BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
2831 Okunma
bakara 195-198

 

ADİL DÜZEN 398

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 60. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَأَنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ(195)

وَأَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلَّهِ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنْ الْهَدْيِ وَلَا تَحْلِقُوا رُءُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ بِهِ أَذًى مِنْ رَأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنْ الْهَدْيِ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(196)

 

وَأَنفِقُوا (Va EaNFıQUv)  “İnfak ediniz.”

Buradaki “Va” harfi “Kâtilûhum”a atfetmektedir. Yani onlarla savaşınız ve mallarınızı harcayınız.

Müslimler savaşa katılmadıkları gibi, savaş harcamalarına da katılmazlar. Savaşta onların malları kullanılsa bile karz-ı hasen olarak kullanılır ve savaş sonrasında onlara aynen iade edilir.

Savaşmak mü’minlere farz olduğu gibi, savaşın maddî giderlerini karşılamak da mü’minlere aittir.

Mü’min kadınlar bundan farklıdır. Mü’min kadınlar eğer kendi bulundukları yerlere saldırılmışsa bedenen savunmalara katılmakla yükümlü oldukları gibi, mal varlıkları ile de katılmak zorundadırlar. Savaş eğer semtlerinde oluyorsa kadınlar da bedenleri ile katılırlar. Savaş eğer bölgelerinde oluyorsa savaşa bütün kadın ve erkekler malları ile katılmak zorundadırlar. İşte buradaki emir bu emirdir.

Savaşa iki şekilde katılınır; biri malla, diğeri bedenle. Savaş bir ortaklık şeklinde yapılır. Sonunda savaşta kazanılıp elde edilen ganimet savaşa katılanlar arasında bölüşülür. Şöyle ki, malları ile katılanlar iki pay, canları ile katılanlar da iki pay alırlar. Bir pay da devlete kalır. Ganimetten ölenlere de pay verilir.

Ganimet nasıl paylaşılacaktır?

a)      Ganimete bölgenin tüm değerleri sermaye olarak konmuştur. Savaşın sonunda elde ne kalmışsa hepsi ganimet sayılabilir ve beşe bölünür, değerlendirilir. Eğer bölge işgal edilmiş ve sonra kurtarılmışsa taksimat böyle yapılır. İstiklâl Savaşı’nda Ege Bölgesi böyle olmuştur. Orada askerlik yapıp diğer bölgelerden gelenler ile orada bulunup savaşa katılanlar, kadınlar da olsa paylarını alırlar. Oradaki halk da sermayeleri nisbetinde kalan malları bölüşürler.

b)      Eğer bölge işgal edilmemişse, ordu karargahı bölgeyi terk etmişse, o zaman önce ganimetten herkesin malı verilir. Eksik olanlar verilir. Artan olursa ganimet olarak paylaşılır. Ölenlerin diyetleri ödenir. Artan olursa savaşanlar arasında bölüşülür.

Eğer savaş uzak topraklarda yapılmışsa, o takdirde mâlen de bedenen de katılma zorunluluğu yoktur, isteyen koyar ve katılır. Savaş kaybedilmişse giden mallar gitmiş, giden canlar gitmiş olur. Savaş kazanılmışsa kazanılanlar beşe bölünerek bölüştürülür. Savaş ortaklığında özel hükümler konabilir. Önce ölenlere diyet ödenecek, sonra ganimet paylaşılacak şeklinde hükümler konabilir.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ (FIy SaBiLi elLAHı)  “Allah sebilinde.”

Allah sebilinde mukatele edilmesi emredilmiştir. Ama orada başka türlü anlaşılmasın diye ‘sizinle kıtal edenlerle mukatele edin’ deniyor. Yani, orada Allah sebili belirtilmiş oluyor, burada genel söylenmiş oluyor.

Bunun sebebi şudur. Eğer savaşsız ve mukatelesiz sorun çözülüyorsa onu öylece çözün, yani kıtale girişmeyin. Barış yoluyla ve maddî imkânlarla çözün. Savaş niçin olur? İnsanlar aç kalınca karınlarını doyurmak için saldırabilirler. O halde Allah sebilinde harcayıp açlığı yeryüzünden kaldırmak gerekir.

Açlığın yeryüzünden bütün insanlar için kalkması yolunda neler yapılması gerektiğini sıralarsak, Allah’ın burada bize neler emrettiğini anlarız.

a)      Her şeyden önce ulaşım sağlanmalıdır. Vakıflar kurulmalı ve mallar ülkelerden ülkelere, yerlerden yerlere masrafsız ulaşmalıdır. Benim ürettiğim bir kilo buğday Kenya’ya ulaşmalı, üstüne zam konmamalıdır. Bunun için buğdayı ürettiğim zaman taşıma farkını baştan ödüyorum. 1200 gram buğday veriyor ve 1000 gram yani bir kilo buğday senedini alıyorum. Bunun 200 gramı ortak fona katılıyor, onunla taşınma masrafları dayanışma içinde ödeniyor. Ondan sonra benim bir kilo buğdayım dünyanın her yerine bedava gidiyor. Buradaki 200 gram buğday infak emrine göre veriliyor. Bu bedava ulaşım sadece mallar için olmuyor. Kişiler de bedava seyahat ediyor. Yola düşen herkes bedava yiyor, bedava içiyor, hattâ bedava tedavi oluyor. İnsanlık tarihinde bunlar kervansaraylarda olmuştur. Bu taşıma emri içine su, gaz ve akaryakıt da girer. Bunlar parasız nakledilmelidir. Ben burada elektrik üretirsem, Yeni Gine’deki kişi benden bunu almalı ve nakliye masraflarını vermemelidir.

b)      Malların ulaşımını bedava sağlamak yeterli değildir, haberleşme de parasız olmalıdır. Herkesin bir cep telefonu olmalıdır. Tüm haberleşmeler parasız yapılmalıdır. Kurulacak vakıf bunun masraflarını karşılamalıdır. ‘İnfak ediniz’ emri bu vakfın giderlerini karşılayınız demek olur; haberleşme de sebildir.

c)       Üretim bir şeyin ham maddesi nerede ise orada yapılmalıdır. Çünkü gereksiz maddeler taşınmaz, mal en ucuza üretilmiş olur. Dolayısıyla emek ve mal hareketi serbest olmalı, faiz olmamalıdır. Devlet tüm işletmelere faizsiz kredi vermelidir. Bütün gümrükler ve vizeler kalkmalıdır. Mal hareketi serbest olmalı, dünya tek pazar hâline gelmelidir. Tekel önlenmeli, en az kârla üreticiden tüketiciye ulaşmalıdır.

d)      Nihayet insanların tek topluluk hâline dönüşmesi için dayanışma ortaklıkları kurulmalıdır. Her şey prim ödemeden sigortalanmalıdır. Dayanışma taksitlerini ödemek de infaktır.

Bunlar “Allah’ın sebili”dir. Kur’an’da vakfın adı ‘sebilullah’tır; ‘vakıflar kurunuz’ denmiş oluyor.

وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ (Va LAv TuLQUv Bi EaYDiKuM)  “Yedlerinizle ilka etmeyiniz.”

“LEKA” yanak demektir. “LİKA” kavuşmak, buluşmaktır. “İLKA” koymak, bırakmak demektir. Eğer mef’ulü söylenmezse, kendi kendini bırakmak, atmak demektir. “Kendi kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız” denmiş olur. Allah yolunda cihat önce mallarla olacaktır. Mal yetmediği zaman canla savaşılacaktır.

Gerekli tedbirler alınmazsa, savunma harcamaları yapılmazsa, kendi ellerimizle kendimizi helak etmiş oluruz. Kişiler uğrayacakları tehlikelere karşılık kendilerini teker teker savunma gücüne sahip değildirler. Birleşerek savunma zorunluluğu vardır. Hayvanlar bile birlikte yaşayarak kendilerini korumaktadır. Sineklere varıncaya kadar sürüler hâlinde uçarlar. Düşman saldırınca onlardan birini kaparsa diğerleri kurtulur. Birlikte gezenler tamamen helâk olma ihtimalini düşürürler.

İşte insanlara emredilen de budur; dayanışma ortaklıkları kurup birlikte savunmaya geçmek, zekât vererek ortak savunma imkanlarını hazırlamak. Tehlikeyi en iyisi ile defetmek emrinin gereği budur. Candan evvel maldan harcayacaksın. Buradaki “Ve” harfi hâl vavıdır. Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmamak üzere harcayın denmiş oluyor. Kazançlar da can pahasına olmamalıdır.

إِلَى التَّهْلُكَةِ (EiLAv etTaHLüKaTi)  “Tehlikeye koymakla.”

“HENEKE” çene demektir. “HELEKE” demek, canavarın çenesine düşmek, düşmanın ağzında çiğnenmek demektir. Anlam genişlemesi ile bir malın ve nefsin yok olması, parçalanması demektir. Kaza ile ölmek, helâk olarak ölmedir. Kendinizi kazaya atmayınız demek olur. İnfak edin, harcayın, çift yol yapın da kendinizi tehlikeye atmayın demektir.

İstanbul trafiği kendisini tehlikeye atma demektir. Ne yapmalıyız da İstanbul trafiğini halledip kendimizi tehlikeye atmamalıyız. Kur’an’ın öğretilerine kulak vermeliyiz.

Önce Edirne’den Adapazarı’na kadar çift araba demir yolu yapmalıyız. Avrupa’dan veya Asya’dan gelen karayolu araçları buna binip parasız diğer tarafa çıkmalıdır. O araçlar İstanbul’a girmemelidir.

Benzer şekilde Karadeniz’den gelen vapurlar vakıflarca finanse edilen kılavuz gemilere Karadeniz’den girmeli, Marmara’dan çıkmalıdır. Sağdan giden güzergâh gemilere ait olmalı, Boğaz’da karşıdan karşıya geçiş asgariye indirilmelidir. Bu birinci derecede İstanbul trafiğin rahatlatır.

Mutlaka işyerlerine ana trafiğe girmeden tek hatla ulaşılabilecek şekilde çalışanlara evler tahsis edilmelidir. İstanbul Avcılar’da oturan kimse İzmit Gebze’de iş yapmamalıdır.

Biz birlikte yaşadığımıza göre, gerekli tedbirleri birlikte yapmak zorundayız. Belediye başkanını seçerken faizli bâtıl düzende sorunları çözmeye çalışan değil, Kur’an’ın öğretilerine uyan ve “Adil Düzen”e göre sorunları çözen başkanı seçmeniz gerekir. Böyle bir parti kurmanız ve o partiyi finanse etmeniz gerekir. Yoksa sonra onları faizci zenginler finanse eder, sizin günde beş saatinizi de trafik alır, kazalar da cabası olur. İnsan günde altı saat çalışarak yaşamalıdır. Siz bunun beş saatini yolda geçirirseniz kendinizi tehlikeye atmaz mısınız?

وَأَحْسِنُوا (Va EaXSiNUv)  “Ve ihsan ediniz.”

Kur’an’a göre bugün olduğu gibi iki sektör vardır; özel sektör ve kamu sektörü. Kur’an bu iki sektöre ait hüküm ve müesseseler getirmiştir. Kur’an’ın getirdiği müesseseler Batı’daki müesseselerden farklıdır.

a)      Batı’da özel sektör tekeli oluşmuştur, küçük bir azınlık dünyayı sömürmektedir. İnsanlık bundan muzdariptir. Büyük menfaat çatışmalar olmaktadır. Kur’an ise özel sektörü aynen kabul etmektedir. Kamunun müdahalesini önlemiştir. Ama özel sektörün tekel oluşturması faiz yasağı, faizsiz kredi, sermaye vergisi, kamuca primsiz sağlanan sosyal güvenlik sayesinde önlenmiştir. Tekeli önlenmiş liberalizm İslâm ekonomi sistemidir.

b)      Batı’da devlet işletmeleri oluşmuştur. Sermaye sömürüsünün yanında siyasi sömürü gelmiştir. İslâmiyet kamu sektörünü vakıflar şeklinde organize etmiş, dolayısıyla siyasilerin sömürüsünü önlemiştir.

