NÎSÂ SÛRESİ TEFSİRİ(4.sure)
Süleyman Karagülle
2059 Okunma
NİSA 138-143

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم   بَشِّرْ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا(138) الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمْ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا(139) وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِثْلُهُمْ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا(140)

بَشِّرْ الْمُنَافِقِينَ (BaşŞiRi elMuNAFıQIyNa)  “Münafıkları tebşir et.”

Nifak” köstebeğin yuvasıdır. Toprak içinde bir boru gibi eşilmiştir, iki tarafında ağzı vardır. Düşman (yılan) bir taraftan girince köstebek yuvanın öbür tarafından kaçar.

Pazarda böyle bir üstü örtülü iki tarafı açık sokak oluşturulur. Orada ticaret yapılır. Köstebek yuvasına benzediği için ona da “ni(a)fak” denir. Oradan temin edilen yiyeceklere “nafaka” denir.

Önce ev için yapılan harcamalara “infak” denmiştir. Sonraları bütün harcamalara “infak” denmiştir.

Münafık” iki ağızlı veya iki yüzlü anlamındadır. Bu Kur’an’ın verdiği manâdır.

“Münafıklar” Medine devrinde ortaya çıkmışlardır. Örgüt kurmuşlar ve Müslümanlara karşı ikili oynamışlardır. Kur’an bunların kefere olacağını bildirmektedir. İman etmiş, sonra küfretmiş, sonra iman etmiş, sonra küfretmiş kimseler böyle münafıklardır. Savaş zamanında böyle olanlara ‘ne taraftasın?’ diye sormuşlar, onlar da ‘daha belli değil!’ demişler!

Türkler 1950’ye kadar Batı dünyasının müesseselerini alarak Batı’yı yenme çabasına girmişler, onlarla alenen savaşmışlardır. 1950’den sonra ise Batılı olmuşlar, ama İslâmiyet’i de bırakmamışlardır. Bu durumda ne onlardan ne bunlardan olmaktadırlar. Adil Düzenciler olarak ise biz çok açık ve net tavır koymaktayız.

  1. Büyük dinlerin hepsi hak dindir. Hintlilerin Brahmanizm’i, Çinlilerin Budizm’i, Hıristiyanlık ve Müslümanlık büyük dinlerdir. Bunların hepsi İbrahimî dinlerdir. Tevrat Hıristiyan ve Müslümanların da kitabıdır. Elimizde bulunan ilk şeriat kitabıdır. İsrail oğullarına gelmiştir.
  2. Dinlerin hepsine bazı hurafeler girmiştir. Farklı yorumlarla sapmalar olmuştur. Müslümanlar da içtihadı kaldırmakla bin senedir kaynaklarda değil ama uygulamada İslâmiyet’ten uzaklaşmışlardır.
  3. Bütün dinlerin kendilerini yenilemeleri ve asıllarına dönmeleri gerekir. Kâinatı var eden Allah bu kitapları indirmiştir. Tabiî ve sosyal ilimlere aykırı olan ve sonradan sokulan yorumlar veya tercüme hatalarıdır. Kitaplara dokunmadan onlar değerlendirilmeli ve müsbet ilme göre yorumlanmalıdır.
  4. Dinler insanları eğitmek ve ahlâklarını yüceltmek için vardırlar. Yorum farklarından doğan mezhepler de doğaldır. İlim, ekonomi ve siyasete hükmetmemelidir; onlar da ilme hükmetmemelidir. Dinler arası dâvet var, görüşme var, ama baskı veya üstünlük iddiası yoktur. Her dinin mensubu kendi dinini doğal olarak üstün görür. Yoksa orada kalmaz. Ama başkalarına zor kullanmaz. Buna “lâiklik” diyoruz.

Ateistler veya komünistler lâik olurlarsa, onlara bu dinler gibi din statüsünü veririz. Ama, ‘sizi zorla dinsiz veya komünist yapacağız’ derlerse, onlara aramızda yer vermeyiz. Bunlara “müşrik” diyoruz.

Tebşir et” kelimesi kullanılmaktadır. Gerçi Arap dilinde böylece zıt anlamını ifade eder. “Tebşir et” tenzir anlamındadır. Ancak hakiki manâ verecek olursak; onlar işlemiş oldukları bu kötülüklerin karşılığı azapla yok edilmeleri gerekirken, Allah onlara rahmet etmekte, cehenneme götürmekte, cezalarını çektirdikten sonra yaşamalarına devam etme imkanını sağlamaktadır. Görülüyor ki Allah’ın azabı bile müjde kaynağıdır.

بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا(138)  (Bi EanNa LaHuM GaÜABan EaLİyMan)  

“Onlara elim azab olduğunu tebşir et.”

Elem” ayakkabının vurmasından doğan acıdır. Azap tatmak demektir. Sıkıcı azap vardır demektir.

İnsan için acı bir dereceye kadar vardır. Azami acıdan sonra acı duyulmaz olur. Bu sebepledir ki az yaralanma ile çok yaralanma arsında acı bakımından fark olmayabilir.

Cehennem ateşi insanın duyabileceği en üst acıyı duyurur.

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ (EalLAÜIyNa YatTaPıÜUvNa elKAFıRIvNa EaVLıYAEa)

“Onlar kâfirleri evliya ittihaz ederler.”

Münafıklığın temel ayıracı kâfirleri evliya ittihaz etmektir. “Kâfir” deyince hemen Hıristiyanlar ve Yahudiler akla gelmektedir. Binlerce yıldır beynimiz öyle şartlanmış ki, Hıristiyan ve Yahudiler hep kâfir sayılmıştır. Oysa Kur’an ister iman edenler, ister Hıristiyanlar, ister Yahudiler, ister Sabiler olsun, kim Allah ve âhirete iman ederse demektedir. Kâfirler müşrik değildirler, müslim de değildirler.

Münafıklardan farkları nedir? Münafıklar, müslim oldukları halde kâfirleri evliya ittihaz edenlerdir.

Bu durumda kâfirler kimlerdir?  

Cizye veren müslimler, ülkemiz içinde askerlik yapmayıp cizye verenlerdir. Bir de ülke dışındadırlar. Hakemlerin kararlarına uymuyorlar, ama bizim ülkemize de saldırmıyorlar. Biz onlara saldırmayız, onlarla savaş yapmayız. Onlarla içli dışlı olmayız. Gelenlere aman vermeyiz. Onları kendi ülkelerinde terk ederiz. O ülke daru’l-harb da değildir, daru’l-islâm da değildir; “daru’l-küfür”dür, “daru’l-terk”tir. Hadislere dayanarak ‘daru’l-terk’ denmiştir. Şimdi bu âyette onun ‘daru’l-küfür’ olduğunu öğreniyoruz.

Müşrikler hakem kararlarını kabul etmeyen, aynı zamanda saldıranlardır. Kâfirler saldırmayanlardır. Münafıklar ise; müslim olduğu halde kâfirleri evliya ittihaz edenler ve onlarla dayanışma ortaklığı kuranlardır.

مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ (MiN DUvNı eLMuEMiNIyNa)  “Mü’minlerin dununda.”

İslâm diyarında yaşadıkları halde kâfirleri mü’minlere karşı evliya ittihaz ederler.

Mü’minlere karşı olmak üzere diyarı küfürde olanlarla ilişki kurmak yasaklanıyor. Mü’minlere karşı veya onlardan gizli kâfirlerle anlaşma yasaklanmış olmaktadır. Şimdi bugünkü dünyayı ele alalım.

Türkiye ne yapmalıdır? Türkiye; aramızda çıkan ihtilafları hakemler yoluyla çözme hususunda ikili olarak anlaşmalıdır. Bütün dünya devletlerine öneri yapılır. Kim hakemliği kabul ederse o ülke daru’l-islâmdır. Hakem kararlarına evet demeyen ülkeler ise diyarı küfürdür. Onlar bize saldırmazlarsa, biz de onlara saldırmayız. Ama onlarla asla stratejik ortaklık kurmayız, onların birliğine katılmayız. İşte bu âyetler bize bunu söylüyor. Kur’an’ın bize öğrettiklerinden başkasını yapanların sonları orada bildirilenlerdir.

Kur’an’ın ifadelerini netleştirmemiz gerekir. Âhiret hayatında kâfirlerin ve mü’minlerin yerleri belirlenmiştir; cennet ve cehennem. Ama değişik isimler kullanılıyor. Bunların bu dünyadaki durumları ortaya konuyor. Bu dünyada bizim başka insanların içlerindeki durumlarını bilmemiz mümkün değildir. Biz kişileri sözle ve fiille belirleriz. Dünyada onlara bir yer ve bir konum veririz. Kur’an’ı bu şekilde yorumlamazsak, onda çağımızın çözümlerini bulamayız. O zamana çare ve çözümleri işte bugünkü gibi Avrupa sokaklarında ararız!..

Adil Düzencilerin yapacakları işler vardır. Her anlaşmanın altına “hakemlik” maddesini koyacaklar. Her türlü ilişkileri bunlarla yapacaklar. Hakemliği kabul etmeyenler bizim için küfür içindedirler.

Türkiye Cumhuriyeti hakemlik müessesesini tanımıştır. Türkiye’de yaşayan mü’minler bundan yararlanmalıdır. Çıkan nizalarda avukatlara gitmeden hakemlere gidilmelidirler. Hakemler haksız karar verse de ona uymak zorundayız. Hakemliği kabul etmeyenlerle olan ilişkilerimiz çatışma şeklinde olmamalı, ama bu âyetin söylediklerine göre olmalıdır. Yani; saldırmayacağız, ama onlarla mümkün olduğu kadar az ilişkide bulunmalıyız. Bulunduğumuz ilişki Adil Düzene ve Adil Düzencilere zarar verecek bir anlaşma olmamalıdır.

Eğer başka partilerle koalisyon kurulacaksa, çıkacak ihtilaflarda hakemlik sistemi benimsenmelidir. Böyle yapılsaydı Refahyol Hükümeti ve koalisyonu kolay kolay bozulmazdı. Tansu Çiller Adil Düzeni bırakacaksınız diye söz aldı. Eğer hakemlik maddesini koysaydılar, sonra Refah Partisi Adil Düzene göre işler yapınca Çiller hakemlere giderdi ve kaybederdi.

أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمْ الْعِزَّةَ (EaYaBTaĞUvNa GıNDaHuMu eLGıüÜaTa)  

“Onların indinde izzet mi arıyorlar?”

İzzet” sosyal güçtür, halka sözünü geçirmedir. Halk saydığı ve sevdiği kimselerin sözlerini dinler, onların söylediklerini yapmaya çalışırlar. İnsan sosyal varlık olduğu için kendisinde birisine itaat etme arzusu vardır. Tanınan kimselerin birbirine etkileri yanında kişiler onları şahsen tanımıyor, saygının onlara gösterildiğini de bilmiyor, ama kitle anlara saygı göstermekte, onlardan çekinmektedir. İşte izzet budur.

