YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
1860 Okunma
YUSUF 99-101

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 29

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَى يُوسُفَ آوَى إِلَيْهِ أَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ إِنْ شَاءَ اللَّهُ آمِنِينَ (99) وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَاأَبَتِ هَذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَاي مِنْ قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا وَقَدْ أَحْسَنَ بِي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنْ السِّجْنِ وَجَاءَ بِكُمْ مِنْ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ أَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِمَا يَشَاءُ إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ (100) رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنْ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَنْتَ وَلِيِّ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ (101)

 

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَى يُوسُفَ

(FaLamMAv DaPaLUv GaLAv YUvSuFa)

“Yusuf’a duhul ettiklerinde.”

Kardeşler babalarına dönmüşler, gömleği yüzüne koymuşlar ve gözleri iyi olmuştur. Babalarından mağfiretlerini istemişler, o da ‘ileride istiğfar edeceğim’ demiştir.

Bundan sonra ne olmuştur?

Hazreti Yusuf’un davetini kabul edecekler ve Mısır’a göç etmeye hazırlanacaklardır.

Bir yere göç etmek yani hicret kolay bir iş değildir. Bulunduğunuz yerdeki ilişkilerin bitirilmesi gerekir. Önce taşıyamayacağın varlıkların olacak, onları satman gerekir. Sonra mevcut borç ve alacaklar vardır, ikili ilişkiler vardır. Orada evlilikler yapılmıştır yahut nişanlanmalar olabilir. İş anlaşmaları, eğitim anlaşmaları olabilir. Bütün bunlar kolay kolay çözülemez. Bütün bunlar günler hattâ aylar alabilir. Her şeyi terk edip çekip gitme ile hicretler yapılmaktadır. Çoğu zorluklarla sağlanmaktadır.

Hazreti Peygamber sahabeleri Mekke’den Medine’ye önceden gönderdi. En sonunda kendisi hicret etti. Gizli gitti ama emanetleri bıraktı.

Hazreti Musa’nın çıkışı ise Tevrat’ta çeşitli olaylarla anlatılır. Altınları alıp kaçırmışlardır, çünkü onların göçüne Mısırlılar izin vermemişlerdir.

Hazreti Yakup ve çocukları hicret etmişler; nasıl hicret etmişler?

Buradaki “Fa” harfi aceleyle vakit kaybetmeden anlamındadır diyebiliriz.

“Fa” harfi nereye atfetmektedir?

“Getiriniz” emrini alan kardeşler yola koyulmuş ve sürekli getirme emrini gerçekleştirmek istemişlerdir. Getirmek için sa’y ettiler ve getirdiler anlamındadır. Ara vermeksizin bir iş yapılırsa, bittiğinde, yapılan işi ona atfettiğimizde “Fa” ile atfederiz.

Ezan okunduktan sonra arada sünnet kılınır. Sünnet kılmaya hemen başlanmışsa, farza geçildiğinde ezanın ardından namaz kılınmış olur. ‘Ezan okuyup namazı kıldırdı’ dediğimizde, sünnet namazı kılınmadı anlamına gelmez.

Yani yola çıkmış, Mısır’a varmış, vakit kaybetmeden başka şeylerle meşgul olmadan gitmişlerdir. Önce Mısır’a gitmişler. Orada yerleştikten sonra ülkelerine gelecek, ondan sonra tasfiye yapacaklardır. O zamana kadar oraları komşulara emanet bırakmışlardır.

Hazreti Yakup peygamber Filistin’de nasıl bir hayat yaşıyordu? Evde mi çadırda mı oturuyordu? Göç hâlinde miydi? Zaten her gün intikal durumunda mı idi? Yoksa yerleşmiş, ev yapmış, yerli bir durumda mı idi?

Buradaki “Fa” harfinin onun yerleşik olmadığı ihtimalini daha çok ortaya koymaktadır.

Bu sorulardan sonra Yusuf Kıssası ahitlerde yeniden okunmalı ve tarih aydınlatılmalıdır. Buralarda yapılacak tarihi kazılar da bize yardımcı olabilir.

آوَى إِلَيْهِ أَبَوَيْهِ

(EaVAy EiLaYHi EaBaVaYHi)

“Anne babasını kendisine iva etti.”

Anne babasını evine aldı; yani onları kendi evine almıştır.

İnsanlar anne babanın evinde doğarlar. Onların yardımı ile büyürler. Genel olarak çocuklar onbeş yaşlarına kadar anne babalarının evlerinde barınırlar, onların yanında olurlar. Baliğ olunca evlenir ve ayrı çadır veya ev kurarlar. Artık ayrı yemek pişirir ve yaşarlar. Yaşlanınca da artık ayrı yaşama yerine genel olarak küçük çocukları da yaşlanır ve onların yanında kalırlar.

Hazreti Yusuf anne babasını kendi evine almıştır. Kardeşleri ve aileleri için ise ayrı evler veya çadırlar hazırlatmıştır. Anne babasının kendi yanında kalacağını bildirmiştir.

Bu da gösteriyor ki Hazreti Yusuf en küçük çocuğudur. Öyle olmasaydı kardeşinin yanında kalırdı.  Burada anne babasının kendisinin yanında kalacağını bildirmiş olmaktadır.

وَقَالَ

(Va QAvLa)

“Ve söyledi.”

Yani önce anne babasına siz benim yanımda benim evimde kalacaksınız dedi. Kalan ömrünüzü, yıllar yılı hasretini çektiğiniz ve sevdiğiniz küçük oğlunuzun yanında geçireceksiniz dedi; sonra muhatabını değiştirdi ve kardeşlerine onların durumlarını bildirdi.

ادْخُلُوا مِصْرَ

(EuDPuKUv MıÖRa)

“Mısır’a dahil olunuz.”

Zaten Mısır’dadırlar. Mısır’a dahil olmuşlardır. Bir daha dahil olunuz demek, artık Mısır’da yerleşecek şekilde geliniz demektir.

Bir ülkeden başka ülkeye giderken iki şekilde gidilir. Oraya geçici misafir olarak gidilir ve oradan en kısa zamanda çıkılır, orada mesken edinilmez, ikamet edilmez. Bir de orada tavattun edilmek üzere gidilir.

Burada Hazreti Yusuf aleyhisselâm onların tavattun etmek üzere gelmelerini söylemektedir. Henüz Yusuf aleyhisselâm onların Mısır’da iskan etmeleri için Mısır devletinden izin almamıştır. Erzak dağıtmakla yetkili olan Bakan aşiretini yerleştirmek için ilgili yerlerden izin alacaktır. Bunlara Mısır’da bütün ülke içinde serbestçe dolaşmaları, yerleşmeleri, yaşamaları için imkan sağlayacağını söylemektedir.

Bir başka ifadesi de; gidiniz, memleketinizde neyiniz varsa getirebildiğinizi getiriniz, artık Mısır’a yerleşmek üzere geliniz demiş olmaktadır. Artık misafir olarak değil, tavattun etmek üzere giriniz demektir.

Mısır” bir ülkenin adıdır. Kur’an’da bir kere tenvinli üç kere de tenvinsiz geçmektedir. Tenvinli olduğu zaman medineden daha büyük şehir anlamındadır. Tenvinsiz geldiği zaman da bugün de Mısır dediğimiz ülke demektir. Nil’in kenarında oluşan bu ülke ilk insanların yaratıldığı ülkeye komşudur.