Vakıflara iki şekilde katılıyoruz. Karşılık beklemeden mâlen katkıda bulunuyoruz. Vakıf kurmak isteyenler sözleşmesini yapar ve planlarını ortaya koyarlar. Sonra halktan buraya katkı yapmak isteyenleri bulur ve alırlar. Kur’an işte bunlara “sail” diyor, bizim bunlara katkıda bulunmamız emrediliyor. Bu infaktır.

İHSAN” ise bizzat bedenen vakıflara katılma demektir. Mesela yol inşaatında, okul inşaatında, markette karşılığını beklemeden bir hizmet yaparsanız bu “İHSAN” olur. Allah bize bu ihsanı da emretmiştir.

Biz Akevler içinde vakıflar oluştururken halktan ortak olmalarını istiyoruz. Biz o statüde alıyoruz. Ama onlar verirken kazançtan ziyade infak olsun diye veriyorlar. İyi muhasebe tutmak zorundayız. Çünkü infak edenlerin o vakfı yönetme hakları vardır. O vakıftaki değerleri böyle koruyabiliriz. Akevler’de bunu henüz başaramadık. İhsanı da aynı sebeple yazmalıyız. İşletmeler kâr ederse pay sahipleri paylarını almalıdır. Etmezse, o vakfı kimlerin yönetme yetkisi var, bunun ortaya çıkması için herkes vakfa verdiğini yazmalıdır. Muhasebede de o işleme girmelidir.

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ(195)  (EinNa elLAHa YuXıbBu eLMuXSiNIyNa)  

“Allah muhsinleri hubbeder.”

Kur’an’da esaslar tekrar edilir. Böylece esasların zihne girmesini sağlar ama hiçbir tekrar sadece tekrar değildir. Aynı cümle yerine göre başka bir mânâyı da ifade eder. Yukarıda “kendinizi tehlikeye atmayın, ihsan edin” nehyi ve emirleri verilirken, “infak edin” derken bunları ayrı ayrı mı yapacağız, yoksa kurumlar kurup da o kurumlarla mı yapacağız? İşte burada erkek kurallı çoğul getirildiği için bunu birlide kurumlar şeklinde yapacağımızı da nass ile ifade etmiş oluyor. Biz yukarıda istihsanen bu açıklamaları yaptık. Burada istihsanımızı teyit ve tahsis etti. Evet, kooperatifler kurmalıyız, işletmeler kurnalıyız, vakıflar kurmalıyız, partiler kurmalıyız, okullar kurmalıyız. Böylece kendimizi ellerimizle tehlikeye atmamalıyız.

Burada “Allah hubbeder” demek, sevmek demektir. Sevmek demek, karşılık beklemeden ona hep iyilik etmeyi istemek demektir. “Muhabbet” ise devamlı iyilik yapmak demektir. Biz bir defa ihsan yapsak, Allah hep ihsan yapacak demektir; âhirette de yapacak demektir. Bu ne kadar büyük bir müjdedir.

Burada kamunun da ihsan edenlere karşı muhib olması gerektiğini bize bildirmiş oluyor.

***

وَأَتِمُّوا (Va EaTimMUv)  “Ve itmam ediniz.”

Bir ihsanı yapıp yapmamak serbesttir. İhsan ederseniz sevap alırsınız, ama ihsan etmezseniz bir günah olmaz, cezası yoktur. Dünyada da âhirette de size sormazlar, neden ihsan etmediniz diye sormazlar. Yalnız ihsan da farz hâline gelir, söz verdiğiniz zaman o ihsanı yerine getireceksiniz. Nezr ederseniz nezri yerine getirmek farzdır. Burada “ihsan ediniz ve ihsanı itmam ediniz” denmektedir. Akit yapıp yapmamak da serbesttir, ama akit yapılınca yerine gelmelidir. Ahit yapman serbesttir ama ahit yerine gelmelidir.

İşte burada onun için “ETİMMÛ” deniyor. Yukarıda da oruç için “ETİMMÛ” denmiştir.

الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ (elXacCa Va eLGuMRaTa)  “Haccı ve umreyi tamamlayınız.”

Farzdır, onu tamamlayınız, umreyi de tamamlayınız.

Hacca devam ederken hacda emredilenlerin bir kısmı yapılmazsa günah olur, ama hac hac olarak kalır. Bunlara vacip denir, haccın vacipleri denir. Vacipler keffaretlerle tamamlanır ama hac iade edilmez. Keffaret cezaları verilmezse günah işlenmiş olur. Ama bazı yasaklar vardır ve yapılacaklar vardır ki, onlar yerine gelmezse hac haclıktan çıkar, başka yıl yeniden yapmak gerekir. Buna haccın rüknü veya ifsat edeni denir.

Haccı ifsat eden şeyler ikidir. Biri vakfede gününde durmamak, diğeri de ihramda iken cinsi ilişki kurmak. Bu durumlarda dahi hacca birlikte devam edilip ikmal edilir, trafik bozulmaz.

İmalatta da durum böyledir. Bir parça bozuk olsa bile işleme devam edilir. Bir yerde kontrol yapılarak bozuklar ayrılır. Bozulduğu yerde ayrılmaz. İşin akışı aksatılmaz.

“Haccı tamamlayın” emri ile bize bu emredilmiş olmaktadır. Üretimde bir teknik öğretilmiştir. Bir tedaviye başladığında onu tamamlayacaksın. Doktorunu o bitmeden değiştirmeyeceksin.

Umre ise ihsan hâlindedir. Farz değildir. Ama bir defa başladınız mı onu tamamlamak zorundasınız. Artık size farz olmuştur. İçtihatların dayandığı temel kural budur. ‘Ben her gün dokuzda dükkanı açacağım’ dediğinizde o size farz olur. Değiştirebilirsiniz ama onu öyle nezr etmişseniz devam etmek zorundasınız.

İhsanın hükmü hac ve umre ile misallendirilmektedir.

لِلَّهِ (LilLAHi)  “Allah için tamamlayınız.”

Topluluğa uymak için tamamlayınız. Bir defa bir işe başladınız mı onu topluluğa taahhüt etmiş oluyorsunuz. Topluluk artık ona göre size bir yer ayırmıştır. Onu tamlayacaksınız. Topluluk için o tamamlanmış olacaktır. Siz sonra belki kaza edeceksiniz ama şimdilik onunla akış bozulmaz.

Bu sebepledir ki çek veya bono senedi eğer verilmiş ise haksız da olsa o tahsil edilir. Siz ödersiniz, sonra alacağınızı alırsınız. Türkiye’de istismar edilen bu müessese aslında meşrudur.

فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ (Fa EiN EuXÖıRTuM)  “İhsar olunursanız.”

Herhangi bir engelle karşılaşır, hac ve umreyi yapamazsanız deniyor. Başladığınız işi bitireceksiniz, yarım bırakmayacaksınız, aksatmayacaksınız. Gücünüz yetmezse ne yapacaksınız? İşte onun da keffareti vardır. Bu âyet bunu açıklamaktadır. Hac ve umre için bunu kurban olarak karşılamaktadır. Ama “Fa” harfi ile başladığı için bütün benzer olaylar için kural olmaktadır.

“HİSAR” kale demektir. “HASRETMEK” demek, kale içine koymak demektir.

İHSAR OLUNURSANIZ”, çıkma yasağı konursa, yani ülkenizden çıkamayacak olursanız.

Hududa geldiniz, sizi bırakmıyorlar. O zaman ne yapacaksınız? Hacca gidenler önce kurbanlarını sürü hâlinde otlatarak Mekke’ye gönderirler. Hac yolları meralarda hayvanların otlayacağı şekilde yapılır. Hayvanlar otlaya otlaya Mekke’ye ulaşırlar. Arabalarla nakledilse bile, arabalar veya tren durur, hayvanlar otlatılır, sonra tekrar bindirilir. Bütün güzergahın otları ile otlaya otlaya varırlar. İhsar edilen yerde durulur.

فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنْ الْهَدْيِ (Fa MAv EiSTaYSaRa MiNa eLHaDYı)  

“Hedyden istiysar ettiği vardır.”

İşte kurban burada kesilir. Yani sürüden alınır ve kurban orada kesilir. Eğer sürü geçmişse beklenir. Orada kesildiğinde de sizin vecibeniz yerine gelir. Yani, ihsar edilen kimseler kurbanları kesilinceye kadar beklerler. Sürüden alabilirlerse orada keserler. Sürüden alamazlarsa orada kesilmesini beklerler. Demek ki ihsar edilenler devam edemiyorlarsa, başlanan işlem bitinceye kadar yerlerinde kalırlar, beklerler.

Bugün Arabistan’da yapılan hac müslimler için hacdır, çünkü onlar genel güvenliklerden sorumlu değildirler. Mü’minler için ise hac değildir, asgari farz değildir. Çünkü orası bütün insanlara açık olmalı ve emin olmalıdır. Nizamı bir kral değil, mü’minlerin halifesi ve insanlığın başkanı olan Mekke emiri sağlamalıdır. Giriş ve çıkış serbest olmalıdır. Vize sözkonusu olmamalıdır.

O halde yapacağımız iş; ihrama girip hacca niyet edip yola çıkmalıyız, vize almadan yolumuza devam etmeliyiz. Suriye hududuna gelince bizden vize istenecektir. Vizemiz olmadığı için bizi ihsar edeceklerdir. Biz ne yapacağız? Kurban Bayramı’nın ikinci gününü bekleyeceğiz. Arafat’tan hacılar dönüp kurbanları kestikleri gün biz de kesecek ve ihramdan çıkacağız. Bunu her mü’min deneyecektir. Ondan sonra da vizenin kalkacağı günleri bekleyecektir. Hac parası karz-ı hasen bankasında karz-ı hasen olarak bekleyecektir. Hayatta iken vizesiz hac yolu açılmazsa, yol açıldığında o kişinin yerine sonra hac yapılacaktır.

وَلَا تَحْلِقُوا رُءُوسَكُمْ (Va La TaXLıQUv RuEuSaKuM)  “Re’slerinizi halketmeyiniz.”

Yani, kafile yerine varıncaya kadar başlarınızı kesmeyiniz, tıraş etmeyiniz.

Hacca gidecekler karyelerinde toplanırlar, ihram giyerler ve ilçelerindeki kafileye katılırlar. İlçedeki kafileler de bölgelerdeki kafilelere katılırlar. Hacca bölgedeki kendi kafilesi ile gider. Bu âyet gösteriyor ki, ihrama çıkış yerinden böylece hacıların güzergahta önceliği vardır. Yolda hacılık başlamıştır. Burada ihram giyilir ve Arafat’tan sonra, Müzdelife’den sonra, taşlamadan sonra kurban kesilir ve ihramdan çıkılır.

حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ (XatTAy YaBLuĞa eLHaDYu)  “Hattâ hedy mahalline baliğ oluncaya dek.”

HEDY” hacca önceden yola çıkarılan kurbandır. Burada bir koyun verirsiniz, orada herhangi bir koyun alırsınız. Burada bir sığır verirsiniz, orada verdiğiniz sığırı alırsınız, ona “kalaid” denmektedir. Bu mahalline, kesim yerine varıncaya kadar deniyor. Kesim yerine kurban kesileceği gün varır.

Burada “HEDY” kelimesi tekrar edilmiştir. Çünkü yukarıdaki hedy kişinin kendi kurbanıdır, bu ise sürüdür, herkesin kurbanlığını kattığı kurban sürüsüdür. Kurbanı sürüden ayırmamanın caiz olması, yukarıdaki hedyin mutlak olarak zikredilesi ile sabit olmaktadır. “HEDY” kelimesini kullandığına göre herhangi bir koyun değildir. Bununla beraber sürüye izin veriliyorsa göndermemiz vacip olur.

Burada bir sorun daha çözülmektedir. Kurbanı orada herkes alır ve kendisi keser. Ama alan olmazsa, ortada kalan kurbanlar orada başkaları tarafından kesilir ve et yığınına katılır.

مَحِلَّهُ (MaXılLAHu)  “Mehilline”

MEHİLL” kurban kesilen yerdir. Müzdelife’de taşlamadan sonra kesilir.

İhsar edilenler kurban günü gelinceye kadar ihsar edilen yerde beklerler. Suriye veya Irak hududunda beklerler. Onlar geçirirse, Ürdün hududunda beklerler. Onlar geçirirse, Arabistan hududunda beklerler.

