AKEVLER KUR'AN MEÂLİ
Süleyman Karagülle
3012 Okunma
nisa suresi-meal yok-tefsirden çıkacak

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;    275-338 SEMİNERLER………………..22ekim2004/06ocakocak2006

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

                                                                     Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51      393 sahife               

NİSA SÛRESİ TEFSİRİ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

Kur’an 114 sûredir. 7 adet 16’dan oluşur. 7 ikili sayı sisteminin tekli dizisidir. 1, (1+2), (1+2+4). 19 ise 29’un bir eksiğidir. 9, 19, 99 serilerinin ortasındadır.

Kur’an’da bu sayılar zikredilmiştir. Fatiha fihristtir. Tevbe Sûresi’nde ‘Besmele’ yoktur. Büyük Kur’an’ın Besmeleli sûreleri 112’dir. Önce 64’lük büyük sûreler grubu gelir. Sonra onun yarısı kadar 32’lik orta sûreler grubu gelir. Sonra onun yarısı kadar 16’lık küçük sûreler grubu gelir. Toplam 112 eder.

64’lü grup ise 2 tabanlı, 3 tabanlı, 7 tabanlı sûre gruplarına 10 sûre eklenerek 64 Besmeleli sûre oluşur.

(2*4-1) + (3*4) + 3 + 1 + 3 + (4*7+10) = 64

İlk sekiz sûre bir küpün kenarına yerleştirilebilir.

 

 

 

Buna göre Nisa Sûresi şer’î, imânî ve ahkâmî konuları ele alan bir sûredir. İkili sûrelerin üçüncüsüdür.

27 sahife 4=409-3=406 satırdır. 176 (160+16=11*16) âyettir.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ وَالْأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا(1) وَآتُوا الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَبِيثَ بِالطَّيِّبِ وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَهُمْ إِلَى أَمْوَالِكُمْ إِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبِيرًا(2)

 

يَاأَيُّهَا النَّاسُ  (Yav EayYuHa elNAvSu)  “Ey nâs”

Kur’an’da “Ey iman edenler” ve “Ey nâs” diye iki şekilde hitap edilir.

“Ey nâs” olarak hitap edildiği zaman müslimler kastedilmektedir.

“Ey iman edenler” olarak hitap edildiği zaman mü’minler kastedilmektedir.

Mü’minlere verilen emirler kazaidir. Yani, bu dünyada da onlar yerine getirilmelidir. Başkan onları mü’minlere emreder, onlar da yapmak zorundadır. Bu emir cuma cemaatine gelmektedir. Oranın hakem kararlarına uymak istemeyenler, yahut oranın yöneticilerine itaat etmek istemeyenler o kabileyi, bugünkü deyimle bucağı terk edip hicret ederler.

1) “Ey nâs” diye hitap edildiğinde, kazaî mahiyetinden ziyade dinî mahiyettedir. Yani, siz böyle olun demektir, yapacağınız sözleşmeleri ve içtihatları böyle yapın demektir. Eğer buna aykırı sözleşmeler yaparlarsa onlar zorlanmayacaklardır. Sözleşmelerindeki hükümler uygulanacaktır. Kur’an’ın bu hükümlerine aykırı olsa da onların hükümleri uygulanacaktır.

2) Bu emirlerin ikinci hükmü ise; eğer İslâm bucağında sakin olacaklarsa ve İslâm yargı sistemi ile muhakeme edileceklerse, o zaman onlara da bu hükümler uygulanır demektir. Ancak bucağın müsaade ettiği özel hükümler uygulanır.

3) Bu nâsa emirlerin üçüncü özelliği ise; kendi bucaklarında da olsa, eğer başka bir hüküm yoksa o zaman bu hükümler uygulanır demektir. Yani, bu hükümler emredici değil, tamamlayıcıdır. Kendileri başka bir hüküm koymamışsa biz ona göre uygulama yaparız demektir.

4) Nihayet, bu emirlerin dördüncü özelliği ise; eğer insanlık yahut ülke içinde, kavim yahut il içinde şa’b uleması bu hususlarda icma içinde ise, artık bucaklar bunlara aykırı hükümler koyamazlar demektir. Mesela, bugün kardeşle evlenmek İbrahimî dinlerde haramdır. Bu hususta bir ittifak hâsıl olmuşsa artık bucaklar kendi hukuklarında bunu meşru kılan hükümler vazedemezler.

Hak sahibi insandır. Başka hak sahibi de yoktur. Kâinatı var eden Allah hak sahibi ise de o hakkı insanlığa devretmiştir. O halde “Ey nâs” dendiği zaman hem kişiler ayrı ayrı kastedilir, hem aşiret, kabile ve kavim gibi topluluklar kastedilir, hem de insanlar kastedilir. İnsanlık ise Allah adına hak sahibidir.  

İşte hak sahibi yalnız insan olduğu için de, kişilerden oluşan toplulukların tüzel kişilikleri vardır da, mallardan oluşan şirketlerin tüzel kişilikleri yoktur. Onların ortak hesapları vardır. Ancak tasfiye hâlinde herkes kendi payını alır. Kişi birliklerinden kişi ayrıldığı zaman birliğin ortak mallarında bir iddiada bulunamaz, yeni katılan da eski katılanın sahibi olduğu bütün haklara sahip olur. Giden ortaktan yol payı istenemediği gibi, yeni katılandan da yol payı için bir şey istenmez. Oysa ortaklıklarda ortaklığın böyle ortak malı varsa, ayrılan ortak payını da isteyebilir. Yeni katılandan da onun karşılığı bedel istenebilir.

Burada muhatap olanlar ortaklıklar değil, insanlardan oluşan birliklerdir.

Bu sefer ‘insan kimdir’ sorusu bu sûrede cevaplanacaktır.

46 özel kromozom taşıyan varlıklar insandır. Ana rahminde döllendiği tarihten itibaren hakları başlar, ölümü ile biter. Doğumu ile görevleri başlar, mirasının taksimi ile biter. Doğumla ölümü arasında hakları ve yükümlülükleri vardır. Kur’an bu yükümlülükleri müslimlere barışçı olarak tanzim etmektedir; mü’minlere de bunları koruma görevini vermektedir. Kişilerin ayrı ayrı hak ve görevleri olduğu gibi, topluluk hâlinde de hak ve görevleri vardır. İslâmiyet’te bütün haklar insan haklarıdır. İnsan hakkı dışında bir hak yoktur.

Bu sûreyi anlamak için mevzuatın düzenlenmesi şeklini iyi kavramamız gerekir.

a) Batı hukukunda devlet vardır. Kanunları kendisi yapar. O kanunlara uyan kimselere bazı haklar tanır. O hakları korur. Onun için onların mevzuatında haklar sayılmıştır. Mevzuatta yani kanunlarda sayılmayan haklar hak değildir. Mahkemeler o hakları talep edenlerin davalarına bakmazlar. Buna “kanun sistemi” diyoruz.

b) İkinci sistemde ise halk kendi mevzuatını serbest sözleşmelerle yapar. Yöneticileri onların sözleşmelerine karışmazlar. Sözleşmeleri teminata alır. Serbest sözleşmede ne yapılmışsa onu korur.