Kişilere karşı doğan duygular olduğu gibi kavimlere karşı da aynı saygı hisleri doğar. Bir de bakarsınız ki, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD süper devlet oluveriyor. Halbuki ondan önce İngiltere süper devlet idi.

Kur’an’ın insanlardan istediği esas nokta şirkten uzak olmaktır. Bu insanın insana kul olmamasıdır. Tek varlık olarak Allah’a ve O’nun yeryüzündeki halifesi olan topluluğa hizmet etmektir.

“Elhamdülillah” kelimesi bunu ifade etmektedir. Burada da izzetin hakta aranması gerektiğini, kişi ve gruplarda izzetin olamayacağı hususu belirtilmektedir.

Kur’an’da başkalarıyla nasıl ilişki kurulacağı açıkça belirtilmiştir.

  1. Her söze kulak verilecek, en iyisine uyulacaktır. Bu çok önemlidir. Bütün insanları muhatap almak, onların söylediklerine kulak vermek demektir. Onlarla diyalog içinde olmaktır. Hiç kimseyi küçük görüp sözlerini kâle almazlık etmemektir.
  2. İyilikte herkesle işbirliği yapılacaktır. İyilikte dayanışma içine girilecek, buna karşılık kötülükte herkesten uzak olunacaktır. Bunun Amerikalısı, Avrupalısı, Rusyalısı, Çinlisi yoktur. Hepsi birdir.
  3. Hakemlik yaptığında adalet ile kıst ile hükmedilecektir. Yakının olsa da, dindaşın olsa da, akraban olsa da taraf tutmamaktır. Haklıya haklı, haksıza haksız demektir. Bu da çok önemlidir. Çünkü birçok insanlar kendilerini haklı zannederek haksızlık yapmaktadırlar. Bile bile haklarını saldıranlara teslim etmek demek, ondan korkmak ve zalimleri çoğaltmak demektir. Kişi tarafsız ve adil kimselerin ağzından haksız olduğunu öğrenirse, o zaman bu gibilerin yüzde sekseni haksız talebinden vazgeçer.
  4. Her türlü nizalarda hakemlere gidilecek ve hakem kararlarına haksız karar olsa da uyulacaktır. Hakem kararlarından mağdur olan varsa hakemler aleyhine hakemlere gidilecektir.

İzzeti başkasında aramak da şirktir. Kendisini diğer insanlardan üstün görmek de şirktir.

Mü’minler insanların hakimi değil, kayyumudurlar.

فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا(139)  (FaEınNa eLGıüÜaTa LielLAHı CaMIyGan)  

“Bütün izzet cemian Allah’ındır.”

Cemi’” kelimesi ile izzetin tecezzi etmeyeceği yani parçalanmayacağı ifade edilmektedir.

İzzetin tamamı Allah’ındır veya topluluğundur.

Mustafa Kemal İstiklâl Savaşı’nda başkomutanlık yaptı diye her şeyi ona borçlu olduğumuz ifade edilerek putperestlik yapılıyor. Diyelim ki her şeyi Mustafa Kemal’e borçluyuz. O kime borçlu? Onu var eden Allah’a değil mi? Ona ayakları veren, burnu veren, aklı veren kim? Allah. Sonra Anadolu’yu o mu var etti? İstanbul’u o mu kurdu? Biz her şeyi veya bir kısmını nasıl ona borçlu oluruz? Şirk işte budur. Diğer taraftan Mustafa Kemal gökten düşmedi. Türk okullarında okudu, Türk harb okulunda subay oldu. Harp akademilerinde onu kim yetiştirdi? Onu orgeneralliğe kim yükseltti? Onu başkomutan kim yaptı? Askeri ve cephaneyi kim verdi? Kendisi tanrı idiyse Selanik’i neden Yunanistan’a bıraktı? İstiklâl Savaşı’nı neden Selanik’te değil de Erzurum’da başlattı? O halde izzet varsa o izzet Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan milletindir, onu yetiştirenlerindir. Eğer hakimiyeti kayıtsız şartsız Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan millete bırakmaz, böyle ortaklar ortaya sürerseniz, sonra derin devlet oluşur ve millet hepten itilir. Milletin yegane mümessili onların seçtiği meclis olmazsa şirk olur. İktidar tecezzi ve tefessüh eder. Mustafa Kemal’in vahdeti kuvva ilkesi budur. Hakimiyeti milliye (yani Allah’ın hakimiyeti), kuvvayı milliye (Allah’ın izzeti), vahdeti kuvva (yani cemian).

Bu âyet bize hakimiyeti milliyeden bir kısmının Avrupa Birliği’ne devrini de yasaklar. Hakimiyet, yani izzet tecezzi etmez. Biz Avrupa Birliği’ne gireriz ama, bizim iç işlerimize, bizim iç kanunlarımıza karışamaz. Sadece ortak işlerle yetinilmesi gerekir. Yoksa AB’nin hatırı için okumadan kanunları Meclis’ten geçirmek şirktir. İzzetin yani hakimiyetin tecezzisidir. Bu da yalnız Kur’an’a değil, Anayasamıza göre de yanlıştır. Çünkü hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır, yani milletindir.

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ (Va QaD NaüÜaLa GalayKuM FIy eLKiTaBi)  

“Şimdi size kitabda tenzil edilmektedir.”

“Kitab size tenzil olunmuştur, içinde şunlar vardır” diyeceğine; “Kitabda size şu tenzil edilmiştir” diyor.

Yani; Kitab bize tenzil olunmuyor, Kitab’ın içi bize tenzil ediliyor. Çünkü Kitab Mekke ve Medinelilere tenzil olundu. Biz o Kitab’ı okuyoruz. O Kitab’ın içinde olan manâlar şimdi bize tenzil olunuyor. “Kad” kelimesi bundan dolayı kullanılıyor.

“İnzâl” kelimesi de kullanılmıyor, “TENZİL” kelimesi kullanılıyor. Çünkü icma ve içtihatlar tekerrür edip gelmektedir. Tekrar tekrar hatırlamamız gerekir ki, Kur’an lafzı ve diliyle bize bizden önce gelenlerden gelmiştir. Ama oradan çıkan hükümler bizim için bize aittir; onlar için onlara aittir. Biz onların yaptıklarından sorumlu değiliz, onlar da bizim yaptıklarımızdan sorumlu değildir. Kimse başkalarının içtihatları ile amel edemez. Müçtehit ancak kendi içtihadı ile amel eder. O halde geçmiştekilerin içtihadı ile amel etmek caiz değildir. Bilmeyenler yaşayanlara soracaklardır. Çünkü Kur’an rasihlere uyun demiyor; onlardan görüş alın, sorun diyor. Demek ki Kur’an’ın manâları şimdi bize nâzil oluyor, tenzil olunuyor.

أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ (EaN EıÜAv SaMıGTuM)  “Sem’ ettiğinizde.”

Burada “İn Semi’tum” denmemiş, “İzâ Semi’tum” denmiştir. Yani, işitirseniz denmemiş, işittiğinizde denmiştir. Duyarsanız değil; duyduğunuzda, duyacaksınız denmiştir.

Çağımız Allah’ın âyetlerinin küfredildiği ve onlarla istihza edildiği bir çağdır. Dinden bahsetmek ayıp bir şey olmuştur. Dindarlar gerici kabul edilmektedir. Kamu alanlarından din kovulmak istenmektedir. 19. asırda dinsizlik moda olmuş, dindarlar ilkel insan kabul edilmiştir. O nesil bitince artık dindar kimse kalmayacaktır zannedilmiştir.

Bugün zenginler, yüksek bürokratlar, generaller namaz kılmaya tenezzül etmiyorlar. Çünkü onlara göre bunlar ilkelliktir, cahilliktir. Gerçi 20. yüzyıl ters çalıştı. Yaşlılar öldü ama dindarlar tükenmedi. Artık okumuşlar da dindar oldu. Fosil lâikler vardır ama onların da ömürleri sona ermektedir.

Böylece burada “İn” değil de “İzâ” gelmiş olması Kur’an’ın büyük mucizesi olmaktadır.

Bugün okullarıyla, üniversiteleriyle, basın ve yayınıyla, bütün kurumlarıyla Allah’ın âyetleri ile istihza ediliyor. Ama bu istihzanın ve istihza edenlerin sonlarının gelmekte olduğunu da açıkça görüyoruz.

آيَاتِ اللَّهِ (EAvYAvTı elLAHı)  

“Allah’ın âyetlerini işittiğinizde.”

Allah’ın âyetlerini siz okurken istihza edebilirler, küfredebilirler. O zaman onlara hitap edebilir, sözlerinizi tamamlarsınız. Onların istihza ve küfürlerinden dolayı Allah’ın âyetlerini okumaktan vazgeçmezsiniz. Ama âyetleri başkaları okurken siz onlarla sohbette iseniz ve onlar küfrediyor ve istihza ediyorlarsa, o zaman o meclisi terk edeceksiniz.

Allah’ın âyetleri” deyince, Kur’an ve Tevrat gibi Allah tarafından indirilen kitaplar ve diğer hükümlerdir. Şeriattır. Oturup şeriatı beğenmeyip onun gönderdiği hükümlerle istihza etmektir.

Çağımızda bunlarla istihza edilmektedir. Gericilik diye istihza edilmekte, hattâ saldırılmaktadır.

Allah kadını erkekten farklı yaratmıştır. Bazı alanlarda kadınları, bazı alanlarda erkekleri üstün yapmıştır. Bunu beğenmeyenler ve kendilerine göre kadını erkekle aynılaştırmak isteyen zavallılar vardır. Yani, Kâinat’ın düzeni de Allah’ın âyetlerindendir. Onun koyduğu şeriat da Allah’ın âyetlerindendir.

يُكْفَرُ بِهَا (YuKFaRu BiHAv)  “Ona küfredilirken.”

Küfretmek” nankörlük etmektir. Allah’ın insanlara öğrettiği hükümler, koyduğu şeriat bir nimettir, bir rahmettir. Şeriata sımsıkı sarılıp onun bu nimet ve rahmetinden yararlanmaları gerekirken; onu beğenmemekte ve o nimetten yararlanmayıp nankörlük etmektedirler. Bir kimsenin üzümü üzüm olarak yemesi gerekirken, onu şarap yapıp içmek küfürdür. Evlenip çoluk çocuk yapmak Allah’ın nimetidir. Onu zina veya eşcinsellikle kirletmek nankörlüktür. Şeriatı beğenmemek küfürdür.

وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا (Va YaSTaHZaEu BiHav)  

“Ve onlarla istihza ederler.”

Tabiî ve sosyal kanunlarla istihza ederler.