Bir toplulukta başkanların belli kişileri devre dışı bırakma yetkileri vardır. Mesela, bir görevliyi veya işçiyi müdür fabrikaya sokmayabilir. İşçi eğer kapıda beklerse ücreti istihkak eder. Hakem kararı ile çıkarıncaya kadar devam ederse ücretini istihkak eder. Çıkarmada haklı veya haksız olması bu ücreti istihkaka mâni olmaz. Hakemler kararı gerekir; yani asıl olan hakemler kararı ile çıkarmadır. Ama acil hallerde haklarına dokunulmaksızın başkan yetkilerini kullanabilmektedir.

فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا (Fa MaN KavNa MiNKuM MaRIyWan)  “Sizden kimler hasta ise”

Buradaki “Fa” tıraş etmeyiniz yasağına istisna getirmektedir. “Fa” ile geldiği için bütün tıraşları içerir. Yani, ister ihsarda olsun, ister hacda olsun aynı hükümler nassla caridir.

MARAZ” hastalıktır. İnsanın bütün faaliyetlerine etki eder. Burada tıraş emenin bazı durumlarda hastalar için yararlı olduğuna işaret vardır. Bu hususta tıbbi çalışmalar yapılmalıdır. Şimdilik bildiğimiz kadarıyla bitlenmemesi için tıraş edilmektedir.

أَوْ بِهِ أَذًى (EaV BiHIy EaZan)  “Veya onda eza olursa”

Buradaki “BiHi” onda yani tıraş olacak kimsenin üzerinde bir eza olursa, yani eziyet veren bir şey olursa demektir. Hayızlı kadınlar için de bu tabiri getirmektedir. Başı bitlenmiş yahut kepek çıkmış veyahut benzer şekilde sağlık bakımından bir sorunu olursa diyor.

Yine burada eza ile marazı birbirinden ayırmıştır. Eza hastalık değildir, kişiyi rahatsız eden hususlardır. Hastalık bazı mükellefiyetleri hafifletir veya erteletir, eza ise böyle bir hafifletmeyi getirmez.

مِنْ رَأْسِهِ (MiN RaESiHIy)  

“Re’sinden kendisinde bir eza varsa.”

İhramda iken vücuttan herhangi bir kılı koparmak, yahut tırnak kesmek, diş çıkarmak ve benzeri işlemler haram kılınmıştır. Hac bitince de tıraş olarak ihramdan çıkılır. Niyet ihram elbisesi giyilerek yapılır ve başlanır. Çıkma tıraş ile biter. İşte bu sebepledir ki burada “MİN RE’SİHİ” denmiştir.  

فَفِدْيَةٌ (Fa FiDYaTun)  “Bir fidye vardır.”

Savaşta esir alınan kimsenin serbest bırakılması için alınan şeye “FİDYE” denmektedir. Bu sebeple tıraş olan kimse keffaret olarak fidye verecektir. Fidye nekire gelmiştir. Belli bir miktar belirtilmemiştir.

FİDYE” taamı miskin olarak tarif edilmiştir. Bir gün oruca tekabül eder, yahut bir fitreye tekabül eder. Bize göre 2 kilo tahıldır. Her aile için değişmektedir. Bir günlük kişi başına masraftır. Bununla beraber aşağıda tanımlanmaktadır.

مِنْ صِيَامٍ (MiN ÖıYAvMın)  “Savmlerden biri”

SAVM” bir gün tutulan oruçtur, “SİYAM” savmın çoğuludur.

“Raeytü Mine’r-Racüli” demek, adamın bir yanını gördüm olur. “Raeytü Min Racülin” dersem, adamdan birini gördüm olur. “Raeytü Mine’r-Ricâli” dersem, bilinen adamlardan bir kısmını gördüm anlaşılır. “Raeytü Min Ricalin” dersem, insanlardan çoğunu gördüm anlaşılır. Burada birkaç gün için en az üç gün oruç tutmak gerekir anlamı çıkar. Sadakatin belli bir miktar değildir.

أَوْ صَدَقَةٍ (EaV SaDaQaTin)  “Veya sadakadan”

SADAKATİN” kelimesi “T”li çoğul olabilir; yahut belirsiz olduğu için tekil getirilmiştir. Cemaatin Cuma imamına verdiği vergiye sadaka dendiği gibi, kocanın karısına verdiği mihire de saduk denmektedir. Sandık kelimesi de bu köktendir. Fitre veya fitreler anlamındadır.

Genel olarak bir fitre bir günlük oruca tekabül eder. Bir fitre bir günlük yiyecek veya bir parça elbisedir.

Bunlardan biri tercih edilecektir. Bu tercih tıraş edilen miktarla orantılı olabilir.

أَوْ نُسُكٍ (EaV NuSuKin)  “Veya nusukden”

NUSUK” çoğuldur, kurbanlar demektir. Burada hedyi getirmemiştir. Orada temin edilecek hayvan kesilecektir. Sadaka olsun nusuk olsun yiyecektir. Ancak biri et, diğeri de tahıldır.

Bu iki yiyecek ana besinleri teşkil eder. Biri bitkisel besinleri içerir, diğeri hayvansal besinleri içerir. Bunların dışında besin olmayan su ve madenler vardır. Hava ise alınıp satılmadığı için meta sayılmamaktadır.

Şimdi, bunlar çoğul olduğu için en az bir veya iki kadar olmalıdır. Üç gün oruç veya üç koyun şeklinde belirleyebiliriz. Azlık-çokluk da kesilen miktarlara bağlıdır. Bütün baş birkaç defa tıraş edilmiş ise onun fidyesi üç koyun olur. Başın onda birden az bir tıraşı için üç gün oruç olur. Tıraş dediğimiz zaman, saçlar ustura ile alınmalı ve alınan yer uzaktan fark edilmelidir. Saçı koparmak veya birkaç kıl almak mafuvdur.

فَإِذَا أَمِنتُمْ (Fa EiÜAv EaMiNTuM)  “Emin olduğunuzda”

Yani, hudutlara çıkıldığı ve yollarda güvenlik tesis edildiği zaman -ki bunun tesis edilmesi şarttır- nasıl namaz kılmak için abdest almak şart ise, hac ibadetinin ifası için de güvenliğin sağlanması şarttır. İnsanlık Hac yolu tesis edecektir. Bu yol kıta merkezlerinden başlayacak, Kudüs’ten geçerek Mekke’de sona erecektir.

Güney Amerika, Kuzey Amerika, Sibirya, Rusya, Kafkasya, Türkiye ve Mekke. Bu yola Sina’nın doğusunda Afrika’dan gelen yol, Türkiye’de Avrupa’dan gelen yol, doğudan yani Avustralya, Çin ve Hint’ten gelen yol eklenecektir. Bu ana Hac yoluna her ülkeden gelen yol vardır. Bunlar hac yoludur.

Hiç olmazsa Hac aylarında bu yolların güvenliği sağlanacaktır. Eğer bu esnada bu yolda bir saldırı olursa, insanlık tazmin eder, yani diyetini öder. Bu yollar insanlığın kan damarları olacaktır. İnsanlar buralarda parasız güven içinde seyahat edebiliyorlarsa, işte o zaman insanlık İbrahim Milletini kurmuş olacaktır.

فَمَنْ تَمَتَّعَ (Fa MaN TaMatTaGa)  “Kim temettu’ ederse”

Buradaki “Fa” namazda “Fağsilû”daki “Fa”ya benzer. “İzâ”dan sonra gelen emirdir.

Güven sağlanmışsa o zaman hacılık yapacaksınız. Yoksa kurban kesip döneceksiniz.

Allah bu günlerin geleceğini bildiği için burada “İzâ Emintüm” kelimesin getirmiştir. Fetih Sûresi’ndeki “İzâ Câe” gibi, burada da “İzâ Emintüm” gelmiştir. Demek ki Sibirya’dan gaz borusunu döşeyen sermayenin yanında, Hac Yollarını tesis eden Yol Vakfımız olacaktır. Ve Mekke bir devletin değil, insanlığın olacaktır.

İşte o zaman farz olan hacılığımızı ifa edeceğiz. “Adil Düzen” Suudluların yardımını kabul edemez. Bugün onların bu şekilde Mekke’yi yönetmeleri meşrudur. Çünkü henüz sermaye sömürüsü sona ermemiştir. Henüz Hac yolları tesis edilmemiştir. Adil Düzenciler ne zaman Hac Yollarını tesis eder ve Suudi Arabistan üzerinde ABD tasallutu sona erer, o zaman Mekke’nin yönetimi insanlığın eline verilir ve orası merkez olur.

META’” insanların yararlandığı şeylerdir. Müstakar ve meta’ birlikte kullanılmaktadır.

TEMETTU’ ETMEK” demek yararlanmak demektir, umreden yararlanmak demektir.

Bu âyetin mânâsını anlayabilmek için ibadetleri tasnif etmeliyiz. Allah toplu namaz kılmayı emretmiştir ama ayrıca vitri tek başına kılmayı emretmiştir. Sünnet namazları teşri etmiştir. Tek başına ibadetler bir tür eğitimdir. Kendi başına namaz kılmayı öğreniyorsunuz. Sonra topluluk içinde bir sorununuz olmuyor. Aslında oruç için de böyle altı gün farzdır. Tek başına tutarak hazırlık yapmalıyız. Zekâtın yanında fitre ve kurban da vaciptir. Haccın vacibi yani tek başına yapılanı umredir. Her zaman yapılır. Aslında ayrı yapmak gerekir. Sünnetler de ayrı evlerde kılınmalıdır. Allah kolaylık olsun diye umre ile haccı birleştirmeye izin vermiştir. Buna “TEMETTU’” denmektedir. Bunun keffareti bir koyun kesmektir. Hac aylarında sadece umre yapılmaz. Hac aylarında ya yalnız hac yapılır yahut hacdan evvel umre yapılır. Umreye hac eklenir. Umresiz yapılan hacca haccı ifrat denir. Umre ile birlikte yapılan hac da iki türlüdür. Umre ihramından çıkmadan hac yapılırsa buna haccı kıran denir, yakınlaşmış hac demektir. Buna da kurban gerekir. Eğer arada ihramdan çıkılmışsa ona haccı temettu’ denmektedir. Buna da kurban gerekir. Umre ile yararlanarak hac yaparsa demek olmuş olur. Kurban için ihramdan çıkması gerekmez. Kur’an’da her ikisi “TEMETTU’” ile ifade edilmiştir.

بِالْعُمْرَةِ (Bi eLGuMRaTi)  “Umreden”

Burada “Mine’l-Umreti” denmemiş, “Bi’l-Umreti” denmiştir. İstiane mânâsından yararlanılmıştır. Umreden yararlanarak hacca gidilirse demek olmuş olur.

UMRE” “omur” kelimesinden gelir. “Omur” şenlik demektir. Suların kenarında oturulacak veya yağmurdan güneşten sığınılacak yerler “amire”dir. “Ömür” kelimesi bu mânâda hayat boyu demektir. Ayrıca bir yere katılmak ve şenlendirmek “imar” sayıldığı gibi, bir yeri onarmak da “imar”dır.

UMRE” Mekke’ye gitmek ve orasını şenlendirmek anlamındadır. Toplanma yerine gitme demektir. Saati vakti belli değil ama insanlar boş kalınca oraya gelip otururlar, gelenlerle sohbet ederler. İşte umre budur. Belli zamanlarda değişik ülkelerden insanlar sözleşip umreye gelir ve orada serbestçe ikili sohbetler yaparlar. Hacda ise böyle ikili sohbet yapmaya zaman olmaz.

إِلَى الْحَجِّ (EiLay eLXacCı)  “Hacca”

Haccetmeye yararlanırsa, umreden haccetmeye yararlanırsa.

Burada hac mastardır. Gidip gelmek demektir. Hac, hac aylarında olmaktadır. Ramazan’dan sonra gelen üç aydır. Ramazan Bayramı’ndan on hafta sonra yani yetmiş gün sonra Kurban Bayramı olmaktadır. On hafta elli haftanın beşte biridir. Bakınız, Kur’an onlu sistemi nasıl da her yerde teşri etmektedir.

فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنْ الْهَدْيِ (Fa Mav iSTaYSaRa MiNa elHaDYi)  “Hedyden istiysar ettiği vardır.”

