MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
Süleyman Karagülle
3175 Okunma
MAİDE 109-110

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 69

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَوْمَ يَجْمَعُ اللَّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا أُجِبْتُمْ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَا إِنَّكَ أَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ (109)

 

يَوْمَ

(YaVMa)

“O gün”

Sûre sözleşmelere riayetle başlamış ve ortak üretim şekli olan avcılık üzerinde durmuş, bir bucağın oluşması hükümleri ile devam etmiş, sonunda soruşturma müessesesini beyan etmiştir.

Çağımızın iki sorunu vardır; işsizlik ve terör. Bu iki olayın çözümünün de bucak sistemi ve soruşturma sistemi olduğunu baştan beri savunmaktayız. Bu sûreye bir ortağımızın önerisi üzerine başlamıştık. Sûre üzerinde durdukça ne derece isabetli olduğunu gördük.

Burada bir hususu hatırlatmak isterim. Kur’an’dan sonra melek gelip size böyle yap şöyle yap demez. Allah ya size ilham eder, aklınıza gelir ve onu yaparsınız, ya da bir başkasına ilham eder, size o gelir ve söyler. Bu sebepledir ki karşılaştığınız her söze kulak verip değerlendireceksiniz. Bizim ilmî makalelerdeki tartışmalar kendiliğinden yönlenmiştir. Çok önemli ilâhî hatırlatmalardır. Bize çok aykırı gelen fikirler de olsa onların üzerinde durmamız gerekecektir.

Bu sûre üzerinde dururken bizde büyük gelişmeler olmuştur. Yüz daire üzerinde daha çok yoğunlaştık. Bir bucağı nasıl kuracağımız hususu netleşmeye başlamıştır. Bir taraftan 100 dairelik proje Medhal’de hazırlanmakta, diğer taraftan Akevler Yenibosna’da muhasebe hazırlanmaktadır. Şimdi aşmamız gereken en büyük sırt 100 dairelik projenin insanlığı nasıl kurtaracağını çevreye anlatmaktır. Bunun için bir kitap hazırlamamız gerekmektedir.

Sûrenin sonlarına gelindiği zaman âhiret hayatı anlatılmaktadır. Buradaki “Yevme” o “yevme”dir, o gündür. Daha çok Hıristiyanların durumunu ele almaktadır. “Adil Düzen” çalışmalarına katılacak olan ve ilk uygulamaları birlikte yapacağımız kimseler Hıristiyanlardır. Allah bugünkü Hıristiyanlardan resmen Tanrı’nın Allah’ın oğlu olduğu iddiasından vazgeçmelerini istemektedir. İncil’deki ve Tevrat’taki “baba” kelimesini “rab” olarak “oğullarını” da “salih kullar” olarak anlamaları hâlinde sorun tamamen çözülmüş olacaktır. Gelecek Hazreti İsa da Hazreti Muhammed de gelmiştir. Yahudilerin Mesih’i ise Hazreti İsa idi ve o da gelmiştir.

Bu sorun büyük sorundur ama bu sorun aşılacaktır. Aşılacak olmasaydı Kur’an teslis üzerinde bu kadar fazla durmazdı. Kur’an bir taraftan Hıristiyanları son derece yüceltmekte, mü’minlere en yakın olanlar onlardır demekte, diğer taraftan teslisi kâinatı yıkacak bir kötülük olarak arz etmektedir.

Kur’an’da bu şekilde beyanlar olmasaydı, olsun teslisi de uzlaşma aracı kabul edelim derdim. Aklım öyle kabul ederdi. Ne var ki Kur’an buna asla müsaade etmemektedir. Demek ki bu sorunun çözümü Hıristiyanlık için büyük inkılâp olacaktır. Ehli kitaptan bir şey istenmekte, o da bir olan kelimede birleşelim denmektedir. Bu hususta Papa John Paul ve Papa 16. Benedictus büyük adımlar attılar, Müslümanları İbrahimî din içinde gördüler. Böyle olunca ikinci adım atmaları da elbette kolaylaşacaktır. Kendileri de çok iyi biliyorlar ki Hazreti İsa’nın tanrılaştırılması sonradan Pavlus tarafından icat edilmiştir.

Tarihte hiçbir peygamber önce kötü yolda olup sonra ihtida etmiş değildir. Hepsinin mazileri temizdir. Oysa Pavlus şiddetli Hıristiyan aleyhtarı bir Yahudi iken birden aşırı Hıristiyan olmuştur. Hıristiyanlığı samimi olabilir. Mizacı itibarı ile de aşırı olabilir. Aziz olabilir. Ama peygamber değildir yani hata etmez değildir. Öyleyse Pavlus’u terk etmeden teslisi Hıristiyanlar çok kolay bırakabilirler.

Bucak sistemini teşri ettikten sonra Hıristiyanlık üzerinde beyanlarda bulunması bize bu işi Hıristiyanlarla beraber yapabileceğimize işarettir. Tarihî gelişme de böyledir.

Bugünkü uygarlığı Yahudi sermayesi oluşturmuş, tarih boyunca Avrupa’ya kan ağlatmıştır. Avrupa’nın huzurlu ortaçağ dönemini sona erdirmiş, ateist kanlı devir yaşatmıştır. Ortaçağın huzurlu hayatına da karanlıklar dünyası demiştir. Oysa ortaçağ Roma ve Bizans çağıdır, Papalık çağıdır. İnsanlık en büyük hamleyi ortaçağda yapmıştır. Yeni ve yakınçağ dedikleri çağlar hep o huzurlu çağların mahsulüdür. Hıristiyanlar resmen ateist olmuş ve laiklik adı altında tanrı düşmanlığı yapmaya başlamıştır. Buna ancak XX. asrın son çeyreğinde son vermeye başlamışlardır. Hıristiyanlar henüz sermayenin ateist baskısından ve sömürüsünden kurtulamamışlardır. Sermaye Avrupa’yı ateist yapmakla kalmamış, aralarında ika ettiği savaşlarla da beş yüz senedir ülkelerini kan gölüne çevirmiştir. Son asır içinde İslâmiyet’i hepten yok etmeyi planlamıştır.

O halde III. bin yıl uygarlığını kurarken Hıristiyanlarla kader birliğimiz vardır. Birleşmek zorundayız ama teslis konusunda taviz vermeyeceğiz ve onlara Allah’ın dinine, kendi dinlerine, Hıristiyanlığa gelmelerinde yardımcı olacağız.

“El-Yevm” dediğinizde bugünü, yaşadığınız günü kastetmiş olursunuz. “Yevmen” dediğinizde herhangi bir günü kastetmiş olursunuz.

Yevme” dediğinizde ise bugünün dışında marife bir günden bahsetmiş olursunuz. Burada bildiğimiz ve öldükten sonra toplandığımız gün kastedilmektedir.

İnsanlar öldüğü zaman ruhları ışık hızıyla uzaklaşır ve onlar için zaman durur. Bize yaklaşan ışığın hızı ile bizden uzaklaşanın ışık hızı aynıdır. Hâlbuki ışığın hızı c ise ve bizim hızımız da v ise yaklaşan yıldıza ait ışığın hızı c+v ve uzaklaşan ışığın hızı c-v olmalıdır. Alınan yollar aynı olduğuna göre (c-v)*zaman ile (c+v)*zaman c*c zamanına eşit olmalıdır.

Ölen veya uyuyan ruhun Zamanı =[(1-(v/c)2)1/2 * yaşayanların zamanı] olur.

v=c olunca çarpan sıfır olur. Dolayısıyla ölenin ruhu için zaman durur.

Yaşadığımız kâinatın entropisi yani bozulması büyümektedir. Bir gün gelecek bu kâinatın sonu gelecektir. Bu hususta ihtilaf yoktur. Bu sonun nasıl olacağında ihtilaf vardır. İşte Kur’an o kâinatın sonuna saat demektedir. Bu yıldızların patır patır kara deliğe döküldüğü ve ay ile güneşin birleştiği gün olarak anlatılmaktadır.

Bugünkü ilme göre bundan sonra ne olacaktır?

İlim bu hususta bir öneride bulunmamaktadır.

Kur’an’a göre ise bundan sonra ilk patladığı güne benzer olarak ikinci patlama olacak ve insanlar yeniden hep birlikte bir araya gelecektir. Ruhlarda zaman sıfırlandığı için ölümle dirilme arasında bir yarım gün kadar mesafe geçmiş olacaktır. Kur’an böyle bildirmektedir. Dünyaya geç veya erken gelmiş olanlar için bir şey değişmeyecektir.

İşte bu kıyam gününe Kur’an “yevme’l-kıyamet” demektedir. Marife olarak bu yevm kastedilirken de “yevme” kelimesi ile beyan etmektedir. O gün muhasebe günüdür. Herkesin dünyada yanında dolaşan üç meleği vardır. Bunlar insanın bütün hareketlerini yazıyorlar. Hareketlere puan veriyorlar; sevap puanı, günah puanı. Meleklerden biri kişinin sevaplarını yazmakta, diğeri fazla yazmasın diye kontrol etmektedir. Diğeri günahlarını yazmakta, diğeri de fazla yazmasın diye kontrol etmektedir. Kur’an bunlardan açıkça bahsetmektedir. Bir de üçüncü melek vardır, iki melek arasındaki ihtilaflarda hakemlik yapmaktadır. Biz hakemleri ve bilirkişileri oluştururken buna kıyas ederek oluşturuyoruz.

İşte bu kıyam günü herkesin defterinde ne yazılmışsa o sorulacaktır. O büyük karşılaşma bu âyette bir cihetiyle anlatılmaktadır.

يَجْمَعُ اللَّهُ

(YaCMaGu elLAHu)  

“Allah cem eder.”

Allah” kelimesi Kur’an’da 2698 defa geçmektedir, kâinatı var eden Allah’ın özel ismidir. Kâinat var edilmeden önceki ismi “Hu”dur yani O’dur. Yalnız “O” olduğu için başka isme gerek olmayacaktır. Allah başlangıçta maddeyi ve enerjiyi yarattı, “LeHu” oldu, her şey O’nun anlamındadır. Sonra zamanı ve mekânı yarattı. Dolayısıyla sebep sonuç ilişkisi ortaya çıktı, “Billah” oldu yani her şeyin sebebi O’dur. Her şey O’nundur ve her şey O’ndandır. Bu vahdet-i vücudu ifade eder. Çünkü kendisinden başka şuurlu bir varlık yoktur. Yani kâinat bomboştu. Bundan “Bi” harfi ayrıldı yani ikilik oldu; Halik ve mahlûk, Allah ve kâinat. “Bi” harfinin ayrılması ile ifade edilen varlığın adı “Allah” oldu.

 

 

 

“Allah” kelimesi ile “Hu” kelimesi arasındaki fark; “Hu” kendisinden başka hiçbir şeyin olmadığı vahdet-i vücudu gösterir. “Hu”da mahlûk da dâhildir. O’nun dışında hiçbir şey yoktur. “Allah”ta ise mahlûk dâhil değildir. Sebep sonuçları ifade eden “B” harfi ondan ayrılmıştır. “B”nin yerine vasıl hemzesi gelmiştir. Hemze elif olarak yazılmaktadır. Birliği ifade eder. “Bi” ise ikiliği ifade eder. Ebced hesabında 2’dir.

Allah” kelimesi Kur’an’da iki manâ ifade eder. Biri kâinatı var eden “Billâh”daki “B”siz kalan harflerin ifade ettiği manâdır. Bu kadiri mutlak tanrıdır. O yaratıcının özel ismidir. Diğer manâsı ise O’nun halifesi olan şuurlu varlıklardır. “Bi” harfi ile ifade edilen zaman ve mekân ile madde ve enerji Allah’tan adeta kopmuş ve ayrı varlık olmuş, Allah’ta bir değişiklik ve eksiklik yapmamıştır. Bu bakımdan kopmuş demiyoruz ama O’ndan gelmiştir. Onun sonucudur. Dolayısıyla mahlûk diyoruz. Ayrılmasına da hilkat diyoruz.

“Billâh” kelimesinin delalet ettiği manâdan “Bi” harfi ayrılınca, kâinat yaratıcısından ayrılınca boş abes bir şey oldu. İşte Allah tekrar o sebep sonuç ilişkisi olan “Bi” alemine ruh ilka etti.  “B” harfi de “M” olup sona alındı, el-rahm oldu yani bir taraftan “B”siz “Allah”, bir taraftan “H”siz er-ruh yani Allah’ın halifesi olan ruh. Allah kâinatı kendisinden ayırdı. Sonra da kendi ruhundan o kâinata yeniden hayat verdi.

Böylece “Allah” dendiği zaman o ruhlar âleminin birleşmesinden oluşan varlık anlaşılır. Bu Allah’ın halifesi olan varlıktır. “Allah” kelimesi bu ortak ruhu ifade eder. Bu ortak ruh topluluğu oluşturur. Yeryüzünün halifesi insanlıktır. Hazreti Âdem’den kıyamete kadar gelip geçecek insanlar ortak ruh oluştururlar. Ben atalarıma mensubum. Çocuklarıma da bir şey bırakmaya çalışıyorum. İşte bu insanlıktır.

