YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
1801 Okunma
yusuf 80-82

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 25

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَلَمَّا اسْتَيْئَسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّا قَالَ كَبِيرُهُمْ أَلَمْ تَعْلَمُوا أَنَّ أَبَاكُمْ قَدْ أَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقًا مِنْ اللَّهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطتُمْ فِي يُوسُفَ فَلَنْ أَبْرَحَ الْأَرْضَ حَتَّى يَأْذَنَ لِي أَبِي أَوْ يَحْكُمَ اللَّهُ لِي وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ (80) ارْجِعُوا إِلَى أَبِيكُمْ فَقُولُوا يَاأَبَانَا إِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ وَمَا شَهِدْنَا إِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حافِظِينَ (81) وَاسْأَلْ الْقَرْيَةَ الَّتِي كُنَّا فِيهَا وَالْعِيرَ الَّتِي أَقْبَلْنَا فِيهَا وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (82)

 

فَلَمَّا اسْتَيْئَسُوا مِنْهُ

(FaLamMAv iSTayYESUv MiNHUv)

“Ondan istiy’as ettiklerinde.”

Aziz onlara ‘biz kimin yükünde bulduysak ondan başkasını alamayız’ deyince, onlar ümitlerini kestiler, meyus oldular. Bunun üzerine ayrı toplantı yapma ihtiyacını hissettiler.

Fa” harfi burada atıf harfidir.

Aziz sözü söyler söylemez onlar ümitlerini kestiler, hiç direnmediler.

Bunun iki sebebi vardır.

Yöneticiler karar verince yanlış da olsa o karardan dönmezler, yanlış da olsa karar yerine gelir. Hazreti Yusuf’un kardeşleri bunu bildikleri için ümitlerini kesmişlerdir.

Diğer taraftan aranan kimin metaında yani eşyasının arasında bulunursa onun alıkonacağını da bildikleri için azizin bu ifadesine söyleyecekleri söz kalmaz.

Haklı olduğunuz zaman karşınızdakilerin söylediğiniz söze karşı gelme mecalleri kalmaz. Halk kuralları öğrenir ama kuralların niçin öyle olduğunu bilmez. Biz bile suyun yüz derecede kaynadığını biliriz ama hiçbir zaman niçin öyle olduğu üzerinde durmayız. Halkın geleneklere bağlı olması bu bakımdan çok yararlıdır. Çünkü herkes kurallarla hareket eder. Ancak bunun zararı da vardır, halk arasında tutuculuk başlar, işe yaramaz kuralları değiştirmek son derece zorlaşır.

Kur’an bu sorunu şöyle çözmüştür. Sözleşmelere kayıtsız şartsız uyulacak, sözleşme değiştirilinceye kadar kimse aksi yönde hareket yapmayacak. Kişi sözleşmeyi tek taraflı sona erdirebilir. Eğer anlaşma ikili ise bir tarafın sona erdirmesi ile sözleşme sona erer. Sona erdirmeden önceki vecibeler yerine getirilir. Eğer sözleşme ikilinin üstünde ise o zaman ayrılan ayrılmış olur, geri kalanlar devam ederler.

Bu önemli kuraldan dolayıdır ki bir topluluk içinde kurallara uymayacaksan o topluluğu terk etmen gerekir. Çocuk doğduğu zaman anne babasının mensup olduğu topluluğun sözleşmelerine uymak zorundadır. Onbeş yaşına geldiği yani büluğ yaşına eriştiği zaman topluluğunu her zaman değiştirebilir.

Demek ki sözleşmelere uymak, hakem kararlarına uymak topluluğu yaşatır.

Hazreti Yakub’un oğulları şeriat içinde yetişmiş kimselerdir. Mısır da kurallar ülkesi idi. Dolayısıyla sözü uzatmadan beyana uydular ve ümitlerini kestiler.

خَلَصُوا نَجِيًّا

(PaLaÖUv NaCıyYan)

“Necva yapmak üzere halas ettiler.”

Halasu” kendi başlarına kaldılar demektir. Yani aralarında yabancı bulunmamaktadır.

Halis” demek saf demektir, karışık olmayan demektir.

Necva” demek kapalı toplantı demektir.

İşlerini görüşmek üzere ayrıldılar. Ne yapmak istediklerine karar vereceklerdir. Bu arada Hazreti Yusuf’un anadan kardeşini de kaybettiler.

Topluluğun bir psikolojisi vardır. Bir taraf hakim olunca diğerleri ses çıkaramaz. Eğer bir kalabalık oluşmuşsa, bunlar yüz kişi olsalar bile, diğerlerini birleştiren bir karar yoksa beş on kişinin kararı tüm topluluğa hakim olur. Başkanları yoksa diğer kalabalık hiçbir iş yapamaz. Bu nokta çok önemlidir. O topluluk içinde bulunmuyorsanız etkiniz olmaz. Siz orada bulunur, kararlı hareket ettiğinizi de görürlerse, hemen çevrenizde kalabalık toplanır. Eğer iki kişi çıkarsa veya iki fikir çıkarsa zamanla bir fikir hakim olur, zamanla bir başkan hakim olur.  

Başarının şartları nelerdir?

1)      Kararlı olma,

2)      Başkanlarının olması,

3)      Başkanlarının orada hazır bulunması,

4)      Uygun taktik kullanma başarının sırrıdır.   

11 Temmuz 2010 Pazar günü Saadet Partisi Büyük Kongre’sinde yapılan seçimde Erbakan ekibi liste seçimini kaybetti.

Neden kaybetti?

Karşı taraf Erbakan’ı devre dışı bırakmaya kararlı idi. Oysa Erbakan tarafının bir kararı yoktu, Numan Kurtulmuş’a bile karşı değildiler. Merhamet bekliyorlardı. Bu grubun bir başkanı yoktu. Erbakan orada değildi. Uygun taktik uygulayamadılar. Yeni başkan ve yeni proje ile çıkacaklardı. Kaybedersek ayrı parti kuracağız imajını yayacaklardı. Numan Kurtulmuş’u ileri sürenler bundan çok korkar ve şimdilik Erbakan’ın dediğini yaparlardı.

Şimdi Hazreti Yusuf’un on kardeşi ayrı bir toplantı yapıyor ve taktiklerini geliştiriyorlar. Her biri şaşkın haldedir. Ama her şeye rağmen aşiret psikolojisi mevcuttur.

قَالَ كَبِيرُهُمْ

(QAvLa KaBiRuHuM)

“Kebirleri kavl etti.”

Kebir” burada izafe edilmiştir. “Hum” onların hepsidir.

