MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
Süleyman Karagülle
2134 Okunma
MAİDE 70-72

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 47

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

لَقَدْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَأَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ رُسُلًا كُلَّمَا جَاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَى أَنفُسُهُمْ فَرِيقًا كَذَّبُوا وَفَرِيقًا يَقْتُلُونَ (70) وَحَسِبُوا أَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَثِيرٌ مِنْهُمْ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ (71)

 

لَقَدْ أَخَذْنَا

(LaQaD EaPaÜNAv)

“Biz ahz ettik.”

Arapçada Türkçede olduğu gibi son ekler eklenerek fiil çekilmez, fiil fail zikredilir. Failin işareti olan ETYN harfleri getirilirse önce fail sonra fiil olacağı için gelecek zamanı bildiren muzari fiili gelir. Geniş zaman için de kullanılır. Failin işaretleri kelimenin sonuna gelirse önce fiil sonra fail olarak geçmiş zamanı bildirir.

Fiilin menfi olduğu başa konan harf ile ifade edilir. Fiil şimdi yakında işlenmişse başına “Kad” kelimesi getirilir. Fiil eskiden işlenmiş ama şimdi de devam ediyorsa, o zaman “Lekad” kelimesi getirilir. Burada “Lekad” kelimesi getirilmiştir. Yani misak eskiden alınmıştır ama misakları hâlâ devam etmektedir.

Ahz etmek” kabz etmekten farklıdır. “Kabz etmek” tutmak demektir. “İttihaz etmek” demek edinmek demektir. Yeryüzü ziynetini ahz etmek demek ziynet edinmek demektir. Kur’an’da ahz etmek kelimesi çok yerde onları cezalandırdık anlamında geçmektedir.

Allah sem’inizi alsa yani işitmenizi giderse demektir. Türkçede almak kendine ihrac etmek demektir. Oysa Arapçada ahz etmek ondan ihrac etmek demektir. Aldı yok etti anlamında Türkçede mecazi anlamda kullanılmaktadır.

Levhaları aldı dediğimizde, Tükçedeki aldı anlamında kullanırız.

Arz zuhrufunu ahz etti, zimmetledi demektir.

Sayha ahz etti, gürültü onları yakaladı.

Sakalı ahz etme, sakalından tutma.

Uyku ahz etme, uykusu gelme.

Affı ahz etme, affetme.

Sadaka almak, vergi almak.

Kuvvetle almak, sıkı sıkıya sarılmak.

Zarar ile ahz etme, zarar görmelerini sağlama.

Tayrı ahz etme, kuş edinme.

Ayak ile ahz etme, ayaktan yakalama, ayaktan tutma.

Azabın ahz etmesi, azabın yakalaması.

Biz ahz ettik” demektedir.

Ehaznâ” kelimesi Kur’an’da 12 yerde geçer; bunun 7’sinde misakın alınmasından bahseder, 4’ünde “Bi” harfi ile azabın gelmesinden bahseder, 1’i de biz işimizi baştan sağlam tuttuk anlamında geçmektedir.

3 yerde Allah misak aldı, 1 yerde de Rabbiniz misak aldı denmektedir.

“Biz misak aldık” ile “Allah misak aldı” arasında bir fark olmalıdır.

Bu ne olabilir?

Düşünürsek Allah aklımıza bir şey getirir. Siz de düşünürseniz sizin aklınıza da Allah bir şey getirir. Üç durum ortaya çıkar.

  1. Birbirimizin etkisi altında eğer hepimize aynı şey getirmişse o zaman bu Allah’ın vahyidir. Onun mânâsı odur. Bu mânâ muhkemdir. Bunun üzerine düşünmeyenlerin olması bu icmaı bozmaz. Bunun üzerine sonra icma olsa da o değişmez.
  2. Düşündük, ayrı ayrı farklı mânâyı verdik. Sonra anlaştık, aynı mânâ üzerinde ittifak kıldık. Bu da icmadır. Ne var ki bu icma sonra değişebilir. İcma ile değişir.
  3. Üçüncü durum ise farklı mânâlar vermemiz ve bir türlü birbirimizi ikna edemememizdir. Bu içtihattır. Herkes kendi aldığı mânâ üzerinde kalır.

Bana göre “Ehaznâ” dediğimiz zaman anlaşma yapma, resul ile halkın anlaşmasıdır. Allah aldığı zaman halkın kendi kendilerine bir konuda fiilen icma etmeleridir. Allah rızası için icma etmeleri de bu ahzdır. Halk bir şeyi benimsemiş ama ona kimse itiraz etmemişse, onun hak olduğu ortaya çıkar, bu da ahzdır.

İnsanın bir şeyi nezr etmesi misaktır. Nezrini yerine getirmesi farzdır. Çünkü nezr eğer meşru ise Allah’la yapılan bir misak olmaktadır.

Saadet Partisi’nin başkanı “Adil Düzen”i benimseyerek ortaya çıktı. Ömrü onun için mücadele içinde geçti. Ona katılanlar, ona vâris olanlar da zımnen “Adil Düzen”i kabul ettiler. Onların “Adil Düzen” için çalışmaları Allah’ın misakıdır. Parmaklarını kaldırıp Millî Görüşe bağlılık ise resul vasıtasıyla Allah’a misaktır, “Ehaznâ”ya girer.

مِيثَاقَ

(MIyÇAvQa)

“Misakı”

“Misakı ahz ettik.”

“Vesk etmek” dengi iplerle bağlamak demektir.

Misak” nedir? Kişileri birbirine bağlayan araçlardır. “Miftah” gibi ism-i âlet olabilir. “Misak” sözleşmelerden ibarettir. Birbirimizle yaptığımız anlaşma misaktır. Bu  yaptığımız anlaşmalarla biz topluluk oluştururuz. İnsanlar birlikte üretip ayrı tüketecek şekilde yaratılmışladır. Kişiliklerini koruyarak yaşarlar.

Hem topluluğun ferdi olacaksınız, hem de kendi varlığınızı koruyacaksınız.

Bu nasıl gerçekleşir?

Bu sözleşmelerle gerçekleşir. Sözleşmeler bizi birbirimize bağlar. Sözleşmeler bir bardak gibidir. Sözleşmeler içinde kalmak şartı ile her türlü hareketleri yapmak serbesttir. Hattâ sözleşmeler yapmak da serbesttir. Çayın içinde bulunan moleküller bardağın içinde kalmak şartı ile her tarafa hareket ederler.

Günümüzde bilhassa Müslümanların verdikleri sözleri hiçe saydıkları görülmektedir. Bu hususta en yakınlarıma bir şey duyuramıyorum. Söyledikleri sözlerin ne mânâ taşıdığını bilemiyorlar. Türk milletinin başına bir gün tufan gelirse bunun kaynağı biliniz ki verdikleri sözleri sanki vermemiş gibi davranmalarındandır.

Allah bize birçok emirler vermiştir. Bunların çoğunun cezasını âhirete bırakmıştır. Oysa verilen sözün cezası âhirete kalmaz. Verdiğiniz sözde ne kadar durursanız, siz o kadar güvenilir insan olursunuz. Herkes size inanır ve toplulukta itibarınız olur. Ama sözünüzde durmazsanız insanlar size güvenmezler, sizinle iş yapmazlar.

Sözleşmeleri yapmak ve sona erdirmek insanlar için geçerlidir. Ama sözünüzde duracaksınız. Kur’an birçok âyetlerde misaklardan bahsetmektedir.

Hudeybiye Anlaşması on senelik yapılmıştır. On sene süresince Medineliler ile Mekkeliler birbirleriyle savaşmayacaklardı. Hazreti Peygamber üç yıl sonra vefat etmiştir. Eğer Mekkeliler sözlerinde dursalardı Mekke’nin fethi olmayacaktı. Ama Mekkeliler sözlerinde duramadılar, bir maddeyi ihlal ettiler. İşte bu ihlalden dolayı Mekke’yi fethetmek meşru olmuştur. Mekke’nin fethinin kararlaştırıldığını fark eden Ebu Süfyan Medine’ye gelmiş ve Hazreti Muhammed ile görüşmek istemiş ama Hazreti Muhammed reddetmiştir. Sözde durmamanın tevbesi için ceza çekilmelidir, Mekke’yi teslim etmelidir.

Osmanlılar bir yeri fethetmeden evvel şeyhülislâmdan fetva alırlardı. Durup dururken hiçbir ülke fethedilmemiştir.

Sözleşmeler yaparsak, sözleşmelerde durursak, o zaman topluluk oluşturabiliriz.

Bugün o kadar çok sözleşme yapıyoruz ki onları aklımızda tutmamız mümkün olamamaktadır. Bunu yazıya geçirmek de sorunu çözmez. O yazıyı nerde bulacağız, nerde hatırlayacağız? Yazıları nasıl sağlayacağız? Allah emretmiş ama emrini yerine getirmemiz için de imkan sağlamıştır. Emretmiştir de, yazılacak, muhasebe tutulacak. Muhasebenin özelliği de, parmak bastığınızda kime ne söz vermişseniz size hatırlatılacaktır. Kimden alacağınız da hatırlatılacaktır. Talep hakkı doğar ve bu sayede misakımız bilinir.

بَنِي إِسْرَائِيلَ

(BaNIy EiSRAvEIyLa)

“İsrail oğullarından”

Kur’an Arabistan’da nâzil olmuştur. Araplara nâzil olmuş, Mekke ve Medine’de ortaya çıkmıştır. Medine’de Araplar daha çoktu. Yahudiler de sevilmeyen kabilelerdi.

O günlerde Yahudilerin merkezi Medine idi. Kudüs’ten kovulmuşlardı. İsrail oğullarının elinde Arapça Tevrat vardı, yahut Yunanca Tevrat vardı. Onlar İbranice konuşmuyorlardı, Arapça konuşuyorlardı.

Hazreti Muhammed’in de Yahudilerle arası iyi olmamıştır. Yaptıkları ihanetten dolayı erkekleri öldürülmüştür. Oysa Rum ve Persler o günün süper güçleri idi. Ayrıca Mekkeliler tüccar olduklarından dünyadan haberleri vardı, dünyada ne var ne yok hepsini biliyorlardı.

Bu durumda beklenen Kur’an’ın Rumlardan ve Sasanilerden bahsetmesi, Hazrec ve Evs kabilesinden söz etmesidir. Araplara hitap etmesi gerekirken, Kur’an İsrail oğullarına hitap etmiş ve İsrail oğullarından söz etmiştir.

Bunun neden böyle yapıldığını ancak bugün anlama imkanını buluyoruz.

İlk kurulan uygarlık Mezopotamya Nuh uygarlığıdır. Ne var ki Nuh uygarlığı sadece orada yaşayanların uygarlığı idi. İkinci kurulan hak uygarlığı İbrani uygarlığıdır. Mezopotamya tabletlerinden sonra Tevrat harf yazısı ile uygarlığı dünyaya yaymıştır. Roma’da Tevrat hukuku okunmuş ve Roma imparatorluğu uygarlığın zirvesine çıkmıştır. Hazreti İsa gelmiş ve Tevrat uygarlığını dünyaya yaymıştır. Kendisi şeriat getirmemiştir.

Böylece Kur’an’dan önce yalnız Tevrat uygarlığı vardır.

Bu uygarlığın oluşturucusu da İsrail oğullarıdır.

Kur’an geldikten sonra yeni uygarlığı oluşturma işi Araplara değil mü’minlere verilmiştir. Hazreti Nuh’tan sonra Tevrat, ondan sonra da Kur’an uygarlığı gelmiştir. Nuh uygarlığı tarih olmuş ve inkıraz etmiştir. Oysa Tevrat uygarlığı Kur’an’dan sonra varlığını sürdürmüştür, hâlâ da sürdürmektedir.

Bugün ne olmuştur?

Beşyüz sene önce Haçlı Seferleri sonucunda Avrupa uyanmış ve bugünkü uygarlık oluşmuştur. Bu uygarlığın mimarı İsrail oğulları olmalıdır. Zenginleşen İsrail oğulları, dünyadan aldıkları ham maddeleri Avrupalılara mamul madde hâline getirtip dünyaya satmışlardır. Avrupalılar el işçiliğini beceremedikleri için makina sanayiinin doğmasına ve dünyanın sanayileşmesine sebep oldular.

Makina sanayiinin özelliği, insanlar artık gözleri ile görmediklerini, kulakları ile duymadıklarını görmeye ve işitmeye başladılar. Biz çocukken kömürle duvarlarda resimler çizerdik. Şimdi bilgisayarla sizlere yazıyorum. Ocakta ateş yakar, onunla gecemizi aydınlatırdık. Şimdi sanki gece olmamış gibi gündüz bile lamba yakıyoruz.