Yukarıda ve burada “İSTEYSERA” denmektedir. “Yüsr” sol koldur. “Usr” da yine oradan gelen kelimedir. “Yüsr” sol kolla bile yapabileceği işlerdir. Kolaylık demektir. “Usr” ise sol kolla yapamayacağı işler, zor işler demektir.

İstiysar etmek” kolaylaştırmak demektir. “Çamur istihcar etti” demek, çamur taşladı demektir. “Hedy istiysar etti” demek, kurban kolaylaştırıldı demektir. Kişi evinde beslediği koyunu sürüye veriyor ve orada alıyor. Orada kurban bulma zorunluluğu ortadan kalkıyor.

Buradan anlaşılıyor ki, kişi kurbanın oraya ulaşma parasını vermeyecektir. Vakıf bunu sağlayacaktır. Kervansarayları düşüneceksiniz. Demek ki hacı memleketten getirdiği kurbanı kesecektir.

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ (Fa MaN LaM YaCıD)  “Kim vecd edemezse.”

Kim kurbanı bulamazsa, eğer hac için sürü kafilesi oluşturulmuyorsa, ki şimdiye kadar hep böyle olmuştur, orada ya hiç bulunmuyor ya da aşırı değerle satıyorlarsa, vurgun yapıyorlarsa, meysere değilse demek olur.

Burada bir kural öğrenmiş oluyoruz. Bir emir ancak meysere ise yerine getirilir, meysere değilse yerine başkası ikame edilir. Mesela altın ve gümüş para olarak yaratılmıştır, onlarla kap kacak yapmak haramdır. Ama eğer onunla yapılacak bir iş başka madenle çok pahalıya mâl oluyorsa, o zaman altını kullanmak helal olmuş olur. Kendi memleketinin fiyatının iki mislini aşarsa, o zaman kurban kesmekten vazgeçer, oruç tutabilir. İki misli ödemek muassara olur. Burada bu hüküm “Fa” harfi ile getirilmiştir. Öyleyse hükümler geneldir. Diğerlerine nassla şamil olur.

فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ (Fa ÖıYAMu ÇaLAÇaTı EayYAvMın Fıv eLXacCı)  

“Hacda üç yevm savm vardır.”  

Kur’an’da oruç yerine fitre, fitre yerine oruç ikame edilmektedir. Burada da kurban yerine oruç ikame edilmektedir. Hacda yani orada üç gün oruç tutulacaktır. Bayram günleri oruç tutulması haram ise bayramdan sonra yani üçüncü gününden sonra orada kalınacaktır demektir. Yahut bayram günü oruç tutulabilir demektir. Yahut Arafat’a gitmeden Mekke’de iken üç gün oruç tutulacaktır demektir.

Böyle düşünürsek o zaman umre üç gün evvel yapılacaktır.

Fa” harfi ile geldiğine göre, demek ki umre yaptıktan sonra kurban yoksa üç gün oruç tutulacak ve hacca öyle gidilecektir. Yahut kurban kesiminin yapıldığı günden sonra tutulacaktır. Bulamama o zaman kesinleşir. Bu ifade “Fa Sıyamu Eyyamın Selaseten” olabilirdi. O zaman “selase” hâl olur, marife nekireye getirilebilirdi Burada izafe edilmiştir. Eyyamın üçü denmiştir. Marife değil nekiredir. Rücudaki yedi de nekiredir. O halde hacda olmak şartı ile her zaman tutulabilir. Oruçta şehri tutmak demek, bir gün evvel sonra tutmamak şeklinde anlarız ve bayram günü oruç tutmayız. Kurban Bayramı’nı da ona kıyas ederiz. Burada nass ile oruç tutma ifade edildiğine göre hacda bayram günlerinde oruç tutulursa geçerli olur diyebiliriz.

وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ (Va SaBGaTin EiÜAv RaCaGTuM)  

“Yedi de rücu ettiğiniz zaman tutulacaktır.”

Burada atıf “Va” harfi ile yapılmıştır. “İZ”da eğer fevr varsa, o zaman döner dönmez tutulması gerekir. Hacda hacca başlar başlamaz tutulması gerekir. O kadar bayram günü oruçlu olmayı gerektirir. O halde “İZ”da fevr gerekmez. Burada “İZ”yı ba’de/sonra olarak anlayabiliriz.

Kur’an’da her kelime, mesela “İZ” ele alınmalı ve doktora yapılmalı. “İZ” hakkında tam hükme varmak için dört-beş sene çalışılması gerekir. Biz sadece  çalışma yollarını gösteriyoruz.

Asıl III. bin yıla ait içtihatların tamamlanması için Bediüzzaman’ın dediği gibi belki 300 yıla ihtiyaç vardır. Çünkü 300 yıl gelişirler, 300 yıl çökerler, 400 yıl da zirvede kalırlar, yani en üstün içtihatlarla yaşarlar.

30 yıl gelişme çağı olduğu için uygulanamıyor. 30 yıl da yaşlanma devresi olduğu için uygulanamıyor. İnsanın tam olgun yaşadığı dönem de 40 yaştır; 30 ile 70 arasıdır. Uygarlıklar için de 300 ile 700 arasıdır.

Burada 10 sayısı ikiye bölünmüştür. En küçük asal sayı vardır 2, 3, 5 ve 7. Bunların ikisinin çarpımı 10 etmektedir;  2*5=10  ve ikisinin toplamı da  10 etmektedir;  3+7=10.  10 böyle özel sayıdır.

O sebepledir ki Allah Kâinatı onlu sisteme göre var etti. Bizim parmaklarımız da onlu sistem içindedir. İşte burada Allah bize bunu öğretmektedir. Böylece toplamayı öğretmektedir. Matematik toplamaya dayanmaktadır. Çarpma eşit sayıların toplamıdır, üs alma eşit çarpanların toplamıdır. Çıkarma, bölme, logaritma, kök alma onların tersidir. İşlemlerden birini bize misal olarak vermektedir.

تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ (TiLKa GaŞaRaTün KavMiLaTun)  “Bu kâmil aşaradır.”

Her sayı kâmildir. Ama 10 sayısı bir tek sayı imiş gibi kâmildir. Bize onlu sistemi öğretmektedir. Burada nekire gelmiştir. Demek ki başka kâmil onluklar vardır. Onlar da 100 ve 1000 benzeri sayılardır. Onlu sistem böylece anlatılmaktadır. Onlu sistemde işlemler çok kolay yapılmaktadır. Başka yerde 30+10=40 ı da bize öğreterek bugünkü matematiğin esasını vermektedir.

Bugün yazdığımız rakamlara Arap rakamları denmektedir. 0 ı kullanmaktayız. Bunların Hintliler tarafından icat edildiği söylenmektedir. Olabilir. Ama Kur’an’da çok açık bir şekilde izah edilmiştir.

Bugünkü Batı uygarlığı matematiğe dayanır. Matematik de onlu sayı sistemine dayanır. Bunu da Batılılar Müslümanlardan, Müslümanlar da Kur’an’dan öğrendiler.

Kur’an “Tilke Aşaratün Kâmiletün” dedi, cebir ve matematik ilimleri ortaya çıktı.

Kur’an kıbleyi emretti, trigonometri ortaya çıktı.

Bu ilimler Müslümanlarda doğdu, Batıya aktarıldı ve bugünkü uygarlık ortaya çıktı.

Hâlâ Kur’an’a karşı kulaklarını tıkamak küfür değil midir? Batılılar bu küfür içinde oldukları halde, doğulular da onlar kadar bu küfür içinde değil midirler?

ذَلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ أَهْلُهُ (ÖavLiKa LiMaN LaM YaKuN EaHLuHUv)  “Bu ehli olmayanlar içindir.”

Yani, Mekke’de yerleşmemiş olanlar demektir. Mekke’de yerleşik olanlar için umre ile temettu’u birleştirmek caiz değildir. Onlar umreyi hac ayı dışında ayrı yapacaklar ve haccı ifradı yapacaklardır. Onlara temettu’ kurbanı kesmek de gerekmez. Böylece temettu’ kurbanı haccı temettu’ ile haccı kıran yapanlara gerekir.

Buradan yine anlaşılan şudur ki, bir kimsenin aileden yararlanma hakları vardır. Biz fıkıhçılardan ayrı olarak nafaka erkeğe aittir. Ama buna karşılık yemek pişirme ve ev temizliği yapma kadına aittir. Kadın pişirdiği yemekten kocasına yedirmek durumundadır. Eğer kadın kadın misafirleri kabul ediyorsa, erkek de erkek misafirleri kabul eder. Kadın kocasının temin ettiği nafaka ile kadınları ağırlıyorsa, erkek de kadının pişirdiği yemekle misafirlerini ağırlayabilir. Kadın kendi çamaşırını yıkıyorsa, kocasının da çamaşırını yıkamakla yükümlüdür. Biz bunu şöyle istidlâl ediyoruz. Burada “ehli bulunmazsa” demekle ailede hayat kollektiftir.

Başka yerde de fitreye ehlinize it’âm ettiğinizin vasatı denmektedir. O halde ailede tüketim ortaktır. Kişiler eşit şekilde ihtiyaçlarını gidermektedirler. Misafir kabul edildikten sonra o da aile fertleri gibi haklara sahip olur. Kölelere de yediklerinden yedirmek ve giydiklerinden giydirmek zorunluluğu vardır. Köle hizmet ederken baba misafirlerin yanında oturup yemek yiyemez.

حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ (XavWıRIy MaSCıDı eLXaRAvMı)  “Haram Mescid’in hazırları ise”

HAZAR” sefere karşı kullanılır. Yerleşik ise anlamındadır, sakini ise demektir. Yani, ailesi Mekke’de sakin ise hâl böyledir. Yoksa dönüp ailesi yanında oruç tutacaktır demektir.

Bu ifade Kur’an’ın diğer âyetlerini de çok açık bir şekle sokmaktadır. “Mescid-i Haram’da oturuyorsa” demek, Mekke’de oturuyorsa demektir. Mescid-i Haram’dan maksat Mekke kentidir. Buraya kim girerse emin olur demektir. Şimdi müşkül durum kalmamaktadır. O da biz Mekke ilinin sınırlarını Mekke-Medine arası ortadan çizilen dairenin yarı çapı kadar genişletiyoruz. Oralarda dünyanın her ülkesine bir bucaklık veya ilçelik yer verilecek, onlar oralarda sakin olacaklar. Hacılar önce oraya geleceklerdir. Bir de Mekke beldesinin sakinleri vardır. Onlar Kureyşlilerdir. Dünyadan gelen ilim adamlarıdır. Şimdi Mescid-i Haram Mekke kentini içine almaktadır. Bu hususta açıklık vardır. Ama Mekke ili hudutları da harem midir, yani orada oturanlar Hadiri Mescid-i Haram mıdırlar? Burada bu hususta tereddüt vardır. Bizce kıyasen burası da Mescid-i Haram hudutları içindedir. Orada oturanlar da umre yapmazlar. Orada oturanlar da emindirler. Kim dahil olursa emin olurlar. Ancak bu husus kıyas ile sabit olduğu için nasslarla tearuz ederse nass tercih edilir.

Bir şey yaşanmadıkça onun için hayali hükümler kurulamaz. Dolayısıyla bu husustaki istidlâl o bucaklar kurulduktan sonra yapılmalıdır.

وَاتَّقُوا اللَّهَ (Va itTaQUu elLAHa)  “Allah’a ittika ediniz.”

Kur’an bu tabiri içtihatla sabit olacak hükümler için kullanır, mahalli icmalarla sabit olacak hükümler için kullanır. Demek ki kişilerin ve toplulukların takdirine bırakılmış bir haktır. Takdir yaparken ittika ediniz. Allah’a ittika ediniz, icmalara aykırı kararlar almayınız demektir. İcmada dört önemli sınırlayıcı hüküm vardır:

a)      Kararlarda çelişki olmamalıdır.

b)      Kararlar icmaa aykırı olmamalıdır.

c)       Kararlar uygulanabilir olmalıdır.

d)      Kararlar yararlı olmalıdır.