Bugünkü DNA yapıları ile anlıyoruz ki, ilk siyah insan Nil’in doğduğu yukarı yerlerde yaratılmıştır. Maymunların en çok yaşadığı bir alandır. Yaz kış meyveler veren meyveliklerin bulunduğu yerdir. İklim her mevsimde yaklaşık aynıdır. Zayıf bir şekilde yaratılan Hazreti Adem ile Havva burada yaşamaya başlamışlardır. Bunlar neandertal insan olmalıdır. Bunlar yasak ağaçtan yeyince tüyleri dökülmüş, sonra daha aşağı yere inmek zorunda kalmışlardır. Onların yeryüzüne yayılmaları böyle başlamıştır. Önce Nil’in aşağı yerlerine inmişler, sonra Kızıldeniz’i geçerek Fırat kıyılarına ulaşmışlar, oradan da Irak’a yerleşmişlerdir. Yazları yukarı çıkıyor, kışları aşağı iniyorlar, böylece her mevsimde yiyecek bulmuşlardır.

Anadolu’da Palandöken Dağları’nda iken yollarını şaşırarak Çoruh ve Aras vadileriyle Kafkasya’ya kadar inmişlerdir. Bu arada yüksek yerlerde genleri mutasyona uğramış ve beyazlaşmışlardır. Batı dillerinde beyaz ırkın adı hâlâ Georgiandır.

Sonra Irak’tan Mısır’a uygarlık gelmiştir.

Hazreti Yusuf kardeşlerini Mısır’da yerleştirmektedir.

Sonra Mısır zamanında çıkıp tekrar Filistin’de İbrani uygarlığını kuracaklardır.

إِنْ شَاءَ اللَّهُ

(EiN ŞAyEa elLAvHu)

“Allah’ın meşieti olursa.”

Hazreti Yusuf aleyhisselâm onların Mısır’a yerleşeceklerini ifade etmektedir. Henüz yerleşmeleri için Mısır makamlarından izin alınmamıştır. Mısır’da kalacakları yer de belirlenmiş değildir. Bunun için gerekli işleri yapacak ve Allah’ın izni ile Mısır’da yerleşeceklerdir.

“Allah meşiet ederse” anlamı yanında, “Allah’ın meşieti olmuşsa” anlamı da çıkar.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm bu meşieti bildiği halde yine de bunu söylemektedir. Çünkü vahiy ile de olsa insan hiçbir zaman gaybı bilmez. Yanlış anlamış olabilir.

Biz de bir şey olacağını söylerken ‘inşaallah’ demeliyiz. Başka bir ifade ile tüm konuşmalarımız hükmen inşaallah ile söylenmiş olur, yani olacaklar hakkında hiçbir zaman iddialı olmamalıyız.

آمِنِينَ (99)

(EAvMıNIyNa)

“Emin olarak.”

Mena” binalar arasında olan güvenli yerdir. Bir ülke güveninin sağlandığı yerdir. O yere girildiğinde güven içinde olunur. O yerlerde güven sağlanmıştır. Güvenlik güçleri oluşturulur, halkın güvenliğini onlar sağlarlar. Halk ise o yerlerde artık korkusuz dolaşır.

Bir yere girmesine izin verilen kimseye dokunulmayacaktır, dokunanlara karşı da koruma yapılacaktır demektir. Buna “eman” denir.

Hazreti Yusuf bunlara eman verileceğini söylemektedir.

Bugün mevcut olan pasaport ve vize anlaşmaları ortadan kalmış olmaktadır.

“Adil Düzen”de bu mesele şöyle sağlanmaktadır.

a) Yeryüzünde ülkelere temlik edilmeyen yerler vardır. Mekke böyledir. Bugün denizler böyledir. Buraya bütün insanlar bir yerden eman almaya gerek kalmadan girerler. Yaşarlar, iş yaparlar. Tüm insanlara açık alanlardır.

b) Ülkelere temlik edilen yerler ise o ülkede yaşayan ve oranın siyasi haklara sahip kadın veya erkeklerinden biri tarafından izin verilmiş olmalıdır. Artık o kimse o kişinin dayanışmasına girer. Ülkenin  illere temlik edilmemiş yerlerinde dolaşabilir, iş yapabilir. Bütün vatandaşlar buralarda dolaşabileceklerdir.

c) Ülkenin bazı yerleri illere temlik edilmiştir. Buralarda bucaklara tahsis edilmeyen yerlerde o il sakinleri ve onların izin verdiği kimseler dolaşabilir.

d) İl topraklarından bir kısmı bucaklara temlik edilmiştir. Bucakta olanlar aşiretlere temlik edilmeyen yerlerde oranın sakinleri ve oranın sakinlerinin izin verdiği kimseler dolaşabilir.

e) Bucak toprakları ocaklara temlik edilmiştir. Orada ancak ocak sakinleri ve onların izin verdiği kimseler dolaşabilir.

Yani bugünkü polis vizesinin yerine herhangi bir siyasi haklara sahip vatandaşın iznine tabidir. Zımnen de olsa geçerlidir. Bu izin yalnız devlet için değil; il, bucak ve ocak için de geçerlidir.

Kur’an’daki bu ifadeden bu sistemin geçerli olduğu anlaşılmaktadır.

“İnşaallah” ifadesinden Mısır’da bu kişi izninin yetersiz olduğu anlaşılmaktadır.

***

وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ

(Va RaFaGa EaBaVaYHı GaLa eLGaRŞı)

“Ebeveynini arşa ref’ etti.”

“Kürsü” sandalye demektir. Oturulacak yüksek yer mânâsındadır.

Arş” ise taht demektir. Koltuğun konduğu yüksek yer demektir. Yöneticiler orada otururlar, oradan yönetirler.

Şimdi Kur’an’a dönelim ve “arş” ile “kürsü”nün ne anlamlarda kullanıldığını anlamaya çalışalım. Önce gördüğümüz kâinatı Allah semavat ve arz olarak adlandırmaktadır. Burçların bulunduğu sema oradadır. Galaksilerin bulunduğu sema odur. Kürsi bu arz veya semayı içine alan bir yerdir. Yani üç boyutlu uzayı içine alan bir gemi gibi orada yüzmektedir, kâinatımız. Arş ise ondan da büyüktür. “Büyük arş” denmektedir. Arş-ı azim olarak kullanılmıştır. Demek ki beş boyuttan daha büyük mekân vardır. Kürsünün ve arşın böyle derin mânâsı vardır. Bununla beraber kelimelerin halk dilindeki mânâları da korunmuştur. Taht demektir. Padişahların ve vezirlerin oturduğu yüksek yere “arş” denmektedir. Arşta yalnız melik oturmaz, erkanı da oturur. Tiyatrolardaki sahnelere benzer.

Arş” burada marife getirilmiştir. Hazreti Yusuf’un arşı demektir. Hazreti Yusuf’a izafe edilmemiştir. Çünkü arş Hazreti Yusuf’a değil, orada görevli olan kimsenin kullanması içindir. Onun değil kamunundur. Anne babasını arşına çıkarmıştır. Kardeşler ise sahnededir. Burada “anne babası” denmektedir. Üvey annesinden bahsetmemektedir. Dolayısıyla buraya göç eden Hazreti Yakub’un karısı Hazreti Yusuf’un öz annesidir.

