KUR'ANI ANLAMA METODU
Süleyman Karagülle
1966 Okunma
GİRİŞ VE İKTİBASLAR

 

 

KISA KISA

İKTİBASLAR

 

 

Kısa bir maruzatımız daha var!

Siz kitabımızın bütününü okumaya başlamadan önce, bir şey daha yapmak istiyoruz. Kitabımızın farklı bölümlerinden kısa kısa iktibaslar yapmak suretiyle, bazı hatırlatmalarda bulunmayı yararlı görüyoruz. Bu iktibaslar, bu kısa ve öz hatırlatmalar; bizim takip etmekte olduğumuz usûlü yani metodu anlamanıza katkıda bulunacaktır. Uygun gördüğümüz yerlerden derlediğimiz bu demetler; okumayı, anlamayı ve anlaşılmayı daha da kolaylaştıracaktır ümidindeyiz.

Adeta, siz ilmî çiçek bahçelerinde gezmeye başlamadan önce, fikir bahçesinin değişik bölümlerdeki çiçeklerden oluşan bir buketi size sunmuş oluyoruz. Farklı bölümlerden ve sadece birkaç paragraftan oluşan bu bölüm, düşüncelerimizle ilgili ilk rayihaları, öncü kokuları ve özü ihtiva eden bir özet verecektir. Dolayısıyla, kitaba farklı bir girizgâh özelliği de taşıyacaktır.

Bütün bu farklı takdim denemelerimiz, daha iyi anlaşılmak, ele aldığımız meseleleri daha iyi anlatabilmek ve yanlışlarımızı mümkün olduğunca asgariye indirmek hassasiyetimizden kaynaklanmaktadır. Hissiyatımızı hoş görmenizi diliyoruz. Zira sözkonusu olan Allah Kelâmı Kur'ân-ı Kerîm. Bu konuda söz söylerken ve yazı yazarken, kılı kırk yarmak, kırk kere düşünüp bir kere söylemek veya yazmak gerekiyor.

30 yıllık araştırmalarımız sonucunda biraz gecikmiş olsak da, bu konuda biz de biraz kelâm edelim dedik. Diğer bir ifadeyle, görüşlerimizi sizinle de paylaşmayı arzu ettik. Kelâm, Allah'ın yüce sıfatlarından biridir. Allah Kelâmı Kur'ân-ı Kerîm ise uğrunda gösterilecek her türlü çabayı ve çalışmayı hak etmektedir. Bu kelâm, kıyamete kadar meyvelerini vermeye devam edecektir. Bizimki de sadece bu mütevazi çiçeklerden veya meyvelerden biridir.

Sözü yine Kur'ân'dan bir ayet ile bağlayalım:

"Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerde, dalları göklerde olan ulu bir ağaç gibidir ki; Rabb'inin izniyle o her zaman meyve verir durur. Allah, öğüt alsınlar diye insanlara böyle benzetmeler yapar."(İbrahim[14];24-25)

 

 

 

'BESMELE'

 

Baştan sonuna kadar 'Besmele'de izah ettiğimiz, benzerini meydana getirme, başkalaşma, sırasını değiştirme, birleşme özellikleri ortaya çıkarak tek hücre bir insan olabilmekte, hatta tüm canlılar böyle meydana gelmektedir.

Kur'ân'ın ifade ettiğine göre, başlangıçta kâinatta 'bir tek hücre' yaratıldı. O hücre zamanla yukarıda söylediğimiz şekilleri kullanarak önce 'bitki ve hayvan hücreleri'ne dönüştü. Sonra bugünkü 'canlılar âlemi' meydana geldi.

'Besmele'deki bu çoğalma özelliği Fatiha suresinde ve bütün Kur'ân'da devam eder. Kur'ân'ın ikili dinamik yapısına tamamen benzer olan bu oluş şekli bize, kâinatı kavramada, canlıların oluşumunu izah etmede kolaylık sağlamaktadır. Böylece "Bismillahirrahmanirrahim" derken seslerin ahengi ile kâinatın ve canlıların ahengi arasındaki uyuşma aynı zamanda ondaki estetiği ve sırriyeti oluşturur.

