ŞATİBİ'NİN EL MUVAFAKAT'I ÜZERİNE
Süleyman Karagülle
1576 Okunma
GİRİŞ

 

ŞATİBİ'NİN

EL-MUVAFAKAT'I

ÜZERİNE

 

Süleyman KARAGÜLLE

 

 

İzmir'de u s û l konularını seminer ve ders olarak takrir ederken bazı arkadaşlar Şatibi'nin El-Muvafakat'ından bahsetmişlerdi. Getirin göreyim dedimse de getiren olmadı. Bişkek'e geldiğimde Süleyman Akdemir'in elinde Mehmet Erdoğan tarafından yapılan El-Muvafakat'ın çevirisini gördüm. Arada bazı bölümlerine göz attım. Eserde İslâmiyet'in kökünden kavranılmadığını ve eserin çelişkiler içinde olduğunu sezdim. Bu sebeple okumayı düşünmedim. Ancak elimde başka usûl kitabı da olmadığı için okumaya karar verdim. Kitabın önsözlerinden birini okudum. Geçmiş son derece hatalı olarak değerlendiriliyordu. Gelecek hakkındaki temenniler de son derece eksikti. Yazı'nın sonunda Musa Carullah'ın adını buldum. Yazı'nın Mehmet Erdoğan'a ait olmadığına hem sevindim, hem üzüldüm. Erdoğan adına sevindim. Kendi adıma üzüldüm. Çünkü eleştirilerime muhatap bulmak mümkün olmayacaktı. Kitabı baştan okumaya ve kritiklerimi tartışmalarla birlikte vermeye karar verdim.

 

 

HAYREDDİN KARAMAN'IN ÖNSÖZÜ

 

Karaman bilinen üslûbunu burada da sürdürüyor. Diğer usûl kitaplarına gerek olduğunu, ancak bu eserin sahasında tek olduğunu söylüyor. Acaba başka kitaplarda öğrenemediğimiz hangi konular vardır ki, bu kitap alanında tek kitap oluyor.

 

Karaman'a Göre Bu Kitap;

 

a) "Mezhepleri birleştiricidir."

 

Bu yolun yolcuları çok olmuş ve adına 'selefiye' denmiştir. Biz bunun tamamen ve temelden hatalı olduğu görüşündeyiz. Kur'ân "Her topluluğun bir şır'a'sı ve mınhac'ı vardır. Her topluluğun bir mensek'i vardır. Her topluluğun bir viche'si vardır" diyerek değişik sosyal gruplar olduğunu ortaya koyarken ve tarih boyunca da mezhepler, tarikatlar, askeri ve iktisadi odalar teşekkül etmiş iken ve bugün hâlen dünya çoğulculuğa giderken insanları tek bir yola koyup cendereye sokmak İslâmiyet'i kökünden anlamamış olmaktır. İçtihat müessesesini bilmemek ve inkâr etmek demektir.

 

b) "Akıl şer'î delildir."

 

Elbette bunu herkes kabul etmektedir. Ancak Mu'tezile'ye göre akıl esastır, nakil onun müeyyididir. Eş'ari'ye göre nakil esastır, akıl onun mübeyyinidir. Matüridi'ye göre akıl ve nakil ikisi birlikte esastır, birbirinin müeyyidi ve mübeyyinidir. Şatibi'nin bu konuda yeni bir görüşü olmadığı gibi, kendi görüşünün ne olduğu da belirtilmemiştir. Ben bu hususta Matüridi mezhebini ihtiyar etmişimdir.

 

c) "Tasavvufu kabul eder ancak mümtaz kişilere hasreder."

 

Tasavvufu tümden inkâr edenler var. Tasavvufu herkese teşmil edenler var. Tasavvufu imtiyazlı kişilere hasredenler var. Şatibi bu mezhepten takdim ediliyor.