Ref’ etti” kelimesi kullanılmaktadır. Yukarıya çıkarma demektir. Kürsünün üzerine çıkarılması demektir.

İslâmiyet’te imamın öne geçmesi vardır. Buna çok dikkat edilir. İmamın önüne geçenin namazı fasit sayılır. “Allah ve resulünün önüne takaddüm etmeyin” âyeti delil kabul edilmektedir. Mihrabın yüksek yapılması ise İslâmiyet’te yoktur. Namazda imam da halkın durduğu yerde namaz kılacaktır. Hutbe okunurken yüksek yere çıkması ve halka dönmesi meşru olmakla beraber, hitabet ayakta yapılmaktadır.

Hazreti Yusuf burada bakanlığı şeriata göre değil, Mısır hukukuna göre yapmaktadır.

Bizim genel ilkemiz burada da tasdik edilmektedir. Bir yerde bulunduğunuz zaman oranın şeriatına ve yöneticilere uyacaksınız. Yöneticileri uyarmak farzdır. ‘Sen in biz çıkalım’ sistemi yanlıştır. Yönetim değişmez. Ancak hakemler kararı ile değişir. Kanunların da değiştirilmesini isteriz ama yürürlükte iken mutlaka uyarız.

Yani bugün biz Türkiye’de yaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uyarız, şeriata aykırı olsa da uyarız. Onun değişmesini isteriz. Başaramayacağımızı anladığımızda oradan ayrılıp gideriz.

Zorla kanunları değiştirme olmayacağı gibi, iktidarları indirip yerine geçme de yoktur. Adil Düzen Partisi kurulacaktır ama iktidar olmak için değil, tebliğ yapıp iktidarda olanların “Adil Düzen”e gelmelerini sağlamak için.

Bununla beraber, madem ki onların şeriatlarında ekseriyet sistemi vardır, biz de bundan yararlanırız. Ekseriyeti aldığımızda hükümeti biz kurarız ama millî mutabakat hükümetini kurarız. Seçimde meclis dışı kalan partilere de oyları nisbetinde bakanlık vererek yönetimde temsillerini sağlarız. Yani; Adil Düzenciler hem şeriata hem kanunlara uymak zorundadırlar. Şeriattan geçici tavizler verebilirler.

وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا

(Va ParRUv LaHUv SucCaDan)

“Ona succed olarak harr ettiler.”

Harr etmek” demek, bir binanın birden çökmesi anlamındadır. Birlikte secdeye gitme, hep birlikte secdeye koyulma anlamındadır. Hepsi birden secdeye gitmişlerdir.

Secde” alnın yere değmesidir. Hazreti Peygamber; yedi aza ile secde etmeyi, saçları bağlamayı ve elbiseyi de sıkmayı emrolundum diyor. Yedi azadan maksat iki ayak, iki diz, iki el ve alındır. Burun değmese de bu hadise göre secde olmuş olur. Kur’an zeknlerine secde ettiler diyor. Zekn çere demektir. Başın herhangi bir yeri değdiğinde secde tamam olur.

Hazreti Yusuf rüyasında 11 yıldızı kendisine secde eder görmüştür.

Orada “sacidîn” diyor, burada “sücceden” diyor.

Ağzımızdan çıkan kelimelerin bir sesleri var, bir de mânâsı var. Göz dediğimiz zaman onunla bir aletimizi anlarız. Hareketlerin de böyle mânâsı vardır. Kıyam etmek, rüku etmek, secde etmek, kuud etmek böyle anlamlar taşır.

Secde, kayıtsız şartsız itaat ve emirleri yerine getirmedir.

Rüku ise bazı şartlarla emirleri yerine getirmektir.

Kıyam, söylediklerini dinlemeye hazır olduğunu ifade eder. Saygı duruşudur.

Oturma yani kuud ise yalvarmak amacıyla kendi teslimiyetini ifade eder. Durmaya mecalim kalmadı demektir.

Rüyadaki secde tam teslimiyeti ifade eder, itaati anlatır. Buradaki secde ise sadece hareket anlamını taşır. Rüyadaki secde topluluğun oluşmasını anlatır, burada ise kişilerin davranışını gösterir. Onun için orada erkek kurallı çoğulla, burada kuralsız çoğulla gelmişlerdir.

Fıkıhçılar dilin kaidelerine dayanarak fıkıh oluşturmuşlardır. Bunun için dil ve usul ilimleri geliştirmişlerdir. Fıkha uyarlanan bu usul diğer kelam, tasavvuf ve siyaset ilimlerine uyarlanmamıştır. Bu sebeple tefsirciler bu kuralların çoğunu nazarı itibara almadan yorumlar yapmışlardır. Amelî olmadığı için de önemsenmemiştir. Biz ise fıkıhta uygulanan bütün kuralları tefsirde de uyguluyoruz. Hatalarımız çok olabilir. Ama gelecekte siz bunları düzelteceksiniz.

Sûrenin başında “raeytühüm li sacidîn”, burada “harrû lehu sücceden” denmesini böylece zorlanmadan açıklıyoruz.

Burada tartışılacak bir konu ortaya çıkıyor. İnsana secde edilmez. Bunun anlamı, insana tam teslimiyetle itaat edilmesidir. Burada ise kardeşler secdeye kapanmışlardır. Gerçi sûrenin başında ben onları bana secde ederken gördüm diyor. Anne babası da secde etti diyor. Bununla beraber onlar içinde anne ve babanın olması gerekmez. Kaldı ki o rüyadır. Rüyadaki bir hareket meşruiyeti göstermez. Burada ise anne baba secde etmemişlerdir, kardeşler secde etmişlerdir. Onlar da peygamber değildir.

Bununla beraber en çok itaat edilecek başkan aşiret başkanıdır, sonra kabile bakanıdır. Bu başkanların yetkileri çok işlerdedir. Secde kadar değilse de onu okşamaktadır. İtaat etmeyeceksen aşiretini, kabileni terk edeceksin.

Hicret demokrasisi vardır. İsyan demokrasisi yoktur. İl başkanları taşra bucaklarındakilere başkanlık edemezler. Devlet başkanları taşra bucak ve illerindeki halka başkanlık edemez. İnsanlık başkanı için de durum böyledir. Yerinden yönetim vardır. Herkes kendi ocağındaki ve kendi bucağındaki başkana itaat eder.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm böylece tarihî zorlamalar sonunda aşiretini kurmuştur.

Adil Düzen Çalışanları bunu temel almalıdırlar. Birinin başkanlığında aşiretlerini oluşturmalıdırlar. Beğenmedikleri başkan olursa değiştirmelidirler.

Bugün birçok cemaatler vardır ama bunlar İslâmî aşiret oluşturamamışlardır.

  1. Bugünkü cemaatler beş vakit namazı birlikte kılmıyorlar.
  2. Bugünkü cemaatler toplantılara kadınları ve çocukları katmıyorlar.
  3. Bugünkü cemaatlerin ibadet dışında bir ortaklıkları yoktur; lâik bir hayat yaşıyorlar.
  4. Bugünkü cemaatler niza durumunda hakemlere gitmiyorlar.

İşte bu sebeplerden dolayı Kur’an’ın istediği aşireti ve kabileyi oluşturamıyorlar.