 

'Besmele', bu anlayışa karşı koymak ve onu yok etmek için atom bombasından daha müessir bir araçtır. Eğer insanlar 'besmele'nin manasını belirler ve bütün hayatlarını 'besmele'ye göre düzenlerlerse, ilmin verileri ile sonuçlanmış gerçeklerin bir ifadesi olan ve 'besmele'nin ifade ettiği düzeni kavrarlarsa; merkezi kuvvetin tüm otoritesi ve zulme dayanan iktidarı çöküp gidecektir.

Diyebiliriz ki; insanlığın ızdırabı kendisini vareden Allah'a inanmayı ve O'nun istediği gibi yaşamayı terketmiş olmasından ileri gelmektedir. Kur'ân üzerindeki araştırmalar devam ettikçe, bu anlayış giderek güç kazanacak ve gerçeklere ulaşılacaktır.

 

 

ÇALIŞMALARIMIZIN ÖZELLİKLERİ

 

Ortaya koyduğumuz görüşler, bizim anlayışlarımızdan ibaret olup, hiçbir zaman kesin ve ispat edilmiş şeyler olarak kabul edilmemelidir. Bunlar, toprak altında kazı yapan arkeologların araştırmalarına benzer. Araştırma sonucunda bir parça bulursunuz ve ona dayanarak tahminler yaparsınız. Sonra başka yeni bir parça bulursunuz ve eski tahmininizin üzerine veya  kısmen eski tahminlerinizi değiştirerek yeni tahminlerde bulunursunuz. Başkaları da sizin tahminlerinizi değerlendirir. Böylece zamanla bu tahminler bir araya gelerek ortak kanaatler ortaya çıkar.İşte o 'ilim' olur.

İslâmiyet'in getirmiş olduğu 'içtihat sistemi' budur. Yani baştan kesin konuşma yerine, tahminlerle araştırmalar yapıp ortaya bir şeyler getirmek, sonra topluluğun ortaya getirdiği şeyleri bir arada değerlendirerek daha kesin sonuçları ortaya koymaktı. İşte buna da 'icma' denmektedir.

İslâm usûlcülerinin kabul ettiği ilim, icma ile sabit olan şeylerdir.

İşte bizim bu çalışmalarımız ve söylediklerimiz, ilerideki icmalara malzeme hazırlamak amacını taşımaktadır.

Bu çalışmalarımızı okuyanların bunu bilmeleri ve dolayısıyla bizim yanlışlarımızın etkisi altında kalmamaları gerekir.

 

 

YENİ İSLÂM MEDENİYETİ

 

Yeni İslâm Medeniyeti de yeni dille doğacaktır. Yeni dil, Kur'ân'ın yeniden anlaşılması ile olacak ve oluşacaktır.

Ancak, burada başka dillerin ve medeniyetlerin aksine, Kur'ân'ın kendisinde bir değişme olmayacaktır. Kur'ân, Hz. Peygamber (s.a.v.)in arkadaşlarına bıraktığı tamamlanmış olan son hâlini muhafaza edecektir.

Ondan sonra  gelen ilim adamları nasıl ki, onu değiştirmeden, bozmadan, üzerinde çalışarak yeni medeniyetin oluşumunu sağlamışlarsa; bugün de biz onları örnek alıp benzer çalışmalar yaparak, Kur'ân'ı bozmadan ve değiştirmeden çağımızın problemlerini Allah'ın emirlerine uygun olarak çözmemiz ve ortaya koymamız gerekmektedir.

Bunun için artık ilim adamlarının tek tek ve ayrı ayrı çalışmaları yeterli değildir. Bir plan ve proje içinde kollektif ve anonim bir faaliyet göstermek zorunluluğu vardır.

Biz yıllardır yapmakta olduğumuz bu çalışmalarımızda, bu plan ve projenin hazırlığı ve denemesi içindeyiz. Araştırma ve çalışmalarımız sonucunda ortaya koyduğumuz görüşler birer müsvedde mahiyetindedir. Asıl sonuçlar, bu konunun ehemmiyetinin anlaşılması neticesinde 'KUR'ÂN VAKFI'nın kurulup gelişmesi ve bütün insanlığın buna eğilerek bunun üzerinde en geniş şekliyle çalışması ile elde edilebilir. Yapılması gereken budur.