“Kebir” marifedir. “Kebirün Minhum” denseydi onların yaşlılarından biri anlamı çıkardı. Ama “kebir” müfret olup marife hâline getirilince en büyükleri anlamına gelir. Yani tekil sigası marifeye izafet edilince o zaman aynı zamanda ism-i tafdil mânâsını da taşır.

Buradaki “kebir” sadece yaşta büyük anlamında değildir, aşiret başkanı demektir.

Örfe göre baba olmadığı zaman daima en büyük kardeş baba yerine geçer. Soya dayanan aşiret sisteminde yaşlı olarak aşiret sistemi ortaya çıkar. En yaşlı kardeş, en yaşlı amca aşiretin reisi olur. Askerlikte olduğu gibi hiyerarşi vardır. Daha yaşlı olan ağabeydir, o sayılmaktadır.

Kur’an soya dayalı aşiret sisteminin yerine sözleşmeye dayanan aşiret sistemini getirmiştir.

20. yüzyıla geldiğimizde eski tip aşiret sistemi sona ermiştir. Artık kardeşler değil gelinler kayınpederlerinin yanında bile oturmuyorlar. Çağımızda ayrı oturmak, uzak oturmak moda olmuştur.

Yeni aşiretler sözleşmeye dayalı olarak oluşacaklardır. Aşiret başkanının adı “seyit” veya “kebir” olacaktır. Bu büyüklük yaşça değildir. Bununla beraber başka bir ayırım olmazsa yaşça büyük başkanlığa layık görülmüştür. Önce ilim sonra yaş.

أَلَمْ تَعْلَمُوا

(Ea LaM TaGLaMUv)

“İlm etmediniz mi.”

Bir olay hakkında karar alırken onun geçmişi göz önüne getirilir. Suların akması gibi olaylar akar. Geçmişten gelir, geleceğe gider. Nerden geldiğini, nasıl geldiğini bilmeden gelecek hakkında doğru karar alınamaz. Tarihi bilgiye bunun için ihtiyaç vardır. Kur’an’a göre bu sebeple geçmiş göz önüne getirilmelidir. Bir aşiretin gelişmesini istiyorsak o aşiretin oluşması tarihlendirilmelidir.

Önce İzmir Akevler’in tarihi yazılmalıdır.

Sonra da İstanbul Akevler’in tarihi yazılmalıdır.

Geçmişte neler olmuş, bugün neler oluyor, neler yapılmalı?

Ondan sonra gelecekte neler olacağı hakkında karar alabilir ve uygularız.

Bu nasıl sağlanacaktır?

İçimizden birileri çıkmalı, bizim hayatlarımızı dinlemeli, sorular sormalıdır.

Birisine sorular sorarsınız. Arkadaşların bu çalışmalara nasıl katıldıkları sorulur. Onlar kendi özel hayatlarını anlatırken diğer arkadaşlardan bahsederler. Sonunda bilgiler bir araya gelir ve tarihçe ortaya çıkar. Ondan sonra beş sene, on sene geçer, yeniden tarihi bilgi yenilenir.

Her aşiret kendi tarihini yazmalıdır, oluşmasını yazmalıdır. Aşiret devam ettikçe tarihi o aşiret mensupları tarafından okunmalıdır. Sonra bucakların da tarihini oranın halkı yazmalıdır. Merkez aşiretin tarihi bucağın tarihi olacaktır. Semt merkez aşiretlerinin tarihleri ile birlikte devam edecektir. Ondan sonra il ve ilçe merkez bucaklarının, sonra bölge ve ülke merkez bucaklarının tarihi oluşacaktır. Sonra kıta merkezleri ve Mekke bucağının tarihi yazılacaktır. Böylece tüm insanlık, ülkeler, iller, bucaklar ve ocaklar kendi tarihlerinin şuuru içinde olacaklardır.

Eskiden bunların yazılması ve saklanması zordu. Şimdi bilgisayar ve internet bu işi çok kolay hâle getirmektedir. Artık yeni bir düzene girmemiz gerekmektedir.

İşte burada büyükler geçmişi hatırlamaktadır. Herkes meseleyi bilse bile, toplantıyı açtığınızda yapacağınız iş geçmişin hatırlanmasıdır. Bu şekilde kararların hangi geçmişe dayandığını belirtmiş oluruz.

Bilmediniz mi” sorusuyla biliyorsunuz demek istenmektedir.

Neden menfi soru ile sormaktadır?

O halde artık biz istediğimiz gibi hareket edemeyiz, bırakıp gidemeyiz demek istemektedir. Daha söze başlarken ne demek istediğini belirtiyor.

Yöneticilerin hakim olabilmesi için artık kesin kararlı olarak ifadelerle devreye girmektedir. Yani burada önce fikirleri alınıyor. “Ve Kâle” demediğine göre demek ilk olarak bunu söylemektedir. Savaşın kuralları vardır; bir an önce davranacaksın, birlikte hareket edeceksin. Dolayısıyla savaşta istişare yoktur. Daha önce istişare edilebilir ama hareket zamanı artık emre körü körüne itaat edilmektedir. Kebirleri böyle söze başlamakla bunu ifade ediyor. Artık tartışma zamanı değildir. Süratle hareket edip sonuç almalıyız.

أَنَّ أَبَاكُمْ

(EanNa EaBAvKuM)

“Babanız.”

Bilmiyor musunuz ki babamız bizden mevsik aldı?

Biliyorlar. Ama büyükleri kardeşleri aksi fikirde imişler gibi konuşuyor. Onlara başka bir şey düşünmeye imkan vermiyor.

Biz Türkçede ve bütün dünya dilerinde “babamız” deriz. Oysa Kur’an Arapçasında “ben, sen, biz” değil de “siz” olarak kullanır. Bu şekilde kullanma karşı tarafa saygıdır.

Kur’an’ın bazı üslubu vardır ki bir türlü bizim mantığımıza yerleştiremeyiz. Bunlardan biri işaret zamirlerindeki muhatap zamirleridir. Kur’an “ben ve seni” siz olarak ifade eder. Türkçe de “biz” denir.

Burada da babaları hepsinin babası, kendisinin de babası iken, “babamız” diyeceğine “babanız” diyor. Tercümeler yapılırken “Babamız” diye tercüme edilecektir.

Baba aşiretin reisi ise büyük kardeş de aşiretin veziridir. İşleri artık vezirin emrinde kardeşleri yaparlar. Babaya karşı da o muhataptır. Başkan bakanlarla ayrı ayrı görüşmez, başbakanla görüşür. Muhatap odur, sorumlu odur.

