BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
2286 Okunma
bakara 233-235

 

 

ADİL DÜZEN 412

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 74. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلَّا وُسْعَهَا لَا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ(233)

وَالْوَالِدَاتُ (Va eLVAvLIDAvTu)  “Ve valideler”

Buradaki “Ve” mutallakata atfetmektedir. Boşanmışlara ait hükümler getirdikten sonra, bu sefer boşanmış olsalar bile, karı-koca arasında ortaklık sürüp gidecektir. Çünkü ortada çocuk varsa, ona karşı yükümlülük devam etmektedir. Evli olmak yeni çocuk yapma birliğidir, karı-kocanın karşılıklı mükellefiyetleridir. Evlilik bittikten sonra ise çocuk varsa, çocuk 15 yaşına ulaşıncaya kadar ortaklık devam etmektedir. Kadınlar iddetlerini bekledikten sonra istedikleri kimselerle evlenebilirler, ancak çocukları üzerindeki hak ve görevleri devam eder. Buna “hakkı hıdane” denmektedir.

Burada şu soru ortaya çıkar; kadın başka erkekle evlendiği zaman ne olacak, bu hak devam edecek midir? Burada talakta olduğu gibi dişi kurallı çoğul getirmiştir. “Mutallakat” demiş, burada da “Vâlidât” demiştir. Orada dişi kurallı çoğul için açıklamalar yapmıştık. Hul’ ile boşananların ayrı olmaları gerektiğini söylemektedir. “Vâlidât”ın ona atfedilmesi için de bu sigayı kullanmış olmaktadır.

Her anne kendi çocuğunu emzireceğine göre bu siganın birlikte değil de bire bir hükmettiği açıkça anlaşılmaktadır. Bununla beraber “vâlidât” tabiri içinde annesi, annesinin annesi, kız kardeşi, teyzesi ve daha uzaktakiler girmekte, yani bunlar bir cemaat oluşturmaktadırlar. Birinin olmaması durumunda yerine diğeri geçmektedir. Bunun için bu siga kullanılmıştır. Kadın başkası ile evlenirse annelik hakkından vazgeçmiş mi olur? Kur’an burada “vâlidât” kelimesini mutalakaya atfetmiştir. O halde boşanmış kadın vâlidât değildir. Böyle bir zorlama ile bu hakkını kaybeder diyebiliriz.

Biz bu görüşe katılmıyoruz. Atıf ile tahsis olmaz. Anneler burada mutlaktır, yani başkası ile evli olsun olmasın, annedir ve çocuğuna bakmakla mükelleftir. Şu kadar var ki, eğer evlenmesi bu çocuğun ihmalini doğuracaksa, yeni eşi çocuğun tam olarak yetişmesini önleyecekse, babası veya çocuğun diğer akrabaları hakemlere gidip çocuk üzerinden annenin annelik hakkını talep edebilirler.

Buradan şu hükmü istidlâl ediyoruz. Çocuğu doğurup büyütme annenin görevidir, hıdane (yanında bulundurma hakkı) onundur, çocuğa infak edip koruma babasına aittir, dolayısıyla velayet hakkı da onundur. Kendileri yapamazlarsa anneyi anneden kadın akrabalar, babayı da babadan erkek akrabalar temsil ederler. Anne anneliği yapamıyorsa veya baba babalığı yapamıyorsa, her iki taraf akrabaları hakemlere giderek annelik veya babalık hak ve yetkilerinden iskat ederler. Ancak bu tarafı değiştirmez; yani annenin yerini anneden kadın akrabalar alır, babanın yerini de babanın erkekten erkek akrabaları yer alır. Karma akrabalar akrabadırlar ama miras alamazlar ve bakma anne babanın yerini ancak asabe yoksa kadından erkekler babanın yerine geçerler, yani dayılar babanın yerini alır. Kadının kadından akrabaları yoksa, babanın kadın akrabaları yerine geçer. O zaman onlar da vâris olurlar. Fıkıhçılar babanın annesini de annenin annesi gibi olma hakkını kural dışı kabul etmektedir. Oysa “vâlidât” içine onları ikinci derecede ithal ediyoruz.

يُرْضِعْنَ (YuRWıGNa)  “İrda’ ederler.”

Anneler çocukları doğurdukları gibi onlara süt de verirler. Erkek, çocuk doğuramaz, onu süt ile besleyemez. Dolayısıyla biyolojik nedenlerle çocuğu doğurmak anneye aittir. Baba buna karşı onun güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. İşte bu sebepledir ki kadınlar savaşa gitmezler. Âkile diyetini bu sebeple kadınlar ödemezler. Güvenlik sağlama erkeğe, doğurma ise kadına aittir. Kadının doğum esnasında ve sonra yardımcısı ve hizmet edenleri de annenin anneden akrabalarıdır. Babadan kadın akrabalar, onlar yoksa onların yerini alırlar.

Kadın çocuğunu emzirmekle yükümlüdür. Annenin kadından akrabalarına bu görev intikal eder. Buna karşılık baba çocuğun nafakasını sağlamakla yükümlüdür. Baba bu görevi yapmıyor veya yapamıyorsa, babanın erkekten erkek akrabaları bu görevi yüklenirler. Bunlar yoksa, o zaman annenin erkek akrabaları bu görevi alırlar. Bunu haramlıktan biliyoruz, mirastan biliyoruz.

İrda’” süt vermek anlamındadır, ancak diğer bütün hizmetleri içermektedir. Kadın kocasından çocuğuna baktığı için bir ücret talep edemez. Çünkü nafaka temin etmek erkeğe ait olduğu gibi, çocuğa bakmak da kadına aittir. Biz burada fıkıhçılardan ayrılıyoruz.

أَوْلَادَهُنَّ (EaVLAvDaHunNa)  “Evlatlarını irda’ ederler.”

İrda’ ederler” denmesi, yeterli olup “evlatlarını” demesi gerekmezdi. Ancak her anne kendi çocuğunu emzireceği için yani kollektif mükellefiyet olmadığını belirtmek için “Evlâdehunne” mefulünü zikretmiştir. Çoğul çoğula izafe edilmiştir. Boşanmışlarda da aynı şeyi belirtmek için “Bi enfusihinne” denmiştir.

Veled” doğan çocuk demektir. Kız-erkek farkı yoktur, yani kıza “veledet” denmez. Öz annesi demektir. Öz annesi yoksa, onun yerine geçecek en yakın kadının kadın akrabası yer almış olur. Anne rahmi topluluğundur. Onu yalnız bir erkekle paylaşabilir. Bu biyolojik zarurettir. Yalnız insanlarda değil, tüm canlılarda böyledir. Çiçekte erkek döllenir döllenmez hemen ağzını kapatır ve bir daha başka çiçek tozunun girmesini önler. Kadın rahmini yalnız bir erkeğe ortak edebilir. Diğeri zinadır. İşte bu anneden doğan çocuk da yalnız o annenin sütünü emme hakkına sahiptir, o annenin kokusu ile büyüme hakkına sahiptir. Süt emdirmek bir görevdir ve aynı zamanda haktır.

حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ (XaVLaYNı KaMiLaYNı)  “İki kâmil havl müddetinde”

Kur’an’da yıldan bahsederken üç kelime kullanmaktadır; sene, âm ve havl.

“Sene” “sin”den gelen bir kelimedir, ard arda dizilmişler mânâsına gelir. Sene gökteki aya göre hesaplanabilir. “Âm” ise genel anlamda güneş yılı olarak alınır. O zaman “havl” ne demektir?

Havl” Kur’an’da çevre olarak geçer. Sadece iki yerde yıl olarak yer alır. Biri burada, bir de kadınların beklemesinde “havl” yıl olarak geçmektedir. Gerek âm gerekse sene içine girmekle o kadar zaman dolmuş olur. On beş yaşındadır dendiği zaman, on beşine girdi demek olur. Kırk sene dendiği zaman, aynı zamanda kırk yaşında demektir. Âm da böyledir. Havl ise devresini tamamlamak, tam doldurmak anlamındadır. Onun için buralarda “havl” kullanılmıştır.

Havleyn” zaten 24 aydır, bir de “kâmileyn” neden denmiştir? Havlin kâmil yıl olmasını belirtmesi içindir. “Tilke Aşeratün Kâmiletün”deki sıfat gibidir, yani tavsifîdir, takyidî değildir. ‘Sıcak güneş’ dediğimiz zaman buradaki sıfat tavsifîdir, takyidî değildir. Zaten başka güneş yoktur. Ama ‘beyaz ayı’ dediğimiz zaman buradaki sıfat takyidîdir.

Burada “havl” olarak aldığımızda, ay yılını mı yoksa güneş yılını mı esas alacağız? İki yıl içinde 20 gün fark eder. “Kâmileyn” ile güneş yılını anlayacağız demektir. Çünkü ay yılı noksandır.

لِمَنْ أَرَادَ أَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ (LıMaN EaRAWa EaN YuTimMa erRaWAvGaTa)

“Kadın çocuğun redasını tamamlamak isteyen için iki havl emzirirler.”

Burada tamamlamak isteyen kimdir? “Men” geldiği için bu kadın da erkek de olabilir. Ama babası iki yıl emzirilmesini isterse onun için anne iki yıl emzirmekle yükümlüdür. Burada çocuğun babası için emzirildiğini ifade etmektedir. Bunun anlamı, boşanmış olsalar bile anne çocuğu emziriyorsa, nafakasını alır veya süt annelik ücretini alır demektir. Karı koca birlikte yaşıyorlarsa, birlikte yaşadığı için zaten nafaka temin etmekle yükümlüdür. İşbölümü bunu gerektirmektedir. Ama ayrılmışlarsa, koca artık karısına nafaka temin etmekle yükümlü olmayacaktır. Ama çocukları varsa, kadın çocuğu emzirmekle yükümlüdür. Baba da anneye süt anneye verilen miktarı ödemekle yükümlüdür. Süt verdiği zamanlarda anneye ücreti ödenir ama sütten kesildikten sonra sadece çocuğun nafakasını temin etme yükümlülüğü ortaya çıkar. Kıyasla, baliğ oluncaya kadar anne de süt annelik masraflarını isteyebilir. Bu mihirden tamamen farklı bir olaydır. Kadın emzirmekten vazgeçemez, erkek de ücreti tevdiden vazgeçemez.

وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ (VaGaLAy eLMaVLUvDi LaHUv)  

“Kendisi için tevlid edilen kimse üzerinde.”

Bu da babasıdır. Babadan sonra asabesidir. Çünkü çocuk yalnız babaya ait değildir. Baba olmazsa ağabeyle asabe devam etmektedir. Kur’an buna “Fasıla” demektedir. Fasıla, şecere demektir, soy demektir.

Aile müessesesi evlilikle başlayıp evlilikle bitmez. İnsan asabe içinde doğar, onların yardımı ile yaşar, öldüğü zaman da asabe içinde ölür, yani fasılası içinde ölür. Kendisine tevlid edilen kimse fasılasıdır. Roma’da domus vardı, dam vardı. Tüm aile onun kişiliğinde birleşmişti. Gerek mal varlığı gerekse birlikte yaşama aile içinde gerçekleştirilirdi. İslâmiyet bunu kaldırmıştır. Hükmetme bakımından Roma tipi bir aile anlayışı yoktur. Ancak haklar bakımından Roma tipi aileye benzer bir anlayış Kur’an’da da sürdürülmektedir. Bu babanın erkek akrabaları asabesidir. Babaya yardımcıdırlar. On beş yaşına gelen erkek ve kız baba hakimiyetinden çıkar, ancak dayanışma devam eder. Çocuk bu asabeye ait kabul edilir. Kadınlar da evlendikleri zaman koca asabesi içine girmiş olurlar. O asabedeki çocukların annesi olmakla o asabenin soyadını alır ve orada haklara sahip olur. Boşandıktan sonra bile, eğer çocuk varsa, bu asabeden olma hakkını kaybetmez. Kadın çeyiz getirmekle yükümlü değildir. Kadının malları kendisine aittir. Mâlen aileye hiçbir katkıda bulunmaz ama artık asabe içinde bazı görevleri ve hakları doğabilir. Valide olmakla o asabenin ferdi hâline gelmiştir.

رِزْقُهُنَّ (RıZQuHunNa) “Rızıkları”

Burada “rızkuhum” denmemiş de “rızkuhunne” denmiştir, yani annelerin rızıkları demektir. O asabeden çocuğun annesi olmakla o asabeden haklar iktisap eder. İster boşanmış, isterse dul olsun, çocuğun asabesinden yararlanma hakkı vardır, çünkü artık çocuk o asabenin çocuğudur. Çocuğun annesine karşı yükümlülükleri, asabenin yükümlülüğü hâline gelir. Boşanmış kadınlar o asabede çocukları varsa tüm asabe haklarından yararlanırlar.