İşte 'müçtehitler devri' denen devir de budur. Birinci İslâm Medeniyeti böyle doğmuştur; İkinci İslâm Medeniyeti de benzer şekilde doğup gelişecektir.

 

 

BİZİM ÇALIŞMALARIMIZ

 

O halde, ilim yapmanın yolu, baştan ispat edilenleri ele alıp ona göre düşünmek değil; varsayımları ortaya koyup ona göre düşünmek, varılan sonuçlara göre varsayımların doğru veya yanlış olduğunu ortaya koymaktır. İlim yapmak bunu gerektirir.

İslâmiyet, "kıyas-ı şer'î" şeklindeki  varsayımlara dayanan bir düşünme sistemi geliştirdi. Her olay için, nasıl bir sebep kabul ediyorsak, her hüküm için de bir illetin varlığı kabul edildi ve  illetler varsayımlara kondu. Ona göre içtihatlar yapılarak sistemler oluştu. Farklı illet varsayımları farklı mezhepleri ortaya çıkardı.

Bizim çalışmalarımız, 'tümden gelim metodu' ile değil; 'tümevarım metodu' ile olacaktır. Birtakım varsayımları kabul edeceğiz, gerekirse yenilerini  koyacağız ve tüm Kur'ân'ı o varsayımlara göre değerlendirip anlamaya çalışacağız. Varsayımlarımızdaki isabet, sonuçları ile belli olacaktır.

Bu çalışmalarımıza itiraz etmek, ancak bundan daha iyi bir çalışmanın ortaya konması ile mümkündür. Daha iyisi ortaya konmadıkça, eleştirilerin hiç bir değeri yoktur. Bir şey yapmak, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.

 

 

TEMEL PRENSİBİMİZ

 

Bizim temel prensibimiz şudur:

'Herkes dinlenecek, her söze kulak verilecek, ama en iyisine uyulacaktır.'

 

 

VARSAYIM

 

Varsayım; bir takım faraziyeleri doğru kabul ederek yürümek ve elde edilen sonuçlara göre varsayımların doğru olup olmadığını kontrol etmek demektir. İlim için, ilim yapmak için, takip edilebilecek başka bir yol yoktur. Müspet ilim, önce bir şeyi düşünmek, sonra onun doğru veya yanlış olduğunu bulmaktır. Yoksa, önce doğru düşünmek değildir.

Biz de; Kur'ân'ı ilmen ele alırken, tıpkı bundan 1200 sene önce müçtehidlerin ele aldığı gibi, Kur'ân'ın bir insan sözü değil de, bütün kâinatın ve insanın varedicisi olan ve onları bilen Allah'ın sözü olarak kabul etmek suretiyle düşünmeye ve yorumlamaya çalışacağız.

Okuyucuların da bu varsayımlar içinde sözlerimizi değerlendirmeleri ve düşüncelerimizi ona göre anlamaları gerekmektedir.

 

 

KUR'ÂN,

'NAMAZ MÜESSESESİ'NE DAYALI OLARAK

BİR EKİP ÇALIŞMASI İLE ANLAŞILABİLİR

 

Baştan söylediğimiz gibi; çağımızda Kur'ân'ın yorumu artık bir ustanın veya bir kalfanın tek başına çalışması ile yaptığı bina şeklinde değil; inananların planlı bir şekilde işbölümü yaparak birlikte çalışmaları ile gerçekleştir ve böyle bir çalışma yeni medeniyeti oluşturacaktır. Ne var ki, planlı çalışanların planını da herkes kendisi hazırlayacaktır. Nasıl ki namazda herkes sağına soluna bakarak kendisi sıraya geçerse, herkes saftaki kendi yerini kendisi seçerse, tabii bir disiplin içinde kendiliğinden imama uyarsa; bu ilmî çalışmalar da böyle olacak ve böyle planlanacaktır.

Herkes çevresindekiler ne yapıyor, ilmi çalışmalardan neleri üretiyor diye bakacak ve kendisinin ne yapması gerektiğine kendisi karar verip o da boşlukları doldurmaya çalışacak, onlarla aynı hizaya gelmesine dikkat edecektir.