İşte bu uygarlığın banisi İsrail oğullarıdır. İsrail oğulları Kur’an’ı çok iyi anladılar. Çünkü Tevrat Kur’an’ı anlatıyordu. Müsbet ilimleri kavradılar, Batı’ya da kolay anlattılar. Çünkü onlar da Tevrat ehli idi.

İşte, Kur’an İsrail oğullarından bahsederken, onların misaklarından bahsederken aynı zamanda bunların olacağını bize haber vermektedir.

Bugünün en büyük sorunu İsrail oğullarıdır. Mâli gücü hâlâ ellerinde bulunduruyorlar. Dünyaya hakimdirler. İnsanlık ıstırap içinde kendisini kurtaramıyor. İsrail oğulları sorununu çözmedikçe insanlık hiçbir sorunu çözemez.

Bütün Yahudiler beş on milyon kişi, bunları bir atom bombası ile yok ederiz diyebilirsiniz. Ama diyemiyorsunuz. Çünkü Allah onları koruyor. Kur’an’a göre İsrail oğulları kıyamete kadar varlıklarını sürdüreceklerdir. Kur’an’a göre onlar Filistin’de toplanıp devletlerini kuracaklardır. Devletleri yıkılacak, mü’minler oraya barışla girecekler ama varlıkları devam edecektir. İlimde ve ekonomide hizmet edecekler ve varlıklarını kıyamete kadar sürdüreceklerdir.

وَأَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ رُسُلًا

(VaEaRSaLNAv EiLaYHiM RuSuLan)

“Ve onlara resuller irsal ettik.”

Canlılar kendi işlerini kendileri görürler. Yavrulara anne babaları bakar ve onları büyütürler. Bunu yaparken yavruların bir hukuku olarak değil de doğrudan kendilerinin bir işi olarak bunu yaparlar. Cinsi ilişkiyi iç dürtülerle yaparlar. Doğan yavruyu da aynı dürtülerle emzirirler. İnsanlarda ise bunun dışında bir iş yapma vardır. Kişi kendi işini yapmazsa veya yapmak istemezse başkasına havale eder, ona yaptırır. Bunun değişik şekilleri vardır. Aşağıda bu dörtlü olarak gösterilmiştir. Bundan başka da bu tür kelimeler bulunabilir. Mesela hadi, mübelliğ, mürşit, münzir, mübeşşir kelimeleri vardır. Bunlar kendi adına da yapılmış olabilir.

 

Kefil

Vekil

Faid

Zaim

Veli

Kayyum

Hadim

Abid

Rabb

Emir

Resul

Amil

Seyyid

Nebi

Vezir

İmam

 

“Kifl” deveye veya ata binmek için üzerine koydukları örtüdür. Eğer ve semer olarak adlandırırız. Eğerin arkasına azık bağlarlar. Azık çok olursa iki torbalı heybe bağlarlar. Buna “kiflan” denir. İkisine birden “kiflan” denir. Müfredi yoktur. “Tekeffül etmek” demek sahip çıkmak demektir. “Velayet” kelimesi daha çok işlerine sahip çıkmadır. “Kefalet” ise tümüyle onun işlerini sorumluluk olarak yüklenmektir.

“Vekil” kelimesi de Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak geçer. “Kefil” ve “vekil” birbirine yakın mânâlar taşırlar. “Vekil” hayvan bakıcısının adıdır. Konuşurken sözü başkasına bırakmak tevkildir. Vekalette kişinin kendi işini yapmamış olması hâlinde tevkil edilir. Risalet ise iş sahibinin işini başkasına yaptırmasıdır. Onun adına hareket eder ama onun talimatı ve emirleri içinde yapar.

Allah insanlara bir başkanın emri altında toplanmaları için herkese ayrı ayrı hitap etmemiş, seçtiği kimseler aracılığı ile insanlara hitap etmiştir, böylece onun etrafında toplanmış ve topluluklarını oluşturmuştur. Kur’an’da önce melek geliyor, resul olarak seçtiği kimseye hitap ediyor ve o da halka Allah adına hitap ediyordu. Resul gösterdiği mucizelerle halkı kendisine inandırmıştır.

Resuller”in getirdiği kitaplar onlar için kanun olmuş ve binlerce senedir insanlar onların peşinden gidiyorlardı. Kur’an’dan sonra artık yeni kitap göndermiyor. Halka, siz kendi başkanınızı yani resulünüzü siz seçin demiştir. Bunu emrettiği namazla öğretmiştir. İki kişi bir araya gelince birisini kendisine başkan yaptırmıştır. Çoğaldıkça hepsi bir başkanın çevresinde toplanıp namaz kılarlar. Haftada bir gün toplanır toplantı namazlarını kılarlar.

İşte bu başkan “resul”dür.

“İmam” ise beş vakit namazı kıldıran kimsedir.

Aşiretin imamı vardır. Kabilenin de imamı vardır. “Seyyid” iş yerindeki yöneticidir. Av avlayan kimseler “seyyad” etrafında birleşirler. “Said” kelimesi ile akrabalığı vardır.

İsrail oğullarından misak almış ve onlara resuller göndermiştir. Misak süreklidir. Bir halk bir araya gelip kendilerine sözleşmeler yaparlarsa misak oluşmuş ve topluluk kurulmuş olur. Kurucu başkandan sonra topluluk devam eder, başkanları değişir.

Misak aldı.

Kurucu başkanlarını gönderdi, topluluk oluşturdu.

Sonra da onlara resuller göndererek topluluklarını sürdürdü.

Aşiret reisi, kabile reisi, şa’b reisi ve kavim reisi.

“Kavimler” ayrı dili konuşan ve kendilerine özgü kanunları ile varlıklarını sürdüren topluluklardır.

İsrail oğulları Tevrat’la imtiyaz sahibi olmuşlardır. Ne var ki Kur’an Tevrat’tan daha etkin bir kitaptır. Kur’an tüm insanlara nâzil olmuştur. Bunlar dışında başka şeriat kitabı yoktur. İnsanlar ya Tevrat’la yönetilecekler ve İsrail oğullarının köleleri olacaklardır -nitekim bugün öyledirler- ya da kendilerine nâzil olan Kur’an’la yönetileceklerdir. Tercih kendilerinindir. Allah yeryüzünü yönetimsiz bırakmayacaktır. Bu sebepledir ki İsrail oğulları daima var olacaklardır. Özgürlük isteyenlere Kur’an’la, özgürlük istemeyenlerle de Tevrat ile onların yönetilmelerini sağlayacaktır. Kur’an’da İsrail oğullarından bu kadar fazla bahsedilmesinin hikmeti budur.

Bununla beraber bunların yönetimi Allah’ın istediği yönetim değildir. Allah insanların özgür olmasını istemektedir. İnsanlar özgür değil de köle olmalarını tercih ederlerse, Allah onlara köle olabilmeleri için efendileri var etmiştir ve onlar da varlıklarını sürdüreceklerdir.

كُلَّمَا جَاءَهُمْ رَسُولٌ

(KulLaMAv CAvEaHuM RaSUvLun)

“Onlara her resul geldikçe”

Külle” kelimesi marifeye muzaf olduğunda istiğrakı ifade eder. “Ekeltü Külle’t-Tayri” dediğimizde, kuşun tamamını yedim anlamındadır. “Külle’t-Tuyur” desem, kuşların tamamını yedim olur. “Küllü Tayrin Yetiru” desem, bütün kuşlar uçar anlamında olur.

“Külle” fiile izafe edilmediği için “”i masdariye getirilir.

Onlara bir resul her geldiğinde” ifadesi böyle olur.  

Buradaki “Hum” zamiri İsrail oğullarına racidir.

Resul” nekredir. Yukarıda da resuller nekre idi. İşte o resullerden herhangi birisi onlara geldiğinde nasıl davrandıklarını anlatmaktadır.

Allah’ın İsrail oğullarını seçmesi onların çok iyi kimseler olmasından ileri gelmemektedir. Nitekim Hazreti Yakup’un oğulları daha Hazreti Yusuf resul olmadan evvel fesada ve fitneye başlamışlardır. Öyle bir kavim iyilerden oluşmayacaktır. Aksine onların yöneticileri Hazreti Yusuf’un devamı olan nebilerden olacaklardır ama onların cemaati kardeşlerinin soyundan ve huyundan olarak devamlı resulleri ile didişeceklerdir. Bu suretle onlar zulümle insanlığı yöneteceklerdir.

بِمَا لَا تَهْوَى أَنفُسُهُمْ

(BiMAv LAv TaHVAy EaNFuSuHuM)

“Nefslerinin hevasına uymayanla”

Onlara bir görev verilir. O görevi yaparlar. İnsanlar özgürlük istemiyorlarsa, haydi sizin göreviniz gidip onları sömürerek yönetin izni gelince gidip yönetirler. Halk ıslah olunca ve artık adaletle yönetilmeleri gerektiğinde, İsrail oğullarının geri çekilmeleri gerekirken, onların bu emir hoşlarına gitmez, resulleri ile savaşmaya başlarlar.

Bu yalnız Yahudilere ait bir şey değildir.

Doğu Anadolu’da görev yapanlara ayrıcalık tanırsanız, onların maaşlarını yüksek yaparsanız, PKK bittiği zaman hoşlarına gitmez, suni PKK icad ederler. Köy koruculuğu bitmesin diye oradaki PKK’yı el altından kendileri desteklerler.

İşte burada ifade edilen bu kanundur.

Hapishanede beslenen bir suçlu hapis müddeti dolup dışarı çıkınca iş bulamaz, tekrar oraya dönmek için yeniden suç işler. O kimse için hapishane evi olmuştur.

Burada “Tehvâ” kelimesi kullanılmıştır. “Nefisler”e isnad edilmiştir. Türkçede “heva ve heves” deriz. “Heva” aslında nefes alıp verdiğimiz maddedir. Etrafımız dolduran açıklıktır. Özelliği, nerede boşluk bulursa orasını doldurur. İnsanın nefsi de böyle bir özelliğe tâbidir. Ama aklı onun nefsine hakim olur, sen bunu yapma yoksa sonra başına şu kötülükler gelir der. Heva ise kişinin hoşuna giden şeylerdir.

Bozuk düzende çıkarı olanlar yenilik istemezler, karşı çıkarlar.

“Adil Düzen”e şiddetle karşı çıkmaları bundandır.

Millî Görüş faaliyetlerine karşı ABD’den verilen  talimatlarla Türkiye’de 28 Şubatlar oluşturuldu. Neden? Çünkü onlar dünyayı sömürmekte idiler ve Erbakan sömürülerini anlatıyordu. Ben bu anlatmaları yanlış buluyordum, bunu zaten herkes biliyor diyordum. Ancak şunu gördüm ki insanlık sömürüldüğünden ve nasıl sömürüldüğünden habersiz imiş. Erbakan insanlığı uyandırmıştır. O sömürüye olan saldırısı sayesindedir ki bugün tüm insanlık bunu kavramıştır. Bunun hata olduğunu idrak etmiştir. Şimdi İsrail oğulları da ikiye ayrılmıştır ve artık Erbakan’ın iddiaları doğrultusunda çatışma devam etmektedir.

فَرِيقًا كَذَّبُوا

(FaRIyQan KazZaBu)

“Bir fırka tekzib etti.”

Fırka” parçalanan kayanın bir parçasının adıdır. Topluluklar da bölünürse fırka denir. Hizip devamlı ayrılıklardır. Fırka ise geçici ayrılıktır.

Burada “Ferikan” denmiştir. Bunların ayrılıkları geçicidir. Sonra tekrar birleşeceklerdir. Âhirette insanlar hizip hizip olmayacak, fırka fırka olacaklardır. Çünkü en sonunda birleşeceklerdir.

Biz “Ferikan”a bu mânâyı verdik. Üzerinde fazla durmadık. Sizlerin bunun  üzerinde durmanız gerekir. Hizip nedir, fırka nedir?

Tekzib etmek” demek yalanlamak demektir. Türkçede yanlışlama yalanlamanın içinde değildir. Arapçada tekzib etmek demek, sen yalan söylüyorsun demektir, yahut sen yanlış söylüyorsun demektir. Her ikisi için kullanılır.

Birisi bize bir söz söylediği zaman ne tasdik ne de tekzib etmektir. Tahkik edip doğru söylüyorsa tasdik etmek, yanlış olduğunu ortaya koyarsan o zaman tekzib etmek.