Kur’an “asabe” değil “fasıla” demektedir. Fasıla aşiretten farklıdır. Aşiret, akraba olsun olmasın birlikte yaşayanlardır. Fasıla ise sadece akrabalığa dayanan bir mükellefiyettir. Gerek fıkıhta gerekse medeni kanunda bu kurum tam olarak ayrıca izah edilmemiştir.

Roma’da bu kurum diğer bütün kurumlara hakimdir. Pater ve domus ile açıklanmaktadır. İslâmiyet’te her baba pederdir, diğer erkekler onun fasılasıdır. Çocuğun annesi de çocuğun fasılasına mensuptur. Bir kadın iki fasıladan da olabilir mi? Kendi babasının fasılasından ayrılmış mı olur? Bir kadının değişik fasıladan çocuğu olmakla hangi fasıladan olur? Bu konular üzerinde içtihatlar tamamlanmamıştır. Bu hususta Roma hukukunu, fıkhı, Batı hukukunu inceledikten sonra, Kur’an’ı kaynak alarak fasıla hukukunu geliştirmemiz gerekmektedir.

  وَكِسْوَتُهُنَّ (Va KıSVaTuHunNa)  “Ve kisveleri mevludun lehe aittir.”

İnsanın dört temel ihtiyacı vardır; yemek, giyinmek, barınmak ve dolaşmak. Dolaşmak eskiden fazla ihtiyaç sayılmazdı ama bugün insanlar gerek yaşamak, gerek çalışmak için araçlara binmek zorundadırlar. Araçları varsa benzine ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla dördüncü ihtiyaç da temel ihtiyaçtır. Yolda giderken paralı tuvalete verecek paran yoksa patlarsın.

İşte, boşanmış da olsalar, yiyecek ve giyim sigortası çocuğunun asabesine aittir. Buna karşılık mesken ve dolaşma ise artık kendi doğduğu asabeye aittir. Eski kocasına aittir demiyoruz, asabesine aittir diyoruz. Kur’an’a göre primli sigorta yoktur, fasıla vardır. Fasıla içinde insanlar sigortalıdırlar. Dayanışma vardır. Bütçeden fasılasına yardım yapılır, doğrudan kişiye yapılamaz.

Rızık ve kisve çocuğun bulunduğu fasılaya aittir. Barınma ve seyahat ise kendi doğduğu asabesine ait olabilir. Bugün, diyelim ki hastalık sigortası başka kurumda, yaşlılık sigortası başka kurumda olabilir demektir, yahut kıyas yoluyla onları da bunların içine ithal ederiz. Bütün bunlar istişarî kararlarla belirlenecektir demektir.

بِالْمَعْرُوفِ (Bi eLMaGRUFi)  “Maruf ile.”

Kur’an’da örf ve maruftan bahsetmektedir. “Örf” bir toplulukta kendiliğinden bir karar organı olmadan alınan kararları içerir. “Maruf” ise karar organlarınca alınan kararları içerir. Maruf mevzuattır, örf ise âdettir.

Demek ki aile hukukunda örften ziyade maruf geçerlidir. Maruf kelimesi burada marife gelmiştir. Demek ki, hakemlerin takdirine bırakılmayan şer’î bir düzen olacaktır demektir. Her bucağın kendi istişarî kararlarında bunlar yer alacaktır. Bucakta bulunan ehli zikr içtihatlar yaparak çoklu hukuk sistemini oluştururlar. Her ehli zikrin danışmanı birkaç fakih vardır. Bunlar illerde bulunurlar. Onlara danışarak içtihat yaparlar. İldekiler de ülkenin fakihlerine danışarak içtihat yaparlar. Bunların hepsi bucaktaki ehli zikrin müşavirleridir. Halk bunların içtihadı ile amel eder. Bu fetvalar sigortalıdır. Ayrıca bucak başkanı istişarî kararlar alır. Bucak zakirleri icma ederler. Bütün bunlar maruf olanlardır.

İslâmiyet’te il vardır, iç güvenliği korur; devlet vardır, dış savunmayı sağlar. Şeriat ise her bucakta ayrı oluşur. Yerinden yönetim vardır. Merkez bucaktaki icmalar taşra bucaklarını bağlamaz. Eğer bütün bucaklarda icma olmuşsa, o zaman o ilin bütün bucaklarını bağlar. Her bucakta ayrı ayrı icma olmalıdır.

لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلَّا وُسْعَهَا (LAv TuKalLaFu NaFSun EilLAv VuSGaHAv)  

“Nefse vus’undan fazlası teklif olunmaz.”

46 insan kromozomlarını taşıyan herkes yaşama hakkına sahiptir. Bu hak yeryüzünün insanlar için yaratılmış olması sebebiyledir. Kişi kira payı ile yaşamaktadır. İnsanların ayrıca mâlî ve bedenî yükümlülükleri vardır. Bedeni yükümlülüğü vardır, çünkü kendisi cenin olarak anne rahmine düştükten sonra onu büyütüp on beş yaşına getiren başkalarıdır. Onlara hayat borcu vardır. Buna “külfet” diyoruz. Ama kimseye kaldırabileceği yükten başkası yüklenmez.

İki zıt düşünce vardır. Madem ki kişi topluluk içinde yetişti, onlara borçlanmaktadır. O halde doğumla herkes borcunu ödemek durumundadır. Diğer görüş de şudur. Kişi kendi isteği ile dünyaya gelmemiştir. Dolayısıyla anne babasına veya topluluğa bir borcu yoktur. Tamam, bunu doğru sayabiliriz. Kendi isteği ile gelmemiştir ama kendi isteğiyle gidebilir. Topluluktan ayrılsın, kendi başına dağda yaşasın, o zaman topluluğa karşı bir mükellefiyeti olmaz. İntihar etsin, o zaman da diyelim ki sorumluluğu olmaz. Ama hem aramızda yaşayacak, hem de bize olan borcunu ödemeyecek; bu olmaz. Kur’an şu ilkeyi getirmiştir; kişi gücü yettiği nisbette borcunu ödemekle yükümlüdür, yoksa aldığı kadarıyla değil.

Burada kabul edilen ilke şudur. Biz bir ortaklık kuruyoruz. Hepimiz gücümüz nisbetinde çalışacağız, ihtiyacımız nisbetinde tüketeceğiz. Bu hizmetlerde yani bedenî mükellefiyetliklerde böyledir. Mâlî mükellefiyetliklerde ise Kur’an başka sistem getirmiştir. Herkesin yeryüzünün kira payından geçinme hakkı vardır ama çalışıp üretim yapanın da kira verme hakkı yükümlülüğü vardır. İşte burada da yine kimseye gücünden fazlası tahmil edilmez.

Peki, görevlerde kabul edilen bu ilke haklar için de doğru mudur? Haklar için tam tersi kabul edilmiştir. Herkese ihtiyacı kadar imkanlar sağlanır. Ona da ‘sen de yemeği yeme’ külfeti yüklenemez. Aç kalan insan dilenir; vermezlerse, zorla alır; alamazsa çalar. O sebepledir ki belli miktardan azını çalanın kolunu kesmiyoruz. İhtiyacı gidermek için değil de, yığmak için çalıyorsa, yani çalmayı sanat hâline getirmişse onu sürüyoruz.

Burada bir hususu belirtmemiz gerekir. İnsanın ihtiyaçları giderilecektir, vus’undan fazla bir mükellefiyet yüklenmeyecektir. Bunların miktarı nedir?

Üretimden beşte bir kira alıyoruz. Bununla iki iş yapıyoruz. Zengin olsun fakir olsun, herkesin birlikte yararlandığı yol gibi güvenlik gibi hizmetlerde harcıyoruz. O kadar ki, araçlar yapıyoruz, insanlar ücretsiz biniyor; yemekhaneler yapıyoruz, insanlar ücretsiz yiyor; yani mümkün olan imkanları herkesin ortak kullanımına ayırıyoruz. Su parası, elektrik parası, telefon parası, gaz parası almıyoruz.

Bir kısımla ise muhtaç olanlara yani çalışıp kazanmayan veya kazanamayanlara kira parasını dağıtıyoruz. Böylece insanların ihtiyaçlarını gideriyoruz. Bu insanların ihtiyaçlarını gidermiyorsa ne olacak? İşte orada duruyoruz. Bizde aynı toplulukta vus’undan fazlasıyla mükellef kılınmaz. Memurlara maaş ödeyeceğim diye dışarıya borçlanmaz, maaş ödeyeceğim diye karşılıksız para basmaz, yahut vergi kadar basabilir.

Görülüyor ki, bu ifade geniş anlamda düzenin temel kuralıdır.

a)      Kişilere yüklenen görevler kişilerin güçleri yetecek kadar olmalıdır.

b)      Topuluğa yüklenen yükümlülükler de topluluğun kaldıracağı kadar olmalıdır, yoksa sigortalılara bakacağız diye devleti çökertemeyiz.

c)       Kişilerin ihtiyaçlarını giderme hakları vardır. Burada israf yapmamalıdırlar ama güçleri yetmediği kadar tasarrufa zorlanamazlar. Kişilerin asgari ihtiyaçlarını topluluk gidermek zorundadır.

d)      Kişinin gücünün bittiği yerde onun yakınları devreye girmelidir, topluluk yakınlara yardımcı olmalıdır. Kimse kaldıramayacağı yükü yüklenmekle yükümlü değildir.

Burada sorulacak bir soru vardır.

Kişi savaşmak zorunda kalmıştır, buna gücü yeter mi? Bu da gücü yetecek kadar mıdır?

Evet, gücü yettiği kadarı ile savaşacaktır. Gücünün yetmeyeceğini kesin olarak tesbit ettiği bir savaşa birlik girmemelidir. Savaşı savunan istemez, saldıran ister. İslâmiyet’te saldırı savaşı yoktur, savunma savaşı vardır. O da kaderdir. Savaşmadan ölmektense savaşarak ölmek daha iyidir. Tüm canlılar ölüme karşı direnirler.

لَا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا (LAv TuWarRu VaLiDaTun Bi VaLaDiHAv)  
“Valide veledinden dolayı izrar olunmaz.”

Anne çocuğu sebebiyle zarara uğratılmaz. Kurralar değişik kıraatlerle buna çeşitli mânâlar vermişlerdir. Anne kocasını çocuğu sebebiyle zarara sokmaz, yani malum mânâsını vermişlerdir. Kocasından kaldıramayacağı yükü yüklemez. Bize göre bunun mânâsı, anne veledinden dolayı zarara sokulmaz. Sokmayan kocası olabilir, başkası da olabilir. Burada “zarar” ne demektir?

Bedenî zarardır. Kadın veya çocuktan biri ölecekse; kadın kurtarılır, çocuk ölüme terk edilir. Eğer çocuk yapmakla kadının sağlığı bozulacaksa, kadın çocuk yapmaya zorlanamaz. “Zarar” kelimesi maddî zararı da içerebilir. Kişi kendisini aç bırakarak çocuğunu büyütmeye zorlanamaz.  Bu kuralı genişletirsek, insan önce kendi nefsini korumakla yükümlüdür, ondan sonra en yakını olan çocuğunun nefsini korumakla yükümlüdür. Buradan şu kural da ortaya çıkıyor, insanın en yakınları anne ve babaları ile çocuklarıdır. Acaba çocuklar mı daha öndedir, anne baba mı? Burada çocuktan dolayı bu kuralı getirdiği için, en yakın örnek alındığı için, demek ki insanın görevi önce çocuklarına karşı, sonra anne babasına karşı başlar demektir.

وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِهِ (Va LAv MaVLUvDun LaHUv BiVaLaDiHİy)  

“Ne de mevludun leh veledinden dolayı izrar edilir.”

Anne babaya taşıyamayacağı yük yüklenmez, yani anneye çocuğu için izrar edilemez, babaya da çocuğu için izrar edilemez. Birisinin menfaati için başka birisi zarara sokulamaz. Fıkıhçılar bunu “def’i mazarrat celbi menfaatten evlâdır” diyerek ifade ediyorlar.

Önce bir hususu açıklayalım. Kur’an Mecelle’deki ahkâma benzeyen genel kuralları koymaz, çünkü Kur’an’ın üslubu genel kuralları ortaya koymak değildir. Misalleri ortaya koyup kıyas usulü ile insanların genel kurallara ulaşmasıdır. Burada anne ve babanın dahi başkası için zarara sokulamayacağı ifade edilmiştir. İnsan başka insan için zarara sokulmaz. Çıkar paralelliği esastır. Bu sebepledir ki bugün para ile yapılan bazı meslekler İslâmî değildir. Doktor tedavi yaparken kendisine zarar vermektedir, çünkü hasta iyileşirse kimden para alacaktır. Avukat davayı kazanırken zarar görmektedir, çünkü dava olmazsa avukat kimden para alacaktır. Tamir-bakım yapan kendisine zarar vermektedir, araba bozulmazsa kendisi kimden para alacaktır? Mesleği öğreten usta için de durum budur; iyi çırak yetiştirirse kendisine zarar olacaktır, çünkü müşterilerini paylaşacaktır. Bu sebepledir ki serbest meslek erbabı serbest rekabetle sağlıklı meslek sürdüremezler.

