BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
2478 Okunma
bakara 188-194

 

 

ADİL DÜZEN 396

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 58. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَرِيقًا مِنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالْإِثْمِ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ(188) يَسْأَلُونَكَ عَنْ الْأَهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِأَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اتَّقَى وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ(189) وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ(190)

 

وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ (Va Lav TaEKuLUv EaMVAvLaKuM)  “Mallarınızı ekletmeyiniz.”

Burada “El-Emvala Lekum” olsaydı, o zaman mânâsı ‘hepimizin ortak malları’ olurdu ve kolektivizm anlaşılırdı. “EMVALEKUM” dendiğine göre, hepimizin malları ayrı ayrıdır. Demek ki özel mülkiyet vardır. Sosyalistler özel mülkiyeti kabul etmiyorlar. Kur’an ise özel mülkiyeti kabul ediyor. Özel mülkiyette tekelleşmeyi reddediyor. Demek ki İslâm nizami kısmen kapitalizme, kısmen sosyalizme benzer. Ama ikisinden esasta ayrıdır. “LÂ TE’KULÛ/Ekletmeyiniz” demek suretiyle özel mülkiyette taaddiyi nehy etmiş olmaktadır.

Kamunun görevi özel mülkiyeti korumadır. Kamu özel mülkiyete saldıramaz, ellerinden alamaz. Hükümetlerin ve parlamentoların keyfî olarak vergi koyma yetkileri yoktur. Vergi nisbetleri Kur’an’da belirtilmiştir, o nisbetleri aşamaz. İhtilaflar meclislerde değil, hakemlerden oluşan mahkemelerde çözülür.

Ekletmek” taam etmekten farklıdır. “Ekletmek” tüketmek, harcamak demektir. Mülkiyetine geçirmek de ekldir. Sahte belge tanzim ederek yahut muhasebede hile yaparak başkasının malını üzerine geçirmek de ekldir. Bu gizli olduğu için hırsızlıktır. Dolayısıyla taşınmazların ekli de eğer gizli olmuşsa hırsızlığa girebilir.

EMVÂL” mallarınız anlamına gelir. Dolayısıyla taşınır mallarda mülkiyet sözkonusudur. Taşınmazlar hakkında ne denebilir? Her dilde kelimelerin iki mânâsı vardır. Birincisi, türlerden birinin mânâsı olur. Diğeri de, türlerin ortak mânâları için kullanılır. Mesela, Türkçede ‘din’ deyince İslâm anlaşılır ama bütün dinler için de kullanılır. Burada da “mal” dediğimiz zaman taşınırlar anlaşılırsa da, bütün ekonomik değerler de anlaşılır.

بَيْنَكُمْ (BaYNaKuM)  “Aranızda”

Yani, toplulukların ayrı ortak malları vardır. Bir de bir toplulukta kişilerin kendilerine has malları vardır. Onları ekletmeyin denmektedir. Burada tamamen özel mülkiyet ele alınmıştır.

Kamu malları yok mudur? Kamu malları yollar gibi herkese açık sahalardır, meralardır. Oralardan herkesin yararlanma hakkı vardır. Orada “ekletmek” demek, kamu alanlarını özel alanlara geçirme demektir. Mesela, yolun üzerinde bina yapamazsın, orası topluluğun ortak kullanım alanıdır.

Diğer taraftan kamunun da özel malları olabilir. Bu mallar da özel sayılmakta, başkanın sayılmaktadır. Bu mallar başkan öldüğü zaman başkandan başkana intikal etmektedir. Başkanın özel malları ancak başkan olmadan önceki mallarıdır. Sadece o mallar çocuklarına intikal eder.

بِالْبَاطِلِ (Bi eLBAvOıLi)  “Bâtıl ile ekletmeyiniz.”

Malların devri caizdir. Çeşitli yollarla birinden diğerine geçmektedir. Satış, icar, hibe, miras gibi değişik yollardan mallar kişilerden kişilere geçer. Bu bâtıl ile değil de hak ile intikaldir.

BÂTIL” kelimesinin karşılığı “HAK”tır. Hak, hokkadan gelen kelimedir, kova demektir. Herkese kendi payının ölçü içinde verilmesi demektir.

BÂTIL” batndan gelen kelimedir, karın demektir, gizli demektir. Üretim ortak olmaktadır. Herkes üretime katkıda bulunmaktadır. Sonra da katkısı nisbetinde payını almaktadır. “Adil Düzen”de bu işletme pay senetleri ile gerçekleşmektedir. İşletmeye katkıda bulunanlar katkıları karşılığında sözleşme ilkeleri içinde işletme senedini alırlar. Sonra bunu paraya çevirirler yani paylarını satmış olurlar. Devrederler. Aslında işletme senedi alarak emeklerini satmış olurlar. Sonra işletme senedini satarak mallarını satmış olurlar.

Demek ki sözleşmeye dayanmayan ekiller bâtıldır. Hak olan ekl sözleşmeye dayanan ekldir.

Buradaki “aranızda” tâbiri ile muhatap olanlar kimlerdir? Kur’an temelde “Ey iman edenler” deyince Cuma cemaatine emretmiş olur. “Ey nâs” dediği zaman da bütün insanlığa emretmiş olur. Bu âyetler oruç âyetlerinin içinde zikredilmektedir. Oruca da “Ey iman edenler” diyerek başlamıştır.

Burada usulden bir kaide daha ortaya çıkmaktadır. Bir hüküm eğer Cuma cemaatine emrediliyorsa “Ey iman edenler” diye başlıyor. “Ey nâs” dediği zaman da tüm insanlara hitap ediyor demektir. Müslim-mü’min ayırımı dışında burada başka bir ayırım daha ortaya çıkmaktadır. Her bucak sözleşmeleri ile kendi özel mülkiyet hukukunu kendisi tanzim eder demektir. “Beyneküm/aranızda” kıyas yoluyla tüm insanlar arasında da geçerli hâle gelir. Ama esas özel mülkiyet bucak içinde sözkonusudur.

وَتُدْلُوا بِهَا (Va TuDLUv BiHAv)  “Onunla idlâ etmeyin.”

Buradaki “Vav” ekl etmeyine atfetmektedir. “Ve”den sonra bir “Lâ” vardır. “TUDLÛ”daki “Nun” bunun için düşmüştür. “Lâ” olmasaydı “TUDLÛNE” olurdu. Onunla yani mallarla idlâ etmeyin denmektedir.

DELV” kova demektir. “İdlâ etmek” demek, suyu almak için kovayı kuyuya salmak demektir. Malı verip daha çok başkalarının mallarını almayın demektir.

Bâtıl ile ekletme iki şekilde olur. Biri, sözleşme yapmadan sözleşme dışı ortak üretimden kapmak demektir. İkincisi de haksız sözleşmeler yapmak demektir. Sözleşme yapıyorsunuz ama yapılan sözleşme bâtıldır. Burada hakemlere yedirmeyin demek olur. Faizli akitler de bâtıl akitlerdendir.

O halde birinin bir mala mâlik olması için bir akde dayanması, bir sözleşmeye dayanması gerekir. Ayrıca bu sözleşme meşru olmalıdır. Kur’an’ın başka yerinde ‘her şeyi yazın’ denmiştir. Bu muhasebe demektir. Borç ve alacaklar, mâlik olunacaklar yazılacaktır. Haklar muhasebeye dayanacaktır. Diğer taraftan yazılanlar da meşru bir şekilde yazılmış olacaktır.

إِلَى الْحُكَّامِ (EiLay eLXukKAMı)  “Hakemlere”

“Hakim”in cem’i/çoğulu “havakim”dir veya “hakimun”dur. “HUKKÂM” hakemin cem’idir.

Burada marife olarak gelmiştir. O halde belli ve bilinen hakemler demektir. Tarafların seçtiği hakemlerdir. Karı koca arasında bahsedilen hakemlerdir. Orada iki hakemden bahsettiği halde, burada çok hakemden bahsetmektedir. O halde hakem heyeti üç kişidir. İkisi tarafların gönderdiği hakemlerdir. Üçüncüsü de hakemlerin hakemidir, baş hakemdir. Hakemler anlaşamazlarsa baş hakemin kararı geçerli olmuş olur.

“Hakimlik sistemi” yerine “hakemlik sistemi” gelmiştir. Taraflar birer hakem seçecek, onlar da baş hakem seçecek, onların verdiği karar kesin olacaktır. Karar artık değiştirilemez. Karar aleyhine hakemlere dava açılır. Hakemlerin kararı kesindir ki onlara rüşvet verilmesi istenmiyor. Rüşvetle verilmiş karar kararsızlıktır denmiyor; rüşvet vermeyin deniyor.

Hakem kararları kesindir. Hakemler aleyhine hakemlere gidilebilir.

Adil Düzen”in temel dayanağı hakemlerdir. Yargı üstünlüğü ancak hakemler olduğu zaman sağlanabilir. Hakimlere yargı üstünlüğü tanırsanız hakimler devleti olur ki, hiçbir zaman başarılı olmamıştır.

لِتَأْكُلُوا فَرِيقًا (Li TaEKuLUv FaRıQan)  “Bir fırka olarak ekletmek için.”

FERİKAN” burada hâldir. “Siz bir fırka olarak” denmiş olmaktadır.

Hakemlere malları vermek sadece rüşvet şeklinde olmaz. Bir topluluk ortak malların kendilerine aktarılmasını sağlamak amacıyla mal harcarsa bu haram olur. Seçim yatırımı burada yasaklanmış olmaktadır.

“Oyu bana verin, ben ekseriyeti alayım, sonra da iktidarın nimetlerinden benim partimin taraftarları yararlansın, yani bir fırka yararlansın” denmiş oluyor. Devletin imkanları bütün halkındır. Ondan bir fırkanın yararlanmasını sağlamak haksız ekldir, haramdır. İşte bugün iktidara geliyorsunuz. Devletin bütün imkanları sizin elinize geçmiş oluyor. Ondan sonra eşe dosta peşkeş çekiyorsunuz ve iktidarda kalıyorsunuz.

Görülüyor ki bugünkü ekseriyet iktidarı tümden bâtıldır.

Peki bu bâtılsa, bunun yerine ne olacaktır?

“Merkezî yönetim” kalkacak, “yerinden yönetim” gelecektir. Yerinden yönetimde herkes hakkını orada arayacak ve alacaktır. Kişiler ocak ve bucaklarını değiştirerek kendi haklarının yenmemesini sağlayacaklar. Hakemlerden oluşan yargının üstünlüğü getirilecek ve her şey yargı denetiminde olacaktır. “Çoklu sistem” gelecek ve herkes yönetime iştirak edecektir. “Ekseriyet sistemi” olmayacak, “nisbî sistem” olacaktır. Kişilerin özel kararları değil, hakemlerin yargı kararları geçerli olacaktır. Herkes kendi içtihadı ile amel edecektir.