İnsanlık kavimlere, kavimler şa’blara, şa’blar kabilelere, kabileler aşiretlere ayrılır. Bunların hepsi Allah’ın halifesidir. Bizzat insanın kendisi Allah’ın halifesidir, Allah’ın halifesi olarak içtihat yapar, sonra kul olur, Allah’ın içtihatla ona bildirdiği işleri yapar. Sonra kullar aşiret içinde birleşirler, birlikte kulluk yaparlar, ibadet ederler. Aşiretler birleşir kabile içinde ibadet yapılır. Şa’blar da birleşir ve şa’b içinde ibadet yapılır. Şa’blar birleşir ve kavim olur. Nihayet insanlık olur. İnsanlık da onları var eden Allah’ın emrinde O’na kulluğunu tamamlamaya çalışır.

Demek ki “Allah” kelimesi kademe kademe Allah’ın kulu halife özelliğini ifade eder. Kişiye inince kulluk ağır basar, insanlığa çıkınca da halife kısmı ağır basar.

İnsanı böylece bu dünyada anlattıktan sonra şimdi âhirete geçelim. O gün yani insanlar yeniden dirildikleri zaman ne olacaktır? İnsan oraya yalnız kul olarak mı gelecek, yoksa orada da Allah’ın halifesi mi olacak? Başka bir ifade ile orada da Allah işlerini içtihatları ile hareket eden kullarına mı yaptıracak yoksa doğrudan kendisi mi yapacaktır?

İşte bu âyet ve başka âyetlerden anlaşılıyor ki; insan âhirette de bu dünyada olduğu gibi O’nun halifesi olarak içtihat edecek ve kulu olarak Allah’ın istediği işleri yapacaktır. Âhirette de hilafet ve şehadet vardır. Cennettekilere mükâfat var, azap yok. Cehennemdekilere azap var, mükâfat ihtilaflı. Yani ikili sistem vardır.

Mükelleflere görev verirsin, görevlerini yaparlarsa sorun yok, görevlerini yapmazlarsa ceza verirsin. Bu yerin adı cehennemdir. İkinci gruba da görevlerini yaparlarsa mükâfatlarını verirsin. Görevlerini yapmazlarsa sorun yok, ceza vermezsin. Orası da cennettir.

Dünyada ve A’raf’ta ise karma düzen vardır.

Allah cem edecektir” denmektedir.

Buradaki “Allah” kelimesi “Hüve”deki Allah mıdır, yoksa “El-ilah”daki Allah mıdır? “El-ilah”daki Allah ise kendisi midir, yoksa ruhların birleşmesinden oluşan halife midir?

Evet, “cem edecektir” dendiğinde orada da ruhların birleşmesinden oluşan bir halife Allah olacaktır. Cem olmak demek bedenlerin bir araya gelmesi değil, ruhların bir araya gelmesidir. Ancak cem eden kadiri mutlak Allah olacaktır. Nasıl bu dünyada peygamberler gönderdi, onlarla insanlığı nurlandırdıysa; orada da o peygamberleri toplayacak, kulları o peygamberler aracılığı ile muhakeme olunacaktır.

Demek ki resullerin işleri bu dünyada bitmemiştir. Âhirete geldikleri zaman onlar da muhakeme edilecektir. Verilen emirleri yerine getirdiniz mi diye onların defterlerine bakılacaktır. Burada şu anlaşılmaktadır ki âhirete vardığımızda bu dünyadaki topluluklar olarak varacağız. Birlikte hesap vereceğiz. Hepimizin borç ve alacakları ayrı ayrıdır. Ancak bu borç ve alacaklar topluluğa karşı olduğu için bir araya gelecek ve hesap vereceğiz.

الرُّسُلَ

(elRuSuLa)

“Resulleri”

Allah o gün resulleri cem edecektir.

Allah kelimesinin iki manâsı olduğunu, biri kâinatı var eden âlemlerin rabbi Allah, biri de onun halifesi olan yeryüzündeki topluluk olduğunu belirtmiştik.

Bunun gibi resulün de iki manası vardır.

Birinciler Kur’an nazil olmadan onlara kitapları vahy etmek üzere seçtiği ve inkılâpları yapan resullerdir. Bu resuller uygarlıkları değiştirmişlerdir. Bunlar örnek bucaklar, merkezi bucaklar kurmuşlardır. Bunlar kurucu bucak başkanlarıdır. Bunların kurduğu bucak merkezi bucaktır. Çevrede de iki türlü bucak vardır. Bağımlı ve bağımsız merkez bucakları ve taşra bucaklarıdır.

Resullerden ikinciler ise bütün bucakların başkanlarıdır. Bucak yöneticileri resullerdir.

“Resul” burada marife gelmiştir. Mahut resullerdir. Bu resuller Hazreti Âdem’den başlayıp Hazreti Muhammed’de son bulan nebi resullerdir.

İnsanlık bir canlı gibidir. Anne rahminde bir tek hücre olarak var edilen hücre ikiye ayrılır, hareketli ve hareketsiz hücrelerin anasını oluşturur, onlar da ikiye ayrılır. Biri dış biri iç organları oluşturur. Dış organları oluşturan hücreler de ikiye ayrılır, deri ve sinir hücrelerini oluştururlar. İşte insanlık da böyle ilk olarak insan olmayan annenin karnında var edilmiş bir hücre olarak ikiye ayrılmış ve ikiye bölünerek biri erkeği diğeri dişiyi oluşturmuştur. Onlar sonra büyümüşler, evlenmişler ve insanlığın anne babası olmuşlardır. Bunlar bölünmüş, çoğalmış ve bugünkü insanlığı oluşturmuştur.

İnsanın diğer canlılardan farkı vardır. Diğer canlılar da topluluk oluştururlar. Ne var ki onlar ancak bir yuvada yaşayan topluluk oluştururlar. Yuva dışındaki hemcinsleri ile hiçbir ilgileri yoktur. Arı kovanının kapısında nöbetçiler beklerler. Her kovanın arıları farklı koku taşırlar. Yabancı kokulu arı geldi mi onu orada yok ederler.

Oysa insanlar özellik olarak iç içe topluluk oluştururlar. On aileden oluşan ocak bir topluluk olduğu gibi, bin aileden oluşan kabile de topluluktur. Yüz bin aileden oluşan topluluk da bir topluluktur. On milyon aile bir kavmi oluşturur. İnsanlıkta bir milyar aile vardır. İnsanlık böylece diğer canlıların yanında devasa bir topluluktur.

İnsan yalnız hâlihazırda yaşayan topluluk değildir. Hazreti Âdem’den başlayan, varlığını sürdüren ve kıyamete kadar da varlığını sürdürecek olan çok uzun ömürlü bir topluluktur. İşte azimet sahibi resuller bu büyük canlının oluşmasında görev almış ilk ana hücreler misali kimselerdir.

Bugün yeryüzünde 10 milyon civarında İsrail oğulları vardır. Onların peygamberi Hazreti Musa’dır. Onun dışında iki milyardan fazla Hıristiyan, bir buçuk milyardan fazla Müslüman vardır. Birer milyardan fazla Budist ve Hindu vardır. İşte bu büyük dinleri oluşturan resuller gelmiştir. Hazreti Nuh ilk gelen birleştirici resuldür. İkinci olarak Hazreti İbrahim gelmiş, insanlığın dinde atası olmuştur. Son peygamber Hazreti Muhammed’dir.

Bunların görevi insanlıkta birliği sağlamak ve lâik aklî düzeni oluşturmak olmuştur. Yirminci yüzyılda yapılan keşiflerle bu hedefe maddeten ulaşılmıştır. Artık bir günde istediğimiz yere gidebiliyoruz. Cep telefonları ile istediğimiz kimse ile konuşabiliyoruz. Gecemiz gündüz olmuştur. Bilgisayar sayesinde çok büyük sayılar problem olmaktan çıkmıştır.

“Adil Düzen” manevi birliği de sağlayacaktır. Böylece burada geçen resullerin aldıkları görev tamamlanmış olacaktır. Bu sebepledir ki Kur’an’dan sonra bu tür görevli bir resul gelmeyecektir. Onun yerine insanlığın birlikte oluşturacağı ilim adamları nebiler ve onların oluşturacakları yeni düzenlerini uygulayıcı siyasiler gelecektir. Birinciler nebilerin, ikinciler resullerin yerinde olacaklardır.

Aslında resullerin görevi dinde (düzende) ve ahlâkta olmuştur.

Hazreti İsa ahlâkta tüm insanlığa gönderilmiş ahlâkı düzenleyen son nebi resuldür.

Hazreti Muhammed de tüm insanlığa gönderilen ve insanlığa düzenleri öğreten son resuldür.

İşte, Allah âhirette bu resulleri toplayacak ve onlara nasıl bir dünya bıraktıklarını soracaktır. Burada işaret edilen başlıca husus bu resullerin ayrı ayrı zamanlarda ayrı ayrı yerlerde gelmiş olmalarına rağmen beraber hepsi işbölümü içinde bir işi yapmışlardır. İnsanlığı aklî düzene, lâik düzene ulaştırmak başlıca görevleri olmuştur.

Hazreti Nuh ilk kavmî uygarlığı kurdu. Kişi yönetiminden kural yönetimine yani şeriat yönetimine geçirdi.

Onun memleketinde ve onun torunlarından Hazreti İbrahim geldi. Tüm insanlığı ilmî bakımdan birleştirdi. İlimde laikliği getirdi. İlimde rasyonalizmi getirdi.

Sonra da Hazreti Musa geldi, yönetimde laikliği getirdi. Yöneticilerin kural koymasını kaldırdı. Şeriat düzenini kurdu.

Sonra Hazreti Davut peygamber geldi. Ekonomide halkın yapamayacakları işleri kamuya yaptırdı. Böylece insanlık ekonomi bakımından tek pazar hâline gelmeye başladı. Fenike ve Yunan siteleri böyle doğdu. İskender ve Roma imparatorluklarını böyle oluşturdu.

Hazreti İsa geldi, yönetim ile ahlâkı ayırdı, toplulukları kendi ahlâkları içinde özgür kıldı.

Ondan sonra Hazreti Muhammed geldi, bütün bunları birleştirdi ve ortak olarak her tarafı ile mükemmel laik ve aklî düzeni tesis etti.

Batıda bunlar olurken doğuya gidildiği zaman Hazreti İbrahim’in çocukları Brahmanizmi kurdular. Bunlar İbranilerin yaptığını yaptılar. Sonra onlardan çıkan Buda doğuda Hazreti İsa’nın yaptığını yaptı. Şimdi bu dinler ve düzenler bir araya gelmekte “Adil Düzen” altında nebi resullerin görevleri tamamlanmış olmaktadır.

İşte, Allah insanlığı bu seviyeye ulaştırmak üzere görevlendirdiği resulleri bir araya toplayacak ve onlara ne yaptınız, durum nedir, rapor verin diyecektir.

Buradaki marife olan resulleri bucak başkanları olarak anlarsak, bir ilin bucak başkanları ortak sorumluluk taşırlar. Bir ülkenin il başkanları ortak sorumluluk taşıyor, tüm insanlığın devlet başkanları da ortak sorumluluk taşıyor demektir. Yıl içinde bunlar merkezlerde toplanarak birbirleri ile tanışacaklar demektir. Topluluk başkanlarının da bir araya geleceğine işaret olarak yorumlayabiliriz.

Diğer taraftan bir de 10’a yakın ilçe merkezi vardır. Bir ülkede 10’a yakın bölge merkezi vardır. İnsanlıkta 10’a yakın kıta merkezi vardır. Buralarda halkın seçtiği resuller bulunmaz, resullerin resulleri bulunur. Bunların da başkan başkanlığında ara ara toplanmaları gerektiği burada ifade edilmiştir.

Burada uyguladığımız kural şudur. Kâinatı var eden Allah ilâhi kudretini nasıl gösteriyorsa, O’nun halifesi olan topluluğun da buna benzer davranışlar yapması gerekiyor. Madem ki Allah âhirette resulleri toplayacaktır, dünyada da bizim resulleri toplamamız uygundur, burada kıyas yapmak caizdir veya vaciptir. Temessül gerekir.

فَيَقُولُ

(Fa YaQUvLu)

“Diyecek”

Burada kimlere deneceğinden bahsetmemiştir. “Feyekulu Lehum” demektir. “Lehum” kelimesi hazf olmuştur. “Cem edecektir”den sonra “Fa” geldiğine göre niçin geldiğini açıklamaktadır. Dolayısıyla onlara demek olan “Lehum”un hazfi daha beliğdir. Şimdi topladık, insanları bir araya getirdik, onlara diyeceğiz.

Bir araya getirmemize gerek yok, onlara ayrı ayrı diyebilirdik. Oraya getirdiğimizde, onları topladığımızda birlikte sual tevcih ediyoruz. Onlar da birlikte cevap veriyorlar.

Bunun anlamı nedir?