Ehliyet verenler mesleği icra etmezler. Kişiler belli yaşa gelinceye kadar aktif mesleği icra ederler. Mesela doktorlar, doğrudan muayene ederek hastayı tedavi etme veya sağılığını koruma mesleğini 63 yaşına kadar sürdürürler. Kaç kişinin sağlık müşaviri ise ona göre sağlık faslından paylarını alırlar. 63 yaşından sonra ise yetiştirip ehliyet verdiği kimselerden müşavirlik paylarını alırlar. Böylece ehliyet yaşlılar tarafından gençlere verilir. Onlara vize verirler, onları yetiştirirler ve onların kazançlarına iştirak ederler. Yahut fakihler zakirlerden, rasihler fakihlerden pay alırlar. Kendileri doğrudan hizmet vermezler.

Kur’an’ı yorumlamak yeni müesseseler ihdas etmek demektir. Kur’an burada bir kural koyuyor, çocuğu için anne baba zarara sokulmaz diyor. Acaba bu nasıl sağlanacaktır? İşte bunu sağlayan müesseseyi kurma görevi insana verilmiştir. Kur’an’da kıyaslanacak müesseseler gösterilmiştir. O müesseselere kıyas yapılarak benzer müesseseler ortaya konabilir. Bunun bir örneği Tevrat’ta verilmiştir, bir örneği hadislerde verilmiştir. Fıkıhçılar da istidlâl yollarını ortaya koymuşlardır. Bize düşen onlara dayanarak müesseseler oluşturmaktır. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu hususlar yer almıştır. Arkadaş bulabilirsem Yenibosna’da bunun tedrisatına başlamak istiyorum. Çünkü sadece yazılanlarla anlaşılmaz, tedrisi gerekmektedir.

وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ (Va GaLAy eLVAvRiÇi MiÇLu ÜAvLiKa)  

“Vârislere bunun misli vardır.”

Evlilik çocuk yetiştirme ortaklığıdır. Bu ortaklık sadece karı-koca arasında doğmamaktadır. Bu ortaklık kadının kadın ve erkek akrabaları ile erkeğin erkek ve kadın akrabaları arasında doğmaktadır. Burada karı-koca aracılığıyla birtakım kimseler ortak olmaktadırlar. Şöyle ki;

a)      Görevler önce anne ve babanın üzerinde bulunmaktadır. Güçleri nisbetinde çocukların ihtiyaçlarını onlar giderecektir.

b)      Anne veya babanın gücünün yetmediği yerde çocuğun anneden yakın olan mirasçıları analarının yerini alacak, çocuğun babadan olan mirasçıları babanın yerini alacaklardır. Bu görev onlara düşer.

c)       Bundan sonra çocukla ilgilenecek aşirettekiler ve dayanışma ortaklıkları gelir.

d)      Bundan sonra da kabile yönetimi gelmektedir. Ortaklık böylece akdedilmiştir.

Bir tür kefalet müessesesidir. Burada vârisler tasnif edilmiştir.

Peki, vârisler kimlerdir? Nesepçe mahrem olanlar yani kendileriyle evlenilemeyecek kimselerdir.

Kur’an mirası bir sisteme göre taksim etmiştir, yani miras demek çocuğun yetişmesinde görev alacaklar demektir. Bu görev en yakından başlar, derece derece gider. Batı mantığında miras vardır ama mirasçıların görev ve yetkileri yoktur. Oysa Kur’an ahkâmında mirasçılara belli yükler yüklenmiştir. Burada bu husus çok açık olarak ifade edilmiştir. Bu husus Batı hukukunda bile ifade edilmediği gibi, fıkıhta da tam olarak kavranmamış olduğu için bazı yanlış hükümler istidlâl edilmiştir.

Burada şu hususa açıklık getirmek gerekir. Amca çocuğu veya kızı mahrem değildir ama mirasçı olacak mıdır? Olacaksa nereden olacağını bilmemiz gerekir. Kur’an’da kızlara bile ancak üçte iki miras verilmektedir. Üçte bir kadınlara gitmemektedir. O halde bu artan kısım nereye gider? Bu amca çocuklarına gider. Öyleyse mahrem olmayanlar da mirasçı olurlar. Bu da gösteriyor ki asabenin sınırı yoktur. Kişi kimin soyadını taşıyorsa o asabedendir. Şimdi soyadı üzerinde de durmamız gerekir.

a)      Erkek babasının, ondan sonra babasının babasının, ondan sonra onun babasının şeceresi bilindiği kadar asabesidir, yani fasılasıdır. Onların erkek çocukları derece derece fasılasıdır. Bilindiği kadar bu böyle gider.

b)      Kadın için de aynı şey, anne annesi, onun annesi ve onların çocukları erhamdırlar.

c)       Kadın çocuğu doğurduğu fasılanın içindedir.

d)      Köleler azat edenin fasılasındandır, erhamındandır.

Böylece tesbit edilen fasıla ve erham ile anne ve baba temsil olunmaktadırlar.

Bu hususta şu kuralı söyleyebiliriz, mahrem bir erkek varken mahrem olmayan vâris olmaz. Dayı ile amca çocukları birleşirse ne yapacağız? Fıkıhçılar amca çocuğunu tercih ediyorlar. Biz dayıyı tercih ediyoruz, çünkü zevi’l-erhâm nassla sabittir, oysa fasıla miras âyetinde işaretle sabittir.

Kur’an’ın yorumlanıp anlaşılabilmesi için Kur’an bucaklarının kurulması gerekmektedir. İnsanlar birleşip kooperatifler kurmalıdırlar. Bu kooperatifler bin civarında haneyi içine almalıdır. Bu kooperatif Yenibosna gibi bir yerde kurulur. Medine’de olduğu gibi bin hanelik bir alan plan içine alınır. Oradaki insanlar buraya ortak edilir. Böylece her bucak bir Medine olur. Bunun için önce hizmet verilir. Mesela, Yenibosna’da ısıtma tesisleri kurulur ve her eve sıcak su verilir. Bu sıcak su vakıf yoluyla temin edilir, yani halka ucuz verilir. Ara buhardan yararlanılarak elektrik üretilir. Bir haberleşme ağı oluşturulur. Burada oturanların yakınlarda iş bulmaları sağlanır. Böylece burası bir Adil Düzen Bucağı hâline getirilir. Bunu yapmamız için İstanbul ilçelerinden bir belediyeye sahip olmak veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başkan seçilmek yeterlidir.

Belediye imkanları ile Kooperatif halkın ihtiyaçlarını giderecektir, refaha ulaştıracaktır. Bir bucakta bunu başardığımızda bütün İstanbul, sonra Türkiye, sonra dünya bu Adil Düzen Siteleri ile dolacaktır. Her site Kur’an’ı yorumlayarak müesseseler kuracaktır. Sonra bunların içinden doğru yorumlayanlar başarıya ulaşacaklar, diğerleri de bunların yaptıklarını yapmaya başlayacaklardır. Sonuç olarak böylece zafer Kur’an’ın olacaktır. Milletvekili olmakla değil, belediye başkanı olmakla uğraşmalısınız.

فَإِنْ أَرَادَا فِصَالًا (Fa EiN EaRAWa FıÖALan)  “Eğer fisali murad ederlerse.”

Fisal” sütten kesme demektir. “Fasl” kelimesi ayırma ama koparma demektir. Dirsek bir mafsaldır. Bağlıdır ama harekette serbesttir demektir. Kur’an’daki fasıla da bu mânâdadır. Barındıran fasılası denmektedir. Kişi bağımsızdır ama fasılasına bağlıdır, onlardan kopmamıştır. Çocuk da anne sütünden ayrılmış, kendisi doymaktadır ama ona yedirmek yine annesine aittir. Baba yemek getirecektir ama onu çocuğa yediren annesi olacaktır. Anne yiyeceği temin etmeye zorlanamaz, baba da çocuğa yemek yedirmeye zorlanamaz.

Buradan şu ortaya çıkmaktadır.

Biz diyoruz ki, belediyeler her semtte 100 hane civarında olan yerlerde bir aşhane binasını yapsın. Kişiler evlerinde veya buranın mutfaklarında pişirdikleri yemekleri satsınlar, halk bunları satın alsın ve onu yesin. Herkes her gün ayrı mutfakta pişirmek zorunda kalmasın. Bunun için şu kolaylıklar sağlanacaktır.

a)      Aşhanenin kirası alınmayacaktır.

b)      Aşhanede üretip satanlar vergiden muaf olacaktır.

c)       Aşhanelere toptan gıda malzemesi alınıp satılacaktır. Gıda kısmı vergiye tâbi olmayacaktır. Ne KDV’si olacak, ne de gelir vergisi olacaktır.

d)      Aşhanelerin elektrik, su, gaz ve telefonları bedava olacaktır.

Yani kişiler evlerinden çok daha ucuz hazır yemek bulacaklardır. Gelecekte beslenme bu şekilde sağlanacaktır. Ancak şu sorulacak; yemekler evlerde mi yenecek, yoksa lokantalarda mı? Ailenin saadeti ortak yemeklerdedir. Hazır alınmış yemekler olsa bile, aile birlikte sofraya oturmalıdır. Çocukları madem ki anne doyuracaktır, baba da yanlarında bulunmalıdır. Sofra kurup kaldırmak anne için zevk olacaktır. “Fisal” kelimesi kopmamayı ifade ettiğine göre, yemekler hazır alınsa da evlerde yenecektir diyebiliriz.

عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا (GaN TaRAWın MiNHuMAv)  “Onlardan teradin olarak.”

Fisal iki tarafın teradisi ile olacaktır, yani anne baba tarafı rızalarını beyan etmekle çocuk sütten kesilebilir. Asıl olan iki tam yıl emzirmedir. Ama iki taraf anlaşırlarsa o zaman daha erken de bırakabilirler. İki yıl dolmadan önce bırakmak çocuğun sağlığı için uygun olmayabilir. Bir de çocuğu sütten kesme demek, ona yeni besin maddeleri almak demektir, kocaya daha fazla yük getirme demektir. Bu bakımdan sadece sağlık değil, ekonomi bakımından da düşünmek gerekmektedir.

Marx’a göre bol üretim olacaktır. Gıda maddeleri o kadar çok olacaktır ki, insanlar için artık gıda temini sorun olmayacaktır. O halde sütten kesildiği zaman ek gıda alan ailede bir sorun olmaz denebilir. Oysa bunun böyle olmadığı burada belirtilmiş oluyor.

İnsanlar daima gıda sıkıntısı çekeceklerdir. Bunun sebebi şudur. Önce gıda güneş enerjisinin yeryüzünde ürettiği bitkilerden elde edilmektedir. Sınırsız değildir. Dolayısıyla sanayi maddeleri ileride çok ucuzlayabilir ama gıda maddeleri gittikçe pahalılaşır. Çünkü gıda bulundukça nüfus da artar ve daima besin temin etmek insanlar için sorun olmaya devam eder. Bugün tarım sektörü sömürülmektedir. Dolayısıyla biz ucuz besin elde ediyoruz. Ama nüfus artmakta, toprak artmamaktadır. Öyle bir zaman gelecektir ki, artık tarım sektörü sömürülemeyecektir.

Minhüma”daki zamir anne-babaya gidebildiği gibi annenin vârisleri ile babanın vârislerine de gidebilir. O sebeple “vârislere de misli vardır” sözünden sonra emzirme hükmü gelmiştir. “An Rıdaen” denmemiş de “An Teradin” denmiştir, yani çoklu istişare sözkonusudur. Doktoru ile de istişare edilmesi gerekmektedir. Kişiler için 25 Genel Hizmet vardır. Bunların bazıları, çocuk anne rahmine düştüğünde doktoru da belirlenir. Bu doktor payını almaya başlar.

Doğduğunda dinî sorumlusu belirlenir, 7 yaşında ilmî sorumlusu belirlenir, 10 yaşında meslekî sorumlusu belirlenir, 15 yaşında siyasî sorumlusu belirlenir. İşte, istişare edilecekler arasında doktoru ve dinî sorumlusu da vardır. Dinî sorumlusu aynı zamanda sosyal güvenlikten sorumludur.