İnsanın sindirim sistemi domuz eti yiyecek şekilde yaratılmamıştır. İpek böceğine meşe yaprağını verirseniz yaşamaz. Bütün haramların böyle hikmetleri vardır. İnsan temizlenmek zorundadır, çünkü doğal bitki örtüsü yoktur. İnsan evlenmek zorundadır. Çünkü insan sürekli cinsi arzu etmektedir. Oysa hayvanlar sadece doğuracakları zaman cinsi arzu duyarlar. Çünkü cinsi arzu aynı zamanda aile hayatını yaşatmak içindir.

Bunlarla istihza ederler. Sinemaları ve televizyonları onun için kullanıyorlar. Okullar, dersler, kitaplar hep Allah’ın âyetleri ile istihza etmektedirler. Gerçekten Allah’ın âyetlerinden şüphe içinde iseler, O’nun Kâinat’ını beğenmiyorlarsa, kendi kâinatlarını kursunalar ve oraya gitsinler. O’nun şeriatından şüpheleri varsa, kendi sitelerine çekilsinler ve istedikleri düzeni kursunlar. Ama öyle yapmıyorlar. Bizim yaşadığımız ve memnun olduğumuz ve her gün Allah’a şükrettiğimiz Kâinat’ı bize kötüleyip zehir etmektedirler. Bırakın bizim sitemizde biz istediğimiz, siz sitenizde sizin istediğiniz gibi yaşayalım diyoruz. Hayır! Onlar bize, ‘siz de bizim gibi yaşayacaksınız’ diyorlar! Bizi de kendileri gibi AİDSli yapmak istiyorlar.

Lâiklere önerimiz var.

  1. Gelin yerinden yönetim sistemi getirelim, herkes kendi sitesinde istediği gibi yaşasın.
  2. Ya biz size cizye verelim, asker olmayalım, siz savunun ve siz yönetin; ya da siz bize cizye verin, biz savunalım ve yönetelim. Yok, cephelerde biz olalım, masalarda siz bizi yönetin! Öyle şey olmaz.
  3. Aramızda çıkan nizaları mahkemelerde değil hakemlerle çözelim. Hakemler bizim bu ülkeyi terk etmemize karar verirlerse biz terk ederiz. Böyle yönetilen ülke sizin olsun. Biz sizin terk etmenizi istemiyoruz. Ama bize yaptığınız bu zulüm bilesiniz ki sonuna kadar devam etmeyecek.
  4. Biz değil, ama bizi ve sizi var eden Allah sizin varlığınıza son verecektir. Tarihte Rum ve Ermeniler de sizin gibi azdıklar, azgınlaştılar da şimdi Anadolu’da soyları kalmadı. Şimdi de ‘soykırım’ diyorlar. Evet, Rum ve Ermenilerin Anadolu’da soyları kırıldı ama biz kırmadık, ihanetleri ile bizzat kendileri kendilerine kıydılar.

فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ (Fa LAv TaQGuDUv MaGAHuM)  

“Onlarla beraber kuud etmeyin.”

Şimdiki dünya Allah’ın âyetleri ile istihza ediyor. Kimi Türkler istihza ediyor. O’nun yarattığı Kâinat’ı beğenmiyorlar. O’nun şeriatını beğenmiyorlar. Kendilerinin müktesebatı varmış; faiz ve zina müktesebatı!..

Biz ne yapacağız? Bu durumda bize düşen görev nedir?

Birinci kural olarak işte bu âyet bize şimdi bunu öğretmektedir. İlk olarak onlarla oturmamamız gerektiğini bildiriyor. Yani onlar bu konularda konuşurken ve istihza ederken onlarla sohbete devam etmemek, toplantılara katılmamak. Allah’ın âyetleriyle istihza etmemek. O’na küfredip istihza etmemek.

Eğer fikrî olarak sizinle tartışırlarsa tartışınız. Ama eğer hislerle size veya Allah’ın âyetlerine saldırıyorlarsa onların bu faaliyetlerine katılmayın. İstihzaya mukabele edilmeyecek, uzaklaşılacaktır.

Demek ki, Allah’ın âyetleri ile istihza ettiklerinde kızıp karşı saldırılara geçmeyeceğiz, karşı istihzaya girişmeyeceğiz, istihzaya karşı fikirle savunma yapmayacağız. Çünkü hislere fikirlerle mukabele edilemez. Hislere ancak hislerle mukabele edilecek. Ona da izin verilmediği için yapılacak iş çekilmektir. Onlarla bu konularda tartışmamak ve ilişki kurmamaktır.

حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ (XatTAy YaPUvWUv FIy XaDIyÇin ĞaYRiHiy)  

“Başka hadislere havz edesiye dek.”

İkinci kural olarak ise onlarla ilişkiyi kesmeyeceğiz. “Onlar Allah’ın âyetleri ile istihza ediyor” diyor.

Onlarla her türlü sosyal ilişkileri kesmeyeceğiz. Her türlü sosyal ilişkileri devam ettireceğiz.

1950’lerde Müslümanlar lâiklerden Allah’ın âyetleriyle istihza edenlerle ilişkiyi kesiyor, kendi kabuklarına çekiliyor, okullarında okuyup devlet memuru olmak bile istemiyorlardı. Babam beni okula gönderdiği zaman köylüm ‘Hoca oğlunu gavur yapıyor’ diye ayıplıyorlardı. Kızları kimse okula göndermiyordu. Kızımı okula gönderdiğimde beni yadırgamışlardı. Bu yanlıştı.

Bizim Akevler’de giriştiğimiz ilk faaliyet lâikler ile diyaloga girişme olmuştur. Fethullah Gülen de bunu benimsedi. Necmettin Erbakan ise bunu uyguladı. Cumhuriyet Halk Partisi ile koalisyon yaptık diye ne kadar saldırıda bulundular. Fethullah Gülen Papa ile görüştü diye neler yapmadılar.

Hayır, biz kimseden kaçmayız. Sadece Allah’ın âyetlerine küfredip istihza ettikleri zaman onlardan uzaklaşırız. Sonra diğer ciddi işlerde onlarla devamlı diyalog içinde oluruz.

Bakınız, gayrimeşru işlerde demedim, ciddi işlerde yine birlikte oluruz dedim. Böylece her fırsatta görüşlerimizi onlara aktarırız.

Demek ki, onlarla işbirliği yapacağız, siyaset birliği yapacağız, komşuluk yapacağız. Şeriat dışı yaşıyorlar diye onlardan uzaklaşmayacağız. Sadece istihza hallerinde onları kendi başlarına bırakacağız.

Burada üçüncü kural ortaya çıkıyor. Şeriata göre hareket etmeyenlerle, Allah’ın düzenini bozup düzelteceklerini zannedenlerle biz mü’min olarak, Adil Düzenci olarak onlarla mücadele etmeyiz. Söylememiz gerekeni söyleriz ve onları kendi hallerine bırakırız, biz sadece kendi kendimizi düzeltiriz.

Cumhuriyet Halk Partisi ile koalisyon yaptık. Bize en çok saldıranlar Milliyetçi Hareket Partililer idi. Sonra onlar CHP’yi karşılıksız desteklediler. Biz haindik, onlar fedakardı!

Süleyman Konak isimli bir tornacı hemşerim vardı. Şahsıma, kooperatife ve siyasi faaliyetlerimize çok yardım etmiştir. CHP’ye karşı olan her parti ile beraberdi. Biz CHP ile koalisyon yapınca her gün tenkit ederdi. Sonra Hareket Partisi CHP ile koalisyon yapınca bir de baktım ki, bana ve diğer insanlara şöyle diyor; “Hareket Partisi ne kadar büyük parti, vatan için CHP ile koalisyon yaptı!” Görülüyor ki; biz yaparsak kötü, onlar yaparsa kahramanlık! Hayır; bizim yaptığımız da iyi, onların yaptığı da iyidir.

Biz kimseden kaçmayız, küsmeyiz, darılmayız. Onları düzeltmekle de uğraşmayız. Sadece ciddiyetten uzaklaştıkları zaman, ciddiyete gelinceye kadar biz de onlardan uzak oluruz.

Burada önemli bir incelik vardır. Onlar başka konulara daldıkları zaman tekrar onlarla ilişki kurabilirsiniz denmektedir. Peki, biz bunu nereden öğreneceğiz? Demek ki, gözetleyeceğiz ama onlarla diyalog içinde olmayacağız. Onlar Müslümanların yayın organlarını okumuyorlar, ama Müslümanlar onların yayın organlarını okuyacaklar, ciddi yazarları okuyacaklar demektir. Ama Müslümanlar kendi yayın organlarını da okumalıdırlar, onlarınkini de. Kendi televizyonlarını seyretmelidirler, onlarınkini de. Biz onları bileceğiz, onlar bizi bilmeyecektir. Böylece biz onları kolay yeneceğiz.

Türk ordusu bazı basın ve yayını, bazı medya kuruluşlarını dışlamıştır. Hata ediyor. Çünkü biz ordunun yegane dostuyuzdur. Biz bize yaptıkları zulme rağmen onları seviyor ve destekliyoruz. Onlar ise fırsat kollamaktadırlar. Ama diyelim ki biz de onlara karşıyız; yine bizimle diyalog içinde olmalıdırlar. Çünkü bir şeyleri, bazı kimseleri bilirseniz; onların hayrından yararlanırsınız, şerlerinden korunursunuz. Ama karşınızdakini tanımazsanız hayırlarından yararlanamazsınız, şerlerinden korunamazsınız.

Bakınız, Kur’an ne güzel şeyler öğretmektedir. Bunlardan yararlananlar galip gelirler.

Türk ordusunu bizden uzak tutanlar onların düşmanlarıdır. Bunun farkında değiller.

 

إِنَّكُمْ إِذًا مِثْلُهُمْ (EinNaKUM EiÜan MiÇLuHuM)  

“Siz de onlar gibisiniz.”

Eğer küfür ve istihza sohbetinde olanlarla beraber olursanız, siz de onlarla beraber olursunuz. Ciddi oldukları zaman siz de mecliste olursunuz, yanlışları onaylamazsınız, sorun biter. Ama istihza ettikleri zaman onlarla beraber oturursanız siz de istihza etmiş olursunuz.

Genellikle biz bu hataya diğer insanların gıyabında ve gıybette düşüyoruz. Bir bakıyorsunuz, bilhassa siyasiler bir yerde toplanır ve karşı tarafı eleştirirler. Biz de ya tenkitlere bizzat katılır ya da zevkle dinleriz. Bu yapılan büyük günahtır. Savunma hakkını verirlerse konuşacaksın ve oturacaksın. Bir de söz söyletmiyorlarsa o meclisi terk edeceksin. Biz burada eksiğiz. Gıybetler yapılırken susuyor veya fiilen iştirak ediyoruz.

إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ (EınNa elLAHa CaMIGu eLMuNAvFıQIyNa)  

“Allah münafıkları cem edecektir.”