مِنْ أَمْوَالِ النَّاسِ (MiN EaMVAvLı elNAvSı)  

“Nâsın emvalinden ekletmek için hakemlere idlâ etmeyin.”

Yukarıda “Beyneküm/aranızda” denmiş, burada ise “Nâsın mallarından ekletmemeniz” emrolunmuş.

Yani bir Cuma cemaatinin kendi aralarında mülkiyet hakları olduğu gibi, tüm insanlar arasında da mülkiyet hakları vardır. Ben bucağımda mallarıma sahip olduğum gibi, uluslararası hareketlerde de mallara sahip bulunuyorum. Üretici malı ürettiği zaman, kamunun payını verdikten sonra onu istediği her yere götürüp satabilir. Artık ondan vergi istenmez. Götürüp satmasına mâni olunmaz. Çünkü o tüm insanların malıdır. Bedelini veren herkes alabilir. Liberalizm budur. Diğer bir yorumda da, topluluklar gruplaşırlar ve birbirlerinin mallarını yemek isterler. Burada da denge unsuru hakemlerdir. Geçici olarak başkanlar karar verirler. Son kararı hakemler verir. “Hukkâm” hükümet anlamına da gelebilir. Bu takdirde bu kelime kabineyi de ifade etmiş olur.

بِالْإِثْمِ (Bi eLEiÇMi)  “İsm ile ekletmeyin.”

İSM” zararlı içkidir. Bedene zararlı olduğu için işlenmiş suçlara “İSM” denmektedir. Burada başkalarının, insanların hakkını yemek “İSM” ile adlandırılmıştır. Bir kimse ile karşı karşıya olduğunuz zaman onun hakkını alıp yemek günahtır ama o kendi hakkını savunduğu için buradaki günah diğerlerinden azdır.

Buna başka bir örnek, insanın kendi çocuklarına eziyet etmesi günahtır ama yetimlere eziyet etmesi daha çok günahtır. Topluluk malları üzerinde dikkat edilmez, o mallara ihanet edilir. Kur’an’da zikredilen Hazreti Salih Peygamberin devesi buna örnektir. Topluluğun mallarının savunucusu olmadığı için onları yemek daha kolaydır. “İSM” ile tavsif etmiş olması, bunun zehir gibi maddi zararının da olduğunu ifade etmektedir. Yani insanlar bunların günahını sadece âhirette çekmezler, bu dünyada da çekerler. Kendileri, çocukları veya torunları mutlaka böyle aşırılmış malların hesabını bu dünyada verirler.

Çocuklarınıza bırakacağınız en kötü şey haram maldır, nâsın mallarıdır. Ortaklıklarda en çok dikkat edeceğimiz husus budur. Bize emanet edilen mallara kendi mallarımızdan daha çok dikkat etmeliyiz. Kendi malımızı kaybettiğimiz zaman yalnız bu dünyada zarar görürüz ama, bize emanet edilen malları kaybettiğimiz zaman bunun hesabını hem bu dünyada hem âhirette vermek durumunda oluruz.

İyi bir muhasebe kurulup da herkesin hakları emniyete alınmadıkça, ortaklıklarda haklar birbirine geçmektedir. İnsan kendisinin de neye sahip olduğunu bilememektedir. Âhirette hesap verebilmemiz için asgari şartlar içinde yaşanmalı, katiyen israfa gidilmemeli, lüks hayat yaşanmamalıdır. Çocuklara da yığılmış fazla servet bırakılmamalıdır. Ortaklıklar kurulmalıdır. Çocuklar işsiz kalmamalıdır. Çalışıp geçinecek durumda olmalıdırlar. Bir de çalışamaz durumda olanlar da aç kalmamalıdır. Her mü’min böyle topluluklar oluşturmalıdır.

وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ(188)  (Va EaNTuM TaGLaMUvNa)  “Bildiğiniz halde.”

Bu kayıt bizi rahatlatmaktadır. Bile bile bunu yapmayın diyor. Yoksa başkalarının hakkı geçecektir.

Hiçbir iş yapmayalım, ortaklıklarla uğraşmayalım diyebiliriz.

1961 yılında İzmir’e gittim. O tarihten beri insanları ortaklıklara teşvik ediyorum. Akevler böyle oluştu. Kırgızistan’da benzer vakıf oluştu. Şimdi İstanbul’da da aynı şeyleri yapıyoruz. Tam hesap tutamadığımız için insanların hakları topluluğa geçmektedir. Biz bile bile hakları zayi etmemeliyiz. Ama bilmeden gücümüzün yetmediği yerde yapacağımız bir şey yoktur. Allah onları affedecek ve sormayacaktır. Dolayısıyla haklar geçer diye korkup hiçbir şey yapmamak demek, “Adil Düzen”i getirmemek demektir.

Bu tür ortaklıklara katkıda bulunanlar bilsinler ki zekât kadar, hattâ ondan fazla sevap almaktadırlar. Zayi olan hakların karşılığında âhirette bol bol karşılık alacaklardır. Biz ne yapıyoruz?

Hazreti Peygamber aleyhisselâm ne demiş; “Komşusu açken kendisi tok yatıp uyursa bizden değildir.”

Günümüzde artık bütün insanlar ortak olmuşlardır. Bizim karnımız doyduğu an, tüm insanlığın karnı nasıl doyar diye onunla meşgul olmak zorundayız. Taami’l-miskîn için çalışmalıyız.

Bu da ancak mala mal marketler zinciri ile sağlanabilir, “Adil Ekonomik Düzen” ile sağlanabilir, Adil Düzen muhasebesini kurmakla sağlanabilir. Biz bu hususta bir adım atarız. Bizden sonra gelenler tamamlar. Biz bize düşeni gücümüzün yettiğince yapmak zorundayız.

Bâtıl ile malları yememek, kamu mallarını insanlardan bir fırkaya aktarmamak demektir.

Biz İzmir’de Akevler’in yerini aldığımızda, bazı arkadaşlarımız ‘yolu belediyeye yaptıralım’ dediler. İtiraz edildi. Belediye/belde halkının hakları bize geçmesin dendi. Fidan Kahve’ye kadar olan iki kilometrelik yolu biz yaptık, kooperatif olarak yaptık, ortaklarımıza başkalarının hakkını geçirmemeye çalıştık, bir kuruş kredi almadan yaptık. Bereketi, bugünkü anayasa iktidarı oldu. Adil Düzen Çalışanları ve ortakları bu hususta dikkatli olmalıdırlar. Çatalca’daki Bahşayış köyündeki arazimize iki kilometre mesafeden elektrik götürdük. Şimdi başkaları da yararlanıyor. Sevap alıyoruz. Ortaklarımız sevap alıyor. Hem biz kazandık hem de onlar.

***

يَسْأَلُونَكَ عَنْ الْأَهِلَّةِ (YaSEaLUvNaKa GaNı elEaHıLLeTi)  “Sana hilallerden sual ediyorlar.”

Dünya güneşin etrafında dönmektedir. Ekseni eğiktir. Yazın kuzey kutup güneşe doğrudur, kışın güney kutup güneşe doğrudur. Yazın günler uzamaktadır, kışın geceler uzamaktadır. Senede iki defa bütün yeryüzünde güneşin doğup batması eşit zaman aralıklarıyla olmaktadır. 12 saat güneşli, 12 saat güneşsiz olmaktadır. 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde bu eşitlik sağlanmaktadır. Güneş yılının başlangıcı olmaktadır. Canlılar bu yılın mevsimlerine göre yaşarlar. Doğal yapı bu takvime göre ayarlanmaktadır.

Ay da yerin çevresinde dönmektedir. Güneş ile ay 29.530588 günde bir yer ekseni ile aynı düzlemde olurlar. Bu tam öğle vaktinde olur. Her ay başka bir yerde bu değişmektedir. Yani bu ay Türkiye’de güneş ay ile üst üste gelebilir. Gelecek ay İran’da üst üste gelmiş olur. Ay senede 12 defa bu duruma gelmektedir. Aralarında 10 gün kadar fark vardır. Buna kameri yıl denir. 33 senede bir kameri yıl fazla olur, yani güneş yılı 33 sene geçmiş olur, ay yılı 34 yıl geçmiş olur.

Öğleyin değiştiğinde akşam üstü yeni ay güneşten geri kalmış olarak hilâl hâlinde görünür. Buna “hilâl” denmekte, “yeni ay” denmektedir.

Takvim işini kavrayabilmemiz için bir şeyi daha bilmemiz gerekir. Gün doğuda erken doğar, batıda geç batar. Bulunduğumuz yerden batıya gidip dolaşsak tekrar eski yerimize gelmiş oluruz. Bunu bir günde yapsaydık, buradan saat beşte çıksaydık, 24 saatte bizim günümüz beş saat eksik kalırdı. Tekrar yerimize geldiğimizde biz bir günü uzun ama eksik yaşamış olurduk. Tersine doğuya gidip de batıdan gelseydik, bizim 24 saatimiz 12 saate iner ve bir günü fazla yaşardık. Takvimimizi bozmamak için tam arkamızdaki yerde takvimimizi ayarlamak zorunda kalırız. Cumayı bir gün geri veya ileri almamız gerekir. Yani Mekke’nin arkasında öyle yer vardır ki onun doğu tarafında cuma bugün kılınıyorsa, batı tarafında bir gün sonra kılınıyor.

Şimdi takvimimizi gökteki aya göre ayarlayacaksak bütün bu durumları hesaba katmamız gerekmektedir. Yeni ay hesabı bugün de sorundur. Oruç bir gün evvel, bir gün geç tutulmaktadır.

Bugün batılıların yaptığı gibi güneş takvimini kullanalım, olsun bitsin diyebilirsiniz. Ama zaman çizgisi varlığını sürdürür. Bir de her şey çifttir. Takvim de çift olmalıdır. Yoksa denge kurulamaz. Nitekim, eğer hep yılın aynı mevsimlerinde aynı işler yapılırsa rezonans olayı ortaya çıkar ve büyük krizler olur. Bu sebeple batıda böyle krizler olmaktadır. Her türlü sosyal düzenlemeler gökteki aya göre yapılırsa her mevsim nasibini almış olur. “Senden soruyorlar.” Demek ki bugünkü insanlar ‘Ay takvimine ne gerek var?’ diyorlar demektir.

ِ قُلْ (QuL)  “Söyle”

Buradaki muhatap kimdir? Soranlar kimdir? Zamanında Hazreti Muhammed’e böyle soru mu sordular?

Yukarıda fiili mâzi değil de fiili muzari getirilmiştir; soracaklar yahut sorarlar. Kameri aylar hep soru şeklinde olacaktır. Bugün insanlar lisanı hal ile soruyorlar. Hac neden kameri aylarladır? Oruç neden kameri aylarladır? Kameri ayların kullanılması Mezopotamya ve Amerikan yerlilerinde vardır. Avcılık dönemi insanları ay ışığında avlanırlardı. Haftanın yedi gün olması da buradan gelmektedir.

