YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
Süleyman Karagülle
2054 Okunma
YUSUF 63-65

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 19

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

فَلَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَأَرْسِلْ مَعَنَا أَخَانَا نَكْتَلْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (63) قَالَ هَلْ آمَنُكُمْ عَلَيْهِ إِلاَّ كَمَا أَمِنتُكُمْ عَلَى أَخِيهِ مِنْ قَبْلُ فَاللَّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (64) وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ إِلَيْهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مَا نَبْغِي هَذِهِ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ إِلَيْنَا وَنَمِيرُ أَهْلَنَا وَنَحْفَظُ أَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِيرٍ ذَلِكَ كَيْلٌ يَسِيرٌ (65)

 

فَلَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ

FaLamMAv RaCaGUv EiLAy EaBIyHiM

“Eblerine rücu ettiklerinde.”

Buradaki “Fa” harfi yüklerini yüklenip azize söz verdikten sonra hemen hareket ettiklerini ifade eder. Yani, hemen eve babalarına dönerek Hazreti Yusuf’un anadan da kardeşini getirmeye koyuldular demektir. “Fa” harfindeki takip işe başlamayı ifade eder, yani dönmeye başlanılmasını ifade eder, dönmeyi ifade etmez.

O halde, bir emrin yerine getirilmesi emredilirse, o işe başlanması ile emir yerine getirilmiş olur. Buna bir örnek verelim. Bir kimse Salı günü saat 17’ye kadar borcu olan bin lirasını bankaya yatıracağını taahhüt etse ve bankaya saat 17’den evvel gelse, düğmeye basıp sıra numarası alsa ama ondan sonra saat 17’yi geçse, sorumlu olmaz. Banka onun parasını saat 18’de de tahsil etse, borcunu zamanında ifa etmiş olur. Bu sebepten kredisi düşürülemez. Saat 17’de bankaya gelse ama banka kapalı ise yahut sıra fişini almasa, yahut fişi alsa ama memur parayı almasa; borçlu sorumlu olmaz.

Bu hükmü nerden çıkarıyoruz?

“Fa” harfinin delâletine kıyas yapıyoruz. Buradaki “Fa” harfine ait hüküm senet ödemeye de uygulanmalıdır. Şimdi fıkıh kitabına bunu yazdığın zaman fakih olmayan okuyucu, “Kur’an’da bunun böyle olduğunu göster” derse, ona Kur’an’da doğrudan gösteremezsin. Bu sebeple -halkın ‘ehli zikr’ olanlarına da dahil olmak üzere- bütün hükümlere Kur’an’dan delil göstermek mümkün değildir. Fakih seviyesinde olanlara delil gösterilebilir. “Müteşabihleri ancak elbab sahipleri anlar”ın mânâsı budur.

Lemmâ”da Fa’nın aksine, “rücu ettiklerinde” denince, rücuun sonunu ifade eder. “Fa” rücuun başlamasını, “Lemmâ” da rücuun bitmesini gösterir. Hemen hareket edip bir veya daha fazla günde evlerine ulaştıklarında anlamındadır.

Evlerine varır varmaz mı babalarına anlattılar, yoksa dinlendikten sonra fırsat kollayarak mı anlattılar? Burada rücu etmek eğer dönmek anlamında ise; döner dönmez babalarına hemen anlattılar, sıcağı sıcağına anlattılar demektir. Çünkü sonra anlatmak uydurma olabilir. Yani başka şeyler düşünüp böyle bir hikâye uydurmuş olabilirler. Oysa döner dönmez anlatırsanız, evde hiçbir olay geçmediği için uydurma ihtimali azalır.

Fa” ve “Lemmâ” harfleri bu anlatmanın hemen yapıldığını ifade eder. “Fa” harfi müracaat ettiklerinde mânâsını vermeye mânidir.

Bazı imkanlar vardır ki fırsat ele geçer geçmez hemen değerlendirmek gerekir. Onu ertelediniz mi, araya halk tabiriyle kara kedi girer.

Necmettin Erbakan iktidara gelir gelmez fırsatı hemen değerlendirmek istedi, 11 ayda birçok işler yaptı. Bununla beraber kendi asıl işi olmadığı için başörtüsü sorununu erteledi. “Adil Düzen Anayasası”nı sonraya bıraktı. Halbuki başka her şeyi bırakıp “Adil Düzen Anayasası”nı getirecekti. Koalisyon ortağı Tansu Çiller “Adil Düzen”e karşı olduğu için buna müsade etmedi.

AK Parti ise kendisine yapılan telkin ve tavsiyelere uyarak, ‘uzlaşarak sonra halledeceğiz’ dedi. Ne başörtüsü sorununu, ne de katsayı sorununu çözdü. Demek ki AK Parti’nin de gelir gelmez ilk yapacağı iş yine anayasayı değiştirmesi olmalıydı. İktidara gelmeden önce hazırlıklı olmalıydı ama onların “Adil Düzen” aleyhinde toplantılar yapıp raporlar hazırlamak dışında bir hazırlıkları yoktu!

Aynı hatayı Adnan Menderes’in Demokrat Partisi de işlemiştir.

Hazreti Yusuf’un kardeşleri böyle hataları işlememişlerdir.

Burada “İlâ Ehlihim” demeyip “İlâ Ebîhim” denmiş olması da şunu ifade eder. Yolculuktan gelenler, gelecekleri biliniyorsa karşılanırlar. Ama gelecekleri bilinmediğine göre karşılanmazlar. Yükleri indirme ve hayvanları bağlama sırasında geldikleri duyulur. Herkes hoşgeldine gider. Babaları da yanlarına gitmiştir. Ama burada bir şey konuşulmaz. Sonra eve gidilir. Ehilleri yani aile fertleri ile birlikte olunur, temizlik yapılır, yemek yenir. Hafifçe dinlenilir. Sonra hep birlikte büyüğün yanına çıkılır ve ona tekmil verilir.

İşte bu sebepten dolayı burada “İlâ Ebîhim” denmektedir. Burada “İlâ Ebîhim” dendiğinde, babalarına vardıklarında, ona olayları anlatmağa başladıklarında demek olur. “Lemmâ” ile “İlâ”nın gelmesi, rücuun tamamlanması, rücudan sonraki zamanın başlaması demektir. “İlâ” hedefe dahil midir değil midir tartışması burada olmadığına delâlet eder. Çünkü rücu bitmiştir. Rücudan sonra demektir.

قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ

(QAvLUv Ya EaBaNa MuNiGa MinNa eLKaylu)

“Ebimiz (babamız), bizden keyl men olundu diye kavl ettiler.”

Burada “Ve Kâlû” denmemiş, sadece “Kâlû” denmiş, yani başka şeyler konuşmadan babalarının huzurunda toplandıktan sonra hemen kötü haberi veriyorlar. “Bizden keyl men olundu” diyorlar. Buradan şu anlaşılıyor ki; oranın halkı durmadan Mısır’a gitmekte ve tahıl alıp dönmektedir. Zaten iki aylık seyahatte elde edilen keyle ancak yetmektedir. Halk vakitlerini yolculukta geçirmektedir. Yani dinlendikten sonra hemen yola çıkıp iki ay sonraki erzaklarını temine koyulacaklardır. Oysa bunlar yola çıkamayacaklar, çünkü men olunmuşlardır. O halde başka şeye vakit yok, ilk olarak bu konunun konuşulması gerekir. Böylece Hazreti Yakup acele karar almaya zorlanmaktadır.