Bizim “Adil Düzen”i tekzib ettiler. Kardeşlerimiz hata ettiler, bizi dinlemeden aleyhimize hükümler verdiler. En yakın arkadaşlarımız bir araya geldi, “Adil Düzen” üzerinde durdular. Akevler çalışmalarını bir tarafa bırakıp sadece Erbakan’ı bizden uzaklaştırmaya çalıştılar. Halbuki onların yapacakları Erbakan’dan ileri gitmekti. Bizim söylediklerimizi tahkik etmeleri, bizimle tartışmaları gerekirdi. Hâlâ tartışmıyorlar. Tasdik etseler bile doğru buldukları için tasdik edecekler. İkisi de yanlıştır. Tahlil etmeden tekzib ne ise tasdik de odur.

وَفَرِيقًا يَقْتُلُونَ (70)

(Va FaRIyQan YaQTuLUvNa)

“Ve bir fırka da katlediyordu.”

Ferikan” kelimesi nekre olarak getirilmiştir. “Ferikan” da nekre gelmiştir. Demek ki üçüncü bir ferik daha varmış, yoksa “gayrehüm yaktulûn” olurdu. Yani bir fırka tekzib ediyor, diğer fırka katlediyordu. Diğerleri ise iman ediyordu.

Yukarıda fiili mâzi kullandı, burada fiili muzari kullandı. Tekzib başta bir defa olur. İlk tekzib edenler mağlup olunca tekzib başlar, sonra onun tahrif edenleri çıkar.

Bir Yahudi olan Pavlus Hıristiyanların azizi olmuş ama insanları Hazreti İsa’ya taptırmıştır. Hazreti İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu onlara anlatmıştır. Zaten İsrail oğulları kendilerinin Allah’ın oğulları olduğunu söylemektedirler. Bu sebeple bütün insanların onlara tapmaları gerektiğine kanidirler. Hazreti İsa da İsrail oğlu idi. Dolayısıyla ona tapmalarını da meşru saymışlardı. İşte, Yahudiler Hazreti İsa’nın Mesihliğini ortadan kaldıramayınca onun yanında oldular. Tekzib sona erdi ama katl bitmedi, hâlâ devam ediyor.

Burada fiili muzari getirmekle kimlerin katlettikleri de belirtilmiyor.

Bugün Filistin’de katl hâlâ devam ediyor. İnsanlığın yirminci yüzyılı da katl içinde geçmiştir. Avrupa’nın savaşlarını hep İsrail oğulları tertiplemişlerdir. Birinci Cihan Savaşı’nı onlar çıkardılar, imparatorluklara son verdiler. İkinci Cihan Savaşı’nı da onlar çıkardılar, İsrail oğullarını zorla Filistin’de topladılar. Onların işi savaş çıkarmak, fitne çıkarmak, terörü oluşturmak ve katletmektir.

Kur’an işte bunları haber vermektedir. Onun için muzari sigası ile getirilmektedir. İnsanlara diyor ki; bu terörden kurtulmak istiyor musunuz, bu milyonları öldüren savaşlardan kurtulmak istiyor musunuz? O zaman Kur’an’ın mü’mini olun, “Adil Düzen”i kurun ve kurtulun. Yoksa katl olunmaya devam edeceksiniz.

Bu âyeti böyle tefsir ettikten sonra, tefsirlere bakınca hatalı mânâ verdiğimi gördüm. “Ferikan”ı fail yaparak mânâlandırdım. Oysa “Ferikan” mensubdur. Böyle mânâlandırmak gramer bakımından hatalıdır. Bir fırka öldürdüler değil de bir fırkayı öldürdüler şeklinde mânâ verilmelidir. Bir fırkayı da tekzib ettiler şeklinde mânâlandırmamız gerekir.

Bununla beraber tefsirimi değiştirmedim, yaptığım hata üzeride düşünmeye çalıştım; acaba doğru tarafı olabilir mi?

Ferikan”ı hâl yaptım. Bir kelime kendisinden sonra gelen kelimenin hâli olabilir mi? “Kaimen Darabe Zeydün” olabilir mi? Zeyd’i ayakta dövdü. Eğer bunun olabildiğini kanıtlayabilirsek o zaman bu “Ferikan” Kezzebû”nun fâili olan vav’ın hâli olur, verdiğimiz mânâ doğru olur. O zaman her iki mânâ da doğru olur. Eski yorumcuların verdiği mânâ da doğru olur, yeni verdiğimiz mânâ da doğru olur.

Ben bunu düzeltmeye kalkışmadım. Çünkü bütün yorumlarımda hata ihtimali vardır. Herkesin yorumda hata yapma ihtimali vardır. Yeni yorumda da hata etme ihtimalim vardır. O zaman benden öncekilerin yaptığını yapmam, kitaplarımı yakıp eskiler ne söylemişlerse onu söylemem gerekir. Biz ise buna şiddetle karşıyız. Biz hatamızı gördük, size hatırlattık ama sizin bunun üzerinde düşünmeniz gerekir.

***

وَحَسِبُوا أَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ

(Va XaSiBUv EalLAv TaKUvNa FiTNATun)

“Ve fitne olmayacağını hesap ettiler.”

İktidarlar iktidarda kalabilmek için insanları öldürürler. Öldürerek iktidarda kalacaklarını sanırlar. Cumhuriyetin ilk kurulduğu zamanlarda doğuda Kürtler isyan etmişti. Bunun iki sebebi vardı. Biri dıştan gelen kışkırtmalar ve destekler, diğeri ise cumhuriyet döneminde yapılan inkılaplar. Lozan’da gizli anlaşmalarla inkılaplar dayatılmıştı. Böylece halkın isyan etmesi sağlanacaktı. Nitekim Müslüman olan Kürtler bu kışkırtmalara uyarak isyan ettiler. Sonunda ağır darbelerle sindirildiler ama sonuç olarak isyan hâlâ devam ediyor.

Fitne zorla kalkmaz. Fitne adaletle kalkar. İsrail oğulları da tarihte böyle resulleri öldürmekle fitnenin kalmayacağını sandılar. Oysa tarihte fitne devam etmiştir. İki büyük bela geçirmişlerdir. Biri Babil’e sürgünleridir. Diğeri Romalıların sürgünleridir.

Şunu iyi bilmek gerekir ki siyasi katletmeler hiçbir zaman fitneyi durdurmaz. Tam tersine ne kadar baskı yaparsanız fitne de o kadar artar. Yeryüzünde en çok baskı yapan Sovyetler olmuştur. Hepsi tarih olmuşlardır.

Fitneyi durduran adalettir. Adalet de hakemlerden oluşan yargıdır. Yargının kararlarına uymaktır. Sadece katleden katledilir. İslâmiyet’te savaş dışı sadece kısasta katl vardır. Savaş ve harpte öldürmeler fitne değil fitnenin önlenmesidir. Savaş hakemlerin kararı ile meşru olur. Harpte de eşkıyaların öldürülmesi yine hakemlerin kararı ile meşru olur.

فَعَمُوا

(Fa GaMUv)

“Amy oldular.”

Kör oldular, gerçekleri göremediler. Katletmekle sorunları çözeceklerini sandılar.

Meşrutiyet ve Cumhuriyet katillerle geçmiştir. Ne var ki bu katiller asla sorunları çözememiştir. Bugün Arap ülkelerinde de durum böyledir. Katl devam etmektedir. Kaddafi direndi. Mısır teslim oldu. Şimdilik dışarıdan müdahale edilmemektedir.

Tekel sermaye dünya devletlerini yıkmak değil de dünya devletlerini emri altına almak istemektedir. Dolayısıyla savaşların sonunda devletlerin sınırlarını değiştirmemektedir.

Sömürü sermayesinin hakimiyeti dolarla devam etmektedir. Dolar karşılıksız paradır. Bir gecede değeri sıfıra dönüşebilir. O zaman sınırları koruyan sermaye ortadan kalkar. Dünya birbirine girer. Sosyal tufan olur.

O halde olacakları görmemiz gerekir. Önce karşılıksız paranın yerini karşılıklı para ile değiştirmeliyiz. Bizzat İsrail oğulları değiştirmelidirler. Yoksa büyük felaket hem onları hem dünyayı beklemektedir.

وَصَمُّوا

(Va ÖamMUv)

“Ve sum oldular.”

Evet, kendileri gerçekleri göremediler, bekleyen büyük felaketi hissedemediler. Soykırımlarına uğradılar. Öldürüldüler. Kimileri sabun yapıldılar.

Bunlara söyleyenler, tebliğ edenler olmuş ama onlar ona da kulak vermemişlerdir. Görme ve duyma melekelerini kaybettiler.

Tarihte Yahudiler iki defa büyük sürgün yaşamışlardır. Bunlardan birincisi Babil sürgünleridir. Hz. Davut ve Hz. Süleyman peygamberlerden sonra gelen resulleri tekzib etmiş ve kimilerini katletmişlerdi. Sonunda ikiye ayrılan devletleri yıkılmış ve Mezopotamya’ya Babil kentine sürgün edilmişlerdi. Bu tarihi vakayı bize anlatmaktadır. Böyle devam ederlerse başlarına yine aynısı gelecektir.

ثُمَّ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ

(ÇümMa TAvBa elLAHu GaLaYHiM)

“Sonra Allah onlara tevbe etti.”

Tevbe etmek” demek eski yaptıklarından vazgeçmek demektir.

Onlara tevbe etmek” demek onların vazgeçmelerini kabul etmek demektir.

Hz. Davud ve Hz. Süleyman aleyhisselâmdan sonra peygamberlerini katleden İsrail oğulları iki devlet hâline gelmişler, Yehuda ve İsrail devletlerini kurmuşlardır. Sonra bu devletleri Babilliler yıkmış ve onları Babil’e sürmüşlerdir.

Mağlup olan devletler daha uygar iseler zamanla galip olurlar. Germenler Romalıları yendiler ama Hıristiyan oldular. Türkler Arapları yendiler ama Müslüman oldular. Bugün batılılar Müslümanları yendiler ama “Adil Düzen”i kabul edeceklerdir.

İşte, tarihte de Babilliler İbranileri yendiler ama onları memleketlerine göçtürüp onların uygarlığından yararlandılar.

İsrail oğulları Babil’de sürgünde toplandılar ve orada tevbe ettiler. Birleştiler. Hapishanede arkadaş oldular.

Kenan Evren zamanında Müslümanlarla Türkçüleri hapishanede aynı koğuşlara koydular. Sonunda milliyetçiler de Müslüman oldular. Bugün milliyetçiler de artık İslâm’ın yanında yer almışlardır.

Babil’de de Yahudiler birleşmek zorunda kalmışlardır. Bunun en büyük kanıtı bugünkü Tevrat’tır. Tevrat’ta birbirlerinden farklı âyetler vardır. Tekrarlar vardır. İki Tevrat’ı birleştirirken farklı gördükleri âyetlerin ikisini de derc etmişlerdir. İşte bu tevbelerinin kabulü anlamına gelmektedir.

Bugünkü İsrail oğulları ikinci Babil sürgününü aynı Babil’e değil de başka yerlere sürmüşlerdir denmektedir. Kendilerine siz de Yahudilersiniz demeye getirmektedirler. Nitekim Kürtleri İsrail oğlu yapmaktadırlar. Böylece Irak ve Türkiye’yi yıkıp kendilerine kardeş Kürt devleti oluşturmak, Fırat ve Dicle’ye sahip olmak istemektedirler. Ancak bunu dindar Kürtlerle değil de ateist Kürtlerle yapmaya çalışıyorlar, bu sebeple muvaffak olamıyorlar. Oysa İsrail oğulları her iki sürgünde Babil’e götürülmüştür. Bunun kanıtı bugünkü Tevrat’tır. Musa’nın metinleridir.

Böylece İbraniler Babil’e gitmekle orada Mezopotamya uygarlığını da öğrendiler.

Allah Yahudileri sürgünlere göndermektedir. İki görevleri vardır. Biri İbrani uygarlığını oralara götürmek, ikincisi ise oralarda elde ettikleri uygarlıkları ile hamle yapmak ve dünyanın her yerinde temsilcileri bulundurmak. İşte İranlılar Babil’i işgal edince onları tekrar Filistin’e gönderdiler. Yeniden toplandılar. İşte Allah’ın tevbelerini kabul etmesi budur.

ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا

(ÇümMa GaMUv Va ÖamMUv)

“Sonra yine amy edip sum oldular.”