وَتَشَاوُرٍ (VaTeŞAVuRın)  “Ve teşavur ederek”

“An” kelimesi burada “Ba’de” kelimesi yerine getirilmiştir. “An” sebebiyet bildirir. Ayrıca müşavere edilen ve razı edilen kimselere etki ettiğini bildirir, yani siz birisiyle istişare edersiniz, o size görüşlerini bildirir. Görüşler onu ilzam etmez. Ama istişarenin asıl olanı kendisini de ilgilendiren konularda istişare etmektir. Savaşa katılan kimselerle savaş hususunda istişare etmek demek, onların sorumluluklarını yüklenmeleri demektir. “An” kelimesi istişare edilen kimselerin de sorumlulukları üstlerine almaları demektir. Yani kişi görüşünü bildirirken buradan doğacak hizmetin kendi payına düşeni yapıp yapmayacağını da bildirmiş demektir.

Bizler de Akevler’de herhangi bir konuyu istişare ederken vereceğimiz cevapta bize düşeni yapıp yapmayacağımıza göre vermeliyiz. “Açalım” dersek, açmak için bana ne düşüyorsa onu yapacağım demektir. “Açmayalım” derken, bana bir şey düşmüyor, açmayalım demektir. Marketi on sekiz ay çalıştırdıktan ve bu kadar insanı zahmete soktuktan sonra “kapatalım” demek ne kadar büyük sorumluluk yüklüyorsa, “onu açalım” demek de o kadar sorumluluk yüklüyor. Bir sene sonra yine kapatacak durumda olacaksak ona şimdiden devam etmeyelim demektir. Burada hepimiz sorumluyuz. Çünkü buna girişen insanlar yeterince destek olduk mu? Ben kendim sorumluyum, çünkü zamanında buraya gelemedim. Bu benim elimde olan bir şey değildi. Ama buraya desteğim devam etmiştir. a) Önce maddi imkan temin edilmiştir. Bu hususta bana bildirilen kısmıyla sorunları uygun ise çözmüşümdür. b) Dükkanların mülkiyetinin alınmasını gerçekleştirdim. Bunda da benim ısrarım olmuştur. c) Hocaoğlu ailesinin buralara taşınması için gerekeni yaptım. d) Sonunda ben de buraya taşındım. Şimdi, ben kendimin muhasebesini yaptığımda, marketin devamı için ne gerekiyorsa yaptığımı söyleyebiliyorum. Bu durumda herkes kendisi bu hususta ne katkıda bulundu, elinden ne geldi de onu kullandı veya kullanmadı, onun muhasebesini yapsın.

فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا (Fa LAv CuNAXa GaLaYHıMAy)  “Onlar üzerinde cunah yoktur.”

Gerek çocuğun sağlığı gerekse başka sebeplerle bazen erken sütten kesilmesi de iyi olur. Dolayısıyla istişarede kişiler tarafsız görüşlerini beyan etmelidirler. Herkes adil bir şekilde fikrini beyan etmekle mükelleftir. Birinin hatırı için konuşulmamalıdır. Birine beslenen hasımlık nedeni ile de konuşulmamalıdır. İstişarede herkes fikrini çok açık ve net söylemelidir.

Bu sebepledir ki, milletvekilleri partiler tarafından gösterilen adaylardan seçilmemelidir. Yaklaşık olarak her ilden on milletvekili seçilmelidir. İllerin nüfusları birbirine yakın olmalıdır. Bir il 100 bucaktan oluşacaktır. Milletvekili olmak isteyen kimse her bucakta bir temsilcisini bulunduracaktır. Temsilci orada milletvekilini temsil edecektir. Seçim olduktan sonra da her milletvekili kendi temsilcisi ile halkla ilişki kurmalıdır. İl nüfusunun yüzde beşinin oyunu alan milletvekili seçilmelidir. Milletvekili seçilemeyenler aldıkları oylarını başka adaylara kullandırabilmelidirler. Seçilenler de oyunun fazlasını aktarabilmelidirler. Partiler ise ya mecliste milletvekilleri tarafından oluşturulmalıdır, yahut da halk partilere ayrıca oy vermelidir. % 5 milletvekili birleşirse bir parti kurabilmelidir. Partiler hükümetleri oluşturmalı, milletvekilleri ise kanun yapmalıdırlar. Böyle olursa milletvekilleri serbestçe oy kullanabilirler. İstişare o zaman gerçek istişare olur.

وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ (Va EıN EaRawDTuM EaN TaSTaRWıGUv EaVLADaKuM)  

“Eğer evlatlarınızı istirda etmeyi murad ederseniz.”

“Evlatlarınızın istirda etmelerini irade ederseniz” denmektedir de, “istirda etmeyi ikisi isterse” denmemektedir. Demek ki istirda kararını sadece anne baba vermiyor, istişare sonunda veriliyor.

İstirda” evladı başka birisine süt evlat olarak vermektir. İslâmiyet’te evlat edinme yoktur, süt evlat edinme vardır. Akrabalık olmadığı için de vasiyet caiz görülmektedir. Bu vasiyet çocukları yoksa üçte ikisi olabilir. “Çocuğu istirda etme” çocuğu olmayan kadınlara çocuk verme anlamında da olmaktadır. Çocuk doğurmayan kadın süt verebilir mi? Bu hususun incelenmesi gerekmektedir. Böylece süt evladı olarak büyümüş olur. Miras da vasiyet olarak bırakılabilir.

İstirdanın başka bir yararı da çocuğun köyde büyümesidir, doğa ile iç içe büyümesidir. Köy kadınları süt annelik yapar, şehirde akrabalarının olmasını isterler. Ana dilin de çok fasih olarak konuşulması sağlanmış olur. Bunun çocuğun sağlığı için sorun oluşturmadığını Kur’an’dan öğreniyoruz. Süt kardeşliğinin hısımlık doğurduğunu da biyoloji bize anlatmaktadır.

  فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (Fa LAv CuNAXa GaLaYKuM)  “Sizin için bir cunah yoktur.”

Burada “Cunah” “İn” şartından sonra gelmiştir. Şarttan sonra gelen cunahı yapmanız gerekir şeklinde değil de, yapabilirsiniz şeklinde anlayabiliriz. O zaman sütanneye vermenizde bir günah yoktur anlaşılır. Ama biz böyle bir kuralı henüz tahkik etmiş değiliz. “Cunah” kelimesi üzerinde durmamız gerekmektedir. Biz yine yapmanız gerekir şeklinde anlayalım. O takdirde istişare ettikten sonra eğer süt anneye gitmesi daha uygun ise, gerek çocuğun eğitimi gerekse annenin ve çocuğun sağlığı için yararlı ise, o zaman sizin fasılası olarak çocuğu sütanneye vermeniz gerekir. Bu durumlar ne zaman olur? Bunlar ancak uygulamada ortaya çıkar.

إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ (EiÜAv SalLaMTuM MAv EAvTaYTuM)  “İta ettiğinizi teslim ettikten sonra.”

Burada “teslim ettiği takdirde” demiyor da, “teslim ettiğinizde” diyor. Yani sütannenin ücretini kim ödeyecektir? Dayanışma ortaklığı ödeyecektir. Annesi ödeyemez, çünkü kadın mâlen yükümlü değildir. Babası da ödemek zorunda değildir, çünkü süt verme annenin işidir. Bunu âkilesi yani dayanışma ortaklığı ödeyecektir. Dayanışma ortaklığına da kamu bütçesinden pay verilecektir.

Sovyetlerde kreşler icat edilmiştir. Türkiye’de de öksüz yurtları vardır.

Kur’an bunları kabul etmemektedir. Hastahaneler olmadığı gibi öksüz yurtları veya yaşlılar yurdu da yoktur. Yetimler ve yaşlılar yakınlarına verilirler, kamu bütçesinden bunlara bakanlara destek verilir. Süt anneler için akraba olmayanlar da devreye sokulmuştur. Sütannelik akrabalığa sebep kılınmıştır. Sütannelere verilecek miktarlar da topluluk tarafından belirlenmiştir. Çünkü burada “sizin verdiğiniz” deniyor.

” nekire olduğu için bu hususta farklı ücretler belirtilebilir demektir. Sütannelik şerefli meslek hâline getirilmiştir.

Burada öğrendiğimiz bir şey vardır. Ücret önce verilecektir, yani çocuğa baktıktan sonra değil, bakmadan ücret ödenecektir. Bu husus bütün işçilikler için uygulanabilir. Kişi çalıştıktan sonra mı ücret ödenecek, yoksa önce ücret ödenecek sonra mı çalıştırılacaktır? Genel kural olarak önce ücret ödenir. Berbere girdiğinizde önce ücret verirsiniz, sonra hizmeti alırsınız. Otobüse binerken önce ücret ödüyorsunuz. Bu usulü uygulayabilmemiz için dayanışma ortaklığı olmuş olacaktır. Çünkü ücret aldıktan sonra çalışmazsa ne olacaktır? Çalıştırdıktan sonra ödemezse ne olacaktır? Bütün bunlar dayanışma ortaklığı içinde ödenecektir. İleride bu ortaklık o kadar yaygınlaşacaktır ki, sanki hep varmış gibi sanacaklar. Oysa bugün bundan eser yoktur.

بِالْمَعْرُوفِ (Bi eLMaGRuFı)  “Maruf ile teslim ettiğinizde.”

Burada da “Bi’l-Ma’rufi” denmiştir. Teslim şekli maruf olacaktır. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık olabilir. Ücretler peşin ödenir ama bu gelenek içinde ödenir. O zaman bi’l-maruf teslim fiiline müteallik olur. Eğer ücreti marife hâline getirirsek, ki o zaman bütün süt annelere eşit ücret ödenir, o zaman da “İzâ Âteytumu’l-lezî” olmuş olur. Ücretin âkile veya topluluk tarafından ödenmesi akrabalığı kuvvetlendirmiş olur. Sütanne baktığı çocuğa medyunu şükran olamaz.  

Kur’an bir müesseseyi anlatmakta, diğerlerinin ona kıyas edilmesini istemektedir. İşçilik müessesesi böylece sütannelik müessesesine benzetilecektir.

وَاتَّقُوا اللَّهَ (Va itTaQUv elLAHa)  “Allah’a ittika ediniz.”

Burada yine istişarî kararların alınacağına, marufun öyle tesbit edileceği belirtilmiş olmaktadır. Usul olarak “ittika” geçen yerlerde içtihat ve yerel icma vardır demektir. Her bucak kendi şeriatını kendisi koyar ve bunu koyarken de ittika kurallarına riayet eder.

İttika” korunma demektir, yani şeriat kurallarını öyle koyun ki topluluğunuz korunsun.

وَاعْلَمُوا (Va iGLaMUv)  “Biliniz”

Topluluk bilecektir. Topluluk nasıl bilecektir? Kayıt altına almakla bilecektir.

Biz “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda kayıt işlemlerini dörde ayırdık.

a)      Evrak kaydı yapılacak, her kişinin kendisinden başka kimsenin giremeyeceği dosyası olacaktır. Kişiye gelen bütün yazılar saklanacak, kişinin gönderdiği bütün yazılar saklanacak; sağlık, eğitim, askerlik, suç ile ilgili bütün kayıtlar bu dosyada yer alacaktır. Akrabalar da bu dosyalarda yer alacaktır. (Nüfus İdaresi)

b)      Zimmet kaydı da yapılacak, herkesin borç ve alacakları burada yer alacaktır. Kim kime ne kadar ne borçludur? Bu alenidir. (Muhasebe)

c)       Envanter kaydı yapılacak, kimin nerede ne malları vardır, hareketli eşyanın kayıtları tutulacaktır.

d)      Arsalar ve yapılar, makineler, kiraya verilebilen şeyler buralarda kaydedilir. (Tapu idaresi)

Biliniz” emri bizim bütün bunları yapmamızı emretmektedir. Bir toplulukta biri bir şey biliyor, onu onun bildiğini de herkes biliyorsa, o bilgi hepsinin bildiği demektir. Ben apandisitin nasıl tedavi olacağını bilmiyorum ama bunu kimin tedavi edeceğini biliyorsam, tedavi şeklini bilfiil biliyorum demektir.

أَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ(233) (EanNa elLAHa BiMAv TaGMaLUvNa BaÖIyRun)  

“Allah’ın amel ettiklerinizi basir olduğunu ilmedin.”

Basir” kelimesi burada nekire gelmiştir. Topluluğun da bilmesi gerektiği konusu ortaya çıkar. Mallar yedieminlere verilecek, onlar o malları gözetleyeceklerdir. Dayanışma ortaklığı bu gözetlemeden sorumlu olacaktır. Her yerin bir zilyedi vardır. Oradaki mallardan o sorumludur. O yere giren ve çıkan mallardan o hesap verir. O mallardan yararlanmak isteyenler onun izni ile hareket ederler. Herkesin kendisine has arabasının olması, bilgisayarının olması çok külfetlidir ve trafik sorununu da içerir. Bakım toplulukça yapılmak şartı ile arabalar olur. Hangisi boşsa kişi onu kullanacaktır. Parkta duran arabalara biri bakmaktadır. Ondan kiralanmaktadır. Bilgisayarlar ve internetler de böyledir.