İnsanlar konuşurken ve yazarken ses veya hatlarla konuşurlar. Oysa bir araya geldikleri zaman onlar arasında gözler ile bir iletişim olur. Beyinde elektronik ağlar vardır. Bu devreler çalışırken çevreye etki etmektedir. Uçağa bindiğiniz zaman size cep telefonunuzu kapatın derler. Çünkü sizin telefonunuzun algıladığı veya yayınladığı dalgalar uçak devrelerine etki eder. İşte insanlar bir araya geldikleri zaman onlar arasında elektronik bağlantılar oluşur, birlikte duyarlar, birlikte düşünürler. Bu sebepledir ki sadece internette görüşmemiz yeterli değildir. Ne kadar az görüşme yapmışsak o kadar ihtilafımız olmaktadır.  Birlik oluşturmamız için günde beş defa bir araya gelmemiz gerekir. Bugün camilerde toplantı yapılmamaktadır. Aslında hiçbir şey konuşulmamaktadır. Namaz kılınıp dağılmaktadır. Hutbeyi de kimse dinlememektedir. Buna rağmen namaz kılan bu insanlarda bir beraberlik doğmaktadır. Aynı yere gelmenin feyzidir bu. Kahveler, kulüpler, stadyumlar bu işi görür.

Haftada bir defa kılınan cuma namazları bu birliği sağlar. Yılda birer defa kılınan bayram namazları bu elektronik devreleri faaliyete geçirir. Yılda bir defa dünyadan tüm insanlar Mescid-i Haram’a gelirler. Oradan ortak devrelerle ülkelerine dönerler, o devreler de oradaki halkı etkiler, böylece tüm insanlık aynı dili konuşmaya ve insanlık da bu sayede birleşmeye başlar.

İşte bu varsayımdır. Biz böyle olacağını sanıyoruz.

Şimdi ilim adamları bunun üzerinde deneme yapmalıdırlar. Elektronik dalgaları ölçen aletler vardır. Beyin hasarlarını bununla teşhis ederler. Uyku ve rüya halleri okunmaktadır. Kişilerin ayrı ayrı konularda ölçümleri yapılmaktadır. Sonra topluluk hâlinde iken ölçmeler yapılabilir, farklar nedir görülebilir. Yahut bir dersi anlatırsınız. Başka bir gruba da ayrı ayrı odalarda okuyunuz dersiniz, başka bir guruba da aynı odada okuyunuz dersiniz. Sonra imtihan edersiniz. Başarı notları arasında fark olup olmadığını tesbit edersiniz.

Söylediklerimizde doğruluk payı olup olmadığını görebiliriz.

مَاذَا أُجِبْتُمْ

(MAv ÜAv EuCıBTuM)

“Ne cevaplandırıldınız?”

” soru edatıdır, ne anlamındadır. “” ise sorulan şeye işaret etmektedir, mübtedadır. “Ücibtüm” ise onun haberidir.

“Ücibtüm” meçhul fiildir. “Siz” zamiri naibi faildir. Sadece “Mâ Ücibtüm” desek ne cevap aldınız denmiş olur. O zaman fiili sorulmuş olur.

Burada fiil değil sonuç sorulmaktadır.

Cevap iki şekilde olur. “Buraya gel” dediğiniz zaman karşı taraf kalkıp gelirse size fiilen cevap vermiş olur. Bir şey sorsanız, o da söyleyerek cevap verse, o da sözle cevap vermiş olur. Bu şekilde sorulmasından anlıyoruz ki ne söylediler değil de ne yaptılar, sizin tebliğinizi nasıl karşıladılar denmiş olmaktadır.

Hazreti Nuh gelmiş, tebliğ etmiş, dinlememişlerdir; tufan olmuş...

Hazreti İbrahim gelmiş, onu ateşe atmışlar...

Hazreti Musa’nın maceraları Kur’an’da uzun uzun anlatılmaktadır…

Hazreti İsa’yı asmaya kalkışmışlar, 12 havariden fazlası onu dinlememiş...

Hazreti Muhammed hicret etmiş, savaşlar yapmış, devlet kurmuş…

Sonra neler olmuş?

Hazreti İsa’dan sonra Pavlus gelmiş, dini hemen değiştirmiş, başka bir Hıristiyanlığı getirmiştir. Hazreti Muhammed sonrasında dört halife devri geçtikten sonra Emeviler ve Abbasiler, Memlükler, Osmanlılar hilafeti saltanata çevirmişlerdir.

İşte, Allah onlara bunu sormaktadır.

Biz de şimdi merkez bucak başkanlarını veya taşra bucak başkanlarını toplayacağız ve soracağız.

Kim soracak?

Allah soracaktır yani topluluk soracaktır.

Merkez başkanı soracaktır denmiyor, topluluk soracaktır.

Bugün yıllık kongreler yapılmaktadır. Orada başkan dâhil bütün yönetim kurulları hesap vermektedirler. Demek ki bu sünnetullaha uygundur. Merkez başkanı dâhil bütün bucak başkanları hesap vereceklerdir. Onlara sorulacak, onlar da anlatacaklardır.

Şimdi kim soracak sorusuna cevap aramamız gerekir.

Başkandan başka toplantıda soru soracak kimler olacaktır?

Kur’an Enfal Sûresi’nde enfali bölüştürürken Allah’a ayrı resule ayrı pay ayırmaktadır. Buradaki Allah meclistir, resul ise hükümettir. Demek ki meclisin ayrı kişiliği vardır, ayrı örgütü vardır, kamu gelirlerinden payı vardır. İşte biz mecliste şuralar oluşturuyoruz. Bunlar dayanışma ortaklıkları sorumlularıdır. Bunlar ilmî, ahlâkî, siyasî ve meslekî dayanışma ortaklıkları başkanlarıdır. Her mecliste şuralar oluşur. Bu kongrelerde sual soracak kimseler işte bu dayanışma sorumluları başkanlardır. Allah’ı bunlar temsil ederler.

Bugün bu husus şöyle sağlanmaktadır. Başkan da soru sorulacak kimse olduğuna göre meclisi kim yönetecektir? Kongrede divan başkanı seçilmektedir. Meclislerin ise ayrı başkanları vardır. Şimdi şu sorulur: Resul kimdir? Meclis başkanı mı daha ilerdedir yoksa devlet başkanı mı? Talut’u nebi atıyor. O halde eğer Talut’u resul kabul edersek, meclis başkanı hükümetin üzerindedir demektir. İki başbakan atanıyor. Biri komutan diğeri ise sivil başbakandır. Bunlar meclise gelip hesap veriyorlar. Musa’dan sonra dendiği zaman ise onlar nebi resulden sonra denmiş olur.

Kurucu başkanların özelliği vardır. Kurucu başkanlar hem meclis başkanı hem hükümet başkanlarıdır. Bucak, il veya ülke kurulduktan sonra meclis başkanı artık yönetici olmaktan çekilir demektir. İki başbakan atar, onlarla ülke idare edilir yahut her iki şekilde de geçerli olur. Burada sorulacak hususlar vardır. Meclis yasalar çıkarır, bütçeler hazırlar. Bütçeleri hükümet uygular. Sonunda hükümet yaptıklarının hesabını verir. Bugün divani muhasebet (Sayıştay) tarafından yapılmaktadır.

Bakanlara veya başbakanlara tevcih edilen bu sorulara kim cevap verecektir?

Bu ayet bunun hükmünü getirmektedir.

Âhirette de dayanışma ortakları mı olacaktır ki resullere bu soruları sorsun yoksa Allah doğrudan kendisi resullerle konuşacak mıdır?

Bu dünyada nasıl melekler gönderdi ve öyle konuştuysa, âhirette de melekler vasıtasıyla sormuş olabilir yahut âhirette Allah insanlarla doğrudan konuşacaktır.

Bu dünyada neden konuşmuyor sorusu ortaya çıkar. Bunun cevabı açıktır. Bu dünya imtihan dünyasıdır. Birlik sağlanmalıdır. İnsanlar kendi içtihatları ile sevap veya günah işlemelidirler. Eğer doğrudan konuşsa o zaman her konuda O’na soracaklar ve insanların kendi iradeleri ile iş yapma imkânı kalmayacaktır. Nitekim melekler böyledir.

قَالُوا

(QAvLUv)

“Kavl ettiler.”

Resuller kavl ediyorlar. Resuller ayrı ayrı zamanlarda yaşamışlar, bir başkanları yoktur, birden nasıl olup da cevap verecekler? Ama Allah âhirette soracak, onlar da hep birden cevap vermiş olacaklardır. Kur’an’da resulleri birbirlerine tafdil ettik denmektedir. O halde bir sıralama usulü vardır. Allah’ın indinde sorumluluklarına göre bir sıra olacaktır.

Bu durum bütün topluluklarda böyledir. Üç kişi, beş kişi bir araya geldikleri zaman namaz kılacaklarında hemen sıralama yapılmalıdır. Birinci, ikinci, üçüncü… onuncu… Yirmiden fazla oldukları zaman artık temsilciler oluşturulmalıdır.

Sıralama sistemi için geliştirdiğimiz usul şudur. Herkes kendisine göre başkalarını sıralar. Her birinin aldığı sıraların tersleri alınıp toplanır. Bu onun derecesini gösterir. Derecelere göre aşiretteki sıra teşkil edilir. Ayrıca resuller gruplanabilir. Sonunda bir sıra oluşur.

Konuşma sırası birinci sırada olandan başlar, o topluluk adına o cevap verir. Diğerleri sıra ile söylerler. Eğer kendilerinden önce sırası gelene uyuyorsa o söylemez, atlar. Eğer biri söylemiş diğerleri susmuşsa demek ki onun söylediklerini tasvip etmişlerdir. Hepsi söylemiştir.

Bu âyet bize topluluğun nasıl söyleyebileceği hususu ve topluluğun nasıl cevap vereceği hususu hakkında bilgi vermektedir. Şöyle ki topluluk sorabilecektir. Topluluk cevap verecektir. Âyet buna delalet eder ama âyette nasıl sorulacaktır, nasıl cevap verilecektir hususu belirtilmemektedir. İşte burada içtihat devreye girer. Başka âyetlerden deliller aranır. Delil bulunursa sorun nassla çözülmüş olur. Topluluğun nasıl soracağı ve nasıl cevap vereceği hususunda bir âyet bulamazsak, o zaman Kur’an’da örnek ararız, ona kıyas yaparız. Onu da bulamazsak istihsana gideriz. Hazreti Peygamber’in kıyasa dayanmayan sünnetinden yararlanırız. Ama Kur’an’da bir âyetin yorumlanmasında veya kıyas edilmesinde sünnet varsa o bizi kitap seviyesinde bağlar. Sadece hadisin hadis olduğundan şüphe edebiliriz ama Hazreti Peygamber Kur’an’ı yanlış anlamıştır diyemeyiz. Çünkü o vahiy almakta idi. Yanlış anlasaydı Allah o yanlışı düzeltirdi.

Böylece bir araya gelerek birlikte sorulması ve birlikte cevap alınmasının yararı nedir?

Baştan anlattığımız gibi, beyinler arası ilişki kurulur ve etkileşme meydana gelir. Böylece birlik sağlanır, ifadelerle de bu birlik pekiştirilir.

Nasıl mahkemelerde söylenen ifadeler söyleyenleri bağlar ama dışarıda söylenenler ‘yanlış söylemişim’ diyerek vazgeçilebilirse; aynen onun gibi toplantıda söylenen sözler de meclis tarafından ifade edilmiştir. Söyleyen bir kişi ise de dinleyen meclistir. Karşı sözler de söylenmiştir. Dolayısıyla bir araya gelip orada beyanda bulunma topluluğun beyanı olmaktadır.

Bugün de mecliste kürsüde söylenenler zapta geçmekte, tarihî belge olarak kalmaktadır. Eskiden bu külfetli idi. Oysa şimdi elektronik kayıtlar vardır. Ses aynen kaydedilmektedir. Bugün bilgisayar yazıya da çevirmektedir. Dolayısıyla her bucak seviyesinde kayıtlar tutulacaktır.

Bir bucak kurulacak ve bilgisayar kayıtlarında kuruluşundan sonuna kadar kayıtlar bulunacaktır. O kayıtlar bucağın hafızası olacak, bucak böylece geçmişi ile kişilik kazanacaktır. Bucak sakinleri kendi atalarının hafızasını yaşayabileceklerdir.

لَا عِلْمَ لَنَا

(LAv GiLMa LaNa)

“Bize ait hiçbir ilim yoktur.”

Resullere düşen sadece tebliğdir ve kendisine tâbi olanlara imamlık yapmaktır. Onların ne yaptıklarını, yapıp yapmadıklarını takip etmezler, ondan sorumlu değildirler. Tebliğ edip etmediklerinden sorumludurlar. Sadece yanında olanlara emreder, onlar da itaat ederler. Uzakta olanlar ile ilerde olacaklar onları ilgilendirmez.