İnanmış, sonra küfretmiş, sonra inanmış, sonra küfretmiş, sonunda küfrü ziyade etmiş kimselerden sonra münafıkları müjdele denmişti. Sonunda ‘Allah münafıkları ve kâfirleri cem edecektir’ denmektedir.

Münafıklara dünyada farklı muamele yapamayız; kâfirlere de yapamayız. Kâfirleri kendi düzenlerinde, kendi hallerinde bırakırız. Onlardan cizye de almayız. Biz onlara saldırmayız, onlara saldıran olursa korumayız.

Kâfir demek, hakem kararlarını kabul etmeyen ama zarar vermeyen kimselerdir. Kendi sitelerinde ne isterlerse onu yapabilirler. Münafıklar ise hakem kararlarını kabul eden ama fitne çıkaran, kâfirleri evliya ittihaz eden kimselerdir. Allah’ın âyetleri ile istihza edenlerdir. Fiilî zarar iras etmedikçe kimseye ceza vermeyiz. Münafıklarla da ilişkiyi kesmeyiz. Ne küfrün ne de münafıklığın dünyevi cezası yoktur.

 

وَالْكَافِرِينَ (Va eLKaFiRIyNa)  “Ve kâfirleri”

Bu dünyada kâfirlerle münafıkların hükümleri farklıdır. Onlar aramızda yaşarlar, fiilî suç işlerse cezalandırılırlar. Fitne fiilleri ortaya çıkmadıkça bir ceza verilmez. Kâfirleri ise kendi sitelerinde kendi hallerinde bırakırız. Onlar bizim mahkemelerimize müracaat ederek haklarının korunmasını istemezler. Ehli cizye kâfir değildir. “Va” harfi ile atfettiği için bunların dünyevi hükümleri farklıdır.

 

فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا(140) (FIy CaHanNaMa CaMIYGan)  

“Onları cehennemin içine cemian camidir.”

Burada bir cehennemde birlikte cem edeceğini söylemektedir. Yani, âhirette münafıklarla kâfirler arasında fark yoktur. Aynı cehennemde cezalandırılacaklardır.

Mü’minler cehenneme girip de cezalarını çektikten sonra çıkacaklarsa o cehennem farklı olabilir. Yani, iki türlü cehennem vardır. Biri, mü’minler cezalandırılıp sonra cennete götürülecek kimselerdir. Bunlar cennete giderler. Orada cennetin en alt mertebesinde olurlar, ancak orada ameli salih işleyerek her zaman mertebelerini yükseltirler. Münafıkların ve kâfirlerin cehennemi ise ebedilik cehennemidir. Bu ebedilik ‘kimseye miskale zerre zulmedilmez’ âyetiyle, kimse suçun karşılığı olan cezadan başkasıyla cezalandırılmaz âyetiyle tearuz hâlindedir.

Müşriklikten başka bütün günahların afvı söz konusu olunca, kâfirlerin ve münafıkların cezaları da affedilebilir. Bu uyuşmazlık nasıl giderilecektir? Bunun için tasavvuf ehli iki çıkış yolu aramıştır.

  1. Zamanla insanlar cehenneme alışacaklar ve orada yaşamaktan zevk alacaklar, ameli salih işleyerek bu alışkanlık dereceleri artmış olacaktır. Cehennemin iyi yerlerine ve iyi hallerine kayacaklardır. Cehennemden çıkmayacaklardır. Gerçi orada azapları tahfif olmaz denmektedir. Ama ebediyen tahfif edilmeyecek denmemektedir.
  2. İkinci yoruma göre bunlar cehennemden çıkacak, “araf” denen yere gelecekler ve orada ebediyen kalacaklardır. O “araf” denen yer dünyaya benzeyen yerdir. Cennetin yanında dünya cehennem sayılacağı için, cehennemin yanındaki dünya cennet sayılamayacağı için araf cehennemden bir parça kabul edilebilir. Cehennemde ebediyen kalacaklar demek, arafta ebediyen kalacaklar demektir.

Tabii bu iki görüşü kabul etmeyip küfrü de ve nifakı da cehennemde ebedi olarak ateşte kıvranır halde bırakan yorumcular da vardır. Biz onlara iştirak etmiyoruz. Biz arafa çıkmaları görüşüne katılıyoruz. Çünkü arafta da rical var deniyor.

Bu ayetlerden öğrendiklerimize göre; istihza ettiklerinde, Adil Düzeni fikren değil de hissen tahkir ettikleri zaman onlardan uzaklaşmamız, diğer zamanlarda onlarla normal ilişkilerle münasebetlerimize devam etmemiz gerekmektedir. Onların cezaları Allah’a bırakılmaktadır.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

الَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْ فَإِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنْ اللَّهِ قَالُوا أَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْ وَإِنْ كَانَ لِلْكَافِرِينَ نَصِيبٌ قَالُوا أَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ فَاللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا(141) إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ

وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلَاةِ قَامُوا كُسَالَى يُرَاءُونَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا قَلِيلًا(142)

مُذَبْذَبِينَ بَيْنَ ذَلِكَ لَا إِلَى هَؤُلَاءِ وَلَا إِلَى هَؤُلَاءِ وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَبِيلًا(143)

 

الَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْ (elLaÜIyNa YaTaRabBaÖuNa BıKuM)  “Sizi tarabbus eden kimseler.”

Bu sıla bundan önce geçen münafık ve kâfirlerin sıfatı olur. Cehennemde birlikte toplanacak olan münafık ve kâfirler sizi tarabbus eden kimselerdir. Böyle olan kâfir ve münafıklar birlikte cehennemde toplanacaklardır. Kâfirler vardır, münafıklarla işbirliği hâlindedirler. Bu işbirlikteliği gizlidir. Kendileri küfrü açıkça yapmaktadırlar ama diğer taraftan münafıklarla olan işbirliklerini gizlemektedirler.

Allah işte bunları bir araya toplayacaktır. Kendilerini gizleyenler münafıktır. Kendilerini gizleyenlerle işbirliği yapanlar da cehennemde beraber olacaklardır.

Bunların sorunları sizsiniz. Avrupalıların bin yıldan beri ‘şark meseleleri’ vardır. Hele son iki-üç asırdır Osmanlı İmparatorluğu’nu nasıl yıkacaklarını planlamışlardır. Yerli işbirlikçilerle bu faaliyetlerine devam etmişlerdir. Önce azınlıkları münafık olarak kullanmışlar, sonra Türk olmayanları kışkırtmışlardır. Hâlâ Rum ve Ermeni azınlık hakları, Kürt sorunu ile kendilerine ülkemizde münafık aramaktadırlar.

Yerli münafık ve kâfirlerin işi de İslâm tarafı görünerek İslâmiyet’i çökertme girişimleri olmaktadır. Bütün sorunları Millî Görüşü ve Erbakan’ı devre dışı bırakmak, “Adil Düzen”e düşmanlık yapmaktır.

“Adil Düzen”e açıkça düşmanlık eden kâfirler vardır. “Adil Düzen”i zahiren kabul etmekle beraber içten içe düşman olanlar vardır. Bunlar münafıklardır. Gelecekte daha çok bu kâfir ve münafıklarla karşılaşacaksınız. İnternete girip bizim yazılarımıza cevap vereceklerine, işbirliği hâlinde bu siteye saldırmaktadırlar. Onlar bize zarar vermiyorlar; kendi beyinlerine zarar veriyorlar, onu parçalıyorlar...

فَإِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنْ اللَّهِ (Fa EıN KAvNa LaKuM FaTXun MıNa elLAHi)  

“Allah’tan size bir fetih olursa.”

İslâmiyet’in varlığını sürdürmesi için Türkiye’de cihad yapan cemaatler oluşmuştur. Bu cemaatlerin ilki Bediüzzaman tarafından başlatılmıştır. İslâmiyet’i Türkçe olarak bugünkü müsbet ilim düşüncesiyle açıklamıştır. Küçük cemaat kurmuştur. Hayatını hapislerde geçirmiştir. Sonra Süleyman Tunahan’dır. Klasik Arapçanın tedrisine devam etmiştir. Bugünkü Kur’an Kursları, İmam Hatip Liseleri, İlâhiyat Fakülteleri Süleyman Tunahan’ın cihadının meyveleridir. Bugün Türkiye’de İslâmî kaynaklar, Kur’an tercüme ve tefsirleri dolmuş, okunmaktadır. Bu Bediüzzaman’ın derslerinin gelişmesidir…

Biz Akevler’i kurarak siteleşmeye başladık. Şeriat düzeni içinde küçük bir site oluşturmaya çalıştık. Bugünkü toplu konutlar ve halkı mesken sahibi yapma o başlangıcın gelişmesidir…

Millî Görüşçüler partiler kurdular. Bugün anayasa ekseriyeti ile iktidardadırlar...

Anadolu holdingleri, halk holdingleri oluştu; Kombassanlar, Yimpaşlar oluştu…

Bütün bunlar son elli yılın fetihleridir. Allah’tan gelen fetihlerdir. Birçok mü’minin malları ve canları pahasına bu zaferler elde edilmiştir. Adil Düzencileri bekleyen daha birçok fetihler vardır. Bu fetihleri Adil Düzen çalışanları yapmayacak, bu fetihler Allah’tan gelecektir. Yukarıda saydığımız başarılardan hiçbirisini o saydığımız kişiler yapmamıştır. Hepsini Allah onlara yaptırmıştır.

Şüphesiz Türk milleti için en büyük fetih İstiklâl Savaşımızdır. İstiklâl Savaşı da Allah’tan gelmiştir.

Çok basit bir şey söyleyeyim. Batılılar Sevr’i dayattıkları zaman biz Sevr’i kabul etmiştik. Ama bu arada Anadolu’da yaşayan Rum ve Ermeniler acele edip bir an önce Müslümanları soykırımına tâbi tutmuş, camiler doldurmuş ve yakmaya başlamışlardır. Eğer onlar bu acemiliği yapmayıp sabretselerdi sonra zamanla Müslümanları zaten yok ederlerdi. İşte bu saldırılar bizim halkımızı direnmeye zorlamıştır. İngilizler Türkiye’ye tek başlarına hakim olmaya başlamasalardı Türkiye paramparça olmuştu. Ama İngilizler Yunanlılar aracılığı ile Türkiye’nin tek patronu olmayı isteyince dünya bize saldırmaktan vazgeçti. Bütün bunlar Allah’ın takdiri ile olan olaylardır. “Feth” burada nekire yani belirsiz gelmiştir. Herhangi bir fetih olursa denmektedir.

قَالُوا أَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْ (QAvLUv EaLaM NaKuN MaGaKuM)  

“Sizinle beraber değil miydik derler.”

İstiklâl Savaşı’nda Ege’de biri onlardan birine sormuş, ‘sen kimleri tutuyorsun?’ demiş. O da cevaben ‘daha belli değil!’ demiş. Yani, kim galip gelirse onun yanında olacak! İşte münafıklığın tek ayıracı budur.