Burada cevap verecek kimdir? Alimlerdir. Bir de Mekke emiri olacaktır. Dünyaya İslâm adına o hitap edecektir. O nasıl seçilecektir? Yeryüzü yüze yakın devletten oluşacak, her devlette ona yakın üniversite olacaktır. Meclisler seçilmiş üniversite hocalarından oluşacaktır. Her üniversite Mekke’ye bir âlim gönderecektir. Böylece Mekke’de bir insanlık üniversitesi kurulacaktır. İşte bu üniversitenin rektörü yeryüzündeki İslâm düzeninin halifesi olacaktır. Bunu nasıl istidlâl ediyoruz? Kur’an “Ey nâs” diye hitap ettiğine göre, insanlığın bir imamı olacaktır demektir. Tüm insanlar için hac yeri olarak Mekke’yi kıldığına göre, demek ki bu imam bu bucağın imamı olacaktır. Kur’an imamlık için iki şart getirmiştir; ilim ve cisim sahibi demiştir. Düzende zorlama olmadığı için İslâm’da tek devlet anlayışı yoktur. Devletler ulusaldır.

O halde Mekke emirinin elinde bir silah gücü olmayacaktır. Mekke emirinden istenen âlim olması, a’lem olmasıdır. Bu da tüm insanlığın âlimlerinin a’lemi olmalıdır. Mekke bucağı insanlığın göndereceği âlimlerden oluşmalıdır. Onların biat ettiği kimse de a’lemdir. O halde burada muhatap olan söylemekle emrolunan o zattır.

هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ (HiYa MaVAvQIyTu Lı elNAvSi)  “Onlar insanlar için mevakittir.”

MEVÂKÎT” “MEVKUT”un cem’i, çoğuludur. İsmi zamandır. İsmi âlet olarak da alabiliriz. Vakitlerin tayini için âlettir, araçtır. Bütün insanlar için mevakittir. Gökteki ayların başlangıcını hilâl ile belirlerler.

Mekke’de ay görünmeden evvel batıda görünebilir. Başka bir ifade ile Mekke’de öğle vakti değişme olmamış ama batıda değişme olmuş olabilir. Bu değişme zamanı her zaman hesaplanabilir. Eğer değişme zamanında yeni ayı başlatacak olsaydık işimiz kolaydı. Oysa yeni ay saat 10’da değişti diye yeni ayı oradan başlatamayız. Beklememiz ve ertesi günü ayın biri dememiz gerekir. Günü akşam saatinde başlattığımıza göre, değişmeden sonra başlatacağız demektir. Bütün insanlar için olduğuna göre, kimin gününe göre başlatacağız?

Bugün yeryüzünü 24 saate bölmüşüz, her ülke kendi saat dilimini kullanmaktadır. Griniç (Greenwich) esas alınmaktadır. Batılılara Griniç’i (Greenwich) kabul ettiren de Müslümanlardır.

Takvimi Orta Asya âlimleri buldular ve o zaman bilinen karaların batısı olan Fas’ı başlangıç noktası aldılar. Bu hata hâlâ sürmektedir. Müslümanlar Miladi takvimi kullanacaklar ama tüm boylamları Mekke’ye göre ayarlayacaklar. Bütün insanların ortak takvimi olduğuna göre, ülkeler ayrı ayrı günlerde ayı başlatamazlar. Gün fark etmeyecek ama saat fark edecektir. Emrolunan gündür.

وَالْحَجِّ (Va eLXacCı)  “Ve hac için mevakittir.”

Mevâkît kelimesi tekrar etmemiştir; “Mevâkîtu Li’n-Nâsi” veya “Mevâkîtu Li’l-Hacci” denmemiştir.

Öyleyse hac ayları tüm insanlar için mevakittir. Mekke’deki Kâbe tüm insanların ortak mabedidir.

Kâbe’yi Hazreti İbrahim inşa etmiştir. Hazreti İbrahim Yahudilerin, Hıristiyanların, Müslümanların, Budistlerin ve Hinduların atasıdır. Onun için orasını herkes ziyaret edebilecektir. Takvimin merkezi orası olacaktır. Mekke üniversitesine her din mensubu ilim adamını gönderebilecektir. O üniversite ilmin merkezi olunca elbette kendileri merkez olacak ve takvimler üreteceklerdir.

Biz Kur’an’ın bu öğretisinden Mekke’nin hukuki durumunu şöyle tesbit ediyoruz.

Bucaklarda merkez ocaklar olur. İllerde merkez bucaklar olur. Ülkelerde merkez ilçeler olur. İnsanlıkta merkez il olur. Merkez ilde her ülkenin bir bucağı bulunur. Yüz ülke varsa yüz bucak bulunur. Bunlar Mekke civarında yerleşirler, Arapçadan kendi dillerine, kendi dillerinden Arapçaya tercüme yaparlar.

Mekke’de bir insanlık üniversitesi olur, üniversite sitesinin araştırma merkezleri bulunur, eğitim yerleri bulunur. Akademik kariyerleri bu üniversite tevcih eder, yani doktora yapacaklar bu üniversiteye başvururlar. Tezi oradan alıp orada profesör olurlar. Bunlar arasından seçilenler ulusal meclislerini oluştururlar.

İslâmiyet’te dini halife yoktur. Ama olabilir. İstediği yerde ikamet edebilir. O mezhebinin halifesi olur. Kilise de dini hilafettir. Bizim burada anlattığımız ilmî merkezdir. Bunların silahlı gücü olmayacaktır. Ama hakemlerden oluşmuş yargı olacaktır. Birleşmiş Milletleri bunlar temsil edecektir. Güvenlik Konseyi gibi siyasi şuralar olacaktır. Ancak bu dayanışma ortaklığıdır, yani kasten işlenmiş suçların diyetlerini ödemek için olacaktır. Hakem kararlarını yerine getirecek olan güç ulusal ordulardır. Gönüllülerden oluşan birlikler uzak diyarlarda da savaşabilirler.  

Yani; insanlığın ilmî meclislerinden başka, dayanışma ortaklıklarının başkanlarından oluşan ilmî, dinî, meslekî ve siyasî şuraları olacaktır. Gerekirse büyük cinayetler bu ortaklıklar tarafından sigortalanmış olacaktır. Ama bu birliklerin nöbetli askerleri olmayacaktır. Denizlerde güvenliği sağlamak için paralı askeri birlikler olabilir. Bugün bu güvenliği hava hakimiyetini elinde bulunduran ABD sağlamaktadır. Gelecekte ise bunu Mekke yönetimi sağlayacaktır. Silahlı gücü yoktur ama hakem kararlarına uymayanlara karşı savaş meşru olacaktır. İsteyenler o asilere saldırabilecek, yağmalayacak ve esir alacaktır.

Bunun dışında bir düzen tek devlete gider ki; bu da ulusal devletin kalkması, rakipsiz bir gücün tüm insanlığı ezmesi ve uygarlığın sonu demektir. Kur’an insanlığı birliğe çağırmaktadır ama güvenlik hakemlerin kararlarına uymalarını sağlayan ulusal güçlere bırakılmaktadır. Böylece en ince dengeler sağlanmıştır.

وَلَيْسَ الْبِرُّ (Va LaYSa eLBirRu)  “Birr değildir.”

177’inci âyette “Yüzünüzü magrib ve maşrık tarafına çevirmekte bir birr yoktur” denmiştir. Şimdi burada oraya atfedilerek “evlerin arkasından girmede birr yoktur” denmiştir. Orası ile burası arasında fark vardır. İnsanlar günlere, saatlere, cihetlere kutsiyet verir ve o saatlerde bazı gereksiz hareketler yaparlar.

Bugün bu hususta kötü bir örnek vardır. Ana kapılardan halkın girmesi yasaklanmış, halk arka kapılardan sokulmakta, ön kapılardan ancak seçkin erkan sokulmaktadır. Havaalanlarında da böyle farklı giriş yerleri vardır. Ön kapıda sanki bir birr, bir iyilik varmış kabul edilmektedir.

Kur’an anlayışında kamuya ait yerlere bütün vatandaşlar eşit şartlarda ve aynı kapıdan girerler. Kamu hizmetlerinde farklı muamele yapılamaz. Hizmet alanlar da hizmet verenler de aynı kapıdan girerler.

LEYSE” kelimesi mastarı olmayan bir fiildir. Muzarisi de yoktur. “Mâ” ve “Lâ”ya benzer.

Bundan önceki âyette “BİRR” isim  olarak alınmıştı. Burada ise haber olarak gelmektedir. Haber “Bi” ile gelmiştir. Bu farklı yapının getirilmesi birbirinden farklı olduğundan dolayıdır. Burada farklı hedef vardır.

Birr, insanların sınıflara ayrılıp kamu hizmetlerinde farklılık gözetilmemesidir. Güvenlik nasıl sağlanacaktır? Hukuk düzeninde suçu önleme yoktur. Suç ağır ceza ile önlenir. Hazreti Ömer camide namaz kılarken öldürülmüş, ömrü sona ermiştir. Öldüren öldürülmüştür. Bunun dışında tedbirler almakla bir sonuca gidilemez. Herkes bir kapıdan girer ve bir kapıdan çıkar. İçeride olay olduğu zaman kapı kapatılır ve içerde olanlara kasame uygulanır. Suçlu bulunursa ona cezası verilir, bulunmazsa diyeti ödenir.

بِأَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا (Bi EaN TaETUv eLBuYUvTa MiN JuHUvRiHAv)  

“Beytlere zahırlarından girmede birr yoktur.”

Halkı evlere arka kapıdan sokmakta veya ana kapıları kapatıp halkın arka kapıdan girmesinde birr yoktur. Kapıdan girmeyip arkasından girme demek, başka bir mânâ ile doğrudan girmeyip başka sıfatla sızmakta da birr yoktur. Yeraltı faaliyetleri evlere arkadan girmedir.

BEYT” herhangi bir yapıdır. Ev de olabilir, mabet de olabilir, işyeri de olabilir. Mesken ise oturma yerleridir. Okul yurtlarında öğrenciler bahçe duvarlarından atlayarak girerler. Bu da nehy edilmiş olmaktadır.

BUYÛT/BEYTLER” burada marife olarak gelmiştir. Kamu binaları olarak anlayabiliriz. Kur’an’ın insanlardan istediği açıklıktır. Herkes olduğu gibi görünmelidir. Bir kimse dindarsa dindar olarak görülmelidir. Kıyafet serbestliği de bunun için vardır. Herkes ne ise biz onu bilmeliyiz. Bir hakim Hıristiyan ise bilmeliyiz, Şii ise bilmeliyiz. Gizlilikte fark olmadığı gibi, gizli girişlerde de hayır yoktur.