قَدْ أَخَذَ عَلَيْكُمْ

(QaD EaPaÜa GaLaYKuM)

“Aleyhinizde ahz etmiştir.”

Buradaki “Kad” alınan misakın hâlen yürürlükte olmasıdır. Ahz eden babalarıdır.

Alınan mevsika yani belge kimden alınmıştır?

Allah’tan alınmıştır. Belgeyi alan ise kardeşlerdir.

Belgeyi alanlar “Alâ” kelimesi ile ifade edilmiştir. Belge kardeşlerin lehine belge değil aleyhine belgedir. Belgede kardeşler küçük kardeşlerini koruyacaklarını taahhüt ediyorlar. Görev alıyorlar. Allah yani topluluk da onlara belge veriyor. Döndükleri zaman yalnız babalarına karşı değil topluluğa karşı da sorumlu durumdadırlar.

Sorunlar nasıl çözülecektir?

Burada önemli olan husus mevsikanın lehlerinde değil aleyhlerinde olmasıdır.

Kooperatif belge çıkarıyor, kredi olarak işletme sahibine veriyor. İşletme sahibi bu belgeyi imzalayarak kendisine mal satana veya çalıştırana veriyor. Bu belge kooperatif tarafından verilmiştir. İşletme sahibi bu belgede taahhüt edilen karşılığı karşılamazsa kooperatif devreye giriyor ve ödüyor. Ondan sonra dönüyor, belgenin gereğini yerine getirmeyenden hesap soruyor.

Buradaki “AleyKüm” kelimesi bize belgedeki esas sorumlunun belgeyi imzalayan olduğunu ifade etmektedir.

مَوْثِقًا

(MeVSiQan)

“Mevsika”

Mevsik” “mescid” vezni üzere ism-i zaman, ism-i mekan ve masdar-ı mimidir. Misakın yapıldığı yer demek olup belge demektir. Kişinin borçlandığını ifade eden belgedir.

Bugün TL olarak para çıkarılmaktadır. Borçlusu belli değildir. Miktarı da belli değildir. Oysa İslâmiyet’teki belgelerin üzerinde borçlu vardır. Karşılığının ne olduğu da yazılıdır. Diyelim ki on gram altın yazılıdır. İstediğin zaman senedi imzalayıp piyasaya sürenden gidip on gram altın talep edebilirsin. Onun dışında kuyumcuda duran altını kişilere devredebilirsin.

Belge alınmış ve Hazreti Yakub’a verilmiştir. Hazreti Yusuf’un kardeşi getirilmediği takdirde o belge ibraz edilecek ve cezalanmalarını isteyecektir. Kardeşleri ortada belge var diyor, durumumuz ne olacaktır diyor.

مِنَ اللَّهِ

(MiNa elLAHi)

“Allah’tan.”

Min” iptidai gaye içindir. Gökten inzâl edilen su, yahut Allah’tan gelen gazap ifadeleri vardır. Allah’tan gelen belge.

Allah’tan belge nasıl gelecektir?

Kur’an’ın âyetlerine dayanarak biz belgeyi şu şekilde oluşturuyoruz. Senet çıkaracak, vesika çıkaracak kişi bir taşınmazı ortaya koyup dayanışma ortaklığına baş vurur. Dayanışma ortaklığı nominal değeri ile belirlenmiş senetlerin çıkarılmasına teminat verir. Bu belgelerle banka veya kooperatif belgeyi tanzim eder ve verir. Bu belgede senedin nominal değeri, teminat olarak konan yapıyı ve teminat veren dayanışma ortaklığı yazılıdır. Aynı zamanda borçlanacak kimsenin adı yazılıdır. Ondan sonra bu belge üzerinde malı alan yani borçlanan imzasını koyar ve alacaklıya verir. İşte bu şekilde oluşan bir senet Allah’ın belgesi olmuş olur.

وَمِنْ قَبْلُ

(Va MiN QaBLu)

“Daha önce de”

Daha önce de benzer iş yaptınız diyor, sabıkalısınız diyor. Sabıkanın cezada ziyadelik yapması söz konusu değildir. Ama sabıkanın olayları ispatta rolü var mıdır? İftira edenin şahitliğinin kabul edilmemesi demek ki iftira edende bir eksikliğin varlığını ifade eder. O halde şunu söyleyebiliriz; suç işleyen kimse cezasını çektikten sonra artık bir daha o suçtan cezalandırılmaz ve suçların az veya çok cezası olmaz. Tahfif ve teşdit yoktur. Kasdın olup olmadığı cezayı kaldırır veya koyar ama cezada artma ve eksilme olmaz. Diyete dönüşmesi cezanın düşmesi demektir. Çünkü ceza artık mâli tazminata dönüşmüştür.

Hazreti Yusuf’un büyük kardeşi geçmişi hatırlatmak istemektedir. Hazreti Yusuf’u kuyuya koymaları, bir kardeşin başına gelenlerin ikinci kardeşin de başına gelmiş olması nedeniyle anlatacakları inandırıcı olmayabilir. Kur’an bize bu kıssayı böyle anlattığına göre Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin sabıkasının ispatta etkisi olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan olaya baktığınızda sabıkanın etkisiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu ikinci olayda kardeşler suçsuzdur. Demek ki sabıka kardeşlerin ifadesinde anlam taşımakta ama olay sabıka anlayışının gerçeklere uymamakta olduğunu ortaya koymaktadır.

Sabıka anlayışına dayanarak hüküm çıkarmak doğru değildir. Ancak sabıkanın soruşturmada değerlendirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Örnek olarak, iki sanık varsa sanıklardan biri sabıkalı diğeri sabıkasızsa, soruşturmaya sabıkalıdan başlanabilir. Birincisinin fiili işlediği ortaya çıkarsa diğeri rahatsız edilmemiş olur.

Buradaki “Ve” neye atıftır?

İsim cümlesi soru cümlesine atfedilmiştir. Her ikisi de aslında fiil cümlesidir. “Enne” ile ve takdimle isim cümlesine dönüştürülmüştür. Babamız bizden mevsik almıştı, daha evvel de neler yapmıştık diyor.

مَا فَرَّطتُمْ فِي يُوسُفَ

(MAv FarRaoTuM FIy YUvSuFa)

“Yusuf’ta neyi tefrit ettiniz.”