Tekrar yurtlarına geldiklerinde bu sefer oraları Romalılar almışlardı. Hazreti İsa’nın gelmesi yakınlaştı. Yine peygamberleri katletmeye başladılar. Yine dünyada neler olduğunu göremediler. Hazreti İsa ne yapmak istemiştir? Tevrat’ı laikleştirip tüm insanlığa sunmak istemiştir. Tevrat yalnız Yahudilere hitap ediyordu. Onlar için zorunlu kitaptı. Hazreti İsa İncil’i getirdi. İnsanlara ahlakı öğretti. Düzen olarak Tevrat’ı önerdi ama mecbur etmedi. Siz bunlardan yararlanın ama bunları yapmak zorunda değilsiniz dedi. Sonunda onu da öldürmek istediler. Yine kör ve sağır oldular.

Oysa dünya artık büyüyor ve tek topluluk oluyor. Yeryüzü yeniliklere gebedir. Romalılar Hıristiyanlaşacak ve bugünkü uygarlığı oluşturacak. İsrail oğullarından olmayan bir peygamber Kur’an’ı getirecek ve insanlık artık içtihat ve icma sistemine geçecektir. Hazreti İsa bunun hazırlığını yapıyordu. Tevrat’ı örnek alan devletler kendi kanunlarını kendileri yapıyordu. Roma hukuku bu idi. Resuller her ne kadar bunları anlattılarsa da onlar bunları dinlemediler.

Tarihi gerçekler şudur. Bir resul gelir, halkı ile mücadele eder. Onu tekzib ederler. Ne var ki o resul vefat ettikten sonra onun dediklerini değiştirerek kabul ederler. Değiştirseler bile büyük hamle olur.

Erbakan geldi, Türkiye’ye yenilik getirdi. Nasıl düzeleceklerini anlattı. Onu tekzib ettiler. Sonra AK Partililer geldiler, “Adil Düzen”i değiştirdiler. Şimdi iktidardadırlar. Ne var ki sahte paranın ömrü kısa olur. İşte şimdi AK Partililer de kör ve sağır oluyorlar. Kur’an’a kulak vereceklerine Avrupa Birliği ve ABD sokaklarında dileniyorlar.

Sözlerim ağır gelmesin. Sert söylüyorum ki belki duyarlar diye. Kuran’a kulak vermelidirler, Kur’an’a. Onlar “Kur’an’ı siz mi biliyorsunuz” diyorlar. Evet, üzüntü ile belirtelim ki Kur’an’ı biz biliyoruz. Bin sene önceki içtihat ve icmalar ile günümüzün problemlerini çözmeye çalışanlar size Kur’an’ı değil tarih olmuş hikayeleri anlatıyorlar. Biz ise şimdi Kur’an’ı size tercüme ediyoruz. Kör ve sağır olmuşlar, ne kendileri Kur’an’ı anlamaya çalışıyorlar ne de bize kulak veriyorlar.

Tarihte hep böyle olmuştur. Bu da ilâhi kanundur. Çocuk doğarken anne en büyük sıkıntıları çeker. Neden böyle yapıyorlar deme yetkimiz yoktur. Takdir-i ilâhi böyledir.

Biz istiyoruz ki “Adil Düzen”e bir örnek verelim, insanlar görsünler, ona göre inansınlar diyoruz. Allah müsade etmiyor. Bir yere gelip tıkanıyoruz. Neden böyle oluyor? Henüz günü gelmemiştir. “Adil Düzen”in gelmesi için insanlığın daha fazla musibetlere uğraması gerekmektedir.

İkinci sürgün birinci sürgün gibi olmadı. Birinci sürgünde Babil’e götürülmüştüler. İkinci sürgünde ise Yahudiler dünyaya dağılmışlardır. İşte kaybolan kabileler bunlardır. Romalıların yaptığı sürgünde Yahudiler nereye gitmişlerdir. Bu tam bilinmemektedir. Bugün nerde Yahudi varsa işte oraya gitmişlerdir.

Romalıların sürgünde bilinden tek merkez Medine’dir. Medine Yahudileri tarih sahnesine çıkarlar. Önce Medine’den sürülürler. Sonra Arabistan’dan sürülürler. Sonra Hazreti Ömer onların vatanlarına gidip yerleşmelerine izin verir. Ama Yahudiler gidip orada toplanmazlar. Yahudiler dünyanın her yerine dağılırlar.

Bu dönemlerde de en büyük sıkıntılarını Hıristiyanlarla yaşarlar. Bu sefer İstanbul’a gelip yerleşmeye başlarlar. Sürgün değil mülteci olarak yerleşirler. Bu arada kendilerine Allah’ın büyük nimeti verilir.

Haçlı Seferleri sayesinde Avrupa ile ticaret başlar. Bu arada İsrail oğulları zenginleşirler. Ticareti iyi bildikleri için zenginlikleri gittikçe artar. Amerika’da elde ettikleri altınlarla dünya ticaretine başlarlar. Ham maddeyi dünyadan alırlar, Avrupa’da mamul madde hâline getirirler ve onları dünyaya pazarlarlar. Sonunda kağıt parayı keşfederler ve yirminci asrın sonunda kendi paralarını dünyanın altını yerine yerleştirirler. Durmadan büyürler ve bugün dünyaya hakim olurlar.

Karıncanın kanadı çıkınca, zanneder ki hayra delalettir. Oysa o zevaline işarettir.

Evet, kemal zevalin başlangıcıdır.

Avrupa uygarlığı kemaldedir, zevale başlamıştır.

Batı uygarlıkları Miladın 500’üncü yaşlarında doğarlar, binli yıllarda kemale ererler ve zevale başlarlar. 500 sene sonra da yeni uygarlıklarını kurmak zorunda kalırlar. Bugünkü durumları budur. Bunun için kör ve sağır olmaktadırlar.

كَثِيرٌ مِنْهُمْ

(KaÇIyRun MiNHuM)

“Onlardan çoğu”

Minhum” kelimesi “Kesîrun”un zarfı olur. O zaman “Kesîrun” haberdir. Mübtedası mahzuftur. “Haülai Kesirun Minhum” olabilir. Onlardan çoğu böyledir denmiş olur. “Amû ve Sammû”nun faili olamazlar. Çünkü fiile çoğul vavı gelince artık fail gelemez. Bununla beraber te’kîd zamiri gelebilir. “Kalu hüm” denebilir, “Kultum Entüm” olabilir.

Nekre mübteda olamaz ama “Minhum”la takyit edince olabilir. Onlardan çoğu böyledir denmiş olur. “Kesirün Minhum Kezalik” denmiş olur.

“Minhum Kesirün” dense cümle doğru olur. Onlardan çoğu böyledir. Bedel cümle olur. Hepsi böyle değil, bir kısmı böyledir demek olmuş olur. Kesirunun takdim edilmesini fasih görmeyenler vardır. Bize göre “minhum kesirun”da mübteda kesirun değil “mimhum”dur. “Kesirün” haberdir. O zaman haber mübtedadan takdim edilebilir. Bu şekliyle de mânâ verilebilir.

Değişik kalıplarda cümleyi tahlil etmemizin değişik mânâları olmalıdır. Bunların üzerinde durulup değişik tahliller yapmak mümkündür. Hepsi doğru olabilir. Ortak mânâ şudur ki yukarıda anlatılanlar bütün İsrail oğulları için söylenmemiştir. Onların içinde böyle yapanlar vardır. Yoksa ekserisi böyledir demek değildir. Onların içinde böyle olmayan iyi olanlar da vardır. Onlar resulleri tekzib etmediler, öldürmeye kalkışmadılar, kör ve sağır olmadılar demiştir. Örnek olarak Hazeriler böyledir.

Bugün de İsrail oğulları içinde bu gerçekleri gören uleması vardır. Nitekim ABD’de bu bölünmenin başladığı haberleri gelmektedir. Başkan Obama taraftarı Yahudiler vardır. Bunlar reel ekonomiyi temsil edenlerdir. Onlar tekel sermayenin krizler ortaya çıkarmasına karşılar. Yeni para ile desteklenmelerini istiyorlar. Bu çözüm değildir.

Bugün AK Parti bizi dinlese, karşılığı olan paranın nasıl çıkarılacağını Amerikan Yahudileri öğrense, Başkan Obama’ya bunu rahatlıkla yaptırabilirler. Ama ne yazık ki yıllarca beraber aynı yollarda yürüdüğümüz kardeşler bize karşı kör ve sağır olmuşlardır.

وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ (71)

(VaelLAHu BaÖIyRun Bi MAv YaGMaLUvNa)

“Ve Allah amel ettiklerine basirdir.”

Burada isim cümlesi gelmiştir. Bundan önce fiil cümleleri vardır. Hâl yapabiliriz. O takdirde Allah yaptıklarına basir olduğu halde onlar aldırmadan böyle yaptılar. Böyle yapmaktadırlar şeklinde olur. Zâhir mânâ budur. “Kesîyrun Minhum” cümlesine atfedilmiş olabilir. O takdirde de onların çoğu öyledir, Allah da onları basirdir denmektedir.

Birinci mânâda onların aldırmazlığı anlatılmaktadır. İkinci mânâda ise onların bu yaptıklarının Allah’ın bilgisi ve gözetimi altında olduğunu ifade eder. Yani bu olayların hiçbirisi takdiri ilâhinin dışında olmamaktadır.

Birinci ve ikinci sürgünler hem onların olgunlaşmalarını sağlamak hem de insanlık içinde birliği sağlamak için olmuştur. Ulaşım ve haberleşme araçlarının olmadığı, dilleri okutan üniversitelerin olmadığı zamanlarda İsrail oğulları insanlar arasında irtibatı sağlamışlardır. Yeryüzüne dağılmışlar, onların dillerini öğrenmişler, birbirleri ile irtibatları devam etmiş, bu sayede insanlık uygarlaşmıştır.

Nitekim Kur’an’da; böyle yapmalarını biz bildirdik, günü gelince sizi tekrar bir araya getireceğiz diye onlara haber verildiği yazılmaktadır. (İsra/104) Çünkü artık insanlığın İsrail oğullarına ihtiyacı yoktur. Ulaşım, haberleşme, öğrenim ve ekonomi onlar olmaksızın da yürüyecek hâle gelmiştir. Onlar Kudüs’te otururlar, oradan da artık dünyayı yönetebilirler, yahut dünya kendi kendisini yönetir.

Bu âyetlerden öğrendiklerimiz arasında çok önemli bir husus vardır. İsrail oğulları varlıklarını kıyamete kadar sürdüreceklerdir. Özgür yaşamak istemeyenleri onlar paraları ile yöneteceklerdir. Özgür yaşamak isteyenler de Kur’an’dan özgürce yaşamayı öğreneceklerdir.

Kur’an çok açık olarak söyleyeceklerini söylemekte, tarih de böyle gelişmektedir.

Biz Kur’an’ın bu tür yorumlarına 1960’larda başladık. İzmir’e gittiğimizde böyle yorumlara müsait çevre vardı. Geçen elli sene hep bizim yorumlarımızı tasdik etti. Bazı hatalarımız olmuşsa da olaylardan sonra onları tashih ettik.

Örnek olarak, Kur’an’a dayanmadan 2002 yılında yorum yaptım, AK Parti’nin ömrü iki yıldır dedim. İki tane fahiş hata yaptım. Birincisi, Kur’an’ın bu hususta ne dediğini incelemeden söyledim. Oysa o yazımı Kur’an’a dayanarak yazmam gerekirdi. İkincisi ise, bu Amerikalıların planıdır, Allah’ın planı nedir bilemeyiz demeliydim. Kur’an’a aykırı hareketim budur. Oysa AK Parti iki sene sonra yaşamaya devam etti. Amerikalılar çöktü. Yani Kur’an’ın dediği oldu. Ben yorumumdaki hatamı düzelttim.

Şimdi ezbere söylemekten çok âyetlerin mânâları ile konuşuyorum. Elbette hatalarım olacaktır, hatalarım vardır. Ama esası ve ana hatları doğrudur. Siz de kendi yorumlarınızı katarak daha doğru yorumlara gidebilirsiniz.

 

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 48

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَابَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُوا اللَّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ إِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ (72)

 

لَقَدْ كَفَرَ

(LaQaD KaFaRa)

“Küfrettiler”

İman edenler, Hud edenler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan bahsetmiş, yeryüzünde mevcut dört büyük dinden kim olursa olsun onların hak din üzerinde olduklarını beyan etmiştir. Ondan sonra üç defa arka arkaya “LaQaD” kelimesi gelmiş, aralarında harfi atıf da olmamıştır. Atıf harfinin olmamasından anlıyoruz ki, ya aralarında tam konu farklılığı vardır veya tam beraberlik vardır. Burada bundan sonra gelecek âyetlerden anlıyoruz ki kemal-i ittisal vardır. O halde İsrail oğullarının resulleri tekzib etmeleri ile Hıristiyanların teslisi aynı mahiyettedir. Küfür sadece küfür olarak kalsa o takdirde fazla önemli olmaz. Küfür acaba sadece kalbî fiil midir? İman etmek karşılığı olarak küfür gelmektedir. Kuru imanın, amelsiz imanın bir faydası olmadığı gibi sadece kötü amel işlemek şartı ile küfretmek de cehennemde yanmanın sebebi olmaz. Ne var ki küfredenler zulmetmek için küfretmektedirler. Küfürleri nedeniyle zulmetmektedirler.