İnsanlar hürdür, her şeyi yapmakta serbesttirler. Adam öldürmekte de hürdürler. Ölmeyi göze alan öldürebilir. Savunma amacıyla öldürürse kısastan kurtulur. Ama öldürmeyi gizli yapma, işte men edilen budur. “Evlere arkalarından girmeyin” dendiği zaman bir örnek verilmiş olmaktadır.

وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اتَّقَى (Va LavKınNa eLBirRa MaN itTAQAv)  “Lâkin birr ittika eden kimsedir.”

Birr, ittika etmededir. 177’inci âyette birr için değişik olaylar sayılmıştı; inanmak, iyilik etmek, sabretmek gibi filler sayılmıştı. Âyet öyle yapanların muttakiler olduğunu söylemişti. Burada onların hepsine “ittika eden” ile işaret etmiştir. Yani, ittika onların hepsini içine almaktadır.

Mabetler herkese açıktır. Kim gelirse içeri girer. Kimse onların üstünü aramaz. Önce gelen ön sırada oturur. Sonra gelen arkada oturur. Namazı kıldıran kimse bile cemaate dönük değildir. İbadet ederken o da cemaati ile birliktedir. Yüzünü kıbleye çevirmiştir. İnsanlar insan olarak eşittir. Aynı kişiliğe sahiptir.

İnsanlar bu anlayışa hâlâ ulaşamadılar. “Avrupa insan hakları” deniyor; “kadın hakları” deniyor, “çocuk hakları” diyorlar. Oysa sadece ve sadece “insan hakları” vardır. İslâmiyet’te kölelik kabul edilmiştir ama o da insandır ve insan haklarının hepsine sahiptir. Kısasta eşitlik vardır.

وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا (Va iETUv elBuYUvTa MiN EBVABiHAv)  “Beytlere bablarından ety edin.”

Evlere kapılarından varın. Her türlü davranışlarınızda meşru hareket edin. Bir işi halletmek için adam bulup kamu işlerini onun yoluyla görmeyin. Arkadan girmeyin. Kural ne ise o yoldan hareket edin.

Dayanışma ortaklıkları vardır; kişileri onlar tezkiye etmekte, onlar tavsiye etmektedir. Kamu işlerini halletmenin yolu budur. Kamu işlerinin kapıları bunlardır. Bunlara ortakları sayısınca kadro verilir, tahsis yapılır. Onlar da bunları bölüştürürler. Yani, kamuda görev almak için meşru kapılar olmalıdır. O kapılardan görevler alınmalıdır. Bir adam bulup onun aracılığı ile iş yapmak meşru değildir.

وَاتَّقُوا اللَّهَ (Va itTaQUv elLAHa)  “Allah’a ittika ediniz.”

“Birr ittikadır” denmişti. Burada “Allah’a ittika ediniz” deniyor. “Allah’a ittika” nasıl olacaktır?

Allah’a ittika” şeriata uymakla olur. Yani her şey kuralla olmalıdır. Kural dışı bir şekilde adamı olanın kayrılması ise birr değildir. Dayanışma ortaklıkları olarak örgütlenmedir. İnsanlar çoklu sistemde görev ve yetkilerini yaparlar. Kişinin kendisi hakkındaki kararı kendisi veya vekili verir.

İşte “Adil Düzen” şeriat düzenini, hukuk düzenini sonuna kadar götüren bir sistemdir. Eğer bir ülkede bir sorunu çözebilmek için rüşvet kullanılacaksa, hatır gönülle iş yapılacaksa, bu yapıya arkadan girmedir.

Bugünlerde meşru yoldan kiraladığımız eve elektrik bağlayamadık. İşte böyle bir dünyada yaşıyoruz, rüşvet ve kayırma. “Adil Düzen” bunlara son vermek istemektedir. Allah bu âyetlerle bunu emretmektedir.

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ(189)  (LaGalLaKuM TuFLıXUvNa)  “İflah olursunuz diye.”

Felahta olmanın yolu Allah’a ittika etmedir. Şeriata göre, kurallara göre hareket etmek demektir.

İşte böyle olduğu takdirde refaha erişilir. Rüşvet ve kayırma yolları ile işler düzenlenirse, o zaman işler kötüye gider ve sonunda refah yerine krizler gelmeye başlar.

İnsanlıktan istenen, insanlığın ve ülkelerin kurallara göre adalet içinde işler yapmaları, böylece yaşamalarıdır. Rüşvet veya kayırma ile ne insanlık ne de ülkeler refaha ererler.

Adil Düzen”i kuranların kural dışı davranışlardan uzak durması gerekmektedir. Niçin?

Kapımız herkese açıktır. Biz kimseye kapıyı kapatmıyor, kimseyi tavsiye ile almıyoruz. Bizim için tüm insanlar eşittir. Koyduğumuz veya koyacağımız kurallarla kooperatifimiz yönetilecektir; yönetilmektedir. Evlere kapılardan girilmektedir. Bütün bunların uygulanarak öğrenilebilmesi için iş yapmak zorundayız. MİLAD Market’e bunun için ihtiyacımız vardır. Şimdi dergi çıkarıyoruz. Bu dergi bu işimiz için bir uygulama aracıdır.

***

وَقَاتِلُوا (Va QAvTiLUv)  “Mukatele ediniz.”

Evlere kapılardan girin ve mukatele edin. Burada evlere kapılarından girmeye mukatelenin emredilmesi bizi düşündürmelidir. Bugün yeryüzünde rüşvet ve kayırma sistemi yaygınlaşmıştır. 1960’larda rüşvet lehine kimse konuşmazdı. 1960’lardan sonra iktidarda olanlar “Benim memurum işini bilir!” diyerek rüşveti meşrulaştırmışlardır. Sömürü sermayesi devletleri çökertip yıkmak için rüşveti meşru hâle sokmuştur.

Adam kayırma ekseriyet siyasetinin temel aracıdır. Partilerden birisine sırtlarını dayamayanlar hayatlarını zor götürebilmektedirler. Yarın “Adil Düzen” iktidar olduğu zaman getireceği adil sistemler sayesinde artık rüşvet vermeye, adam bulup iş yaptırmaya gerek kalmayacaktır.

Bunun anlamı şudur ki, sömürü düzeni çökecektir. Artık vurgunculukla para kazanılamayacaktır. Meşru ticaret olacak, bol bol para kazanılacak ama vurgunculukla değil, meşru ticaretle kazanılacaktır. İşte bunu hazmedemeyen Mekke müşrikleri benzeri kuvvetler olacak, onlar saldıracak ve gerektiğinde Hakkın savunulması için mukabele yapılacaktır. Düşman bertaraf edilip iktidar olunmayacak. İktidar anayasal kurallar içinde ortaya çıkacak. Düşmanlar buna engel olamayacaklar. Nitekim bugün istemedikleri kimseler anayasa ekseriyetiyle iktidardadırlar. Türkiye “Adil Düzen”i meşru yollardan getirdiği zaman sömürücüler iç ve dış gailelerle “Adil Düzen”i bertaraf etmek isteyecekler. Yolsuzluk kaynakları kesilince saldıracaklar. İşte bunu haber vermektedir. “Kâtilû/mukatele ediniz” kelimesini “eve kapıdan girin” kelimesine bunun için atıf yapmıştır.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ  “Allah sebilinde mukatele ediniz.”

Çok önemli husus şudur. Ganimet için savaşmak haramdır. Ama topluluğun düzeni ve savunması için savaşmak emredilmiştir. Savaşın sonunda elde edilen ganimet helaldir. Yani savaş ganimet için yapılmaz, ama savaş hakemler kararı ile meşru hâle geldikten sonra artık savaş kuralları geçerlidir, ganimet helaldir.

Buradaki “Allah’ın sebilinde savaşın” emriyle savaşın Allah sebilinde olması gerekmektedir.

الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُم (elLaÜIyNa YuQAvTiLUNaKuM)  

“Sizinle mukatele edenlerle Allah yolunda kıtal ediniz.”

Açıkça ifade etmektedir ki, gayrimeşru yollarla kamu içine giren kimseler, devletin şeriatla değil de çapulculukla yönetilmesini isteyenler sizinle kıtal edebilirler. Çıkarları sarsılan kimseler saldırıya geçebilirler. İşte onlarla mukatele etmek size farzdır. Gayrimeşru çıkarları bozulanlar savaş yolunu tutmuş olabilirler.

Önce adil yargı sistemi kurulmalıdır. Kimlerin haksız saldırıda bulunduğu sabit olmalıdır. Adil yargı sistemi kurmak demek, hakemler sistemine gitmektir. “Adil Düzen” iktidar olduğu zaman yapacağı ilk iş “hakem sistemi”ni işler hâle getirmesidir. Zaten bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nde de “hakemlik sistemi” detayları ile vardır. Bir tek maddenin değiştirilmesi meselenin yüzde ellisini çözer. Bugün hakemlik sistemi sözleşmelerde kaydedilmiş ise geçerlidir. Bir şey kaydedilmemişse mahkemelere gidilmektedir. Oysa tersi olmalı, kaydedilmişse mahkemeye gidilmelidir. Ama bir şey yazılmamışsa  o zaman hakemlere gidilmelidir.

Ceza hukukunda hakemlik yoktur. Ama onun yerine bilirkişi sistemi vardır. Burada da sadece bilirkişi ile ilgili madde de ek yapılacaktır. ‘Bilirkişi üç yetkili kimseden oluşur. Bilirkişiden ikisi taraflarca seçilir. Baş bilirkişiyi tarafların bilirkişileri seçerler.’ İşte, iki maddelik değişiklik bile Adil Düzen yargılama sistemini getirmiş olur. Hakemlik ve bilirkişilik yapacak kimseler adalet bakanlığınca liste hâlinde yayınlanınca yargı sorunu çözülmüş olur. İşte böyle bir mahkemeye yargı üstünlüğü yetkisi verilir. İşte ondan sonra yargı kararları ile hortumculuğa son verilmiş olur.

Bu “mukatele” iç çevrelerden çok dış ayarlamalı olacaktır. Çünkü sömürü sermayesi dünyayı sömürmeyi rüşvet ve kayırmaya dayandırmaktadır. Vurgunculuk ancak böyle yapılabilir. Ulusal ekonomiler başka türlü çökertilemez. İşte bu durum karşısında Adil Düzenciler sermaye ile savaşmak durumunda kalabilirler. Çağımızın müşrikleri sömürü sermayesidir. Biz bu müşrikleri kelime-i şehadete dâvet ediyoruz; tekelcilikten vazgeçin, faizli sistemden vazgeçin, zinacılıktan vazgeçin.

وَلَا تَعْتَدُوا (Va LAv TaGTaDUv)  “İ’tidâ etmeyiniz.”