Fart” kelimesi “fert” kelimesine akrabadır. Tekleştirme, ayırma anlamındadır. Olması gereken yerden ileri götürme veya geri bırakma şeklinde olur. İfrat ileri götürme, tefrit geri bırakma şeklinde anlaşılabilir. Tefrit etme eksik bırakma anlamına da gelmektedir. Yani Hazreti Yusuf’u kurda kaptırırken ihmal ettiniz. Şimdi de kardeşini burada bırakıyorsunuz, yine ihmal söz konusudur.

Tefrit” “” harfi ile getirilmiştir. Yani Hazreti Yusuf’taki dikkatsizliğiniz burada da ortaya çıkıyor. Her iki olayda görünürde ihmal vardır.

Babalarına ne diyecekler?

Belgeyi verenlere ne diyecekler?

Sorunlar bazen çıkmaza girer, ne yapacağınızı şaşırırsınız, ne olacağını bilmez hâle gelirsiniz. Mutlaka bir yol çıkar.

İstanbul’u düşünün, on beş milyon insan her gün karınlarını doyuracak durumdadır. Eğer ihtimaliyat hesabına vursak, günde yüzlerce açlıktan ölen kişi olması gerekir. Ama herkesin karnı doymaktadır. Bir çıkar yol bulup herkes rızkını temin etmektedir. İşler de böyledir. Çıkmaza girdiğiniz zaman ümitsizleşip artık hareketsiz hâle gelmemek gerekir. Allah mutlaka bir yol açacaktır, bir çıkış bulunacaktır.

Kardeşler çıkmazdadırlar. Ama öbür taraftan çıkmaz sonrasında daha üstün bir duruma geleceklerdir. Hazreti Yusuf’un kuyudaki durumundan daha kötü duruma düşmüşlerdir. Hazreti Yusuf’a orada çektirdiklerini şimdi kendileri çekme durumundadırlar.

فَلَنْ أَبْرَحَ الْأَرْضَ

(FaLaN EaBRaXa elEaRWa)

“Arzı ibrah etmeyeceğim.”

Berehe” ayrılmak anlamındadır. Terk etme anlamındadır. Buradaki arzdan maksat Mısır’dır. Ben bu ülkeyi terk etmeyeceğim diyor. Burada marife olarak gelen arz kardeşlerin bulunduğu ülkedir. Yani kardeşlerin ülkesi değil, bulunulan yer kastedilmektedir. Demek ki bir yerde bulunursan orada kullanılan marife kelime orasını gösterir. Örnek olarak bir mescide girdiğinizi farz ediniz. Mescid çok güzel diyeceksiniz. Mescit muazzam dersiniz. Kendi mescidinizi değil, bulunduğunuz mescidi kastedersiniz. Burada da arz deyince kastedilen onların bulunduğu ülke olan Mısır’dır.

Büyükleri ben buradan ayrılmayacağım diyor. Yani o Mısır’da kalacaktır.

Neden Mısır’da kalacaktır?

Bunun iki gerekçesi vardır. Biri, madem ki kardeşleri buradadır, ona gerektiğinde bir yardımda bulunmak üzere kalacaktır. Diğeri ise artık ülkesine dönmemektedir. Babasından ve topluluktan korkusu sebebiyle dönmemektedir. Sorumluluğu üstüne alarak kardeşlerini memlekete gönderecektir. Kardeşlerinden birini bırakır kendisi memleketine dönebilirdi.

Bu genel sorumluluk ilkesine aykırıdır. Bir yerde kendin bulunmadıkça senin işin yürümez. Sorumluluk kimde ise mutlaka onun orada bulunması gerekir. İlk padişahlar hep kendileri savaşlara katılmışlardır. Sonra vezirleri göndermişler, onlardan birinin savaşı Viyana bozgunu gibi bir bozgunla bitmiştir. Yani kurala göre işin başında bizzat kendin bulunmadıkça o iş yürümez. Mala sahibi gerek, oğlu da değil babası diye atasözü vardır. Bağda karısı olanın dağda işi olmaz da başka bir atasözüdür.

Başarısızlığımızın kaynağı bu olmaktadır. Bir insan iki işin başında olamayacağı için birden fazla iş yapan daima başarısız olur.

İzmir Akevler’deki başarısızlığımız bundan olmuştur. Ben kendim iş yapmak yerine başkalarına iş hazırlamaya çalıştım. O başkaları hiçbir zaman kooperatif içinde bir işe sahip çıkmamışlardır. Ya onlar da benim gibi çok iş yapmışlardır, yahut onlar kooperatifin dışında iş yapmışlardır. Kooperatifle ilgilerini kesmişlerdir.

Ben sadece ilimde başarılı oldum. Çünkü o benim tek işim olmuştur, diğer işleri hep ikinci iş olarak tuttum.

Bundan dolayı tavsiyem şudur.

Bir işi kendinize iş edinin, diğerleri ise dördüncü beşinci iş olsun. Ömrünüzün sonuna kadar onun peşinde olun. Göreceksiniz, sonunda başarılı olacaksınız.

“Adil Düzen”i birinci iş kabul edenler bulunmadıkça “Adil Düzen” gelmez. Ben “Adil Düzen” uygulamasını birinci iş kabul etmedim. İlmini birinci iş kabul ettim ve uygulanmasını başkalarına bıraktım; Necmettin Erbakan’a, Fethullah Gülen’e, Hayrettin Karaman’a, Süleyman Tunahan’ın şakirtlerine bıraktım. Onların hepsi başarılı oldular. Ama benim bildiğim “Adil Düzen” içinde değil de kendi bildikleri düzende başarılı oldular. Benim yaptığım hatalı değildi. O zaman öyle olması gerekiyordu. Ben onları sadece destekledim.

Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen Projesi”ni hazırlayacaklardır. Birisi öne atılıp ona sahip çıkacaktır. Bu kimsenin başka danışmanları olmayacaktır, tüm danışmanları onlar olacaktır. Bana göre Adil Düzen Çalışmasında Akevler başarmıştır. Diğerleri büyümüşler, genişlemişler ama cari sistemde bunları yapmışlardır. Onun için ben onları geçiş dönemi başarıları olarak görüyorum. Tam başarılı olacak olan geleceğin Adil Düzen uygulayıcıları, Adil Düzen çalışanları dışında kimseye kulak bile vermeyeceklerdir. “Velâ Ta’du Aynake Minhüm”ün anlamı budur. Gelecekte sizi destekleyeceklere bakınız, sizden başka danışmanları varsa onlardan ümidinizi kesiniz, başka gelecek bir kimseyi beklemeyiniz.

حَتَّى يَأْذَنَ لِي أَبِي

(XatTAy YaEÜaNa LIy EaBIy)

“Babam bana izin vermedikçe.”