İktidarın yanında olmak… Hep ikili oynamak…

Dün Bediüzzaman’a saldıranlar ve onları hapsedenler, sonra onlarla bir olup onları Millî Görüşe karşı kışkırtmışlardır... İstiklâl Savaşı’nda Batılılarla işbirliği hâlinde olan Masonlar ve Sabataistler, savaşın kazanılmasından sonra cumhuriyetçi olmuş ve İslâmlığı terk etmede baş rollerini oynamışlardır... Demokrat Parti’ye karşı olanlar DP iktidar olunca hemen kadroları doldurmuş ve asıl demokratları devre dışı bırakmışlardır… Herkes biliyor, kendileri de biliyor ki; bugünkü AK Parti iktidarı Millî Görüşün meyvelerini topluyor. Dün Millî Görüşe karşı tavır takınanlar, şimdi AK Parti’nin yöneticileri durumundadır. Millî Görüşçüler ise şimdi kenara çekilmişlerdir…

Zafer kazanırsak “Sizinle beraber değil miydik” derler; kaybedince de ‘biz dememiş miydik’ derler!..

وَإِنْ كَانَ لِلْكَافِرِينَ نَصِيبٌ (VaEıN KAvNa Lı eLKaFıRIyNa NAÖIyBun)

“Kâfirlere bir nasib olursa.”

Allah yeryüzünü bir imtihan yeri yapmıştır. Mü’minlerden ve kâfirlerden birer takım kurmuştur. Yeryüzü bir stattır, karşılıklı oynamaktadırlar. Oyun ciddidir. Zaman zaman onlar, zaman zaman bunlar gol atarlar. Kıyamete kadar bu böyle devam edecektir. Ne kâfirler mü’minleri, ne de mü’minler kâfirleri ortadan kaldıramayacaklardır. Dolayısıyla mü’minler için fetih sözkonusu olduğu gibi; kâfirler için de nasib vardır.

Mü’minler için “fetih”, kâfirler için “nasib” kelimesini kullanmıştır. “Fetih” demek, aldığınız zaman orada bir uygarlık kurarsınız. Büyük inkılâplar yaratırsınız. Mesela Hıristiyanlar Roma’yı aldılar ve koskoca bir medeniyet oluşturdular. Komünistler yani kâfirler de Sovyetleri kurdular. Artlarında ne kaldı? Hangi uygarlığı oluşturdular? Neden böyle oldu? Çünkü yaptıkları din düşmanlığı, aile düşmanlığı, devlet düşmanlığı ve servet düşmanlığı idi. Hep yıkıyorlardı. Mikroplar devleti idi. Sonuç ne oldu? Kurdukları büyük büyük fabrikalar yok oldu. Halk kendi ekonomisini yine Hıristiyanlığa ve İslâmiyet’e dayanarak kurdu.

Mü’minler fetihlerle uygarlık kurarlar. Kâfirler ise nasiplerini alırlar, bozulmuş ve yaşlanmış uygarlıkları ortadan kaldırırlar. Mikroplar gibidirler. İşleri ayıklamak, yapılanları yok etmektir. Onun için onlar için “nasib” kullanılmıştır, onlar için “fetih” denmemiştir.

قَالُوا أَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ (QAvLUv EaLaM NaStaXViÜ GLeYKuM)  

“Biz sizi istihaz etmedik mi derler.”

İstihaz” hizaya gelmesini istemek, geri çekilmektir. Biz size dedik ki, bunlarla bir olmayın.

Biz Millî Selâmet Partisi’ni kurmuştuk. O zaman Demokratik Parti de vardı. Borçka’nın Demokratik Parti başkanı İzmir’e gelmiş ve beni ziyaret etmişti. Ona partimizi anlattım. Kendisi namaz kılan bir kimse idi. Dinledi. Ben sizin haklı olduğunuzu ve doğru söylediğinizi biliyorum. Ama sizi iktidar yapmazlar, siz kazansanız bile sizi iktidar etmezler. Ülke içinde etseler bile, dünya müsade etmez demişti.

Kendilerini ileri görenler, akıllı zannedenler hep bu görüşte idi.

Bugün “Adil Düzen”i bizimle kimse konuşmuyor, tartışmıyor, ama kimse karşımıza çıkıp bunu yanlış diyorsun diyemiyor. İlhan Arsel’e karşı yazdığımız “İlhan Arsel’e REDDİYE/ İslâm Devlet ve Dünya Düzeni” kitabına cevap yok. Ama “Adil Düzen”in başarılamayacağına inanıyorlar. Şimdi AK Partililere sorsanız; ‘faizli sistem iyi mi?’ Kimse savunmaz ama, ‘bizim programımızda faizsizlik yoktur!’ derler. AK Parti kendi partisinin programında faizi sorun etmedi diye faiz uslandı ve yararlı hâle mi geldi? Kendilerine faizin Allah ve resulü ile savaş olduğunu söylerseniz; ‘faiz birden düzelmez!’ derler. Peki ama bir yerden başlamazsanız nasıl düzelecektir? Biz de size birden atın demiyoruz, bir kenarından bu pisliği süpürmeye başlayalım diyoruz.

وَنَمْنَعْكُمْ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ (Va NaMNaGKuM MiNa eLMuEMıNIyNa)  

“Sizi mü’minlerden men ettik.”

Bu dünya imtihan dünyasıdır. Herkes takımını kendisi seçer ve kendi takımında oyun oynar. Oynarken elbette hata yaptıkları zaman olacak, yenildikleri zaman olacaktır. Bu akıllı münafıklar kendilerine göre akıllılık yapıyorlar. Arada durmakla ve zafer kazanan taraf olunca başarılı olacaklarını sanıyorlar.

Burada şunu belirtelim ki, tarafsızlık hiçbir zaman münafıklık değildir. Tarafsızlık Müslümanlıktır. Mü’minler ve kâfirler birbirleriyle boğuşurken müslimler tarafsız kalabilirler. Ancak açık ve seçik olmalıdırlar. Biz bize düşeni yaparız. Vergimizi veririz, askerlik bedelini veririz, kanunlara uyarız, yetkilileri dinleriz ama kimin ne olacağına biz karar vermeyiz. Hanginiz galip gelirseniz biz onun tebaasıyız diyenler münafık değildirler, müslimdirler. Onlar cennetliktirler. Münafık demek, tarafsız değil, aksine iki taraflı olanlardır. Hem sizden değildirler, hem de ‘sizdeniz’ derler. Cihat yapmadıkları halde iktidar olup yönetmek isteyenlerdir. Kim iktidarda ise onun yanında olup iktidara ortak olmak isteyenlerdir.

Yoksa, mesela tarikatlar vardır, hiç iktidarda gözleri yoktur. Kendi içlerine kapalıdırlar. Kim iktidar olursa ona biat ederler ve şeriat içinde yaşarlar, kanunlara uyarlar…

Akevler için de durum böyledir. İktidar olmadan beraber olduklarımız, iktidar olunca ilgilerini bizden keserler. Çünkü biz onlardan bir şey istemiyoruz. Sadece onlara yardım etmek istiyoruz. Onlar ise bizim yardımımızı kabul etmiyorlar. Çünkü onların AB’leri var, artık AB ve ABD onlara yeter!.. Hani bir Kayserili hikâyesi var ya; Galata rıhtımına çıktılar, artık Allah’la bir ilgileri yoktur!..

AK Partililer bu sözlerime kızabilirler. Onlardan herhangi biri icraat yaparken ‘Allah ne diyor?’ diye bir gün düşündü mü? Kendi özel hayatlarında İslâm’ı yaşayan bu kadro, devlet yönetiminde de Allah’ın emirleri vardır diye akıllarına geldi mi? İlk emir istişare etmektir; bütün halkla istişare etmektir. Cemil Çiçek televizyonda meydan okudu; ‘kimin bildiği bir şey varsa gelsin anlatsın’ dedi. Kendisiye görüşmek istedim. Allah razı olsun, kabul etti. Önerilerimi dinledikten sonra, ‘Bu Adil Düzendir!’ dedi. ‘AK Parti partidir, bunu yapamaz, siz yapın!’ dedi. İşte onların içinde en çok takdir ettiğim kimsenin aklına Allah bu kadar gelmektedir!..

فَاللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ (Fa elLAHu YaXKuMu BaYNaKuM)  “Aranızda Allah hükmedecektir.”

“Allah aranızda hükmedecektir”, siz bir şey yapmayın, böyle hatalı davrananlara cephe almayın. Oylarınızı yine onlara verin. Onları gerekirse iktidar edin.

Türkiye’de Sabataistler vardır. Bunlar kimlerdir? Bunlar gerçek Yahudilerdir. Tevrat’ı hakkıyla ikame etmek istemişler, asla dönmek istememişler. Dünya Yahudileri bunlara düşman olmuş. Osmanlı padişahı bunlara demiş ki; ya Müslümanız deyin ve yine Yahudi kalın, ya da ülkemi terk edin. Gidecekleri yer kalmamış, Türkiye’de kalmışlar. Şimdi bunlar İsrail oğullarındandır. Ama Türk ve Müslüman adları vardır. Halk onları Müslüman sanır. Bunların Türkiye’de şansları açılmıştır. Çünkü Türkler, Yahudiler ve Hıristiyanlar hükümran olacaklarına bunların hükümran olmasını tercih etmişlerdir. Batılılar da Türkiye’de Müslümanlar hükümran olmaktansa, bunların hükümran olmasını tercih etmişlerdir. Mason localarında bunlar faaliyet göstermektedirler. Böylece bunlar Türkiye’de etkin olmuşlardır. Bunlar eğer samimi olsalardı, Osmanlıları güçlü kılar ve kendileri takiyye yapmadan Tevrat’ı ikame edebilirlerdi. Böyle yapmadılar, arada kalmayı tercih ettiler.

Bugün artık Tevrat’ı yeniden yorumlama zamanı gelmiştir. Bunlar açıkça ortaya çıksınlar, biz Yahudiyiz desinler ve Tevrat’ı Kur’an’ın da öğretileriyle yorumlasınlar, Adil Düzenin gelmesine hizmet etsinler, biz onlarla beraber oluruz. Ama Ahmet, Mehmet adları ile bu işi yaparlarsa biz yine biz iktidar oluncaya kadar onlara da oy veririz, onlarla işbirliği içinde oluruz. Çünkü onları düzeltmek işi bize ait değil, Allah’a aittir.

يَوْمَ الْقِيَامَةِ (YaVMa eLQıYAMaTı)  “Kıyamet yevminde.”

Her şeyi var eden Allah’tır. Müşrikleri, kâfirleri ve münafıkları O var etmiştir. Bu imtihan dünyasında herkesin bir görevi vardır. Hayat onlar olmaksızın olmaz. Münafıklar kanser hücrelerine benzer.