Yani, size saldırma olmazsa siz de saldırmayasınız.

Adil Düzen”i getirdiğiniz zaman yerinden yönetim olacaktır. İsteyen kendi ocağını, kendi bucağını, hattâ kendi ilini kuracak ve oralarını kendileri nasıl isterlerse öyle yönetecekler. Beğenmeyen oradan hicret etme hakkına sahip olacaktır. Hicret demokrasisi vardır. İsteyenler askerlik yapacak, isteyenler bedel verecektir. Ekseriyet sistemi yok, nisbî sistem vardır. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarını kuracaklar ve yönetime sayıları nisbetinde katılacaklardır. Hakemlerden oluşan yargı sistemi ile birlikte yaşayacaksınız. Cizye verenler de hakem olabilecek ve hakemlerini kendileri seçeceklerdir. Sadece eğer taraflardan biri nöbetli ise baş hakem nöbetli olacaktır.

Siz saldırmayın” emrinin ayıracı hakemlerdir. Yoksa herkes ‘bana saldırıldı’ der ve saldırır.

Fıkıh öyle düzenlenmiştir ki içinde çelişki yoktur, eksik de yoktur.

Birleşmiş Milletler var, Güvenlik Kurulu var, daimi veto hakkı olan üyeler var. İşte dünyanın dengesini böyle kuvvetle sağlıyorlar. Kendi atadıkları hakimlere adalet divanı diyorlar. On senede davayı hükme bağlıyorlar. Neden böyle yapıyorlar? Çünkü sömürü sermayesi böyle istiyor da ondan.

Adil Düzen”de ise iktidar hakemlerin kararlarına uyduğu müddetçe adildir. Hakimler değil hakemler karar verirler. İnsanlık Kur’an’a yapışmadıkça kurtulamaz. Artık günü gelmiştir. Bir asır geçmez insanlık “Adil Düzen”e kavuşacaktır sanıyorum. Türkiye de 33 yılda “Adil Düzen”e kavuşacaktır tahmininde bulunabiliriz. Bunların tahmini hesapları yapılmıştır. Kur’an’dan istidlâl edilmektedir. Gaip haberi olarak söylemiyorum, Medine devletine kıyasla söylüyorum.

إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ(190) (EinNa elLAHa Lav YuXıbBu eLMuGTaDIyNa)  

“Allah mu’tedileri (saldıranları) sevmez.”

Bu âyetler bize “Adil Düzen”in ne olduğunu göstermektedir.

“Adil Düzen” kuvvetlinin zayıfı ezmediği bir düzendir.

Hakem kararlarının kuvvetli kılındığı düzendir.

Hakim değil hakem kararları; kilit nokta burasıdır.

Allah bizlere Kur’an’ı inzâl etmekle en büyük nimetini vermiştir.

Sabırla “Adil Düzen”i öğrenmek ve uygulamak zorundayız.

 ADİL DÜZEN 397

 

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 59. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنْ الْقَتْلِ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاءُ الْكَافِرِينَ(191) فَإِنْ انتَهَوْا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(192) وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلَّهِ فَإِنْ انتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ إِلَّا عَلَى الظَّالِمِينَ(193) الشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ فَمَنْ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ(194)

 

وَاقْتُلُوهُمْ (VaQTuLUvHuM)  “Onları katlediniz.”

Devlet demek, hukuk düzenini kurmuş topluluk demektir. Hukuk düzeni demek, kişiler arasında çıkan nizaları tarafların seçecekleri hakemlerin alacakları kararları herkesin ölüm de olsa kabul etmesi demektir. Hakemlerden oluşan yargının üstünlüğü demektir. Buna “barış düzeni” diyoruz. İslâm dini bu demektir. İslâm barıştır, din de düzendir. Hakemlerin kararlarını kabul etmeyenlere karşı devlet gücünü kullanır ve hakem kararlarının uygulanmasını sağlar.

KITAL” vuruşma demektir. O seni öldürmeye çalışıyor, sen onu öldürmeye çalışıyorsun. Bundan önceki âyette “sizinle mukatele edenlerle kıtal ediniz” demişti. Şimdi o kıtalin hükümlerini getirmektedir. Orada “KÂTELÛ” burada “UKTULÛ” diyor. Burada tek taraflı kıtal vardır. “Ve” harfi ile “kâtelû”dan farklı olarak zikredilmiştir. Vuruşmaya başladınız, sonunda galip geldiniz, teslim oldular. Artık karşılıklı kıtal kalkıyor. Bu saldıranları öldürebilir misiniz? Savaş esirleri öldürülebilir mi? İşte bununla ilgili hükmü getirmektedir.

حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ (XaYÇu ÇaQıFTuMUvHUM)  “Vuruşmada nerede galip geldiyseniz.”

Artık hakem kararlarına razıyım diyor. Korkusundan dolayı bunu söylemiş olabilir. Eline fırsat geçince saldırmaya devam edecektir. Galip gelseydi sizi öldürecekti. Siz bu durumda yahut kaçarken yakaladınız. Öldürebilir misiniz? İşte bütün bunlarda koyduğu hüküm vardır, “sekfettiğiniz yerde öldürün” diyor.

“SAKF” tavan anlamındadır. “S” harfi peltek “S”ye dönüşmüş, yani nerede hakim olur ve artık hapseder duruma gelirseniz orada öldürünüz. Başka bir akraba kelime de delme mânâsındadır. Nerede kurşun atar veya kılıç saplarsanız orada öldürünüz. Eğer esiri alır başka yere naklederseniz, artık onu öldürmezsiniz. Ona esir muamelesi yapılacak, savaş bitince onun hakkında karar verilecektir. O gün komutan bir yargıç olarak savaşanlara ne yapılacağına karar verir, o zamana kadar askerler onlara işkence yapamaz ve öldüremez.

“KATL” yaralamaları da içine alır. Yani bu emir değil, daha önceki emrin kısıtlanması demektir.

Mukatele edeceksiniz, mukatele esnasında öldürebilirsiniz. Savaş devam etse bile vuruşma yerini değiştirdiğinizde artık onları öldüremezsiniz. Bunun başka mânâsı, savaş esnasında atılan kurşunlar savaşmayanları da öldürmüş olabilir ama savaşmayan kimseler asla öldürülemez. Fıkıhta bunlar sayılmıştır. Savaşmayan din adamları da bunun içindedir.

وَأَخْرِجُوهُمْ (Va EaPRiCUvHUM)  “Ve onları ihraç ediniz.”

Burada “katlediniz” ve “ihraç ediniz” diyor. Maktuller ihraç edilemeyeceğine göre katletmediklerinizi “ihraç ediniz” diyor. İslâm hukukunun korunmasının dayandığı iki temel vardır. Hakem kararlarına uymak, uymayanlara karşı da iki müeyyide uygulanır. Birincisi sürmektir. Hakem kararlarına uymuyor ama savaşmıyor. Bunlara yapılacak muamele bunları çıkarmaktır, sürmektir. Gittikleri yerde rahat dururlarsa sorun yok, onlar orada siz burada kalırsınız. Ama size saldırılarsa o zaman onlarla savaşırsınız. Savaşanları savaş esnasında öldürebilirsiniz, diğerlerini ise sadece ülkelerinden sürebilirsiniz.

İhraç “Ve” ile bağlanmıştır. O halde tertip sözkonusu değildir. Savaştan önce de ihraç edebilirsiniz, savaştan sonra da ihraç edebilirsiniz. Vuruşma sırasında öldürülenlerin dışındakiler öldürülemezler.

مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ (MiN XAYÇu EaPRaCUKuM)  “Sizi ihraç ettikleri yerden ihraç ediniz.”

Esas olan barış içinde yaşamaktır. Hakem kararlarına uymaktır. İnsanların inançlarına saldırmamak, başörtülerine karışmamaktır. Bu konularda hakemlerin verdikleri kararlara uymaktır. İslâm düzeni budur.

Sizi hakem kararlarına bağlı olmaksızın sürer, sizi aranızda barındırmazlarsa, o zaman iç savaşı çıkarma hakkımız yoktur. Göç ederiz. Sonra orada da bizi rahat bırakmazlarsa, oradan savaşıp ülkemizi fethederiz, o zaman da bizim onları çıkarma hakkımız doğar. Nitekim biz Rum ve Ermenilerle bin yıla yaklaşan müddetle barış içinde yaşadık. Ama sonra Batılıların kışkırtması ile Rum ve Ermeniler bize saldırdılar. Halkımızı camilere doldurup yakmaya başladılar. Sonra biz İstiklâl Savaşı’nı kazanınca onları ülkemizden çıkardık.

Bir yerin güvenliğini kim sağlıyorsa orası onundur. Saddam iyi kötü Irak’ta güvenliği sağlamıştı. ABD, ‘sen zulüm yapıyorsun’ diye saldırıp işgal etti ama şimdi kendisi güvenliği sağlayamıyor. O halde oradan çekilmesi gerekir. Çekilince kime bırakacak? Güvenliği kim sağlarsa ona bırakacak. Irak hükümeti güvenliği sağlayabilirse ABD’ye git deme hakkı vardır. Sağlayamıyorsa, bir başka kuvvet gelir ve orada güvenliği sağlar.

Eğer Türkiye, İran ve Suriye ülkelerinde “Adil Düzen”i kursaydılar; o zaman Irak’a girip ABD kuvvetlerini oradan sürme ve “Adil Düzen”e dayalı bir devleti kurma yetkileri doğardı. Kendi ülkelerinde “Adil Düzen”i kuramamış ülkelerin dışarıya karışma yetkileri yoktur. Başörtü serbestliğini ülkelerine getirememiş zavallıların Irak ve Lübnan’da söz söyleme yetkileri yoktur. Peki, ne olacak? İnsanlık Türkiye’ye “Adil Düzen”in gelmesini sabırla bekleyecek. Ufukta bundan başka bir ışık görülmüyor.

وَالْفِتْنَةُ (Va elFiTNaTu)  “Fitne”

Birlikte yaşayanların birlikte yaşamaları ancak şeriatla mümkündür. Herkes kurala göre yaşayacaktır. Kimse kimsenin hakkına tecavüz etmeyecektir. Herkesin hak ve hürriyetlerinin bittiği yer, başkalarının hak ve hürriyetlerinin başladığı yerdir. Bu sınırı şeriat kurallarla belirler. Herkes kurallar içinde kendi faaliyet sınırını bilir ve uyar. İhtilaf hâlinde bu sınırı fiilen belirleme işi hakemlere aittir. Hakemler sınırları çizer.

İşte, hakem kararlarına uymamak fitnedir. Bizzat ihkakı hak etmeye kalkışırsanız, bu fitnedir. Herkesin hakemlerin verdiği karara uyması ve hakem kararlarının en üst seviyede tutulması gerekir.

Fitne, bir şeyi ısıtıp eritmek, moleküller arasındaki bağları koparmak, yani kuralları çiğnemek demektir.   