Biz Akevler Çalışanları da henüz böyle bir aşireti oluşturamadık.

Onun için şimdi anayasa ekseriyeti ile iktidarız ama “Adil Düzen”imiz serap olarak bile görünmüyor.

Aşireti oluşturma gayretinde olanlar, yukarıdaki dört maddeyi akıllarından çıkarmamalıdırlar. Başlamak için de tek başına da olsa bir yerden başlamak gerekir.

وَقَالَ يَاأَبَتِ

(Va QAvLa YAv EaBaTı)

“Ey babam dedi.”

“Ebî” yerine “Ebeti” getirilmiştir. İsmi tasgir anlamındadır. İsmi tazimdir. Kural dışıdır. Babasına saygılı olarak hitap etmektedir.

Mısır ülkesinin bakanı olmuştur. En önemli bakanlık elindedir. Maliye bakanı hâlâ bakanların başında zikredilir. Onun huzurunda anne baba ve kardeşler vardır.

Onların durumu nedir?

İşte Hazreti Yusuf’a bakıyorlar. Hazreti Yusuf da konuşuyor. Anne babasını yanına almış, arşa çıkarmıştır. Burada önemli bir olay vardır. Hazreti Yakup ve Hazreti Yusuf, ikisi de vahiy alan peygamberdir. Hazreti Yusuf aşireti kuracaktır ama babası da peygamberdir.

Buradaki durum şudur: Bir yerde emekli olan eski görevli ile onun yerine atanan yeni görevli arasındaki ilişki ortaya konuyor. Protokolde eski görevli ilerdedir ama yetkide ise yeni görevli yetkilidir. Eski görevli danışmandır.

“Adil Düzen Anayasası”nda yer alan bu husus burada Kur’an’ca teyit edilmektedir. Eski görevli müşavirdir. Bütün yönetim onun bilgisi içinde cereyan eder. Gerekirse hakemlere gidebilir ama doğrudan herhangi bir emir verme yetkisi yoktur.

هَذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ

(HAvÜAv TaEVIyLu RuEYAYa)

“İşte rüyamın tevili budur.”

Hazreti Yusuf aleyhisselâm tâ başta bir rüya görür; ay, güneş ve on bir yıldız ona secde etmektedir. O gün babası onu tevil etmiş ve ona olacakları haber vermiştir. Şimdi de dönüyor ve babasına diyor ki; gördüğüm rüyaya yaptığınız tevil işte bu, onlar secdeye vardılar.

Tevil” burada marifedir. O rüyayı Hazreti Yakup tevil etmişti.

Burada iki olay vardır. Birincisi, koskoca Mısır’ın maliye bakanlığını yapma, ikincisi de küçük bir aşireti oluşturma. Kardeşlerinin ona biat etmelerini Hazreti Yusuf çok önemli görüyor. Çünkü bu sayede yepyeni bir düzen insanlığa belki yıllar sonra gelecektir.

Mısırdaki hakimiyet o günün saltanatıdır. Cari sistemle bir şeyler yapmaktır. Oysa Hazreti Yusuf peygambere verilen görev düzeni değiştirmedir, yeryüzüne “Adil Düzen”i getirmedir. Demek ki bizim bugün gelmesi için çalıştığımız “Adil Düzen dört bin sene önce başlamıştır.

Millî Görüşçüler ve AK Partililer bugüne kadar bu gerçeği maalesef anlayamadılar, hâlen de anlamak istemiyorlar. Bugün “Adil Düzen” gelmez, doğrudur. Hazreti Yusuf peygamber orada Mısır kanunlarını değiştirip bir iş yapamazdı. O Mısır kanunları içinde yönetimi iyi bir şekilde götürmüştü. O halde AK Parti de bunu yapacaktır. Düzeni değiştirmeyecek, mevcut düzende yapacağını yapacaktır. Ama diğer taraftan “Adil Düzen”in gelmesi için bir aşiret oluşmasına da imkan verecektir. Ne Saadet Partisi ne AK Parti şu ana kadar bunu yapmadı.

Unutmamak gerekir ki “Adil Düzen” Mısır’da teessüs etmedi, yüzyıllar sonra Hazreti Musa aleyhisselâm Mısır’ı terk etti de ancak ondan sonra “Adil Düzen” kurulmaya başlandı. Onun zamanında da “Adil Düzen” gelmedi. Ancak Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman aleyhisselâm zamanında uygulanabilir olmuştur.

AK Parti “Adil Düzen Çalışmaları”na destek vermelidir. Ama o ancak mevcut düzende iyi işler yapabilir. Aslında AK Parti’yi Allah bunun için iktidara getirdi. Saadet Partisi’ne o imkanlar onun için verildi. Değerlendirmezlerse görevlerini yapmamış olurlar, Allah da hesaplarını sorar.

مِنْ قَبْلُ

(MiN QABLu)

“Min kablu/ daha önce.”

Buradaki “Min Kablu” rüyanın zarfı olabilir. Yani daha önce gördüğüm rüyanın tevili anlamına gelebilir, ya da tevilin müteallakı olabilir. Yani daha önce senin yaptığın rüyanın tevili mânâsı çıkar. İkisi de doğrudur.

Kur’an’da böyle çok mânâlı ifadeler vardır. Hepsi doğru olurlar. Yere göre uygulamak gerekir. Rüya görmek ve rüyayı yorumlamak; hangisi önemlidir?

Rüya görülmeden rüya yorumlanamaz, ama yorumlanmadan da rüya bir işe yaramaz. Her ikisi birden önemlidir. Önce rüya görülmeli, ama rüya aynı zamanda doğru yorumlanmalıdır. İki mânâ da doğrudur ve ikisinin birden olması gerekir.

قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا

(QaD CaGaLaHAv RabBIy XaqQan)

“Rabbim onu hak kılmıştır.”

Buradaki zamir rüyaya gitmektedir. Rüya kelimesi sondaki “ye”li med ile müennes bir kelimedir. Tevile gitmemektedir. Rüya hak olmuştur. Rüyayı görürsünüz; gerçekleşirse hak olmakta, gerçekleşmezse bâtıl olmaktadır. Rüyaların hak olması için net görülmeli, net olarak hatırlanmalıdır. Bir kimseyi rüyada görürsünüz, bir bakarsınız ki çıkıp gelir yahut ona rastlarsınız. Bu tür sade rüyalar da vardır.

Rabbim onu hak kıldı” demekle önce rüya gösterilmiş, sonra o rüyaya göre olayları geliştirmiştir anlamı çıkar.

Mısır’a hicretleri takdiri İlâhidir. Hazreti Yusuf rüya görmeden de o öyle olacaktı. Ama kardeşlerin birden secde etmesi ise Rabbinin rüyayı hak yapması içindir. Rüya tamamen özel bir durumdur. Burada ay ve güneş ile on bir yıldız sayı olarak gerçek olmuştur. Onların secde etmeleri de gerçek olmuştur. Mecazi olan anne babanın ay ve güneş olarak, kardeşlerin de yıldız olarak görünmeleridir. Kardeşler kardeş, anne ve babaları da anne baba olarak görülebilirdi. İşte rüyanın ilâhiliği buradadır. Tamamen aynı olsa gelecekteki olay önceden mukadderdir, ileri zamana giden ruh onu görmüş ve yaşamıştır. Yani alınan filmin bazı sahnelerini sırası gelmeden seyretmiş olurdu. Oysa burada rüya aynı değil, yıldız ve ay ile değiştirilmiştir. Bu kendiliğinden olma, şuursuzca olma bir olay olmaz.