İttika ediniz” emri bu kurallara uyulmasını emrediyor. “İttika ediniz” dendiğinde, müçtehidin ittikasından bahsetmektedir demektir. “İttika ediniz” dendiğinde, yerel icmalardan bahsediyor demektir. Yukarıdaki hükümler Mekke meclisinin icmaları ile düzenlenecektir demektir. Konan kurallar genel olarak yukarıdaki esasları taşıması gerekir demektir.

Buradaki “Va” harfi yukarıda geçen emirlerin tümünün matuf olduğu yere kadar atfedilir. Yahut bundan önce geçen “Vattakullah”a atfedilir. Bunu yazarken diğer bilgisayarım olmadığı için bakıp nereye atfedildiğini size söyleyemedim. Siz bunu araştırınız bakalım, neresini bulacaksınız. Artık tefsir yapmaya başlayınız.

وَاعْلَمُوا (VaGLaMUv)  “İlmediniz.”

İlmetmek” demek, içtihat etmek demek değildir. “İlmetmek” kesin bilgiye ulaşmaktır. İçtihat ve mahalli icmalar yaparken ittika ediniz, bile bile hata yapmayınız. Bilemeden yaptığınız hatalar mafuvdur. Ama şimdi söylenenler içtihat değil ilimdir, kesindir. Biliniz ve iman ediniz demektir. İlme iman edilir, içtihatla amel edilir. İman için cihad yapılır. İçtihat için araştırma yapılır. Herkesin kendi içtihadı kendisine.

أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(196) (EanNa elLAvHa ŞaDIyDu elGIQABı)  “Allah ikabı şiddetlidir.”

Sıkı takip eder. İttika edip etmediğinizi bilir.

İKAB” marife gelmiştir. Kastedilen Allah’ın yaptığı ikabdır. Hac insanlığı ilgilendiren husustur. Mü’minler insanlığın hac yapmalarını temin etmek için görevli kılınmışlardır. Görevlerini tam olarak yerine getirmelidirler. III. Bin Yıl Uygarlığını kuracak Adil Düzencilerin en zor işi belki de bu hac işini düzenlemektir.

 

ADİL DÜZEN 399

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 61. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌ فَمَنْ فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللَّهُ وَتَزَوَّدُوا فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِي يَاأُوْلِي الْأَلْبَابِ(197) لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ فَإِذَا أَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللَّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ وَإِنْ كُنتُمْ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الضَّالِّينَ(198)

الْحَجُّ (eLXAcCu)  “Hacılık”  

Burada “EL” cins içindir. Bunun için hacılık diyoruz. Türkçede cins isimler “lik” ile tercüme edilir. Çocuk/luk, genç/lik, yaşlı/lık deriz.

HACC” gidip gelme demektir. Bu sünnet Hazreti İbrahim’in sünnetidir. Hazreti İsmail’den beri değişerek gelmektedir. Araplar her yıl Mekke’ye gelip Kâbe’yi ziyaret ederlerdi. Putlarını oraya yerleştirmişlerdi.

HACC” İslâm’ın dört veya beş ibadetinden biridir. İslâm’ın şartı beştir. Hadisten gelmedir. Namaz, zekât, oruç ve hac. Bunda ittifak vardır. Beşinci şart ise değişik şekilde ifade edilmiştir; kelime-i şehadettir, yani Allah’ın birliğini ve Muhammed’in elçiliğini tasdik etmektir.

Bence Hazreti Muhammed zamanında bu doğru idi. Şimdi Allah’ın birliğini ve Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu tasdiktir. Bu şehadet aynı zamanda cihadı da içermektedir. Çünkü şehadet ilayı kelimetullahtır. Söyletmemek isteyecekler. Ona karşı direnilecektir. Bu kelime aynı zamanda Kur’an’ı okumayı ve yaymayı içermektedir. Biz bu beşinci şarta “tilavet” yani okumak diyoruz. İmanın şartı ise altıdır diyorlar. Hadislere dayanır. Allah’a iman, meleklere iman, kitaplara iman, resullere iman. Kur’an’da bunlar böyle mezkurdur. Buna kadere imanı eklemektedirler. Bu konuda Kur’an’da açıklık vardır. Ama iman bahsinde sayılmamıştır. Kadere imanı ‘hayır ve şer Allah’tandır’ şeklinde ifade etmektedirler. İnsanlar şirke en çok burada düşüyorlar. Sanki Allah’tan başka hâlik varmış gibi şerrin hâlikını başka yerde arıyorlar. Ulemanın hadislere dayanarak bu altıncı şartı eklemelerini makul buluyorum. Ama Kur’an’da birlikte zikredilen beşlidir ve âyetler sisteme uymaktadır. İslâm’ın şartları ile imanın şartları on etmektedir. Bence sadece kaderden bahsedip kazadan bahsetmemek insanı sorumluluk dışına atar, dolayısıyla imanın şartı ya beştir ya da yedidir. Allah’ın kaderi vardır ve insan kader içinde müriddir, yani kader içinde iradesini kullanır şeklinde ifade etmemiz gerekir.

Bu konuyu imanın şartları içinde değil de imanın açıklamasında anlatmalıyız. Allah’ın birliğine inanmak zaten kadere inanmaktır. Ama insanın da sorumluluğuna inanmayınca ne kitaba ne resule gerek kalmaz.

Diğer ibadetler sayılırken “Ey iman edenler” diye başlamaktadır. Oysa hac için bütün nâsa diye beyan etmektedir. Kâbe bütün dinlerin ve dünyanın merkezidir. Hazreti İbrahim’in mabedidir. Orada her din mensubunun yeri vardır. Kudüs Yahudilerin ve Hıristiyanların, Ganj Hinduların merkezidir. Bizim merkezimiz de Medine’dir. Kâbe ise bütün insanların ortak mabedidir. Herkese açıktır. Ömründe bir defa oraya gidip gelmek gücü yeten bütün insanlara farzdır. Hangi din mensubu olursa olsun ona farzdır. İbrahimî dini kabul eden bunu yapar. “Adil Düzen” uygulayıcıları bir an evvel iktidara gelmeli ve orasını tüm insanlara açmalıdırlar.

أَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌ (EaŞHuRun MaGLuMaTun)  “Malum aylardır.”

ŞEHR” zaman olarak aydır. Hilalden hilale kadar geçen zamandır. Dolunaya “ŞEHR” denir. Şehit ve şöhret kelimeleri bu mânâları taşımaktadır. “EŞHUR” aylar mânâsındadır. Üç aydır. Onun için azlık çoğulu olarak getirilmiştir. Ramazan’dan sonra gelen üç aydır. Senenin dörtte biri etmektedir.

Bunlar aynı zamanda haram aylardır. Diğer dördüncü ay bunlardan evvel gelen üç ayın ilk ayıdır. Nekire getirilmiştir, çünkü her yıl tekrar etmektedir. Bütün hac yolları haram hâle gelir. İnsanlar kendi ülkelerinden kalkıp Mekke’ye ihram içinde geleceklerdir.Yollar güvenli ve açık olacaktır. Bu yollar kenarları ile birlikte insanlığın ortak malı olacaktır. Nasıl denizler insanlığın ise, buralar da öyle olacaktır.

MA’LÛMÂT” kelimesi ile senenin belli ayları demek olur. Kurallı dişi çoğuldur. Grup hâlinde olduğu ifade edilmiş oluyor. “Hac malum aylardır” diyerek bütün dört ayı hac dönemi yapmıştır. Hac bir kişi için değil, namaz gibi birlikte ifa edilen bir ibadettir. Kendi ülkesinden de olsa ihrama o aylar içinde başlanır.

O aylar içinde kafileler hâlinde hareket edilir. Hac yolcularına öncelik tanınır. Hac yollarında da pazarlar kurulur. Diğer aylar üretim ayları, hac ayları da mübadele ayları olmuş olur. Hac ayları gökteki aylara göre düzenlenerek bütün mevsimlerde dolaşmış, her mevsim nasibini almış olur. Oruçta bu dolaşma nasıl sağlık için gerekli idiyse, ekonomi için de bu hacda da gereklidir. Yoksa mevsimlik mallar hakim olur. Diğer mevsimler kısır kalır. Ekonomide denge kaybedilmiş olur.

Beş vakit namaz aşiretin namazıdır. Cuma kabilenin namazıdır. Hac da insanlığın namazıdır. Ramazan Bayramı şa’bın yani ilin, Kurban Bayramı da kavmin yani ülkenin namazıdır. Ramazan Bayramı itikafla taçlandırılmıştır. İl mescitlerinde yapılacaktır.

فَمَنْ فَرَضَ فِيهِنَّ (Fa MaN FaRaWa FıyHınNa)  “İçinde kim haccı farz ederse.”

Burada “haccı kim farz ederse” deniyor. Farz etmek bölmek, ayırmak demektir. Arsalar ifraz edilir. Vaktini kim hacca ayırırsa, yahut haccı farz ederse, yani o yıl yapmaya karar verirse denmiş olmaktadır; yani ihrama girip hacca niyet ederse demek olmuş olur.

İnsan ömründe her zaman hacca gidebilir. Bunlardan birini seçer de ihrama girip çıkarsa, kıyas yoluyla bir ceza vermesi gerekir. O ceza da ihsarda olduğu gibi bir koyun kesmek, yahut cima ile haccını iptal edende olduğu gibi bir büyük baş hayvan kesmektir. Buna dair delil başka âyetlerde aranmalıdır.

Bütün insanlara hac yapmak farz olduğuna göre cezalar onlar için de olmalıdır. Demek ki kurban ve fitre, hattâ ceza oruçları bütün insanlar için geçerli bir ibadettir. Nitekim Kur’an’da orucun geçmiş kavimlere de farz kılındığı bildirilmektedir. Zekât da öyledir. Gerçi fıkıhçılar zekât yerine cizyeye benzeterek haraç almışlarsa da, bizce bu ancak kendi beldelerinde kendileri için doğrudur. Bizim beldede iş yapıyorlarsa zekât verirler ve onlar da zekâttan yararlanırlar. Bu konuda din ayırımı yapılmaz.

الْحَجَّ (eLXacCa)  “Haccı kim farz edecek olursa.”

Yani, kim ihramda ise denmiş olur. Burada hac kelimesini izhar etti, yani zamir olarak söylemedi. Çünkü yukarıdaki hac kelimesi topluluğun ettiği hacdır. Bu ise kişinin kendisi için farz kıldığı hacdır. İki hac ayrı ayrı hac olduğu için “hac” kelimesi iade edilmiştir. Bunların farklı olması bu haccın üç ayı kapsamasıdır. Yani kişiler Arafat’ta orada bulunmak şartı ile istedikleri zaman ihrama girebilirler.

فَلَا رَفَثَ (Fa LAv RaFAÇa)  “Rafes yoktur.”

Rafes yoktur”, orucu bozan cinsi ilişki kurmak yoktur.

Haccı bozan şeyler ikidir; biri rafes, diğeri arefe günü Arafat’ta bulunmamak. Bu iki şey yapıldığı zaman hac bozulur. Burada üç şey sayılmıştır. Biri fıkıhçıların ittifak ettiği rafestir, diğerleri fusuk ve cidaldir.

Diğer ikisinin hükmü farklı olduğu için sayılmış olabilir. Rafes hacılığı iptal eder. Fusuk keffareti gerektirebilir. Yahut her üçünün hükmü iptaldir. İkinci mânâyı tercih edebiliriz. Fukaha bu mânâyı vermemiştir. Hacda yani ihramda olanların cidal yapmaları haccı iptal eder. Fusuk da iptal eder diyoruz.

وَلَا فُسُوقَ (Va LAv FuSUQa)  “Fusuk da yoktur.”

FSK” kökünün ikinci mastarıdır. Arapçada bir kökün değişik mastarları vardır. O mastarların farklı mânâları vardır. “Kara’tu kıraeten” denirse, herhangi bir okumayı yaptığını söylemiş oluruz. “Kara’tu kur’anen” dendiği zaman, okunmak üzere hazırlanmış bir metni okumuş olursun.

“FİSKAN” vardır, “FUSUK” vardır. Aralarındaki farkı tam kavrayabilmemiz için bu kalıpların Kur’an’daki geliş şekilleri üzerinde durmamız gerekmektedir. M. Lütfi Hocaoğlu ve arkadaşları Kur’an üzerinde bu hususta çalışmalar yapmaktadırlar. Ondan sonra bu husustaki araştırmamız kolaylaşacaktır.