Kişinin diğerleriyle ahenk kurabilmesi ve işbölümü yapabilmesi için onlarla devamlı şekilde bir arada bulunması şarttır. Beş vakit namaz, cuma namazları, bayram namazları hep bu ilişkilerin düzenlenmesi için teşri edilmiş müesseselerdir. Bunların sayesinde tarihte büyük medeniyetler doğmuştur. Her din bundan dolayı ibadetlere dayanmaktadır. Namazda 'Kur'ân okumak' farz olduğu gibi 'Kur'ân'ı anlamak' da farzdır. "Onlar kitabı okurlar, namazları kılarlar" diyerek, namazla birlikte ayrı olarak da kitabın tilâvet edilmesini emretmiş bulunmaktadır. Sahabeler başlangıçta ibadetlerini yalnız okuyarak yapmışlardır. Bugünkü şekliyle namaz çok sonraları teşri edilmiştir. Namazda gaye Kur'ân'ın okunup anlaşılmasıdır. Kur'ân üzerinde müzakere ve sohbettir.

Bugün namazın asıl gayesi terkedilmiş, sadece bir araya gelme ve belli hareketleri yapma namaz zannedilmiştir. Eksik kalan ve asıl fonksiyonunu icra etmeyen namaz bu nedenle bazı insanlara yük olmağa başlamıştır. Fonksiyonunu icra edemez olmuştur. İnsanlık Kur'ân'ı anlamak için namaz müessesesini olması gereken şekliyle yeniden ihya etmelidir. İnsanlık yeni saadet dünyasını, adalete dayalı dünya düzenini ve yeni hak medeniyetini ancak bu şekilde kurabilecektir.

Namazlar ile Kur'ân okuyup anlamayı birleştirmek isteyenler kendileri için bir metod aramak ve kabul ettikleri bir usûl ile işe koyulmak durumundadırlar. Çalıştıkça, gayret gösterdikçe ve bu yönde yol aldıkça elbette Allah onlara nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildirecek ve onlar da doğru yolu bulmuş olacaklardır. Her Müslüman her hareket edişinde 'Besmele' ile işe başlar. Bunun bir anlamı da, 'ben her şeyi Kur'ân'ın bana öğrettiği esaslar içinde yapıyorum' demektir. Çünkü insan Allah ile olan ilişkisini en iyi bir şekilde ancak Kur'ân'la sağlayabilmekte, Kur'ân da 'Besmele' ile hatırlanmaktadır.

 

 

İSLÂMİYET

 

İslâmiyet, yeryüzünü böylesine kişilerin, hanedanların, kabilelerin, diktatörlerin, parça parça olmuş topraklar yerine; bütün yeryüzünü bütün insanlar için eman (güvenlik dünyası) hâline getirmiştir. Bir başkasının adına değil, sadece 'Allah adına hareket etmeleri', hak ve vazifelerden bu şekilde yararlanmaları esasını getirmiştir. 14 asır önce Arap Yarımadası'nda yaşayan kabileleri devlet aşamasına ulaştırdığı gibi; bütün beşeriyeti de ayrı ayrı kavimler ve devletler hâlinde olsalar bile bunların yeryüzündeki hükümranlıklarını Allah adına tesis ederek beşeriyetin yeryüzünde birlikte yaşamasına ve birbirlerine kul olmamasına imkân hazırlamıştır.

Allah, 'Besmele' ile, bir taraftan Kur'ân'ın ilâhi kelâm olduğunu belirlemek için okumadan önce söylenen cümle olarak inzal ettiği gibi; diğer taraftan da davranışlarında, hareketlerinde 'Besmele' ile işe başlamasını emretmek suretiyle, insanın kendi yüceliğini ve bu yüceliğe mütenasip görevini devamlı olarak belirtmek için bir anahtar cümle olarak da inzal etmiştir.

Böylece 'Besmele', insan ile Allah arasında mevcut olan ezeli sözleşmenin sürekli olarak teyidi ve tekrarı için kullanılan bir cümledir.