Sonuç olarak; Kur’an’ı baştan sonuna kadar “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nın hükümlerini istihraç ederek okumamız gerekmektedir. Fıkıhçıların tesbit ettikleri dil kurallarından yararlanarak Kur’an’ı yeniden anlamak durumundayız.

 

ADİL DÜZEN 413

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 75. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ(234) وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا عَرَّضْتُمْ بِهِ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلَكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا إِلَّا أَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًا وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتَّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ(235)

 

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ (Va elLAÜIyNa YuTaVafFaVNa MiNKuM)  

“Sizden vefat ettirilenler.”

Buradaki “Va” mutalakalara atfedilmiştir. Kocalarının boşadığı kimselere, bir de kocaları ölmüş, dolayısıyla dul kalan kimseler. Boşanmış kimseler için iddet üç kuru’, dullar için daha fazladır. Hayız görmeyenler için üç aydır. Böylece dört çeşit iddet ortaya çıkar.

1)      Hayız gören boşanmışlar üç temizlenme müddeti beklerler.

2)      Hayız görmeyenler üç ay beklerler.

3)      Dul kalanlar dört ay on gün beklerler.

4)      Hamileler doğurana kadar beklerler.

İddetlerden hangisi uzunsa o iddeti doldururlar, çünkü helal ile haram birleştiğinde haram takaddüm eder.

Bundan önceki âyette hayız gören boşanmışlardan bahsetmiştir. Şimdi de dullardan bahsetmektedir. Orada mutalakaları dişi kurallı çoğul olarak getirmiş ve kendi nefisleri ile beklerler denmiştir. Orada da üzerinde durmuştuk. Neden mutalakalar dişi kurallı çoğulla gelmiştir? Burada “Ellezîne” gelmiştir. “Ölenler” erkek kurallı çoğul ile getirilmiştir. “Sizden” diyerek ayırmıştır.

Buradaki bu hitap boşanmanın yine topluluk tarafından ifa edildiğinin işaretidir. Kişi ‘ben boşadım’ demekle boşamış olmaz. Kişi yazılı beyanını iki şahide beyan etmelidir. İki şahit de birlikte olmalıdır. Resmi şahit yani polis olmalıdır. Vasiyetteki şehadet ne ise boşanmadaki şehadet de odur, yahut selem senedinin tanziminde şehadet ne ise burada da şehadet odur. Ticari malların alış ve satışlarında böyle şehadet gerekmiyor. “Ellezîne” getirilmesi buna delâlet etmektedir.

“Ölürlerse” değil de, “vefat ettirilirlerse” tabiri kullanılmaktadır. Kocası kaybolan kadın da dört ay on gün bekler. Kocası kendisinden uzak olduğu zaman bu ister kayıp olduğu, ister iş icabı olsun, eğer karısından uzak ise bu uzaklık dört ayı geçemez. Dört ay içinde uzaksa kısmetteki günleri onunla doldurarak tamamlar, yani hangi karısı ile kalmışsa onun gecelerini öbür karılarına bölüştürür. Kadın kendisinden uzak durduğunu beyan ederek îlâ müddetini başlatır. Dört ay dolunca istediği zaman şahitlere başvurarak on gün içinde boşanacağını bildirir. Koca on gün içinde dönerse talakı rici’ olur. Dönmezse talak tamamlanmış olur. Kocası ölen kimse ise dört ay on gün bekler.

وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا (Va YaÜaRUNa EaZVACan)  “Ve ezvâc bırakırlarsa.”

Arapçada “zevce” yoktur, “zevc” vardır; erkek olsun kadın olsun eş anlamındadır; çoğulu da erkek olsun kadın olsun eş anlamındadır. Bunun gibi “nefs” kelimesi de dişidir ama erkek olsun kadın olsun herkesin nefsi birdir. Kelime ise dişidir. Enfüs de erkek olsun kadın olsun kişiyi gösterir.

Bu iki kelime bize şunu göstermektedir ki, erkeklik-dişilik kadın olup olmama demek değildir. Burada bırakılanlar kadın eşlerdir. Sırf kadınlarda olduğu halde çoğul olarak zevcin çoğulu getirilmiştir. Bu da kadın ile erkek arasındaki eşitliği ifade etmektedir.

يَتَرَبَّصْنَ (YaTaRabBaÇNa)  “Tarabbus ederler.”

Rabasa” kelimesi “elbise” kelimesi ile akrabadır. “Lebise” demek, bir yerde kalmak, durmak demektir. “Rabasa” da beklemek, gözetlemek demektir. Gözetlerler, beklerler, kalırlar anlamına gelmektedir. Yani başka kimselerle evlenmezler. Kadın hâlâ eski kocasının eşi gibidir. Nafaka almaya devam eder. Erkek de öyledir. Bu tarihler içinde baldızı ile evlenemez. Akrabalara gidip gelebilirler. Mahremiyet devam eder.

بِأَنفُسِهِنَّ (BiEaNFuSiHinNa)  “Kendi nefislerinde.”

Burada “nefisler” kendilerine izafe edilmiştir. Her kadın kendi iddetini bekler demektir. Yukarıda çoğul getirdi, onu kişiliğe götürmek için “enfusihinne” tâbiri getirildi. Yani boşanma işi topluluğa aittir, boşama topluluk kararı ve yükümlülükleri içinde olmaktadır. Ama herkes kendisi boşanmış olmada iddeti kendi başına beklemektedir. Evlenme de boşanma da kişisel ilişkiler değildir.

Aslında insanlar için haram kılınmış olan cinsi ilişkiler evlenme ile helal hâle gelmekte, boşanma ile tekrar harama dönüşmektedir. Kadının rahmi topluluğa aittir. Kadına emanettir. Onu bir erkeğe ortak edebilir. Kıyam mülkiyeti eşlere aittir ama semere mülkiyeti topluluğa aittir. Doğan çocuk onların değil topluluğun olmaktadır. Görev anne babaya verilmiştir ama en küçük zorlukta diğer yakınları ve topluluk yanındadır. Burada rahmin ve çocuğun topluluğa ait olduğunu belirtmek için kurallı çoğullar kullanılmıştır. Zina kişiye yani eşe karşı işlenmiş bir suç değildir, topluluğa karşı işlenmiş suçtur.

Batılılar bu basit kuralı anlayamamış, ceza kanunlarına saçma sapan maddeler yazmışlardır. Sonra mahkemeler onları iptal etmiş ve zina meşru hâle getirilmiş, hattâ kutsallaştırılmıştır! İşte insanların yaptığı hukuk bu kadar olmaktadır.

أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا (ERBaGaTa EaŞHuRin VaGaŞRan)  “Dört ay on gün.”

Dört ay on gün” ne demektir?

Yaralandığınız zaman önce acımaz. Bazen farkına bile varmazsınız. Sonra acımaya başlar. Acı en büyüğe vardığında bundan sonra yara iyileşmediği halde acı diner, hattâ sonraları yaranız olduğu halde hiç acı duymazsınız. Doğadaki bütün olaylar hep böyledir. Önce sıfırdan yükselir, azmaya başlar, sonra yavaş yavaş söner ve eski hâline dönmeye çalışır.

İnsanlarda eşler bir arada iken gerek ruhen gerekse bedenen birbirlerine uyum içindedirler. Aniden ayrılma gerek bedenlerinde gerekse ruhlarında, hattâ sosyal yapılarında ve ekonomik durumlarında birden değişik şekillerde etki eder, sarsılırlar. Bu sarsılma büyür, büyür; 128 gün kadar büyür. Sonra sönmeye başlar. O zamana kadar başka erkekle birleşme evli iken birleşme gibidir. Ruh ve bedende sarsıntı yapar ama ondan sonra unutmayı hızlandırır.

Dört ay on gün neden 128 gün etmektedir? Çünkü “Şehr” gökteki ayın adıdır. Bedirdeki parlaklığından dolayı bu adı almıştır. Şiar yani gösterge ile ilgilidir. Gökteki ay ekseriyetle 29,5 gündür. Dört ay 118 gün eder. Buna 10 eklersek 128 eder. Neden 128 gün seçilmiştir? Biyolojik ve psikolojik olaylar geometrik dizi ile yapılır. En basit dizi olan 1, 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128 bulunur. İkişer katlayarak gittiğinizde oraya varırsınız.

Kur’an’daki bütün rakamlar böyle makul olarak seçilmiştir. Aklına gelmiş, kolunu kesene beş yıl hapis cezası verilir gibi cezalar yoktur.

فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ (Fa EiÜAv BaLaĞNa EaCaLaHunNa)  “Ecellerine baliğ olunca”

Burada da “ecel” kelimesi müfret gelmiştir. Ölü kimselerin ortak ecelleri olmayacaktır. Dört ay on gün dolunca artık bekleme müddeti yoktur. Îlâda ise dört ay dolunca talakı ric’ müddeti başlar. İddet dolunca bayine yani kesin talaka dönüşür. Burada ise dört ay on gün dolunca artık onunla evlenmek meşru hâle gelir.

Kur’an’da kadınların ecellerinden bahsederken “mutallakât”, “ulatul ehmâl”, “yeteveffevne ezvâcehunne” olarak bahsetmektedir. Müfret sigasını kullanmamaktadır. Eceli de müfret olarak getirmektedir.

Ecel” kelimesinin cem’/çoğul anlamını taşıdığını kabul ediyoruz, ecelleri anlamındadır. Faal vezninde cem varsa, müfredi ve cemi öyle olan kelimedir. Burada teşabüh vardır.

فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (Fa LAv CuNAXa GaLaYKuM)  

“Size cunah yoktur.”

“Onlara cunah yoktur” denmemiş de, “size cunah yoktur” denmiş; evlenmelerine yardım etmeniz ve desteklemeniz gerekir demektir. Evlilik ise kişilerin şahısları ile ilgili bir olay değildir. Bir kamu görevidir. Topluluğa çocuk yetiştireceklerdir. Onlar onunla görevlidir. Ellerinden geleni yapacaklardır. Ama sizin göreviniz de onların yapacakları işlere yardımcı olmaktır.

Genel kural şudur. Kamu görevi bir kişiye tevcih edilir, kollektif görevlendirme yoktur. Ancak, işbölümü içinde görevlendirme yapılıyorsa onlar taife yani ekip olmalıdırlar. İşbölümü aralarında olacaktır. Herkes kendi işinde görevlidir. Görevli olduğu yerde yetkilidir, yetkili olduğu yerde sorumludur, sorumlu olduğu yerde de ecre sahiptir. Çocuk yetiştirmekle anne baba görevlidir. Aralarında işbölümü vardır. Erkek nafaka temin eder ve korur, kadın çocuk doğurur ve büyütür. Bununla beraber, gerek kadın görevini yaparken, gerekse erkek görevini yaparken, topluluktan destek almaya hak sahibidirler. Kadın kendisine eş seçme hürriyetine sahiptir. Bunda da ona destek olmak zorundayız. Buradaki “cunah” Safa ve Merve’deki cunah gibidir, vücubu ifade eder. Onun için “onlara” değil de “size cunah yoktur” denmiştir.

فِيمَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ (FIyMAv FaGaLNa FIy EaNFuSiHinNa)  

“Kendi nefislerinde neyi fi’lederlerse sizin üzerinize cunah yoktur.”

Sorulan soruların başında ‘bir kız eşini seçerken nasıl seçmelidir’ gelmektedir.

Burada “kendi nefislerinden bir fiil yaparken size bir cunah yoktur” derken, erkekleri sadece desteğe çağırmakta, nefislerinde fiil etmeyi kendilerine bırakmaktadır. Bu durumda, babanın veya kardeşin evlenmelerine mâni olma yetkileri yoktur. Burada “kendi nefsinde bir fiil” demeyip “kendi nefislerinde” denmektedir. O halde kadın koca seçerken annesine, teyzesine, kız kardeşlerine, halasına danışmak zorundadır. İstişare eder, ondan sonra kararını verir. Annesi danışır, soruşturur, ondan sonra kadın kendisi karar verir.

Kadınlar kadın gözü ile erkeklere bakarak kararlarını vereceklerdir. Erkeklerin erkek gözü ile erkeklere bakmaları hatalıdır. Erkekler kendi aşiret görüşlerine dayanarak kızı verip vermemekte yetkili değildirler. Burada kız ailenin siyasi veya mâli çıkar aracı değildir. Kadın sadece çocuk yetiştirmekle görevlidir. O çocuk da topluluğun çocuğudur. Burada men edilen nedir? Kabileler arasındaki gerginliklere dayanılarak erkeklerin evlenmelerine mâni olmalarıdır. Kaçmalar ve kaçırmalar hep böyle olmaktadır.