Bir kararı aldırmak isteyenler kötü niyetli iseler teklifi sonunda getirirler ve acele karar almaya zorlarlar. Bu elbette meşru değildir ama gerektiğinde kararı acele almak gerekecektir.

Hazreti Yakup’un oğulları da bunu yapmaktadırlar. Hazreti Yakup hemen karar vermeyip bekleyebilir, uzatabilir. Bakalım ne yapacaktır?

Munia” engellendi demektir. Yasa geneldir, kimseye verilmez ama “men” ise sadece özel duruma hastır. Fiile başlamadan önce yaptırılmazsa, buna “nehy” denmektedir. Fiil başladıktan sonra durdurulursa, buna “men” denir. Tetik çekmeden önceki bıraktırmalar nehydir ama tetiği çektikten sonra zırhın yaralanmaya mâni olması mendir.

Burada “men olunduk” denmesi, herkesin tahıl alması hak iken bunlara özel olarak bu hak verilmemektedir. Onun için bu mendir.

Burada “men” kelimesinin kullanılmasından anlıyoruz ki, potansiyel haklar da haktır demektir. Tüccardan malı satın almak herkesin hakkıdır. Onun için satıcı müşteriye göre fiyat değiştiremez. Fiyatı ilan edecek ve ilk talip olana verecektir. Çünkü talep kabul demektir. Buradaki “munia” kelimesi bu genel kuralı ifade etmektedir. “Minnâ” sözü ile yalnız kendilerinden men olunduğunu ifade etmektedir. Bununla beraber “minnâ munia’l-keylu” denmemesi, tahsiste teşdidin olmadığını ifade eder. Tam bilmiyoruz ama sadece bizden men olundu demek istemektedirler.

Kur’an üzerinde çalışıldığı zaman veciz dil de öğrenilmiş olur. Ne var ki bu işe erken başlamak gerekir. İnsanlar beşikten mezara kadar Kur’an’la meşgul olmalıdırlar. Geçimlerini ve diğer işlerini bitirdikten sonra Kur’an ile meşgul olmalıdırlar. Kur’an çalışmaları onları her yönüyle eğitir.

فَأَرْسِلْ مَعَنَا أَخَانَا

(Fa ERSiL MaGaNAv EaPAvNA)

“Ehimizi bizimle irsal et.”

“Et’imnî Fa Ene Cu’un/ Doyur çünkü ben açım”  yahut “Ene Cu’un Fa Et’imnî/  Açım öyleyse beni doyur.” Her iki cümle de doğrudur. Birincisindeki “Fa” beyan fasıdır; neden doyurması gerektiğini ifade ediyor. İkincisinde açlık doyurmasına sebeptir. Birincisinde talep var, ikincisinde ihbar var. Yani aç olduğumda beni doyurmak zorundasın, o halde beni doyur anlamı çıkar. Birincisinde ise, açım, beni doyurursan memnun olurum mânâsı çıkar.

Burada babasına diyorlar ki: Öyleyse madem ki bize keyl men olundu, kardeşimizi gönderirsen bu men kalkacak, size düşen onu göndermektir, bununla görevlisin demektir. Aynı iki cümleyi önce veya sonra söylemiş olması bunu ifade eder. Ta’lîl fasında sıra da gözetilmiş olur. Yani önce birinci cümle olmaktadır, sonra ikinci cümle olmaktadır.  

Hukuk dilini konuşma dilinden farkı konuşanlar bunları bilinç altından söylerler. Oysa fıkıhçılar bunları kurallaştırırlar. İhtilaflı durumlar mezhepleri oluşturur.

İrsal etmek” demek salmak demektir. Serbest bırakma anlamına geldiği gibi hedefe ulaştırma anlamına da gelir. Burada ‘kardeşimizi serbest bırak bizimle gelsin’ denmiş olur. O zaman kardeşlerinin de buna muvafakat etmesi gerekir. Ama hedef ulaşma kararı şeklinde ise o zaman irsal emir olur. Kardeşlerinin rızası aranmaksızın baba karar vermiş olur. Türkçede ‘gelsin’ diyebilir. ‘Gelebilir’ de diyebilirdi.

İzin ver gelsin. Emir ver gelsin.

Ersil”de hangisi mevcuttur? Resul risaleti kabul etmek zorunda mıdır?

Hazreti Musa Allah’a şart koşarak risaleti kabul ediyor, ‘kardeşimi de bana vezir yap’ diyor. O halde itiraz hakkı vardır demektir. Aranızda risaleti kabul edip etmemek serbesttir.

Ama ast-üst arasında risaleti kabul etmek zorunlu mudur?

O toplulukta kaldıkça başkanın risaletini kabul etme zorunluluğu vardır. O halde burada babasının irsalini oğlu kabul etmek zorundadır.

Bu âyet bize ocak ve bucak başkanlarının sözlerini cemaati dinlemek zorundadır, yahut orasını terk edip giderler sonucunu vermektedir.

Dinlemezse, dinlemeyen ne olur?

Oradan gitmelidir, gitmezse kanı heder olur.

İlk bakışta çok saçma gelen bu kural zorunludur.

Tekel sermaye kamu otoritesini yok edip herkesi kendi işçisi ve kölesi yapmak istemektedir. Öldüren de öldürülmeyeceğine göre, parasıyla mafyayı kullanarak düzeni sağlamaktadır. Yani sermaye merkez tekeli oluşturmaktadır.

İslâmiyet ise biat müessesesi ile disiplini sağlıyor. Başkanlara sınırsız yetki tanınıyor. İnsanların hürriyetleri ise hicret imkanları ile sağlanıyor. Topluluktan ayrılmak şartı ile artık bucak ve ocak başkanlarının bir yetkisi kalmıyor.

Farz edelim ki Hz. Yakup Hz. Yusuf’un anadan kardeşine (Bünyamin’e) ‘sen de bunlarla git’ diye emir verdi ama kardeşi gitmek istemiyor; o zaman ne olacaktır?

Kardeş ya o aşireti terk edecektir, ya da emre itaat edecektir.

O günkü şartlarda bu terk hemen hemen mümkün değildi. Bugün ise bu terk basit bir olay olduğu için insanlar hürriyetlerini korumaktadırlar.

Başka bir tedbir de, başkan kişiye ceza verebilir. Diyelim ki kolunu kesebilir. Ama mahkeme kararı yoksa başkan bunun diyetini öder. Ağır veya hafif diyet öder.

Bugün ne yapılıyor?

Herhangi bir kimse diğer kimsenin kolunu kesse kısas yapılmıyor, diyet ödenmiyor; hapse atılıyor.

Bizim sistemde ise kolunu kesenin kolu kesilir. Affedilirse diyeti ödenir.

Başkana tanıdığımız ayrıcalık sadece affedilmesinin gerekmediğidir. Diyete dönüşür.

Bugün zaten kısas olmadığı için bu konuda şimdilik tartışılacak bir şey yoktur.

نَكْتَلْ

(NaKTaL)

“İktal edelim.”

Bizim için keyl ettirelim demektir. ‘Bana beş kilo tart’ dediğimizde, onu satın aldım demektir. ‘İki teneke ölç’ dediğimizde, onu satın aldım demektir. İftial bâbı kendimiz için tarttıralım anlamında gelmiştir. İzin kalksın, biz de tahıl alabilelim denmektedir.