أَشَدُّ مِنْ الْقَتْلِ (EŞadDü MiNa elQaTLı)  “Katlden eşeddir.”

Burada “KITAL” değil de “KATL” zikredilmiştir, yani burada adam öldürmeler de girmektedir.

Devlet güvenliğini korumak için adam öldürebilir. Ne zaman adam öldürebilir?

Önce kısas yoluyla öldüren idam edilerek öldürülür. Bunun dışında idam cezası yoktur. Hattâ adam öldürmüş olan bucağından çıkar, kaçar ve ilçesi dışındaki bucaklardan birine sığınır, orası da kabul eder de diyeti öderse, artık o da katledilmez. Ama bu kimse yetkililer tarafından bucağında veya ilçesinde görülürse katledilebilir. Çünkü o kurallara uymamış, fitne olmaya başlamıştır.

Burada “derin güç” kavramına gelmiş oluruz. Bir kimse eğer fitne olmaya devam ediyorsa, yargı bunu fitne olmaktan alıkoyamıyorsa, başkan onu bucağından sürgün eder. Artık o bucakta fitnelik yapamaz hal alır. Devlet başkanı ise devlet merkez ilinden sürebilir. Bölge merkez illerinde de yaşayamaz. Eğer bu sürgüne itaat etmez, bucak veya ilçesi topraklarında görülürse, katledilmesini emreder. Ancak eğer idam mahkumu değilse diyeti ödenir. Bucak başkanlarına bucak içinde yaptıkları fiillerden dolayı kısas yapılmaz ama diyet ödenir.

Bir toplulukta diyet müessesesini koymazsanız orada fitnenin önüne geçemezsiniz. Demek ki derin güç meşru değildir ama devlet gücü meşrudur. Devlet gücü işleri açıkça yapar. Türk mahkemeleri yurt dışında bulunan birinin idamına karar vermişse ve diyet de ödenmiyorsa, kim başını getirirse devlet ona ödül verebilir.

Kuleleri gerçekten Usame Bin Ladin yıkmışsa, bu hakemlerce tesbit edilmişse, Usame’yi koruyan devlet kulelerin değerini ve ölenlerin diyetlerini öder. Ödemezse, işte o devletle savaşma hakkı doğar, sonunda yenen yendiği zaman o ülkeyi ganimet yapabilir, halkını esir edebilir.

وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ (Va Lav TuQAvTıLuHuM)  “Onlarla mukatele etmeyiniz.”

“Onlar sizinle mukatele ederlerse siz de onlarla kıtal ediniz.” denmiş, buna kısıtlayıcı hükümler getirilmemiştir. Esir olup teslim olduktan sonra, vuruşma yerinin dışına çıkarılınca artık onları katletme muhakemeden sonra olmaktadır. Savaş bittikten sonra muhakeme de edilemez.

Şimdi burada mukatelenin yasaklandığı yerler belirtilmektedir. Bu istisna ile getirilebilirdi. O zaman kıyas caiz olmazdı. “Fa” ile getirilseydi kıyas aramadan nass ile her yere teşmil edilirdi. Burada Mescid-i Haram’dan bahsetmektedir. Ancak kıyasla mesela hastahanelerde, mabetlerde, okullarda kıtal haram kılınmış olabilir. Uluslararası anlaşmalarla savaşta yasaklar konabilir. Bizim o yasaklara uymamız gerekir.

عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ (GiNDa eLMaSCiDiL XaRAvMı)  “Haram Mescid’in indinde.”

Kıtalin uluslararası anlaşmalarla yasaklandığı zamanlar olabilir, mekanlar olabilir. Kur’an bunlardan örnekler vermiştir. Biri “Mescid-i Haram”dır, Kâbe’nin çevresidir. Bugün bu çevre apartmanlarla doldurulmuştur. Ulaşım kolaylaşmaktadır. Nüfus artmaktadır. Dolayısıyla Mescid-i Haram bugün yetmeyebilir. Genişletilebilir. Bu binalar “Adil Düzen” zamanında yıkılır. Arsa parası ödenmez. Bina bedeli ruhsatlı ise ödenir. Beşte bir de fazla ödenerek haram şüphesi kalmaz. İşte bu mescidin içine giren emin olur.

Ne var ki burada “İnde’l-Mescidi’l-Harami” denmiştir, “Fi’l-Mescidi’l-Harami” denmemiştir. O halde haram olan yalnız mescit değil, Mekke bucağıdır. O halde haram yerler üç mertebededir. A) Mescidi Haram, hiçbir zaman burada adam öldürmek yoktur. B) İkinci alan Mekke’nin kendisidir, Mekke beldesidir. Burada haram aylarda savaşmak caiz değildir. C) Mekke ilinde ise ihramda olanlara savaşmak caiz değildir.

Hâsılı, âyeti mutlak olarak anlarsak, Mekke ilinde savaş meşru değildir. Buradaki “İNDE” kelimesinin tarifi ile haram kılınan yerler belirlenmiş olur. Bir de haram aylar vardır. Dört aydır. Hac ayları ve Recep ayı.

حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ (XatTAy YuQAvTiLuKuM FIyHı)  

“Onun içinde sizinle kıtal etmedikçe siz kıtal etmeyiniz.”

Hakem kararlarına uymayan topluluklar aleyhine savaşma izni çıkar. Bir de eğer size saldırırlarsa hakem kararını beklemeden savunma yapma hakkınız doğar. Burada saldırdıklarını ispat külfeti savunana aittir. Mahkeme kararında böyle bir külfet yoktur. Hakem kararları da olsa, savunmaya geçtiğinizi ispat külfeti buralarda saldırana düşer.

İslâm şeriatını iyi kavramak gerekir. İslâmiyet’te savaşlar bir haftada, hattâ bir günde biter.

Bu nasıl sağlanır?

a)      Önce soruşturma sözkonusudur. Bunun için soruşturmacıları seçersiniz. Onlar önce sözlü sonra yazılı soruşturmalar yaparak şahitlik yapacaklarını haber verirler. Yazılı sorulara cevap vermezlerse, şahit de isterse başkan duruşmalı soruşturmaya karar verebilir. Karakolda dayaklı soruşturmaya karar verme yetkisi hakemlere aittir. Hakemin birini karakol soruşturması yapılacak kimse seçer. Dava soruşturma bittikten sonra açılır. Hakemlerin şahitlere ait dosyaları kabul veya reddetmesi sözkonusudur. Bir haftalık bir zaman verilebilir.

b)      Mahkeme duruşmada şahitlerin şehadetini dinler veya dinlemez. Soruşturmayı yeterli bulur veya bulmaz. Ama soruşturmayı bizzat yürütemez. Hakemler için sadece ikrar ve şahitlerin şehadeti delildir. Onları takdir ederek karar verirler. Davalarda hakemlerin resmi danışmanları var, onlardan mütalaa isteyebilirler, ama davayı uzatamazlar ve davaların temyizi yoktur. İşte süratle şahitlerin şehadeti ile karar verildiği için ispat külfeti müddeiye aittir, karar da hakemlere aittir. Görülüyor ki hayat tahkim sistemine oturmaktadır. Hakemlere yalnız nizalar gitmez, aksine hakkın belirlenmesi için hakemlere gidilir.

فَإِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ (Fa EiN QavTaLUvKuM FaQTuLUvHuM)  “Sizinle mukatele ederlerse onları katlediniz.”

Burada “Fa” harfi gelmiştir. Hangi şartlarda olursa olsun sizinle kıtal yaptıklarında siz de onları katlediniz. Katil yerini değiştirmemek şartı ile katl caizdir.

Burada kıyasa illet aramaya gerek yoktur. Saldırı varsa savunma kendiliğinden hak olarak doğar. İkinci “Fa” da bunun kural olduğunu belirler. “İn Ci’te Ükrimüke” dersen, bir defa için gelsen sana ikram ederim demek olur. “İn Ci’te Fa Ükrimüke” dersen, her gelişinde sana ikram ederim demiş olursun.

Burada “FAKTULÛHUM” derken, ne zaman saldırırlarsa siz de onları öldürün anlamı ortaya çıkar.

كَذَلِكَ جَزَاءُ الْكَافِرِينَ(191)  (KaÜAvLiKa CaZAEu eLKAvFiRIyNa)  “Kâfirlerin cezası böyledir.”

Burada çok önemli bir hususa işaret etmektedir. Savaş hukukuna uymayan kimseler kâfirdir. Onlara yapılacak muameleler de bunlardır. Size saldırırlarsa saldırın. Haram yerlerde de saldırmayın; haklı olsanız da saldırmayın. Burada haram yerlerde saldırma ile diğer yerlerde saldırmayı birbirinden ayırmaktadır.

Haram yerlerde ve başka yerlerde size saldırırlarsa saldırabilirsiniz. Bunun dışında ise saldıramazsınız. Haklı iseniz deniyor. Haklılığa kim karar verecek? Hakemler. O halde “kâfirlerin cezası budur” demek suretiyle bize farklı savaşı başlatma kurallarını söylemiş olmaktadır. Saldırana saldırırsın, mahkeme kararını beklemezsin. Hakem kararlarını dinlemeyenlere ancak hakem kararları ile saldırabilirisin. Kâfir olmaları onlara saldırmayı meşru kılmaz. Şartlar oluşmalıdır. Kâfirler de masumdur demektir.

***

فَإِنْ انتَهَوْا (Fa EıN iNTaHaV)  “İntiha ederlerse.”

İNTİHA” “İBTİDA”nın karşıtıdır. Başlangıcın karşıtı son demektir. “Fa” harfi ile getirilmiştir. Yani, her ne zaman son verirlerse demek olur. İlleti aramaya gerek kalmaksızın demektir.

Savaş topluluklar arasında yapılır. Biz şimdi Türkiye’de yaşıyoruz. Türk devleti savaşmaya karar verdiği zaman yapacağımız iki şey vardır, ya bu ülkeyi terk eder gideriz, yahut gider savaşırız. ‘Ben bu ülkede kalacağım ama savaşmayacağım’ deme lüksümüz yoktur. İslâm devletinde de bu böyledir. Baştan cizye yani bedel kabul edilmişse ve o beldeye saldırılmışsa, savaşa zorlayamayız.  

Türkiye’de zorunlu olarak askerlik yapma durumundayız. Bunu değiştirmeye çalışmalıyız ama bu durum değişmedikçe, bu ülkede yaşıyorsak buna uymalıyız. O halde tek başına savaş suçlusu insan yoktur. Yenilen suçludur. Daha yenilmeden savaştan vazgeçer, ‘biz hakem kararlarına razıyız’ derlerse, artık söz hakemlerindir ve suçlu yoktur. Kişilere dokunulamaz, kişiler öldürülemez.