Bu sistemde haklar sayılmamıştır. Çünkü her şey insan içindir ve her şey insanın hakkıdır. Sadece bazı yasaklar ve görevler sayılmıştır. Kişi o yasak ve görevler içinde kalmak şartıyla her türlü tasarrufta bulunur. Yasaklanmayan her şey helaldir.

Batı dünyası bu sistemi İslâmiyet’ten almışsa da, sistemi kavrayamadığı için bütün kurumları ile alamamıştır. Mevzuatı hâlâ Roma usûlü mevzuattır. Haklar sayılmaktadır. Resmi merasimli akitler yapılmaktadır.

Kur’an hukukunda resmi merasimli akit yoktur. Tapu da, evlenme de, borç verme de aynı serbest sivil akit içinde olmaktadır.

اتَّقُوا رَبَّكُمْ (ıtTaQUv RabBaKuM)  

“Rabbinize ittika ediniz. Rabbinizin vikayesine giriniz.”

Kâinat vardır. Kânatın içinde yeryüzü vardır. Yeryüzünde canlılar vardır. Canlıların içinde insanlar vardır. İnsanlar topluluklar hâlinde yaşar. İnsanlar aile içinde doğar, olgunlaşır, yaşar ve ölür.

Bütün bunlar tabiî ve sosyal kanunlarla düzenlenmiştir. Biz o tabiî ve sosyal kanunlar içinde onlardan yararlanarak yaşarız. O tabiî ve sosyal kanunları değiştir(e)meyiz.

İnsanlara emredilen, tabiî ve sosyal kanunlara uyulmasıdır. O tabiî ve sosyal kanunlar da temel terbiyedir; eğitimdir. İnsan her gün eğitilmekte ve olgunlaşmaktadır. Yaşlandıkça akıllanmaktadır. Öldüğü zamanla doğduğu zaman arasındaki durum çok farklıdır. Bu dünyaya da eğitilmek için gelmiş bulunuyoruz. Bu durum bir kişi için böyle olduğu gibi, topluluklar için de böyledir, insanlık için de böyledir. İnsan doğmuştur. Çoğalarak gelişmiştir. Yaşamıştır ve yaşlanarak ölmüştür. Hücreler de böyle gelişir. Yaşlanacak ve ölecektir.

Bugün ilmen biliyoruz ki; Kâinat doğmuştur. Büyümektedir. Bir gün büzülmeye başlayacak ve sonunda o da ölecektir. Entropi büyüyor.

İşte bütün bu anlattıklarımızla demek istiyoruz ki; tabiî ve sosyal kanunlara uyarak yaşayacağız ama, eğitilmekte olduğumuzu da bilerek derslerimize çalışacağız.

Tabiî ve sosyal kanunları nasıl öğrenebiliriz?

Bu kanunlardan yararlanarak nereye gideceğimizi nereden bileceğiz?

Burada bizim iki kaynağımız vardır; biri his, diğeri fikir. Kollektifleşen hisler ‘din’dir. Kollektifleşen fikirler ise ‘ilim’dir. Demek ki bunları akıl ve nakilden bileceğiz. Bunlar arasında çatışma yok, dayanışma vardır. Din ne yapılacağını söyler, ilim nasıl yapılacağını söyler.

Arabaya binenler nereye gideceklerini beyan ederler, bu dindir. Şoför ise arabayı oraya götürür, o da ilimdir. Dinsiz ilim müşterisi olmayan arabaya, ilimsiz din de şoförsüz arabaya benzer. Şoför yolcuların istemediği yere götüremez, yolcular da şoförün sürme işine karışamaz. Lâiklik de işte budur. Bu anlamda demokrasi ile lâiklik birleşmiştir. Demokraside arabanın sahibi yolculardır, şoförü onlar atamıştır. Dıştan yönetimde ise araba başkasınındır, şoförü o atamıştır. Halkın arabaya binme ve inme hak ve yetkileri var, ama şoförü atama veya gitme yerini belirleme yetkileri yoktur.

Demek ki, “Rabbinize ittika edin” deyince; içtihat ve icmalar yapınız ve ona göre davranınız demektir. Serbest sözleşmelerle hareket ediniz demektir. Bir görev veriliyorsa yetki de veriliyor demektir.

“İttika” iftial bâbından gelir. Allah’ın vikayesini kabul etmek demektir.

Kur’an’da bir yerde “ittika” sözü geçiyorsa, o işi içtihadınıza göre yapın anlamı taşır. Yani, biz aklî ve naklî ilimlere dayanarak içtihat ve icmalar yapacağız ve evrim kanunları içinde kendimizi koruyacağız.

Âl-i İmrân Sûresi içtihadın nasıl yapılacağını öğretmiştir. Bu sûre de içtihat yapmamızı emretmektedir. Yani, içtihat yapmayı biliyoruz, içtihadı uyulamaya başlıyoruz.

Baştan miras âyetlerini anlatacaktır. Sonunda bir kıyas örneğini verecektir.

Böylece bu iki sûrede birbiri ardınca hep içtihat üzerinde kurulmuş olacaktır.

Bakara Sûresi’nin sonunda içtihat emredilmiş ve içtihattaki hatadan sorulmayacağımız belirtilmiştir.

O halde bu üç sûre ve bundan sonra gelecek dört sûrenin hepsi içtihat üzerine oturmuştur. Çünkü Kur’an nizamı içtihat nizamıdır.

الَّذِي خَلَقَكُمْ (eLaÜIy PaLaQaKuM)  “O sizi halk etmiştir.”

“Sizi halk eden kimse olan Rabbinize ittika ediniz.”

Bu âyette iki “ittika” geçmektedir. Biri, tabiî kanunlar içinde ittika etmemiz istenmektedir. Diğeri ise, sosyal kanunlara ittika etmemizi istemektedir. Şimdi tabiî kanunlara ittika hikmetini ortaya koymuştur.

O bizi halk etmiştir. İlk canlı hücresini var ettiği zaman onun salsalında yani kromozomlarında, tüm canlıların kıyamete kadar olan oluşlarını karşılayacak hameler yani genler koymuştur. İnsanın yaratılması günü gelince de bu salsal ve hamelerden insana ait olanları insan hücresine koydu. Kıyamete kadar insanlar bunlarla yaşarlar.

İşte her şeyin baştan takdir edilip programlanmasına takdir-i hilkat diyoruz. Rab ise bu takdirin yani hilkatin zamanı gelince gerçekleştirilmesi demektir. Onun içindir ki insan rabvet içindedir, evrim içindedir; ancak hilkat kanunlarına göre evrim içindedir.

Canlılarda biyolojik evrim insanla sona ermiştir. Şimdi insan bedeni ile evrimleşmemektedir, sosyal evrim geçirmektedir. Şimdi bizde rab sıfatı sosyal evrim içinde tezahür etmektedir. Hilkatin içinde bu evrim de kodlanmıştır.

مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (MiN NaFSın VaHıDaTın)  “Vahit bir nefisten.”