Burada çok önemli bir husus açıkça ifade edilmiştir. Resullerin kendilerinden sonra olacaklardan haberleri yoktur. Kendilerinden uzak veya kendilerinden sonra olmuş olaylardan tamamen habersizdirler.

Gayb haberleri Kur’an’daki âyetin yorumu değilse hiçbir anlam taşımaz.

Burada dikkat edilecek husus “Lâ ilmün lena” denmemiş de “Lâ ilme lena” denmiştir. Yani bizim asla hiçbir suretle haberimiz yoktur denmektedir.

Buradaki “Lâ” nefyi cins için gelmiştir.

Resuller hayatta iken gelecekte olacakları veya uzak yerlerde olacakları bilmedikleri gibi öldükten sonra da dünyada neler olduğundan haberleri yoktur. Dolayısıyla ölüler öldükten sonra bu dünyadan hiçbir ses alamazlar. Kur’an’da bu husus ‘kabirde olanlara sen duyuramazsın’ denerek ifade edilmiştir.

Kur’an’da “Muhammed’e salât getirin” demiyor, “nebiye” diyor. Topluluğun imamı oranın nebisidir, ona salât edeceksin, onu destekleyeceksin. Bu sebepledir ki tahiyyatta “selâm sana nebi” denmektedir, namaz kıldırana hitaben söylenmektedir. Kur’an’ın bu açık delâleti karşısında hâlâ gayb hadislere itibar etmek, hâlâ mezarlıklardan medet ummak Kur’an’ı hafife almak değil midir?

İnsanlar Allah’a inanmayınca, akılları ile de Allah’ı inkâr edemeyince böyle aracılar icat ederler, onlara tapmaya başlarlar. Anıt kabri ziyaret ile Medine’de Hazreti Muhammed’in mezarını ziyaret etme arasında hiçbir fark yoktur. Firavun’a tapmakla Hazreti İsa’ya tapmak arasında da fark yoktur. Adil Düzen Çalışanları bunları söyledikleri zaman sevimsiz olacaklardır ama insanlığı bu sevimsizlik kurtaracaktır.

Bu ifadenin ortaya koyduğu başka bir genel kural vardır. O da hukuk düzeninde herkes kendi içtihadı ile kendi görevini yapar. Kimse başkasının içtihadı ile amel etmez. Görevli sonunda yaptıklarının hesabını görev verene vermez, topluluğa verir. Yani görev verenin görevi o görevi birisine vermektir. Görevlinin görevine müdahale etme ise ne görevidir ne de yetkisidir. Hattâ görevini yapıp yapmadığını da denetlemez. Yani cumhurbaşkanlığı müfettişi yoktur. Meclisin de teftiş etme yetkisi yoktur.

Görevi yapan kimse görevini yapmazsa veya görevden mutazarrır olursa mutazarrır olan kimse resule gitmez, ona şikâyet etmez. Hakemlere gider ve hakemler muhakeme eder, gerekli hükmü onlar verirler.

İşte resullerin “bizim hiçbir bilgimiz yoktur” demeleri buradan gelmektedir.

Başkan rai değil nazırdır. Akış bozulmuşsa, görev yerine gelmiyorsa, işlerin yürümesi için müdahale eder. Yeni görevli atar. Eski görevlinin görevine son verebilir. Gelecek için karar alır. Geçmişte yapılanları sorgulayamaz. Onu sorgulama yetkisi hakemlere aittir.

Allah bunları toplayıp onlara neden sormaktadır? Önce kendisi bilmektedir. Sonra artık onların görevleri bitmedi mi, yeni bir şey mi yapacaklar? Sormasının sebebi nedir?

Bazı bilgiler vardır. Biz onları bilsek de onun tescil edilmesi gerekir, insanlığın onu bilmesi gerekir. Cennette kalanlar, cehenneme giden insanlar kimlerdir? Âhirette insanlar insanlık tarihini tam olarak öğreneceklerdir. Hazreti Âdem’den kıyamete kadar insanlık nasıl oluşmuş ve biz fert olarak insanlığın neresinde yer almış olduğumuzu bileceğiz.

Bu dünyada yalnız fertler eğitilmiş ve imtihan kazanmış olmayacaklardır. Asıl insanlık imtihan edilmiş, sosyal olarak evrimleşmiş ve artık olgun varlık olarak oluşturulmuştur. Âhirette insanlık ikiye ayrılacak. Bu yeryüzü çalışmalarında kişilerin elde ettikleri sonuçlara göre ayrılma olacaktır. İyiler bir tarafta toplanacak, kötüler bir tarafta toplanacaktır.

Bizim bu dünyada kabul ettiğimiz hicret demokrasisi budur. Bu sebepledir ki başkanlara sürme yetkisini vermekteyiz. Allah’ın âhirette başkanları toplayıp sorması onların bu hususta yetkili ve sorumlu olduklarına işarettir. Başkanlığın önemini göstermektedir. Başkanlar nerede olduklarını bilmeli ve ona göre adil davranmalıdırlar. Bizim görevimiz de başkanları kendi makamlarında oturtmaktır.

إِنَّكَ أَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

(EinNaKa EaNTa GalLAvMu elĞuYuVBi)

“Sen gaybların allamısın, sensin.”

Burada gaybın yalnız Allah tarafından bilineceği tekiden beyan edilmiştir.

1) İsim cümlesi yapılmıştır. 2) Başına “İnne” getirilmiştir. 3) “Ente” ile tekit edilmiştir. Haber marife getirilmiştir. 4) “Allâm” mübalağa ile getirilmiştir.

Gayb nedir?

Gözümüzün önünde olmayan şeyler gaybdır. Uzaktakiler bizim için gaybdır. Gelecek ve geçmiş de bizim için gaybdır. Delillere ulaşanlara artık gayb olmaz. Mesela yarın saat sekizde güneş batacaktır; bu gayb değildir, bu hesabidir. Yahut öleceğim gayb değildir. Yani ilmen ispatlanmış şeyler gayb değildir. İstanbul’u Sultan Mehmet fethetti; bu gayb değildir.

Olaylar da iki çeşittir. Biri sebep-sonuç ilişkileri ile Allah ve insanın müdahale etmediği olaylardır. Bunlar hesabi olaylardır. Bunları bilmesek de öğrenebiliriz ama ihtimali olaylar vardır. Parayı attığınız zaman yazı veya tura gelir. Ne geleceğini bilmeniz mümkün değildir. Çünkü bu ihtimalidir. Bunun dışında bir de iradi olay vardır. Bu Allah’ın ve yeryüzünde insanların elindedir. Diğer olaylar ya ihtimalidir ya hesabidir. Oysa insanın yaptıkları ne ihtimalidir ne de hesabidir, iradidir.

İradi olayları da bizim bilmemiz mümkün değildir. Hattâ kendisinin irade-i cüziye verdiği hususlarda insanın ne yapacağını yapmadan önce bilmesi de kesin olarak söylenemez. Biliyorsa o zaman ona onu yapıp yapmama iradesini vermemiştir demektir. Aynı şey Allah için de söylenebilir. Henüz yapmadığı ve ne yapacağına karar vermediği şeyi nasıl bilecektir? Eğer hepsine baştan karar vermişse o zaman Allah’ın iradesi yoktur demektir. O halde Allah’ın mürid ve âlim olması çelişkidir. Bizim kâinatımızda bu gerçekleşemez.

Işık hızına çıkan varlıklar zaman dışında değildirler, zaman içindedirler ancak zamanın akışı sıfırdır. Oysa Allah zaman dışındadır. Dolayısıyla insanlar zaman ve mekân dışı beş boyut dışına çıkamaz. Belki mekânları küçülür sıfır, zamanları küçülür sıfır olur ama Allah ise mekân ve zaman dışındadır. Çünkü onları O var etti.

Bizim söylediğimiz “bilmez veya bilir” bizim mekânımız içinde düşündüğümüz zaman doğrudur. Mekân ve zaman dışında zaten doğru ve yanlış yoktur. Gaybları yalnız Allah bilmektedir. Bu dünyada da topluluğun gaybını başkan bilmeyecektir.

İşte, genel merkezi olmayan muhasebe oluşacaktır. Her şey kayda geçecektir. Her işimizi cep telefonumuzla yapacağız. Bunlar muhasebe diline çevrilecek ve kaydolacaktır.

İki bütçe hazırlanıyor. Biri yapılacaklar planlanacak. Devamlı ileriye matuf olarak planlanmaktadır. Yıllık, 5 yıllık, 50 yıllık, 500 yıllık planlar olacaktır. 50 yıllık planlar 500 yıllık planlara göre yapılır. 5 yıllık planlar 50 yıllık planlara göre yapılır. Yıllık planlar da 5 yıllık planlara göre yapılır. 5 yılda bir plan yapılmaz, 50 yılda bir plan yapılmaz, her yıl 5 yıllık ve 50 yıllık plan yapılır. Bunlar meclisin yönlendirmesi ile yapılır.

Ondan sonra her yıl uygulanır. Uygulandıkça muhasebeye geçer. Sonra muhasebeleşir, böylece topluluk bunları muhasebeden bilir. Başkanın veya yöneticisinin bilgisine başvurulmaz. Onlar bunları takip etmez. İlkel topluluklarda bu böyledir. Kişi yönetiminde işler görev verenler tarafından aynı zamanda takip edilir. Bugün Türkiye’de bu hâlâ böyledir.

Bu çok yanlış uygulamadır.

Herkes görevini yapacaktır. Yapılan görevler kayıtlara geçecektir. Topluluk onu ancak o kayıtlarla bilecektir. Yapanlar takip etmeyeceklerdir. Yapanlar sadece yaptıklarını muhasiplere bildireceklerdir.  Muhasebe gaybı bilen olacaktır.

Topluluğun bileceği gayb da ona gerekli olan kadardır. Elbette her şey muhasebeye geçmeyecektir. İnsanlar topluluğun bilmesi gerekenleri muhasebeye bildireceklerdir. Örnek olarak ben birine borç verdim ve muhasebeye bildirdim. Topluluktan o kadar borç alma hakkı doğacaktır ama bildirmese bu haktan vazgeçmiş olur. Sonra dava hakkını kaybeder.

O halde biz Allah’ın yaptıklarını örnek alıp yaparız ama biz O’ndan sadece örnek alırız, O’nun şeriki olmayız.

 

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 70

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

إِذْ قَالَ اللَّهُ يَاعِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنْفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنْكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (110)

إِذْ

(EiÜ)

“Hani”

İz” geçmişteki bir olayı hikâye ederken zaman zarfı olarak getirilir. “İza” ise gelecekteki olayın zarfı olarak getirilir. “İza”da şart vardır, “İz”de şart yoktur. Şartsız “İza” için “İz” getirilebilir. Şartlı “İz” için de “İza” getirilebilir.

Maide Sûresi’nin son âyetlerinde âhiretten bahsederken de “İz” getirilmektedir. Gelecekte olacaklar hakkında “İza” değil de “İz” getirilirse onun kesinliğini ifade eder.

“İz” ve “İza” cümleden önce gelir, dolayısıyla “Fî” manâsında olmakla beraber ismin üzerine gelmez. “İz” ve “İza” zarf olduğuna göre bir fiilin zarfı olur, mübteda ve haber olmazlar. Oysa “Fî” haber olabilmekte, hattâ mübtedanın yerine geçebilmektedir. “Raculün Cae” denmediği halde “Raculün Fi’d-Dari” denmektedir.

İz” kelimesi çoğu mahzuf bir fiilin zarfı olabilir. “Üzkür” dinle, anla demektir. Türkçede “bir varmış bir yokmuş” diye anlatmaya başladığınız gibi Arapçada da “İz” diyerek geçmişi hatırlatır, geleceğe de devam edebilirsiniz. “Hani sen bana bize geleceğini söylemiştin, yarın gel” dediğiniz gibi Arapçada da “İz Kulte” deyip cümle kurulabilir.

Bundan önceki âyette “Allah resulleri cem edecek ve diyecek” dedikten sonra “Yekulûne” demiyor “Kâlû” diyor. Demek ki fiil-i mazi muzari için getirilmektedir. Burada Allah Hazreti İsa’ya ben sana şunu şunu yaptım demişti diyor. Havariler şöyle dedi, küfredenler böyle dedi diyerek Hazreti İsa’ya yaşadıklarını anlatmaktadır.

İz” ile devam ederek sen mi böyle söyledin diye soru sormaktadır. O sorunun âhirette olduğu açıktır. Buradaki “Kâle”nin zarfıdır. Böyle dediler yani diyeceklerdir anlamında getirilmiştir. Ondan sonra “İz”lerin hepsi “Kâlû”nun içinde olduğu için hepsi geleceğe aittir.

Bu âyetler soruşturma âyetlerinden sonra gelmektedir. Soruşturmanın nasıl yapılacağını anlatmaktadır. Soruşturmacı soruşturulana olayı hikâye eder. Ondan sonra meçhul olan kısmını sorar. Sonra da soru sorar; böyle diyorlar, böyle bir şey oldu mu? Kişi olayların akışı içinde sorulana doğru cevap vermek zorunda kalır. “Resulleri toplar ve sorar” ifadesinde soruşturmanın ilgililer arasında yapılması gerektiğini ifade etmiş olmaktadır. Görgü şahitleri yüzleştirilir demektir.