Vücutta yabancı hücreler vardır. Bunlar hastalık yaparlar. Vücudun hücreleri bunlarla cidal hâlindedir. Bunlar topluluk kâfiridirler.

Vücut içinde yabancı hücreler vardır, bunlar vücuda yararlı olurlar. Bunlar müellefe-i kulub gibidirler.

Vücutta vücudun hücreleri vardır. Taşıdıkları genler diğer vücut hücrelerinin genleridir. Ana DNA’ları bozulmuş ve zararlı hücreler hâline gelmiştir. İşte münafıkların durumu budur. En tehlikeli hastalıktır.

Herkes hesabı âhirette kendisi tek başına verecektir.

Kâfir takımına düşmüş nice mü’minler vardır, cennete gideceklerdir. Mü’minler takımına düşmüş nice kâfirler vardır, cehenneme gideceklerdir. Münafıklar da cehennemde olacaklardır.

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ (Va LaN YaCGaLe elLAHu LiLKAvFıRIyNa)  

“Allah kâfirler için ca’letmedi.”

Mikroplar ile nebat ve bitkiler arasındaki savaş kıyamete kadar devam edecektir. Ancak hiçbir zaman mikroplar mutlak zafer kazanamayacaklardır. Onların zaferi demek, canlılığın ortadan kalkması demektir. Çünkü onlar yok etmekle meşguller. Allah onlara o görevi vermiş. Nasıl sürtünme kuvveti, aktif kuvvet varsa vardır. Aynen o şekilde, mikroplar da hayvan ve bitkiler varsa varlar.

Kâfirler de böyledir. Kâfirler galip gelseler uygarlık son bulur. Düşünün; aile yok, mülkiyet yok, devlet yok , din yok!.. Bu durumda insanlar yaşayabilirler mi?.. Yeni insanlar doğmadan insanlık sürebilir mi?..

O halde, kâfirler sadece mü’minleri imtihan etmek için vardırlar.

عَلَى الْمُؤْمِنِينَ (GaLay elMUEMıNIyNa)  “Mü’minler üzerine”

Kâfirlerin mü’minler üzerine hakim olması diye bir şey yoktur. 19. yüzyıldan 20. yüzyılın yarısına kadar, artık ateizm dünyayı kaplayacak, yaşlılar ölünce inanan kimse kalmayacak, din unutulup gidecekti. Hesap böyle yapılmıştı. Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırıp hakimiyetlerini yücelten ve zenginleşen sermaye sahipleri, İsviçre’nin Basel şehrinde yaptıkları kongrede böyle hesap ettiler.

Artık din ortadan kalkmıştır. Halk din ile ilgilenmemektedir. Bunları savaştırıp denge kuramayız. Artık rejimler savaşını ortaya sürelim, böylece hakimiyet kuralım dediler. Kapitalizm-sosyalizm çatışmasını icat ettiler. Bir asır boyunca insanlık on milyonlarca insanı bunun için öldürdü. Ama sonunda ne oldu?

Sosyalizm yıkıldı. Dinler arası diyalog ortaya çıktı. Artık yeniden inanmışlar piyasadadırlar. Birleşmeye hazır “Adil Düzen”i ortaya koyacak cemaati bekliyorlar.

Devlet içinde de kâfirleri biz kendi hallerine bırakırız. Bize cizye vermeden de kendi topraklarında yaşayabilirler. Ama onların İslâm topraklarına girip müslim ve mü’minlere zulüm yapmalarına asla müsade etmeyiz. Münafıklarla işbirliği edip ülkemizi bölmelerine ve çökertmelerine asla izin vermeyiz.

سَبِيلًا(141) (SaBIyLan)  “Bir yol.”

Yani; kâfirlerin mü’minler üzerinde herhangi bir üstünlükleri sözkonusu olmaz. Eğer zulüm yapabiliyorlarsa, mü’minlerle münafıkları ayırmak için yapmaktadırlar. Hicrete bunun için izin veriliyor. Mü’minler hicret etmek zorunluluğunda bırakılıyor. Böylece münafıklar ayıklanmış oluyor.

Hazreti Musa İbranileri Mısır’dan çıkardı. Hazreti Muhammed de muhacirleri Mekke’den çıkardı. Hicret bir imtihandır, bir ayıklama aracıdır. Ama zafer daima mü’minlerin olacaktır.

Türkiye’nin nüfusu 12 milyon idi. Savaştan sonra dünyada dağılmış bulunan Müslümanlar ülkelerini terk ettiler ve Türkiye’ye göç ettiler, diğerleri de orada kaldı. Başlangıçta o ülkeler daha zengin idi ama onlar sadece Allah rızası için göç ettiler. Türkiye 70 milyon nüfusa ulaştı. Bugün o ülkelerden çok ileridedir.

Yarın “Adil Düzen” geldiği zaman Türkiye dünyanın en ileri ve en müreffeh ülkesi olacaktır. “Adil Düzen” içinde bütün dinler ve ekonomik kuruluşlar, ekoller Türkiye’de İstanbul’da cirit atacaklardır. Türkiye dünyaya örnek olacak şekilde gerçek demokratik, lâik, sosyal ve liberal hukuk düzenine kavuşacaktır.

Kâfirlerin galip gelmeleri mümkün değildir. Avrupa’da lâikler değil, Hıristiyanlar galip geleceklerdir. Yoksa Avrupa AİDS’den kırılıp gider. Kilise Kur’an’a cephe almayacak, Kur’an’ın da ilahi kitap olduğunu onaylayacaktır. Biz Tevrat’ın ve İncil’in ilahi kitap olduğunu onaylıyoruz, ama Müslüman olmaktan çıkmıyoruz. Onlar da Hıristiyan kalarak Kur’an’ın ilahi kitap olduğunu onaylayacaklardır. Yahudiler de Kudüs’e sahip olacaklar ama onlar da Kuran’ı ve İncil’i onaylayacaklar. Bu Tevrat’larına bir noksanlık getirmez, tam tersine Tevrat bunlar sayesinde yücelir. Çünkü ilk kitap odur. Hepsi âlemlerin Rabbi yani herkesin Rabbi; Yahudilerin, Hıristiyanların, Müslümanların, Budistlerin, Brahmanların Rabbi olan Allah’tan gelmiştir. Zafer inananlarındır.

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ (EınNa eLMuNAFıQIyNa)  “Münafıklar.”

Münafıklar. İki yüzlüler. Onların yanında onlardan, sizin yanınızda sizden olanlar ise; onlar da bunları yapacaklardır. Burada “Va” harfi getirilmediğine göre,onlar da kâfirler grubundan sayılmışlardır. Çünkü onlarla işbirliği içindedirler. Onlardan farklı olmadıkları için “Va” harfi getirilmemiştir.

İnne” gelmesi de, insanların onlara farklı gözle bakmalarından dolayıdır. Münafıklar kendilerini ve kâfirler onları başarılı kimseler olarak görmektedirler.

يُخَادِعُونَ اللَّهَ (YuPAvDıGUvNa elLAHa)  

“Allah’la hudalaşıyorlar. Allah’ı kandırıyorlar.”

İnsanlar ve inananlar Allah’ı kandırmayacağına göre, bunun anlamı nedir?

Buradaki “Allah”tan maksat, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan topluluğu, halkı kandırıyorlar, Allah’ın halifesi olan halkı kandırıyorlar.

Münafıkların işi nedir? Münafıklar halkı aptal zannedip onları kandıracaklarını sanırlar. Böylece bile bile yalanlar söyleyerek halkı kandıracaklarını sanmışlardır.

Televizyonlar, radyolar, sinemalar hep aynı borazanı öttürür. İki asırdır tüm güçleri ile Tanrı’nın yok olduğunu anlatmış ve insanların inanacaklarını sanmışlardır. Bugün de insanları kandırarak başörtünün anayasa yasağı olduğunu iddia edenler vardır. “Adil Düzen”in suç olduğunu söyleyip halkı kandırmaktadırlar. Münafıklar, yasak olmayan “Adil Düzen” yasaktır deyip korkutup kandırmak istemektedirler.

وَهُوَ خَادِعُهُمْ (VaHuVa PaDıGuHuM) “Oysa O onlarla muhadaa ediyor.”

Oysa halk onları kandırıyor. Halk zaman kazanmak için kandırılmış görünmektedirler.

Türklere İstiklâl Savaşı’ndan sonra dinsizlik anlamında lâikliği dayatmışlardır. Türkiye de başlangıçta buna ‘evet’ dedi, öyle göründü. Ama şimdi o lâiklik anlayışı tarih olmuştur.

Demokrat Parti anayasayı çiğnememişti. Ama ‘anayasayı çiğnedin’ diye Menderes’i astılar. Bilahare idam edenler sonra o anayasayı kökünden değiştirdiler! Halk demokrasiye yöneldi. Kim kazandı? Halk kazandı.

Türkiye’de yapılan her saldırı sonunda hep ülkeye daha çok yarayan birer sonuca dönüştü.

-1900’larda Meşrutiyeti getirdiler… Bin yıldan beri kapalı bulunan içtihat kapısı açıldı ve “Adil Düzen” o açılmadan sonra oluşabildi... -1910’larda imparatorluğu yıktılar… Kuvva-yı Milliye doğdu. Saltanat son buldu. -1920’lerde dinsizlik maksadıyla lâikliği getirdiler… Ama Türkiye bu sayede Müslüman olarak saflaştı, gayrimüslimler göç ettiler, Müslimler Türkiye’ye geldiler... -1930’larda içki, balo, dans gibi oyunlarla inanmış insanları devlet kademelerinden uzaklaştırdılar… Bu dönemde müsbet ilmin meşalesinde muasır medeniyetin üstüne çıkma hedeflendi... -1940’larda Türkiye’yi Batı’ya esir etmek istediler... Türkiye’ye çok partili sistem geldi… -1950’lerde Mustafa Kemal’in hakimiyet-i milliye, kuvva-yı milliye, vahdet-i kuvva, müsbet ilim ilkeleri ayaklar altına alındı; Mustafa Kemal’e taptırılmaya başlandı ve fetişizm getirildi... Halk ezanı Türkçeleştirerek, İslâmî okulları yeniden açarak tekrar İslâmiyet’e döndü... Başbakan Menderes, ‘Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır’ dedi ve asıldı ama artık dinsizlik anlamındaki lâiklik son buldu… -1960’larda halkın seçtiği Demokrat Parti’ye darbe indirdiler... Çok partili sistem geldi ve Müslümanlar örgütlenmeye başladılar... -1970’lerde bir darbe daha yaptılar... Bu dönemde Milî Selâmet Partisi iktidara ortak oldu ve solcu-sağcı çatışmasına son verdi... Bu ortaklık İran inkılâbına, Sovyetlerin yıkılmasına, dünyadaki din düşmanlığının sona ermesine sebep oldu... -1980’lerde tekrar ihtilâl yaptılar… Ama Kenan Evren devletin siyasetini İslâmiyet’e dayandırdı; Kur’an Kurslarını meşrulaştırdı, İmam-Hatip Okullarına üniversiteye gitme imkanı verdi, din derslerini zorunlu yaptı, İslâm enstitülerini fakültelere çevirdi, İKÖ’de ekonomik topluluğun başına Türkiye’yi getirdi... -1990’larda Tansu Çiller’e ekonomik darbe yaptırdılar... Müslüman müteşebbisler dünyaya açıldı, Müslümanlar birinci parti oldular, hükümeti kurdular... 28 Şubat’la başlayan karanlık devrelerde Anadolu sanayileşti… Müslümanlar Anayasa ekseriyetini aldı...