Sizi vahit bir nefisten halk etmiş kimse olan Rabbinizin tabiî kanunlarına ittika ediniz. Tabiî kanunları öğreniniz, ona göre onlardan yararlanarak teknik ve ekonomik işler yapınız. Teknolojiyi geliştiriniz.

Bunu da sadece mü’minler olarak yapmayınız, müslimler olarak yapınız. Bütün insanlığın ortak çabası içinde yapınız. Yani, ilim ve teknik uygarlıkların mahsulüdür. Hak uygarlıkları da kuvvet uygarlıkları da onun içinde yer alır. Bu sebepledir ki biz bütün insanlarla işbirliği içinde “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kuracağız.

Burada çok önemli bir husus vardır. “Bir tek nefisten var etti.” diyor; “Bir tek bedenden var etti.” demiyor. “Nefs” kelimesi söylenirken dişilik alâmetini taşımaz. Arapçada 100-150 kadar olan bu tür kelimeler kendilerine zamir gönderilirken dişi zamir gönderilir. Ancak kendi anlamlarında erkek ve dişilik yoktur. İnsanda ruh var, nefis var. Ruh, kadın ruhu veya erkek ruhu fark etmez, ruhtur. Aynı ruhtur. Ruha zamir olarak erkek zamir gider. Nefiste ise kadın nefsi ile erkek nefsi aynıdır. “Nefset” kelimesi Arapçada yoktur. Erkek nefsi olsun, kadın nefsi olsun, ikisine de “Hâ” yani dişi zamir gider.

Burada “Sizi bir tek nefisten yarattı.” derken, kadın ve erkeği bir tek nefisten yarattı demektir. Ruh gibi nefisleri de aynıdır, birdir. Kadın nefsi ile erkek nefsi arasında ayrılık yoktur demektir.

Buradaki “Min” cinsin beyanı içindir. İbtida “Min”i değildir. Öyle anladığımız zaman ilk yaratılan Hz. Adem değil de Havva olurdu. Çünkü o zaman “Min Racülin” yerine “Min Mer’etin” olarak anlamak zamir anlayışı içinde daha kolaydır.

Nefis ile ruh arasında ise şöyle fark vardır. Ruhun Kâinatla ilişki kurması demektir. Hayat beden için ne ise nefis de ruh için odur. Nasıl hayatsız beden hiçbir şey yapamazsa, nefissiz ruh da hiçbir şey yapamaz. Böylece bu ifade çok önemli bir ilkeyi getirmektedir. Kişilikte yani insanın erkek veya kadın olmasında hiçbir ayrılık yoktur.

Bu ifadeyi doğru anlayabilmek için Roma hukukunu iyi bilmek gerekir.

Roma’da köleler vardır. Bunlar insan sayılmazlar. Bir at ve eşya hükmündedirler. Onların temsilen de olsa mahkemeye müracaat etme hakları yoktur. Onlar birer eşya mesabesinde kabul edilirler.

Roma’da yabancılar vardır. Bunlar insan sayılırlar, ancak bunların başvurma hakları vardır. Yani, savunma hakları yoktur, sadece talep hakları vardır. Yani, Roma yönetiminde bunlar muhatap olarak alınmaktadırlar, ama asla eşitlik içinde bir hakka sahip değildirler. Yabancıya ne lütfedilirse o kabul edilir.

Roma hukukunda aşiret hâlinde yaşama vardır. Buna ‘domus’ denir. Burada kardeşler ve yeğenler birlikte yaşarlar. Domusun bir pateri yani babası vardır. Bu ağabey de olabilir, amca da olabilir. Mahkemeye başvurma, dava açma, davalı veya davacı olma yetkisi yalnız bunlarındır. Domusta yaşayanların ve diğerlerinin hakkını bu korur. Yani, bunların hepsi beşikteki çocuk gibidir.

İşte Roma hukuku budur. Kimi insan hiç hakka sahip değil, kimi de derece derece hakka sahiptir.

İslâm hukuku, Tevrat ve Buda şeriatı dahil bütün bunların dışında her insanı hak sahibi yapmıştır. Çocuk, köle, yerli, yabancı, kadın, erkek, sakat, sağlam herkes hak ve görev sahibidir. Hakları ve vecibeleri vardır. Herkes davacı olabilir, herkes davalı olabilir. Mahkemede temsil edilme bakımından savunma gücü varsa mahkemeye gelir, duruşmalara katılır, kendisini savunur ve iddia eder. Eğer buna gücü yetmiyorsa, buna gücü yeteni kendisi seçer ve ona kendisini temsil ettirir. Seçmeye de gücü yetmiyorsa, nesepten en yakın olanlar onu temsil ederler. Velisi ihmal ediyorsa, diğer yakınları mahkemeye başvurarak veliliğini bıraktırıp kendileri veli olarak tayin ettirebilirler.

Böylece Batı dünyası hâlâ insan haklarına ulaşamamış iken, İslâmiyet daha başlangıçta hak olarak sadece insan hakkını tanımıştır.

وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا (Va PaLaQa MıNHAv ZaVCaHAv)  “Ve ondan zevcini halk etti.”

Burada “Haleka” kelimesini tekrar etti. Çünkü erkeğin genetiği ile kadının genetiği bir değildir. Farklı genlere sahip oldukları için “Haleka” kelimesini tekrar etti. Tekrar etmeseydi aynı genlere sahip olurlardı. Yani, kadın-erkek bütün insanlar kişilik bakımından eşittir, tektir, ama bedenleri farklıdır.

Kadın çocuk doğurur, çocuğuna süt verir. Erkek ise bunları yapamaz. Erkek de güçlüdür, üretir ve savaşır. Kadın erkeğin yaptığı işlerin tamamını zor da olsa yapabilir; ama erkek yapamaz. Kadın ile erkek farklı yaratılmıştır. Böylece eşleşsinler ve ortak bir aile oluştursunlar.  

Zevc” eş demektir. Çift demektir. Farklı ama eşit olan ve birbirine bağlı olanlara ‘zevc’ denmektedir.

“İsneyn” iki demektir. Sadece sayıları iki olanların vasfıdır. Oysa “zevc”de hem denk olacaklar, hem de farklı olacaklar. “Eş” kelimesi “zevc” kelimesini ifade etmez. Çünkü eşlerde bağlanma şartı yoktur. “Çift” kelimesi de sadece sayı olarak tek olmama demektir. “Zevc” kelimesi ikisinin eşit olmasını içerdiği için fasih Arapçada “zevce” kelimesi yoktur. “Zevcim” deyince; karım da anlaşılır, kocam da anlaşılır.

Kur’an’da “zevcetehu” değil, “zevcehu” olarak geçmektedir. “Ey Adem, sen ve zevcin” denmekte, “zevcen” denmemektedir. “Ondan zevci yarattı” denmektedir. Eğer “zevc”den kasıt erkekse, o zaman Havva Adem’den yaratılmış olmalıdır.

Zevc” kelimesi hem erkek hem kadın için kullanılır. Zamir erkek olarak gönderilir. “Nefs” de yine hem erkek hem kadın için kullanılır, zamir olarak de dişi zamiri gönderilir.