Bunlar kardeşlerini götürdüklerinde tahıllarını ölçtürmüş olacaklardır.

Keyl” hacim ölçüsüdür. “Vezn” tartıdır. Besin değeri ölçülme ile değil de tartı ile olursa yaş ve kuru olma bakımından tahılın ağırlığı değişmektedir. Oysa hacim değişmemektedir. Keyl daha adil bir değerlendirme aracıdır. Keylde alınıp satılırken kilo ile değil ölçü ile alınmaktadır. Çünkü ölçüde, hele uzunlukta çok az değişme olmaktadır. Ağırlıkta ise su almakta ve çok değişmektedir.

Keyl mi esas alınacak, vezn mi esas alınacaktır?

Canlılarda “keyl” esas alınacaktır, cansızlarda “vezn” esas alınacaktır.

Esas olan beslenme bakımından en az hatalı değerlendiren hangisi ise o esas alınacaktır. Bu çok önemlidir.

Hangisi faizdir?

Eğer yaş hurma ile kuru hurma arasında olduğu gibi hem hacimde hem de tartıda değişiyorsa, o zaman bunların mübadelesi ve selem yapılması meşru değildir.

Değerinde değişme olmuyorsa, herhangi bir değişme olmuyorsa, ona göre mübadele yapılır ve selem yapılır.

وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (63)

(Va EinNAv LaHUv LaXAFıJUvNa)

“Biz onu hıfz edeceğiz.”

 Babaların onu kardeşlerine katmaması için bir sebep yoktur. Ancak daha evvel Hazreti Yusuf katılmış ve kanlı gömlekle gelinmiştir. Bu olay unutulmamıştır.

Bir kimse hasta olur ve gözünüzün önünde ölürse, onun ölümüne içten inanır, o anda acısını çekerek artık unutursunuz. Oysa bir kimsenin ölümünü görmezseniz, ölüsünü görmezseniz, bir türlü ölümüne inanmanız mümkün olmaz, hayatınızda onun acısını hep çekersiniz. Hazreti Yusuf’un durumu böyledir. Anne ve babası onu unutmuyor. Kardeşleri de suçları dolayısıyla daima tedirgindirler. Bu sebeple çekine çekine söylüyorlar.

İlkel topluluklarda insanlar her gün beraberler. Birbirlerini yakından tanırlar. Sevgileri de düşmanlıkları da şiddetlidir. Ayrıca ilkel topluluklarda kişiler birbirlerine son derece muhtaçtırlar. Oysa gelişmiş topluluklarda aile fertleri yatsıda gelir, sabahleyin kalkıp giderler. Kahvaltılarını bile dışarıda yaparlar. Birbirlerine ihtiyaçları azdır. Ölüm onlar için fazla etkili değildir. Kentte yaşayanlar bu aile bağlılığını bilemezler.

“Biz onu muhafaza edeceğiz” derken, geçmişi hatırlayıp söyleniyor ve inanılmayacağı da bilinmektedir.

***

قَالَ هَلْ آمَنُكُمْ عَلَيْهِ

(QAvLa HaL EAvMaNuKuM GaLaYHi)

“Ben onu size emanet etmeyecek miyim?”

Elbette edeceğim diyor. أَآمَنُ demiyor.

Burada iki mânâ vardır. Ya edeceğim deyip etmeyeceğini ifade ediyor, yahut olur mânâsında emanet edeceğini söylüyor. Onun için “E” değil de “Hel” getirilmiştir.

Âmene Aleyhi” onun üzerine emniyet etmek demektir.

Hazreti Yakup kararını veriyor. Onu onlara katacaktır. Acil durum vardır. Yapılacak başka bir şey yoktur. Ne var ki açık olarak emanet edeceğini söylemiyor. “Hel” ile ifade ediyor. Evet, ben size bunu emanet etmek istiyorum ama nasıl emanet edeyim, geçmişte olan olaylar dururken diyor, öyle demek istiyor.

Birisi bir talepte bulunduğu zaman baştan olumlu yaklaşmak gerekir. Menfi cevabın sebeplerini zikretmek gerekir. Düşünürken de öyle yaparsınız, ben karşı tarafın istediğini nasıl yerine getiririm dersiniz. Ona göre çözümler ararsınız. Mümkün olmadığı zaman sebepleri ile birlikte hayır dersiniz. Buradaki “Hel” kelimesinin bize öğrettikleri bunlardır.

Bugün yeryüzünde güvenlik vardır. Oysa o dönemlerde ancak kafileler hâlinde olduğunuz zaman cesaret edip size saldıramazlardı. Tek başına seyahat hemen hemen imkansızdı. Bu sebeple Hazreti Yakup aleyhisselâm ‘nasıl emanet edeyim’ diyor; ‘ya geçmişte olduğu gibi onu kurt kapsa’ diyor.

Devletler aşamasından önce insanları kabile dayanışması koruyordu. Birisine bir şey yapılırsa kabile harekete geçer ve onun intikamını alırdı. Bu sayede caydırıcılık vardı. Eğer bu aşiret dayanışması olmasa insanın yaşaması mümkün değildi. Bugün ise koruyucu devlet oluşmuştur. Kimsesi olmayan zavallı biri de olsa, insana dokunduğunuz zaman kamu davası açılır. Bunu her vatandaş açabilir. Dayanışma ortaklıkları açar. Sonunda kişi ölüme mahkum edilir. Vârisi olmayan yakını kimse affederse diyeti ödenir. Mezopotamya’da devlet site devleti olarak oluşmuştur. Sonra Mısır’da ulus devlet oluşmuştur. Hâlâ insanlık güvenliği kurulmamıştır. Açık denizlerdeki cinayetler ne olacaktır? Mağdurlar hakemlere gidecekler, mahkum olan devlet tazmin edecektir. Etmezse ambargo uygulanır, yahut savaş sebebi olur.

إِلاَّ كَمَا أَمِنتُكُمْ عَلَى أَخِيهِ

(EilLAv KaMAv EAvMiTuKuM ALay EaPIyHi)

“Kardeşini size emanet ettiğim gibi olması dışında”

Elbette emanet ederim ama daha önce kardeşini size emanet ettiğim gibi olmamak üzere emanet ederim demiştir.

Bunun anlamı nedir?

Etmem demek mi oluyor, yoksa ederim mi demek oluyor.

“Hel” kelimesi ile ederim oluyor ama sorun dile getiriliyor.

İşte menfi cevaplar böyle olmalıdır. Karşı taraf sizden bir şey talep ettiği zaman mümkünse isteğini yerine getireceksiniz. Getiremiyorsanız sebebini ortaya koyacaksınız. Sorunu o çözmeyi başarırsa isteği yerine getirilmiş olur. Burada önemli olan husus sorunları icat etme değildir. Müsbet cevabın verilmemesindeki sebepler karşı tarafa birden bildirilmelidir. Yoksa peyderpey her gün yeni sebep icad edilmemelidir. Dilekçeyle baş vurulduğunda şu şu eksiklikler var deyip cevap verilir. Onları yerine getirdiğinde artık onu durdurma ancak hakem kararı ile olabilir.