Soruşturmaya geçmişi anlatarak başlanacağı için “Kâlû” diyerek onun zarfı içinde soruşturmayı anlatmaktadır.

Sûrenin sonunda Hazreti İsa’yı hikâye etmekle III. bin yıl uygarlığını, bucak uygarlığını Hıristiyanlarla Müslümanların birlikte kuracaklarına işaret etmiş olmaktadır.

Bu sûre bize yerinden yönetimi, site yönetimini, bucak yönetimini ve ilçe yönetimini anlatmaktadır. Yüz dairelik apartmanlar yapılarak ocak ve semt oluşturulacaktır. On semtin birleşmesinden bir bucak oluşacaktır. On bucak da bir ilçeyi oluşturacaktır. İlçe otuz bin ile yüz bin kişi büyüklüğündedir. İlçe merkez bucaklarının özelliği halkın buralarda iş yapması, üretilen malların burada kontrol edilmesidir. Bir köyde oturan kişi ilindeki herhangi ilçede iş yapabilir. Akşamüstü gelmese bile haftada bir eve gelip gidebilir. Bölge ve ülkeler de merkez illerdir, statüleri aynıdır.

Hazreti Nuh peygamberden beri başlayan uygarlaşma sayesinde adım adım bugünkü seviyeye gelmiş bulunuyoruz. Teknoloji bakımından sorunlar çözülmüştür. Haberleşme, ulaşım, aydınlanma ve makineleşme çok ileri gitmiştir. Hukuk ise oluşmamıştır. Bu sûre bize III. bin yıl uygarlığı döneminde bucaklarda uygulanacak hukuku anlatmakta, bunu Müslüman ve Hıristiyanların yapacaklarına işaret etmektedir.

“İz”in zarf olduğu âyeti buraya alıyorum. Bunun zarfı olarak bundan sonraki âyetleri yorumlayacağız.

 يَوْمَ يَجْمَعُ اللَّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا أُجِبْتُمْ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَا إِنَّكَ أَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ (109)

“Yecmeu” ve “Yekûlu” muzari olduğu halde, “Kâlû” kelimesi mazidir. “İz” zarfı da “Kâlû”nun zarfıdır.

قَالَ اللَّهُ

(QAvLa elLAvHu)

“Allah kavl etti.”

Âhirette soruşturmayı yapan Allah’tır. Bu dünyada da soruşturma topluluk adına yapılır. Herkes soruşturma yapamamaktadır. İlçede soruşturma hizmetlileri vardır. Bunlar kamuca atanmışlardır. Resmî görevlilerdir. Bunların ücretleri bütçeden verilmektedir. Davacı soruşturmacıları işte bunlardan seçer. Bunlar topluluk adına soruştururlar. Görev il dayanışması tarafından verilmişse il içinde her yerde soruşturma yapabilirler. Eğer bucak dayanışması tarafından görevlendirilmişse o zaman ancak o bucak içinde soruşturma yapabilir. Hakemlerin kararı ile hüküm ifade eder. Şahitlerin şehadetine karşı hakemlere gidilebilmektedir. Bu ifade ile soruşturmanın başkan tarafından yapılmayacağı anlaşılmaktadır. Başkanlar da soruşturulabilecektir demektir.

يَاعِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ

(YAv GIySa iBNi MaRYaMa)  

“Ey Meryem oğlu İsa.”

Ya” hitap harfidir, sözü ona yöneltir, Tahsis etmez. Başkalarına da aynı soru tevcih edilebilir. Resulleri topluyor, sonra soruşturmaya Hazreti İsa’dan başlıyor veya Hazreti İsa da soruşturulanlar arasındadır. Kur’an gelmeden önce gelen en son peygamberdir. Bu sebeple örnek olarak o peygamber alınmıştır. Ayrıca Hazreti İsa imanı beşerileştirdi. Kur’an ise düzeni beşerileştirdi. Kur’an’da hikâye edildiği için Hazreti İsa anlatılmaktadır. Hazreti İbrahim’in başlattığı beşeri düzen Hazreti İsa ve Kur’an tarafından tamamlanmıştır. Hazreti İsa’ya kişisel mucize verilmiştir. Oysa Hazreti Muhammed’e Kur’an mucizesi verilmiştir. Soruşturma yapılırken hepsine birden değil de aynı konu ile ilgili hepsine sorulacaktır.

İsa” beklenen demektir. Tevrat’ta bir kızdan bir kişi doğacak ve o ümit olacaktır denmektedir. Hazreti İsa’nın İsa olması bir taraftan kendisinin daha önce müjdelenmesi ve gelmesinin beklenmiş olmasıdır. Yahudiler Hazreti İsa’yı Mesih kabul etmedikleri için hâlâ beklemektedirler. Hıristiyanları bile bu saçmalığa inandırmışlardır. İşte beklenen Mesih Hazreti İsa’dır. İki bin sene önce gelmiş, 600 sene sonra Kur’an tarafından tasdik edilmiş ve bugün beş milyar insandan fazlası buna inanmaktadır.

Allah insanları 2000 yıl dalalet içinde bırakır mı?

Biz buna dayanarak Budizm ve Hinduizm’in de ilâhi kaynaklı olduğunu varsaydık. Sonraki araştırmalarımızda bu husus hep doğrulanmıştır. Tevrat’ta Hazreti İbrahim’in dört oğlunun doğuya görevli olarak gittiğini öğrendik. Upanişadları okuduğumuzda görmekteyiz ki Kur’an’daki âyetlerle çok beraberlik içinde olan sözler vardır.

“Mesh” kelimesi “Fesh” kelimesi ile akrabadır. “Fesh”de değişerek bozulma vardır. “Mesh”de ise değişerek düzelme vardır. Melek gelmiş ve Hazreti Meryem’e “Sana bir oğul hibe edeceğim” demiştir. Yani Hazreti Meryem’in rahminde yumurtalığa müdahale etmiş ve babasız oğul olmasına imkân vermiştir. Hazreti İsa’da yapılan gen değiştirmeleri ile başka peygamberlerde görülmeyen özellikleri kazandırmıştır. Hazreti Âdem’de de böyle olmuştur. 200 000 yıl önce yaratılmış insan öncesi insan benzeri varlık henüz insan değildi. İrade sahibi ruhu yoktur. Hazreti Âdem ve eşinin annesinin rahmindeki yumurtaya Hazreti Meryem’de olduğu gibi müdahale etmiş ve insan oluşmuştur. Bu yumurta hücresi bölünmüş, biri Hazreti Âdem diğeri Hazreti Havva olmuştur. Hazreti Âdem’in X kromozomunun birinde melek yeni düzenleme yapmış ve erkek oluşmuştur. Çocuk doğurma emzirme benzeri özellikler yok olmuş, yerine başka özellikler verilmiştir. Yani Âdem de mesh yoluyla insan olmuştur.

Meryem” kelimesi aslında meram anlamındadır. “Ravm” kelimesinin ismi mekânı veya masdarı mimisidir. Dildeki ilaveler zamanla olmuştur. “Meram”ın aslı “mervem”dir. İlk söylenişleri öyledir. Sonra elife dönüşmüştür. “Meryem” özel isimdir. İlk söyleniş şeklini korumaktadır.

Kur’an daha önceki peygamberlerin yaptıklarını birleştirmiştir, esasta bir yenilik yapmamıştır. Kur’an’ın yaptığı yenilikler şunlardır:

1- Kişisel mucize yerine kalıcı Kur’an mucize yapılmış ve nübüvvet sona erdirilmiştir. Tahrif edilmeyen bir kitap getirmiştir.

2- Vahyi sona erdirdiği için vahyin yerine içtihat ve icma müesseselerini getirmiştir.

3- Yerinden yönetimi getirerek yalnız kişilere değil topluluklara da irade-i cüziye vermiştir. Kişiler için hicreti teşri etmiştir.

4- Kur’an yalnız dini veya şeriatı değil ilim, din, iktisat ve siyasetle ilgili âyetleri ve hükümleri içermektedir.

5- Laikliği getirerek değişik din ve ırkların bir arada yaşama düzenini sağlamıştır.

Bunun dışında esasta hiçbir değişiklik yapmamıştır.

Hazreti İsa’yı anlatarak insanın yaratılışı ile ilgili konulara da işaret etmektedir.

Burada “Meryem oğlu İsa” denmiş, Mesih’ten bahsedilmemiştir.  Çünkü burada risalet tarafı anlatılmaktadır. Resuller ve nebiler hep erkekler tarafından gelmiştir. Çünkü topluluk oluşturma erkeklere verilmiş bir görevdir.

İnsan topluluk içinde özgür yaşayan varlıktır. Kurallara uyarak yaşar. Diğer topluluk hâlinde yaşayan canlılar da öyledir. Ne var ki onların kuralları tamdır, değişmez kurallara uyunca hayatlarını yaşarlar. Oysa insanın tâbi olduğu kurallar eksiktir ve değişebilir. İşte bu da özgürlüğü sağlamaktadır.

Hazreti Musa topluluğun sorunlarını çözmüştür. Hazreti İsa ise özgürlüğü çözmüştür. Dolayısıyla Hazreti İsa insanların kişiliğini eğitmekle yükümlüdür. Topluluk erkeklere özgüdür. Kadınların yararlanma hakları vardır. Görev erkeklerindir. Kişi olarak kadın ile erkek birdir. Bundan dolayıdır ki Hazreti İsa’nın babası yoktur, ayrıca risalet görevinde Hazreti Meryem’le beraber görevlidir. Bu sebeple Kur’an’ın pek çok yerinde birlikte anılırlar.

اذْكُرْ نِعْمَتِي

(EuÜKüR NiGMaTİy)

“Nimetimi zikret.”

‘Hatırla hani şunlar şunlar olmuştu’ diyor Allah. Soruşturmaya Hazreti İsa’dan başlıyor. Bunun anlamı şudur. Bir kimseyi suçlayabilmeniz için o onu zorunlu şartlar içinde mi yapmıştır. Çalmıştır ama yaşamak için çalmak zorunda olduğu için çalmışsa kolunu kesemezsiniz, nefsini müdafaa etmek için adam öldürmüşse ona kısas uygulanamaz. Soruşturmacı savunmayı beklemeden işe önce durumu tesbit etmeyle başlar.

Yani…

Hıristiyanlara siz neden Hz. İsa’ya ve Hz. Meryem’e taptınız demeden önce Hz. İsa’ya sen böyle söyledin mi diye sormaktadır. Ona göre suçlamaya devam edilecektir.

Burada bir şeye daha işaret edilmekte, “Nimetim” denmektedir. “Nimet” özel imkânlardır, ayrıcalıktır. Rahmet ise genel olarak herkese şamil iyiliktir. Allah hâliktir, âlemlerin rabbidir. Özel olarak seçtiği kimselere inam etmektedir. ‘Rahman ve Rahim’ dendikten sonra Fatiha’da “senin inam ettiğin kimselere” denerek diğerlerinden ayırmaktadır.

Zikret” kelimesi bildiğini hatırla anlamına geldiği gibi bilmediğini de öğren anlamına gelir. Yani hatırla anlamında olduğu gibi anla anlamına da gelir.

Hazreti İsa’ya ona verilen nimetleri anlatacaktır. Bu nimetlerin hepsi Hazreti İsa’nın hayatında geçmiş olabilir. Bunları hatırla anlamına gelir. Başka manâsı ise Hıristiyanlara verilen nimetler Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’e verilmiş şeklinde anlatılmış olabilir. Çünkü aşağıda bahsedilen nimetlerin hiç birisi Hazreti Meryem’in şahsına verilmiş değildir, sadece Hazreti İsa’ya verilmiştir. Oysa bu nimetin her ikisine verildiğinden söz etmektedir. Çünkü Hıristiyanlar yalnız Hazreti İsa’nın ümmeti değil Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’in ümmetidirler.

عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ

(GaLAYKa Va GaLAv VaLIDaTiKa)

“Sana ve validene”

Hazret İsa ve annesine verilen nimet birdir, bu sebeple nimet aynı nimettir ama “Alâ” kelimesi tekrar edildiği için annesine olan nimetin tesiri ile Hazreti İsa’ya olan nimetin tesiri farklıdır. “Aleyke ve Validetike” denebilirdi. “Validetike Aleyke’deki “Ke”ye atfedilemez. Mecrur muttasıl zamire atıf yapılacağı zaman onu mecrur yapan carr ma’tûfta tekrarlanır. Onun için “Alâ”nın iadesi gerekir. Takdim edildiğinde söylenmesi caiz olsa bile fasih olmaz. Bu sebeple “Alâ” gelmiş olabilir. O takdirde nimet Hazreti İsa’ya ve annesine aynı olur.