Buradaki “Ha” zamiri nefse gitmektedir. O da kadın değil sadece nefistir.

Burada eşleştirme sanatı vardır. Aralarında eşitlik sağlamak için hep denk ifadeler kullanılmıştır. Böylece insan haklarının temel kuralını koymuştur.

Eski mantıkta yalnız vatandaşların hakkı vardı. Oysa şimdi her insanın doğuştan hakkı vardır. Tamamen İslâmiyet’in Avrupa’ya etkisinden sonra Batı’nın Roma hukukuna aykırı olarak kabul ettiği husustur bu.

“I. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği: Madde 12- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” Şeklinde tarif edilmiştir.

Buradaki “herkes”ten kasıt, her insan demektir. Anayasa toplulukla kişiyi ayrı ayrı almıştır. Oysa fıkıhta sadece insan hak ve görevlidir. Bir başkan da insan olduğu için hak ve yetki sahibidir. Başkan cemaatinin vekili olarak, temsilcisi olarak tasarruf etmektedir. Mükellef olan topluluktur. Onun hak ve yetkilerini kullanma vekil ve temsilcisi olarak başkanındır.

Biz iki kişi bir araya geliyoruz. Ortak işimiz var, bunu ikimiz birlikte kullanamayız. İkimiz ortak arabayı beraber kullanamayız. Bunun için şunu yaparız. Ya zaman içinde hak ve yetkilerimizi bölüşürüz. Bir gün siz, bir gün ben kullanırım. Siz arabayı kullanırken benim vekilim ve temsilcimsiniz, ben kullanırken de sizin temsilcinizim. Yahut ben kamyon siz otobüs kullanırız. İkisi de ortaktır. Birbirimizi temsil ediyoruz.

O halde başkanın ayrıca bir varlığı yoktur. Topluluk malları hepimizindir, ancak onu işletme yetkisi ile bize vekâleten işletmektedir. Oysa Batı mantığında hâlâ kişilerden ayrı devlet diye bir varlık vardır. O varlık vardır ama o varlık doğrudan tasarrufta bulunamaz. Yani, hak ve görev yüklenemez. Hak ve görev o topluluğu temsil eden kişilere aittir.

Batı ne kadar açıkgözdür ki, sahip olmadığı insan haklarını bizde yokmuş gibi bize empoze etmektedir!

Bizimkiler de o kadar cahildirler ki, yokluğunu kabul edip ona teslim olmaktadırlar!

وَبَثَّ مِنْهُمَا (Va BaçÇa MınHuMAv)  “Onlardan bessetti.”

Bes” gevşeyerek alana yayılmış sıvı veya kum yığınıdır. Kur’an’da canlıların çoğalmasını böyle ifade etmektedir. Birbirine benzeyen varlıkların üreyerek çoğalması demektir.  

İlk canlı tek hücre olarak yaratıldı. Onda bütün canlıların genleri vardı. DNA’lar kendilerini eşlediler. Bölündüler, tekrar eşlediler ve böylece benzer şekilde çoğaldılar. Farklılaştılar ve önce nebatları ve hayvanları oluşturdular. Sonra bunların dejeneresi ile bakteriler ve virüsler oluştu. Bitkiler evrim geçirdiler. Canlılar her tarafa yayıldılar. Bugün kutuplarda ve denizin diplerindeki her yerde canlı vardır. İnsan da bir anne-baba olarak yaratıldı ve onlardan üreyerek birçok insanlar oluştu. Bugün yeryüzü karalarının büyük kısmında yayılmış durumdadırlar.

Tevrat ve Kur’an’a göre insanlar bir anne-babadan türemişlerdir. Oysa 20. yüzyıldan önce Batı’da bir neslin kollektif evrimi ile insanların oluştuğu iddia ediliyordu. 20. yüzyılda bu teori tamamen çürümüş ve Kur’an ile Tevrat’ın dediği gerçek olmuştur. İnsanın tek anne-babadan geldiği böyle ispat edilebiliyor.

  1. Mezarlarda bulunan insan kemiklerinin ömrünü çok kolaylıkla karbon 14 metodu ile tayin edebiliyoruz. Bu da şöyledir. C12 atom ağırlığına sahiptir. Ama insanda bir nisbet içinde C14 de vardır. Bu canlılarda değişmektedir. Canlı ölmeden önce bunu korumaktadır. Ölünce 14 karbon bozulmaya başlar ve gittikçe azalır. İşte 12 atom ağırlıklı karbonun 14 karbon ağırlığına oranı bize geçmiş zamanı verir. Homosapins dedikleri bugünkü neslin kemikleri tek coğrafi merkezden yayıldığını göstermektedir. Ayrı merkezli oluşumlar yoktur.
  2. Yapılan kazılar sonucunda elde edilen kemiklerde de birlik izlenmektedir. Hem kemik yapıları hem de bıraktıkları eserlerin benzerliği bir merkezden yayıldığını göstermektedir.
  3. En önemlisi, DNA’ların bulunması bu sorunu kesin olarak çözmüştür. Çünkü evrim sürekli gelişme şeklinde değil, genetik sıçrama ile olmuştur. Bu da değişik yerlerde olasılığı imkansıza götürür.
  4. Dil üzerinde yapılan araştırmalar ile diller üç grupta toplanmıştır: Arapça, Türkçe, Ariyanca. Bunlar arasında gerek kelime benzerlikleri, gerekse gramer kuralları bakımından çok büyük fark vardır.

Müsbet ilim bu âyetin beyanını ispat etmiş bulunmaktadır. Sömürü sermayesinin ateist inadı hâlâ bunun aksini para aşkına savundurabilmektedir. Ancak artık bunun ciddi ilim adamları nezdinde bir değeri kalmamıştır.

رِجَالًا كَثِيرًا (RıCAvLan KaÇIyRan)  “Çok erkekler.”

Burada “zükranen kesiran ve ünasiye” denmemiş de; “Ricalen kesiran” denmiştir.Çünkü çoğalıp yayılma işi çocuklara değil, kadınlara ve ergin erkeklere verilmiştir.

İnsan 15 yaşına gelmeden çocuk yapamamaktadır. Dolayısıyla yayılma “rical ve nisa” arasında olmaktadır. Bununla ifade edilen şey, çocuk kişilik sahibidir ama asıl istenen olgun derecedir. Her insan hak sahibidir, ancak hakkı kullananlar ise erginlerdir. Onun için “rical ve nisa” kullanmıştır. Her ikisinden denmesi ile kadın-erkek arasında eşitlik sağlanmıştır.

Bununla beraber önce “Ricalen” denmiştir. Çünkü canlılarda aktif olan erkektir. Seleksiyon erkeklerde olmaktadır. Erkekler dövüşür ve güçlü olan dişiyi döller. Bu kural bütün canlılarda böyledir. Anaç arı havada uçar. Birkaç yüz erkek arı peşinden koşar, yarışı kazanan dişi arıyı dölleme şansına erer. Yarış dişi arılar arasında meydana gelmez. Milyonlarca sperm yumurtayı döllemeye koşar, yarışı kazanan döller. Yumurtalar arasında yarış olmaz. Bu yayılma ve çoğalma da erkekler tarafından yapılmaktadır. Savaşları erkekler yapmaktadır. Savaş kadınlar için yapılmaktadır ama savaşan erkeklerdir. O sebeple önce onlar zikredilmiştir.