Kardeşini” diyor. “Eh” kelimesi müşterektir. Anadan kardeş de kardeştir, babadan kardeş de kardeştir, sadece babadan kardeş de kardeştir. Âm bir kelime değildir. Önce genel mânâdan hangi çeşit kardeş olursa olsun o kardeş anlaşılır. Bir karine varsa yalnız babadan veya yalnız anneden kardeş anlaşılır. Buradaki karine Hazreti Yusuf’un hikâyesi bilindiği için Hazreti Yusuf’un anadan kardeşine Yusuf için kardeşi denmektedir.

Usuldeki tartışmalar böylece ortaya çıkar. Buradaki babadan kardeşe delalet mecaz mıdır, yoksa müşterek midir? Mecazda mâni karinenin olması gerekir. Müşterekte ise dâî karine yeterlidir. Bize göre burada dâî karine yeterlidir. Müşterek kelimelerin mânâları lugatta zikredilir. Kelimelerin mecaz mânâları lugatta zikredilmez. Çünkü ancak mâni karine varsa o mânâ verilebilir. Bununla beraber kesreti istimalden (çok kullanmadan) dolayı mecaz mânâlar bazen müşterek seviyesine yükselir. O zaman mâni karineye gerek kalmaz. Bazen de eski mânâsını mecaza döndürür, bazen de tamamen kaybolur. Mecaz olan hakiki olmuş olur.

مِنْ قَبْلُ

(MiN KaBLu)

“Daha önce”

Daha önce” kelimesinin vurguladığı bir şey vardır. Geçmişten örnek almak demektir. Gelecekte neler olacağına, geçmişte olmuş olaylara bakarak karar vermek demektir.

Tarih bunun için okunur ve anlatılır. Gelecekte de benzeri olacağı kabul edilir.

Doğa kanunları gibi sosyal kanunlar vardır. Topluluklar canlılar gibidir. Her canlı yapısı ile nasıl birbirine benzerse, topluluklar da birbirlerine benzerler. Örnek olarak her topluluk sonunda bir başkana sahiptir. Resmen seçmemiş olsalar bile bilinç altında bir başkan olur ve herkes onun sözünü dinler olur. Hattâ birçok zamanlarda başkan resmi başkan olmamaktadır. Merkezden atanan yöneticiler bu sebeple gerçek yönetici olamamaktadır.

Buradaki “Min Kablu” kelimesi ile Hazreti Yakup aleyhisselâm geçmişten örnek alınması gerektiğini ifade etmektedir. Buna kişinin sicili diyoruz. Muhasebede bütün bunlar geçmiş olacaktır. Hazreti Yakup söz almıştı; Hazreti Yusuf’u muhafaza edeceklerdi. Ama sonra gelip ‘biz oynarken onu kurt kaptı’ dediler. Sözünde durmamanın cezası nedir? Ona bir daha güvenmemek. Hazreti Yakup şimdi o durumu hatırlatıyor. Sizin böyle güvene layık olma hakkınız yoktur. Hazreti Yakup aleyhisselâm burada sözünde durmayanların ceza olarak güven kaybettiklerini ifade etmiş olmaktadır.

“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” buna dayanmaktadır. Çeki zamanında ödemeyenin kredisi düşer. Ayrıca hapis cezası meşru değildir. Borcunu ödemeyen veya ödeyemeyen iflas eder. Mallarına el konmaz.

فَاللَّهُ خَيْرٌ حَافِظًا

(Fa elLAvHu PaYRun XAvFıJan)

“Allah hafiz olarak daha hayırlıdır.”

Evet, sizin hafizliğinize güvenemem, çünkü sizin geçmişiniz var. Henüz tevbe edip istiğfar etmemişlerdir. Tevbeleri kabul edilmemiştir. Onların hafizliğe talip olmaları uygun değildir. Hazreti Yakup peygamber bunu bildirdikten sonra onlara ‘hayır, onu sizin yanınıza katmayacağım’ demiyor. “Size değil de Allah’a emanet ediyorum, O sizden daha fazla hafizdir” diyor.

Buradaki “Hayrun” daha iyi anlamındadır. Daha tercih edilir demektir. İhtiyarî tercihtir. Burada tüm güvenceyi insanlara yüklemek de doğru değildir.

Faiz tüm güvenceyi karşı tarafa yüklemektir. Hayatta daima rizikoları göze almak gerekir. Tehlike vardır diye oturmamız gerekmez.

Evet, siz güvenilecek kimseler değilsiniz ama kardeşinizin de sizinle gelmesi gerekir.

Hazreti Yakup aleyhisselâmın bu davranışı tam örnek davranıştır. Gerekli tedbirlerin alınması gerekir ama tehlike vardır diye de yapılması gerekenlerden vazgeçilemez. Allah’a tevekkül edip yapılacaklar yapılmalıdır.

وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (64)

(Va HuVa EaRXaMu elRAXıMIyNa)

“Ve O rahmet edenlerin en rahimidir.”

“Hafiz olarak Allah hayırlıdır” dendikten sonra “O rahmet edicidir” deniyor. “Besmele”deki merhamet burada zikrediliyor.

Biz “rahim”i çalıştıran ve “rahman”ı da yaşatan olarak almıştık. “Rahmet” her ikisini de kaplar. Allah rahmet ediyor. Hazreti Yusuf ‘kardeşinizi getirin, keyl var’ diyor. Bu Allah’ın rahmetidir. Melikin veya azizin değil. Çünkü ona bu ilhamı veren O’dur.

El-Râhimîn” burada kurallı çoğul olarak gelmiştir. Rahmet edenler kurallı çoğul olarak getirilmiştir. Kurallı çoğulda kişiler ayrı ayrı düşünülmez. Dolayısıyla müfred anlamlı kelimeye ismi tafdil izafe edilmez. “E’lamu’l-ulema” âlimlerin en âlimi uygun ifadedir. “E’lamu’l-âlimîn” dediğimizde, âlimlerden daha üstün âlim demektir. Onun bilgisi onların bilgisinin üstündedir demektir. Burada da rahmet edenlerin üstünde rahmet edendir demektir. Yani insanları çalıştıran ve yaşatan da Allah’tır. Diğerleri O’nun kulları olarak yapmaktadırlar. Allah tav’an ve kerhen onlara onu yaptırmaktadır.

Hazreti Yakup aleyhisselâm oğullarına “hafiz O’dur, çalıştıran ve yaşatan da gerçekte O’dur” demek istiyor. Azizin böyle bir koşul koşması asıl rahmet edenin şartıdır. Hikmeti vardır. Hayatta sana/size düşeni yaptıktan sonra teslim olacaksınız. Bütün işleri tedvir eden O’dur. Her şeye rıza göstermek zorundayız. Yapacağımız başka bir şey yoktur. Direnmek, kendini helâk etmenin ötesinde bir şeye yaramaz. Kaldı ki Allah böyle yapanlara iki dünyada da rahmetini vaat etmektedir.

Hazreti Yakup burada açıkça ‘götürebilirsiniz’ demiyor ama sonunda önerilerini kabul etmiş görünüyor. Kesin olarak evet dememiş olmasının sebebi bu ilk kararıdır. Zahiri kararıdır. Zamanla kesin deliller gelebilir, dolayısıyla izin vermeyebilir.

