünyanın en çirkin okulları arasında sayılabilir. Hastanelerimiz ve sağlık ocaklarımız da öyle. Toplu konutlarımızın da pek estetik görünüme sahip olduğunu söyleyemeyiz. Daha sağlam kamu binaları ya da daha iyi yollar yapacak mühendislik ve inşaatçılık kapasitesine, daha güzel binalar tasarlayacak mimarlara sahibiz. Mesele bunların gerçekleşmesini sağlayacak sistemin geliştirilmesinde... Türkiye’nin inşaat şirketleri, Amerika’daki bankacılar (faizciler) gibi, daha çok ve daha ucuza inşaat yapıp daha yüksek fiyata satmak isteyecek. Kamu otoritesinin görevi de bunu engelleyecek sistemi kurmak ve uygulanmasını sağlamak. Medeniyet böyle bir şey. Deprem arada sırada oluyor ve durumun vahametini bize anlatıyor. Oysa sistemin eksiklikleri, esasında her gün milyonlarca insanımızın hayatına değiyor. Sistemi sağlamlaştırmamız gerekiyor. O zaman daha sağlam binalarımız, daha güçlü bir eğitim sistemimiz, daha iyi hastanelerimiz, daha yaşanabilir kentlerimiz olacak. Kısacası, unsurlarına değil sistemin bütününe odaklanmamız gerekiyor.” (Devamı var…)