İslam medeniyeti tarihinde devletlerde Adil Düzen-1
Ocak Medya yazarı Mehmet Gündoğdu, 22 Eylül yazısında bu konuyu yazmış. (*)
İslam medeniyeti tarihinde kurulan devletlerde Adil Düzen
“Adalet Mülkün (Devlet’in) Temelidir” özdeyişi ile anılmış ve yönetim biçimi (rejim) kabul edilmiştir. Müslüman devlet adamları ve yargıçları da bu düsturu esas kabul etmişlerdir.
Adil Düzen şu üç temel unsurla gerçekleşir:
- Adil Yönetim
Devlet yönetiminde adalet bütün faziletlerin başında gelir. Nitekim tarih boyunca ve bütün toplumlarda devletin işlevleri içinde en önemlilerinin başında adalet olduğu düşünülmüştür. İslâmî kaynaklarda da ve siyasette adalet ve dürüstlük konusu üzerinde önemle durulmuştur.
İslâm dünyasının önde gelen siyaset düşünürlerinden Fârâbî’nin ifadesiyle, “Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar.”
Mâverdî de; “Herkesi kucaklayan bir adalet uygulaması, fertleri kaynaşmaya ve her bakımdan saygıya sevk eder. Bir ülkeyi zulüm kadar tahrip edebilecek başka hiçbir şey yoktur” diyerek ülkedeki bütün bozukluklarda adaletsizliğin mutlaka bir payının ve etkisinin bulunduğunu ifade ederken evrensel bir gözlemi dile getirmiştir. (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 141).
Toplumun bekasının teminatı olan adalet öncelikle bir devlet işlevidir. Devlet, her vatandaşına hakkı olan geçim imkânlarını, şeref ve itibarını, sağlığını, eğitimini, huzur ve güvenliğini, özgürlüğünü sağlamakla yükümlüdür. Devlet bunları sağladığı ve bunları koruduğu takdirde adil yönetimi gerçekleştirmiş olur.
Devlet yönetiminin, adalet, hak, hukuk, eşitlik ve dürüstlük esasları üzerinde bina edilmesi toplumun ve bireylerin tümünü memnun edecektir. Çünkü insanlar bu deyimlerin ifade ettiği manalara uygun olarak yaratılmıştır. Bundan dolayı insanların fıtratı/yaratılışı; haksızlığa, hukuksuzluğa, eşitsizliğe, zulme, vicdanları yaralayan her türlü yanlışa karşıdır, kabul etmez.
2- Adil Yöneticiler
Adaletin uygulanması ve toplumda yaygınlaşması için yöneticilere büyük görevler düşmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de, Sa’d suresinin 26-28. ayetlerinde, Yüce Rabbimiz, Davud (a.s)’ın şahsında bütün yöneticileri şu şekilde tarif eder: “Muttaki (takva sahibi) bir yönetici, yönetimini adalet ve hakkaniyet ölçülerine göre sürdürür; hüküm ve kararlarında keyfî arzularına uyup Allah’ın tayin ettiği ölçülerden sapmaz.”
Kur’an’da, adaleti emretmeyen ve doğru yoldan sapan kimseler, “dilsiz, yetersiz ve görevini yerine getirmekten âciz” (Nahl, 16/76) bir şahsa benzetilmiştir.
Kur’an’ın ilk muhatabı ve insanlığın rehberi, Hz Muhammed (a.s); “(Herhangi bir konuda) hakemlik yaptığınız zaman âdil olun” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, VI, 40-41.) hadisiyle her hükmün dayanması gereken temel kaidenin adalet ilkesi olduğunu belirtmiştir.
Bundan dolayı Allah Resulü yöneticilere âdil olmaları hususunda sık sık tavsiyelerde bulunurdu. Çünkü yöneticilerin âdil olması bütün toplumu etkilemekte ve yönetenlerle yönetilenler arasında güvene dayalı bir bağ kurulmaktadır.
Âdil bir yönetici, haktan, hukuktan yana ortaya koyduğu adaletli yönetimin olumlu sonuçlarını dünyada fazlasıyla görür. Adaletin egemen olduğu bir idarede, huzur, güven, esenlik, dirlik, birlik olur. Toplum barış içinde yaşar.
Fakat âdil yönetici asıl mükâfatını kıyamette elde eder.
Peygamber Efendimiz; Allah Teâlâ’nın, kendi özel himayesinde tutacağı yedi sınıf insandan ilki olarak Âdil yöneticileri zikretmiştir. (Buhârî, Ezân, 36).
“Zira o, Allah katında en çok sevilen kişidir ve bu sevgi nedeniyle O’nun en yakınında bulunur. O büyük günde Allah’ın en çok kızdığı kişiler ise en şiddetli azaba uğrayacak olan zalim idareciler olacaktır. (İbn Hanbel, III, 23) buyurur.
(DEVAMI VAR)