İki türlü söz verme vardır. Biri o anda söz vermedir. O anda gereği yapılırsa geçerlidir. O anda o söz değerlendirilmezse ileride sen böyle söyledin denmez. O gün öyle söyledim, ondan sonra günler geçmiştir. Ondan sonra o sözünde durmak durumunda değildir. Eğer yazılı olursa o sürekliliği ifade eder. Ama sözlü vaatlerden ise sadece o an için geçerlidir.

Hazreti Yakup peygamber, o anda kardeşlerini alıp götürseler bir şey demeyecektir. Ama ilerisi için söz vermemektedir. Muhasebede bunun için tekliflere daima vâde konur.

***

وَلَمَّا

Va LamMAv  

ve

Yukarıda Ve Lemmâ Racaû” demiştir. Burada “Lemmâ” iade edilmiştir. Çünkü meclis tatil edilmiştir. Babalarından olumluya yakın cevap alınca oradan ayrılmışlardır.

Bir konu görüşüldükten ve karar alındıktan sonra meclis dağılır. İtirazlar olmasın, yeni kararlar alınmasın, alınan karar gerçekten karar olsun diye. Bir daha toplantı yapılmadıkça karar değiştirilemez. Usul olarak karardan sonra oturulmaz, konuşulmaz.

Hazreti Yusuf’un kardeşleri de bunu yapmışlardır.

Kuvveti üstün tutan topluluklarda karar önce verilir. Meclis kararı onaylatmak için toplanır. Oysa İslâmiyet’te karar toplandıktan sonra alınır. Karar alındıktan sonra da o karar değiştirilmez. Kuvvet düzeninde ise karar alınır, toplantıda karar onaylatılmazsa sonra muhalifler çağrılmadan karar alınır. Orada karar alınır. Hattâ toplantı bile yapılmaz, karar alınır. Kur’an karardan sonra kararın değiştirilmesini yasaklamıştır. Azmettiğinde Allah’a tevekkül et demektedir.

Hz. Yakup Peygamber burada Allah’a tevekkül etmektedir. Bu “Lemmâ” bundan sonraki olayların daha sonra olduğunu ifade etmektedir. Rücu ile bundan sonraki olay arasında ilişki vardır. Hazreti Yusuf’un kardeşinin katılmasını gerektiren yeni olay olmuştur.

فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ

(FaTaXUv MaTaGaHuM.)

“Metalarını fethettiklerinde.”

Türkçede bir şehre savaşla girmeye “almak” tâbiri kullanılır. “İstanbul’un alınması”, “Mekke’nin alınması” denmektedir. Oysa Kur’an’da “alma” değil de “açma” kelimesi kullanılır. Burada “kapı açma”, “metaı açma” yani “yükleri açma” olarak kullanılan kelime getirilmektedir. Çünkü bir yeri işgal etmek, oraya hakim olmak, orasını kendine mülk edinmek için yapılmaz. Herkesin girmesi ve çıkması için kapıların açılmasıdır. Yeryüzü tüm insanlığındır. Herkesin her yere gidip gezme hakkı vardır. İstanbul ve Mekke gibi yerler sadece bir topluluğun, sadece bir kavmin olamaz. Tüm insanlığa açık olması gerekir. Onun için “almak” şeklide değil de “açmak” şeklinde getirilmektedir.

Burada “denklerin açılması” şeklinde ifade edilmektedir. Türkçede aynı şekilde kullanılmaktadır.

Meta’” müfreddir. “Hum” ise çoğuldur. Dolayısıyla bütün yükler ortak yüktür. Yani herkes kendi taşıdığı yükü getirmemektedir, birlikte tek yük getirilmektedir.

Meta’” içindekilerin ismi midir, yoksa kapların ismi midir.” Metalarını açınca” denince kaplar açılmış olur. Eğer içindekiler kastedilmişse o zaman açma mecaz olur. ‘Kapıyı aç’ yerine ‘evi aç’ gibi olur. “İstimta’” kelimesi bir şeyi meta’ olarak kullanmak demek olur.

Demek ki meta’ kelimesini kap olarak alsak daha uygun olur. Açma o zaman hakiki olduğu için tercih edilir.

Kur’an’da meta’ ve mustakar yan yana zikredilmiştir. O halde mekan meta’ değildir. Meta’ kullanılan şeydir. Makine metadır, elbise metadır, hayvan metadır. Kur’an’da ekletme ile meta’ da karşılaştırılmıştır. O halde yiyecek meta’ değildir. Dayanıklı mallar metadır.

Kur’an’daki bütün kelimeler ve kavramlar tasnif edilirse sistem ortaya çıkar ve eksiksiz hukuk doğar. Bu tasnifler gelişmelere göre yeniden ele alınıp tasnif edilmeli, kelimelere yeniden mânâ verilmelidir.  

وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ

(VaCaDUv BiWAGaTaHuM)

“Bidaalarını buldular.”

Bidâat” çoğul olarak alınırsa, her birinin bedeli kendisinin çuvalına konmuştur.

İlkel topluluklarda hesap etme yolundan çok basitlik tercih edilir. Çuval tartılır, para alınır. Çuvalların tartılması ve toplanıp parasının alınması gelişmiş topluluklarda mümkündür. Buradaki ifade de bunu göstermektedir.

Malların fiziki hareketi vardır. Malların hukuki hareketi vardır.

Çuvalları tartmak ve denk yapmak fiziki harekettir. Paralarını ödemek de hukuki harekettir. İlkel ekonomide hukuki hareket ile fiziki hareket birlikte yürür. Gelişmiş ekonomilerde mal özellikleri (standartları) tesbit edilerek ambara verilir. Mal sahibine belge verilir. Belge hareket eder, mal yerinde kalır. Sonunda kim malı kullanacaksa o belgeyi ambara götürür ve malını alır. İşte bu ekonomi gelişmiş ekonomidir.

Kapitalistlerde ortak ambar sistemi doğmamıştır.

Sosyalistlerde ambar sistemi vardır ama belge sistemi yoktur.

“Adil Düzen”de mal senedi olarak bu belge sistemi getirilmiş olup ekonomide daha ileri devreye geçilmiştir.

رُدَّتْ إِلَيْهِمْ

(RüdDaT EiLaYHiM)

“Kendilerine reddedilmiş.”

Reddetmek” demek geri vermek demektir. “Recea” lazım fiildir. “Red” ise müteaddi fiildir. Gelen bir şeyi geri çevirmek demektir. Bir haberi birine reddetme demek, ona havale edip kendinin artık ilgilenmemesi demektir. Bir görevi reddetme yetkiyi çevirmek demek olduğu gibi, başkasına havale etmek de reddetmedir. Fıkıhta kullanılan “havale” kelimesinin yerine “red” kelimesini kullanmamız gerekir.

“Hasan’dan alacağımı Cemal’e reddettim” dediğinizde artık siz onu tahsil edemezsiniz. Eğer “o da alabilir ben de alabilirim” diyorsanız, alacağıma iştirak ettim dersiniz. “Reddettim ama ben kefilim” derseniz, o almazsa ben yine borçluyum demektir.

Kelimelerin muhasebe diline göre mânâlandırılması gerekmektedir. Bütün Kur’an bu şekilde mânâlandırılırsa ve topluluk da onları öğrenirse, o zaman o topluluk uygarlaşmış olur. Zaman geçince, hayat değişince, sosyal evrim olunca bunun yeniden yeni şartlara göre yapılması gerekir.