Rüyayı hayvanlar da görmektedir ama bu rüya böyle mecazlı değildir. Hayvanların da dilleri var, konuşmaktadırlar. Ne var ki onlar asla mecazi kelime ve ifadeler kullanmazlar. Onların gördüğü rüyalar da böyledir. İnsanların rüyaları ise mecazlıdır. Bu da insanlara rüya gösteren görevlilerin (meleklerin) de bizim gibi mecazlı dilleri vardır anlamına gelir. Dillerin mecazlı olması ile biz evrim yapabiliyor, yeni kavramlar ifade edebiliyoruz.

وَقَدْ أَحْسَنَ بِي

(Va QaD EaXSaNa BIy)

“Bana ihsan etmiştir.”

Hazreti Yusuf kuyuya atılmış ve götürülerek yâd ellerde köle olarak satılmıştır. Sonra iftira edilmiş ve yıllarca hapishanelerde kalmıştır. Başından bu kadar kötülükler geçmiş olduğu halde o çektiklerini değil iyilikleri hatırlamaktadır.

Bana ihsan etmiştir” diyor.

Kendi hayatımızda da çok kötü günler geçmiştir. Ama onlardan kurtulmuş ve şimdiki duruma gelmişsiniz. O kötü günleri yâd eder, hep onları sayarsanız, kendinizi helâk etmiş olursunuz. O kötü ve tehlikeli günlerden kurtulmalarınızı hatırlarsanız, o zaman ‘Rabbimiz bize ihsan etmiştir’ dersiniz.

Farz ediniz ki hasta oldunuz ama sonra iyileştiniz. ‘Ben neden hasta oldum’ diyerek dövünürseniz hayatınızı zehir edersiniz. Ama ‘ben hasta idim, Allah iyi etti’ der de hamd ederseniz mesut olursunuz.

Demek ki kurtulmak şartı ile kötü günler görmek, sıkıntılı hayatı yaşamak bir nimettir. O sayede siz olgunlaşmakta ve değerli insan olmaktasınız.

İşte Hazreti Yusuf aleyhisselâm o geçirdiği sıkıntılı günleri hatırlamıştır. Onlardan kurtulduğunu hatırlıyor, o ihsanı dile getiriyor.

إِذْ أَخْرَجَنِي مِنْ السِّجْنِ

(EiÜ EaPRaCaNIy MiNa elSıCNı)

“Beni sicnden ihraç ettiği zaman.”

Yani hapishaneden çıktığını hatırlıyor, büyük ihsanın o zaman yapıldığını söylüyor.

Evet, Hazreti Yusuf’a ilk büyük ihsan kuyudan çıktığı günde yapılmıştır. Rabbin rüyayı hak etti demekle o günleri anmaktadır. O kardeşlerinin yaptıklarını dile getirmektedir. Şimdi de büyük ihsanı zikretmektedir. Hapishaneden çıkmış ve vezir olmuştur.

Vezir olmak aslında çok büyük ihsan değildir. Mısır’a hizmet edecek ve bir müddet sonra ölüp gidecek, unutulacaktır. Nitekim bugün Mısır kitabelerinde Hazreti Yusuf’un kıssasına rastlayamıyoruz.

AK Parti’nin iktidarı da böyledir, Saadet’in iktidarı da böyledir. Eğer onların iktidarı “Adil Düzen”i getirecekse ihsan olur. Yok getirmeyecekse, o zaman sadece onların yemeleri için bir çalışma olur.

İstanbul Teknik Üniversitesi’ne gittiğimde iki grup vardı; Atatürkçüler grubu ve milliyetçiler grubu. Biz Atatürk’e karşı kışkırtılıyor, ona göre davranıyorduk. Onlar Atatürkçü geçinerek talebe birliği yönetimini ellerinde tutuyor, soyup soğana çeviriyorlardı. Yönetim de onlara güvenmediği için onlara hiçbir yetki tanımıyordu. Biz seçimde yönetimi ele geçirdik. Yönetici arkadaşlarımız borçlu yönetimi ele aldılar, o çalanları da mahkemeye verdiler. Dört sene yönetim bizde kaldı. İtibar kazandık. Üniversite öğrenci ile ilgili bütün imkanları bize devretti. Son sınıfa geldiğimizde yönetimi kaybettik. Önce o mahkemedeki arkadaşların davası bitmediği için davayı geri çektiler. Sonra da bizim biriktirdiklerimizi onlar afiyetle yediler.

Ankara’ya gidip görev alacağım dönemde elektrik mühendisliğinde kayıt yaptıracağım; bizim mahkemelik arkadaş, on yılda mezun olan arkadaş orada Elektrik Mühendisleri Odası’nın başkanı olmuş! O zaman anladım ki bütçeler boşaldığı zaman bizi iktidar ederler, yemeye sıra gelince onlar iktidar olurlar.

Şimdi de AK Parti iktidardadır, çünkü böyle olması gereken zamandır. Yeme zamanına sıra gelince onlar iktidar olurlar. Bu arada sizi de hırsız yapıp mahvederler.

O halde AK Parti’nin yapacağı iş nedir?

“Adil Düzen”e hazırlık yapmak, orada da sonrakilerin yememesi için gereğini yapmak.

وَجَاءَ بِكُمْ مِنْ الْبَدْوِ

(Va CAyEa BiKuM MiNa eLBaDVi)

“Sizi bedvden ciet ettirdi.”

Burada “Ve” harfi ile atfedilmiştir. “İz” tekrar edilmemiştir. Yani hapishaneden çıkma ile kardeşlerinin badiyeden getirilişini aynı “İz”de toplamış ve atfetmiştir. Çünkü hapishaneden çıkması ve aziz olması onun için önemli değildir. Önemli olan kardeşlerinin badiyeden Mısır’a gelmeleridir. Onu ihsan saymaktadır.

Neden onu ihsan saymaktadır?

Çünkü o sayede yeni bir aşiret oluşacak, o aşiret sonra Mısır’da kabile ve şa’b olacak, sonra da Mısır’dan çıkıp kavim olacak, o kavim insanlığı uygarlaştıracaktır. Yani, bugün “Adil Düzen Çalışanları”nın hedefi ne ise o gün Hazreti Yusuf aleyhisselâmın da hedefi o idi.

Demek ki bugünkü döngüde Hazreti Yusuf’un azizliği AK Parti’nin iktidarıdır. Döngüde kardeşlerinin Mısır’a gelmesi “Adil Düzen Aşireti”nin bu arada oluşmasıdır.

Karşılaştırma yapabilirsiniz. On iki badiyeli mi, koskoca Mısır ülkesi mi; hangisi daha hayırlı?

O 12 badiyelinin Mısır’a gelmesi daha hayırlıdır.

İşte, bir tarafta koskoca AK Parti iktidarı, onun yanında 12 kişi olarak zor oluşmuş Akevler Adil Düzen Çalışanları.

Bugün o Mısır’da onların yaptıkları olarak sadece ehramları vardır.

Halbuki Hazreti Yusuf ve kardeşlerinin başlattığı İbrahim dini/düzeni tüm yeryüzünde bayrağını sallandırmaktadır.