Yukarıda “babanız” diyor, “burada babam” diyor. Yani babası olduğu için ayrılmayacaktır. Aşiret reisinin ötesinde iki oğlunu da sorumlu olarak kaybetmiştir. Hattâ izin gelinceye kadar. Kardeşleri babasına gidecekler ve durumu anlatacaklar. Babası da karar verecek. Orada kal veya gel diyecek. Ondan sonra ancak dönecektir. Yani sorumlu olarak karar vermiştir, orada bekleme kararını almıştır. Ondan sonra ne yapacağını bilmemektedir. Babasından talimat bekleyecektir. Usulcüler buna mücmel demektedir. İnsan içtihadını yapar ve ona göre amel eder. Eğer içtihat edemezse o zaman mercie sorar ve ondan gelecek talimatı bekler. Burada Hazreti Yusuf’un büyük kardeşi aynen hareket etmektedir.

İzin vermek” duyurmak demektir.

“Üzün” kulak vermek demektir.

“Ezan” namaza çağırmadır.

Burada başka bir hüküm ortaya çıkıyor.

Babasına ne yapayım diye sormuyor. Orada kalmaya karar veriyor. Orada kalacaktır. Ama babasından bir haber gelirse o zaman onu yapacaktır.

Mücmelin durumu da budur. Mücmelde tavakkuf edilir, sorulmaz. Çünkü sorun merkezde de çözülmemiş olabilir. Sadece haberdar edilir. Demek ki mücmelin hükmü budur. Haberdar edeceksiniz, ondan sonra cevap gelinceye kadar bekleyeceksiniz. Te’kiden sormayacaksınız. Cevap verilmiyor demek beklenecektir demektir.

Bununla beraber sadece beklemeyecek, içtihadınıza devam edecekseniz. İçtihadınızla sorununuzu çözerseniz onu yapacaksınız.  

أَوْ يَحْكُمَ اللَّهُ لِي

(EaV YaXKuMa elLAHu LiYa)

“Yahut  Allah benim için hükmedecektir.”

Hükmetmek” demek yönlendirmek demektir.

Öyle olaylar cereyan eder ki siz ona göre karar verirsiniz ve hareket edersiniz. Bir sorunla karşılaşırsanız ve onu çözemezseniz, o zaman sabırlı olacaksınız, bekleyeceksiniz. Bir olay olur ve önünüz açılır. Ona göre hareket edersiniz. Ama sorun çözülmüyorsa o zaman bekleyeceksiniz. Hazreti Yusuf hapishaneye girmiş ve beklemiştir. Ne olacağını bilmemekte ama sabırla beklemektedir.

Bediüzzaman ne yapmıştır?

Hapse girmiş ve beklemiştir. Hapishane arkadaşları ile Risale-i Nurları hazırlamıştır. Hapishane olmasaydı Risale-i Nurlar olsa bile onu takip eden kimseler bulunmazdı.

Mustafa Kemal doğudaki ilim adamlarını batıya sürmüştür. Bu sürgün batının aydınlanmasına sebep olmuştur.

Allah’ın takdirini bekleyeceksiniz. Başınıza beklenmedik bir olay geldiği zaman bileceksiniz ki İlâhi takdire doğru gidiş vardır.

Saadet Partisi Recai Kutan’ın başkanlığında uyumuştur...

Sermaye şimdi de onu canlandırıp AK Parti’yi parçalamayı hedeflemiştir.

Erbakan AK Parti’den daha tehlikeli olduğu için ona karşı bir cephe geliştirilmektedir. Önce Numan Kurtulmuş’a yol vermedi ama camiayı parçalamak için başkan yaptı. Numan Kurtulmuş ise sadece Erbakan’a muhalefetle yükselmekte olduğunu bildiği için ilk hedefi Erbakan’ı devre dışı bırakmaktı.

İran’a davet edilen Erbakan’ı uğurlamadı. İran’da devlet başkanlarının üstünde karşılanan ve İran’daki Türkiye büyükelçisinin de onuruna yemek verdiği bir lider Türkiye’ye dönerken de karşılanmıyor.

Erbakan bütün bu yapılanlara ses çıkarmadan sabretti.

Sonunda hiçbir mânâsı yokken Erbakan’a cephe aldı.

Fatih Erbakan çalışmıyormuş; sanki adlarını sanlarını bildiğimiz veya bilmediğimiz elliden fazla kişi çalışıyormuş gibi. Sırf Erbakan’ın oğludur diye devre dışı bırakmak için oyunlar oynanmıştır.

İşte buradaki yeni durum da bekleme durumudur. Demek ki gelişmeler yeni bir olaya gebedir. Böyle giderse Saadet Partisi batacak, Adil Düzen Partisi kurulacak ve “Akevler Adil Düzen Çalışanları”nın yanında yer alacaklar.

Erbakan, Akevler Adil Düzen çalışanlarıyla beraber olduğu için aziz oldu. Onları terk ettiğinde ise Allah da onları terk etti. Tek yol tekrar Allah’a dönmek, “Adil Düzen”e dönmektir. “Adil Düzen”in Cebrail’i Akevler’dir. Cebrail’e karşı olanların başarıya ulaşmaları mümkün değildir.

ESAM Genel Sekreteri Prof. Dr. Arif Ersoy bunu okumalı ve anlatmalıdır. Eğer Saadetçiler adam olmak istiyorlarsa, tevbe istiğfar etsinler, tekrar “Adil Düzen”e dönsünler, Adil Düzen Ekibi’ne dönsünler. Benzer hatırlatmayı Erbakan’a da yapmak durumundayım; “Adil Düzen”e karşı olan zavallılarla alabileceğiniz yol bu kadardır.

وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ (80)

(Va HüVa PaYRu eLXaKiMIyNa)

“O hakimlerin hayırlısıdır.”

O en iyi hükmedendir. O ne yaparsa o hayırlıdır.

Hakim” kelimesi burada erkek kurallı çoğul getirilmiştir, marifedir.

İnsanlık hükmedenlerle doludur. Karşılıklı davranışlarla hükmetmektedirler. Dolayısıyla tek bir topluluktur. İnsanlık tek varlıktır. Birtakım hükümler sonucu düzen yürümektedir. Ne var ki Allah’ın bir hükmü vardır. Bu hükümlerin üzerinde hüküm vardır. O en iyisidir ve olacaktır.

Allah benim için hüküm vermedikçe ben buradan ayrılmayacağım.

Bu hüküm bana yol gösterme olduğu gibi ölümüme de karar verebilir.

Yani ölümü bekleyeceğim diyor.

İşte kararlı olmak budur.