وَنِسَاءً (Va NıSAEan)  “Ve kadınlar.”

Nisa” kelimesi “Rical” karşılığı kullanılmaktadır. Müşterek bir kelimedir. İki anlamı vardır. Biri yalnız olgun kadınları, doğurgan kadınları içermektedir. Küçükleri, yaşlıları (emekli olanları), hastaları içermemektedir. Bazen de bütün kadınları, kız ve erkek çocukları, yaşlı erkek ve kadınları, hasta kadın ve erkekleri de içine almaktadır.

Burada üretken kadın ele alınmaktadır. Erkeklerde “kesir/çok” denmiş, kadınlarda denmemiştir. Arapçada atfedilen atfolunanın özelliğini de taşır. Burada “kesir” sıfatı kadınlar için de geçerlidir Sonunda gelseydi Arapçada hâl veya vasıf ortak olmazdı.

Bununla beraber, çocuklar doğarken sayı olarak erkek çocuklar daha fazladır. Hayatta kalanlarda ise kadınlar daha fazladır. Doğumlardaki erkeklerin çokluğuna işarettir. Bütün insanlar erkek ve kadının birleşmesinden oluşmaktadır. Diğer canlılardan daha fazla olarak insan ancak aile içinde yaşayabilmektedir.

  1. Çocuk olarak doğan insan kendi kendine yaşayabilme gücüne ancak 15 yaşında ulaşmaktadır. Onlara bakıp büyüten bir müessese olmalıdır. Anne-baba ortaklığıdır. Anne-baba birleşmeden çocuk olmuyorsa, onları büyütmek de anne-babaya ait olmalıdır. Bu da anne-babanın belli olması gerektiği anlamını ortaya çıkarır.
  2. İnsan yaşlandığı zaman da artık kendi başına yaşayamamakta, kendisine bakan kimseye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu da ancak aile hayatı ile mümkündür. Anne-babanın ortaklığı ile sağlanır.
  3. Olgun çağlarında zaman zaman arızi sebeplerle, mesela hastalık gibi sebeplerden dolayı insan tek başına yaşayamamaktadır. Dolayısıyla insan aile içinde doğar, aile içinde büyür, aileden ayrılıp yeni aile kurar, aile içinde yaşlanır ve aile içinde ölür. Ailenin tüm yetki ve sorumluluğu da karı-kocaya aittir. İşte Allah burada buna işaret etmektedir.
  4. Başka önemli bir husus da; sadece kendi ihtiyaçlarını karşılama amacıyla değil, ortak yavru yetiştirebilmek için işbirliği yapma zorunluluğu vardır. Biyolojik bakımdan birleşmek zorunluluğu olduğu gibi, işbölümü içinde olmak zorunluluğu da vardır. Erkek çocuk doğuramaz, kadın doğuracaktır. Erkek süt veremez, kadın süt verecektir. Ortak olarak doğan çocuğu büyütme görevi kadına yüklenirken, erkek de buna nafaka temin edecektir. Koruma işlerini erkek yapacaktır. Kadın askere alınmayacaktır. Böylece yeni nesil ortaya çıkmakta ve yeryüzüne yayılmaktadır. İnsan şimdi karalardadır. Gelecek uygarlıklarda insan denizlerde kentler kuracaktır. Daha sonra güneş sistemi içinde siteler kuracaktır. Daha sonra tüm uzaya açılacaktır. Bütün bu yayılma, başta çoğalma -ki bu kadınların işidir-, sonra doğan çocuklara vatan bulma ve gıda bulma iledir ki, bu da erkeğin işidir.

وَاتَّقُوا اللَّهَ (Va ıtTaQUv elLAHa)  “Ve Allah’tan ittika ediniz.”

Arada “Va” harfi getirilmiştir. Birinci ittika ile ikinci ittika ayrıdır. Birinci Allah’tan kasıt ile ikinci Allah’tan kasıt ayrıdır. Birinci ittika tabiî kanunlara uymaktır. Fizik, kimya, biyoloji benzeri ilimler içinde kalmaktır. Bu ittika ise sosyal kanunlara uymaktır. Yani şeriata uymaktır.

Birincisine ait kanunları ve kuralları biz koyamayız, o kanun ve kurallar içinde yaşarız. İkincisi ise bizim kendimizin yaptığı kanunlara uyma sözkonusudur. Kendi içtihadımıza ve kendi icmalarımıza uyma mecburiyetini getirmektedir.

Birinci ifadedeki Allah olarak Kâinatı var eden kastedilmektedir. Burada ise O’nun yeryüzündeki halifesi topluluktan bahsedilmektedir. Burada insan kuralı kendisi koyuyor, ona uyma zorundadır. Yani, sosyal kanunlara da uymalıdır, topluluğun kurallarına da uymalıdır.

الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ (elLaÜIy TaSAvEsaLUvNa NıHı)  “Kendisiyle tesaul ettiğiniz.”

Burada “Ellezî” ism-i mevsuldür. Allah sıladır. Vasfıdır. Kendisiyle tesaul ettiğiniz Allah’tan ittika edin. Rabbinizden ittika edin. Birbirinize O’nun sayesinde tesaul ettiğiniz kimse olan Allah’tan ittika edin.

Seele” sormak veya istemek demektir. İnsanların birbirlerinden haklarını isterler. Davalı olurlar. Devlet budur. Burada devlet tanımlanmaktadır. Devlet halkın topluluktan kendisinin hakkını istediği bir organizasyondur. Diğerleri de ondan haklarını devlet aracılığı ile isterler. Topluluk şeriat içinde hareket eder, düzen devam eder. Aralarında çıkan nizaları da hakemler yoluyla hallederler.

Yalnız ya hakem kararlarına uymazlarsa ne olacaktır?

İşte hakem kararlarına uymayanları yola getirmek için oluşturulmuş müesseseye ‘devlet’ diyoruz, ‘mülk’ diyoruz. Dayanışma ortaklıkları şeklinde oluşmaktadır. Hakkımızı onunla istemekteyiz.

Burada tek başına resul veya başka herhangi bir müessese değildir. Kül yani bütün olarak devlettir, topluluktur, insanlıktır. Bucakta, ocakta, ülkede ve insanlıkta hak talebi kamu kuruluşları arasında olmaktadır.

Onda Allah’a ittika ediniz. Yani, kamunun hukukuna uyunuz.

Kamu hukuku daha çok sözleşmelere dayanmaktadır. İnsanlar anlaşarak o hukuku oluşturmuşlardır.

وَالْأَرْحَامَ (Va eLEaRXAMe)  “Ve rahmlardır.”

Allah’tan ve rahmlardan sakınınız.

Rahm” ise akrabalık hukukudur. Tabiî olarak doğmaktadır. İnsan topluluğunu değiştirebilmektedir. Ama anne-babasını ve kardeşlerini değiştirememektedir. İnsanın onlar arasında da hukuku doğmaktadır.