İleride de böyle olacaktır.

AK Parti’nin görkemli iktidarı belki ehramları da bırakamayacak ama “Adil Düzen Çalışanları” III. Bin Yıl Medeniyeti’nin “Adil Düzen”ini getireceklerdir.

Burada “bedev” kelimesini kullanmaktadır.

Biz de badiyeden kurtulmalıyız. Bugünkü İstanbul büyük bir köy şeklindedir, badiye hayatı yaşanmaktadır. Biz Adil Düzen Çalışanları “inşaat ortaklığı” kurarak kendimize yüz dairelik apartmanlar yapmalıyız. Apartman on kat olacak, her katta on daire ve bir mescit bulunacak ve her kat aşiret olacaktır. Binanın alt katları işyerleri olacak, apartman yüz dairelik bir karye olacaktır. Gerek teknik gerek sosyal yapısı ile böyle bir iskana geçersek o zaman bedevi olmaktan çıkacağız.

Sabırla çalışmaya devam edeceğiz. Çok yakında böyle bir inşaata başlama imkanını Allah verecektir. Batı düzeninde kazanmanın mümkün olmadığını Allah size gösterecek, siz de ister istemez “Adil Düzen”de o işleri yapacaksınız.

مِنْ بَعْدِ أَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي

(MıN BaGDı EaN NaZaĞa elŞaYOANu BaYNIy Va BAYNa IPVaTIy)

“Şeytan benimle ihvetimin beynini nezg ettikten sonra.”

Kardeşlerinin kötü düşünmesini sağlayan onu kuyuya attıran şeytandır. Hazreti Yusuf öyle söylüyor. Aslında şeytanın bunu yapmasına izin veren Allah’tır. Allah Hazreti Yusuf’un Mısır’a gitmesini ve orada aziz olmasını, sonra da kardeşlerini oraya götürmesini istiyordu.

Bu nasıl sağlanırdı?

Ancak kardeşlerinin şeytana uyması ile sağlanırdı.

Demek ki şeytanın da görevi vardır ve o görevi yapması için yaratılmıştır.

O zaman şeytan neden cehennemde olacaktır?

Şeytan cehennemde azap çekmeyecek, ateşten yaratıldığı için ateş ona cennet gibi olacaktır diyebiliriz.

Biz Allah’ın kâinatı yarattığını ve neler olacağını biliriz. Bunu düşünmeye hakkımız vardır. Ama Allah kâinatı neden böyle yarattı diye bir ahkam kesemeyiz. O yaptıklarında lâ yüseldir. Allah’ın zalim olmadığını da biliriz. Ama bu işler nasıl olacak, onları bilemeyiz. Biz şunu bilmeliyiz ki, biz isyan edersek cehenneme gideceğiz ve azap çekeceğiz. Balığı sudan çıkarırsanız azap olur. İneği suyun içine gömerseniz ona azap olur. Sonunda olanların hepsi takdiri ilâhidir, başımızdan gelip geçmesidir.

Biz bir artist gibiyiz, bizim için ne yazılmışsa onu oynarız. İyi oynamamızdan dolayı mükafat alırız, kötü oynarsak mücazat alırız. Bir artist katil rolündedir, bu oyunu iyi oynarsa mükafat alır. Öbürü hakim rolündedir, o da o oyunu iyi oynarsa mükafat görür. İyi oyuncu iyi rolde oynayan değildir. Biz bize verilen rolü iyi bilmeliyiz, onu oynamalıyız. Onun dışındakiler bizim değil O’nun işleridir.

Biraz önce “Min Kablu” kelimesini getirmiş, şimdi de “Min Ba’di” kelimesini getirmiştir. Böylece “Min Kablu” ile “Min Ba’di” arasında irtibat olduğuna işaret etmiştir.  Sebep-sonuç ilişkisi önce-sonra ilişkisidir.

Bugün bir şey görürüz. Onunla geçmişte olanları anlarız. Kazıları yaptığımızda gördüklerimiz şimdi olanlardır ama o gördüklerimize dayanarak geçmişte olanları biliriz. Bunun gibi; şimdi tohum ekersek gelecek aylarda buğday alacağımızı biliriz.

Hazreti Yusuf’un kıssası da böyle geçmiş ile gelecek arasında kurulan zincirdir. Ne var ki sadece sebep sonuç ilişkisi değil, birilerinin iradi müdahaleleri ile olaylar cereyan etmiştir.

Tarihimizi de böyle bilmeliyiz. Tesadüflerin veya kişilerin kendi maharetlerinin veya gaddarlıklarının sonucu değil de İlâhi takdiri keşfedip bugün olanlarla geçmişi göz önüne alarak nereye doğru seyretmekte olduğumuzu bilmemiz gerekir.

Evet, gemimiz “Adil Düzen”e doğru seyrediyor.

إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ

(EinNa RabBIy LaOIyFun)

“Rabbim latiftir.”

Latif” aslında yumuşak, şeffaf demektir. Cam latif değildir. Hava latiftir. Çünkü ne gözle ne de elle hissedilmez ama vardır. Gerçek latif olan hava da değildir. Çünkü elinizi salladığınız zaman hissetmezsiniz. Melekler latiftir, cinler latiftir, Allah latiftir. Çünkü bizim duyu organlarımız onları almaz. Latif kelimesi kendini hissettirmeden iyilik etme anlamına gelir. Size bir iyilik gelir ama iyiliğin kimden geldiğini bilmezsiniz. Bu da latiftir.

Latif” kelimesi feîl vezni üzeredir. Fail de olabilir mef’ul da olabilir. Fail mânâsı ile iyilik eden demektir. Mef’ul mânâsı ile şeffaf olan anlamındadır.

Rab” terbiye eden demektir.

Rabbim” diyor, “Rabbimiz” demiyor. Çünkü Allah herkesle ayrı ayrı ilgilenir. Topluluklarla da ayrı ayrı ilgilenir. Yani kâinatı kurallarla yaratmıştır. Her şey matematikle hesaplanır ve değişmez bir şekilde hareket eder. Oysa insanların hepsinde ayrı ayrı kişilik vardır. Hiçbiri hiçbir suretle aynı eneye sahip değildir. Allah da bu enelerin hepsiyle ayrı ayrı ilgilenir. İşte bu sebepledir ki Hazreti Yusuf “Rabbim” diyor. O olaylara hep kendi gözü ile bakıyor. Sanki tüm kıssa Hazreti Yusuf’u anlatmak içindir.

لِمَا يَشَاءُ

(LiMAv YaŞAyEu)

“Meşiet ettikleri için”

Allah’ın iradesi var. Geçmişte murad etmiş, onları kural olarak koymuş, o kıyamete kadar öyle cereyan edecektir. Doğa kanunlarını öğrendiğimiz zaman Allah’ın meşiet ettiğini de öğrenmiş oluruz. Allah zaten böyle kurallı kâinatı bunun için yaratmıştır. Bu sayede biz geçmişi ve geleceği biliriz.

Bir de Allah’ın gelecekte meşiet edecekleri vardır. İşte o gayb olaylarıdır. Bizim onları bilmemiz mümkün değildir. Kimse bilemez. Kural dışı olaylardır. Müdahaleli olaylardır. Orada Allah latiftir. Yani kendisini belli etmez. Burada da böyle olmuştur.