Küfretme iki mânâya gelmektedir.

Biri nankörlük etmek, nimetlere hamd etmemektir.

Diğeri de bile bile gerçekleri söylememektir.

Her ikisinin çıkışı toprağa atılan tohumu kapatmak ve üstünü örtmekten gelmektedir.

“Hafr, kabr, küfr” kelimeleri birbirlerine mânâca da yakın kelimelerdir.

Nankör olan kimse kendisine verilen nimeti kapatmaktadır, inkâr etmektedir.

Bildiğinin aksini iddia eden bildiğini kapatmaktadır.

Bu üç mânânın yanında biz dördüncü mânâyı veriyoruz; hakem kararlarını kabul ettiği halde ne askerlik yapıyor ne de cizye veriyor. Hukuken kâfiri böyle tarif ediyoruz.

Buna delilimiz nedir?

“Sizin dininiz sizin, benim dinim benim” diyor. Kâfirlerin de düzeninin olduğunu kabul ediyor, küfürlerinden dolayı onları öldürmüyor, memleketlerinden tehcir de etmiyor. Diğer taraftan cizye verinceye kadar onlarla kıtal edin diyor.

Birbirleriyle tearuz eden âyetler arasında biz bu tasnifi yapıyoruz.

Kur’an’da bir kelime birkaç mânâda kullanılır. Karine varsa ona göre mânâ verirsiniz. Karine yoksa genellikle değişik mânâlar da doğru olabilir. Eğer başka âyetlerle çelişiyorsa müşterek mânâlardan çelişen terk edilir.

Hasan’ın üç tane kardeşi olsa, amcası “Kardeşin gelecek ona 50 TL ver” dese, burada kardeş marifedir. Kastedilen bir mânâdır. Üç kardeşin her biri değildir, onlardan bir tanesidir. Bir karine olmadığında bizim konuşmamız müteşabih olur. Gelenlerden hiçbirine vermez. Çünkü kime vereceğini bilmemektedir. Yahut kendisi içtihat eder, bu kardeş gelirse veririm der. Bu söz Kur’an’da geçse, her üçü için ayrı ayrı nâzil olmuş kabul eder ve ayrı ayrı zamanlarda getirilirse her üçüne de verebilir. Ama “Kardeşin gelecek, 50 lira ver” dese ve ilave etse, “Ahmet’e verme”, artık Ahmet’e vermez.

Demek ki Kur’an’a uygulayacağımız bazı kurallar vardır ki diğer ifadelere uygulayamıyoruz. Bu da Kur’an’ın her okunuşta yeniden nâzil olmasından ileri gelmektedir.

Buradaki mânâsını “nankörlük ettiler, beyan ile bile aksini söylediler” şeklinde anlarız. Ne var ki burada “küfür” kelimesini aynı zamanda kötü işlerle takyid etmemiz kıyasla mümkün olur mu? Yani amelsiz imanın yararı olmadığına göre amelsiz küfrün de bir zararının olmaması gerekir.

Biz bunu şöyle demekteyiz. Amelsiz iman yerinde durmaz, inkâra dönüşür. Amelsiz küfür de devam edemez, mutlaka insana kötü amel yaptırır.

الَّذِينَ قَالُوا

(elLaÜIyNa QAvLUv)

“Kavl etmiş olan kimseler.”

Kavl etmiş olan kimseler küfrettiler.

Buradaki elif lam ahd için gelmiş olur. O zaman kavleden kimseler bir grup insandır. Bugünkü iki kilise mensupları, hattâ üç kilise mensupları böyle diyorlar.

Hazreti İsa’yı insan kabul eden kiliseler olmakla beraber, kahir ekseriyet Hazreti İsa’yı insanüstü görmektedir. Hıristiyanlık bugün üç kiliseye ayrılmıştır. İlk kilise Ortodoks kilisesidir. Katoliklik oradan ayrılmıştır.

Havariler dünyaya yayılıp Hazreti İsa’yı peygamber olarak, İncil’i de Allah’ın kitabı olarak tanıtınca, milyonlarca insan Hıristiyan olmaya başladı. Yahudilerle temasta olan insanlık onların üstünlüklerini görüyor ve gıpta ediyordu. Yahudiler ise İsrail oğullarından olmayanları dinlerine almamaktadırlar. Böylece İsrail oğulları ileri topluluklarını koruyordu. Havariler insanlığa hitap eden İncil’i getirince ona büyük bir iştiyakla hücuma başladılar. Roma bunlara çok ağır zulümler yapıyordu. Onlar zulüm yaptıkça bunlara olan ilgi ve rağbet daha da artıyordu.

Pavlus, Hıristiyanlık'ta, İsa devrinin Ferisi Yahudilerindendir ve Roma vatandaşıdır. Tarsus doğumludur. Asıl adı Saul 'dür. Hıristiyan teolojisinde Pavlus (Lat: Sanctus Paulus, Yun: Agios Paulos, İt:San Paolo, İsp:San Pablo, Por:São Paulo, İng-Fr: Saint Paul, Alm: Sankt Paul, Ru: Svetoy Pavel) olarak anılan, Pavlik Kiliselerinin kurucusu Hıristiyan misyonerdir. Erken Hıristiyan kilisesine baskılarda bulundu. Pavlus yani Saul, çok sıkı bir Yahudi cemaatindendir ve Hıristiyan olmazdan önce ilk Hıristiyanlara acımasız zulümler yaşatmıştır. İstefanos'un ölümünü onaylayan kendisidir. Elç.8: 3 Saul ise müminleri kırıp geçiriyordu. Ev ev dolaşarak, kadın erkek demeden müminleri dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu. Pavlus bir gün Şam'daki İsevilere eziyet etmek ve onları Kudüs’e getirmek için yola çıktı. Elç.9: 1-2 Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim'e getirmek niyetindeydi. Şam yolunda İsa'nın kendisine görünmesiyle cemaate (kiliseye) katıldı. Daha sonra Pavlus, Hıristiyanlık inancını yaymak için Anadolu'yu adım adım dolaştı. Hayat hikâyesi, büyük bölümünü İncil yazarı Luka'nın kaleme aldığı Elçilerin İşleri kitabında bulunur. Yeni Ahit'te Pavlus'un mektupları önemli bir yer tutar. Bu mektuplar sırasıyla; Romalılar, 1. ve 2. Korintliler, Galatyalılar, Efesliler, Filibeliler, Koloseliler, 1. ve 2. Selanikliler, 1. ve 2. Timoteos, Titus ve Filimon'a mektuplardır. Bazı inanırlara göre İbraniler'e Mektup da yine Pavlus tarafından yazılmıştır. Hıristiyanlık dinindeki yeri önemlidir.

İşte Ortodoksluğun kurucusu bu Yahudidir. Şirki Hıristiyanlığa bu Yahudi sokmuştur. Bu durum Hıristiyanlığı kabul eden Roma’nın işine gelmiştir.

Papa İsa’nın ruhani temsilcisidir. İmparator da bedenin temsilcisidir. Böylece dünyayı yönetmesi gerekir. Roma Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra insanlar akın akın Hıristiyan olmaya ve Roma’ya katılmaya başladılar. Çünkü artık Roma’nın hakimiyeti kalkıyordu. Devlet yönetimi adil yönetim olmuştu. İmparatorluk çok büyüdü. İmparator tek devlet olarak idare edemeyince devleti ikiye böldü. İkisinin imparatoru tekti. Devlet ayrılmıştı.

Bu arada Cermenler Roma’yı işgal edip Batı Roma İmparatorluğu’nu yıktılar ama kendileri Hıristiyan oldular. Papa çok güçlendi. İstanbul patriğini tanımadı. Karşılıklı aforozlar oldu. 1960’larda bu aforozları kaldırdılar.

İki kilise arasında şirklikte fazla fark yoktur.

1- Ortodokslukta: Patrik ruhani başkandır, yanılabilir.

Katoliklikte: Papa, İsa'nın havarisi Petrus'un vekilidir. Dini konularda asla yanılmaz ve Roma Kilisesi baş kilisedir.

2- Ortodokslukta: Kilise evrensel değildir, yanılabilir.

Katoliklikte: Roma Kilisesi Kutsal Ruh tarafından idare edilir ve evrenseldir.

3- Ortodokslukta: Kutsal Ruh, Sadece Baba'dan çıkmıştır.

Katoliklikte: Kutsal Ruh, Baba ve Oğuldan çıkmıştır, İsa hem insan, hem tanrı tabiatına sahiptir.

4- Ortodokslukta: Meryem ve aziz ikonalarına saygı gösterilir

Katoliklikte: Meryem günahsız olup, bakiredir. Şefaatte bulunma yetkisi vardır. Azizler şefaatte bulunabilirler.

5- Ortodokslukta: Komünyon (Kudas) ayininde ekmek mayalı olmalıdır ve şarap sulandırılmalıdır.

Katoliklikte: Komünyon (Efkaristiya) ayininde ekmek mayasız olmalıdır. Günah çıkartma ve papaza itiraf gereklidir.

6- Ortodokslukta: 7 sakrament vardır. Patrik, başpiskopos, piskopos ...  

Katoliklikte: 7 sakrament vardır (Efkaristiya, Vaftiz, Güçlendirme, Evlilik, Ruhbanlık, Tövbe=itiraf, Kutsal yağ sürme) Cuma günleri et ve yağlı

7- Katoliklikte: Ruhban sınıfı evlenemez.

8- Ortodokslukta: Sadece ilk 7 konsülün kararları kabul edilmelidir.

Katoliklikte: Bugüne kadar toplanan 20 konsülün kararları da kabul edilmelidir.

Protestan kiliseleri genellikle 2 sakramenti kabul ederler: Vaftiz gizemi ve

Kalvinizmde Efkaristiya gizemi.

Protestanlığın Katoliklikten farkı sadece siyasi olmasıdır. Papa tanınmamaktadır. Ulusal devletlerin ayrı ayrı kiliseleri oluşmaktadır.

Kendin için oyma put; yukarda göklerde olanın, ya da aşağıda yerde olanın, ya da yerin altında sularda olanın suretini hiç yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin yasasına uyma gerekçesiyle kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmazlar.

Protestanlıkta azizlere ve Meryem Ana'ya dua edilmez ve dilekte bulunulmaz. Protestanlar İncil'in Katolik Kilisesi tarafından kabul edilen bazı kitapları apokrif (doğruluğuna güvenilmez) olarak tanımlar ve Tanrı Sözü olarak kabul etmezler.

İşte buradaki diyenler Pavlusçulardır. Kur’an onlardan bahsetmektedir.

إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ

(EinNa elLaHa HuVa eLMeSİyXu iBNu MaRYaMa)

“Allah Meryemoğlu Mesihtir.”

Mesih” İsa’nın özel adıdır, vaftiz edilmiş anlamındadır. Allah’ın emri ile annesi bu ismi ona vermiştir. “İsa” ise beklenen anlamında olup bugün kullanılan Mesih anlamındadır. Hazreti İsa Meryem Oğlu İsa’dır. Hazreti İsa Kur’an’da Hazreti Meryem’in adıyla birlikte anılır. Bunun sebebi Hazreti İsa’yı Hazreti Meryem’in yetiştirmiş olmasıdır. Kendisi de nebidir, Kur’an’da adı geçen kadın nebidir. Hazreti İsa’nın tebliğini o tamamlamıştır. Hıristiyanlarda ruhu’l-kudüs olarak üçüncüyü Meryem sayanlar vardır. Burada da Meryem Oğlu Mesih’ten bahsederek ikisine birden tanrıdır dediler.

Hıristiyanlar Tevrat’a da inandıkları için, Hazreti İbrahim’e de inandıkları için Tanrı üçtür demiyorlar. Tanrı birdir. İsa Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürüdür, görüntüsüdür diyorlar. Yani İsa tanrı olarak görülmektedir. Ruhu’l-kudüs de zımnen imparatordur.

Böyle diyenler küfrettiler.

Neden?