Kadınların veli iznine tâbi olmaları (Hanefilerde yoktur), bu velinin babası veya kardeşi olması gerekmez. Kadın kendisine kimi veli seçerse o onun velisidir. Bu tamamen siyasi sebeplerden ileri gelmektedir. Askerlik ve cizye mükellefiyetinden kurtarılması sebebiyle gelmektedir. Bir de buna veli denmemektedir. Bu bir tür koruyucudur. Koruyucuların siyasi hakları artmaktadır. Şöyle ki, her asker bütçeden pay yani maaş almaktadır. Bu maaş kadınlara da verilmektedir. Ancak kadınlar bunu kendileri almazlar, koruyucu olarak seçtiği erkeğe devrederler. Böylece siyasi kayyumluk ücretlidir ama ücreti devlet vermektedir. Koca seçerken bu siyasi kayyumların bir yetkisi yoktur. Bunlar velayetten çekilebilirler. Kadın başka veli seçer.

Bir soru daha ortaya çıkıyor. Burada söylenenler dul kadın için söylenmektedir. Boşanmış için de aynı sözler söylenebilir mi, onların da evlenmelerine yardım etmeli miyiz? Onları cezalandırmak, yeni koca aramak için yardımcı olmak bize gerekmeyebilir. Böylece bu hüküm dul kadınlar için sözkonusudur. Başka bir kıyas yeri de, bu destek ve hürriyet dul kadınlara mı mahsustur, yoksa kızlar için de mi sözkonusudur? Fıkıhçılar dul kadınların kendi başlarına evlenmelerine izin vermektedirler ama kızlar için bunu doğru bulmamaktadırlar. Biz kızlar için de bunu doğru buluyoruz. Kız da kendi eşini kendisi seçer. Annesine ve diğer kadın akrabalarına danışır ama babasına danışmak zorunda değildir. İsterse annesi babasına danışır. Yalnız veli olmak sıfatıyla izin vermeyebilir. Burada şu sorun içtihatla farklı çözülebilir. Dul olan veya evli olan veliyi değiştirir de, kız velisini değiştiremez. Buna 20 yaş veya 25 yaşa kadar kaydını koyabiliriz. O zamana kadar evlenmeyen kız artık babasının velayetini değiştirebilir. Bu konudaki hükmü bu âyetin tefsirinden şimdi öğreniyoruz.

Adil Düzen Çalışanları bu içtihat müessesesine ulaşmak durumundadır. Bütün sorun içtihadı öğrenmektir. Bizim içtihatları öğrenmek bir şey ifade etmez. Çünkü sorunları bizim bilgilerimiz çözmez. Adil Düzen bucağını kurduğunuzda birçok sorunlarla karşılaşacaksınız; çözümlerini içtihatlarda değil, Kur’an’da bulacaksınız.

بِالْمَعْرُوفِ (Bi eLMaGRUFi)  

“Maruf ile”

“Örf” dediğimiz zaman halkın gelenekleri demektir. İyi gelenekler, yararlı gelenekler işe yaramaktadır.

Maruf” ise istişarî kararlardır. Yani kabile başkanı istişare eder, sonra mecliste kararını alır. Bu karar vekaleten alınmıştır.  Artık o karar o topluluğu bağlar. Hakemlere gitme yetkisi vardır. Hakemlerce de bozulmamış karar o topluluğun örfüdür. Aslında bu karar şekilleri yirmi beş tanedir ama hepsini başkan ilan etmelidir ve hepsi yargı denetimindedir.

Demek ki aile hukuku tanzim edilmelidir. Aile hukukunda serbest anlaşmalar yoktur. Özel hukuk hükümlerinden çok kamu hukuku geçerlidir. Neden önce yapılan nikah bozulamıyor, herkesle nikah yapılamıyor, gizli nikah olmuyor, mihir zorunlu oluyor? Talak hükümleri de böyledir. Zina cezalandırılıyor. Kadın korunuyor. Yani Roma hukukunda olduğu gibi kanunilik ilkesi geçerlidir. Her bucak için ayrıdır ama bucakta birlik vardır. Mahremler mezheplere göre değil, bucaklara göre değişir. Çünkü değişik mezhepler bir bucakta bulunabilir ama değişik evlilikler teessüs etmez.

Buradaki hitabın yani “size cunah yoktur” hitabının kimlere olduğu tefsirlerde tartışılmıştır. Biz bu hitabı cuma cemaatine veriyoruz, yani kabile halkıdır. Dolayısıyla aile hukukunu tanzim etme yetkisi kabile meclisine verilmiştir. Kabilede herkesin bir ilmî danışmanı vardır. Bunların sayısı on civarındadır. Başkan bunlarla istişare eder. Bunlar da danışmanı olduğu kimselerle istişare ederler. Başkanın danışması aleni olur. Halk kendi fikirlerinin başkana ulaşmadığını görürse danışmanını değiştirir. Sonunda başkan karar alınca şura üyeleri yani danışmanlar hakemlere gidebilir ve iptalini isteyebilirler. Halk da danışmanını hakemlere gitmeye zorlayabilir, yoksa değiştirir. İşte bir bucakta topluluk böyle oluşur.

وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ(234)  (Va elLAHu BiMAv TaGMaLUvNa PaBIyRun)  

“Allah amel ettiklerinizden habirdir.”

Burada “Ve” atfedilmiştir. Nereye atfedilmiştir? Hal cümlesidir.

“Allah amel ettiklerinizi bilmektedir” yani sizin amellerinizi bilmektedir. Yukarıda “Lâ Cunaha”yı sadece sizin için bir mahzur yoktur şeklinde anlasaydık, buradaki tarif yersiz olurdu. Çünkü yukarıda bize bir amel yüklemezdi, sadece karışmayın demiş olurdu. Karışmamak bir amel değildir. O halde “Lâ Cunaha”daki mânâ bir şeyler yapın, amel edin demektir.

Burada “Te” harfi kadınları da içerdiği için onların da ne fiil yaptıklarını bilmektedir demektir. Haberdir. Haber alır demektir. Kişiler her hareketi yaptıklarında devletin bundan haberdar olması gerekir.

Habîrun” kelimesi nekiredir. Bunun anlamı, devletin (gizli değil) açık istihbarat teşkilatı olacak, onlar amellerden bucağı haberdar edeceklerdir. Bunun için kayıt yapan dört kuruluşu teşkil ediyoruz; evrak kaydı, borç-alacak kaydı, mal hareketleri kaydı ve taşınmazlarla ilgili kayıt. Kişiler bunlar üzerinde amel ederler.

Ya birbirine hitap ederler; bu evrak kaydıdır, yazılı hâle getirilir. Ya borçlanmalar yaparlar; bu zimmet muhasebesidir. Ya bir şeyler alıp verirler; bu envanter muhasebesidir. Ya da bir taşınmaz veya araba üzerinde iş yaparlar; bunlar hep kayda geçer.

Hepsinde insanın emeği vardır. Onlar kayda geçmektedir. Bunlara ‘amel’ denmektedir. Fiil kendi kendine yaptığın iştir. Amel ise başkaları ile kurduğun ilişkidir. Bugünkü bilgisayar tekniği ile bu çok kolay gerçekleştirilebilir. Ne var ki insanlar henüz bu eğitimi almadıkları için hepimize bu işi yapmak zor geliyor. Ama III. Bin Yıl Uygarlığı bunun üzerine kurulacaktır.

Akevler Yenibosna Cemaati bu işi yaptığı ve başardığı zaman III. Bin Yıl Uygarlığını kurmuş olacaktır. Bunu başaramadığı zaman, bilesiniz ki kim başarırsa onlar kuracaklardır.

Bundan yüz sene önce insanların sorunu para idi. Sanayi gelişmiş, işler çetrefilleşmiş, altın ve gümüş yeter miktarda olmuyor, ellerine geçirenler diğerlerini sömürüyorlardı. Bugün bu sorun aşılmıştır. Kâğıt para denizde su gibidir. Ne var ki, kâğıt para nasıl güç oluyor? Yani aslında hiçbir değeri olmayan TL nasıl oluyor da herkes onu kabul etmek zorunda oluyor, parasız yaşanamıyor? Paranız yoksa tuvalete bile gidemiyorsunuz. O halde bir şey para olmak zorundadır. Bu da devletin tesbit ettiği kâğıt paradır. % 500 enflasyonlu da olsa, onu kullanmak zorundayız. Çünkü başkası yoktur. Bunu da devletin zoru yapıyor. Başka paraları yasaklıyor, kendi parasını bir defa devreye sokunca artık o paranın dışındaki paralar iş yapmıyor.

Devlet zoru ile kabul edilen o para sömürü aracı ve enflasyonist para olmaktadır. Sonunda güçlülerin zayıfları sömürmesine sebep olmakta, krizler ortaya çıkarmaktadır. Bu kâğıt paranın yerini alacak bir paraya ihtiyaç vardır, o da “kaydî para”dır. Eğer biz Adil Düzen Muhasebesini kurar da aldıklarımızı ve verdiklerimizi o muhasebeye tutturursak, sadece fiyatlandırmada altın ve gümüşü kullanırız, onun dışında her varlık sahibi para çıkarmış olur. Yani ben bir şeyi alıyorsam karşılığında senet veriyorum, sonra o da o senetle benden veya başkasından bir şeyler alma durumuna geçiyor. Mala-mal marketleri bunun en uygun olanıdır.

***

وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (VaLAv CuNAXa GaLaYKuM)  “Yine size cunah yoktur.”

Yani bu işlerle ilgilenmeniz gerekir. Evlendirmeler de sizin görevleriniz arasındadır. Farzı kifaye olabilir ama yapmanız gerekmektedir. Nitekim başka âyette de ‘evlendirin’ diye emir vardır; ‘evlenin’ emri yoktur ama ‘evlendirin’ emri vardır. Evlendirmek ancak evlenmekle mümkün olduğundan bu âyet evlenmeyi de emretmektedir. Adalet gözetemeyecekseniz biri ile yetinin diyor. Yani biri ile evlenmek asıldır demektir. Evlilerin çocuk yapması emredilmiyor, evliler isterlerse azl ile çocuk yapmayabilirler. Cenini öldürmek yasaktır ama doğumu önlemek yasak değildir. Ama herkesin, bilhassa bütün kadınların evli olması gerekmektedir. Aile hayatı böyle yaşar, huzur böyle olur. Bunun sağlanması için işte bu tür müesseseler getirilmiştir. Çok evlilik de bunun için meşru kılınmıştır. Kocasız kadın olmayacaktır. Bununla beraber zorlama da yapılmayacaktır. Bir kadın evlenmek istemezse zorla evlendirilmeyecektir. Ama evlenmesi için topluluğun her türlü imkanı hazırlamış olması gerekir. Evlendirme de hitbe ile olmaktadır. Hitbe Kur’an’ın bir müessesesidir.

فِيمَا عَرَّضْتُمْ بِهِ(FIyMAv GaRaWTuM)  “Arz ettiğinizde.”

Arz etmek” sunmak demektir.

Erkek tarafı kadın tarafına talip olur. Buna ‘hitbe’ denir. Bütün canlılarda erkekler aktiftir, kadınlar ise pasiftir. Bunun sebebi kadının kendisine en güçlü koca bulabilmesidir. Hayvanların da erkekleri dövüşürler. İnsanlarda bu dövüşme kaldırılmış da onun yerine yarış konmuştur. İnsanın dört varlığı olmaktadır; bunlar ilimdir, takvadır, paradır, mevkidir. Erkekler bu sahalarda yarış içindedirler. İlimde yarışmak herkesin kendi elindedir. Kim âlimse çevresinde hemen tanınır ve ona saygı duyulur. Kim muttaki, kim dindar ise o iyi görülür ve ona karşı da saygı duyulur. Toplulukta aldıkları makam da saygının bir kaynağıdır. En önemlisi maddi imkandır. Evlenecek kadın çocuk doğuracaktır. Çocuğunun sağlığı ve selameti için parası olan erkeği tercih eder.

Demek ki, bir kadına talip olurken insan ona ilmini, takvasını, mevkiini ve parasını arz edebilir.

İlk bakışta saadetin para ile olduğu sanılır. Oysa saadet para ile olmamaktadır. Saadet ileri cemaatle olabilmektedir. Yani bir kimse sağlıklı bir topluluğun azası ise kız ona uyabilir. Çünkü o topluluk onun her şeyini tekeffül ediyor demektir.

Adil Düzen erbabı sağlıkta dayanışma içinde olmalıdır. Topluluk bu konuda ona güvence vermelidir.

Bu nasıl sağlanmaktadır?

Nafaka ve mihir müesseseleri ile, fasıla dayanışması ile, aşiret dayanışması ile sağlanmaktadır.

Kızlar Akevler’de kalmayı istemelidir. Bana Akevler’den biri talip çıksa da oradan evlenebilsem demelidir. Dışarıda olan kızlar da Akevler’den birsiyle evlensem demelidirler. Akevlerdekiler dışarıdakilerle evlenmelidirler ama kızlar Akevler’e taşınmalıdır, erkekler de Akevler’e gelmelidirler.