Demek ki onlar Allah’a oyun oynadılar, Allah da onlara oyun oynadı. Şimdi yeni oyunların peşindeler.

Eğer Adil Düzenciler hazır olurlarsa, elbette Allah iktidarı getirip onlara teslim edecektir. Ama bir marketi çalıştıramayanların elbette devleti idare etme güçleri yoktur. Allah, yetişmeleri için onlara zarar vermemektedir. Her şey hazırdır, bir şey eksiktir; o da Adil Düzen Çalışanlarının hazır olmaları…

Bu; yazılma, düzeltilme ve internete koyma suretiyle devam eden çalışmadır...

İnternet kapanmamalıdır... Yahut başka bir ulaşma imkanını bulmalıyız...

وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلَاةِ (VaEÜAv QAvMUv EıLAy elÖaLAvTı)  

“Salâtı ikame ettiklerinde.”

Salât” toplantı yapma demektir. Toplantı yaptıkları zaman geç gelirler, erken giderler. Toplantılarda sıkıntı içinde otururlar. Namaz nedir? Ezan, toplantıya dâvettir. Kamet, toplantıyı açmadır. Müzakere yapılır. Kur’an okunur. Tekbir, dağılma merasiminin icrasıdır. Selam, merasimin sona ermesidir.

Toplantının şartları vardır. Bir yerde toplanılır, temizlik yapılır, elbise giyilir, vaktinde gelinir. Saf yapılır, bir yöne yönelinir. Divan teşkil edilir. Başkan seçilir. Gündem belirlenir (niyet), okunur, kulak verilir, manâsı anlaşılır, dua edilir. Tesbih edilir, hamd edilir, istiğfar edilir. Sükut ederek istiğraka geçilir.

İşte namaz toplantıdır. Ama namazdan evvel Kur’an okumayı ve müzakereyi emretmektedir. Demek namaz toplantı yapmak demektir. Namazdan sonra da alışveriş yapmak, ikili görüşmeler yapmaktır. Her Cumartesi üç saatlik toplantımız, namazdır. Biraz değişiklik yapmalıyız. Dağılmadan evvel namaz kılınmalıdır. Dağıldıktan sonra da yazıhane bir saat açık olmalıdır. İsteyenler buralarda ikili görüşmeler yapabilmelidir.

قَامُوا كُسَالَى (QAvMUv KuSAvLAy)  “Kesl olarak kıyam ederler.”

Yukarıda “salâtı ikame ederler” diyor. Burada “ekâmû” demiyor, “kâmû” diyor. Yani, tembelliği namazda iken gösterirler ve ayrı ayrı herkes gösterir. Onlar gösterir. Münafıklar gösterir. Mü’minler göstermez.

Burada ‘tembelce ikame ederler” denseydi, o zaman namaz tembel olurdu. Küsâlâ da çoğuldur. Salât ise tekildir. Namaza kalkarken tembel olma başkadır, namaz içinde tembel olma başkadır. Burada toplantıda iken tembel olmadır. Geç gelme, erken gitmeyi isteme, dinlerken sıkılma, konu dışında meşgul olma, birisi konuşurken ona kulak verme yerine başkasıyla konuşma. Bunlar tembellik alâmetleridir.

يُرَاءُونَ النَّاسَ (YuRAvEUvNa elNAvSa)  “Nâsa irae ederler.”

Toplantılara halk görsün diye katılırlar. Toplantıdan yararlanmaktan çok; orada bulunmak, bu da vardı desinler diye gelirler. İşte münafıklığın alâmetlerinden biri de budur. Bulunmasam ayıp olur, herkes katıldı, benim katılmamam olmaz derler. Oysa toplantıya o toplantıdan yararlanmak için katılmıştır.

Tarihte büyük uygarlıklar hep toplantılarla oluşmuştur. İbranı uygarlığı Tevrat okunarak oluşmuştur. Yunan uygarlığı akademya veya licyalarda felsefe okunarak gelişti. Roma medeniyeti forumlarda verilen hukuk dersleri üzerinde kurulmuştur. İslâmiyet de medreselerde okutulan Kur’an, hadis, fıkıh ve kelam üzerine oturmuştur. Doğu medeniyetleri de tasavvufi zikirler üzerine oturmuştur.

Allah’a, topluluğa inananlar üşenmeden seve seve toplantılara katılırlar. Münafıklar ise bunu sıkıla sıkıla yaparlar. Karikatürize ederek namazı bir toplantıdan çıkarıp bir araya gelip eğilip kalkmaya indirirler.

İktidarlar bunu bildikleri için mescitlerde ders yapmayı, toplantı yapmayı, konuşmayı, müzakereyi yasaklarlar. Müezzin ve imamları halkın toplantı yapmaması, sadece gelip gitmelerini sağlamak için bekçi olarak dikerler. Mabet kapılarını kapattırırlar. İnsanlar da mabetten soğur ve artık namazlara devam etmezler, evlerinde ayrı ayrı kılmaya başlarlar.

Adil Düzencilerin daha iktidara gelmeden önce hedefleri, camileri toplantılara ve herkese, serbest derslere açmaktır. Mescitlerde bugünkü yasakların devam etmesi, imam ve müezzinlerin yönetiminde olması devam ettikçe, oralarda namaz kılınmıyor demektir. Bugün tüm halk zorla münafık hâle getirilmiştir. Camiler İngiltere’deki Haid Park’a benzer. Orada herkes istediğini konuşur. Kamu mescitlerine de eskiden ‘selatin mescitleri’ denirdi, isteyen mescitte bir köşe kapar, rahlesini açar, kitaptan istediği derslere devam ederdi. Kitaptan bir nüsha yöneticilere verilir, onunla ne anlattıklarını takip ederler. Eğer suç işliyorlarsa hakemlere gider, kişinin o kitabı okutmasını mahkeme kararı ile men edebiliriz.

Bizim Yenibosna büromuzdaki bu dersleri buralarda değil, büromuza yakın aşağıdaki büyük Mevlana Camii’nde yapmamız gerekir. Herkes toplantıyı orada yapar, dersler orada görülür. Liseler orada, üniversiteler orada, fakülteler orada… İsteyen dolaşır ve istediğinin rahlesine, istediğinin ders halkasına gider, kulak misafiri olur… Kırk kişi olduğumuz zaman bizim de bunu yapmamız gerekir. Bunun bir yasağı yoktur. Sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nın buna evet demesi yeterlidir.

وَلَا يَذْكُرُونَ اللَّهَ (VaLAv YaÜKuRUvNa elLAvHa)  “Allah’ı zikretmezler.”

Kelimeleri mevzilerinden tahrif eden insanlar ibadetlerin fonksiyonunu yok ederler. Zikri sadece “Allah… Allah…” demek yahut “Subhanellah… Subhanellah…” demek olarak anlıyorlar. Dolayısıyla tarikatlar, namazı manâsından soyutlamış bulunuyorlar. Kâfirler bundan da rahatsız olmuşlar ve onları da yasaklamışlardır.

Gizli olmamak üzere her türlü toplantılar serbest olacaktır.

Suç işleyen olursa suç işeyenlere ceza verilecektir. Kollektif suç yoktur.

Zikir” anlamak demektir, manâ demektir. Kur’an sözleridir. Kitap yazıdır, zikir ise manâdır. Allah’ı zikretmek Allah’ı anlamak demektir. Allah’ı anlamak demek, O’nun Kitabını anlamak, O’nun Kâinatını anlamak demektir. Aklî ve naklî ilimler demektir. Namaz okuldur. Bu okul, dersin günde beş defa yapıldığı ve beşikten mezara kadar cemaatçe sürdürüldüğü bir okuldur. Orada aklî ve naklî ilimler okunacak ve öğrenilecektir. Namaz bunun içindir. Namaz sadece eğilip kalkmak için değildir.

Ben böylesine Allah’ı zikretmekten, aklî ve naklî ilimlerden tecrit edilmiş mescitlere beş vakit gidip namaz kılmıyorum. Neden? Bu durumu tasvip etmemek için. Sadece cemaatten kopmamak için cumalara gitmeye çalışıyorum. Münafıklığın alâmeti; Allah’ın Kitabı’nı, Kâinatın ilimlerini öğrenmeden, anlamadan, üzerinde düşünmeden kılınan namazdır. Tembellik budur. Küselayı, tembelleri Kur’an böyle açıklamaktadır.

Tüm Müslümanların iktidarlardan isteyecekleri iş budur. Bunu yapmayan iktidara oy vermemelidirler. Bunu vadeden partiye oy vermelidirler. Mescitler bütün cemaatlere açık olacaktır. Hattâ Hıristiyanlara ve Yahudilere de, Budist ve Brahmanlara da. Tüm dershaneler burada olmalıdır. Biz öğrencilerimize istediğimizi öğretebilmeliyiz, hem de açık olarak mescitlerde. İmtihanı onlar yapsın, diplomayı onlar versin.

Bugün de Mevlana Camii’nin altını böyle dershane yapabiliriz. Emekli öğretmenler burada ücretsiz olarak buraya gelir, dershanelerde verilen dersleri öğretmek üzere birer kürsü kurarlar. Öğrenciler gelir, derslere orada çalışır, anlayamadıkları kısımları hocalara sorarlar. Birinin çözemediğini diğeri çözer.

İşte böylece mescitler Allah’ın Kitabını ve Kâinatını öğrenir olurlar. Buna bilhassa tarikatlar talip olmalıdır. Dersler ve zikirler mescitte aleni olarak yapılmalıdır. Hem bu devlet için de gereklidir. Açık olan buradaki dersleri çok kolay takip eder. Anarşi hareketleri ve yeraltı faaliyetleri böyle ortadan kalkar.

Hukukçulardan bir büro oluşturmalıyız. Onlar gerekli yerlere başvurmalıdırlar, mahkemelere davalar açmalıdırlar. Uluslararası kuruluşlara da bunları öğretmelidirler. Ayasofya’dan başlanabilir. Sonuç almasak bile, tebliğimizi yapmış oluruz. Tarikatlar finanse etsinler, bizim hukukçu ekibimiz vardır. Cihada biz gireriz.

