Sekiz yıl önce yazdığımız altı ‘DEPREM’ yazımızın birincisine (27.10.2011), bize göre çok önemli olan şu uyarı ve hatırlatmalarla başlamışız: “Ülkemizdeki her depremde sadece binalar yıkılmıyor, sadece insanlarımız ölmüyor; ülkemizdeki her depremde, var olan ‘faizli zalim devlet düzeni’ biraz daha yıkılıyor, mukadder ölümüne biraz daha yaklaşıyor… / ‘Faiz, zalim, devlet, düzen’ kelimelerinin geçtiği tırnak içindeki ifadeyi, ‘DEPREM!’ ana başlığı altında birkaç yazı ile ayrıca açıklayacağım…”
Millî Gazete yazarı Abdülaziz Kıranşal, bu yazı serisini yazmaya başladığım bugün (03.10.2019), “Mesele sistemdir. Sistem değişmedikçe hiçbir şey değişmez…” şeklinde sona eren, “Bu sistem Müslümanların hiçbir sorununu çözemez” başlıklı bir yazı yazdı.
Bu yazının tam orta yerinde sistem şöyle özetlenmiş: “Bir sistem düşünün ki, evlenmek isteyen gençlerini faizli düğün kredisine mahkûm ediyor, okumak isteyen gençlerini faizli burslara mahkûm ediyor, ticaret yapmak isteyen tüccarını faizli borca mahkûm ediyor, ev almak isteyen babayı faizli ev kredisine, mobilya almak isteyen anneyi faizli mobilya kredisine mahkûm ediyor, çalışanlarını promosyonlarla, faizli bireysel emeklilik sitemiyle faize teşvik ediyor. Maaşlarınızı ille de faizli bankalardan alacaksınız diyor. Bu sistem faizli kredi kartı taksitlerinin kıskacında inleyenlerin, borç batağında çırpınanların, kirasını ödeyemeyenlerin, evini geçindiremeyenlerin ekonomik sorunlarını çözebilir mi?”
Sekiz yıl önce yazdığımız altı ‘DEPREM’ yazımızın ikincisine şu haberle başlamışız: “BU İHMALLER CİNAYET, enkaza baktığınızda, malzemenin ne kadar kalitesiz olduğunu, o betonun adeta kuma dönüştüğünü, zemin kattaki beton blokların zayıflığından ya da kaldırılmasından bütün bir binanın ve içindekilerin acı fatura ödediğini görüyorsunuz. Belediyeler (devlet/hükümet/siyaset) de müteahhitler (siviller ve kurumları) de denetim elemanları (bürokrasi) da bu ihmallerin cinayetle eşanlamlı olduğunu artık görmek durumundadır... Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan.”
Yazının devamında başka örnekler de verdikten sonra şunları yazmışım: “Anlayanlara; bu üç haber ve beyanat ‘YORUMSUZ’ çok şey anlatıyor. / Nasıl bir ‘SOSYAL TUFANI’ yaşamakta olduğumuzu gösteriyor. / Bu acı itiraf ve olumsuzluklara yorum yazmak içimden gelmiyor. / Sadece bizzat yaşadığım bir-iki örneği kısaca anlatacağım.
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi hemen sonrasında İzmit, Adapazarı, Gölcük, Yalova taraflarına her gidişimde çok şeyler yaşadım, çok şeyler gördüm… / Hele ‘Düzce Depremi’ sonrasında, üstadım Süleyman Karagülle ile o ilçede (şimdi il oldu), Akevler İstanbul Konut Yapı Kooperatifi olarak kendi imkânlarımızla kurduğumuz Depreme Dayanıklı Ahşap Ev örneği mücadelemiz… / Bu mücadelede ‘belediye-bürokrasi-siyasiler-siviller’ ile ilişkilerimizde yaşadığımız ‘deprem’ değil de ‘tufan’ seviyesindeki seviyesizlikler, ilgisizlikler, engellemeler ve daha bilmem neler de neler… / Gördüklerimizin ve bizzat yaşadıklarımızın hepsini yazmaya kalksak onlarca ‘hikâye’ olur veya ‘DEPREM!’ ana isimli birkaç roman olur ama yazsak ne fayda!..”
2005 yılında yani 2011 yılındaki Van Depremi öncesinde yapılan Deprem Sempozyumu’nda uzmanların Van ile ilgili tespitleri şöyle: “Olası bir depremde ilk olarak hasar görebilecek yapı tipleri betonarme binalardır. Bu binalar içerdiği nüfus bakımından kayıpların fazla olmasına olanak sağlayacaktır. Yapı kalitesi son derece düşük bulunmuştur.”
Tespit ve teşhis bu… Sonuç ortada… Van Depremi’nde beton binalar ve okullar yıkıldı… Japonya’da depremde binaları yıkılan halk nerelere sığındı: Okullara...
Bizde ise okullar, yurtlar, öğretmen evleri, devlet lojmanları yani ‘devletin, düzenin, sistemin, bu sistemin yetiştirdiği insanların yani müteahhitlerin ve diğer sorumluların’ yaptığı neredeyse her şey yıkıldı, hepsi yerle bir oldu!
‘DEPREM’ değil, ‘SOSYAL TUFAN’ seviyesindeki ‘tespit ve teşhisler’ böyle…
‘SOSYAL TUFAN’a mukabil ‘tedavi, çare ve çözümlerimiz’ gelecek yazılarda…”
İşte o ‘tedavi reçeteleri olan çare ve çözümlerimiz’ ile devam edeceğiz…