Mustafa Kutlu, yazısının en başında da açıkladığı üzere, tam yedi ay yazdı ve 15 Mayıs 2019 Çarşamba günü “Bir şehir kurmak” başlıklı yazısı ile sona erdirdi. Başından beri ben de bu yazıların önemli bir kısmını değerlendirdim. Bu son yazının başlığına “‘Adil Düzen’ Medine’sini…” ilavesini yaptım; aynen Mustafa Kutlu’nun bu son yazısının bir bölümünde izah ettiği gibi: “Ama sıfırdan “Bir şehir kurmak” ve bunu tüm dünyanın hayran olacağı tarzda inşa etmek hepsinden önemlidir. Çünkü bu “Ahlâk Nizamı”nın hayata geçirilen misali olacaktır. Muhacirlerin Medine'si. (Bk. 17 Nisan “Hicret” başlıklı Mustafa Kutlu yazısı)”
Mustafa Kutlu yedi ay yazdı ve yazdıklarını kitaplaştırıp toplu olarak yayımladı.
Biz 1967’den beri resmen ama doksan yaşındaki Üstadımızın çabası düşünüldüğünde, neredeyse yetmiş yıldır yazıyor, söylüyor, planlıyor ve uyguluyoruz. Nitekim artık herkesin bildiği sekiz yüz konutluk “Akevler Sitesi” bu çabanın ilk uygulamasıdır. Erbakan Hocamızın önderliğinde yapılan “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” çok yönlü ilmî ve amelî çalışmalarının ana kaynağı da işte bu çabaların eseridir ve bu çalışmalarımız devam ediyor…
Girizgâh sonrası, Mustafa Kutlu’nun “Bir şehir kurmak” başlıklı yazısına geçelim:
“Bu yazı ile birlikte bu sütunda yedi ay süresince haftada bir neşrettiğimiz risale sona eriyor.
Net, sade, berrak, anlaşılır bir teklif getirdiğime inanıyorum.
Bu teklif “Âmentü’ye inananlar” için hayatî önemi haizdir. “Ahlâk Nizamı” inancımızın gereğidir. Bu hedefe dünya şartlarında ulaşmak için meseleyi dert edinip düşünenleri imal-i fikr etmeye, ezber bozmaya çağırdım. Bu teklif hepimizin bildiği, istediği, inandığı, özlediği hayat tarzına davetten ibaret.
Peki, niçin rüzgâr esmiyor? Yaprak kımıldamıyor?
Bu sorulara cevap verdim.
“Uzun yola” çıkmak, “Hicret” etmek için neye dayanıp güveneceğimizi dile getirdim. “Toprağa doğru” hareket bir seferberlik istiyor. Bir zihniyet değişimi.
Cumhuriyet temelinde bir yönetim (ki bu bir tür başkanlık sistemidir. Siyaset alanına bile-isteye girmedim) kısa, orta ve uzun vadeli planlar ile bu devrimi gerçekleştirebilir.
O seçkin zümre bu teklifi her ferdin gönül rızası ile kabul edebileceği bir proje haline getirebilir. (Elitist olmadığımı bir kez daha vurguluyorum). “Üç kahraman” başlıklı yazı bozkırın ortasında çakan kıvılcımın tasviridir. Seçkinliğin alâmetidir.
Bu kıvılcım neden bir meşale tutuşturmasın ki! Gönül erleri bir araya gelse “Bir Şehir” kuramaz mı? Tüm dünyaya “Evet! İşte bu” dedirtecek bir şehir, bir hayat tarzı, bir ahlâk nizamı. Devlet buna karşı çıkmak yerine destek vermelidir.
Vermedi ama.
Rahmetli Turgut Cansever’in dört başı mamur projesi hayata geçirilemedi.
Oysa inancımıza uygun, medeniyetimizi temel alan bir şehir kurmanın planlarını resimlerine kadar çizmiş, hazırlamıştı.
Sadece bir boş arazi istemişti. Bilâücret senelerce bu şehri oluşturacak “Türk evi” üzerinde çalıştı. O sadece bir ressam, neyzen, mimar, şehir plancısı, uluslararası şöhret değildi. Ellili yıllardan itibaren belediyelerde, devlette görev almış; danışmanlık yapmış tecrübeli bir hoca idi.
En önemli özelliği “bağımsız” oluşuydu.
Burada tanışıp-görüştüğüm hocanın meziyetlerini sayıp-dökecek değilim.
Şunu belirtmek isterim ki; bıraktığı düşünce-sanat ve mimari miras talebelerinin (ailesinin) elindedir. Onlar bayrağı devralabilir.
İktidarı ve muhalefeti ile devlet (akademya ve halk) şehirlerimizin içler acısı durumunu görüyor, ıslaha çalışıyor. Çalışsın bu da bir iştir. Tıpkı köprü, yol, tünel yapmak gibi.”
(DEVAMI VAR)