Demek ki insanın tâbi olduğu sosyal kanunlar ikidir. Biri, içtihat ve icmalarla, sözleşmelerle tesbit ettiği sosyal hukuk vardır. Bir de kendisinin hiç müdahale edemediği ve kendi isteğiyle oluşmayan bir sosyal hukuk daha vardır. Buna “rahm hukuku” denmektedir. Burada esas alınan annedir. “Aile hukuku” diyebiliriz.

Demek ki, kamu hukuku var, aile hukuku var. Aile hukuku doğal hukuktur.

Bu sûrede o hukuk düzenlenmektedir. Tüm insanlar arasında doğan haklardır.

Burada korunan annedir. Kadına bazı imtiyazlı haklar tanımıştır:

  1. Her kadına koca bulmak için çok evlilik müessesesi getirilmiştir. Yani, kadın kocasız bırakılmamalıdır. Ancak erkek karısız bırakılmış ve bu hususta koruma getirilmemiştir.
  2. Boşanmada kadına tazminat hakkı tanınmış, ama erkeğe böyle bir hak tanınmamıştır. Böylece erkek daha ağır yük altına sokulmuştur.
  3. Çocuğu yanında bulundurma hakkı kadına tanınmış, buna karşı erkeğe bu hak tanınmamıştır.
  4. Fuhuşta erkek sürgün edildiği halde, kadın sürgün edilmemiştir. Zinada her ikisi eşit suçlu kabul edilmiş olduğu halde, fuhuşta erkek sorumlu yapılmıştır.

Bunlar neden böyledir? Çünkü nesli devam ettirecek olan kadındır. Erkek az da olsa çok da olsa aynı çocuk olacaktır. Oysa ne kadar kadın varsa, doğacak çocuk da o kadardır. Nüfus artışı hesaplanırken de bir kadının doğurduğu kadındaki artış hesaplanır. Doğurduğu erkek sayısı önemli değildir. Doğuran bir kadın kaç doğuran kadını yetiştirmektedir. Eğer bu bir ise nüfus dengededir. Eğer çok ise artmaktadır, az ise azalmaktadır. Ergin doğurmayan kadın veya erkeklerin sayısı nüfus sayısında önem arz etmemektedir.

“Tetesaelune bihi”de merkez erkektir. Yani, kamuda erkek sayısı, savaşan erkek sayısı önemlidir. Yahut çalışan erkek sayısı önemlidir. “Erham”da ise doğuran kadın sayısı önemlidir.

İnsanlık köklerdir. Devlet (kavim) gövdedir. İl (şa’b) daldır, Bucak (kabile) sürgünlerdir. Yapraklar çalışan erkeklerdir. Tomurcuk aşirettir. Çiçekler kadınlardır. Meyve de yavrudur.

Kamu hâkim değil hâdimdir. Hizmet edilen ise kadındır. Kadın da çocuk yetiştirmektedir.

إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا (EınNa elLAHa KaNe GaLaYKuM RaKıYBan)

“Allah üzerinizde rakıb bulunmaktadır.”

Devlet, kamu insanın tabiî ve sosyal haklarının korunmasında murakıb bulunmaktadır.

Murakıb” ne demektir? “Rakaba” boyun demektir. Kişinin hareketini takip etmek, gözetlemektir. Ne yaptığını tesbit etmektir. “Murakıb” yani müfettiş kendisi müdahale etmez, sonunda mercie bilgi verir. Mağdur olanlar aleyhine dava açarlar. Hakemler nezdinde dava açarlar. İşte ‘hukuk düzeni’ budur.

Merkez müdahale etmez, sadece gözetler ve eğer biri hatalı ise onun aleyhinde hakemlere gidilir. Böylece hukuk düzeni oluşmuş olur. Müdahale ederse insanın cüzi iradesi zedelenmiş olur, murakabe etmezse insanların hakları korunmamış olur.

Bu murakabe de devlet içinde tesbitlerle olur. Evrak, demirbaş kayıtları, zimmet ve envanter muhasebesi murakabedir. Sözleşmeler, mamullerin kontrolleri, tahkikler ve hakemler ise murakabenin sonunda tesbit edilen haklardır. Hakem kararlarına uyanlar uyarlar. Uymazlarsa, illerde jandarma, insanlıkta ise ordular bu hakkın ihkakı için dayanışma içinde hareket ederler.

وَآتُوا الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ (Va EavTUv elYaTAMAy EaMVAvLaHuM)  “Yetimlere mallarını veriniz.”

“Ey insanlar, tabiî kanunların içine giriniz ve kendinizi koruyunuz. Kamu hukuku içine giriniz ve kendinizi koruyunuz. Aile hukuku içine giriniz ve kendinizi koruyunuz.” Demiş ve hukuk saymamıştır. Aile hukukunda insanların birleştiği ve genellikle riayet ettiği hukuktan da ayrı ayrı bahsetmemiştir.

“Bunların içinden yetimlerin mallarını veriniz.” denmektedir. Bunu “Va” harfiyle zikretmiştir. Yani, “Erham”dan farklıdır. Kamu hukukundan da farklıdır. Burada kimsesiz olanın hukukunu korumaktır. Topluluğun kimseleri koruma yükümlülüğü ortaya çıkmaktadır. Bir insan, insan olduğu için diğer insanlar onun haklarını koruyacaklardır.

“Rahm”ın korunması da bundandır. Çünkü rahme düşen üçüncü kimsedir. Hukuku korunmalıdır. Bunun için ne gerekiyor? Önce cinsi ilişkide bulunanlar bu ilişkiyi gizli yapmayacaklar, çünkü gizli olursa doğacak çocuğun hukukunu koruyamayız. Akrabalar birbirleriyle ilişki kurmayacaklar, çünkü doğacak çocuk hastalıklı olacaktır. Sonra, eğer bir kadın birisinden hamile ise, başka erkekle doğurmadan önce ilişki kurmayacaktır. Hamile olmasa bile, o devrede hamile olması ihtimali varsa yine kurmayacaktır.

İşte burada kimsesiz korunmaktadır. Babası ölmüş veya annesi ölmüş kimsenin mirasçısı olan kimsenin de hukuku korunacaktır. Yetimin malları korunacaktır.

Şimdi burada “yetim”in şer’î manâsını tesbit etmemiz gerekir. “Yetim” odur ki, küçük iken yani kendi mallarına sahip olamazken bir yakınlısı olmuştur ve kendisine ondan miras kalmıştır. Bu anne-babasından biri olduğu gibi, anne-babası sağ olur ama başka bir akrabasından kendisine miras veya vasiyet yoluyla mal intikal etmiş olabilir. Çocuk değişik şekilde mala sahip olmuş olur. Bu yetimdir. Babası ve annesi olduğu halde miras bakımından yetimdir. Bu illetle hükmün genişletilmesi şeklinde bir yorumdur.