Çünkü buna kendileri de inanmamaktadır. Ama insanları kendilerine bağlamak için yalan söylemektedirler. Yalan söylediklerinden dolayı küfretmektedirler.

Bundan 200 sene önce ilimler bu kadar gelişmemişti. Tarih bilinmiyordu. Bugün ise dünya güneş sisteminde küçücük bir yer işgal eder. Hazreti İsa da insanlık tarihinde çok kısa zaman işgal eder. Galaksimizde 200 milyar yıldız vardır. Bizden uzaklığı 14 milyar ışık yılından fazla olan yıldızları göremeyiz, çünkü bize ışık gelmez. Biz ise evrenin ancak 12’de birini görebiliriz. Görünen uzayda 350 milyar galaksi vardır. 1 milyon milyar milyar yıldız vardır. Buradaki bir insan nasıl tanrı olabilir?

İkincisi, bugün artık tarih açık bir şekilde ortaya koymuştur ki Hazreti İsa’nın tanrılığı Pavlus tarafından uydurulmuştur. Bunu bilmeyen Hıristiyan âlimi yoktur. Onun için küfretmişlerdir. Küfürleri bunu bile bile aksini iddia etmeleridir.

وَ

(Va)

“Ve”

Buradaki “Ve” harfi hâli ifade eder. Bunun açık delili “ve”den sonra gelen cümlenin zamanı önce gelen cümleden önce olmasıdır. Hazreti İsa söylemiş, sonra Pavlus gelmiş küfür sözünü söylemiştir. Hazreti İsa böyle demiş iken onlar aksini söylediler deniyor.

Buradan şu kuralı çıkarabiliriz: Fiil cümlesi de kendisinden önce gelen fiil cümlesinin hâli olabilir. Burada başka mânâ verilmesi ibareye aykırı olur.

Hazreti İsa vardır. İncil’i getirmiştir. Kendisinden önce gelen kitapları ve peygamberleri tasdik etmiştir. Kendisinden sonra gelecek Peygamberi de haber vermiştir. Şimdi Kur’an onun havarilere ne söylediğini bildiriyor. Zaten ben Allah’ın oğluyum diyecek, sonra asılacaktır. Meryem’den doğma olduğuna göre Allah bir eşe muhtaç olacak. Bunun mantıkla izah edilecek hiçbir yanı yoktur.

قَالَ الْمَسِيحُ

(QaLa eLMaSIyXu)

“Mesih demişti.”

Hazreti İsa doğruları söylemiştir. Pavlus şedit Hıristiyan düşmanı iken nasıl oldu da birden şedit Hıristiyan oldu? Bunların hepsi Yahudi taktiğidir. Pavlus Hazreti İsa’yı görmüş, birden ona öyle etki etmiş ki hemen imana gelmiş.

Önce, Hazreti İsa peygamberdir, tanrı değildir. Bugün kimseye görünmeyen o gün de görünmezdi. Eğer yolda Pavlus’un kendisine Cebrail gelip, Allah, sen de resulsün demiş olsaydı, inanılır tarafı olurdu. Oysa Pavlus diyor ki, ben İsa’ya rastladım, birden mü’min oldum! Pavlus’un kendisi böyle diyor.

Oysa olay gayet aşikardır. Yahudiler Hazreti İsa’yı yenemeyeceklerini anlayınca onları şirk yoluyla vurmak istemişlerdir. İşte, Yahudi fitnesi olarak 2000 yıldır butlan içindedirler. Ama yine de o kadarı bile insanlığa rahmet olmuştur, hâlâ da rahmettir.

Şimdi bütün yapacağımız iş, Hazreti İsa havarilere ne dedi, onları çok iyi tesbit etmemiz gerekir. Önce İncil kelime kelime incelenmelidir. Orada tahrifat vardır. Tercüme tahrifatı vardır. Pavlus bu kadar keramet sahibi biri idiyse, Hazreti İsa’nın çağdaşı idi, İncil’i neden muhafaza etmedi? Resullerin mektuplarının birkaç varyantı olmadığı halde niçin İncil’in yüzlerce nüshası oldu? Bunlar hep İsrail oğullarının fitnesidir.

Müslümanların hadis kitaplarında da benzer tahrifatı yapmışlardır. Tevrat doğal olarak ayrı ayrı gruplarda oluştuğu halde birleştirdiler, tek kitaptır. İncil ise dört kitap! İncil’den sonra Pavlus’un değil diğer resullerin mektupları da dikkatlice okunmalıdır. Tevrat’ın geldiği zaman Roma uygarlığı çoktan oluşmuştu. Neden yazmadılar?

Hıristiyanlar da Allah’ın istediği ilmî araştırma yapsınlar, hak ne ise ona inansınlar.

Bu iş kolay değildir. 2 Milyar insan bugün öyle inandırılmış, şimdi Papa çıkıp da bu böyle değildir diyemez. Papa ve patriğin bu işi başarması çok zor görünüyor. Tekel sermaye bütün gücüyle Pavlus’un saçmalıklarını finanse ediyor.

Demek ki Hıristiyanlığın da hidayete ermesi için önce karşılıksız para ortadan kalkmalı, hakka saldıranların gücü bertaraf edilmelidir.

Kilise yeniden kendi parası ile yaşamaya başlar, o zaman da hakkı kolayca savunabilirler.

Sorun her yerde düzen sorunudur. Başka melce yoktur.

يَابَنِي إِسْرَائِيلَ

(YAv BaNIy İSRAEiLa)

“Ey İsral ibnleri”

Ya Benî İsrail” Kur’an’da 6 defa geçmektedir. Bunun üçü Bakara Sûresi’nde geçmektedir. Kur’an doğrudan onları muhatap almıştır. Yani mü’minler aracılığı ile değil.

Kur’an’ın o âyetleri Tevrat’ın bir eki de olabilir. Onlara şimdi hitap etmektedir Diğer sûrelerde de üç defa geçmektedir. Ancak onlar doğrudan hitap değildir. Biri Hazreti Musa peygamber zamanında onlara yapılan hitaptır. Tâhâ Sûresi’nde geçmektedir. Diğeri Saf Sûresi’nde Hazreti İsa’nın onlara söylediklerini hikâye etmektedir. Biri de bu sûrede geçmekte, yine Hazreti İsa’nın söylediklerini hikâye etmektedir.

Hazreti İsa İsrail oğullarına gelen bir peygamber değildir. Hazreti İsa’yı İsrail oğulları tanrılaştırmadı. Burada neden İsrail oğullarına dedi deniyor da havarilere dedi yahut sadece dedi demiyor? Bunu  şöyle açıklayabiliriz.

  1. Hazreti İsa İsrail oğulları dışında hitap etmemiştir. Yani Hazreti İsa’nın kendisi tüm insanlığa hitap etmemiştir. O da yalnız İsrail oğullarına hitap etmiştir. Sonra havariler oradan çıkar, dünyaya gider ve Hıristiyanlığı yayarlar. Onlar da resullerdir, nebilerdir. Vahiy daha kesilmemiştir. Allah’tan vahiy almaktadırlar. Resuller İncil’i Hazreti İsa’dan öğrendiler, Tevrat’ı da Yahudi olarak bilmektedirler. İnsanlığı onlar uyarmışlardır.
  2. İkinci yorum ise, buradaki “Benî İsrail” demek, ırkça İsrail oğulları değil de, mensubiyet ile İsrail oğulları anlamına gelir. Yani Hıristiyanlar da İsrail oğulları olarak adlandırılmaktadır. “Babanız İbrahim” deyince de bütün insanlık kastedilmektedir.
  3. İsrail oğullarını  böylece uyarmaktadır. Yani İsrail oğullarına bunu söylerken ilerde oluşacak Hıristiyan âlemi olarak hitap etmektedir.

Bugün Hıristiyanlar ve Yahudiler birleşip İsa Mesih’in gelmesi için Müslümanları ortadan kaldırmamız gerekir görüşünde birleşmişlerdir. Obama bile seçimi kazanmak için neler yapmaktadır. Irak, Afganistan, Libya, Mısır yıkıldı. Şimdi Suriye ile uğraşmaktadırlar. İran hedeflerindedir. Bunun için Türkiye’yi kullanıyorlar. Müslüman Müslümanı vursun istiyorlar. Türkiye Suriye’ye saldırsa İran da Türkiye’ye saldıracaktır. İşte, birlikte İslâm âlemine karşı böyle hareket ediyorlar.

Burada başka bir noktaya işaret edilmekte, Pavlus’un İsrail oğlu olduğu, şirki onun soktuğu da belirtilmektedir. Yani Hıristiyanların böyle putperest olmasının sorumluları İsrail oğullarıdır.

İsrail oğullarının kendileri şirk içinde değildirler ama başka ulusları şirk içine sokma çabası içindedirler; bu da kendileri şirk içinde imiş gibidir. Çünkü mü’minlerin görevi insanlığı şirkten uzak tutmaktır. Ele kuyu kazan sonunda kendisi o kuyuya düşer. O halde Hıristiyanlığın 2000 yıllık şirk sorumluları İsrail oğullarıdır.

Biz ne yapıyoruz? Onlarla dost olduğumuz yani Hıristiyanları sevdiğimiz halde en acı şekilde eleştiriyoruz.

İsrail oğulları da Hıristiyanlara demelidirler ki; bizim günahımız var, Hazreti İsa’ya eziyet ettik, bizim günahımız var, size şirki fitne ettik. Geliniz, tevbe edelim ve barışalım, biz de siz de bütün hak peygamberleri birlikte resul kabul edelim, uygarlıkta birlikte ilerleyelim.

Onlar böyle yapmıyor, daha büyük fitne yapmak için çalışıyorlar.

Sermayenin para sömürüsünden önce Hıristiyanlar ve Müslümanlar onların zihnî sömürüsüne son vermelidir. Mehdi ve Mesih beklentileri İsrail oğullarının Hıristiyanlara ve Müslümanlara soktuğu fitnedir. Ama Hıristiyanlar da Müslümanlar da gaflet ve dalalet içindedirler.

Gelecek olan Mesih Hazreti İsa’dır ve gelmiştir; insanlığı 2000 yıldır aydınlatıyor.

Gelecek olan Mehdi de Hazreti Muhammed’dir; gelmiştir ve 1400 senedir insanlığı nura boğmuştur.

Bunlardan başka Mesih aramak, başka Mehdi aramak gaflettir, İsrail oğullarının fitnesidir. Hıristiyanların ve Müslümanların her şeyden önce beyinlerini bu anlayış ve saçma esaretten kurtarmaları gerekir.

İşte, Kur’an ilk bakışta anlaşılmayan cümle söyler ama üzerinde düşündüğünüz zaman dünyaları ifade eder.

اعْبُدُوا اللَّهَ

(EuGBuDUv EalLAHa)

“Allah’a ibadet ediniz.”

“Onlar Meryem oğlu İsa Mesih’tir dediler” diyor, sonra da bu demelerini anlatırken “Allah’a ibadet ediniz” deniyor. “İsa Allah’ın oğludur” demek o kadar büyük olay değildir. Beyninize geçer ve orada kalır. “Oğlu” kelimesini “sevdiği kuldur” şeklinde mecazi anlarsınız, sorun kalmaz. Ama eğer siz bu inanışınızı fiiliyata dökerseniz, Allah’a değil de İsa’ya veya Muhammed’e tapmaya başlarsanız, işte o zaman sorun ciddileşir.

Hıristiyanlar İsa’yı büyüterek Allah’ı küçültmeye uğraşıyorlar. Onların bu anlayışına göre Allah  öyle zavallı birisidir ki, ölmeden ve asılmadan insanlara iyilik edemiyor! Hıristiyanların tanrısı kimdir, biliyor musunuz? Yahudilerin öldürdüğü birisi! 2 milyar insanın tanrısını birileri öldürürse, öldürenlerin tanırının üstünde yeri var demektir. Yani Hazreti İsa’ya tapanlar aynı zamanda Yahudilere tapmış olurlar.

İşte, Allah tüm insanlığa Allah’tan başkasına ibadet edilmemesi gerektiğini bildiriyor.

Kimin aracılığı ile Hazreti İsa söyledi o zaman?

İbadet ile amel arasında şu fark vardır. Amelde bir iş yaparsınız, ücreti alırsınız. Hattâ amel eden istediği zaman işi bırakabilir. Fiilî zarar vermemişse, kârdan zarar, zarar sayılmaz. İbadette ise kişi yalnız patronunun işini yapar ve işten ayrılamaz.

Bugünkü dünya düzeninde tüm işçiler köledir.