 

Bize göre, 'Şeriat İslâm düzenidir. Tarikat İslâm dinidir.' İslâm düzeni, müslüman olsun olmasın herkesi ilgilendiren hükümleri ihtiva eder ve kişilere göre değişmez. İslâm dini, herkesin meşrep ve anlayışına ve ehline göredir. Kişiden kişiye değişik durum arzeder.

 

Burada Şatibi yeni bir görüş getirmiyor. Bizim yaptığımız ayırımları da yapamıyor.

 

d) "Akla öncelik vermemektedir."

 

Bu Eş'ariler'in usûlüdür. Bu halde tefsir ve hadisleri lafızları ile anlama dışında bir şey kalmıyor. Oysa Şatibi kitabında maslahatlara öncelik varmış. Bu usûlde bir çelişkidir.

 

 

MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ

 

Mütercim iddiasız. Ancak yanlı. Kendisinden Musa Carullah'ın İslâm alimlerini eleştiren sözlerine katılmasını değil, başkalarından beklediği eserleri vermesini bekliyoruz.

 

 

MUSA CARULLAH'IN ÖNSÖZÜ

 

Musa Carullah'a göre müfessirler, hadisçiler, müçtehitler usûlün ve lafızların kalıpları içine sıkışıp Kur'ân ve Sünnet'i içtimai ve iktisadi hayatımızı düzenleyecek şekilde açıklayamamış ve içtihatları buna göre yapamamışlardır. Bundan tek istisna Şatibî'dir. Eğer onu izlersek İslâm alemi zilletten kurtulacaktır.  Bu görüşün gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.

 

İncelendiğinde İslâm ilimlerinin şu safhalardan geçtiği görülür:

 

1) Kur'ân'ın inmesi ve onun kâğıtlarda ve beyinlerde hıfzı, bir örnek uygulaması ile gerçek manasının ortaya konması. Bu iş Hazreti Peygamber zamanında yapılmıştır.

 

2) Kur'ân ve Sünnet'in lâfız ve manaları ile muhafazası. Bunu sahâbiler yapmışlardır.

 

3) İçtihat ve icma müesseseleri ile Kur'ân ve Sünnet'in bütün meselelere cevap verecek hâle getirilmesi. Yani İslâmiyet'i zaman ve mekânın dışına çıkaracak yolların konması. Bunu müçtehitler yaptılar.

 

4) Kitap ve Sünnet'e dayalı olarak ortaya konan hükümlere ait hikmetleri bulmak ve şeriatı ilmileştirmek, müsbet ilimleri ortaya koymak ve nakli hükümleri akıl yoluyla değerlendirmek.

 

Devlet aşamasına bile gelmemiş bu topluluklar içinden bu kadar sağlam ve hızlı ilerlemeye tarih başka bir yerde şahit değildir. Avrupa'nın bin yıl sonra dahi İslâm'ın bu müsbet anlayışına erişememiş olması bunun açık delilidir.

 

Her medeniyetin doğuşu, gelişmesi, yaşlanması ve çöküşü vardır. İslâm Medeniyeti de aynı Sünnetullah'a tabidir. Bu durum tabiidir. Şayet çöküşün bir sorumlusu aranacaksa, onlar 1400 yıl önce gelmiş ulema değil, Musa Carullah gibi çağımıza yön vermek isteyen ama İslâmiyet'i anlamadan İslâmiyet'in naşiri halinde olan ulemadır.

 

Kur'ân hem lafzen hem de manen mucizedir. Lafzen manalarını illetlerle çıkarıyoruz. Manen manasını hikmetlerle çıkarıyoruz. Mucize, hikmet ile illetin beraber sonuçlara götürmesidir. Tek başına illetlerle çıkarılan hüküm ile tek başına hikmetlerle çıkarılan hüküm mucize olamaz. Önce müçtehitler gelecek, illetlerle hükümler çıkaracak; sonra filozoflar gelecek, hikmetler ile bu hükümleri irdeleyecek. Eğer hükümler hikmete muvafık ise o zaman o hikmetleri taşıyan lafzın manası da mucize olmuş olur.