Roma hukukunda bir domusta mallara yalnız pater sahip olurdu. Kişilerin özel olarak tasarruf ettikleri malları yoktu. İslâm hukukunda ise aile mülkiyeti yoktur, kişi mülkiyeti vardır. Ailede herkesin hakkı ve yükümlülüğü bellidir ama kollektif bir mülk yoktur. Kişi her zaman bağımsız olarak mülke sahip olur. Kadın da sahip olur. Ne kadar tasarruf ederse o eder, edemezse velisi de tasarruf edemez. Küçüğün babası da başkasından çocuğa intikal eden mallarda tasarruf edemez. Kişi mülkiyeti var, aile mülkiyeti yoktur.

Avrupa bunu hâlâ anlayamamıştır. Ailede ortak mülkiyet, birlik mülkiyeti gibi hükümler getirmektedir.

Emvalehum” tabiri ile kendi mallarının kendilerine ait olduğu ifade edilmektedir.

Burada ne yapılır? Küçüğe herhangi bir yolla gelen mallarda tasarruf dondurulur. Velisi veya vasisine karz-ı hasan olarak verilir. Kişi onları işletir. Artma ve eksilme işletenedir. Çocuklar ergin yaşa erdiklerinde malları kendilerine verilir.

Yetimlerin bakımı ise anne-babasına aittir. Çocukların mallarını kullanamazlar. Anne ve babanın gücü yoksa, yetimlerin bakımı topluluğa aittir. Çocukların mallarına dokunulamaz.

Bu husus akıl hastası için de böyledir. Yaşlı için de böyledir. Mallar kendilerine teslim edilecektir.

Tabi ki baliğ oldukları zamana kadar. Ama o zamana kadar kendi masrafları için de olsa mallarına dokunulamaz. Çünkü çocukları büyütmek anne-babasına, yoksa onların yerine geçenlere aittir. Topluluğa aittir. On beş yaşına kadar çocuk çalışıp kazanırsa da onlara aittir. Babası veya anası onu zorlayamaz. Baliğ olduğu zaman borçlanmış olur.

Bu kural çok önemlidir. Üvey anne-baba olduğu yerde son derece zor sorunlar ortaya çıkmaktadır. Baba kendi hayat seviyesi ile mütenasip olarak küçükleri yaşatmakla yükümlüdür.

وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَبِيثَ بِالطَّيِّبِ (Va LAv TaTaBadDaLUv elPaBIyÇa Bi elOayYıBı)

“Tayyibi habisle değiştirmeyin.”

Malları kullanırken aynını teslim etme zorunluluğu yoktur. Beş koyun alınmışsa o beş koyun teslim edilmeyecektir. Beş koyun karşılığı beş koyun teslim edilecektir. Karz olması nedeniyle biri ölse, onun yerine de başka koyun vermesi gerekir. Ancak koyunların vasıfları daha aşağı olmamalıdır. Mesela, beş yaşında bir koyuna karşılık bir kuzu verilmeyecektir. Yahut hastalıklı koyun verilmeyecektir. Daha iyisi olmalıdır veya dengi olmalıdır. Bu husus bütün karz-ı hasenlerde geçerlidir.

وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَهُمْ إِلَى أَمْوَالِكُمْ (Va LAv TaEKuLUv EaMVAvLaHuM EıLAv EMVaVlıKUM)  

“Onların mallarını mallarınıza yedirmeyin.”

Ekle” böcek kurdu demektir. Bir şeyi yiyip bitirmek, güve gibi kemirmek demektir.

Taam” ise beslemek demektir. Veli veya vasi yetimin mallarını karz-ı hasen olarak mallarına katar. Onu işletir; kârı ve zararı ona aittir. Sonunda mislini, mislinden iyisini büyüdüklerinde yetimlere teslim eder.

Burada malları işleten teslim ederken eksik vermez. Yetimlerin malları yetimlerindir. Vasi veya velilerin malları kendilerinindir. Zararlara yetimlerin malları katılmaz. Karz-ı hasenin hükmü budur.

Ekletmek” yemektir. Ama harfi cer ile geçince müteaddi olur.

Türkçede çok kullanılmaz. Ama benzer ifadeler vardır. “Geldim” lazım bir fiildir, ama “Ahmet’e geldim” dersem, “e” haliyle müteaddi olmuş olur.  

Burada emir topluluğa aittir. Nehiy de topluluğa aittir. Dolayısıyla komşular ve akrabalar yetimlerle meşgul olmalıdırlar. Onların hukukunu gözetlemelidirler.

إِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبِيرًا (EınNAHUv KaVNa XuvBan KaBIyRAv)  “O büyük bir havbdir.”

Harb” savaş âletlerinin konup saklandığı ambar demektir. Sonra “Mihrab” oda anlamına gelmiştir. “Harab etmek” demek, savaşın sonunda yerle yeksan etmek demektir. “Kıtal” çarpışma ânıdır. “Harb” ise barış hukuku yerine harb düzeninin var olduğu devredir veya yerdir.

“R” “V” yani “Y”ye dönüşmüştür. “Hub” saldırı anlamını almıştır. Ablukaya almak, ambargo koymak ‘hub’dur. Bu büyük bir suçtur.

“Kamu” demek şu demektir. Dayanışma içinde zayıfları kuvvetlendirerek onların hukukunu korumak demektir. Eğer yetimlerin hukuku korunmazsa, kimsesizlerin hukuku korunmazsa, bu saldırı demektir. Hakkın üstünlüğü anlamına gelir. Büyük günah da işlenmiş olur. Bu tür davranışlar sadece tazminata maruz kalmazlar. Normal olarak borçlanmış olmazlar. Suç işlemiş olurlar.

Mesela, birinin bir malını borç alsanız da onu iade etmeseniz suçlu olmazsınız. Size zorla tazmin ettirmezler. Ne zaman kazanırsanız o zaman ödersiniz. Ama yetim malını çarçur ederseniz, zorunlu çalışma ile size ödetirler. Eğer ödettirilemeyecekse o karz-ı hasen olur; ödetilirse karz olur.

Eğer size emanet verilen bir parayı götürüp yerine teslim etmezseniz, kendiniz kullanırsanız bu “Hub” olur. Cezası zorunlu tazminattır. Zorunlu olarak işyerlerinde çalışırsınız ve öyle ödersiniz; ya da ödersiniz ve çalışmaktan kurtulursunuz.

İslâmiyet’te hapishane yoktur. Onun yerine zorunlu çalışma sitelerinde çalıştırma vardır. Hapishaneden farkı, oraya kişinin ailesi ve herkes gelip gider. Mahkum olan kişi normal aile hayatı yaşar. Sadece borcunu ödeyinceye kadar orada çalışır.

Buradaki “Hub” kelimesi bu sorunlarımızı çözmektedir.

Kur’an okundukça her suale mutlaka cevap gelecektir.