Yusuf kıssasında anlatılanlar kurallı olaylar değildir, kural dışı oluşanlardır. Olaylar olduktan sonra ne olduğunu anlarız. Hangi yollarla hedefe gidileceğini bilemeyiz.

“Adil Düzen”in de nasıl geleceğini bilemeyiz. Nasıl olaylar cereyan edecek de “Adil Düzen” gelecek, bilemeyiz. Beklediğimiz şekilde gelmediği takdirde hayal kırıklığına uğrarız. Millî Görüş’ün “Adil Düzen”i getiremeyişine aklımız ermez. Bazı arkadaşlarımız hâlâ “Adil Düzen”i onların getireceğine inanmaktadır. Oysa “Adil Düzen”i getiren Allah’tır. Nasıl getireceğini O bilir.

Bir tasavvur yapalım: “Adil Düzen” gelmediği için Türkiye devleti yıkılmıştır ama Türkiye yıkılmamıştır. Aynı zamanda dünyada da düzen çökmüştür. Halk yeni bir düzenin gelmesini istemektedir. O günkü askerler de düzeni iade etmeyi düşünmektedirler. “Adil Düzen” de “Adil Düzen Çalışanları” sayesinde kendisini ortaya koymuştur. Başka çareleri kalmadığı için “Adil Düzen” uygulamasına başlıyorlar.

İşte bu olaylar kural dışıdır.

İstiklâl Savaşımız da kural dışıdır.

Bunun geleceği hakkında bugün hiçbir emare yoktur.

Kim bilir, belki de Harp Akademisi’nde birileri kaçak olarak internetimize girmekte ve “Adil Düzen”i öğrenmektedir.

Hüseyin Barak Obama’yı ABD’nin başına getiren güç daha önce hayal edilir miydi?  

إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ (100)

(EinNaHUv HuVa elGaLIyMu eLXaKIyMu)

“Hakim olan alim O’dur.”

Yukarıda “latif” kelimesini nekre olarak getirdi. Buradaki kelimeleri ise marifeler olarak getirdi. Bize Allah’tan başka da latif varlıklar olduğuna işaret etmiş olmaktadır.

Alim” geçmişte olanları bilen demektir.

Hakim” ise gelecekte  yapacaklarını bilmesidir.

Bunun yalnız Allah’a ait olduğunu belirtmek için bunlar marife getirilmiştir.

Gaybı yalnız Allah bilir.

***

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنْ الْمُلْكِ

(RabBı QaD EAvTaYTaNIy MıNa eLMuLKi)

“Rabbim bana mülkten verdin.”

Hazreti Yusuf aleyhisselâm muhatabı değiştiriyor ve “Rabbi” diyerek hitap ediyor. Ya demeye gerek kalmıyor, çünkü “Rabbi” sözü  ile kime hitap ettiğini belirtiyor.

Rabbi” kelimesi “Ya Rabbi” demektir. Ben sana nida ediyorum kelimesi mahzuftur. Mahallen mensuptur.

Mülkten bana verdin” diyor. Marifenin başına “Min” gelirse mülkten bir parçayı ifade eder. Asıl mülk melikindir ama bakanlar da mülkten bir cüzü içerirler.

Burada önemli bir hususa işaret etmektedir. Melik görevden görevliyi alabilir ama görevine müdahale edemez. Görevli görevini yaparken kendi içtihadı ile amel eder.

Hanefi olan Osmanlı padişahı Şafii birisini Mısır’a vali tayin ettiğinde, vali Hanefi mezhebine göre değil, Şafii mezhebine göre hükmederdi. Yani atayanın mezhebine ve içtihadına göre değil, atanan kendi mezhebine göre hükmederdi.

İşte bu kural burada ortaya çıkıyor.

Mısır’da da durum böyle olmalıdır. Görev verilen görevli kendi içtihadı ile görevini yapar ve yargıya karşı da kendisi sorumludur. Askerlikte ise görevli üstüne karşı sorumludur.

وَعَلَّمْتَنِي مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ

(Va GalLamTaNIy MiN TaEViYLi eLEaPAvDIyÇı)

“Ve bana hadiselerin tevilini talim ettin.”

Bu sûrede hadiselerin tevilinden bahsetmektedir. Rüyanın tevili değil hadiselerin tevili.

Hadiselerin tevili” demek komplo teorileridir. Olayları olduğu gibi görmeyip arka yüzlerini keşfetmek hadiselerin tevilidir.

Hanefi Avcı bugünlerde bir kitap neşretti.

Mahir Kaynak’ın dediği gibi; bunu kendiliğinden hazırlamadı.

Ordu yeter derecede yıpratıldı.

Şimdi yıpranma sırası Gülencilere gelmiştir.

Bu arada Adil Düzencileri de araya katıp onları da yıpratmak isteyebilirler.

Sonra ne olur?

İki taraf böylece yıpranınca, zayıflayınca iki tarafa ne isterlerse onu yaptırırlar. Bu olayları böyle yorumlamak hadiselerin tevilidir.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm da rüyanın tevilini değil, hâdiselerin tevilini öğrenmiştir. Kuyuya niçin atıldı, hapishaneye niye girdi; bunları hep bilmiştir.

“Allemenî” demiyor, “Allemtenî” diyor. Yani birden öğretmemiş, olaylar cereyan ettikçe öğretmiştir.

Biz de bugün olayları tahlil edebiliyorsak; yarım asırdan  fazla zamandır yaşadığımız olaylar bize hâdiselerin tevilini öğretmiştir. Hata edebiliriz ama söylediklerimizin çoğu doğrudur.

Komplo teorilerinin tamamı şu varsayıma dayanır. Allah insanlığı “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçirmek için İsrail oğullarına görev verdi. Yarım bin yıldır bunu yapmaktadır. Yahudiler İslâmiyet’ten öğrendiklerini Batı’ya aktarmışlardır. Sermaye terakümü sayesinde sanayileşme mümkün olmuştur. Bu sermaye terakümü faizli sistemle mümkün olmuştur.

Faizli sistem artık ömrünü tamamlamıştır. Şimdi “Adil Düzen”e geçiliyor. Ama sermaye eski oyunlarında direniyor. Hâlen parası var, istediği fitneyi yapabiliyor.

Olayları böyle görmek gerekir. Allah da “Adil Düzen”in gelmesi için insanlığı hazırlıyor. Olan olayların özü hep budur. İstiklâl Savaşı, 60 ihtilâli, 12 Eylül, 28 Şubat müdahaleleri hep bu tekel sermaye ile halk ekonomisinin mücadelesidir.

فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ

(FAvOıRa esSaMAvVAvTı Va eLEaRWı)

“Semavat ve arzın fâtırı (Rabbim).”

Rabbin sıfatı olarak gelmiştir. “Rabbi” mahallen mensup olduğu için burada sıfatı da mensuptur. Marifeli ismi fail bir yönü ile marifedir, fail yönü ile marifedir; bir yönü ile de nekredir, fiil yönüyle nekredir. Dolayısıyla marifeye sıfat olabildiği gibi marifeye muzaf iken hâl de olabilir. Buradaki “fâtır” kelimesi Rabbe sıfat veya “allemte”deki “te”ye hâl olabilir.