 

Şimdi bizim görevimiz ise; yaşadığımız çağda bu insan malzemesini bir araya getirerek plan ve projeye göre bir 'sosyal yapı oluşturmak' olacaktır.. Kur'ân çağımızda bu anlayış ile ele alınmalı ve bu gözle incelenmelidir. Allah'ın istediği sosyal yapı üzerinde durulmalıdır.

Usûl bakımından aramızda büyük bir fark olmayacaktır; ama konumuz farklı olacaktır.

I. İslâm Medeniyeti sosyal düzenleme bakımından Kur'ân'ın verilerine göre oluşmadı. Çağımızda meseleye II. İslâm Medeniyeti açısından baktığımızda, artık bu oluşma zorunlu hâle gelmiştir. Çağımız dünyası sorunlarının başka bir çözüm yolu yoktur.

 

 

CEMAATLEŞMELERİN GEREKLİLİĞİ

 

İnsanlar, yeryüzündeki Allah'ın rahmetinden tek başlarına yararlanabilme imkânına sahip değildirler. Ayrıca kendileri Allah'ın hilafetini de tek başlarına yerine getiremezler. Mutlaka başka insanlarla birleşerek bir cemaat oluşturmak zorundadırlar.

İşte bu cemaatleşme eğer insanın kendi iradesi ile ve başkaları tarafından zorlanmadan yapılabiliyorsa, bu bir rahmettir.

Ancak böyle olmuyor da insan zorlanarak bir gruba sokuluyor ve istenildiğinde oradan ayrılma imkânı sağlanmıyorsa; bu durum 'rahmet' değil 'azap' olur. Bundan dolayı bu tür topluluklara 'azap toplumu' diyoruz. Ayrıca, insanın kendi iradesi ile girmediği bir topluluğun sorumluluğunu ona yüklemek de katmerli bir zulüm olur.

Bundan dolayıdır ki; insanlar aşiret, kabile, şa'b ve kavimlerini serbestçe değiştirebilmek gücüne sahip olmakla Allah'ın rahmetinde olacakları gibi; ilmî, dinî, siyasî ve meslekî gruplarını da serbestçe değiştirebilme hakkına sahip oldukları müddetçe, rahmet içinde olurlar. İnsanların kendi iradeleri ile katıldıkları toplulukların sorumluluklarını da yüklenmiş olacakları tabiidir.

 

 

DEVLET

 

Yüz ilin birleşmesinden 'devlet' ortaya çıkmaktadır. Her devletin ortalama nüfusu elli milyon olacağından, yeryüzünde yüze yakın devlet olacaktır.

Devlet, dış güvenliği de sağlayan bir kuruluştur.

İnsan istediği devlette yaşama imkânı bulunca ve kendi isteği ile bir devlet içinde kaldıkça, devlet bir rahmet olacak, gerçekten 'Allah'ın rahmet sıfatı' ile yeryüzünde tecellisi olacaktır.

Maalesef bugün devletlerarası hareket ve hicret hürriyeti yoktur. Pasaport, vize ve gümrük muameleleri yanında interpol gibi teşkilatlar yeryüzünü insanlara zindan etmektedir. Devlet, merkezi bir yönetimle il, bucak ve aşiretlerin içine burnunu sokmuş, insanların hak ve hürriyetlerini koruma yerine, onları hakimiyeti altına alıp, bürokratlar aracılığı ile sermaye veya siyasi tekellerin  sömürü aracı olarak kullanmakta ve insanları köleleştirmiş bulunmaktadır. Yeryüzünde hükümran olan bu zulüm düzeni değişmeli ve son bulmalıdır. Adil bir yeni dünya düzeni kurulmalıdır. Böyle bir düzenin kurulması da insanlık için rahmet olacaktır.

Tarih boyunca, gece ile gündüzün, yaz ile kışın ard arda gelmesi gibi insanlık için iyi ve kötü dönemler olmuştur. Allah'ın rahmet sıfatı yok olur gibi olmuş, adeta sabah olmayacak sanılmıştır. Ama her karanlık gecenin bir sabahı olduğu gibi, elbette bugünkü zulüm dünyasının ve işkence âleminin de sonu olacak, güneşin dünyayı aydınlattığı gibi Allah'ın rahmeti dünyayı aydınlatacak, yeryüzünde merkezî otoriteye dayanmayan adil bir devletin veya devletlerin oluşmasına imkân verecektir.