Metaların yerinde paralarının bulunması şekli, onların unutulduğu değil, kasden konulduğunu ifade etmektedir.  

Kardeşler bu durumda ne düşündüler, Hazreti Yakup ne düşünmüştür?

Paraların çuvallarda bulunmuş olmasından kardeşlerin yalan söylemediği anlaşılmaktadır. Çünkü kardeşlerin parayı bulmaları mümkün değildir. Soygun yaparak getirseler bile paralar ayrı ayrı çuvallarda olmazdı.

Babalarının ikna olması için  bu red yeterlidir. Kendilerin de kardeşlerini istemesinde bir kötülük görmemektedir. İşin çok ciddi olduğunda kesinlik mevcuttur.

قَالُوا يَاأَبَانَا مَا نَبْغِي

(QAvLUv YAv EaBAvNAv MAv NaBĞi)

“Ey babamız daha ne istiyoruz.”

Bağyetmek” şiddetle arzulamaktır. Boğanın dişiyi arzulaması gibidir. “Boğa” kelimesi buradan gelmektedir. “İbtiğa” kelimesi çaba göstermek demektir. “Allah’ın fadlını ibtiğa ediniz” emrindeki ibtiğa canla başla kazanmaya çalışın demektir. “Daha ne istiyoruz” demektir. Paramız bize iade edilmiş, daha ne istiyoruz.

Gerek kardeşler, gerekse Hazreti Yakup peygamber elbette bir şeyler hissediyorlar. Hazreti Yakup peygamber Hazreti Yusuf’un rüyasından dolayı ümidini kesmemiştir. Ama onun Mısır’a gittiğini bilmemektedir. Kardeşleri ise Hazreti Yusuf’un oralara yani o makama kadar gelebileceğini asla düşünememektedirler. O halde onlara göre bu ne demektir? Kardeşler fazla olarak tartışmıyorlar.

Bir ekip suç işledi mi onu ifşa etmeden durmak çok zordur. Ancak konu tekrar konuşulursa biri ağzından kaçırır. Olaydan sonra herkes pişman olmuştur. Ama o olayı ağızlarına almamaktadırlar. Bazı olaylar vardır ki onu herkes bilir ama kimse onu ağzına almaz. Kardeşlerde bir sosyal güç vardır. Eğer bir tanesi söylerse onun canına okurlar. Herkes topluluktan korktuğundan dolayı bu kadar senedir sır olarak kalmıştır. Şuur altına o kadar itilmiştir ki onu düşüncelerine bile kimse dayanak yapmamaktadır.

İnsan beyninde böyle bir meleke vardır. Tartışmasız reddedilir veya tartışmasız kabul edilir. Toplulukta bu şekilde beyinler kilitlendi mi o beyinlere girmek imkansızlaşır. Onlarla sohbet ettiğinizde önce inadına konuştuğunu zannedersin. Ama konuşmalar ilerledikçe söylediğinde samimi olduğunu anlarsınız. En saçma ve inanılmaz şeylere bile inanır ve savunur. Bu durumdan kurtulmak çok zordur.

Kur’an bunların iman etmeyeceklerini söylemektedir.

Bu durumda kimse paranın neden iade edildiğinin sebebini veya sebeplerini araştıramamaktadır, düşünememektedir.

 

هَذِهِ بِضَاعَتُنَا

(HAvÜıHIy BiWaGaTuNAv)

“İşte bidaatımız diyorlar.”

Bidaalarını Hazreti Yakub’a gösterip “işte bidaalarımız” diyorlar. Giderken alıp götürdükleri bidaaları aynen bilinmektedir. Bununla meselenin inandırıcılığını sağlamak istemektedirler.

Dikkat edilirse Milattan Önce 2000 yıllarından az bir zaman sonra anlatılan Hazreti Yusuf kıssasından Mezopotamya’da ve Mısır’da uygarlığın ne kadar gelişmiş olduğu anlaşılmaktadır. Birbirinden uzak ülkeler arası alışveriş yapılmakta, altın para olarak kullanılmaktadır.

Burada ‘bizim bidaamız aynen iade edilmiştir’ denmektedir. Bu bize götürdükleri bidaa üzerinde değiştirme yapılmadığını anlatmaktadır. Yani bidaa parçalı değil tek bohçalıdır. Sonraki ayetlerde “müzcatin” denmiştir, yani parça parça olduğunu söylemektedir.

O zaman alışveriş şöyle olabilir. Siz bir parça altın verirsiniz. Ondan sonra size eksik veya fazla ise altını kesip tartabilir. Yahut başka parça altını tartıp size iade edebilir. Bu sistemle bunların götürdükleri altın aynen iade edilmiş olabilir. Bunlar aldıkları parçaları diğerinin yükünü tartarken ek olarak vermiş olabilir.

Bir uygarlığın nasıl geliştiğini öğrenmemizde şu yarar vardır; biz de uygarlığımızı o şekilde geliştiririz. Uygarlık merkezi planlama ile gelişmez. Uygarlık halk tarafından geliştirilir. Nasıl çay kaşığı ile şeker icat edilmese, şeker içinde bulunursa çay kaşığı işe yararsa; uygarlık da böyledir. Merkezi planlamanın yapacağı gelişmeye uygun ortam yaratmadır. Yoksa merkezi planlama ile gelişme olmaz.

Gelişme nasıl olur?

İnsanlardan birinin aklına bir şey gelir ve onu uygular. Diğerleri görürler ki kolay bir şey yapıyor, iyi bir şey yapıyor; onlar da yapmaya başlar. Böylece yenilikler olur. Bugün yedi milyar insan düşünüyorsa sorunlarımız çözülür demektir. Bu sebepledir ki peygamberler sorunları çözmediler, insanların sorunlarını çözmesi için imkanlar ortaya koydular. Fıkıh Kur’an’da yoktur ama Fıkıh Kur’an’ın sağladığı imkanla doğmuştur. Bugünkü uygarlık da Kur’an’da yoktur ama Kur’an’ın sağladığı imkanla bugünkü Avrupa uygarlığı doğmuştur.

İşte altının para olarak kullanılışı da böyle olmuştur.

رُدَّتْ إِلَيْنَا

(RüdDaT EiLaYNAv)

“Bize reddolunmuş.”

Altınlarını gösteriyorlar. Götürdükleri altınları gösteriyorlar ve ‘işte bakınız, bizim paramız bize reddolunmuştur’ diyorlar.  “İleynâ” kelimesini de kullanarak kendilerinin ne kadar iyi insan olduklarını anlatıyorlar. Davranışları aziz tarafından o kadar takdir edilmiş ki kardeşleri ile beraber gelinmesini istemekte, bunu babalarına anlatmaktadırlar.

Olaylar değiştirilemez. Ne olmuşsa o odur. Ama yorumu her zaman değiştirilebilir.

Para iade edilmiştir. Bu iadeyi herkes başka türlü yorumlayabilir. Mısır’da kardeşler yakalanacak ve köle olarak çalıştırılacaktır. Kardeşlerini de dışarıda bırakmak istemeyip 10 yerine 11 köle edinilmek istenmektedir. Böyle yorum yapılabilir. Ekip hâlinde on kardeş bulmak kolay değildir. Birçok tehlikeli işler bunlara yaptırılabilir. Bunun dışında kardeşlerin davranışlarını hoş gören aziz onların iyiliğini istemektedir. Biz böyle olaylarla çok karşılaşırız. Değişik yorumlar yapılabilir. Hayra yorum yapılabilir.