Nimetler ayrı olsa da ifade değişmeyecektir. Yani ayetteki ifade aynı veya ayrı nimeti de ifade eder. Nimetlerin ayrılması şöyle izah edilebilir. Hazreti Meryem’e olan nimeti, Hazreti İsa gibi bir oğlu doğurup onu büyütmesi şeklindedir. Hazreti İsa’ya verilen nimet görevi yapma şeklindedir. Bu bakımdan ayırmış ve “Alâ” getirmiştir. Bundan sonraki “İz”lerde Hazreti Meryem bulunmaz. Bunun için buradaki nimeti Hıristiyanlık âlemidir. Hıristiyanlığa verilen nimet ona verilmiş olarak zikredilmektedir.

Böyle olunca da hangi peygamberin müntesipleri daha çoksa o peygamberin derecesi de o kadar yüksek olacaktır. Ne var ki bu Allah’ın inamı olacaktır.

Biz şimdi bu yorumları yapıyoruz. 50 okuyucumuz olursa Allah bize ona göre sevap verecektir, 100 okuyucumuz olursa daha fazla sevap verecektir. Ne var ki bu bizimle ilgili değildir, tamamen Allah’ın takdiri ile olacaktır.

Hazreti Musa ve Hazreti Muhammed düzen kurmakla görevlendirilmiştir. Hazreti İsa ve Hazret Meryem ise insanın özgürlüğünü korumakla görevlidirler. Yalnız Allah’a kulluk etmek demek özgürlük demektir. Bir başkasının emrine girmiyoruz, o bize hükmetmiyor. Biz yalnız tek başına Allah’ın kuluyuz. İnsan olarak kadın ve erkek farklı olmadığı için Hazreti Meryem meram olmuştur, ifade olmuştur.

إِذْ أَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ

(EiÜ EayYadDuKa BiRuXı elQuDuSi)

“Hani seni ruhu’l-kudüs ile teyit etmiştim.”

“İz Kâlellahu” dendiğinde oradaki “İz” bize hatırlatma yapmaktadır. Yani bize anlatırken zaman zarfı olarak getirmektedir Buradaki “İz” ise Allah ile İsa arasındaki konuşmalarda ona anlattıkları içinde zarf olmaktadır. Bunu beş “iz” içinde toplamaktadır.

1- Seni teyit etmişti.

2- Sana talim etmişti.

3- Sen halk etmiştin.

4- Mevtayı ihraç etmiştin.

5- İsrail oğullarını senden keffetmişti.

“Kuş benzerini halk edeceksin” demiş, ona “İz” getirmeden “ekmehi ibra edeceksin” demektedir. Aralarında “İz” getirilmemiştir. Oysa “ibra etmiştin” ile “mevtayı ihraç etmiştin”in arasında “İz” getirilmiştir. Bu beş bölümde farklı şeyler anlatmaktadır. Bunun için “İz”ler tekerrür etmiştir.

Takip edilen sıra nedir?

Birinci dönem çocukken gösterdiği harikuladeliktir. Genetikte yapılan değişiklikle bu sağlanmıştı. İkincisi ise glia hücrelerinde yapılan ilavelerle ders almadan programı aktararak olgun hâle gelmiştir. Üçüncüde ise davet safhasıdır. Bunun için mucize göstermiştir. Kuşun benzerini uçurması ve hastaları iyi etmesidir. Dördüncüsü olan mevtayı ihraç etme ise mucize kabilinden olsa “İz” kelimesini iade etmezdi. Bu mucize değil ruhen ölü olanları bu ölü hâlinden çıkarmaktır. Mevtayı çıkarmadır. Mevtayı teşhir etmektir. Sonuncu “İz” ise korumakla sağlanan mucizedir.

Bu âyetleri yorumlarken iki yol takip edebiliriz. Hazreti İsa’nın başından geçenleri hikâye etmektedir. Bir de Hıristiyanları anlatmaktadır. Yani Hazreti İsa’dan sonra olanları bildirmektedir. O zaman çağımızda Hıristiyanların ortaya koydukları bugünkü teknolojiyi anlatmaktadır. Bu hamlenin onlar tarafından yapılacağına işaret etmektedir.

Bediüzzaman diyor ki; peygamberlere verilen mucizeler insanlığın teknikle ulaşacağı şeylerdir. Onları siz de yapabilirsiniz anlamındadır. Hattâ yapmaya çalışın demektir. O halde âyeti her iki yönüyle yorumladığımız zaman hata yapmamış oluruz.

Bizi bu ikinci yoruma götüren bu beş “İz”in “Kâlû”daki ilk “İz”in içinde olmasıdır. “Cem eder, kavl eder” dedikten sonra “Yekulûne” diyeceğine “Kâlû” denmiş olmasıdır.

Bir soruşturma yapılırken olmuş olay incelenmektedir. Bu olay geçmişte cereyan etmiş olayların sonucudur. O olaylarda hepsinin bir araya gelmesi de o olay olmuştur. Bu olaylara sebepler diyoruz. Sebepler bir araya gelir, son sebep bardağı taşırır, olay olmuş olur. Yani suyu bardağa koyarsınız, koyarsınız, damlatırsınız. Bardak doluncaya kadar damlalar taşmaz, kap içinde kalır. Bardak dolduktan sonra damlattığınız damla artık taşmaya başlar. Yasak olan yahut beklenen o son damladır. Öbürleri o kadar çoktur ve karışıktır ki onlara sonuç izafe edemeyiz. Buna da “illet” denmektedir.

“Seni teyit ettik, sana kol verdik, elimizi uzattık.”

Yed” kol veya el demektir. Kuvvet anlamındadır. Türkçede de buna yakın manâları vardır. Ne ile teyit etmiş, güçlendirtmiş? Kudusun ruhu ile.

Kudusun ruhu ne demektir?

Bu gücü herkes biliyor ama adını söyleyemiyor. Bütün yayın organları, sanat eserleri, kuruluşlar, herkes kudusun ruhunun peşinde koşmaktadır. Bu da topluluğun ruhudur.

İki kişi yan yana geldiği zaman ruhlar arasında ilgi doğar, ortak ruh oluşur. Hidrojen ile oksijeni birleştirdiğiniz zaman su meydana gelir. Kendi özelliklerini kaybederler. İnsanlarda öyle değildir. Bir araya geldikleri zaman birleşik ruh meydana gelir ama kişiler kendi ruhlarını da korurlar. İşte bu ortak ruh aşirette/ocakta oluşur, kabilede/bucakta oluşur şa’bda/ilde oluşur, kavmde/devlette oluşur ve beşeriyette oluşur. Yöneticiler baskı yaparlar, sizi döverler, hapse atarlar, mallarınızı müsadere ederler. Onların yaptığı baskı maddî baskıdır. Halk ise sizi tutar ve sizin yanınızda yer alır ve sonra siz galip gelirsiniz. İşte bu ikinci baskı kudusun ruhudur, topluluk ruhudur. Mukaddes vadi demek toplanma vadisidir.  Kudusun ruhu demek içtimai ruhtur.

Ne olmuştu?

Hazreti İsa dışlanmıştı, Yahudiler ve Romalılar baskı yapıyorlardı. Ancak on iki havari onun yanında yer almıştı. Ama tüm Roma halkı artık onu desteklemeye başlamıştır. Sonunda bu ruhi baskıya dayanamayan Roma Hıristiyanlığa teslim olmuştur.

İşte buradaki teyit budur.

تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا

(TüKalLiMu elNaSa FIy eLMaHDı Va KaHLan)  

“Mehdde ve kehl olarak insanlara tekellüm ediyordun.”

Teklim etmek” aslında dilim dilim kesmek demektir. “Teklim etmek” konuşmak anlamındadır. “Kelime” kesim demektir. “Teklim etmek” kelimeleri dizmek anlamına da gelir. Kelimeleri bir araya getirerek cümle yapmak teklimdir.

Çocuk önce kelimeleri söylemeye başlar. Sonra iki kelimelik cümleler yapar, sonra uzun cümleyi kurar. İşte “teklim” bu uzun cümleyi kurmadır.

Ruh gelip Hazreti Meryem’in yumurtasındaki genlerinde gerekli değişiklikleri yapınca konuşma melekesi erken gelişmeye başlamıştır.

İnsan beyni bir bilgisayardır. Başlangıçta düşük kapasitelidir. Daha kolay dolar. Bu sebepledir ki kapasite uygun bir şekilde kullanılmakta, çocuk büyümeye başlayınca kabiliyetleri de ona göre artmaktadır.

Hazreti Meryem’in XX kromozomlarından birinde Y genlerinin bir kısmı yüklendi ve Hazreti İsa erkek oldu. Büyük bir ihtimalle X kromozomuna Y’den ayrılan parçaya ayrı genler yüklendi. İşte o genler Hazreti İsa’ya farklı kişilik kazandırdı.

Hıristiyanlık daha ilk dönemlerde etkin olmaya başlamıştı. Roma’nın zulmüne rağmen Anadolu’da ve diğer yerlerde alttan alta yayılmış ve Hıristiyanlık dile gelmiştir. Roma Cermenler tarafından fethedilmiş ama Cermenler Hıristiyan olmuşlardır. Ondan sonra da olgunlaşınca Papalık ve Bizans güçlü devler olarak konuşmaya yani hikmet üretmeye devam etmiştir.

Kehl” kelimesi sırtın iki omuz arasıdır. Sırtlamak, omuzlamak kelimelerinde olduğu gibi sorumluluğu yüklenmek anlamındadır. İnsanın nominal ömrü 100 yaştır. İlk üçte biri yetişme, sonraki üçte biri olgunluk, son üçte biri de emeklilik yaşıdır. 33 yaşına kadar öğrencidir, 66 yaşına kadar kâhildir, ondan sonra da kebirdir.

“Beşikte iken konuşacaksın ve yaşlı olarak” deniyor. “Beşikte iken konuşacaksın” bir mucizeyi ifade eder. “Ve olgun olarak” demektedir. Kâhil iken dememektedir. Yani sen beşikte iken olgun bir insan gibi konuşacaksın demektir. O zaman “ve” harfine gerek yoktu. Beşikte iken konuşma bir mucizedir. Olgun gibi konuşmak da ayrı bir mucizedir. Kehlen “ve” getirilmiş olmasaydı konuşma akıllıca olurdu. Beşikte iken anlamında olmazdı. Oysa burada atıf beşikte ve kâhil olarak konuşacaksın anlamına gelir.

Fiil muzari gelmiştir. Âhirette Hazreti İsa ile konuşurken fiil-i muzari getirilmiştir. Bu cümle “Seni teyit ettim”deki “Ke”nin hâlidir. İstimrar anlamında muzaridir. “İz”in içinde olduğu için mazidir. Türkçedeki hikâye çekimleri Arapçada “İz” ile yapılır. “Geliyordu” için “İz Yeciu” dersiniz.

Hıristiyanlık ilk yıllarında hem söz sahibi olmuş hem de olgunluk göstermiştir. Bugünkü Avrupa hukuku Roma hukukuna dayanır. Roma hukukunu olgunlaştıran Jüstinyen’dir. Ayasofya’yı yapan Roma hukukunu olgunlaştırmış, kanun hâline getirmiştir. Daha önce parça parça kurallar idi. Bugün de uygarlığın merkezindedirler. Kur’anda Hazreti İsa’ya bunların Ahirette anlatıldığını, bize de bunların olacağını haber vermektedir.

وَإِذْ عَلَّمْتُكَ

(Va EiÜ GalLaMTuKa)

“Ve hani sana talim etmiştim.”

Yukarıda anlatılan olgun olarak beşikte konuşma genelde yapılan değişikliklerle olabilmektedir. Oysa ilim sonradan kazanılır. Bilgisayardaki hafıza gibi beynimizde de hafıza vardır. Glia hücrelerinde saklanır. Beyin hücreleri ölünceye kadar aynı kaldığı halde glia hücreleri ihtiyaca göre üretilmektedir. Biz kimi olayları sadece bir defa yaşarız ama ömrümüzün sonuna kadar unutmayız. Birçok olayları ertesi gün unuturuz. Dün ne yediğinizi sorsam çoğunuz hatırlayamazsınız. Bazı şeylerin üzerinde durursanız hafızanızda kalmaktadır. Bu şuradan ileri gelmektedir. Gerekli bilgiler bozulmayan hafızaya alınmaktadır. Diğerleri ise geçici hafızada saklanmakta, işi bitince atılmaktadır.

Hazreti Meryem manastırda yetişmişti. Hocası Hazreti Zekeriya peygamberdi. Hazreti Meryem çok büyük âlime olmuştur. Hazreti İsa’nın ilk hocası odur. Hazreti İsa’da kalıcı hafıza var edilmişti. Bir söylendi mi artık onu unutmazdı. Ayrıca ona melekler geliyor ve resul olarak vahiy ediyorlardı. Bunu zamanla kazanmıştır. Bunun için if’al değil de tef’il bâbından getirmiştir.

Burada dört şeyden bahsedilmektedir: Kitap, Hikmet, Tevrat ve İncil.