Ya ölüm ya istiklâlin mânâsı budur.

Dünyevi menfaatlerin üstünde tutmadığın hiçbir şeyde başarılı olamazsın.

Lenin ve Stalin Allah’a inanmıyorlardı. Ama onlar ölümü göze alarak sosyalizmi getirmişlerdir. Mü’minlerin başarısı da ancak bu şekilde inanmakla mümkün olur. Dünyevi hesapları olanlar başarılı olamazlar, bir iş yapamazlar.

***

ارْجِعُوا إِلَى أَبِيكُمْ

(iRCıGUv EiLAy EaBiYKuM)

“Babanıza rücu ediniz.”

Rücu etmek” geri dönmek demektir. Babanıza dönünüz, yahut babanıza müracaat ediniz demek olur. Bir yere bir şeyi istemek için gitmek de rücu olmaktadır.

Türkçede “rücu ettim” tevbe ettim anlamında kullanılmaktadır.

Kur’an bir yerden dönme değil de bir yere dönme şeklinde getirmektedir.

“Min” veya “An” ile kullanıldığı zaman bir yerden dönmektir.

İlâ” veya “Li” ile getirildiği zaman ona rücu olur. Burada “babanıza rücu ediniz” diyor; “memlekete” demiyor, “babanıza” diyor. Yani onlar aynı zamanda görevli gidiyorlar. Büyüklerinin adına rücu edilecektir. Sorun babalarına arz edilecektir.

فَقُولُوا

(Fa QuvLUv)

“Kavl ediniz.”

Fa” harfi rücuun sebebini gösterir.

Niçin rücu ediniz?

Bunu söylemek için rücu ediniz demiş olmaktadır.

Kardeşlerinin görevi söylemek olacaktır. Onlara emretmektedir. Onlar dönecekler. Babalarının karşısına çıkacaklar, büyükleri görevini göremeyecek. İçlerinden en yaşlı kim ise o söz alacak ve konuşacaktır. Askerlikte de böyledir, kim kıdemli ise o konuşur. Görevi en büyüğüne vermiş olmuyor, görevi hepsine veriyor. Çünkü birine bir şey olursa yerine diğeri geçecek ve görev yerine getirilecektir.

Hukuk düzeninde herkes kendi içtihadı ile hareket eder. Ama ortak işlerde artık hukuk düzeni kuralları değil askeri kurallar geçerlidir, emir komuta zinciri geçerlidir. Bu sebepledir ki Kur’an askeri düzen ile hukuk düzeni kurallarını ayırmamıştır.

Namaza başlama hukuk kuralları içinde olur. Namaza uyulduktan sonra artık askeri kurallar çalışır. İsteyen namazı terk eder ama namaza devam ediyorsa imama uyar. Askerlikte bu zordur. Sonra askerlikte sorumluluk amire karşıdır. Oysa hukuk düzeninde sorumluluk hakemlere karşıdır. Namazda sorumluluk Allah’a karşı olup imama karşı değildir. Onun için imam kıbleye karşı döner, arkasına bakamaz.

يَاأَبَانَا

(YAv EaBAvNAv)

“Ey babamız.”  

Ey babamız” diyeceksiniz, yani ona durumu anlatırken çocukları olduğunu hatırlatacaksınız.

Ne emredersen onu yapacağız demektir. Yani önce durumu ortaya koyuyorlar.

Fatiha Sûresi’nde bunun için önce Allah’ın sıfatları sayılmaktadır. Bu sıfatları olduğu için başvurulmuştur. Sonra kendi durumumuz anlatılmaktadır, yalnız Sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz denmektedir. Ondan sonra istekte bulunulmaktadır.

Burada da “babamız” diyerek ne sıfatla baş vurduklarını ifade etmektedirler. Hepsinin başı o olduğundan ona arz edeceklerdir.

إِنَّ ابْنَكَ

(EnNa EiBNaKa)

“Muhakkak ki ibnin.”

“Babamız” diyorlar. On bir kişi gitmiş, dokuz kişi dönmüştür. En büyükleri aralarında yoktur. Bir de en küçükleri yoktur. Hazreti Yakup bu durumda bunları daha sakin dinleyecektir. Çünkü başları yoktur.

Oğlun” deyince marife olduğu için ya en büyük ya da en küçük oğlu anlamındadır. Anadan ayrı olması ve alıp götürürken onun için mevsik vermelerinden dolayı oğlundan maksat küçük oğul anlaşılacaktır.

Varır varmaz oğlundan haber verin, başka bir şey söylemeyin. Böyle dediğinizde onda belli bir görüş ortaya çıkar, biz de ona göre hareket ederiz.

Hazreti Yakup tarafgir olmakta ısrarlıdır. Hazreti Yusuf’tan sonra kardeşini de himaye etmektedir. Diğerlerini Mısır’a gönderirken onu göndermemektedir, yani ayırımcılık yapmaktadır. Bu insanın doğasında mevcuttur. Peygamber de olsa bu duygudan kurtulamamaktadır. Bu tarafgirlik onların birleşmelerine ve cephe almalarına sebep olmaktadır. Hazreti Yusuf’un kuyuya atılmasında babasının da hatası vardır. O onları bu yola gitmeye zorlamıştır. Bu sebepledir ki kardeşler tamamen suçlu değildirler. Hazreti Yakub’un hatası çocuklarında tezahür etmiştir. Hazreti Yakup hâlâ oğlunu farklı görmektedir.

Bununla beraber Hazreti Yakub’un bunları kardeşlerinden ayırmasının sebebi var. Kardeşler babadan bir anneden ayrı kardeşlerini kendileri gibi görmüyor ve eziyorlar. Hazreti Yakup bir aşiret reisi olarak ezileni korumaktadır. Bu da onun görevidir. Kardeşlerini onlardan ayrı tutması, onların ezmesinden koruması içindir. Yoksa sonra mevsik getirilince onu onların yanına katmıştır. O halde olay tam dava konusudur.

Biz de kendi çocuklarımız arasında farklı muamele yapabiliriz. Ama bu birilerinin hakkını birilerine geçirme şeklinde olmamalıdır. Tam tersine birilerinin hakkının diğerlerine geçmemesi için sahip çıkarız.

Görülüyor ki bir aşiret başkanlığı bile zor bir iştir.

İnsanın bu imtihanları geçirmesi için Allah böyle yapmıştır.

سَرَقَ

(SaRaQa)

“Sirkat etti.”