Mesela, Mavi Marmara gemisi operasyonuna da hayra yorum yapılabilir. İsrail oğulları ve sermaye anlamıştır ki artık kendi ülkelerini ABD’ye korutamayacaklardır. Çünkü ABD’de seçim var. Her seçimde sermaye aleyhtarı oylar artmaktadır. Amerikan ordusu da sermaye aleyhinde cephe almıştır. Şimdi yapılacak iş İsrail’e yeni hami bulmaktır. Bu da ancak Türkiye olabilir. Çünkü hoşgörü İslâmiyet’in bir vasfıdır. Ayrıca Türk milleti İslâmiyet’ten önce de hoşgörülü idi. İspanya Yahudilerini onlar himaye etmişti. Bu olay sebebiyle Türkiye orayı işgal edecek, dünya da ses çıkarmayacaktır. Şimdi bu olayı böyle yorumlamak -gerçek olmasa da- ülkemiz için uygun yorumdur. Çünkü bu sayede bizim hemen savaşa atılmamız gerekmez ama orasını fethetmemiz de hesabımızda olmalıdır.

Hazreti Yakub’un oğulları da böyle yapıyor, olayları kendilerine yarayacak şekilde yorumluyorlar.

Sermaye bunu çok iyi yapar, her olayı kendisi yapmış göstererek kendi lehine çevirir. Mesela, AK Parti’yi askerin müsaadesi ile Türk milleti getirdiği halde, sanki ABD getirmiş gibi keyif çatmaktadır. Oysa biz bu meseleyi yorumlarken diyoruz ki; ABD getirmiş olsa bile, ordumuz ve halkımız getirdi dememiz gerekir. Şimdi ordu ile AKP düşmanlığı bunun için körükleniyor; böyle yorum getirilmesin de olaylar Türk milletinin lehine çevrilmesin diye böyle yapılıyor.

وَنَمِيرُ أَهْلَنَا

(Va NaMIyRu EaHLaNAv)

“Ve ehlimize meyr ederiz.”

Buradaki “Ve” harfi mahzuf olan cümlelere atfetmektedir. Eğer bizim yanımıza kardeşimizi katarsan, gideriz ve orada yeniden keylimizi alır geri döneriz. Böylece bu yılki ihtiyacımızı tamamlamış oluruz. Babalarına böyle diyorlar.

Geçmiş olaylar hazfedilmiş, sadece sonuç anlatılmış olur. İşte veciz konuşma budur. Onlar veciz konuşmamışsa bile Kur’an veciz olarak anlatıyor. Kur’an’ın sarf programı, nahiv programı anlatıldığı gibi buna göre programlar yazılacaktır. “Ve” nerelere kadar atfediyor.

“Meyr” yarma demektir. Kütükleri birbirinden ayırmak “meyr”dir. Kur’an’da dağların yarılarak ayrılacağını ifade etmektedir. “Mir” ise elde edilen ürünlerden bazısı o yıl içinde ev halkına ayrılır. Bir kısmı ise gelecek için üretim aracı yapılır, tohumluk yapılır.

“Ehlimizin harcayacağı kısmını temin etmiş oluruz” diyorlar.

Belki de bu son partidir. Ondan sonra yeni dönem başlayacaktır. Ortalık yeşerecek, hayvanlar süt verecek, yenileri eklenecek ve gelecek yıllar için yeni dönem başlayacaktır. Bir parti daha yaparlarsa bu yılki ihtiyaçları karşılanacaktır.

Ekonominin en zor tarafı yıllık ihtiyaçları o yıl içinde temin etmektir. Az elde ederseniz aç kalırsınız, çok elde ederseniz elinizde çürür veya güve vurur. Onun için tarih boyunca hep yeteri kadar rızık temin etme önemli olmuştur.

Bugün de uygun ekonomik politika takip etmezseniz, sene sonunda ya mallarınız artar, müşteri bulamazsınız, borç verirsiniz, ya da mallarınız azalır, alacağınız para olmaz, borçlanırsınız.

Biz bu konuda dengeyi nasıl sağlıyoruz?

İnşaat işçilerinin ücretlerini sabit tutuyor ve ona göre kredilendiriyoruz. Halk isterse resmi ücretle inşaata gider, isterse emek kredisini üretim yerinde değerlendirir. Üretim yerlerinde ücretler serbesttir. Dolayısıyla daha iyi ücret bulduğu zaman üretim yerlerine gider, bulamadığı zaman da resmi ücretle inşaata gider. Dolayısıyla üretim daima ihtiyaca göre yapılır. Artan emek inşaata  gider. Ekonomi ihracat ve ithalatla dengelenmez, böyle dengelenir.

وَنَحْفَظُ أَخَانَا

(Va NaXFaJu EaPAvNAv)

“Ehimizi koruruz.”

Buradaki “kardeşimizi de koruruz” iki fiili birbirine bağlamaktadır: “Nemir” ve “Nahfaz”. İlk bakışta uygun olmayan bir atıf gibidir. Ama burada kardeşler şunu demek istemektedirler. Bizim ehlimiz aç kalınca siz de aç kalacaksınız, kardeşimiz de aç kalacaktır. Oysa onu bizim yanımıza katarsan, biz kendi ehlimizin rızkını temin etmiş olacağımız gibi kardeşimizin rızkını da temin etmiş oluruz. Asıl kardeşimizi helakten kurtaracağımız için onu muhafaza etmiş oluruz. Bunu izah ederken de kardeşlerini muhafaza edeceklerini, yani yolda sahip çıkacaklarını da ifade etmiş oluyorlar.

Buradaki “Ve” harfi bunu ifade eder.

Yoksa “Ve Nahnu Nahfazu Ehânâ” deyip isim cümlesi yaparlar, o zaman hâl olurdu.

İsim cümlesi yapılmamış, yani hâl değil de atıf yapılmıştır. Onunla yukarıdaki açıklamalar ortaya konmuştur.

Ehânâ” kelimesi zikredilmiştir. O bizim kardeşimizdir, onu da muhafaza etmekle yükümlüyüz. Bu görevimizi ancak böylece yerine getirebiliriz demek istemektedirler. Önüne zamir getirilmemiş veya senin oğlunu denmemiştir. Oğulları benim size anlattıklarım gibi anlatmış, Kur’an bu icazı ile bize nakletmiş olabilir.

وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِيرٍ

(Va NaZDAvDu KaYLa BaGIyRin)

“Bairin keyli olarak artarız.”

“Cemel” erkek devedir, “Naka” dişi devedir; “Bair” ise erkek veya dişi deve sürüsüdür. Tek deve erkek veya dişi olsa baire denebilir. “Bair” burada nekre gelmiştir.

Buradan öğreniyoruz ki, yolculuk yaya yapılmamakta, deve ile yapılmaktadır. Deve kervanı oluşturulur ve öyle yola çıkılır.

Yukarıda yaya gidildiği yorumlarını yapmıştık. Burada bu hatamızı Kur’an düzeltmektedir. Yukarıdaki yorumumuz yanlıştır.

Yolculuk yaya değil de deve kervanıyla yapılmıştır denmektedir. Bununla beraber burada deve kervanı nekre olarak kullanılmıştır. Demek ki daha önceki kervan değildir.