İşte Adil Düzen aşireti böyle büyür. Bölünerek çoğalırlarsa, sonunda kabile olurlar.

O halde burada emredilen erkeklere ilmiyle, takvasıyla, makamıyla, parasıyla üstün bir cemaat oluşturup gerek Akevler’deki kızlara, gerekse Akevler’e gelecek kızlara imkan hazırlamaktır. Buradaki “” bunların hepsini içermektedir. “Lâ Cunaha”yı da vücup için alırsak, bize emredilmiş olmaktadır. Yine bize şunu emrediyor ki aramızdaki bekâr erkekleri evlenmeye hazırlamalıyız. Onlara aşiretimizde yer vermeliyiz. Yenibosna’da bulamazsak, uygun bir yerde arsa bulup inşaat yapmalıyız. Ortaklar bulmalıyız. Evlerini satacaklar ve buraya ortak olacaklardır. Çünkü burada Adil Düzene göre kiraya vermiş olacaklardır.  

مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ (MiN PıTBaTı elNISAEi)  

“Nisaların hitbesinden”

Hitbe” burada mastardır, dolayısıyla müfrettir. Ama “nisâ” yerine “mer’e” veya “zevc” diyebilirdi.

Dolayısıyla erkekler bekârları evlenmeye hazırlamalıdırlar. Onun ilmini, takvasını, mevkiini ve parasını yeter seviyeye çıkarmalıdırlar. Bu erkeklerin görevidir. Erkekler bunu cemaatçe yapmalıdırlar. Doğacak çocuğun mesleğini de düşünmelidirler. Ona göre işyerini ve meskeni hazırlamalıdırlar. Bu erkeklerin görevidir, bu fasılanın görevidir, bu aşiretin görevidir, bu kabilenin görevidir.

Buna karşılık kadınlar da yetiştirdikleri kızlara uygun koca seçmelidirler. Bulmalıdırlar demiyorum, seçmelidirler. İşte burada arz ve talep vardır. Nasıl piyasada mal arzı ve talebi varsa, burada da koca arzı vardır. Talep kadınlardan gelecektir. “Nisânın hitbesi” demek, kadınları isteme değildir, kadınların istemesidir. Kadın talip olmaz ama kadın talip olanı seçer.

أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ (EaV EaKNaNTuM FIy ENFuSiKuM)  

“Yahut nefislerinizde iknan ettiğinizde.”

Burada iki türlü  nişanlanmalardan bahsedilmektedir.

Evlenecek olan erkek nesi var nesi yoksa arz eder ve ortaya çıkarır; ‘ben böyle birisiyim, evlenmek istiyorum’ der. Kadınlardan ona talip olanlar evleneceklerini bildirirler. Bunu kızın kendisi yapmaz, aracılar yapar. O da onlardan seçeceğini seçer, birinci olarak onunla evlenir. Birinci ile evlenirken, mihir tesbiti yapılırken, ikinci evlenmeye o mihirle müsade eder. Arzda bu da vardır. Ben şu kadar mihirle kadın arıyorum der. O mihirle talip olanlar o mihri vermek şartı ile ikinci evliliğe de müsade edeceğim demektir. Talipler çok ise kabul edenlerin hepsini eşliğe isteyebilir. Bunlardan isteyenler mihrin yarısını alarak ikinci aldığı için vazgeçebilirler. Ama mihrin yarısını vermiş olur. Nişanlılık evliliğe dönüşürse ve ondan sonra eş alırsa, mihrin tamamını alarak eski kadının ayrılma hakkı vardır. Bu erkeğin arzı ile evlenmedir.

İkinci evlenme ise erkek mal varlığını arz etmez, ‘ben evleniyorum’ der. Kadınlar kızlarına uygun koca ararlar. Evlenmek isteyenlerin durumlarını tetkik ederler. O kıza uygun eş buldular mı onunla anlaşırlar. Yani böylece erkeğin karı araması da meşrudur, kadının koca araması da meşrudur. Her iki halde de hitbe vardır.

Hitbenin bazı hükümleri vardır.

Burada müslim kadınlarla mü’min kadınlar farklıdırlar.

a)      Müslim kadınlar başları açık kadınlardır. Bunlar muta evlilikleri yapabilirler. Birisiyle evli iken kocalarından daha iyisini arayabilirler. Bulursa kocasına mihri iade edip ayrılabilir ve yeni buldukları sevgililerine gidebilirler. Bir kadın birisiyle evli iken başka birisiyle cinsi ilişki kuramaz. Kurarsa zina olur. Müslim ise başka koca arayabilir. Bu müslim kadına tanınmış özgürlüktür.

b)      Mü’min kadınlarda durum farklıdır. Mü’min kadın bir erkekle evli iken başka erkek arayamaz. Ancak birinden boşandıktan sonra kendisine başka erkek arayabilir. Bunlar başları örtülü olan kadınlardır. Kadınlar başlarını bu amaçla örterler. Yani derler ki; ben ona sadık olacağım, kocamın eşiyim, kimse benimle eşlik pazarlığına kalkışmasın, bana göz koymasın, güzelliğimi de bunun için göstermiyorum. Müslim kadınlar evli olsa da, boşan ve benimle evlen diye teklifte bulunabilir ama mü’min kadına böyle bir teklifte bulunulamaz.

Bu konu anlaşıldıktan sonra hitbenin hükümleri de farklıdır. Müslim kadınlar birkaç erkekle pazarlığa girişebilir, kimden fazla mihir koparırsa onunla evlenir. Oysa mü’min kadın ancak birisiyle evlilik pazarlığı yapabilir. Onunla pazarlığı bitirmedikçe başkası ile evlilik görüşmesi yapamaz.

Talip olan erkek küfüv ise erkek bekliyorsa kadın da beklemek zorundadır. Yani küfüv olan talip olmuşsa ya onunla evlenmek ya da bekâr kalmak zorundadır. Ta ki o başkasıyla evlensin.

Buradaki denge bucaklara göre değişik tarz alabilir. Bu bekleme müddeti de dört aydır. Dört ay eğer kadın reddediyorsa erkek çekilmek zorundadır.Bu zıhar müddetidir.

Buradaki bir husus da bizim topluluğumuz için önemi haizdir. O da hitbe esnasında kadın-erkek birbirleriyle görüşüp konuşabilirler. Halvet olmamak şartı ile oturmalarında veya dolaşmalarında bir beis yoktur. Kadının velisi bunları bilmelidir.

İslâmiyet’te evlilik akdi dışında nişanlanma yoktur. Yani biz beraber yaşayalım, birbirimizi beğenirsek evlenelim diye bir nişanlanma yoktur. Nişanlanma evlilik akdidir. Yalnız duhul yoktur. Biri ölürse diğeri vâris olur. Sıhri akrabalık doğar. Nafaka gerekmez. Boşanma olursa mihrin yarısı verilir. Halvet duhul anlamındadır.

عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ (GaLiMa elLAHu enNaKuM Sa TaÜKiRUvNaHunNa)  

“Allah onları zikredeceğinizi ilmetmektedir.”

Bir kadının kocası öldükten sonra hemen aklınıza bunu kiminle evlendirelim diye gelecektir, yahut kız baliğ olduktan sonra ona nasıl koca bulacağınız aklınıza gelecektir. Bunu Allah bilmektedir. Bu zaten sizin görevinizdir. Burada şöyle bir şey ortaya çıkar, veli bunu düşünecektir. Diğer cemaat de buna yardımcı olacaktır. Bunun müzakeresi yapılacaktır. Hattâ bu hususta görevliler belli edilecektir.

وَلَكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا (VaLAvKıN LAv TuVAGıDuHunNa SırRan)  

“Lâkin sırran vaatleşmeyin.”

Gizli cinsi ilişki yasak olduğu gibi, gizli ahitleşmeler de yasaktır.

Kinayeli işaretli olarak talepte bulunabilirsiniz. Onları yoklarsınız. Talip olursa siz de ona uyar mısınız gibi cümleler kullanabilirsiniz. Ona bakarız. Belki, annem bilir, babam bilir gibi cevaplar verebilir.

Ama kadın ve erkek kendi başlarına, kadın kendi başına, erkek kendi başına gizli icab veya kabulde bulunamaz. Bu haram edilmiştir. Hitbe açık olmalıdır. Bu da kararlaştırıldıktan sonra kesin alma kanaati ile olmalıdır. Müzakereler ciddi olmalıdır. Ben şimdi şakalaşırım denemez. Bunlar yasaklanmıştır.

Talep ciddi olmalıdır, açık olmalıdır. Erkek ve kadın tarafı istişarelerle buna karar vermelidir.

Zinanın tarifinde temel unsuru gizli cinsi ilişki olarak ele aldık. Tanımı böyle yaptık. Evlenemeyeceklerin ilişkisini de hükmen gizli kabul ettik. Çünkü onların böyle akit yapmaları meşru değildir. O halde tanımımızı biraz değiştirmemiz gerekir. Açık akit yapmadan cinsi ilişki kuran zina yapmış olur. Yakınları ile yapılan açık akit bâtıldır. O halde yakınları ile yapılan her cinsi ilişki gizli yapılmış kabul edilerek cezalandırılır. Bizi bu tarife götüren bu âyet olmuştur. Çünkü “onlarla gizli olarak ahitleşmeyin” denmektedir.

إِلَّا أَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًا (EilLAv EaN TaQUvLUv QaVLan MaGRUvFan)  

“Sadece maruf kavli söylemelisiniz.”

Burada “maruf kavl” nekiredir. Dolayısıyla “el-maruf”tan farklıdır. Yani marufta bucak hukuku da belirlenmiş husustur. Burada ise mezhebe göre belirlenmiştir. Ama bucak için tek değildir. Bu da ahde girişmeden düşündürmek, onda belli zihnin oluşmasını sağlamak için söylenen sözdür. Bu gizli de söylenebilir. Çünkü burada akit yoktur, ahit yoktur. Evlilik müessesesi insanlar için hayati ehemmiyeti haizdir. Aile olmadan insan yaşayamaz, çoğalamaz, gelişemez.

Canlılar vardır, cinsi ilişkide bulunurlar, ondan sonra yumurtlarlar ve ondan ötesine hiç karışmazlar. Kuşlar ise yumurtlarlar, üstünde kuluçka yaparlar, doğduktan sonra onları beslerler, korurlar ve eğitirler. Memeliler ise karınlarında büyütürler, doğururlar, süt verirler ama ergin hâle gelince bırakırlar.

İnsanlarda ise bu böyle değildir. Hayatı boyunca akrabalık devam eder, karşılıklı görevler devam eder. Bu amaçla doğan çocuğun anasını ve babasını bilmesi, akrabalarını bilmesi gerekmektedir. Bu da nikâhı zorunlu kılmaktadır. Evlilik dışı ilişkiler yasaklanmaktadır. Evlilik müessesesi topluluğun desteğiyle sürmektedir.

a)      Önce akrabaları yani fasılası bu görevi üstlenmektedir.

b)      Aşireti içinde destek görmektedir.

c)       Kabilesi içinde destek görmektedir.

d)      Şa’bı içinde, ili içinde destek görmektedir.

e)       Kavmi içinde destek görmektedir.

Aşiret içinde bedenî dayanışma vardır, ortak tüketim dayanışması vardır. Kabile içinde fakirlik, yoksulluk dayanışması vardır. Şa’bde fakirlik, yoksulluk, yetimlik ve yaşlılık dayanışması vardır. Ülke içinde de yetimlik ve yaşlılık dayanışması vardır. Bu desteklerin hepsi sonunda “aile”yi destekleme mahiyetindedir. Kadını erkeğe esir etmeden kadın mâlen de erkek tarafından desteklenmektedir. Bu desteği yapabilmesi için de erkeğe destek çıkılmalıdır. Erkeğe kredi verilmelidir. Kadına da kredi verilmelidir ama erkek kullanabilmelidir. Ayrıca mirastan fazla pay verilmelidir. Dayanışma ortaklığı içinde mihrini ödeyemeyenin mihri ödenmelidir. Bir kadın mihri müeccelle evlense, mihrini almadan koca ölse, kadın diğer alacaklılardan önce alacaklı hâle gelir. Önce mihrini tahsil eder. Hattâ mihir, mameleki de yetmezse, âkilesi ona mihri mislini ödemekle yükümlüdür.

وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ (VaLAv TaGJıMUv GuQDaTa elNıKAXı)  

“Nikahın ukdesine azmetmeyin.”

“Nikâhın akdini yapmayın.” Gizli akitleşmeyin. Açıkça görüşmeler yapsanız bile akde varmasın.

Burada da emir topluluğa verilmiştir. Demek ki nikâh da kamu akitlerindendir.