Şimdilik şunu diyebiliriz ki “FISK” iki kademedir. Bunlardan biri daha ağırdır. Biz burada ağır olanı tercih ediyoruz. Hangi fiillerin fısk olduğu Kur’an’da sayılmıştır. Yalandan şehadet fısk sayılmıştır. Bunlardan ağır olanları yapanların hacılığı iptal olmuş olur. Hangileri ağırdır konusu ise tefsirden ziyade fıkhın konusudur. Tefsir bir cümlenin değişik konulara olan mânâlarını anlatır. Fıkıh ise değişik âyetlerin bir konu üzerindeki hükümlerini anlatır. Fıkıhta haram bölümü ele alınırken fısk bâbı gelecek, o da iki fasıl olacak; biri fısk, diğeri fusuk. İşte bu fusuku işleyenlerin hacılığı iptal edilmiş olacaktır.

وَلَا جِدَالَ (Va LAv CiDAvLa)  “Cidal da yoktur.”

CİDAL” demek çizgileşmek (cetvelleşmek) demektir. Herkesin kendisini haklı çıkarmaya uğraşmasına cidal denir. Herkesin hakkı bulmak için işbirliği yapmasına cihat dener. Cidal aynı şekilde derece derecedir. En ağır olanı cidaldir. Karşı tarafa kısası gerektiren fiilde bulunmak cidaldir. Hacılığı iptal eden budur. Kadını cünüp yapmayan ilişkiler, hafif fısk, sözlü tartışma hacılığı iptal etmez, sevabını azaltır.

Kur’an’ın fıkhî yorumu budur. Hakemler kalıpları alıp olaylara uygulamalıdırlar.

Bir simsar alıcı ile satıcıyı buluştursa, akit yapsalar, sonra da teslimden evvel akit ortadan kalksa simsar ücret istihkak eder mi? El-cevap; eğer akit iptal edilmiş ise ücret almaz. Ama feshedilmişse o zaman alır. O halde bu sualin cevabı fasit akitlerde, bâtıl akitlerde aranacaktır. Yoksa sorunu çözemezsiniz. Niçin bâtıl akitlerde almaz da fasit akitlerde alır? Çünkü bâtıl akitler baştan sayılmamış sayılır. Fasit akitler ise fasitliğe karar verildikten sonra geçersiz olur. O halde simsarın iptalde etkisi yoktur. O ücretini almış ve çekilmiş olur.

فِي الْحَجِّ (Fıy eLXAcCı)  “Hacda tekrar edilmiştir.”

Burada hac tekrarlanmıştır. İhramda iken değil, hac aylarında iken değil, hacda iken. Bu hacda iken yani Arafat’tan başlayıp Müzdelife’ye ulaşıncaya kadar geçen hac ayı zamanındaki hacdır.

Böyle olunca da şöyle hükümler koyuyoruz.

a)      Hac ibadeti ifa edilirken cinsi ilişki, şehadeti men eden fusuk, kısası gerektiren cidal hacılığı iptal eder. Ceza olarak büyük baş hayvanı keser ve hacılığı gelecek yıllarda iade eder.

b)      Cinsi ilişki yapmadan yaklaşma, şehadeti gerektirmeyen fısk ve kısası gerektirmeyen hassaten sözlü cidal haramdır, kurban veya fitreyi gerektirir ama hacılık bâtıl olmaz.

Görülüyor ki, zamir veya adını zikretme ne yeni mânâları ifade etmektedir.

وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ (Va MAv TaFGaLUv MiN PaYRın)  “Hayırdan ne fiil ederseniz.”

Buradaki “Va” “Lâ Fusuka”ya bağlıdır. Yani, hacda yasaklar vardır ama sadece yasaklar değil hayırlar da yapacaksınız onlar da hayırdır. Haccın yasakları sayılmıştır. Bir de haccın hayırları nelerdir?

a)      Başta haccın rüknü olan tavaf yapmak,

b)      Arafat’ta durmak,

c)       Safa ile Merve arasında yürümek,

d)      Arafat’ta ma’şeri harama inmek,

e)       Sonra ma’şeri haramdan inmek,

f)       Tıraş olup kurban kesmek haccın vaciplerindendir.

Ayrıca;

a)      Ma’şeri haramda taş mübadelesi yapmak ve atılan taşlar sayısınca tekbir getirmek.

b)      Ma’şeri haramdan indikten sonra kurban kesmek ve et mübadelesi yapmak.

c)       Zemzem suyuna su akıtıp oradan su doldurmak. Bunu kıyasla yapıyoruz.

d)      Mala mal mübadelesi ile hediyeleşmek.

İhrama girip niyet ederken başlayarak sonuna kadar tekbir getirmek, tesbih etmek, istiğfar etmek ve tahmid etmek. Kurban, sadaka, oruç ve namaz.

يَعْلَمْهُ اللَّهُ (YaGLaMHU elLAHu)  “Allah onu bilir.”

Yani onu kaydeder ve hayrını görürsün. Allah’ın onu imletmesi, gereğini yapması demektir.

Bir kimseden bir şey isterken ‘beni gör’ dersin, yani benim hâlimi görünce ne yapacağını bilirsin demektir. Burada ‘görür’ denmiyor da ‘bilir’ deniyor. Çünkü hayır niyeti ile yapılandır. Niyet ise görülmez, sevabını yazar. Dünyada da hayrını görürsün. Bu hayırları insanlığın nasıl göreceği konusu ayrıca düşünülmesi gereken konudur. Hacca giden kimsenin yaptıkları bilgisayara alınmalı, kayda geçmelidir. Mesela, neler sattı, neler aldı? Bu kayıtlar hangi memleketlerde neler üretildiğini bize bildirir. İhracat ve ithalat yapacak kişiler bu kayıtlardan yararlanabilirler. Bu hediyeleşme sistemi nasıl oluşacaktır?

Mekke’de her ülke bir mağaza açacak, gelen hediyeleri burada satılığa çıkaracaktır. Bunlar Mekke dinarı üzerinden satılacak, kimse Mekke dinarı almayacak, onun yerine hac değiştirme senedini alacaktır. Malları herkes önce pahalı olarak fiyatlandırıp koyar. Herkes eksiltmeye başlar ve bütün mallar satılıncaya kadar fiyatlar düşürülür. Muharrem ayının sonuna kadar satılmayan mallar Mekke emirine kalır. İşte bu yolla burada tam serbest pazar oluşmuş olur. Mağazaya konan malların ve satılan malların hepsi bilgisayara geçtiği için bütün kayıtlar ve fikir hareketleri bilinecektir. Bunun anlamı şudur ki hayırlar bilgisayara geçmelidir. O zaman hayır dar mânâda sadece mal anlamına gelmiş olur. Buradaki “MiN” “Fî” mânâsında olup hayır üzerinde ne yaparsanız onu Mekke yönetimi bilecek, sonra dünya bilecektir demektir.

وَتَزَوَّدُوا (Va TaZavVaDUv) “Tezevvud ediniz.”

ZAD” azık demektir. Normal yükün üzerine konan yolda yükletilene zad denir.

Mekke’ye giderken herkes yiyeceğini evinden götürecektir. Gidip gelinceye kadar azığı beraberinde olacaktır. Oraya gittiği zaman da kendi yiyeceklerini yine o mağazalara koyacaktır. Satılırsa Mekke dinarı ile satılacak, karşılığında başka malları satın alacak ve onu yiyecektir. Mesela armut satılacak, muz alınacak. Satılmazsa kendi götürdüğü malı kullanacaktır.

TEZEVVEDÛ” hayır işleyin, âhiret için kendinize azık yapın demek olabilir. Bizi cennete götürünceye kadar dünyadaki hayırlarla geçiniriz. Cennete girince artık dünya azığından çok oradaki ziyafetlerle geçiniriz.

فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى (Fa İnNa PaYRa elZAvDi elTaQVAy)

“Zadın en hayır olanı takvadır.”

TAKVA” korunmadır, şeriatın içinde kalmadır, kurallar dışına çıkmamadır; yani, insan günah işlememekle de hayır yapmış olur. Zadın hayırlısı takvadır. Korunmadır. Dindir. Şeriatın dışına çıkmamadır. Hile yapmak takvanın dışına çıkmadır. Yalan söylemek takvanın dışına çıkmadır.

İnsanlar kurallarla hareket ettikleri zaman toplulukta refah olur. Kuralların dışına çıkıldığı zaman bazen kişi kazanmış gibi görünür ama bindiği gemi batar ve yine kötülük olur.

Tazavvud edin, yani kazanç için pazarlık yapın ama takvadan ayrılmayın yani şeriattan ayrılmayın.

وَاتَّقُونِي (Va itTaQUvNIy) “Bana ittika ediniz.”

Bana ittika ediniz, bende korununuz, benim şeriatıma geliniz.

Burada “NİY” zamiri kullanılmıştır. “N” olsaydı araçlar da kastedilmiş olurdu. Oysa burada “bana” denmektedir. İnsanlar içtihatları ile, sözleşmeleri ile kendi şeriatlarını kendileri yaparlar. Ama şeriatın üstünde şeriat vardır. O şeriatı yapma şeriatıdır. Şeriat bilgisayardaki bilgiler ise, şeriatın şeriatı program yapmadır. İşte o program yapmada alternatif yoktur. “Bana ittika edin” demek, şeriatların şeriatına uyun demektir.

Her topluluğun şir’ası vardır ama bu şir’aların tâbi olduğu ilâhi kanunlar vardır. O kanunlar içinde şir’a oluşur. Allah’ın değişmez kanunlarına sığınan kimse kurtulmuş olur. Allah’ın takvası dört mertebedir.

1-      Ehli Hak: Bunlar müsbet ilme dayanarak hakkı bulur, müsbet ilmin verilerine inanırlar. Müsbet ilmin henüz aksini ispatlamadığı hususlarda da bir şey söylemezler, tavakkuf ederler, bilmiyoruz derler.

2-      Ehli Kitap: Bunlar peygamberlerin gösterdiği mucizelerle kitapların İlâhi sözler olduğuna inanırlar. Bunlar şimdi yaşayanlar olarak dört gruptur; Yahudiler, Hıristiyanlar, Hindular ve Brahmanlar.

3-      Ehli Kur’an: Bunlar kitaba Hazreti Peygamber aleyhisselâmın mucizesi ile değil de, kendisinin mucizesi ile inanırlar. Bu mucizeler sekiz yüzlüde izah edilmek üzere 300 sahifelik hazırlanmaktadır.

4-      Ehli İcma: Bunlar Kur’an’ı icmalara dayanarak anlamaya çalışırlar. Onlar için kesin hakikat, Kur’an’ın veya müsbet ilmin insanlığın ittifakı ile kabul ettiği hakikattir. Bunlara göre bu yani Kur’an’ın mânâsında yapılan icmalar değişmezdir. Kur’an’da “Bana ittika edin” demek, icmaların dışına çıkmayın demektir. Kendiniz için de içtihatların dışına çıkmayın demektir, yani fıkhın dışında bir şir’ayı kabul etmeyin demektir.

يَاأُوْلِي الْأَلْبَابِ(197)  (Yav EuLi elBABı)  

“Ey lub sahipleri benden ittika edin.”

Müteşabih âyetleri de yalnız elbab sahipleri anlarlar.

LUB” beyindeki kırışıklıkların adıdır. Girintili çıkıntılı yüzeydir. Bu kelime Lâtinceye geçmiş, onlar “lob” olarak söylemektedirler. Biyoloji ilmi düşünmenin ve zekânın bu kırışıklıklarda olduğunu tesbit etmiştir. Asıl bilgisayardaki depo ve muhakeme yerleri burasıdır. Kur’an da bunlara hitap etmektedir. O halde Allah’a ittika etmek demek, içtihat ve icmalardan ayrılmamak demektir. Gelişigüzel değil, mantıkla hareket etmek demektir. Bütün akıllı olmak demek, aklın emrinde olmak demektir.

***

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ (LaYSa GaLaYKuM CuNAvXun)  

“Aleyhinizde cunah yoktur.”