Fâtır” “fitret” kelimesi kâinatın atomlardan yaratıldığına işaret eder. Her atom ayrıdır ve farklı yerde bulunur. Bütün parçacıkların özellikleri aynıdır. Ne var ki yerleri ve komşuları farklıdır. Birbirinden uzaklıkları farklıdır ve devamlı değişmektedirler.

İnsanlar da insan olarak aynıdır ama bulundukları yer ve komşuları ile ilişkileri farklıdır. Bu sebeple burada “fâtır” kelimesini söylemektedir.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm burada herkese ayrı muamele yapıldığına işaret ediyor. Allah bize böyle aktarıyor. Bununla beraber Mısır dili de Arapça kökenlidir. Orada da aynı incelikleri taşıyan kelimeler olabilir.

أَنْتَ وَلِيِّ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ

(EaNTa VaLiyYı FIy elDunYAv Va eLEaPıRaTi)

“Dünya ve âhirette benin velim sensin.”

Kâinatın fâtırı olduğunu ifade ettikten sonra; kendisinin de velisi olduğunu, dünyada ve âhirette de velisi bulunduğunu ifade etmektedir.

Dünya ve âhiret” kelimelerini burada birlikte getirmektedir.

Bu dünyada yaptıklarımızla âhirette yerimizi alacağız, cennete veya cehenneme gideceğiz. Bu dünyada yaptıklarımızla âhiret hayatımızı yaşamaya başlayacağız. Ne var ki orada bu dünya hayatımızda olduğu gibi Rabbimizin velayeti ile yaşayacağız. Yine O’na muhtaç ve O’nun ihsan ve ikramı içinde hayatımızı sürdüreceğiz. Oradaki hayat buradaki hayattan daha üstün olacak ama hiçbir zaman ölgün, etkisiz, heyecansız bir hayat olmayacaktır. Bu dünyaya benzer ama ondan üstün bir dünya olacaktır. Rüya gibi sadece ruhların bir hayatı olmayacaktır.

Allah’ın velayetinin orada da devem edeceğini ifade etmiş olmaktadır.

تَوَفَّنِي مُسْلِمًا

(TaVafFANIy MuSLiMan)

“Beni Müslim olarak vefat ettir.”

Beni barışçı olarak vefat ettir, savaşçı olarak vefat ettirme.

Burada kardeşlerinin yaptıklarına karşılık kendisinin hislerine kapılarak düşmanlık yapmamasına, kardeşlerinin de nefsi müdafa zorunda kılmamasına dua etmektedir.

Biz “Adil Düzen Çalışanları” sabırlı olmalıyız. Bize yapılanların intikamını almayı asla düşünmemeliyiz. Onların yaptıklarının düzen gereği olduğunu bilmeliyiz. Dolayısıyla geçmişin intikamına asla kalkışmamalıyız. Bugün eğer bize saldırıyorlarsa, iktidar bizdeyse asla müsamaha etmemeliyiz. Hazreti Muhammed aleyhisselâmın Hendek Savaşı’nda hainlere yaptıklarını yapmalıyız. Ama ondan sonra ise her şeyi unutup geleceğimize bakmalıyız.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm “Beni Müslim olarak vefat ettir” diye dua ediyor.

Barışçı olmak için affedici olmak gerekir, barışçı olmak için ihsan edici olmak gerekir.

Biz çalışmalıyız ama kimseye kin duymamalıyız.

وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ (101)

(Va EaLXıQNIy Bı elÖALıXIyNa)

“Beni salihlere ilhak et.”

Bu dünyada Müslüman olarak vefat ettir, âhirette de salihlere ilhak et.

Salih” kurallı çoğul getirilmiştir. Demek ki orada da topluluklar olacaktır, orada da gruplar olacaktır. Onlar salih olacaklar.

Salih olma” demek uyumlu olma demektir.

Türkçede “sulh” silm anlamında kullanılmaktadır.

Burada da “sulh” ile “silm” bir arada zikredilmiştir.

“Silm” barıştır. Yani başkasına haksızlık yapmama, savaş içine girmemedir.

“Sulh” ise işbölümü içinde görev yapma ve düzene uyma demektir.

Yani; âhirette de işler olacak ve bunlar işbölümü içinde olacak, herkes kendisine düşeni isteyerek eksiksiz yapacaktır demektir.

Hazreti Yusuf aleyhisselâm bu duayı aleni yapmış, kardeşlerine ve anne babalarına duyurmuştur. Bu dua aynı zamanda Allah’a söz verme anlamındadır. Savaşçı olmayacağını, barışçı olacağını; bozguncu olmayacağını, sulhçu olacağını ifade etmiştir. Kardeşlerinin de böyle dua etmelerini istemiştir.

Burada Hazreti Yusuf’un kıssası sona ermiştir.

 

Bundan sonra ne olmuştur?

 

Bundan sonrasını Hazreti Musa’nın kıssasında öğreniyoruz.

 

Hazreti Yakub’un çocukları bir taraftan Mısır’da yerleşmişler ve orada çoğalmışlar, diğer taraftan da dışlanmışlardır. Böylece İsrail oğulları bir taraftan kendi Mezopotamya yaşayışlarını korumuşlar, diğer taraftan da Mısır uygarlığını öğrenmişlerdir.

Sonra yine istenmeyen olaylar olmuş ve İsrail oğulları Mısır’dan çıkmışlar, Filistin’de devlet kurmuşlardır. Sonra yenilmişler ve tüm dünyaya sürülmüşlerdir. Böylece tüm insanlığı öğrenmişler, tüm insanlık arasında ilişkilerin olmasını istemişlerdir.

Bugün de Filistin’de toplanmaktadırlar; toplanacaklardır. Devletleri olmasa da yurtları olacaktır. İnsanlığa kıyamete kadar hizmet edeceklerdir.

 

 

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2591 Okunma
2-YUSUF 4-7
3154 Okunma
3-YUSUF 8-10
2500 Okunma
4-YUSUF 11-15
2054 Okunma
5-YUSUF 16-19
1979 Okunma
6-YUSUF 20-22
2315 Okunma
7-YUSUF 23-24
4274 Okunma
8-YUSUF 25-28
2352 Okunma
9-YUSUF 29-31
2169 Okunma
10-YUSUF 32-34
1936 Okunma
11-YUSUF 35-37
2393 Okunma
12-YUSUF 38-40
2239 Okunma
13-YUSUF 41-42
2988 Okunma
14-YUSUF 43-45
3787 Okunma
15-YUSUF 46-49
2165 Okunma
16-YUSUF 50-53
2200 Okunma
17-YUSUF 54-57
1896 Okunma
18-YUSUF 58-62
1920 Okunma
19-YUSUF 63-65
2064 Okunma
20-YUSUF 66-67
1927 Okunma
21-YUSUF 68-69
2299 Okunma
22-YUSUF 70-74
2263 Okunma
23-YUSUF 75-76
2439 Okunma
24-YUSUF 77-79
1970 Okunma
25-yusuf 80-82
1800 Okunma
26-yusuf 83-86
2005 Okunma
27-YUSUF 87-90
2098 Okunma
28-YUSUF 91-98
2254 Okunma
29-YUSUF 99-101
1860 Okunma
30-YUSUF 102-107
2275 Okunma
31-YUSUF 108-110
1949 Okunma
32-YUSUF 111
2040 Okunma

© 2024 - Akevler