İslâmiyet’te akit serbestliği vardır. Ancak bu serbestlik o zamanki şartlara göre çok ileri gidilmiş, yalnız sözle söylemek yeterli sayılmıştır. Bize göre akit serbestliği vardır ama akit yazıya dökülmeli, taraflar imza etmelidirler yahut parmakları ile elektronik kartı okutmalıdırlar. Şifahi görüşmeler akdin tamam olması için yeterli değildir. Dolayısıyla evlenmek için görüşmeler sihri hısımlığı doğurmaz, akit doğurur. O halde akitlerin yapılmış olması imzaların atılması ile olur. Ama nikahta ve talakta bu yeterli olmamaktadır. Sıhhati için alenilik şarttır, yani iki şahide tevdi edilmesi gerekmektedir, onların da imzalaması gerekmektedir. Talakta da böyledir.

Akitlerde alenilik şartı olan yerlerde akit alenilikle tamamlanır ama akdin yapıldığı tarihten itibaren geçerli olur. Çünkü Kur’an’da “borcu yazın” deniyor, “yazarak borçlanın” denmiyor.

حَتَّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ (XatTAv YaBLuĞa EaCaLaHu)  

“Kitab eceline baliğ olmadıkça nikah yapmayın.”

Kitab eceline varıncaya kadar” denmektedir.

Kitab” yazı demektir, ahkâm demektir. İddete kitap denmiş oluyor. Muhasebe tutuluyor, ölüm muhasebeye geçiyor, iddetin başlaması muhasebeye geçiyor. Kitab yani bilgisayar bize iddet doldu diyor. Herkes bunu takip ediyor. Bilgisayar ‘onunla evlenme serbesttir’ dediği zaman nikah akdederiz. Herkesin nüfus kayıtları açıktır. Eğer orada evli görünüyorsa evlidir. İddet bekliyorsa iddettedir. Îlâ yapılmışsa o da orada gözükmektedir. Geleceğin dünyası kayıt dünyasıdır. Kur’an burada ona işaret ederek “o kitap eceline erinceye kadar” demektedir, yani kitap eceline ulaşacaktır. Kitabın, kayıtın eceli önemlidir. Medeni kanunda aksi sabit oluncaya kadar resmi siciller geçerlidir deniyor. Bu husus fıkıhta kayıtlı değildir. Ama bakınız bu husus Kur’an’da tedvin edilmiştir. Kaydın eceli vardır, yani kayıt ecelini doldurur. Çünkü kayıt önemlidir. Kayıt tashih edilinceye kadar kayıt geçerlidir. Nasıl talak geri dönmüyorsa, bunun gibi muhasebe kayıtları da silinmiyor, aksi madde ile doğrusu kayda geçirilmiş oluyor. Bütün bunları nereden anlıyoruz? “Kitab eceline ulaşıncaya kadar” denmektedir. Ecel kayıtların zarfı olmaktadır.

Adil Düzen topluluğunu yazmaya alıştırmamız gerekmektedir.

Bunu nasıl başarabileceğiz?

Yaptığımız denemeler göstermiştir ki bu yazma işi insanlara çok ağır gelmektedir.

Artık merasimler, işlemler kalkacaktır. Onun yerini yazılan basit kağıtlar alacaktır. Ancak o kağıt bilgisayara girdiğinde kıymet ifade edecektir. İki kişi ‘biz evleniyoruz’ diye yazıp muhasebeye teslim ettiler. Evlenme formunda şahitler de devreye girecektir. Eğer bunlar birbirine akran ise, eğer kadın bir başkası ile evli ise yahut iddette ise bilgisayar ‘bu evlidir’ der ve girmez. İlle de kaydet dersen kaydeder, ancak anormal olarak girmiş oluyor. Bu gibi durumlarda hakemlere veya yöneticilere gidilir.

وَاعْلَمُوا (Va iGLaMUv)  

“Biliniz.”

Burada “biliniz” diyor. Bu ilim gerçekten ilimdir. Kâinatı var eden Allah’ın nefsimizde olanı bildiğini ifade ediyor. Nefislerde olan beyindeki devrelerde vardır. Allah insan beynindeki devrelerin hepsini okur ve bilir. Bunu bizim bilmemiz gerekmektedir Yaratan bilmez mi? Bir Allah bu kadar şeyleri nasıl bilir diyenler vardır. Oysa Allah o kadar şeyleri yaratmıştır. Yaratan bilmez mi? O’nun bilgisi bizim bilgimize benzemez.

أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ (EınNa elLAHa YaGLaMu MAv FIy EaNFuSiKuM)  

“Allah’ın nefislerinizde olanı bildiğini.”

İnsanın ruhu vardır. O bâtıni âlemdedir. Onun bedenle ilişki kurma kabiliyeti yoktur. O ancak beynimizdeki bilgisayar antenleri ile ilişki kurabilmektedir. Uyuduğumuz ve rüya görmediğimiz zaman o anten kapanmaktadır. İşte ruhun beyinle irtibat kuran özelliğine “nefis” denmektedir. Kişilik orada oluşuyor. Tek başına şoför nasıl bir yere gidemezse, bedensiz nefis de bir şey yapamamaktadır. Dört boyutlu uzayda beynimizde yazılanların hepsi saklanmaktadır.

İşte Allah bunları bilmektedir. Âhirete vardığımızda yalnız amel ettiklerimiz değil, beyindeki düşüncelerimiz de okunabilecektir.

فَاحْذَرُوهُ (FaXÜaRUvHu)  

“Ondan hazer ediniz.”

Hazer etmek” çekinmek demektir. “O’ndan çekininiz, Allah’tan çekininiz” denmiş oluyor.

Bir insan birisine haset edebilir. Bu kendisinin elinde olan bir şey değildir. Haset de Allah tarafından bilinmektedir. Ancak insan iradesini kullanıp hasedin zıddını yaparsa, yani haset ettiği kimsenin daha da ileri gitmesine yardımcı olursa, o zaman Allah’tan çekinmiş olur ve günahı kalmaz, hata sevaba dönüşür.

Haset, başkasının geri kalması ile senin ileride olmandır. Musaraa ise başkası ile birlikte ileri gitmedir. Müsabaka başkasını geçmedir. Haset haramdır. Müsabaka helaldir. Musaraa ibadettir.

Demek ki burada “hazer etmek” demek, nefsine hakim olmak demektir. Nefsin arzularına göre değil, aklın ve şeriatın arzularına göre hareket etmek demektir.

وَاعْلَمُوا (VaGLaMUv)  

“İlmediniz.”

Burada “Ve” harfi ile “ilmediniz” tekrar edilmiştir. Demek ki yukarıdaki ilim ile bu ilim farklıdır. Yukarıda gökleri var eden Allah’ın nefislerde olanı bildiğini bildirmektedir. Burada da O’nun halifesi olan toplumun gafur ve halim olduğunu bildirmektedir. İnsanları nefislerinden, düşündükleri şeylerden dolayı sormayacağını ifade etmektedir. Burada kamunun da böyle olması gerektiğine işaret etmektedir.

Buradan çıkan bazı kurallar vardır.

Burada “biliniz” denmektedir. Biz nasıl bileceğiz? Doğal kanunlar vardır, doğal olaylar vardır. Onları bilmemiz gerekmektedir. Bunu başarmamız için herkes hayatında bir konuyu ele almalı ve ömrünün sonuna kadar onunla ilmen uğraşmalıdır. Böylece onu bilgisayara kaydetmektedir. Artık onu insanlık bilmiş olur.

Örnekler verelim. İnsan kendi hayatını yazarsa, iyi ve kötü taraflarını yazıya geçirirse, sonra bunu özetler de bu bir kitap olursa, gelecek nesillere bırakılan bir kişinin yaşadıkları olur. İnsan mesela çocuğunu ele alır, onun hayatındaki davranışlarını kayda alır, böylece bir çocuk psikolojisi incelenmiş olur. Yaşadığınız sokağı ele alır, anlatır ve onu tarihe hediye edebilirsiniz. Kooperatifimizin tarihi bizim için konu olabilir. Yahut herhangi bir hayvanı alıp inceleyebilirsiniz. Herhangi bir kişiyi inceleyebilirsiniz. Bir kaynağın tahlili ile meşgul olabilirsiniz. Akan bir suyun debisini kaydedebilirsiniz.

İşte böylece “biliniz” emrini yerine getirmiş oluruz.

Birinci “biliniz” emri ile doğa olayları, ikinci “biliniz” emri ile sosyal olayları tesbite çalışırız.

Bunlar hobi olarak yapılabilir. Kamudan bu çalışmalardan dolayı pay ayrılabilir.

Kur’an’da bir şey emrediliyorsa onun mutlaka bir müessesesi vardır.

Öğreneceğiz. Emir bu ama nasıl öğreneceğiz, ne öğreneceğiz? Bunları düşünerek müesseseler kurmamız gerekmektedir.

“Adil Düzen”de bunu bir bakanlık yapmaktadır. İstatistik ve arşiv bakanlığı bulunmaktadır.

أَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ(235) (EinNa EalLAHa ĞaFUvRun XaLIyMun)  

“Allah gafur ve halimdir.”

Gafur”dan anlayacağımız şudur. Halik Rab olan Allah insanların nefislerinde gizlediklerini mağfiret etmektedir. Topluluklarda ortaya çıkmayan faili meçhul cinayetlerin cezalandırılmamasını istemektedir. Suçlara en ağır cezalar verilmiştir. Ancak, kesin olarak ispatlanamayan fiiller cezalandırılmamaktadır. Yani o nefislerde kalmış gibidir. Topluluk onu izhar etmemiştir. Tutup da faili ortaya çıkaracağız diye polisin işkence yapmasına izin verilmemektedir. Buna “gafur” diyoruz. Kesin ispatlanamayan fiillere ceza verilmez. Bunu “gafurun” kelimesinin nekire olmasından anlıyoruz.

Halim” kelimesi de tatlı demektir, “halva” kelimesi ile akrabalığı vardır.

Faili meçhul cinayetler cezalandırılmamaktadır. Ama mağdurlar da terk edilmemekte, kendilerine diyet verilmektedir. Bunu da dayanışma ortaklığı yapmaktadır. Böylece acılar giderilmektedir. Herkes ölecektir. O zat ölmüştür, ama diyet ödenmiştir. Böylece acısı dinmiştir.

Bu uyarıları talak üzerinde yapmıştır, evlenme boşanma üzerinde yapmıştır.

Bu sûre önce İsrail oğullarını uzun uzun anlattı.

Şimdi aileyi anlatmaktadır. İsrail oğullarını bir kavim örneği olarak anlattı. Şimdi de aileyi anlatmaktadır.

Böylece Bakara Sûresi kavim ve aileyi tanıtarak sonuca götürmektedir.

Fıkıhçılar anayasadan, siyasetten hiç bahsetmiyorlar.

Ama Kur’an işe siyasetten başlamıştır.

 

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3355 Okunma
2-bakara11-20
2383 Okunma
3-bakara21-30
2532 Okunma
4-bakara30-37
2264 Okunma
5-bakara37-48
2495 Okunma
6-bakara 49-57
3114 Okunma
7-bakara 59-61
3132 Okunma
8-bakara 62-69
2482 Okunma
9-bakara 70-76
3474 Okunma
10-bakara 77-83
2757 Okunma
11-bakara 84-88
2318 Okunma
12-bakara 89-93
2443 Okunma
13-bakara 94-101
2636 Okunma
14-bakara 102-105
3487 Okunma
15-bakara 106-112
2678 Okunma
16-bakara 113-119
2741 Okunma
17-bakara 120-123
2637 Okunma
18-bakara 124-130
2334 Okunma
19-bakara 132-138
2206 Okunma
20-bakara 139-143
2115 Okunma
21-bakara 144-149
2578 Okunma
22-bakara 150-158
2497 Okunma
23-bakara 159-165
2092 Okunma
24-bakara 166-173
2490 Okunma
25-bakara 174-177
2608 Okunma
26-bakara 178-182
2327 Okunma
27-bakara 185-187
6389 Okunma
28-bakara 188-194
2485 Okunma
29-bakara 195-198
2843 Okunma
30-bakara 199-206
2382 Okunma
31-bakara 207-213
2784 Okunma
32-bakara 215-217
2226 Okunma
33-bakara 218-221
2711 Okunma
34-bakara 222-228
3010 Okunma
35-bakara 229-232
3574 Okunma
36-bakara 233-235
2286 Okunma
37-bakara 236-242
2496 Okunma
38-bakara 243-246
2615 Okunma
39-bakara 247-248
2853 Okunma
40-bakara 249-252
3153 Okunma
41-BAKARA 253-256
2703 Okunma
42-BAKARA 257-259
2525 Okunma
43-BAKARA 260-264
3090 Okunma
44-BAKARA 265-269
2261 Okunma
45-BAKARA 270-274
2643 Okunma
46-BAKARA 275-277
2362 Okunma
47-BAKARA 278-281
2394 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2800 Okunma
49-BAKARA 283-284
2499 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3719 Okunma

© 2024 - Akevler