CENAH” kanat demektir. İki mânâsı vardır. Kanat altına alıp gizlemenizde bir zarar yoktur, yapabilirsiniz demektir. Diğer bir mânâsı da, yana atıp geçmek yoktur; yapmalısınız, değerlendirmelisiniz demektir. Burada biz Safa ve Merve’deki koşmaya kıyas ederiz. Bunu da yapmalısınız, bu da vaciptir demektir.

أَنْ تَبْتَغُوا (aN TaBTaĞUv)  

“İbtiga etmenizde cunah yoktur. İbtiga etmeniz gerekmektedir.”

İBTİGA” girişimci olmak demektir. Boğa gibi işe saldırma demektir. Ekonomide yarışma demektir. Girişimci olma, müteşebbis olma demektir.

Bundan sonra Arafat’tan inmeden bahsetmektedir. Demek ki Arafat’ta alışveriş yapmak, dolaşıp pazarda değişmeler yapmak gerekir.

Kur’an’a göre böylece Arafat’ta yapılacak ilk iş hediyelerin değiştirilmesi olmalıdır.

فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ (FaWLan MiN RabBiKuM)  

“Rabbinizden fazl istemede bir cunah yoktur.”

FADL” burada nekiredir, “RABBİKUM” marifedir. Nekire marifeye izafe edildiği için “MİN” ile gelmiştir. Yani Kur’an bize fadlı istemeyi değil, herhangi bir fadlı istememizi öneriyor.

Ticaretin kuralı şudur. Tüccar bunu alıp satacağım demez. Piyasa fiyatını öğrenir, neyi ucuz bulursa alır. Piyasa fiyatından üstün bulunca satar. Onun için “FADL” nekire gelmiştir.

Halbuki üretimde kural insanın bir işi yapmasıdır. Bugün ucuzdur diye işini değiştirmemesi, beklemesi gerekir. İşi bir gün açılır. Bununla beraber boş oturmaması için insanın dört çeşit mesleği olmalıdır. Tarımdan bir işi anlamalı, mevsimi gelince başka her işi bırakıp tarımla uğraşmalıdır. Sanattan bir işi olmalı, piyasaya o mal gidiyorsa onun imalatına başlamalıdır. İnşaattan bir mesleği olmalı, başka iş bulamazsa inşaatta çalışmalıdır. Bunun dışında “Genel Hizmet”ten de bir hizmeti öğrenmelidir. Yani; insan dört çeşit mesleği bilmeli, her birinden birini bilmelidir. Bu dört arasında birisine ağırlık verir ama hiçbirisinde meslek değiştirmezsiniz.

Ticarette ise tüccar piyasada nerede kâr varsa sermayesini orada yatırır. Bunun başarılabilmesi için tüccar malın fiziki kısmına karışmamalı, sadece fiyatlarla meşgul olmalı, para ve senetten başka bir şey görmemelidir. Böylece herkes kabiliyeti varsa ticaret yapabilir. Sermayesi kâr veya zarar eder. Selem sisteminde sermayeye de gerek yoktur. Zararı çok az olur.

Burada “MİN RABBİKUM/Rabbinizden” deniyor, çünkü serbest yarışta uygarlık vardır, evrim vardır. Bunlar uygarlaşmanın kuralı olmaktadır. Bize emredilen girişimci olmamızdır. Herkes girişimci olacaktır.

İşçilik sisteminde insanların yüzde -hattâ binde- biri müteşebbistir; “Adil Düzen”de yüzde doksanı girişimcidir. Arz ve talepler internette akşamları yapılmakta, karşı taraf sabaha kadar birini seçip düğmeye basmaktadır. Akit tamam olup ertesi gün o iş yapılmaktadır. Bu hususta kural şudur. Malı en pahalı satmak sevap, alırken ise en ucuza almak sevaptır. Çünkü o zaman mal en çok muhtaç olana gider, diğer taraftan para da en çok sıkıntıda olana gider. Pahalıya alıp ucuza haksızlık yapmak demektir.

İşte burada genel bir kaide ortaya çıkmıştır, serbest rekabet İlâhi fadldır.

Bu ticaretin Arafat’ta olduğunun en büyük delili “Leyse Aleyküm”ün harfi atıfsız başlamasındandır. Bir de çok genel kural olduğu için “Vav” harfi getirilmemiştir.

فَإِذَا أَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ (Fa EiÜAv EaFaWTuM MiN GaRaFAvTın)

“Arafat’tan ifada ettiğinizde.”

Fayda” akan sudur. Selle geçici gelen taş toprakla karışık sudur. “Fayazan” ise temiz ama yokuş aşağı akan ırmaktır. “Arafat”tan aşağıya doğru inilecektir. “Arafat” üstü düz dağ demektir.

İnsanlar oralarda toplanır ve görüşürler. Arafat’ta bulunulacaktır. Arafat özel isimdir, o sebeple nekiredir. Ancak burada dişi kurallı çoğul gelmiştir. Demek ki Arafat’ta her ülkeye bir yer ayrılacak, oraya gelecekler çadırlarını kuracak, mallarını teşhir edecek ve birbirlerini ziyaret edecek, tanışacaklardır.

Dil sorunu olduğu için bu tanışma nasıl olacaktır?

Mekke’de her ulustan aynı dili bilen bine yakın kişiye bir yer verilecek, onlar orada yerleşecek ve tercümanlık yapacaklardır. İşte hacılar onlarla dolaşırlar ve onlara Arapça tercümanlık yaparlar. Orada rehber olabilmek için bu ülke bucaklarında oturmak gerekmektedir. Türkiye’den 100 000 kadar hacı gitmektedir. Orada 1000 aile varsa, 100 kişiye bir tercüman düşmektedir. 10 saat Arafat’ta kalındığını farz etsek, her kavme 5 dakikalık bir konuşma yapılabilir. Her kavmin hac emiri beş dakikalık konuşma yapar, diğerleri dinleyebilir.

Bu konuda “Adil Düzen” iktidar olunca Kur’an’ı buna göre yorumlayarak bir düzene gidilmesi gerekir.

Şimdi hac menasiki yapılmaktadır. Medine’yi ziyaret gibi hacla ilgili olmayan merasimler de yapılmaktadır. Bunlar yeniden ele alınıp içtihat yapılmalıdır. Medine ziyaretini yalnız Ehli Kur’an yapacaktır. Diğerleri kendi kıblelerine gidip tamamlayacaklardır. Kur’an’da ziyaretin yeri bulunmalıdır. Burada bu emredilmiş bulunmaktadır. Arafat’ta alışveriş yapılması emrediliyor.

Burada taşlama emrediliyor. Burada neler yapılıyor?

a)      Herkes memleketinden getirdiği taşları burada bir yere atıyor ve karıştırıyor. Teknik ilerledikçe bu karıştırma daha kolay yapılacağı için tekniğine girilmiyor. Zamanın içtihadına bırakılıyor.

b)      İnsanlara taş atmayı öğretmiş oluyor. Taşlar elle ortalığa atılıyor. Onlar karışıyor.

c)       Sonra gidip götürdüğü taş sayısı kadar taş alınıp ülkesine getiriliyor. Hac hatırası olarak mozaik bir plaka yapılıyor ve evin girişine konuyor. Bütün dünyadan gelen taşlar karışmış oluyor.

d)      Bir de her taş atışında “Allahu Ekber” denerek zikrediliyor. Birlikte tekbir getiriliyor.

Kur’an’da Mekke’den ve Bekke’den bahsedilmektedir. Biri Mekke merkez bucağıdır, diğeri ise Mekke ilidir. Burada her ulusun bir bucağı bulunur. Bunun dışında Safa ve Merve’den bahsediyor, Arafat’tan bahsediyor. Bir de Meş’ari Haram’dan bahsediyor. Kâbe’den ve Haram Mescit’ten söz ediyor. Hazreti İbrahim’in musallasını zikrediyor. Yesrib’in de adı geçmektedir. Tüm insanların toplanma yeri olarak seçilen buralarda bu yerler durak yerleri olacaktır. İnsanlarla birlikte buralarda bulunulacaktır.

فَاذْكُرُوا اللَّهَ (Fa uÜKuRUv elLAvHa)  “Allah’ı zikrediniz.”

“Haram Meş’ar’de Allah’ı zikrediniz.” Bu zikir nasıl olacaktır?

Namaz kılınız mânâsında olabilir. Bir de taşlama yapılacaktır. Müzdelife’de taşlama yapılacak, birlikte hareket edilecek, haccın temel ilkeleri olacaktır.

Kur’an’da işaretleri olan ve Hazreti Peygamber aleyhisselâm tarafından öğretilen iki önemli vacip vardır; taşlamak ve kurban kesmek. Kurbanı Hazreti Peygamber aleyhisselâm kesmiş ve karıştırmıştır. Bu konuda açıklık mevcuttur. Köylerde de etler karıştırılır. Bunun tıbbî mânâsı; her ülkeden otlayarak gelmiş hayvanların etleri karıştırıldığında, dünyada mevcut tüm minerallerden yararlanılmış olunur.

Bu husus nasslarla sabit olmaktadır.

Buna kıyas yapılarak diğer bütün mallarda emredilen hediyeleşme de bu illeti taşımaktadır. Taşlamada da aynı illeti ararız. Bu ibadetin emredilmiş olmasının başka bir illeti de bulunabilir.

İbadetlerin teşriine bir sebebi teşri olabilir. Onlar illet olamaz. Bunlardaki hikmet beşeriyetin birbirlerine karışması ve birbirlerine karşı muafiyet kesbetmesi, yani beşerî sağlıktır. İlleti ise ihtilattır.

Mekke’de bulunmak ve birlikte say etmek, tavaf etmek, akmak, taş atmak, Hacer-i Esved’e el sürmek; bunların hepsi ihtilattır. Ancak kalıcı ihtilattan da bahsedilmektedir. Bunlardan biri malların değiştirilmesi, diğeri de kurban etlerinin karıştırılması, taşların karıştırılmasıdır. Âyette işaretini bulamadığımız ancak icma ile sabit olan zemzem suyunu da kıyasla katarak dörtlü yapıyoruz. Herkes kendi ülkesinden su götürecek, kuyuya boşaltacak, sonra doldurup getirecek ve komşularına içirecek.

عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ (GıNDa MaŞGaRı eLXaRAMı)  

“Haram Meş’ari’nin indinde.”

MEŞ’AR” şuur yeri, yani haramı gösteren işaret demektir. Arafat Harem’in dışındadır, yani Mekke bucağı içinde değildir. İşte Mekke bucağı burada başlar ve burada bir işaret konur. Harem sahasını gösterir.

Kur’an burada kentlerin giriş ve çıkışta levhalarının olması gerektiğini bize emretmektedir. Ülkeler arası, iller arası, bucaklar arası direkler ve levhalar olması gerekmektedir. O bucağa girildiğinde oraya girildiği asgari haber verilecektir. Bazılarından davetiye istenecektir. Orada bir suç işlenirse o bucak sorumlu olacaktır.

Burada zikretmek demek, oranın yönetimine haber vermek demektir. Giriş ve çıkışın kaydı artık bilgisayarlarla yapılacaktır. Nasıl metroya binerken, şehir içi gemilere binerken akbile basıyorsak, ona da parasız olacak ama basılarak geçilecektir. Bilgisayar geçenin hangi saniyede geçtiğini kaydedecektir.

Burada şuna da işaret etmektedir. Eğer bir yasak varsa, haram varsa, haram tercih olunur. Temiz su ile pis suyu karıştırdığın zaman karışım pistir. Haram Meş’ar’den bahsetmektedir. Meş’ar’in kendisi de haram sayılmaktadır. Hudutlara yaklaşmayın âyetinde de bundan bahsetmiştik.

MEŞ’AR” burada marife gelmiştir. Arafat ile Mekke arasında bulunan bu sınır bellidir, değiştirilemez. Bunu diğer sınırlarla da kıyas yoluyla çevirecek olursak, Mekke bucağının sınırları değiştirilemez. Bu kuralı bütün beldeler için geçerli sayacağız. Bucak planlanacak ve bin civarında aile yerleştirilecek. Sonra artık başkaca bir ilave yapılmayacaktır. Artan nüfus olursa başka bucaklara yerleştirilecek veya yeni bucaklar inşa edilecektir. İmar değişikliği yoktur.

