Mehmed Şevket Eygi yazıları, D-8, F-35 ve aile…
Mehmed Şevket Eygi ile ilgili olarak geçen hafta üç yazı yazdım ve özellikle ikinci yazımın başlığından (Mehmed Şevket Eygi hakkında detaylı çalışma...) da anlaşılacağı üzere, kendisi ile ilgili detaylı çalışmalar yapılması gerektiği üzerinde durdum…
Mehmed Şevket Eygi ile ilgili yazılan iki yazıya bugün (21 Temmuz) de rastlayınca, Millî Gazete bünyemizde bir arkadaşımızın yükleneceği editörlükle, bu yazıların değerlendirilmesiyle bir kitap olabileceğini düşündüm; ilgili arkadaşlarımızın dikkatine…
Mehmed Şevket Eygi’nin aynı zamanda doktoru da olan Ali Akben iki yazı yazdı:
-“Üstadım Mehmed Şevket Eygi” (Yeni Akit, 14 Temmuz)
-“Öğretmen Mehmed Şevket Eygi” (Yeni Akit, 21 Temmuz)
Ali Akben sadece doktoru değil, aynı zamanda çok yakın dostu da olduğundan, kendisiyle ilgili yaşanmış pek çok hatıralar var, onları yazacağı belli oluyor; Mehmed Şevket Eygi ile ilgili olarak önerdiğim detaylı çalışmada kendisinden istifade edilmeli…
Ali Akben’in bugünkü yazısı şöyle başlıyor: “Birçoğunu yerine getiremesem de merhum üstadımdan çok şey öğrendim. Örnek bir öğretmendi. Tenkitleri ve teklifleri olurdu lakin birçok şeye örneklik ederek öğretirdi. Mailleri mektupları ve telefondaki konuşmaları her birinden eksik olan tarafımı düzeltmeye çalışırdım. / Onun yanında çay kahve nasıl içilir? Veya sofrada nasıl oturulur? Çorba nasıl içilir? Yemek yeme hızımız ne olmalı ve tabaklar nasıl temizlenerek nimetin hakkına saygı gösterilir? Tüm bunları onun tedrisinden geçen arkadaşlara incitmeden, rencide etmeden öğretirdi. Sofraya hizmet eden garsonların bahşişini her defasında hatırlatarak gaflete düşmemizin önüne geçerdi.”
Devamında dedikleri şöyle: “Merhum üstadım ile yurtdışı seyahatlerimiz çok olurdu. Bulgaristan seyahatimizde grubumuz kalabalık ve birçoğumuz da kendisinden yaşça küçüktü.”
İşte bu kalabalık tanıdıklarla yaşanmış nice hatıra var; onların bir kısmına ulaşılabilse…
Ali Akben diyor ki: “Örnek hal ve davranışları saymakla bitmeyecek kadar fazla. Ama sayesinde öyle şeyler öğrendim ki, yarısını uygulayabilsem iki dünyada da kazançlı çıkarım.”
Ali Akben’in önceki yazısından iki cümle ile bitireyim: “Onun hal ve gidişinden ve örnek davranışlarından aldığım dersler hiçbir kitapta yazılı değil. Fırsat buldukça sizlerle paylaşarak yokluğunu hafifletmeye çalışacağım.” Bu paylaşımlar takip edilip değerlendirilmeli.
Mehmed Şevket Eygi ile ilgili sözünü ettiğim ikinci yazıyı Karar’dan Beşir Ayvazoğlu yazmış; “Bir estet ve koleksiyoner olarak Şevket Eygi” başlıklı bir yazı. Yazı şöyle başlıyor: “Geçen hafta dünya hayatına veda Mehmed Şevket Eygi, fikirleri, zevkleri, tercihleri, konuşma ve yazma üslûbu, öfkeleri, hatta kılık kıyafetiyle mensup olduğu camiada kimseye benzemeyen, daha da önemlisi düşündüklerini hiç çekinmeden dile getirebilen “nev’i şahsına mahsus” bir entelektüeldi. Karadeniz Ereğlisi’nde orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelip kendini yedi yaşında eskilerin kısaca Mekteb-i Sultanî dedikleri Galatasaray Lisesi’nde bulmuştu. Rahmetli Ahmet Yüksel Özemre gibi, o da “Gassaray”ın nâdir dindar öğrencilerinden biriydi; fakat kültürünü borçlu olduğu lisesine asla toz kondurmaz, ne öğrendiyse bu lisede öğrendiği söylerdi. Kendisiyle yaptığım uzun bir röportajda etkilendiği “İstanbul beyefendisi” hocalarından söz etmişti.” Devamında şu bilgi de var: “Benim tanıdığım Şevket Eygi, D. Mehmet Doğan’ın geçen hafta köşesinde anlattığı gazeteci Şevket Eygi değil, 1974 yılında sürgünden döndükten sonra hayatını bütünüyle kültüre, sanata, kitaba adamış, estetik derdi taşıyan, İstanbul’u devasa bir köye, hatta mezraya dönüştürdüğünü düşündüğü halka şehirliliğin ne olduğunu, nasıl İstanbullu olunabileceğini anlatmaya çalışan bir münevverdi. Kendisiyle şahsen 1985 yılında tanışmıştık.”
Yazımın başlığındaki D-8 konusunu Abdurrahman Dilipak epey farklı yönleri ile bugünkü yazısında dile getirmiş; hep önemsediğim bir konu olduğundan dikkate alınmalı…
“Adil Düzen olsa S-500 de F-36 da üretilmiş olur” dediğim bugün (21 Temmuz), Star’dan Resul Tosun da “Mesele F35’den daha büyük!” demiş; ha şunu bileydiniz…
Yusuf Kaplan, bugünkü yazı başlığında “Aile: Son kale” demiş; KADEM okusun!