Sirkat” başkasının malını topluluktan gizli olarak almadır. Bu kamuya karşı işlenmiş bir suçtur. Çünkü malı korumak kamuya aittir. Ondan gizli aldığınızda onun sorumluluğunda olan bir malı heder etmiş oluyor. Maddî sıkıntıdan çok devlet otoritesini sarsan bir şey olduğu için suçtur.

Ne çaldı, nasıl çaldı, ne oldu, onları anlatmıyorlar, sadece “hırsızlık etti” diyorlar.

Olay açıktır. Mal çalınmıştır, çalındığı sabit olmuştur. Bunun için “çaldı” diyorlar.

Sirkat ve zinanın cezaları nedir?

Birinde dayak, diğerinde ise el kesmedir.

Neden el kesiliyor?

El kesiliyor çünkü hırsız suçu elle işlemiştir. Sadece ceza olarak verilmiyor, bir daha hırsızlık yapmasın diye el kesiliyor.

Zinada ise başkasına zarar yoktur, sadece topluluğa zarar vardır. Dolayısıyla sadece sopa atılıyor. Uzuv kesilmiyor. Ama fuhuş şekline girerse, başka bir ifade ile evli kadınla zina şeklinde olursa, o zaman onda da uzuv kesme vardır. Fıkıhçılar recm cezasını vermektedirler. Biz recm yerine hadım cezasını yine Kur’an’a dayanarak koyuyoruz.

وَمَا شَهِدْنَا إِلاَّ بِمَا عَلِمْنَا

(Va MAv ŞaHıDNAv EilLAv BiMAv GaLıMNAv)

“Bildiklerimizden başka bir şeye şahit olmadık.”

Ve” harfi  “sereka”ya atfetmektedir. Yani biz onun hırsızlık yaptığına şahit olmadık, sadece yükünde tasın çıkması ile bilmekteyiz, yahut mahkeme kararı ile bilmekteyiz.

Şimdi şu sorun ortaya çıkmaktadır.

Mahkemenin bir kararına dayanarak başka mahkemede şahitlik yapılabilir mi?

Böyle bir mahkeme kararının olduğuna şehadet edebilirsiniz ama mahkeme kararına dayanarak mahkemedeki olayı kendiniz ispat etmiş gibi şahitlik yapamazsınız. Şehadetten ilmi istisna etmesi bunu ifade eder.  “Biz görmedik ama görevliler öyle karar verdiler” diyorlar. Biz burada şehadetimizi sadece bilgiye dayandırıyoruz, bu konuda kendi araştırmamız yoktur.

Bir kimse bir deney yapıyor, gördüklerini yazıyor.

Bu müşahededir. İlim değildir, şuhuddur.

Sonra bu deneyleri delil kabul edip kurallar ortaya koyuyor.

Bu da ilimdir.

Deney yapan şahittir, sonuçları çıkaran âlimdir.

Mahkeme de böyledir. Deney yapanlar soruşturmacılardır. Sonuca varanlar ise hakemlerdir. Bir kimse ben gözetledim deyip bir kural koyamaz. Evvela gözlemci olarak sadece gördüklerini kaydeder, sonra isterse bir ilim adamı olarak kuralları çıkarır.

Buradaki istisna munkatı’ ise ilim şehadetin içinde değildir. Eğer muttasılsa ilim şehadetin içindedir.

Bu takdirde mahkeme kararı şehadettir. Şehadetlere dayanarak şehadet etmektedir. Eğer munkatı’ ise mahkeme kararı şehadet değil şehadetin sonuçlarını ortaya çıkarmadır. Bununla da şahidin şehadetiyle şehadet caizdir sonucuna varılır.

وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حافِظِينَ (81)

(Va MAv KunNAv LiLĞaYBı XaFıJIyNa)

“Biz gaybın hafizi değiliz.”

Gaybı bilmiyoruz. Görünürde olanı biliyoruz. Aslında gaybı kimse bilemez, görünürde olanı biliriz. Onun için daima yanlış olma ihtimali vardır. Dört şahitle ispat edilse bile her zaman yanılma ihtimali büyüktür. Bu sebepledir ki mahkumlar cezalarını çektikten sonra eskisi gibi olurlar, sabıka yoktur.

Biz kardeşlerinin gaypta yaptıklarından dolayı sorumlu değiliz anlamı da çıkar. Bizim yanımızda  hırsızlık yapmadı ama diğer zamanlarda hırsızlık yapmasından biz sorumlu değiliz demek istemektedir.

Soruşturmacı delillere dayanarak sonuç çıkarmalıdır. Delillerde bir hilesi varsa, delilleri nazarı itibara almamışsa, yahut delil uydurduysa, yahut delilde tahribat yapmışsa bundan sorumludur. Ama delilleri değerlendirmedeki hatadan sorumlu değildir. Hakim de soruşturmacıların tanıklıkları sebebiyle karardaki hatadan sorumludur ama soruşturmadaki hatadan sorumlu değildir.

Hukuk davaları iki soruşturmacı ile sabit olur.

Ceza davaları dört soruşturmacı ile sabit olur.

Ceza davaları aleyhine hakemlere gidilemez. Hukuk davaları ceza davaları usulü ile muhakeme edilir. Hakem suçlu bulunursa diyete dönüşür. Ceza davalarında infazın ertelenmesini başkan yapar. Yapmazsa infaz edilir. Tazminata mahkum edilebilir.

***

وَاسْأَلْ الْقَرْيَةَ

(Va iSEaLi eLQaRYaTa)

“Karyeden sual et.”

Burada “Karye” kelimesi kullanılmıştır. Oysa karye küçük bir topluluktur. “Mısır”dan sor demiyor. Hazreti Yusuf’un bulunduğu yerdeki “karye”den sor deniyor. Demek ki Mısır içinde karyeler vardır. O karyeye sor diyor.

İşte bizim iç içe teşkilatlanma sistemimiz buna dayanmaktadır. Ülke şa’blara (illere) ayrılır. Şa’blar kabilelere ayrılır. Kabileler de karyelere bölünür. Olaylar karye seviyesinde geçer. Soruşturma orada yapılır. Şehadet de kabile yani bucakta yapılır.

الَّتِي كُنَّا فِيهَا

(EalLaTIy KunNAv FIyHAv)

“Bulunduğumuz karyeden sual et.”

Bu söylediklerimiz aynen anlaşılacaktır.

Hazreti Yakup nasıl sual edecektir?