İslâmiyet’te kölelik fiilen kaldırılmıştır. Köle efendisinin yediğini yer, kaldığı yerde kalır, onun giydiği elbiseyi giyer. Köle tam kişiliğe sahiptir. Haksız bir iş yapılırsa hakemlere gider ve hakkını alır. Bazı yaptırım sistemleri vardır. Efendi köleye kötü muamele yaparsa, hakemler kararı ile köle her ay kazancından bir pay vermek suretiyle efendisinin evinden ayrılabilir. Hattâ yeteri kadar para kazanıp efendisine ödediği zaman hür olur. Kölelik kölenin efendisine ibadet etmesi değildir.

İslâm düzeninde kişiler daima birbirine eşittir. Birbirlerine bir şey verdikleri zaman hukuken topluluğa vermiş ve topluluktan almış sayılırlar. Birbirlerine borçlanmazlar. Şartlara uygun olması şartı ile borcunu ödeyemeyenin borcunu devlet öder. Borcunu ödeyemeyen borçlanma ehliyetini kaybeder.

Kişinin bir başkasının alacağı adına el koymak demek, onu ona köle ediyorsun demektir. Eskiden borcunu ödeyemeyen köle oluyordu. İslâmiyet bunları elbette yasaklamıştır ama cebri icra da yoktur. Adamın mal varlığına dokunulamaz.

رَبِّي وَرَبَّكُمْ

(RabBIy Va RabBaKuM)

“Rabbim ve rabbiniz.”

Hazreti İsa ne demişti?

“Rabbim ve rabbiniz.”

Rab” sahibi demek, terbiye edeni demek, koruyanı ve yetiştireni demektir.

Allah hiçbir varlığa bir görev vermeden arşı, arzı ve semavatın geçmiş ve geleceğini var etti. Arş beş boyutlu uzaydır. Sonsuz değildir. Beş boyutlu küredir. Onun  yüzeyinde  kürsiyi var etti. Kürsi dört boyutludur. Onun üzerinde de üç boyutlu uzayımızı var etti.

Bu âlem en son şekliyle yaratılmadı. Melekleri, cinleri, ruhları ve insanları bilinçli varlıklar olarak yarattı. Bu varlıklarla birlikte tüm kâinat eğitilmektedir.

Eğiten kimdir?

Allah.

Herkesin rabbi bir olan Allah’tır.

Beni cenin olarak yarattı. Çocuk oldum, büyüdüm, yaşlandım. Biraz sonra dünyadan ayrılıp gideceğim. Yok olmayacağım, daha üstün bir hayata ulaşacağım. Cehennem bile bu dünya hayatından üstündür. Burada ölüm vardır, orada ölüm yoktur.

Sizin rabbiniz” dendiği zaman rab tek, muhatap çoktur. Onların ortak rabbidir demektir. “Küm” ifadesi içine Arapçada “ben” de dahildir. “Rabbiniz” değil de “Rabbimiz” şeklinde tercüme edebiliriz. “Benim rabbim ve bizim rabbimiz.” Yani tek başına hepimizin ayrı ayrı rabbimizdir. Bir de birlikte hepimizin rabbidir.

Burada anlatılan kişi de doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür. Topluluklar da doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür. Topluluklar bu dünyada evrimleşir ve daha üst yapıya ulaşırlar. Kişiler ise daha üst yapıya âhirette ulaşırlar.

Toplulukların zamanla yaşlanmaları hâlinde bozulmalar olmaktadır. Bunun sebebi yaşlanmış olup ömrünü dolduran topluluklar ortadan kalksın, onların yerine daha ileri olan topluluklar ortaya çıksın içindir. Tarihe bakalım. Kur’an’ın vurgular yaparak defalarca bildirdiği şeyler hep olmaktadır. Hıristiyanlık ileri uygarlık olduğu için kadim Roma uygarlığını ortadan kaldırmış, onun yerine kendisi dünyaya hükümran olmuştur. İslâmiyet daha ileri uygarlık olduğu için o da Hıristiyanlığın yerine hükümran olmuştur.

Bunlar devirlerdir.

İnsanlar arasında dolaşır.

Allah’ın rab sıfatı hep tecelli eder durur, kişilere de topluluklara da tecelli eder.

İşte biz buna dayanarak diyoruz ki; “Adil Düzen” geldiğinde bâtıl gider. Böyle olacağından katiyen şüphe etmiyoruz. 1970’lerde biz bunları söylemeye başladık. Ondan sonra neler oldu? Söylediklerimize adım adım yaklaştık. Dünyada Sovyetler yıkıldı. Şimdi kapitalizm debeleniyor. Demek ki Allah insanlığı eğitmekte ve yetiştirmektedir.

Madem ki bizim rabbimiz ve benim rabbim Allah’tır. O halde fert olarak da topluluk olarak da O’na ibadet etmemiz gerekir. Madem rabbimiz Allah’tır. O halde sen bunları niye yazıyorsun, niye okutuyorsun, sen ilâh mısın, diyebilirsiniz. İşte onun cevabını Hazreti İsa veriyor. Allah benim de rabbimdir. Sizinle beraber ben de yetişiyorum, ben de terbiye olunuyorum. Ben bir şey yapıyorsam kendiliğimden yapmıyorum. O beni gönderdi. O söyledi, ben de O’nun söylediklerini size aktarıyorum. Ben rabbime kulluk ediyorum, siz de edin. Kimimize yazma görevi verdi, kimimize okuyup okutma görevi verdi. Kimimize uygulamayı nasip etti. Görevi O verdi, gücü O verdi. Biz sadece O’nun aciz kuluyuz. Kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur. Üstünlük yalnız Allah’tadır.

Kimileri bazı iyi şeyleri Erbakan yaptı diye onu kötü görüyorlar, Mustafa Kemal yaptı diye kötü görüyorlar. Oysa yapan ne Erbakan’dır, ne Mustafa Kemal’dir, ne de Erdoğan’dır.

Yapan Allah’tır. Yaptıran Allah’tır.

Biz Allah bize ne görev vermişse onu yapmaya çalışacağız. Layıkıyla yapamadık diye istiğfar edeceğiz. Kimse ne yaparken ne bozarken tanrı değildir. Her şey O’nun takdiri ile olmaktadır. Yapanlar âhirette niyetlerine göre cennete veya cehenneme gidecekler. Çünkü kimse yaptığından değil,  herkes niyetinden dolayı sorumludur.

“Rabbim ve rabbiniz olan Allah’a ibadet edin.”

O’na şirk koşmayın  

Siz eğer bunu falan veya filan yaptı derseniz, ister hayır olsun ister şer olsun onu başka birisinden bilirseniz, şirk etmiş olursunuz. Başımıza ne gelirse O’nun takdiri iledir.

Ben yakın arkadaşlarımı, bilhassa Mehmet Hikmet ile Muhammed Zübeyir’i, Yenibosna’dakileri, Medhal çalışanlarını hep ikaz ediyorum, böyle yapın şöyle yapın diyorum. Bunu sadece görev olarak yapıyorum, yoksa neden olmuyor diye bazan sıkıldığım oluyor. Ama sonra hemen Rabbim ve Rabbimiz aklıma gelir, o öyle istemiş, buna falan filan ne yapsın derim. Yani zaman zaman şirke düşüyorum demektir. Olanlar takdir-i ilâhidir. Bizim işimiz öğrenmek ve söylemekten ibarettir.

Bunları niye yazıyorum?

Olanları insanlar yapmıyor. Allah yaptırıyor. Kötülere kötülük yaptırıyor. Bize yaptırıyor, çünkü biz de kötülük yaptık, cezasını bu dünyada çekiyoruz. Böylece Allah’ın sevdiği kulu oluyoruz. Yani biz zulüm yapsaydık, o zaman dünyamız da âhiretimiz de mahvolurdu.

Hıristiyanlara ve Yahudilere, bugün el ele verip Müslümanları soykırımına uğratacaklarını zanneden bugünkü galip halka sesleniyor ve diyor ki:

Mesih ve Mehdi uydurmalarından vazgeçin.

Mesih mi istiyorsunuz; işte Hazreti İsa.

Mehdi mi istiyorsunuz; işte son nebi Hazreti Muhammed.

Tevrat’a, İncil’e, Furkan’a ve Kur’an’a iman edin ve kurtuluşunuzu arayın.

إِنَّهُ

(EinNAHUv)

“Yoksa”

Bu zamire zamiri şan denmektedir. Yani doğa kanunları böyledir.

Eğer siz Rabbim ve Rabbimiz olan Allah’a ibadet etmez de kendinizi tanrı kabul eder, istediğinizi yaparsanız, ilâhi sünnet çalışır ve olacaklar olur.

Suriye’ye müdahale edip etmeyeceklerini ABD’ye, Ruslara, İngilizlere soruyorlar! Oysa AK Parti’nin yapacağı iş Kur’an’a sormak, Allah’a sormak olmalıdır. Nasıl soracağı da açıktır. Dört delile dayanarak içtihatlar yapılır. İçtihat seviyesinde olanlar bir araya getirilir. Mahir Kaynak, Mümtaz Soysal, Kenan Evren, Süleyman Demirel, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök ve Akevler camiası. İstişare edersin. Sonunda Allah sana o esnada gerçekleri ilham eder, sen de onu yaparsın. Hata etsen bile Allah seni korur.

Hayır… Ben bildiğimi yaparım… Ben akıllıyım, sizden akıl mı alacağım?..

Böyle derseniz kendinizi tanrı yerine koyarsınız.

Dışişleri Bakanı’nın tavrı da budur.

Ben sadece Kur’an söylüyor diye söylüyorum. Onların kulakları sağır olduğu için ben söylüyorum, ben duyuyorum. Bütün bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Sadece uçuruma giderken ben de o arabadayım. Şoföre fazla müdahale etmeden hatırlatma durumum var.

مَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ

(MaN YuŞRiK Bi elLAGHı)

“Kim Allah’a işrak ederse.”

Men” kim olursa olsun; ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Müslüman, ister Çinli, ister Hintli fark etmez, kim işrak ederse, kim Tanrı’ya ortak ederse, Tanrı’ya ortak etmeyi kalbî bir fiil olarak kabul ederse. Oysa Tanrı’ya işrak amelîdir. Allah’tan başkasına ibadet ederseniz Tanrı’ya işrak etmiş olursunuz.

Şimdi sadece Akevler Adil Düzen Çalışanlarına hitap ederek söylüyoruz. Her amelinizi Kur’an’a dayanarak, ondan delillendirerek yapmazsanız, herkes yapıyor diye siz de yaparsanız, işrak etmiş olursunuz. Kur’an topluluktan kopmamızı emretmemektedir. Birden her şeyden ayrılmamızı emretmemektedir. Biz bu ülkede yaşadığımız müddetçe elbette bu topluluğun kurallarına uyacağız. Askersek, “Suriye’ye git” dendiği zaman gideceğiz. Çünkü bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülkeyi terk etmiyoruz. O halde “onlar savaşsın ben yaşayayım” diye bir şey olmaz. Bu sebepledir ki biz AK Parti’ye oy veriyoruz. En iyi partidir diye veriyoruz. Onun başarısı için dua ediyoruz. Elimizden geleni yapıyoruz. Ona ve diğerlerine olan ikazlarımız Allah’ın emri olduğundan dolayıdır ve sadece onlar için yararlıdır.

Bizim işimiz mevcut düzende iyi işler yapmak değildir.

Evet, bugün yeryüzünde en ileri anayasa Kenan Evren’in anayasasıdır. Bu düzende en iyi işleri yapan da AK Parti’dir. Ama şunu bilelim ki bu “zalim düzen”i yeterli saymak şirktir, zulmü Allah’ın nizamı kabul etmedir. Ne yapalım, bundan iyisi olmaz demek şirkin en derinidir. Yani, Allah bundan iyisini yapamaz demek gibidir.

Bir ilâhiyatçı profesör, ‘Allah insanı yaratmada başarılı olamadı’ diyor, tüm insanları kendisi gibi görüyor! Ben ise ‘Allah beni ne kadar iyi yaratmış’ diyorum.

Birinci Kur’an Uygarlığı sona ermiş, İkinci Kur’an Uygarlığı’na girmiş bulunuyoruz. Karaların görünmediği bir denizin içindeyiz. Pusulamız Kur’an’dır. Onu da bırakırsak dalgaların arasında boğulup gideriz.  

Bugün iktidar ve muhalif olanlar bu pusulayı kullanmayı bilmiyorlar. Bizim de doğru kullandığımızdan emin değildirler. Onlara inandırabilmemiz ancak bir örnek vermekle mümkündür. Bir şey yapmalısınız, bir örnek vermelisiniz.  