Her 'Besmele' söyleyişimizde, böyle bir sabahın gelmesini dua ve ümit etmek amacıyla, o nizamın anlaşılıp öğrenilmesi ve uygulanması için Allah'ın yeryüzündeki birer halifesi olarak, hepimizin görev şuuru ve bilincinde olmamız gerekir.

 

 

SONUÇ OLARAK...

 

Hâsılı, insan anlattıklarımız çerçevesinde 'Besmele ile' ve 'Besmele'deki rahmet sıfatı ile; yıkıcı değil yapıcı olduğunu, zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı olduğunu, ayrılıkçı değil birlikçi olduğunu, belirsizlik içinde değil belirlilik içinde görevli olduğunu hatırlamış olacak ve Allah'a dolayısıyla diğer insanlara karşı taahhütte bulunmuş olacaktır.

İnsanın 'rahmet' sıfatı içinde kendi yolunu çizebilmesi için herkesi dinlemesi ve en iyi yolu seçmesi gerekmektedir.

Ayrıca, iyilikte başkaları ile yardımlaşmalıdır. Tek başına iyi olmak yerine topluca iyi olmak yolunu tutmalıdır.

Başka insanlara nefret ve düşmanlık beslemek yerine, onları sevmeli ve onların kötülükleri varsa ıslah etmelidir. Kindar ve saldırgan olmamalıdır.

Nihayet, rahmet sıfatının bir gereği olarak adil de olmalıdır. Haksız olanın tarafını tutmamalı ve mağdura yardım ederek kötülüklerin giderilmesine çalışmalıdır.

İnsan, Allah'ın  rahmet sıfatının kendisinde tecelli etmekte olduğunu ve kendisinin Allah'ın halifesi olduğunu unutmamalıdır.

 

 

MEDENİYETLER

 

İnsanlar önce meyve yediler, sonra avcılık yaptılar, sonra çoban oldular ve daha sonra ziraate başlayıp tarlalarını ektiler. Daha sonra pazarda mallarını değiştirmeye başladılar. Bilâhare tüccar sınıfı ortaya çıktı ve malları toptan alıp sattılar. Böylece bütün dünya tek pazar hâline geldi. İnsanlık, ilk yaradılıştan bugüne kadar bu merhaleleri geçirmiş oldu.

İslâmiyet, bütün dünya işte böyle bir ekonomik ünite hâline geldiği safhada bütün insanlığa hitap etti. Böylece İslâm Medeniyeti kuruldu ve dünyaya yayıldı. Daha sonra Batı Medeniyeti doğdu. Batı Medeniyeti döneminde mal mübadelesi yerine emek mübadelesi devri başladı. Faizli işçilik sistemi tesis edildi. Şimdi bu sistem de çökmekte ve yerine yeni bir sistem gelmektedir; Faizsiz Ortaklık Sistemi. Bu yeni sistemin hükümlerinin tamamı Kur'ân'da vardır ve bütün insanlık bu sisteme muhtaçtır. Çağdaş problemlerden kurtulmak için dört elle bu sisteme sarılmak ve olanca gücü ile onu uygulamak zorundadır.

Meseleye başka bir açıdan bakacak olursak, tarihte iki çeşit medeniyet olagelmiştir:

Biri, 'Ma'şerî Hak Sistemi'ne dayanan medeniyettir ki; zora değil, anlaşma ve barışa dayanmaktadır. Bu şekliyle bakıldığında İslâm esasen 'barışa girmek' demektir.

Diğeri, 'Merkezî Kuvvet Sistemi'dir ki; baskıya, zora ve kuvvete dayanmaktadır.

Birincisinde, haklı kim ise kuvvetli odur. Diğerinde ise, kuvvetli olan haklıdır. Bu medeniyetler ikizdir. Gece ile gündüzün ard arda gelmesi gibi, yaz ile kışın peş peşe gelmesi gibi, bunlar da birbirini takip etmektedir.