 

İnsanlar tekâmül etmektedir. Bin yıl önce yapılan içtihatlar elbette bugünkü meselelerimizi çözmez ve çözemez. Bin yıl önceki ilimle yapılan hikmetli açıklamalar da elbette bugün yeterli değildir. Biz o müçtehitlerin içtihatlarından veya hikmetleri ile ilgili açıklamalarından değil, onların içtihattaki usullerinden ve bunu açıklamada hikmetten yararlanma usulünden yararlanacağız. Sağ olsa da sorsam, Carullah bu ulvi usûlü tedvin eden başka bir topluluk veya yer biliyor mu? Onlar dirilip bugünkü hayatımızı mı dile getireceklerdi? Onlar tanrı mı idiler ki bin yıl sonra geçerli hükümleri içtihat edebilsinler. Böyle olsaydı Kur'ân'ın ve Hz. Peygamber'in mucizesi nerede kalırdı?

 

Gerçek şudur ki, gerek sahabe gerek müçtehitlerin seviyesine yetişmek bizim için mümkün görülmüyor. Biz onların temelleri üzerinde yapılar yapacağız. Bizim yapılarımız onlarınkinden yüksek olacaktır. Bu sadece bizim sonradan gelmiş olmamızdan doğan bir avantajdır. Bizim burada öğünecek bir durumumuz yoktur.

 

 

ABDULLAH DRAZ'IN ÖNSÖZÜ

 

Draz "Usûlcüler illetlere dayalı lafzi manaları verdiler. Şatibi ise onların eksik bıraktığı kısımları tamamladı."  demektedir.

 

Oysa Şatibi yeniliklerden bahsetmiyor. Aksine bütün usul kitaplarında yer alan klasik tasnifleri sıralıyor. Usûlcüler deliller, hükümler ve içtihattan bahsederler. Hemen hemen bütün usul kitaplarında aynı konular ele alınır. Yeniliği neresindeymiş, şimdilik öğrenemedim!

 

Draz içtihadı ve müçtehidi anlatıyor. İçtihat yapanlara tarizde bulunuyor ve tahkir ediyor. Söylediklerinden 'içtihad'ı anlamadığı ortaya çıkıyor. Tefsir ve hadis ilimleri ile içtihat demek olan fıkıh ilimleri arasındaki farkı kavrayamamış. Bugün üniversitelerde Fizik, Kimya, Biyoloji, Sosyoloji fakülteleri var. Veteriner ve Tıp gibi mesleki fakülteler var. Pedagoji, Hukuk, İktisat fakülteleri var. Bunlar arasındaki fark nedir? Fizikçi bir kanunu alır, onun nerelerde geçerli olduğunu inceler. Yer çekim kanununu elimizdeki teraziden tutun da galaksinin dönüşüne değin alanlardaki görünümü ele alır. Mühendis bir yerde bütün fizik ve kimya kanunlarının nasıl birleştiğini ve cihazı nasıl çalıştırdığını ele alır. Hadis ve tefsirciler bir ayet veya hadisin ne manalar taşıdığını inceler, hüküm çıkarmazlar. Müçtehitler ise bir meselede ayet, sünnet, icma ve kıyasın o mesele üzerindeki etkilerini inceleyip, bunların ortak sonucu ile elde edilecek hükümleri bulurlar. Böylece nakil yoluyla hükümler çıkar. Ardından bu hükümler akıl yoluyla kontrol edilir. Sonuçlarda çelişki var mı, icmaa aykırılık var mı, sorunları çözüyor mu ve nihayet uygulamada matlup sonuçlar veriyor mu? İçtihat budur ve bunu ilk olarak ilmî bir şekilde yapan 'Ebû Hanife'dir. Şatibi'nin ise usulde ne gibi bir yenilik getirdiğini veya getiremediğini bu incelememizde göreceğiz.

 

 

 


ŞATİBİ'NİN EL MUVAFAKAT'I ÜZERİNE
1-GİRİŞ
1576 Okunma
2-EL MUVAFAKAT KRİTİĞİ
2086 Okunma