Aslında Irak’taki durum budur. Iraklılar teslim oldular. ABD ordusu savaşı kazanmış değildir. Demek ki şimdi söz hakemlerin olmalıdır. Artık Saddam dahil kimse suçlanıp ceza verilemez. Sadece Iraklılar tazminata mahkum edilebilir. Biz Irak sorununu böyle çözüyoruz. Irak’ta “Adil Düzen”e dayalı bir devlet kurulmalıdır. Irak yüze yakın ile bölünmeli ve bu iller iç işlerinde bağımsız olmalı, her il iç güvenliğini kendisi sağlamalıdır. Irak ordusu, o ilin seçilmiş yönetimi davet ederse, yani sıkıyönetim ilan ederse o zaman girip güvenliği sağlamalıdır. Irak devleti ise ABD’ye hakemlerin kararı ile bir tazminat ödemelidir. Artık kimseyi muhakeme edip asmak sözkonusu olmaz. Kaldı ki Saddam’ı baştan beri kullanan ABD’dir, şimdi feda etmek zorunda kaldı.

فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(192)  (Fa EinNa elLAHa ĞaFUvRun RaXIyMun)  “Allah gafurdur, rahimdir.”

Burada “Fa” ile gelmiştir, “İNNE” ile gelmiştir, “GAFUR” ve “RAHİM” nekire ile gelmiştir. Bu ne demektir? Bugünkü düzende diyelim ki savaşmakta olan iki devlete Birleşmiş Milletler ateşkes kararını bildirdi. Bu devletler de buna uyup silah bıraktılar. Artık savaş suçlusu yoktur. Hakem kararını kabul ettiler demektir.

Kişiler ayrı ayrı muhakeme edilip cezalandırılmaz. Neden? Çünkü savaşa kollektif girilmiştir, kişisel sorumluk yoktur. Oysa hukukta kollektif sorumluluk yoktur. Öyleyse barışa razı olanlara artık savaş hükümleri uygulanmaz. Yapılacak iş hukukun gereği olanı topluluğa uygulamaktır; o da maddî tazminat olabilir. Savaş tazminatı ve toprak kaybı bunlardandır. Kur’an’ın öğrettiklerine uyulmazsa çıkar yol bulunamaz.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” tetkik edildiğinde uluslararası sorunların hepsi çözülür hâl alır. Ancak eksiklikler vardır. Mesela, bu hükümler orada bu kadar açık şekilde yazılmamıştır. Onun için devamlı olarak Kur’an okunacak, eksikler düzeltilecek, yanlışlar düzeltilecektir. Tekrar ediyorum; on kişi olarak Kur’an’ı günün ihtiyaçlarını çözecek şekilde usul ve müsbet ilimleri bilerek yorumlayacak ve bir kabine kuracak kadar olduğunuz zaman, iktidar kendiliğinden kucağınıza gelip oturacaktır. Bugün bundan ne derece uzak olduğumuz açıktır. İşte biz de yeniden öğrene öğrene gidiyoruz. Bilmeden bir şey yapılamaz.

III. bin yıl uygarlığı silah gücüne dayanmayacak, Genel Hizmet ilmine dayanacak, sabırlı olarak yapılan Genel Hizmete dayanacaktır. Bu hususta kadınlar erkeklerden daha güçlüdürler. Öyle görülüyor ki, III. bin yıl uygarlığı kadınlar tarafından kurulacaktır. Mü’mine olup mallarını ve canlarını Allah’a satmış kadınların daha çok etkileri olacaktır.

GAFÛR” demek, savaşarak işledikleri suçlar affedilir demektir.

RAHÎM” demek, savaş mağluplarına kaldıramayacakları yük yüklenmez demektir.

Yani, Iraklılara ancak verebilecekleri şeyler yüklenebilir. Mesela, Irak petrollerinin işletilmesi beş yıl, on yıl, yirmi yıl ABD’ye verilebilir; yılı hakemler tayin ederler. Bu da rahîm olmadır.

ALLAH” kelimesi burada insanlığı yani uluslararası hakemleri temsil eder.

***

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ (Va QAvTiLUvHUM XatTAy Lav TaKUvNa FıTNaTun)  

“Onlarla fitne kalmayıncaya dek kıtal ediniz.”

Demek kıtalin yani kısas dışında adam öldürmenin gayesi tektir, o da fitne kalmayacak şekilde herkes hakem kararlarına uyacak demektir. Mahkemeler hep geçmişte cereyan eden olaylar hakkında ve kişiye dayalı kararlar alırlar. Savaş ise geleceğe yönelik olur ve topluluğu ilgilendiren olayları içerir. Savaşta kimseye ‘Sen niçin adam öldürdün?’ denemez. Savaşmak adam öldürmektir. Kişi öldürmez, topluluk öldürür. Savaşta sorumluluk kollektiftir. Savaşın bu mantığı Batılılarca biliniyor ama onlar yine de savaş suçluları diye yargılıyorlar. İşte bunların hepsi Yahudilerin fitnesidir. Katili asmayacaksın! Hapishanede eziyet etmeyeceksin! Savaşacaksın ama öldürmeyeceksin! O hem atomu hem biyolojik silahı kullanacak, sen kullanmayacaksın!

İşte bunlar fitnedir, sermayenin fitnesidir. Savaşta da yasaklar vardır ama herkes için vardır. Hüküm siyasilerin değil, hakemlerindir. O halde fitne kalmayınca yani herkes hakemlerden oluşan yargıya teslim oluncaya kadar kıtal vardır.

وَيَكُونَ الدِّينُ لِلَّهِ (Va YaKUvNA eldDIyNu LilLAHi)  “Din Allah’ın oluncaya dek savaşın.”

Buradaki “DİN” düzendir. Kur’an’da “DİN” kelimesi düzen olarak anlaşılır. Mesela, savaş düzeni din değildir. Din, haklıyı kuvvetli kılan şeriat düzenidir. Oysa savaş kuvvetliyi haklı kılan harp düzenidir. Harbin karşılığı İslâm’dır, savaşın karşılığı barıştır ve “DİN” yalnız barıştır, savaşı içermez.

Düzen Allah için, yani topluluk için, insanlık için oluncaya kadar savaşın.

Bunun anlamı, hakem kararlarına uyuluncaya kadar savaşın demek olur. Fitne kalkacak ve herkes hakem karalarına uyacak. İşte savaşın mânâsı budur. Bunun için devlet kurulur, bunun için savaş meşru olur.

DİN”i takva olarak anlar, “ALLAH”ı da halifesi olan devlet olarak değil de zatı olarak anlarsak; o zaman elinize silahı alın ve herkes Muhammedî oluncaya kadar savaşın anlamı çıkar. Bu mânâyı hiçbir âlim anlamamış ve hiçbir siyasetçi uygulamamıştır. Kur’an’ı bunun için dil ve usul ilimlerine dayalı olarak yeniden anlamak zorundayız. Zamanla kelimeler mevzilerinden tahrif edilmiştir. Kur’an’ın lafzı tahrif edilmemiştir ama halk arasında mevzuları yani mânâları tahrif edilmiştir.

Savaşın, fitne kalmayıncaya ve düzen devletin oluncaya kadar savaşın, yani bizzat ihkakı hakka kalkışanlarla, yargısız infaz yapanlarla savaşın demek olur.

Burada kısaca derin güce de temas edelim. Yargısız infaz olmaz ama fitne devam ediyorsa ve devlet içinde devletler oluşmuşsa, o takdirde artık hukuk düzenine değil savaş düzenine geçilir, o takdirde muhakemesiz adam öldürülebilir. Bütün anayasalarda sıkıyönetim vardır. Sıkıyönetim askeri düzendir. O halde derin güçlerin adam öldürmeye hakları yoktur, fitnedir, devlet içinde devlettir. Ama sıkıyönetim ilan edilir, o gerekeni yapabilir. Sıkıyönetim savaş durumu olduğu için daha sonra sıkıyönetim komutanı yaptıklarından dolayı yargılanmaz. Komutan görevini yapmazsa yeni komutan tarafından yargılanabilir.

فَإِنْ انتَهَوْا (Fa EiN iNTaHaV) “İntiha ederlerse.”

Yani, fitne kalmayınca herkes hakem kararlarına uyarsa, din devletin olursa, yani devlet içinde devlet oluşmaz, kimse yargısız infazlara kalkışmazsa, o zaman sıkıyönetim kaldırılır.

Bakınız, biz Kur’an’da bir kelime söylendiği zaman ona uygulanabilir mânâ veriyoruz. “Fitne olmayınca” deyince, herkes hakemlerden oluşan yargıya uyarsa, din Allah’ın oluncaya kadar da yargısız infaz yapılmazsa demektir, diyoruz. İşte bu tür mânâlandırma hukuki mânâlandırmadır. İçtihat da budur.

Kur’an’daki kelimelere uygulanabilir mânâ vermek fıkıh demektir. Bu mânâ verilmelidir. Ama herkes kendine göre verir. İşte bundan dolayı farklı mezhepler doğar.

Yine burada da “Fa” harfi ile gelmiştir. Kural geneldir.

فَلَا عُدْوَانَ (Fa Lav GuDVAvNa)  “Udvan yoktur.”

Yani düşmanlık yoktur. Savaş bitti, barış başladı. Artık bizim ne Yunanlılara, ne Ermenilere düşmanlığımız yoktur, onların da bize düşmanlıklarının olmaması gerekir. Soykırım iddiaları tarih olmuştur. Yaptılarsa onu Osmanlılar yaptılar. Onların yaptıklarından biz sorumlu değiliz. Lozan barışı ile onları tarih yapmışızdır. Eğer biz Lozan anlaşmasına uymuyorsak, ondan sonraki anlaşmalara uymuyorsak, ondan sorumlu olabiliriz. Yoksa, artık geçmişte yapılanları şimdi dile getirmek yeni fitnenin doğuşudur. Savaş sebebi olabilir.

إِلَّا عَلَى الظَّالِمِينَ(193) (EilLA GALay elJAvLıMIyNa)  

“Zalimlerin dışında udvan yoktur.”

 “ZALİM” kimdir? Biri, sözleşmelere uymayan ve uymadığı hakem kararları ile sabit olan zalimdir. Diğeri de, savaşta cephe savaşı yapmayıp şahsi kini ve çıkarı olan zalimdir.

Mesela, savaşta elde edilenler kişilerin malı olamaz. Bunlar getirilip ganimete katılmalıdır. Yoksa ganimet için yani çapulculuk için savaşılmış olur. Böyle yapılırsa bunun cezalandırılması gerekir. Şahsi kini olduğu için savaştan yararlanmış da öldürmüşse, onun cezası verilebilir ve bu cezayı komutan verir.

***

الشَّهْرُ الْحَرَامُ (elŞaHRu eLXAvRAVMu)  “Haram Şehir.”