Mezopotamya Medeniyeti gündüz medeniyetidir. Ma'şerî Hak Sistemi'ne dayanır ve Hz. İbrahim'in getirdiği medeniyettir. Bundan sonra, Merkezî Kuvvet Sistemi'ne dayanan gece yani kış medeniyeti olan Mısır Medeniyeti gelmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha sonra gelen İbrani Medeniyeti gündüz medeniyetidir, Ma'şerî Hak Sistemi'ne dayanmaktadır ve Hz. Musa tarafından getirilmiştir. Bunun arkasından, Merkezî Kuvvet Sistemi'ne dayalı olarak karanlık Yunan Medeniyeti gelmiştir.

Bu medeniyetin arkasından, bir barış medeniyeti olarak Hıristiyanlık Medeniyeti gelmiştir. Hakka dayalı olan bu medeniyeti de Hz. İsa getirmiştir. Bu medeniyetin ardından da, Merkezî Kuvvet Sistemi'ne dayalı olan Roma Medeniyeti gelmiştir.

Sonra İslâm Medeniyeti Ma'şerî Hak Sistemi'nin bütün esaslarını getirmiş, bu arada İCMA ve İÇTİHAT müesseselerini oluşturmuştur. Devleti, din devleti yani bir tek dinin hükümran olduğu devlet olmaktan çıkararak, değişik dinlerin bir devlet içinde yaşamalarına imkân vermiştir.

İslâm Medeniyeti'nin ardından, Merkezî Kuvvet Sistemi'ne dayalı olarak Batı Medeniyeti doğmuştur. Bu medeniyet, değişik dinlerin bir devlet içinde yaşaması yerine, dinsizliği yani ateizmi getirmeye çalışmıştır.Bu medeniyet, 'ekseriyet' uygulamasının hüküm sürdüğü 'demokrasi düzeni' ve ekonomik hayata yön veren 'faiz sistemi' ile kendisine özgü bir medeniyettir. İki kanadı vardır: Ekonomiye hâkim kılan kapitalizm ve yönetime hâkim olan sosyalizm.

 

 

SONUÇ

 

Görülüyor ki, bilinen medeniyetler tarihi boyunca bir gündüz ve bir gece medeniyeti peşpeşe gelmiştir. Böylece bugünkü çağda biz, dört çift medeniyetin sonuncusunun son zamanlarını yaşamaktayız. Asıl anlatmak istediğimiz budur. Elbette bunun arkasından gelecek olan, yine 'Ma'şerî Hak Sistemi'ne dayalı yeni bir gündüz medeniyeti olacaktır.

Bu yeni medeniyet, ekseriyet sistemine değil; nisbî sisteme dayalı olacaktır. Faizli İşçilik Sistemi'ne değil; Faizsiz Ortaklık Sistemi'ne dayalı olacaktır. Bu medeniyet, yeni peygamberlere değil, 'yeni içtihatlara ve icmalara' dayanacaktır. Bu medeniyete, 'Beşinci İslâm Medeniyeti' (ya da II. Kuran Medeniyeti) adını verebiliriz.

Açıkça görülüyor ki, makrodaki olaylara bizim bir etkimiz bulunmamaktadır. Kur'ân'ın tesbit ettiği esaslar içinde kendiliğinden cereyan etmektedir. Biz istesek de istemesek de, gelecek dünya, geleceğin dünyası, Kur'ân'ın merkez olduğu, 'Ma'şerî Hak Sistemi'ne dayalı, 'Faizsiz Ortaklık Sistemi' esasları içinde bir medeniyet olacaktır.

Bütün bunlar, Kur'ân'ın bir mucizesidir.

Şimdi yapılacak olan nedir?

Bizim yapmamız gereken nedir?

Bize göre, bu hususta bütün bu anlatılanları bütün ilimler çerçevesinde değerlendiren ve Kur'ân'ı bu açıdan ele alan bir 'KUR'ÂN VAKFI' kurulmalıdır.

Bizim, bugün için en büyük gaye ve hedefimiz, bu vakfın kurulması ve faaliyetlerine başlamasıdır. Biz, bu konuda ve bu amaç çerçevesinde bizimle çalışacak arkadaşlar arıyoruz.

Kısaca, maruzatımız budur.

 

 

 

 

 



© 2024 - Akevler