Kosovalı ve Balkanlı Adelina Sfishta Hanım'ın bugün de (1 Temmuz) “Saadet Partisi ne yapmalı?” başlıklı yazısını okumaya devam ediyoruz… “Saadet Partisi’ne yönelen teveccüh sadece AKP seçmeninden değil, en çok AKP seçmeni yöneliyor ama, “saplantılı olmayan bütün seçmen tipleri” Saadet’e olumlu bakıyor. İşin sırrı da belki bu “saplantı” meselesinde. Saplantısız seçmen Saadet’e yöneliyor, ama “saplantılı Saadet’i aşamıyor” ya da Saadet duvarlarını o kadar kalın tutuyor ki, insanlar cesaret edip içeri giremiyor. Türkiye’deki toplumun Saadet Partisi’ne gidemeyişinin önünde bunun gibi bazı bariyerler var.
– Toplumun çoğunluğu için, Müslüman olmak, AKP’nin yol açtığı derin travmalara rağmen hâlâ çok önemli. Ancak; “aşırı ayrıntıya boğulmuş”, “siyasallaştırılmış”, “dış politikanın merkezine konulmuş”, “toplumsal mühendisliğin enstrümanı”, “demokrasiye karşı”, “devletçi” Müslümanlığı toplum benimsemez.
– Toplumun büyük bir çoğunluğu Müslümanlığa, “iyi Müslüman=iyi insan” perspektifinden bakıyor. İyi insan geliştiremiyorsa, o dindar hareketin Müslümanlık iddiası da samimi ve güvenilir bulunmuyor.
– Adil Düzen, Millî Görüş, İslam Birliği kurulması gibi kavramlar toplumun içine giremeyeceği kadar karmaşık ve toplumda net karşılığı yok.
– Saadet Partisi’nin, Türkiye ve dünyadaki “diğerleri ile ilişkileri” muğlak geliyor topluma. Saadet Partisi denilince sadece, “dindar bir toplum”, “Müslüman ülkelerle ilişkiler” ve “Batı dünyasına karşıtlık” algısı oluşmuş.
– Yeni nesiller, “Kurtuluş Savaşı şartlarındaki nesiller” değil. Birey merkezli, özgür bir nesil yetişti ve giderek genişliyor. Kutsal devlet kavramı bitti. Askeri disiplini andıran insan ilişkileri ve “devlet haklıdır” anlayışı, bu nesiller için geçerli değil. Bu nesiller, “bizden-sizden” kavramına da çok farklı bakıyor. Kümelenmeleri “bizden-sizden” anlayışına göre olmuyor. Daha liberal bakıyorlar.
– Siyaset mevcut toplum dikkate alınarak yapılır, bunu dikkate almayan siyasi hareketler, konjonktürel büyüme-küçülme yaşayan siyasi hareketler olarak, bazen var-bazen yok oluyorlar.
– Saadet Partisi, toplumu eski başarıları hayal ettirerek bir noktaya varamayacağını görmeli, yeni hikâye acilen toplumun önüne konulmalı.
– Saadet Partisi, toplumun birçok kesimini bünyesine alabilecek şekilde, kurallarını sadeleştirebilecek mi? İslam bireysel bir mesuliyet mi, devlet nizamı mı? Üzerinde en çok düşünülmesi gereken konu.
– Türkiye’deki Kürt toplumu “Müslüman kardeşliği ile ikna edilecek noktayı çoktan aştı”. Saadet Partisi’nin iç ve dış Kürt politikası net değil. Kürt nüfusunu dikkate almayan bir siyasi hareket, Türkiye ve hinterlandını bütünleştiremez.
– Saadet Partisi ve onunla organik bağı olan kuruluşlar, Millî Gazete-TV5 gibi, gerçekten bütün toplumu kucaklayacak şekilde, özgürlükçü olabilecek mi? Devlet’in kutsallığı bu kurumların temel hareket noktası mı?
– Partinin; toplumu ve devleti yönetmek için bir enstrüman olduğu, bu toplumun da çok farklı görüşlere sahip insanlardan oluştuğu gerçeği içselleştirilebilecek mi?
Bunlara başka ilaveler de olabilir şüphesiz. Ama bunlar bize yeterli fikir veriyor, yapılması gerekenler ve geçişkenliği önleyen bariyerler konusunda.
Unutulmasın, Saadet Partisi, hem Türkiye için, hem Balkanlar için, hem Müslüman âlemi için çok önemli bir parti. Bu önem ancak toplumla buluşulabildiğinde gerçek rolünü oynayabilecek.
Saadet Partisi topluma doğru hareket etmek zorundadır. Topluma doğru hareket etmeyen Saadet Partisi’nin, toplum için beklenen rolü oynaması da mümkün olmayacak.
Toplum merkezli siyaset, Saadet Partisi’ni “davasında” daha başarılı kılar.”
Kosova ve Balkanlar’dan bakınca da durum böyle görünüyor.