 

 


AKEVLER KUR'AN MEÂLİ
1-FATİHA SURESİ-1-
6339 Okunma
2-bakara suresi-meal yok-tefsirden çıkıyor
3945 Okunma
3-ali imran-meal yok-tefsirden çıkacak
1984 Okunma
4-nisa suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
3012 Okunma
5-maide suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
2441 Okunma
6-enam suresi-meal yok-tefsir yok-123teberrük
2815 Okunma
7-araf suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
2051 Okunma
8-ENFAL SURESİ-MEAL YOK-TEFSİRDEN ÇIKACAK
2064 Okunma
9-TEVBE SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK- TEBERRÜK
2473 Okunma
10-YUNUS SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK-TEBERRÜK
1956 Okunma
11-HUD SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK-TEBERRÜK
2213 Okunma
12-YUSUF SURESİ-MEAL YOK-TEFSİRDEN ÇIKACAK
2334 Okunma
13-rad suresi meali
2516 Okunma
14-İBRAHİM SURESİ MEALİ
2200 Okunma
15-hicr suresi meali
2578 Okunma
16-nahl suresi meali
3303 Okunma
17-İSRA SURESİ MEALİ
3214 Okunma
18-KEHF SURESİ MEALİ
3242 Okunma
19-meryem suresi- meal yok-tefsir yok-teberrük
2133 Okunma
20-taha suresi meali
3358 Okunma
21-ENBİYA SURESİ MEALİ
3171 Okunma
22-hacc suresi meali
2648 Okunma
23-MÜ'MİN'UN SURESİ MEALİ
2712 Okunma
24-nur suresi meali
3051 Okunma
25-furkan suresi meali
2530 Okunma
26-ŞUARA SURESİ MEALİ
2981 Okunma
27-neml suresi meali
3234 Okunma
28-kasas suresi meali
2650 Okunma
29-ankebut suresi meali
2748 Okunma
30-rum suresi meali
2473 Okunma
31-LOKMAN SURESİ MEALİ
2551 Okunma
32-SECDE SURESİ MEALİ
2162 Okunma
33-AHZAB SURESİ MEALİ
2543 Okunma
34-SEBE SURESİ MEALİ
2899 Okunma
35-FATIR SURESİ MEALİ
2671 Okunma
36-YASİN SURESİ MEALİ
3729 Okunma
37-SAFFAT SURESİ MEALİ
3612 Okunma
38-SAD SURESİ MEALİ
2909 Okunma
39-ZÜMER SURESİ meal tefsir yok TEBERRÜK
3275 Okunma
40-MÜ'MİN SURESİ MEAL TEFSİR YOK teberrük
2854 Okunma
41-fussilet suresi meali
2561 Okunma
42-şura suresi meali
2214 Okunma
43-zuhruf suresi meali
2724 Okunma
44-DUHAN SURESİ MEALİ
2744 Okunma
45-CASİYE SURESİ MEALİ
2010 Okunma
46-AHKAF SURESİ MEALİ
2481 Okunma
47-MUHAMMED SURESİ MEALİ
2408 Okunma
48-FETİH SURESİ MEALİ
2585 Okunma
49-HUCURAT SURESİ MEALİ
2719 Okunma
50-KAF SURESİ MEALİ
2991 Okunma
51-ZARİYAT SURESİ MEALİ
2909 Okunma
52-TUR SURESİ TEFSİR MEAL YOK teberrük
2157 Okunma
53-necm suresi tefsir ve meal yok teberrük
2105 Okunma
54-KAMER SURESİ TEFSİ MEAL YOK teberrük
2729 Okunma
55-RAHMAN SURESİ MEALİ
3516 Okunma
56-VAKIA SURESİ MEALİ
3453 Okunma
57-HADİD SURESİ MEALİ
2668 Okunma
58-MÜCADELE SURESİ MEALİ
2476 Okunma
59-HAŞR SURESİ MEALİ
2435 Okunma
60-MÜMTEHİNE SURESİ MEALİ
2085 Okunma
61-SAF SURESİ MEALİ
2287 Okunma
62-CUMA SURESİ MEALİ
2534 Okunma
63-MÜNAFİKUN SURESİ MEALİ
2200 Okunma
64-TEGABUN SURESİ MEALİ
2278 Okunma
65-TALAK SURESİ MEALİ
2376 Okunma
66-TAHRİM SURESİ MEALİ
2442 Okunma
67-MÜLK SURESİ MEALİ
2957 Okunma
68-KALEM suresi MEALi
3063 Okunma
69-HAKKA SURESİ MEALİ
2642 Okunma
70-MEARİC SURESİ MEALİ
2618 Okunma
71-NUH SURESİ MEALİ
2487 Okunma
72-CİN SURESİ MEALİ
3120 Okunma
73-MÜZZEMMİL SURESİ MEALİ
3390 Okunma
74-MÜDDESSİR SURESİ MEALİ
3471 Okunma
75-KIYAMET SURESİ MEALİ
2727 Okunma
76-İNSAN SURESİ MEALİ
3261 Okunma
77-MÜRSELAT SURESİ MEALİ
2410 Okunma
78-NEBE SURESİ MEALİ
2948 Okunma
79-NAZİAT SURESİ MEALİ
2662 Okunma
80-ABESE SURESİ MEALİ
2914 Okunma
81-TEKVİR SURESİ MEALİ
2678 Okunma
82-İNFİTAR SURESİ MEALİ
2656 Okunma
83-MUTAFFİFİN SURESİ MEALİ
3048 Okunma
84-İNŞİKAK SURESİ MEALİ
2493 Okunma
85-BÜRUC SURESİ MEALİ
2058 Okunma
86-TARIK SURESİ MEALİ
2459 Okunma
87-A'LA SURESİ MEALİ
2746 Okunma
88-ĞAŞİYE SURESİ MEALİ
2747 Okunma
89-FECR SURESİ MEALİ
2653 Okunma
90-BELED SURESİ MEALİ
2356 Okunma
91-ŞEMS SURESİ MEALİ
3068 Okunma
92-LEYL SURESİ MEALİ
2903 Okunma
93-DUHA SURESİ MEALİ
2563 Okunma
94-İNŞİRAH SURESİ MEALİ
2744 Okunma
95-TİN SURESİ MEALİ
3013 Okunma
96-A'LAK SURESİ MEALİ
3289 Okunma
97-KADR SURESİ MEALİ
3371 Okunma
98-BEYYİNE SURESİ MEALİ
2703 Okunma
99-ZİLZAL SURES MEAL TEFSİRYOK teberrük
1835 Okunma
100-adiyat suresi meali
2394 Okunma
101-karia suresi meali
3215 Okunma
102-TEKASÜR SURESİ MEALİ
3227 Okunma
103-ASR SURESİ MEALİ
2349 Okunma
104-HÜMEZE SURESİ MEALİ
3250 Okunma
105-FİL SURESİ MEALİ
4408 Okunma
106-KUREYŞ SURESİ MEALİ
2516 Okunma
107-MAUN SURESİ MEALİ
2733 Okunma
108-KEVSER SURESİ MEALİ
4089 Okunma
109-KAFİRUN SURESİ MEALİ
2776 Okunma
110-NASR SURESİ MEALİ
3273 Okunma
111-TEBBET SURESİ MEALİ
3907 Okunma
112-İHLAS SURESİ MEALİ
3094 Okunma
113-FELAK SURESİ MEALİ
2327 Okunma
114-NAS SURESİ MEALİ
2647 Okunma
115-KURAN KÖK HARFLER LÜGATI-LATİN HARFLERİYLE
37491 Okunma