كَمَا هَدَاكُمْ (Ka MAv HaDAvKuM)  

“Nasıl hidayet etmişse öyle Allah’ı zikrediniz.”

Başka yerde “Kema Allemekum” denmektedir. Size öğrettiği gibi namazınızı kılın.

Burada da “size hidayet ettiği gibi zikredin” denmektedir.

Hidayet ile ilim arasındaki farkı belirlememiz gerekir. İlimde kesin tarifler var, standartlar var, ölçüler var; onların içinde kalınacak, toleransların dışına çıkılmayacaktır. Hidayette ise hedef gösterilir. İnsanlar kendi ölçüleri ve takdirleri ile uygulamayı yaparlar. Bundan dolayı Kur’an’da içtihat ihtida olarak ifade edilmektedir. Uğrumuzda cihad edenleri biz yolumuza koyarız deniyor. Hidayet ile cihadı bir arada zikrediyor. Zaten içtihat kelimesi de böyle üretilmiştir.

Haccın bu zikri yani cemre taşlamasını zikrederken hidayet ettiği gibi deniyor. Bu hidayeti nasıl yapacaktır? İçtihat ve icmalarla yapacaktır. Kur’an’ı şimdi bize nâzil olmuş kabul ederek yeniden içtihatlarımızla bazı düzenlemeler yapabileceğiz demektir. Hedef zikirdir. Diğeri onun bir uygulamasıdır. Sünnetle ve şimdiye kadar gelen icmalarla sabit olanlara genel olarak uyarız. Ama yeni içtihat ve icmalarla değiştirebiliriz demektir.

Eğer bir şey Kur’an’da tesbit edilmemiş ve örfe bırakılmışsa, orada içtihat ve yeni icma yetkimiz vardır demektir. “Adil Düzen” iktidara geldiğinde, III. bin yıl uygarlığını kurmak üzere geldiği bilinecektir. Hac ibadetinde Kur’an’a dayanarak yeni icmalara gidilebilir, yeni içtihatlara gidilebilir. “HEDAKÜM” tabiri bunu ifade ediyor. Şimdiden ne gibi yenilikler yapılacağını tahmin edebiliriz.

a)      Güney Amerika’dan başlayarak Anadolu’dan geçen bir Hac Yolu tesis edilecektir. Afrika’dan ve Çin’den gelen Hac Yolu da bu yola katılacaktır. Bu yol araba demir yolunu tesis edecek, ayrıca hava yolları kurulacaktır. Deniz yolları açılacak, bütün dünya halkları Mekke’ye gelebilecektir.

b)      Mekke kentinde her ulusa bir bucaklık yer verilecek ve orada onların bucakları olacaktır.

c)       Mallar karıştırılacak, etler karıştırılacak, taşlar karıştırılacak, sular karıştırılacaktır.

d)      İzdihamın olmaması için güzergah ve zaman ayarlaması yapılacaktır.

İktidarda olduğumuz zaman, Kur’an’ın öğrettikleri ama şimdiye kadar uygulanamayan hususlardan gücümüzün yettiği kadarını uygulamamız gerekmektedir.

Burada bir konuyu daha tartışmamız gerekir. Biz icmalara giderken diğer dinlerde olan âlimlerin de icmalarımıza katılmaları gerekmekte midir, yoksa Kur’an ehli âlimlerinin icmaları yeterli midir? Eğer bir konu onları da ilgilendiriyorsa onların âlimleri katılmadıkça icma olmaz. Ama onları ilgilendirmeyen hususlarda icma için onların katılmaları gerekmez. Bu kural bütün ilimler için gereklidir. Hukukta hukukçuların, fizikte fizikçilerin ittifakı yeterlidir. III. bin yıl uygarlığında birçok ilerlemeler kaydedilecektir.

a)      Ümmet icması yerine ocak, bucak, il, ülke ve insanlık icmaları sözkonusu olacaktır.

b)      Ayrıca ihtisas icmaları ortaya çıkacaktır. Bu hadislerde eskiden uygulanmıştı.

c)       İcmaya katılma imtihanlı ve demokratik ehliyet gerektirmektedir. Ehliyet önce imtihanlarla dayanışma ortaklıklarında verilmektedir. Sonra da yeter sayıda halkın onları seçmesi ve müçtehit olarak kabul etmesi gerekir. İcma bunların ittifakı ile olacaktır. Eğer dışarıda kalan ilim adamı varsa icmaa dahil ilim adamları onu nazarı itibara alıp icmaa katılmazlar. Böylece bütün çağın âlimlerinin ittifakı ile icma oluşmaktadır.

d)      İcma diğer icma ile değişebilecektir. Ama III. bin yılın baştan ihtilaf edilmeden icmalarla sürüp gelen icmaları uygarlık değişmedikçe değişmeyecektir.

Bizim için sahabelerin Kur’an’ın yorumuna ait icmaları bağlayıcıdır. Ancak onların icma ettiklerine III. bin yıl müçtehitlerinin icması gerekir. İcma üzerinde icma varsa o artık o uygarlıkta değişmez.

Bizim burada bunu anlatmamızın sebebi, hac ibadetinde yapılacak icma ve içtihatlara işaret etmektir. Kur’an’ın haccın bazı yerlerdeki meselelerini icma ve içtihatlara bırakması, uygarlığın her bin yılda yeni ihtiyaçları getireceğine işaret eder. Kur’an âyetleri birbirlerini açıklar. Bir yerde bir delil bulur ve hüküm çıkarırız. Eğer hükmünüz yanlışsa biraz sonra Kur’an sizi uyarır. Değiştirip düzeltmek zorunda kalırsınız. İçtihadınız doğru ise başka âyetlerle takviye edilir.

وَإِنْ كُنتُمْ مِنْ قَبْلِهِ (Va EiN KuNTuM MiN QaBLiHIy)  “Min kabl (önceden) olsanız bile”

Yani, Allah size hidayet etmeden önce demektir. Bu ifadede icma ve içtihatların değişeceğine işaret etmektedir. Şimdiye kadar biz icmaların icmalarla değişebileceğini ifade ediyorduk. Ama bunu istihsanla diyorduk. Geçmişte bu hususta ihtilaf edilmişti. Biz değişir diyenlerin yanında yer aldık. Burada bu hususta açık beyan var. Yani, Allah size hidayet etmeden, içtihat ve icmalardan evvel farklı durumda olsanız da, içtihatlardan ve icmalardan önce dalâlette iseniz. Şimdi görünüz ki onlar yanlıştır. Şimdi biz değiştirmeyiz diyemeyiz. Eğer yeni içtihat ve icmalar bize doğru yolu göstermişse artık onunla amel edeceğiz demektir.

لَمِنْ الضَّالِّينَ(198) (La MiNa elWAvlKIyNa)  “Muhakkak ki dâllîndendir.”

Burada “Ve Küntüm” veya “İz Küntüm” dememiş de “İN KÜNTÜM” diyor. İleride hata içinde olsanız da deniyor. “İN” maziye istikbal mânâsını verir. Yani, ileride siz icma ve içtihatlarla yanlış yaptığınızı görürseniz artık yeni icma ve içtihatlarla amel ediniz demektir. Bir mucize olarak hac konusunda dalâlette olacağımız, daha sonra da hidayet olunacağı bildiriliyor. Bu takdirde içtihada ve icmalarımıza göre hareket etmemiz gerektiğini bildiriyor. Burada “Lam” harfi getirilmiş, yani böyle dalâlet içinde kalınacağını teyit ediyor. “İzâ” değil de “İN” gelmesi bunun belki bir defa olacağını ifade ediyor. Ayrıca “Ve” harfi ile ifade ederek, daha evvel dalâlette de olsanız siz içtihat ve icmanızla amel ediniz demektir.

Kur’an bize bir uygarlığı öğretiyor. Bakıyoruz, her şey makul bir şekilde olanları söylüyor. Aklımıza takılan bir şey yok. İnsanların doğru yolu bulması için içtihattan başka ne yapılabilir. İçtihadın karşısında ilham konabilir ama ilham birliği sağlamaz. İlhamları birleştirici bir araç yoktur. Çünkü ilham hislere dayanmaktadır. Hisleri uzlaştırmak çok zor, hattâ imkânsızdır. Renklerle zevkler tartışılmaz. Bu sebeple içtihadın yerini ilhamlar alamaz. İlham kişinin kendisine delil olabilir ama ilham başkasına delil olamaz. Kelamda ilham başkasına delil değildir deniyor. İçtihat sadece içtihat edenleri bağlıyor. İcma ise tüm icma edenleri bağlıyor. İcmaya aykırı içtihatlar geçersizdir. İçtihatlar yapılacak ve ona göre amel edilecek ama içtihada göre değil icmaya göre amel edilecek. Aksine icma olunca değişmiş olabilecektir.

Fıkıhçılar lâikliği oluşturdular. Yöneticilerin yetkilerini çok fazla sınırlandırdılar, demokrasi için tüm kuralları geliştirdiler ama demokrasiye ulaşamadılar. 1400 sene saltanat dönemi ile geçti. Yirminci yüzyılın gelişmeleri demokrasi talebini yaygınlaştırdı ama mekanizması bulunamadı.

“Adil Düzen” bu sorunu içtihat ve icma sistemi ile çözdü.

Ebu Hanife İslâmî çevrenin içinde olmadığı için mahalli icmaları kabul etmemişti. Oysa Malik Medine’de yaşadığı için Medinelilerin ittifakını yani mahalli icmaları da kabul etti. Bugün ise demokrasi mahalli icmalara dayanmaktadır.

Mahalli icmalar bir yönüyle ortak içtihatlara benziyor. Ortak sözleşme olarak kabul ediyoruz. Bir yanıyla da icmalara benziyor. Nereye kıyas edersek edelim mahalli icmalar gereklidir. Bunda ihtilaf edilemez. İhtilaf mahallî icmaların merkezî icmalara muhalif olup olmayacağını tesbittir. Bize göre muhkem olanlara muhalefet caiz değildir. Ama müfesser seviyede olanlara muhalefet caizdir. Muhkem ile müfesser olanlar hangileridir denirse, o kendi konusunda incelenir.

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3345 Okunma
2-bakara11-20
2368 Okunma
3-bakara21-30
2523 Okunma
4-bakara30-37
2252 Okunma
5-bakara37-48
2480 Okunma
6-bakara 49-57
3098 Okunma
7-bakara 59-61
3122 Okunma
8-bakara 62-69
2476 Okunma
9-bakara 70-76
3467 Okunma
10-bakara 77-83
2749 Okunma
11-bakara 84-88
2312 Okunma
12-bakara 89-93
2436 Okunma
13-bakara 94-101
2628 Okunma
14-bakara 102-105
3480 Okunma
15-bakara 106-112
2672 Okunma
16-bakara 113-119
2732 Okunma
17-bakara 120-123
2630 Okunma
18-bakara 124-130
2329 Okunma
19-bakara 132-138
2201 Okunma
20-bakara 139-143
2107 Okunma
21-bakara 144-149
2571 Okunma
22-bakara 150-158
2491 Okunma
23-bakara 159-165
2086 Okunma
24-bakara 166-173
2482 Okunma
25-bakara 174-177
2601 Okunma
26-bakara 178-182
2319 Okunma
27-bakara 185-187
6377 Okunma
28-bakara 188-194
2478 Okunma
29-bakara 195-198
2831 Okunma
30-bakara 199-206
2372 Okunma
31-bakara 207-213
2776 Okunma
32-bakara 215-217
2215 Okunma
33-bakara 218-221
2705 Okunma
34-bakara 222-228
3001 Okunma
35-bakara 229-232
3560 Okunma
36-bakara 233-235
2279 Okunma
37-bakara 236-242
2488 Okunma
38-bakara 243-246
2610 Okunma
39-bakara 247-248
2846 Okunma
40-bakara 249-252
3140 Okunma
41-BAKARA 253-256
2694 Okunma
42-BAKARA 257-259
2515 Okunma
43-BAKARA 260-264
3082 Okunma
44-BAKARA 265-269
2251 Okunma
45-BAKARA 270-274
2633 Okunma
46-BAKARA 275-277
2356 Okunma
47-BAKARA 278-281
2387 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2793 Okunma
49-BAKARA 283-284
2493 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3710 Okunma