Buradan anlıyoruz ki, deve kervanı oluştururken herkesin kendi devesini alıp götürmesi gerekmez. Deve kervanı sürü hâlinde kiralanır. Bunların da sayısı belli sınırın altına düşemez. Çünkü kişi bir devenin peşine takılarak aylarca gezemez. Sizin yükünüz az olsa da çok olsa da o deve kervanını kiralamak zorundasınız.

Birinci yolculukta yeteri kadar para bulamadıkları için kervanın yükünü tamamlayamadılar. Develer kısmen boş döndü. Bu takdirde ara ara ve sıra ile binerler. Yani israf yoktur. Develerin özelliği çölde dayanıklı olmaları, dikenli de olsa, kuru da olsa çöl bitkilerini yemeleridir. Dolayısıyla deve sahibi develerini bölemez. Kime bırakacaktır? Alıp götürecektir. Hazreti Yusuf’un kardeşleri koyunları kimlere bırakmışlardır?

Bunlar çözülecek sorunlardır.

Develer kendilerinin miydi, yoksa kiralamışlar mıydı? Kardeşlerinin tamamı Mısır’a gitmişler miydi, yoksa kardeşlerinin bir kısmı evdeki hayvanlara bakıyor, bir kısmı Mısır’a mı gitmişti?

Develer yola gideceğinden kalabalığa gerek yoktur. Ama güvenlik sebebiyle kalabalığa gerek vardır. Buna karşılık evdeki hayvanlara kimler bakacaktır? Bunun için çobanlar arasında dayanışma vardır. Biri hasta olur veya işi olursa, diğer çobanlar onun veya onların hayvanlarını götürürler. Buna ‘sürüye katma’ denir.

Demek ki yola çıkanlar bir kervan oluştururlar. Giderken develerine binerler. Yükleri tamamlanmazsa develere zaman zaman binerler. Yolculuk çok rahat geçmiş olur. Ama elde edilen azdır. Eğer bol meta bulurlarsa, o zaman da develerinin yanında kendileri de yük yüklenirler. Burada “bair” kelimesinin nekre getirilmesi, kervanın değiştirilmesi şeklinde değil de, bir kervanın yükünü de artırırız, yani bir kervana ne yüklenecekse onu artırırız demek olur. O zaman yolculuğu kendi develeri ile yapmış olabilirler. Burada bahsedilen yolculuk deve değil de bir tek deve sürüsü demektir.

Paralar geri iade edilmiş. Eğer kendilerinin parası ile gitseydiler yine para bulacaklardı. Hayvanları, derileri, yünleri satarak para temin etmektedirler. Şimdi ise paraları neredeyse  iki misline çıkmıştır. Buna göre demek ki birinci yolculukta yarım yüklerle dönmüşlerdir.

Bu durum onlara ne sağlayacaktır?

İhtiyaçlarından fazla tahıl getireceklerdir. Gelecek senelerine de ayırabilecek yahut satarak borçlarını ödeyeceklerdir. Yola çıkan kimseye borç verilir veya para katılır, o orada alışveriş yapar, dönerken borç verenlere tahıl getirir. Yahut fazla tahılı satar ve paralarını öder. Böylece deve kervanı eksik yükle dönmemiş olur.

Bu bize ne öğretmektedir?

Öyle taşıma işletmesi kurmalıyız ki araçlar boş hareket etmesin. Bunun için bizim ihale sistemimiz geliştirilmiştir. Yükü taşıyacaklar için internette en az bedelle ihale eder. Kimse o bedelle götürmediği için ertesi gün taşıma bedelini yükseltir. Araba sahibi de o günkü yükünü tamamlamak için önce çok pahalı ister; sonra gün gün fiyatı düşürür. Günü gelmeden önce taşıma yaptıranla taşıma yapanın fiyatları üst üste geldiğinde anlaşma yapılmış olur. Herkesin araçları dolu dolu hareket etmiş olur.

Bairin keylini artırırız” demesi ile bunu yapmamız gerektiğini ifade etmiş olurlar.

Bu kıssaların tefsirini yapmamız, filmleştirmemiz ve tarihî gelişmeleri takip etmemiz gerekir. Günümüz bunların tesbit edilmesi günüdür. Çünkü bu şekilde yaşayanlar hâlâ sağdırlar. Sonraları bunlar unutulup gidecektir. Bu dediklerimizin yapılmasında geç kalınırsa bu âyetler doğru anlaşılamayacaktır.

ذَلِكَ كَيْلٌ يَسِيرٌ (65)

(ÜAvLiKa KaYLün YaSIyRun)

“Bu kolay yüktür.”

Yani develer tam yüklü değildir. Yüklerini doldurmadık demektir.

Zalike” mübtedadır. “Keylün Yesir” haberdir. Yani getirdiğimiz keyl (yük) hafif bir keyldir. Develerin yüklerini dolduracak mahiyete değildir.

Böylece Kur’an bizi o günlere götürüp yaşatmaktadır. Filmleri çevirecek olanlar bunları yaşatmalıdırlar. Kur’an’da ve Tevrat’ta verilen bilgiler değiştirilmemelidir.

Kur’an’la Tevrat arasında bir ihtilaf varsa Kur’an esas alınmalıdır, çünkü Kur’an son kitaptır. Kur’an değişmeden bize gelmiştir. Kur’an’ın yorum kuralları oluşturulmuştur.

Nihayet Kur’an bizim kitabımızdır.

Tevrat ehli kendilerine göre anlatacaklar.

Kur’an ehli de kendilerine göre anlatacaklar.

Diğer dinler ise hakem olacaklardır.

 

 

 


YUSUF SURESİ TEFSİRİ(12.sure)
1-YUSUF 1-3AYETLER /548/579SEMNER--13ŞUBAT/02EKİM2010
2582 Okunma
2-YUSUF 4-7
3140 Okunma
3-YUSUF 8-10
2492 Okunma
4-YUSUF 11-15
2043 Okunma
5-YUSUF 16-19
1971 Okunma
6-YUSUF 20-22
2306 Okunma
7-YUSUF 23-24
4264 Okunma
8-YUSUF 25-28
2335 Okunma
9-YUSUF 29-31
2161 Okunma
10-YUSUF 32-34
1930 Okunma
11-YUSUF 35-37
2388 Okunma
12-YUSUF 38-40
2231 Okunma
13-YUSUF 41-42
2979 Okunma
14-YUSUF 43-45
3770 Okunma
15-YUSUF 46-49
2155 Okunma
16-YUSUF 50-53
2193 Okunma
17-YUSUF 54-57
1891 Okunma
18-YUSUF 58-62
1913 Okunma
19-YUSUF 63-65
2054 Okunma
20-YUSUF 66-67
1919 Okunma
21-YUSUF 68-69
2290 Okunma
22-YUSUF 70-74
2257 Okunma
23-YUSUF 75-76
2427 Okunma
24-YUSUF 77-79
1962 Okunma
25-yusuf 80-82
1793 Okunma
26-yusuf 83-86
1997 Okunma
27-YUSUF 87-90
2092 Okunma
28-YUSUF 91-98
2247 Okunma
29-YUSUF 99-101
1852 Okunma
30-YUSUF 102-107
2270 Okunma
31-YUSUF 108-110
1944 Okunma
32-YUSUF 111
2035 Okunma