Kosovalı ve Balkanlı Adelina Sfishta Hanımın bugün de (1 Temmuz) “Saadet Partisi ne yapmalı?” başlıklı yazısını okumaya devam ediyoruz…
“Ama 2012 yılında ne olduysa oldu, Erdoğan Balkanlar’da ‘sadece kendisi için uygun olan dindar kesimleri’ siyasetinin merkezine koydu.
Elbette hem toplumlardan, hem bölge ülkelerinden, hem de bölgede etkili olan ülkelerden direnç gördü ve karşı tepkiler aldı.
Uzun süre düşündüm, Erdoğan’a ne oldu diye. Tercihlerinin akılla ve mantıkla alakası yoktu. Balkanlar’da böyle bir politika yürüyemezdi, nitekim bir grupla sınırlı şekilde bloke oldu.
Bir dostum, Erdoğan ve Saadet Partisi meselesini, Erbakan’ı anlattı. Farkı öğrendikten sonra; ‘bozulan bir şeyle’, ‘derin dondurucuya konulmuş beklemekte olan bir şeyin’ çağrışımı oldu bende. Türkiye’de sosyal medyada çok okunan ve Saadet Partisi’nin muhtelif teşkilatlarında seçmene aktarılan ve de Millî Gazete’de sür manşete çıkarılmış olan ‘Kök Hücre’ yazısı, tarafımdan bu duygular içinde yazıldı. Saadet Partisi sevenlerin yazıyı yeniden okumalarını tavsiye ederim. Daha sonra, Saadet Partisi’nin önemini anlatmaya çalıştığım, aşağıdaki diğer yazılar geldi. (İlk yazıyı, bir diğeri izledi, onu da bir başkası.)
Bu yazılar yazıldığında, Saadet Partisi’nin arzulanan toplumsal prestiji henüz oluşmamıştı, okurken bunu da dikkate almak gerek.
Beni endişelendiren, Erdoğan’ın İslam’a zarar veriyor olması ve Saadet’in rolünü fark etmesiydi.
Erdoğan’ın dış politikaları; “Müslüman olma” parametresi ile Türkiye’nin ilişkili olduğu coğrafyalarda, ‘Türkiye’nin ve onun temsil ettiği Müslümanlık anlayışının’ müthiş bir gerileme sürecine girmiş olmasına da neden oluyordu.
Düşünsenize, 100.000 şehit vermiş Müslüman Boşnaklar, 25.000 şehit vermiş Müslüman Arnavutlar Türkiye’nin ilgi alanından çıkmış, Rusya sevdası ile Sırplar Türkiye’nin en has dostu olmuştu, Balkanlar’da. Bu durum Balkan Müslümanlarınca kabul edilmedi.
Erdoğan döneminde Balkanlar’da şekillenmiş birçok muhafazakâr kurumsal yapı, ya Ahmet Davutoğlu’nu takip eder hale geldi, ya da Vahhabi anlayışı benimsedi.
Neyse, biz dönelim başlığa.
Saadet Partisi ve onun lideri Temel Karamollaoğlu, Türkiye toplumundan çok ciddi teveccüh görmektedir. Temel Bey; Erdoğan yönetiminin müthiş politik baskısına rağmen, partisine yol açabilecek stratejik adımları gerçekleştirebilmekte, birbirinden çok farklı kesimler için ‘güvenilir ikinci adres’ olabilmekte.
‘Ama oy vermiyorlar!’ dediğinizi duyar gibiyim. Temel Bey de benzer şikâyeti yapıyor. Oy verilmemiş olması gerçeği değiştirmez ve gelecekte oy verilmeyeceğini de göstermez.
Saadet Partisi, önemi çok büyük ‘sosyolojik bir aksın üzerinde’, gerçek bu ve siyaseten işe yarayan da bu. Buradaki önem iki yönlü. Hem Saadet önemli bir konumda konuşlanmış, hem Türkiye’de Müslümanlar için henüz bozulmamış, önemli bir siyasi hareket var.
Okurlarım arasında ‘siyasal İslam’a’ karşı çıkan önemli bir kesim olduğunu biliyorum. Temel Karamollaoğlu çeşitli zamanlar ‘siyasal İslamcı’ olmadığını açıklamış olsa bile toplumdaki algı aksi yönde.
Bu algı toplumun bir kesiminde, ‘ha AKP ha Saadet’ kanısının oluşmasına neden oluyor. Saadet Partililer, ne alaka diyorlar; ‘Biz Millî Görüşçüyüz, onlar ise gömleği çoktan çıkarttılar’. ‘Millî Görüş’ nedir? Toplum bilmiyor ki.
Saadet Partisi’nin ‘hak ettiği oyu alamaması’ aşılması gereken ciddi bir problem. Saadet Partisi’ni ikinci adres olarak gören çok geniş bir kitle var, ama bu bir türlü oya dönüşmüyor.”
(Bitmedi, devamı gelecek yazımızda.)