(142) إِلَّا قَلِيلًا (EılLAy QaLIyLan)  “Sadece çok az.”

Buradaki az iki şeyden istisna edilmiş olur. Zamanlarının azını Allah’ın Kitabını ve Kâinatını anlamak için harcarlar. Kalan zamanlarını ya orada başka şeylerle geçirirler veya geç gelirler, erken giderler. Bir manâsı budur. Yahut bu toplantıyı yapan çok az kimseler vardır. Gelenlerin çoğu anlamaya çalışır, diğerleri ise buna önem vermez. Yahut böyle cemaatler çok azdır.

Günümüzde ilk olarak toplantıları bir okul hâline getiren kimse Bediüzzaman’dır. Türkiye’de ve dünyada da Bediüzzaman’dır. Bugün dünya çapında okullarını kurmuş olarak çalışmalarına devam etmektedirler. Dünyada böylesine çalışan ve yaygınlaşan başka hiçbir dini kuruluş yoktur.

İkinci faaliyet ise Süleymancılar Arapça tedris ile böyle namaz kılarken zikre devam ettiler...

Üçüncü olarak, ben 1961’de İzmir’e vardığımda Remzi Güres, Dr. Dursun Aksoy ve arkadaşları Kur’an meali okuyorlardı. Onlara katıldım. Sonra Akevler’i kurduk ve Akevler’de zikirli namazlara başladık...

Mealciler çıktılar. Maksatları Kur’an’ı tahrif idi. Münafıklar onları desteklediler. Ama mealciler Kur’an’ı meallerle okumayı yaygınlaştırdılar. Bugün Türkiye’de artık herkes mealle meşguldür. Mealsiz Kur’an basımı çok azaldı. Eksik olan taraf vardır. Kur’an’ın çağımızın sorunlarını çözen yorumlarına geçemediler…

İşte bizim bu derslerimiz bunu sağlamaktadır. Bir gün Allah size imkan verecektir. Türkiye’deki mealciler tefsircilere dönüşeceklerdir. Bizim bu tefsirlerimiz onlara örnek olacak, yol gösterecektir…

İlim adamlarını yorumlarımıza inandırabilmemiz için onlara “Usûlü Fıkhı” da öğretmeliyiz. Bu sebepledir ki klasik Usûlü Fıkıhlara dayanarak “Modern Usûlü Fıkıh” hazırlama çabalarımız vardır. Hasan Özket’in imamlığında bunu ileri götürmelisiniz. Önce kendiniz anlayacaksınız…

Asıl hedefe varabilmemiz için “Genel Hizmetler”in neler olduğunu öğrenmeliyiz…

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nın da artık okunması gerekir. Cengiz Demirci’ye bu görev düşmektedir. Dönmesini bekliyoruz... Yahut, Allah başka Cengiz Demirci’yi çıkarabilir; Boğaziçi Üniversitesi mezunları arasındaki arkadaşlarımızdan çıkabilir...

Yavaş yavaş iktidara hazır olmalısınız… Yahut Dr Lütfi’ye bir yerden gelir temin etmeliyiz, hekimliği bırakıp “Genel Hizmetler”i öğrenmeye ve öğretmeye başlamalıdır...

İzmir’de Kur’an’ın tefsiri devam etmekte ise de, daha “Adil Düzen”e inançları oluşmamıştır. Onların imkânları daha çoksa da, herhangi bir kıpırdanma görülmüyor!.. Ama bir gün gelecek, onlar da uyanacak ve “Adil Düzen” iktidarına hazırlanacaklardır…

İnternet bir türlü tam olarak kurulamadı. Belli adreslere mail ile gönderme mekanizmasını geliştirmeliyiz. Reşat Nuri Erol dersleri yaptıktan sonra İzmir’e ve diğer yerlere mail ile gönderilsin. İzmir’e ve diğer belli adreslere mail ile göndermeyi deneyelim...

مُذَبْذَبِينَ بَيْنَ ذَلِكَ (MüÜaBÜaBIyNa BayNa ÜaLiKa)  “Bunlar arasında zibzib ederler.”

Ne İslâmiyet’e gelirler, ne de İslâmiyet’i bırakırlar.

Zubab” sinek demektir. Sineklerin oraya buraya konduğu gibi bunlar da oraya buraya konarlar.

Bir kanun yaparlar, ertesi, gün değiştirirler!.. Bir gün Avrupalı, bir gün Amerikalı olurlar!.. İktidara bir bu parti gelir, bir o parti gelir!.. Bir asker konuşur, bir YÖK başkanı; bir de bakarsın Yargıtay başkanı saldırır!.. Kimi onu söyler, kimi bunu söyler!.. Bütün bunların sebebi istişare dışı davranmadır.

Halbuki yapılacak iş bellidir. Devlet başkanı istişareler yapmalıdır. Önce generallerle haftada bir görüşme yapmalı, onlara başkanlık etmelidir… Siyasi parti başkanlarıyla görüşme yapmalıdır... Rektörlerle görüşme yapmalı, onlara başkanlık etmelidir…. Yüksek hakimlerle görüşme yapmalıdır...

Sonara Meclis Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı, YÖK Başkanı, Genel Kurmay Başkanı ve Başbakan ile toplantı yapmalıdır. Orada istişare ettikten sonra prensip kararları almalıdır. Bu görüşmeler açık olmalıdır. Burada herkes istediğini söylemelidir. Son söz başkanın olur. Karar verildikten sonra artık didişme olmaz. Herkes o karara uyar. Devletin bir stratejisi çizilir, dış ülkelerle o strateji içinde ilişki kurulur.

لَا إِلَى هَؤُلَاءِ وَلَا إِلَى هَؤُلَاءِ (Lav EıLAy HavEuLAEi Va Lav EıLAy HavEuLAvEı)  

“Ne bunlardan, ne onlardan.”

Ne bunlardan, ne onlardan. Aralarında müzebzibin. Demokrasi diyorlar; ondan sonra okumadan kanunları dayatıyor ve meclisten geçiriyorlar! Bizim için istiyoruz diyorlar! Şaşkınlar!..

Ne olduğunu bilmediğiniz ilaçları nasıl alıp da yutuyorsunuz?!. Karma ekonomi de böyledir…

Sosyalizm kötüdür ama sistemdir. Kapitalizm kötüdür ama sistemdir. Karma ekonomi ise ne odur, ne budur. Karışıklıktan ibarettir. En kötü sistem, sistemsizlikten iyidir.

Adil Düzenci olmamaları da buradan geliyor. Çünkü en iyi sistemdir. Türk basını ve medyası da kapanmaktan korktuğu için “Adil Düzen”den bahsetmiyorlar. Allah’tan değil de, onlardan korkuyorlar.

Korktukları başlarına gelecek. Kimse onları kurtaramayacaktır.

وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ (Va MaN YuWLıL elLAHa)  “Allah kimi idlâl ederse.”

Böyle ikili oynayanları, ne onlardan ne bunlardan olanları, sistemsiz ve karaktersiz olanları Allah şaşırtır. Daha da kötü belalara uğratır. İşler önce hep iyi gider, gider; ondan sonra hiç beklenmedik darbe gelir ve çöküp giderler. İsmet İnönü’nün son zamanları idi. Bir şey söylemişti. Diktatörler bir defa hata yaparlar, o hata ile diktatörlükleri son bulur. Münafıklar da bir defa hata yaparlar, onları o götürür. Allah onlara hata yaptırır.

فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَبِيلًا(143) (Fa LaN TaCıDa LeHu SaBIyLan)  “Ona bir sebil bulamazsın.”

Münafıklar şaşkınlık içinde hata yaparlar ve sen onların hatalarında bir çıkış yolu bulamazsın.

Adil Düzenciler bunları düzeltmeye uğraşmamalıdırlar. Bunlara yol gösterelim diye vakit kaybetmemelidirler. Adil Düzen Çalışanları kendileri hazırlanmalıdırlar. Allah iktidarı onlara hazırlamaktadır, hazırlamıştır. İktidar beklenmedik yerlerden gelecektir. Sorun hazırlıklı olmaktadır. Adil Düzene inanan ve çalışan kimseler birbirleri ile irtibatta olmalıdırlar. Çalışmalarını birleştirmelidirler. Herkes sadece kendi yazdığını okumamalı, birbirlerinin yazdıklarını okumalıdırlar.

Haftalık dergiye ihtiyaçları vardır… Herkese açık, her fikre açık dergiye ihtiyaç vardır…

Münafıklar kendi görüş ve düşüncelerinden başkasına izin vermezler, fikir ve düşünceleri sansür ederler. Münafıklıkları ortaya çıkmasın diye tartışmaya girmezler. İnançlarını ve görüşlerini açıkça söylemezler.

Onları kurtarmak mümkün değildir. Denemeler yaptık, asla başarıya ulaşamadık. Allah’ın dediklerini kabullenemiyoruz ve yine onlara yol bulacağımızı zannediyoruz. Ama hiçbir zaman bulmuş değiliz.

Bununla beraber onlarla ilişkiyi keselim, görüşmeyelim, oy vermeyelim demiyorum. Onlardan bir sonuç alınamayacağını bilelim. Sonuç alamayınca da üzülüp çekilmeyelim…

 

 


NÎSÂ SÛRESİ TEFSİRİ(4.sure)
1-NİSA 1-5
3162 Okunma
2-NİSA 6-10
2179 Okunma
3-NİSA 11-12
5610 Okunma
4-NİSA 13-17
1938 Okunma
5-NİSA 18-22
1886 Okunma
6-NİSA 18-22
1573 Okunma
7-NİSA 23-24
4555 Okunma
8-NİSA 25-30
1962 Okunma
9-NİSA 31-35
3358 Okunma
10-NİSA 36-40
2082 Okunma
11-NİSA 41-46
2307 Okunma
12-NİSA 47-56
2184 Okunma
13-NİSA 57-62
2046 Okunma
14-NİSA 63-70
1896 Okunma
15-NİSA 71-76
2359 Okunma
16-NİSA 77-80
1985 Okunma
17-NİSA 81-87
2186 Okunma
18-NİSA 88-91
2120 Okunma
19-NİSA 92-94
2084 Okunma
20-NİSA 95-101
1947 Okunma
21-NİSA 102-106
2147 Okunma
22-NİSA 107-113
2099 Okunma
23-NİSA 114-116
2498 Okunma
24-NİSA 117-125
2102 Okunma
25-NİSA 126-130
1957 Okunma
26-NİSA 131-137
1917 Okunma
27-NİSA 138-143
2059 Okunma
28-NİSA 144-152
1933 Okunma
29-NİSA 153-158
1984 Okunma
30-NİSA 158-162
2379 Okunma
31-NİSA 163-170
2057 Okunma
32-NİSA 171-175
2156 Okunma
33-NİSA 176
3146 Okunma

© 2024 - Akevler