Önce kitaptan söz edilmektedir. Kitabı yazılı mushaf olarak anlamamız gerekir, şeriattır. Hükümleri içeren metinlerdir. Allah Hazreti İsa’ya şeriatı öğretmiştir, ilâhi düzeni öğretmiştir. Hikmet de o ilâhi düzenin sonuçları, faydalarıdır. Evet, ben namaz kılmadan önce abdest almalıyım. Bunu bilmem kitabı bilmemdir. ‘Ne için almalıyım, ne faydası var?’ dendiği zaman; abdest almalıyım çünkü açık uzuvlar çevre ile temas etmekte, toz ve pislikler derinin gözeneklerini tıkamakta, ayrıca hastalıklara sebep olmaktadır. Periyodik temizlik yaparak bundan kurtuluruz. Ayrıca kollarımızı ıslattığımızda kan oradan kaçar, sonra gelir, böylece vücuda kan kılcal damarlara ulaşır, bu da hikmettir.

Bunları ezbere bilmek iyidir, senin için yararlıdır ama kalıcı olması, başkalarına da anlatman için yazılı metinlere de ihtiyaç vardır.

Şeriat kitabı olarak Tevrat, hikmet kitabı olarak İncil bir bütün teşkil eder. Birincilere Ahd-i Atik, ikincilere Ahd-i Cedid denmektedir. Hazreti İsa bunları da biliyordu.

الْكِتَابَ

(eLKiBa)

“Kitabı”

Derideki çift dikiştir. İlk yazı deri üzerinde yazıldığı için yazmak için bir tür dikiş yapma anlamında “ketebe” kelimesi kullanılmıştır. Bu aynı zamanda kural yazmadır. Yazılı hukuka “kitap” denir. Türkçede kullandığımız kitabın adı suhuftur. Ciltli olan da “sifr”dir.

Burada Tevrat ve İncil’e atfedildiğine göre o kitaplar değildir. Doğrudan şeriattır.

Roma devleti vardır. Roma hukuku vardır. Bu Tevrat hukukunun laikleştirilmiş şeklidir. Hazreti İsa o hükümleri de biliyordu, genel olarak şeriatı biliyordu.

وَالْحِكْمَةَ

(Va eLXıKMaTa)

“Ve hikmeti”

Kitap neyin yapılacağını ortaya koyar.

Hikmet nasıl yapılacağını ve ne işe yarayacağını ortaya koyar.

Kitap sosyal ve doğa kanunlarını anlatır.

Hikmet ise ondan nasıl yararlanılacağını anlatmaktadır.

وَالتَّوْرَاةَ

(Va elTaVRaTa)

“Ve Tevrat’ı”

Tevrat” kuralları içeren töre kitabıdır. “Tavır” kelimesi ile akrabadır. “Tarz” olarak da söyleriz.

Hazreti Musa peygamber şeriat peygamberidir.

Hazreti İsa peygamber tarikat peygamberidir.

Ne var ki ehli tarik olmak için ehli şeriat olmak gerekmektedir.  Kurallara riayet etmek kuralların üstüne çıkma melekesidir.

وَالْإِنْجِيلَ

(Va eLEiNCIyLa)

“Ve İncil’i”

İncil” bölünen parçadır. Ayrılan da işe yarıyorsa “necl” denir. Oğul da necldir. Ana da necldir. Atılan mermi necldir. Hücrenin bölünmesi necldir.

İncil Tevrat’ın neclidir. Çünkü Tevrat’ın ahlâk tarafı, takva tarafı eksiktir. Ayrı kitaptır ama onu tamamlayandır. Kur’an’da ise hem dine/düzene ait hükümler vardır hem de takvaya ait hükümler vardır.

Hazreti Musa yalnız şeriat peygamberidir.

Hazreti İsa yalnız takva peygamberidir ama aynı zamanda şeriatı bilmektedir.

Bizim anayasada bir kuralımız vardır. İnsanlar ilimde, takvada, kesbde ve emirde dereceler alırlar. Ama hepsinde ilmî derece aldıktan sonra orada da derece alırlar.

Şöyle ifade edelim. Bir kimsenin mecliste üye olması için akademik kariyer yapmış olması gerekir. Bugün ilköğrenimi yapmayan milletvekili olamamaktadır. Bizim zamanımızda yani bizim düzenimizde doçent veya doktor olmayan milletvekili olamayacak. Adil Düzende bir tarikat şeyhi olmak için de meclis üyesi olmak gerekecektir.

Ne yaptık?

İlmi takva için şart koyduk.

İşte bunu “İsa’ya İncil’i ve Tevrat’ı öğrettik” ifadesine bağlıyoruz.

Siyasette de benzeri olay vardır; cisim ve ilim sahibi olması gerekmektedir.

وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ

(Va EiÜ TaPLuQu MiNa elOIyNı)

“Ve tiyndan halk edeceksin.”

Üçüncü “İz” kelimesinden sonra hikmeti ile mucizesini göstermektedir.

Hazreti İsa cansız maddeden bir araç yapacak ve bu kuş gibi uçacaktır.

Hazreti İsa bunu mucize olarak değil de fen ile yapacaktır.

Birkaç kuzu postu alınız. Dibağlayıp temizleyiniz. Deri tulum şeklinde soyulmuştur. Tulumları ağızları ile birleştiriniz ve ağzınızla şişiriniz. Ciğerlerinizin yaptığı basınç kadar şişer. Sonra son ağzı da bağlayarak birinci tulumdaki havayı sonrakine bastırarak aktarınız ve ağzını bağlayınız. Böylece son tulumda bütün hava dolmuş ve basıncı tulum sayısı kadar artmıştır. Şimdi buna kanatlar takınız ve ortasına çubukla bir ağırlık bağlayınız. Arka taraftan açtığınız deliği keserek havanın çıkmasını sağlayınız. İşte tepkili bir uçak yaptınız. Kanatlar da varsa bu uçup gider, uzaklarda kaybolur.

İşte, Hazreti İsa bu tekniği kullanmış, onlara mahir bir usta olduğunu göstermiştir.

Hazreti İsa’nın bu öğrettikleri ile Hıristiyanlar ilerleyecek, ilerleyecek ve bir gün işte uçaklar yapacak, helikopterler yapacak, füzeler yapacaktır. Allah Hazreti İsa’ya “işte senin başlattığın uçak yapımı ile uzaya bile gittiler” diye ona anlatacaktır.

Tîn” kelimesini aldı ki mesela yumurta gibi canlı olan bir kuş değil cansız olan kuş. Ölünün derisi de cansızdır. “İnsanı tînden yarattık” denmektedir. Oysa insan diğer canlıların ölülerinden var edilmiştir.

كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي

(KaHayEaTi elOayRı BiEiÜNIy)

“İznimle tayr hey’etinde”

“Kuş halk edeceksin” demiyor, “kuş heyetinde” yani yapı tekniği kuş tekniği olacaktır. Kuş doğanın kanunlarına dayanarak nasıl uçuyorsa, yaptığın cihaz da kuş kanunlarına tâbi olacaktır. Yoksa kendisi kuş olmayacaktır.

Heyet” özel kıyafettir. Evde rahat elbise giyersiniz. Bir toplantıya ve dışarıya giderseniz özel kıyafetle gidersiniz. İşte o kıyafetin adı “hey’et”tir.

Giyinir ve arkadaşınızı beklersiniz. Bu da hazırlanmadır.

Fabrikayı çalıştıracak hâle getirmek ihya etmektir.

“Tayr kıyafetinde” denmektedir.

Tayr” burada cins isimdir, uçan şey anlamındadır. “Tair” ise kuştur. “Kuş yapısında bir şey yapıyordun” deniyor.

Bi İznî” kelimesi benim öğretmemle, benim sana verdiğim imkânı kullanmakla.

Aslında insan beyninde kuş yapma tekniği yazılı haldedir. Sadece o program çalışmamaktadır. Programı faaliyete getirdiğiniz zaman çalışmaya başlar.

Burada “Bi İznî” kelimesini kullanmakla insan beyninde tüm uygarlığın imkânları programlanmıştır. Zamanı geldikçe çalışmayan program çalıştırılarak ilerleme olmaktadır. İlk canlı hücrenin genetiğinde her şey yazılıdır. Zamanı gelince programlar faaliyete geçirilerek yeni canlılar oluşmaktadır. Melekler sadece bu programların anahtarlarını açmaktadırlar.

Hıristiyanlar ve onların sayesinde tüm insanlık ilerde uçan araçları bu yolla yapacaklardır.

فَتَنْفُخُ فِيهَا

(FaTaNFuPu FIyHAv)

“İçine nefh edeceksin.”

Dışı kuş gibi olacaktır. İçi boş olacaktır. Nefh edilen ruh değildir. Nefh edilen havadır. Oysa insana nefh edilen ruhtur. Yani canlanmayacak, sadece içine hava dolacaktır.

Sen nefh edeceksin”, sen şişireceksin denmektedir.

Canlandırma söz konusu olsaydı biz ona ruhu nefh ettik denirdi.

Nasıl nefh edileceğini yukarıda anlattık. Hava ile tulumları şişiriyorsun, sonra bastırarak aktarıyorsun. Bu teknikle tulum patlayıncaya kadar şişirebilirsin. Uçakların müzesine bundan bir tane konup Hazreti İsa’nın uçağı diye yazılmış olması gerekir.

فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي

(Fa TaKUvNu OaYRan BiEiÜNIy)

“İznimle bir tayr olacaktır.”

Hey’et yani kalıp uçacaktır.

Fa” harfi getirilmiştir. Son tulumu şişirdiğinizde biraz bastırsanız top benzeri atar ve tayrın hey’eti uçmaya başlar. Düz uçabilmesi ve havada uçabilmesi için uygun şekilde ağırlık asmanız yeterlidir. Sağa sola veya yukarı aşağı dönmez. Ağırlık onu hep yatay vaziyette tutar. Kanatlardaki eğim onu yukarıya çıkarır.

Tayran” kelimesi burada nekre gelmiştir. Eğer o kuş olsaydı “Fa Tekûnu el-Tayra” denmiş olurdu. Birinci tayr değildir. Birinci tayr canlı uçandır. Bu ise cansız uçandır.

Biz baştan varsayım kabul ettik. Sonra âyeti gramer olarak incelediğimizde varsayımımıza uygun birkaç işaret verdi. Yorum kuralımız bu olmalıdır.

وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ

(VaTuBriEu eLEaKMaHa Va eLEaBRaÖa)

“Ve ekmehi ve ebresi ibra ediyordun.”

“A’mâ” geneldir. Etrafı görmeyen kimsedir. Gözü olan veya olmadan göremeyen kimsedir.

Ekmeh” gözü olduğu halde görmeyen demektir. “Kemh etme” bir yerin tozlarla kaplanması anlamındadır. Burada katarakt tedavisinden bahsetmektedir.

Hazreti İsa bir ilaçla kataraktı tedavi etmiştir yahut öyle bir ilaç vermiştir ki o ilaç perdeyi yok etmiştir. Bugün ise Hıristiyanlar geliştirdikleri teknikle gözü tedavi etmektedirler. Şimdi daha ileri teknikler geliştirdiler, göz nakli yapabilmektedirler.

İşte bu işe Hazreti İsa başlamıştır.

Kur’an bunları bize anlatarak takdiri ilâhiyi anlatarak hem Hazreti İsa’nın bugün görünen mucizelerini ortaya koymakta hem de Kur’an’ın mucizesini ortaya koymaktadır.

Abras” ilaçla, “Ekmeh” de müdahale ile tedavi edilen hastalıklar olarak ortak kabul edilirse, bugün gelişmekte olan ilaç ve ameliyat tedavi şekillerinin başlangıcını Hazreti İsa uygulamıştır. Hıristiyanlar da onlardan aldıkları hızla bugünkü tıbba ulaşmışlardır.

بِإِذْنِي

(BiEzNiy)

“İznimle”

İzin” kelimesi doğa kanunları ile tedavi edildiğini ifade eder. Zaten mevcut olan tedavi şeklinin Hazreti İsa tarafından kullanılmasına izin verilmesidir. Başka bir ifadesi de şudur. Tedaviyi vücut kendisi yapmaktadır. Doktor sadece tedavi şartlarını hazırlamaktadır.

وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَى بِإِذْنِي

(Va EiÜ TuPRiCu elMaVTAy BiEiÜNIy)

Ve iznimle mevtayı ihrac ediyordun.

Burada ihracın iki mef’ulü olabilmektedir. Sen ölüyü hay olarak ihraç ediyordun demektir. “Min” ile getirildiğinde ihraç edilen birinci mef’ul olur, kendisinden ihraç edilen “Min” ile ikinci mef’ul olur.

Benzer âyet 3/49’ta geçmektedir. Orada “mevtayı ihya ederim” diyor, burada “ihraç ederim” diyor. Burada “İz” ile ayırmaktadır. Orada ayırmamaktadır.

Âyetlerden biri bizzat Hazreti İsa’nın hayatını anlatmış, diğeri ise Hıristiyanlık âleminin kıssasını anlatmıştır şeklinde yorumlayabiliriz.