Belgeyi ibraz edip tazminat talep etmesi için bunların ihmali gerekmektedir. Büyük kardeş orada kalmıştır. Baş sorumlu odur. O halde soruşturmacıların Mısır’a gelip soruşturmaları gerekir. Çünkü sanığın ayağına gidilir. Büyükleri bunu bildiği için Mısır’da kalmaktadır. Hazreti Yakup soruşturmacıları bulacak ve ihmal ettikleri sabit olacak, ondan sonra mahkum edilecektir. Yoksa asıl sorumlular üzerinde soruşturma yapılmadan belge ile hüküm verilemez. Belge hakemler yanında değil soruşturmacıların yanında geçerlidir. İşte büyükleri bunu bildiği için kendisi Mısır’da kalmaktadır. Harfi tarifle getirildikten sonra muhataptaki tereddüdü kaldırmak için “Elletî” getirilmiştir. Marife üzerine “Ellezî” ile bir sıfat gelirse takyid sıfatı tavsif sıfatı olur.  

Hazreti Yakup peygamber Mısır’da olayla nerede karşılaştıklarını, hattâ buğdayları nerden aldıklarını bilmemektedir. Ama oğulları ona götüreceklerini ve oradaki olayları onların tahkik edeceklerini söylemektedirler. Yani babamıza burasını gösteriniz. Gelsin görsün. Gözleri ile olayları görsün. Yahut soruşturmacıları  göndersin.

وَالْعِيرَ

(Va eLGIyRa)

“Ve kervana”

Yani kervana ve karyeye sual et. Karşılaştığımızı kervana da sor diyor ama kervana ayrı sor, karyeye ayrı sor demiyor.

Soruşturmacılar kervanı nerde bulacaklardır?

Belli kervan kafileleri vardır. Onlar her zaman Hazreti Yakub’un bulunduğu yerden geçmektedirler. Hangi kervanla karşılaştıklarını söylemişlerdir. Hazreti Yakup geçecekleri zaman onlara da sorabilir. Ne var ki böyle bir durum olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü karye ile beraber îra/kervana sorulacaktır. O zaman Mısır’da ikamet etmekte olan  kervan vardır. Bunların karyeleri ayrı bir yerdedir. Kervancıların karyesidir. Mısır’a gidildiğinde onlar da kolayca bulunabilir, onlara da sorulabilir. Çünkü hırsızlar aranırken onlar da durdurulmuş, onlar da aranmıştır. Onlarda bir şey bulunamayınca serbest bırakılmışlardır. Siz bunu da babamıza söyleyin diyor. Kur’an burada büyüklerinin sözlerini naklederek diğer kervanlarla karşılaştıklarını da bildirmektedir.

الَّتِي أَقْبَلْنَا فِيهَا

(EalLaTIy eQBaLNa FIyHAv)

“Orada karşıladığımız kervan.”

Kardeşleri Mısır’dan dönerken Mısır’a gelmekte olan kervanla karşılaşmışlardır. Onlar da bu işlere şahit olmuşlardır.

Kervansaraylarda yolcular konaklar. Giden yolcularla gelen yolcular aynı konakta konaklar. Ne var ki bir konak çok kervancı barındırmaz. En çok iki kervanı barındırır. Develer bağlanacak, onlara yem verilecek yahut otlatılacak, kişiler misafir edilerek yedirilecektir. Dolayısıyla aynı tarafa giden kervanlar pek karşılaşmaz, karşı taraftan gelen kervanla karşılaşılır.

Orada karşılaştığımız kervana sor diyorlar. O kervanın ismini de veriyorlar. Bilinen bir kervan. Hazreti Yakup bilmese de özel ismiyle bildirmişlerdir. Bu olaya babalarını inandıracaktır.

وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (82)

(Va EinNAv LaÖAvDıQUvNa)

“Biz sadıklardanız.”

Yani yalan söylemiyoruz diyor.

Ve” harfi ile atfetmişlerdir. Yani doğru söylediklerini de teyit ediyorlar. Karyeye ve kervana sor, biz de sadıklardanız. Yani onlara sor demek, bizim bir şüphemiz var, o sebeple sor demiyoruz; bizim sadık olduğumuz hususunda teyit istersen sor diyoruz, yoksa zaten biz doğru söylüyoruz, olan budur.

Bu sûre bizim anlattıklarımızla senaryolaştırılacaktır. O günkü hayat göz önüne getirilerek senaryolar yazılmalıdır. Bunun için Tevrat’tan yararlanılabilir. Ayrıca Mısır tarihinden de yararlanılabilir. Her gün bir sahne gösterilebilir.

Sanatta esas olan ertesi günü merakla bekletmektir.

Biz Yusuf Sûresi’ni defalarca okuduk, hikâyeleri dinledik. Ama ben şimdi acaba yarın ne olacak, gelecek hafta ne olacak, kardeşler Hazreti Yakup’a geldiklerinde bu anlatışa karşı Yakup ne yapacak, bir peygamber olarak nasıl hareket edecektir?

Siz de kendinize sorunuz: Siz Hazreti Yakub’un yerinde olsanız ne yapardınız? Ondan sonra da yapmayı düşündüklerinizi Hazreti Yakub’un yaptıkları ile karşılaştırınız.

 

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2591 Okunma
2-YUSUF 4-7
3154 Okunma
3-YUSUF 8-10
2501 Okunma
4-YUSUF 11-15
2054 Okunma
5-YUSUF 16-19
1979 Okunma
6-YUSUF 20-22
2315 Okunma
7-YUSUF 23-24
4276 Okunma
8-YUSUF 25-28
2352 Okunma
9-YUSUF 29-31
2169 Okunma
10-YUSUF 32-34
1936 Okunma
11-YUSUF 35-37
2395 Okunma
12-YUSUF 38-40
2239 Okunma
13-YUSUF 41-42
2988 Okunma
14-YUSUF 43-45
3788 Okunma
15-YUSUF 46-49
2165 Okunma
16-YUSUF 50-53
2200 Okunma
17-YUSUF 54-57
1897 Okunma
18-YUSUF 58-62
1920 Okunma
19-YUSUF 63-65
2064 Okunma
20-YUSUF 66-67
1928 Okunma
21-YUSUF 68-69
2299 Okunma
22-YUSUF 70-74
2263 Okunma
23-YUSUF 75-76
2440 Okunma
24-YUSUF 77-79
1970 Okunma
25-yusuf 80-82
1801 Okunma
26-yusuf 83-86
2005 Okunma
27-YUSUF 87-90
2098 Okunma
28-YUSUF 91-98
2256 Okunma
29-YUSUF 99-101
1861 Okunma
30-YUSUF 102-107
2277 Okunma
31-YUSUF 108-110
1949 Okunma
32-YUSUF 111
2041 Okunma

© 2024 - Akevler