Ben hayatımda hep bunu yapmak için uğraştım. Örnek bir işletme kurmayı başaramadım. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Başlıca sebep bilgisizlikti. İkinci sebep bunlara inançsızlık idi. Ortaklar çalışmalarımıza inanarak katılmadılar, sadece bizim çalışmalarımızı Allah rızası için desteklediler.

Adil Düzen Çalışmalarına benden sonra devam edeceğinize inanıyorum. Önerim şudur ki, iyice bilmeden denemeye girişmeyin. Bildikten sonra da inanan ortaklar bulmaya çalışın. Sadece destekleyenlerle yola çıkarsanız, onları da kendinizi de zarara sokmuş olursunuz.

فَقَدْ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ

(FaQaD XarRaMa elLAvHu GaLaYHi eLCanNaTa)

“Allah cenneti ona haram etmiştir.”

Meryem Oğlu Mesih Allah’tır diyenler küfretmişlerdir. Yani küfür fiilî değil fikrî olay olarak açıklanmıştır. Burada ise Allah’tan başkasına ibadet etmeyi şirk olarak göstermektedir.

Varsayımımız şu idi. Fikrî muhaliflerimizin ülkemizde yaşama hakları vardır. Hakem kararlarını da kabul ettiklerinden biz onlara zulmetmeyiz. Yargı kararlarına uyarız. Oysa şirk hakem kararlarını kabul etmeyerek fiilen karşı çıkmadır. Dolayısıyla onların bucaklarımızda yaşama hakları yoktur.  Bu varsayımımızı bu âyetler desteklemektedir. Küfrü fikrî olarak yermekte, şirki ise Allah’a ibadet etmemekle açıklamaktadır.

Allah” kelimesi burada üç defa tekrar edilmiştir. Zamir yerine doğrudan kelime getirilmiştir. Allah’a ibadet ediniz, Allah’a işrak etmeyiniz.

“Allah ona cenneti haram etmiştir.”

Cenneti haram eden âlemlerin rabbi Allah’tır.

Bundan önceki âyetteki işrak etmek demek, fikrî veya imânî olarak Allah’a şirk koşma yerine, bu dünyada topluluğun işlerini yaparken hakem kararlarına uymak demektir. Bu sebepledir ki “Allah” iki mânâda getirildiği için izhar edilmiştir.

Ondan evvelki Allah’a ibadet edin ile Allah’a şirk koşmayın arasında ne fark vardır?

Allah’a şirk koşmak âlemlerin rabbine şirk koşmak anlamındadır. Ama fiilen dünyada yapılan işleri insanlar yapıyor şeklinde değerlendirmektir. Dolayısıyla ne doğrudan âlemlerin rabbi kastedilmiştir ne de O’nun halifesi olan topluluk kastedilmiştir. Amellerimizle O’nun halifesine karşı geliyoruz, ama değerlendirmemizde ise âlemlerin rabbine karşı gelmekteyiz. Onun için izhar edilmiştir.

Kur’an yorumlanırken sistematik olarak şunları yapmalıyız.

Zamir nereye racidir?

Niçin izhar veya izmar edilmiştir?

Metindeki harfi atıflar neyi neye atfetmektedir?

Harficerler neye talik etmekte veya zarf yapmakta?

Dördüncü önemli husus, izmar edeceği halde izhar edilen yerde ne gibi farklılık var?

“Ruhu’l-Kur’an” çalışmamızda bunların da yer alması gerekecektir. Bunun için Allah’a niyaz edelim de Hazreti İsa’ya ihsan ettiği ensarı, Hazreti Muhammed’e ihsan ettiği ensarı bize de ihsan etsin. Kur’an’ı dünyaya ulaştırmada gücümüz yetsin.

Haram etmek” burada mahrum etmek anlamındadır. Yediğiniz şeyleri hazmediyorsanız o size helaldir, hazmedemediğiniz de haramdır.

Bu tür kimseler, yani “Ben yaptım, sen yaptın, falan yaptı, filan yaptı, Mesih yaptı, Mehdi yaptı!” deyip Allah’a şirk koşanlar, kurtuluşu Allah’tan değil de ondan bundan bekleyenler cennete giremezler. Cennet onlara haramdır. Cennet onları sindiremez. Onlar cennet ehli olamazlar.

Bir cenin döllendiği zaman ya kız olur ya erkek olur. Sonra artık cinsiyetini değiştirmek mümkün olmaz. Çocukken gökkuşağını atlarsak kız veya erkek oluruz diye inanmıştık. Gökkuşağını çoktan atladık ama cinsiyetimiz değişmedi.

Dünyadaki amellerle kromozomlardaki küçük bir parçanın farklılaşması ile cennetlik veya cehennemlik oluruz. Ondan sonra cennetten cehenneme, cehennemden cennete gidemeyiz. Allah burada onu haber veriyor. Müşrik olanlar cennete gidemezler. Kimlerin müşrik olduğu da yukarıda anlatılmıştır. Bütün bunları yorumlarken bizden başka herkes müşriktir gibi bir akıl tutulmasına düşmemelisiniz.

Olaylar Allah’ın takdiri ile gitmektedir. Biz bize düşen görevi yaparız. Niyetimiz ne ise, elimizden ne geliyorsa onu yaparsak, Allah bizi cennete gönderir. İnsanların çoğu iyi niyetlidir, isteyerek kötülük yapmamaktadır. Yani bilgisizlikten iyi zannettiği kötülükleri yapabilmektedir. Allah niyetine göre onun karşılığını verir. Biz kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilemeyiz. Biz sadece yaptığı şu şey bize göre iyidir, şu kötüdür deriz.

وَمَأْوَاهُ النَّارُ

(Va MaEVAyHu elNAVRi)

“Me’vası nârdır.”

Evet, âhirete gittiğimizde hoşumuza giden iyi yerlere gideceğiz.

Bir de hoşumuza gitmeyen kötü yerlere gideceğiz.

İyi yerlerin adı “cennet”tir.

Kötü yerlerin adı “nâr”dır.

İki kelime de marife getirilmiştir.

Gelişigüzel cennet veya nâr değil, belirlenmiş özel nâr ve cennettir.

Cehennemi ele alalım. Orada ölüm yoktur. Yani ateşe atılıp bedenin parçalanması yoktur. Yakıtı taş ve insandır. Taş yanmaz, insan da yansa kalmaz. Dolayısıyla oradaki o ateşi bizim günlük hayatımızdaki ateşten saymak, mümkün değildir. Burada anlatılanlar kötü yere gitmedir.

Şimdi Hıristiyanlara ve Yahudilere açıkça şu bildirilmektedir: Artık küfretmeyin, şirk de yapmayın, aksi halde cennetin yüzünü göremezsiniz.

Biz önce müsbet ilmin ışığı altında kendi bâtıl itikatlarımızı atmalıyız. Mesih Hazreti İsa’dır, gelmiştir ve gitmiştir. Yeni Mesih beklemek abesle iştigaldir. Hazreti İsa’nın tekrar geleceğini beklemek abestir. Mehdi de Hazreti Muhammed’dir; gelmiştir, yapacağını yapmıştır. Getirdiği kitap da kıyamete kadar -Bediüzzaman’ın dediği gibi- elmastan kılıç olarak etkisini sürdürecek, dünyayı aydınlatacaktır.

Allah yeteri kadar müsbet ilim vermiştir. Müslümanlardan önce size vermiştir. Kur’an’ın etkisiyle bu ilimlere ulaştınız ve siz Müslümanları geçtiniz, şükretmelisiniz. Sosyalizm sayesinde müsbet ilim dünyanın her yerine ulaştı. Artık gelin, sizin bulduğunuz müsbet ilmin meşalesinde ilâhi kitapları yorumlayalım ve III. bin yıl uygarlığını başarı ile kurmaya başlayalım.

Başarının sırrı müsbet ilmin denetimini bırakmamalarıdır. Mucizeler devri bitmiş, yerine ilim devri başlamıştır. Bunu Kur’an haber vermiş, biz fiilen yaşamışızdır. Biz siz hep beraber onu kullanıp müsbet ilme karşı çıkmamamız gerekirken, siz direniyorsunuz.

Büyük dinler bir ortaklık kurmalıdır ve ilmî çalışmalar başlamalıdır.

Biz Akevler olarak kurmalıyız.

Tüm din mensuplarını buna benzer kooperatifler kurmaya çağırmalıyız.

Bu kooperatiflerin kurulması için;

- İstanbul’da “İnsanlık Kredileşme Kooperatifi”ni kurmalıyız.

- Her ülkede “Çalışma Kooperatifleri” kurmalıyız.

- Her ilde “Hizmet Kooperatifleri” kurmalıyız.

- Her bucakta “İşletme Kooperatifleri” kurmalıyız.

- “Yüz Dairelik Semtler” ile insanlığı dinler aydınlığa çıkaracaklardır.

وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ (72)

(Va MAv Li elJALiMIyNa MiN EaNSAvRın)

“Zalimlere hiçbir ensar yoktur.”

Âyette önce küfürden, sonra şirkten bahsedildi. En sonunda zalimlerden söz edildi. Bunların yani bu uyarıların hepsi bugünkü Hıristiyan ve Yahudi işbirlikçilerine yapıldı. Asıl yasaklanan zulümdür, karşılıksız para zulmüdür. Gümrükler ve vizeler zulümdür. Savaşlar zulümdür, terör zulümdür. Zoraki kanunları dayatmak zulümdür. Merkezi idare zulümdür. İnsan hakları mahkemesi zulümdür. Onların adaletle hükmetmeleri yaptıklarını zulüm olmaktan çıkarmaz. Köleye iyi davranmak onu hür yapmaz.

Zalimler” burada harf-i tarifle gelmiştir.

Yani bu zalimler bugünkü Yahudiler ve Hıristiyanlardır.

Onların zulmüdür söz konusu olan ve onlar dünyayı sömürmektedir. Yetmiyor, ayrıca kardeşi kardeşe vurdurmaktadırlar. Libya’ya Kaddafi’yi yarım asır musallat edenler şimdi onu sokakta sürükleyerek öldürdüler ve utanmadan hayasızca bunu da güya insan hakları olarak yapıyorlar. Kalkmış, İngiliz Dışişleri Bakanı gelmiş, Suriye’de kan akıyor, bunu durduralım demiş. Niçinmiş? Sana ne, akıyorsa aksın. İngiltere bize izin verecek, gireceğiz, sonra o sahip çıkacak! Kıbrıs’ı da bize böyle fethettirdiler ama biz çıkmadık. Biz girersek bir daha çıkmayız. Girip de çıkarsak, o zaman orada ölenlerin kanı onlardan sorulur.

Türkiye zalimlerle bir olanların da yardımcısı olmayacaktır.

Ordumuza güveniyorum.

 

 


MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
1-MAİDE 1-2
3007 Okunma
2-MAİDE 3
2804 Okunma
3-MAİDE 4-5A
2087 Okunma
4-MAİDE 5B-6A
2178 Okunma
5-MAİDE 6B-10
2071 Okunma
6-MAİDE 11-12
2779 Okunma
7-Maide13-15
2215 Okunma
8-MAİDE 16-17
2250 Okunma
9-MAİDE 18-19
1938 Okunma
10-MAİDE 20-26
2477 Okunma
11-MAİDE 27-31
4442 Okunma
12-MAİDE 32-33
2716 Okunma
13-MAİDE 34-37
1976 Okunma
14-MAİDE 38-41
2889 Okunma
15-MAİDE 42-44
2256 Okunma
16-MAİDE 45-47
3516 Okunma
17-MAİDE 48-50
2331 Okunma
18-MAİDE 51-53
2463 Okunma
19-MAİDE 54-56
2877 Okunma
20-MAİDE 57-60
2284 Okunma
21-MAİDE 61-64
2112 Okunma
22-MAİDE 65-67
1998 Okunma
23-MAİDE 68-69
2334 Okunma
24-MAİDE 70-72
2134 Okunma
25-MAİDE 73-76
2372 Okunma
26-MAİDE 77-79
1851 Okunma
27-MAİDE 80-82
2219 Okunma
28-MAİDE 83-88
1825 Okunma
29-MAİDE 89-91
3126 Okunma
30-MAİDE 92-95
2519 Okunma
31-MAİDE 96-100
2447 Okunma
32-Mide 101-103
2502 Okunma
33-MAİDE 104-105
2124 Okunma
34-MAİDE 106-108
2315 Okunma
35-MAİDE 109-110
3173 Okunma
36-MAİDE 111-115
2644 Okunma
37-MAİDE 116-118
2454 Okunma
38-MAİDE 119-120
2113 Okunma

© 2024 - Akevler