3/49 da Hazreti İsa’nın hayatı anlatılmaktadır. Orada mevtayı ihya ederim demektedir. Oradaki mevta ölü kimselerdir.

Bugün suni teneffüsle insanlar hayata döndürülmektedir. Hazreti İsa böyle birkaç olaya rastlamış ve suni teneffüsle hayata döndürmüş olabilir. Bununla beraber burada “İz” kelimesi tekrar edilmiştir. Bu dirilme mucize kabilinden olabilir. Orada İsrail oğullarına resul dendiği halde burada öyle bir kayıt bulunmamaktadır. O halde buradaki ayet Hazreti İsa’nın hayatındaki olayları değil, sonra olacak olayları hikâye etmektedir.

Ayrıca bu bize hadiselerin tevilini de öğretmektedir.

Bir kişinin basit bir davranışı başlangıç olur, zamanla o büyüyerek büyük müesseselere dönüşür. Azimet sahibi peygamberlerin hikâyeleri böyledir. Sokrat’ın ekol kurması, Ebu Hanife’nin ekol kurması da böyledir. Bediüzzaman böyledir. Erbakan böyledir.

Biİznî” demekle bu olanların Hazreti İsa tarafından değil de Allah tarafından yapılmakta olduğunu ifade eder. Birçok mühendis ve işçiler çalışır, bina biter, elektrik tesisleri döşenir ve cereyan verilir. Sonra biri şalteri kapatır.

İşte peygamberler veya liderler bu işi yaparlar.

Bu âyetteki ihya Hıristiyanlığın insanlığı uyandırmasıdır. Roma İmparatorluğu ölmüş bulunan kadim uygarlığı diriltmiştir yani Mezopotamya ve İbrani uygarlığı yeniden canlanmıştır. Sonra yirminci asrın keşifleri sayesinde tüm yeryüzü fethedilmiş ve insanlık ölü iken diriltilmiştir. Bugün uygarlığın girmediği hiçbir yer yoktur. Demek ki şimdi de ölüyü ihraç etmiştir. Neden uykudan ihraç etmiştir?

Aslında bu uygarlıklar mevcut idi ama bir fetret devrine girilmiştir. Sonbaharda yapraklar dökülür, ertesi yıl yeniden canlanır. İşte Hıristiyanlık âlemi de bunu yapmıştır. Bugünkü uygarlığı omuzlayan Hıristiyanlar olmuş, bizim işimiz kolaylaşmıştır. Yalnız ulaşım ve haberleşme değil, devlet aşamasına da tüm insanlara ulaşmıştır.

Bizim işimiz adil devlet oluşturma olacaktır, “Adil Düzen” oluşturma olacaktır.

İşe makrodan değil mikrodan başlayacağız, bir ocak ve bucağı kuracağız. Ocak ve bucak sistemi yeryüzüne yayılmış olacaktır. Hıristiyanların teknolojisinden ve tüm insanlığı devlet aşamasına getirmiş olmasından yararlanacağız.

وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنْكَ

(Va EiÜ KaFaFTa BaNIy EiSRAEIyLa GaNKa)

“Ve İsrail oğullarını senden keffetmiştik.”

3/49’daki âyette İsrail oğullarına resul denmiş, âyetin başına almıştı. Çünkü Hazreti İsa İsrail oğullarına gelmiştir. Havarilerin hepsi İsrail oğullarından idi. Havariler Hazreti İsa’dan aldıkları emirle tüm dünyaya yayıldılar. İnsanlığa Tevrat’ı ve İncil’i onlar yaydılar.

Başlangıçta İsrail oğullarının fitnesi ile büyük zulüm yapılmış ama sonra onlar zulmedemez hâle gelmişlerdir. Sonraları Hıristiyanlar Yahudilere zulüm yapmışlardı.  Sonunda İsrail Oğulları ile Hıristiyanlar anlaşmış ve bugünkü uygarlığı birlikte kurmuşlardır.

Ne var ki İsrail oğulları rahat durmamış, devamlı olarak Hıristiyanların arasına düşmanlığı sokmuş ve savaştırmışlardır. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları milyonlarca insanın kanına mal olmuştur. Hıristiyanlara asıl yaptıkları zulüm Hıristiyan halkını ahlâksızlaştırarak soykırımına sokmasıdır.

Bugün bütün yeryüzünde Hıristiyanların nüfusu azalmaktadır. Teşviklerle dahi sayılarını koruyamıyorlar. Oysa diğer din mensuplarının nüfusları artmaktadır.

İz” burada iade edilmiştir. Hıristiyanlık yeniden ahlâklı din olacaktır. Faizi ve zinayı terk edecektir. Sosyal ahlâkı zaten iyidir. Böylece üçüncü bin yılın ahlâklı mimarlarından olacaklardır. Burada Kur’an’ın işaret ettiği budur. Çünkü İsrail oğulları artık Hıristiyanlara etki etmeyecektir.

Uygarlaşma sonunda insanlar dirilmektedir. Sermayenin yaptığı uyuşturucu iğneleri ortadan kalkacaktır. Uyuşturucu içmek serbest, uyuşturucu satmak yasaktır. Mafyalar oluşturuluyor ve gençler uyuşturucuya alıştırılıyor. Oysa uyuşturucu ticareti serbest olacak, içenler sürgün cezası ile cezalandırılacaktır. Kişilerin uyuşturucu aldığı çok kolay tesbit edilmektedir. Uyuşturucu kullananlar uyuşturucular sitesine sürülür, tedavi edilir veya orada ölürler. Onlar oradan çıkamazlar ama yakınları istedikleri zaman oraya giderler, isterlerse oralarda kalırlar. Uyuşturucu ticareti serbest olunca çok ucuzlar. Böylece uyuşturucu mafyası da ortadan kalkar. Anarşi de biter.

İşte tüm dinlerin ilâhiyatçıları bunun farkına varacak ve İsrail oğullarının bu saldırılarına son vereceklerdir.

إِذْ جِئْتَهُم بِالْبَيِّنَاتِ

(EiÜ CiETaHuM Bi eLBayYıNAvTı)

“Sen onlara beyyinat ile ciet edince.”

Onlara beyyinat ile gelince.

Sermaye Hıristiyanlara karşı müsbet ilmi silah olarak kullandı ve böylece tüm insanlığı dinsizleştirdi, ahlâksızlaştırdı. Dünyayı diktatörlükle idare ediyordu. Müsbet ilim bazı bâtıl inanışları çürütünce tüm dini inançlar bâtıl oluyordu. Ne var ki yirminci yüzyılın ilmî hamleleri tam tersini yaptı. İlâhi kitaplarda olanları tasdik etti. Böylece beyyinat ile insanlar tekrar şeriata, tekrar hak dine dönmeye başladı.

Bu müsbet ilmi de Hıristiyanlar ortaya koymuşlardır. Biz onlardan öğrendiğimiz bu ilimlerle “Adil Düzen”i oluşturuyoruz. Kur’an bunları olduğu gibi bize anlatmaktadır.

Her şeyi yapan Allah’tır. Herkese bir görev verilmiştir. İsrail oğullarının da gelecek uygarlıkta büyük rolleri olacaktır. Hıristiyanlarla zaten iç içe beraber olacağız. Hindu ve Budist dinler de elbette bu kervana katılacaklardır. Allah kendi nurunu kıyamete kadar aydınlık içinde tutacaktır.

Bu âyetler bize bir uygarlığın kurucusu tarafından adlandırılmasının ve o ümmetin onunla anılmasının doğru olduğunu da ifade eder. Hazreti İsa kimsenin babası değildir ama tüm Hıristiyanlar onun devamıdır.

Biz Hazreti İsa’ya tâbi olunca ona tâbi olmuyoruz, Allah’ın emrine uyduğumuz için ve o Allah’ın emirlerini bize gösterdiği için tâbi oluyoruz. Onlar bize şefaat edemez, biz onlara uyarsak Allah’a uyduğumuz için Allah bize şefaat eder. Resuller hacer-i esved gibi birer taştır. Onlar bize bildirir ama onların doğrudan bir güçleri yoktur.

فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ

(Fa QAvLa elLaÜIyNa KaFaR uMinHUM)  

“Onlardan kâfir olanlar kavl ettiler.”

Herkes değil sadece küfredenler “bu büyüdür” demeye başladılar, ilmî gerçekleri çarpıtmaya başladılar. Faizin yararlı olduğuna, zinanın hak olduğuna fetvalar vermeye başladılar. İsyanı hürriyet yaptılar.

Küfredenler” burada marife olarak getirilmiştir. Bunlar Yahudi sömürü sermayesinin sahipleridir. Bunların safsatalarıyla insanlık biraz daha mücadele edecektir.

إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (110)

(EiN HAvÜA ilLAv SıXRuN MuBIyNun)  

“Bu yalnızca mübin bir sihirdir.”

Bir şeyi delilleri ile ortaya koyup ispat ettiğiniz zaman “bu sizin kuruntunuzdur, bunlar uydurma şeylerdir” demeye başlarlar. Halkı ikna ettiğiniz zaman “insanları kandırıyor” derler.

Bugün AK Parti’ye oy verenleri değerlendirirken birçokları insanları kömürle kandırarak oy aldıklarını iddia etmektedirler.

Bundan sonra sömürü sermayesi Papalıkla yahut Adil Düzencilerle mücadele ederken müsbet ilme dayanarak herhangi bir saldırıda bulunamayacak, halka söylediklerimizin sihir olduğunu iddia edecektir. Nasıl peygamberlerin mucizelerini yalanlayamayınca ‘bu sihirdir’ demişlerse, bundan sonra da bizim söylediklerimize ‘bu sihirdir’ deyip “Adil Düzen”e karşı direneceklerdir.

Soruşturmacı önce mevcut olayların geçmişini özetleyecektir. Sonra yalanlamalarını ortaya koyacaktır. “Irak’ın atom bombası var” dediler, “kimyasal silahı var” dediler. Söyledikleri hep yalan çıktı.

Bunların hepsi net ve açık olarak ortaya konduktan sonra suçlamalara geçmeliyiz.

1960, 71, 80, 97 müdahaleleri geçmişi ve asıl faktörleri ile ele alınmalıdır. Erbakan 28 Şubat’ın mağduru değildir. Onun mağduriyeti yasaklamalardan ve parti kapatmalardan gelmektedir. Partiyi askerler kapatmadı, Vural Savaş kapattı, hâkimler kapattı. Savcı orada, hâkimler orada. İlk önce onlar sorguya çekilmelidir. Allah önce Hazreti İsa’yı sorguya çekiyor. İşe görevlileri sorgulamaya çekmekten başlanmalıdır. Demirel’den, Karadayı’dan işe başlanmalıdır. Suçlayarak değil, suçluları yakalamak için işe başlanmalıdır.

Soruşturma dışarıdan yapılmalı, soruşturacak olanlar soruşturulacakların ayaklarına giderek müsait zamanda sorgularını yapmalıdır. Terör yaratılarak soruşturma yapma işi işgal kuvvetlerinin işidir. Bugün yapılanlar dün olduğu gibi işgal kuvvetlerinin yapacağı işlerdir. Zaten bunun için yapılıyor, halk isyan etsin diye yapılıyor.

 

 

 


MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
1-MAİDE 1-2
3008 Okunma
2-MAİDE 3
2806 Okunma
3-MAİDE 4-5A
2089 Okunma
4-MAİDE 5B-6A
2180 Okunma
5-MAİDE 6B-10
2072 Okunma
6-MAİDE 11-12
2780 Okunma
7-Maide13-15
2216 Okunma
8-MAİDE 16-17
2251 Okunma
9-MAİDE 18-19
1940 Okunma
10-MAİDE 20-26
2479 Okunma
11-MAİDE 27-31
4443 Okunma
12-MAİDE 32-33
2717 Okunma
13-MAİDE 34-37
1977 Okunma
14-MAİDE 38-41
2891 Okunma
15-MAİDE 42-44
2257 Okunma
16-MAİDE 45-47
3518 Okunma
17-MAİDE 48-50
2332 Okunma
18-MAİDE 51-53
2464 Okunma
19-MAİDE 54-56
2878 Okunma
20-MAİDE 57-60
2285 Okunma
21-MAİDE 61-64
2116 Okunma
22-MAİDE 65-67
2000 Okunma
23-MAİDE 68-69
2335 Okunma
24-MAİDE 70-72
2135 Okunma
25-MAİDE 73-76
2374 Okunma
26-MAİDE 77-79
1852 Okunma
27-MAİDE 80-82
2221 Okunma
28-MAİDE 83-88
1826 Okunma
29-MAİDE 89-91
3127 Okunma
30-MAİDE 92-95
2522 Okunma
31-MAİDE 96-100
2448 Okunma
32-Mide 101-103
2503 Okunma
33-MAİDE 104-105
2125 Okunma
34-MAİDE 106-108
2318 Okunma
35-MAİDE 109-110
3175 Okunma
36-MAİDE 111-115
2645 Okunma
37-MAİDE 116-118
2456 Okunma
38-MAİDE 119-120
2114 Okunma

© 2024 - Akevler