Bundan önce Mescidi Haram’dan bahsetmiştir. Şimdi haram şehrden bahsetmektedir. Genel olarak kurallar her zamanı ve yeri kaplayacak şekilde konur. Hukukta kişiye özel kural konamaz, ayrıcalık yapılamaz.

Kuralların uyması gereken kurallar vardır.

a)      Kurallar davranışlara karşı konur, kişilere karşı konamaz. Eşyaya karşı da konamaz. Böyle yapan kim olursa olsun karşılığı budur denir. Falan veya filan kimselere şu hükümler vardır gibi bir kural konamaz.

b)      Kurallarda şartlar konabilir. Bu şartların başında fiili işleyenin ehil olup olmamasına bakılır. Şoför arabayı kullanırken bir kaza yaparsa, hata yaptığını karşı taraf ispatla yükümlüdür. Ehliyeti olmayan biri kaza yaparsa, bunun süren hatası olmadığını ispatla yükümlüdür. Bunun için 25 arıza sayılmıştır.

c)       Üçüncü ayırım yer ayırımcılığıdır. Şu yerde bunu yapmak suç veya mükafatı gerektirir gibi.

d)      Dördüncü olarak da belli zamanlar için yasaklar konur.

Şu aylarda şunları avlamak yasaktır kuralı konmuştur. Nitekim bugün birçok böyle yer ve zamana göre yasaklar getirilmiştir. Kur’an bu yasakları düzenlemektedir. Bundan önce yasak yerden bahsetmiş, burada yasak aydan bahsetmektedir. Ne var ki yasak ay yasak yere kıyasla tesbit edildiğinden yasak ayın hükmünden bahsetmemektedir. Böylece burada hükümler yasak yerlere de şamildir. Yukarıdaki size saldırırlarsa Haram Mescit’te siz de katledin beyanı ile zaten haramlarda kıyas olduğu belirtilmiştir. Onun izahı yapılmaktadır. Bunun için arada “Ve” veya “Fe” getirilmeden ifade edilmiştir.  

بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ (Bi elŞaHRi eLXaRAvMı)  

“Haram şehr karşılığıdır.”

Bu ifade gösteriyor ki herkesin vakti kendisine aittir. Ortak yerler veya ortak zamanlar ayarlanır ve o zaman içinde taraflar yasaklara riayet ederler. Bazı münavebeli yasaklar da konur.

Meralarda devamlı otlanırsa ot bitmez. Bazı meralar münavebe ile kullanılabilir. Bu ay sizin merada otlatırız, öbür ay da bizim merada otlatabiliriz. Yahut hatlarda sıra uygulaması yapılabilir yani aylar değişebilir. Bu değişmelerin günlük olmasından ziyade, aylık olması uygundur. Çünkü o ayda başka işler yapılabilir. Sanayide enerji kısıtlamaları yapılacaksa böyle yapılmalıdır. Bakıma alınabilmelidir.

Nöbetleşe iş yapma bu âyetle hükme bağlanmış oluyor.

وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ (Va eLXuRuMAvTu QıÖAÖun)  

“Ve haramlar kısas iledir.”

Burada “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Bunun anlamı haram ay haram ay iledir ifadesinden farklı bir şey söylenmektedir. Onun izahı değildir. Burada konan hüküm, haramlarda da kısas hükümleri geçerlidir. Af ve diyet sözkonusu olabilir. Bir kimse trafikte kırmızı ışıkta geçmiştir. Başkasının geçmesi gereken zamanı o kullanmıştır. Onların bu haklarını isteme hakları vardır. Cezası belli bir zaman için trafikten mendir. İsterlerse tazminat alarak trafikten men cezasından vazgeçebilirler. Bunun gibi, belediye trafikten men cezası yerine isterse para cezasını alabilir. Yani, şer’î kural trafikten mendir. Ama başkan affedebilir. Ancak para cezası belediyeye gidemez, trafik vakfına yahut devlete gelir olabilir.

Biz para cezalarının ceza verenlerin bütçesine katılamayacağını söylüyorduk. Kur’an’daki delil şimdi bize beyan olundu. Kur’an’ın ne kadar aklî hükümleri içerdiği burada ortaya çıkmaktadır.

Biz Kur’an’a inanmayanlara diyeceğiz ki; gelin varsayımları koyalım, ona göre tümdengelim yaparak bir hukuk düzeni oluşturalım. Siz ayrı koyun, biz ayrı koyalım. Biz Kur’an’a, siz Marx’a veya Adam Smith’e göre koyun, değişik bucaklarda uygulayalım. Sonuçlara kendileri baksınlar, sonunda en başarılı olan insanlık tarafından benimsenecektir.

İşte, yerinden yönetimin sırrı budur. Her bucak kendi kamu hukukunu kendisi hazırlar. Bizim için deneme olur. Kendileri için demokratik yönetim olur. Şeriatın temeli sözleşmelerdir, tarafların sözleşmelere uymalarıdır. Sözleşmelerin yorumu uygularken herkesin kendi içtihadıdır. Nizada hakem kararlarıdır.

فَمَنْ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ (Fa MaN iGTaDAy GaLaYKuM)  

“Kim size i’tidâ ederse.”

ADAVET” düşmanlıktır. Cephe kurmaktır. “İ’TİD” tek taraflı cephe kurmaktır.

Bir topluluk içinde cephe kurulmaz. Kişiler ve gruplar hakemlerin kararlarına dayanarak bir cephe oluştururlar. Başkanların emrinde topluluğa karşı cephe alınmasına karşı cephe oluştururlar. İşte onlara karşı bir olup savaşmak zorundayız. Deniz Baykal’ın dediği gibi ‘bunu sen yaptın sen temizle’ diyemezsiniz. 28 Şubat’a karşı birlikte cephe alınması gerekirken o böyle söyledi. Sonra ne oldu? Meclis dışında kaldı.

فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ (FaGTaDUv GaLaYHi)  

“Siz de ona i’tidâ ediniz.”

Yani, cephe kurana karşı siz de cephe kurunuz. Cephe kuranlara karşı cephe kurmak meşrudur. Kısas hükümleri caridir. Kendilerine lâik diyen dinsizler dindarlara karşı cephe kurmuşlardır. Ne cephesi kurmuşlar? Siyasi cephe, derin güç cephesi, Yargıtay’ı yanıltma cephesi, basın cephesi... Her koldan bize saldırmaktadırlar. Bugün silahlı cephe kurmamışlardır. Yarın onu da kurabilirler. Mesela, PKK denemesi onların fitnesidir.

Onların bize karşı cephe kurması bizim de onlara karşı cephe kurmamızı gerektirir. Biz Adil Düzencilere yani Kur’an’a inananlara düşen görev budur. Akevler bu görüşün cephesidir. Millî Görüş bu cephedir. Gülen Cemaati bu cephedir. Holdingler bu cephedir. Bu cephenin uyması gereken kural bundan sonra ifade edilmiştir.

بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ (Bi MiÇLi MAv iGTaDAy GaLaYKuM)  

“Size i’tidâ ettiklerinin misli ile i’tidâ edin.”

Yani, size silahla saldırırlarsa silahla mukabele edin. Ama size basınla saldırırlarsa basınla mukabele edin, silahla mukabele etmeyin. Sömürü sermayesi sermaye gücü ile bize saldırmaktadır. Silahı elimize verip bizi birbirimize kırdırmaktadır. Önce bu oyuna gelmemeliyiz, birbirimize saldırmamalıyız. Lâikçilerin buna gücü yetmediği için bize karşı silahlı saldırıda bulunamıyorlar. Biz de böyle bir saldırıda bulunmayacağız.

Onlar bize ne ile saldırıyorlarsa biz de onlara onunla saldıracağız.

a)      Onlar bize ne ile saldırıyorlar? Onlar bize ilimle saldırıyorlar. Okullarımızı ve üniversitelerimizi ellerine geçirmişler, bizim okullarımızla bize vuruyorlar. Bunun için İlhan Arsel’in kitaplarını okumak yeterlidir, YÖK yeterlidir. Peki, bu durumda biz ne yapacağız? Kendi kendimizi yetiştireceğiz. Üniversite diplomasını aldıktan sonra, ayrıca Kur’an diplomasını da almalıyız. İlkokuldan doktoraya kadar her safhada Kur’an ne diyor deyip çalışacağız. Günümüzde Türkiye’de Kur’an’ı mealleri ile okuma yaygınlaşmıştır. Bu durum “Adil Düzen”in en güçlü müjdecisidir.

b)      Onlar bize ne ile saldırıyorlar? Basın yayınla saldırıyorlar. Biz bir dergi kurarak savunmaya geçmeliyiz. Bir televizyon kurmalıyız. Kitaplar basmalıyız. İnternette yerimizi almalıyız. Bugün bu istikamette faaliyetler vardır ama çok eksiktir.

c)       Onlar ne ile saldırıyorlar? Yargı ile saldırıyorlar. Yargıyı yanıltıyorlar. Biz ne yapacağız? Bir avukatlık bürosunu kurmalı ve bu büro aracılığıyla yargıyı yanıltmalarını önlemeliyiz. Avukatlar vakıftan ücret alacaklar, savunmaları ücretsiz yapacaklar. Sonra hakemlik sistemini getirerek yargının işlerini kolaylaştırmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı buna müsaittir.

d)      Başka nasıl saldırıyorlar? Sermaye ile saldırıyorlar. Rüşvet, kaçakçılık, işsizlik, dış borç ile bizi çökertmek istiyorlar. Genel Hizmet Kooperatifleri kurmalıyız, Mala-Mal Marketleri kurmalıyız; böylece onlara onların bize saldırdıkları gibi saldırmalıyız.

Tabii ki bunların başında karşı partiler kurmak gerekir. Ne var ki, anayasa ekseriyetini alıyorsunuz ama kırk senelik çaba sonunda serap oluyor! Orada yaptığımız hata, sadece ayrı parti kurmakla yetinmek olmuştur. Partimiz diğer partileri “Adil Düzen”e getirmek istemiş, ama maalesef kendileri onlara gitmiştir.

Hatalardan ders alınmalıdır.

Bunun için siyasi parti cepheleşmesi en geriye alınmalı.

Sonra bütün partiler “Adil Düzen”e çağrılmalı.

Bütün partilerle diyalog kurmalıyız.

وَاتَّقُوا اللَّهَ (Ve itTaQUv elLAHa)  

“Allah’a ittika ediniz.”

“Adil Düzen” bir partinin düzeni değildir, bir ulusun düzeni değildir; insanlığın düzenidir.

“Allah’a ittika ediniz” emri ile bölücülük yapmayın, ayırımcılık yapmayın. Partiler olarak bir tek devlete dönün, ayırımcılık ve bölücülük yapmayın.

Sonra insanlığa dönünüz; din, ırk, ulus, devlet ayırımcılığı yapmadan birlikte “Adil Düzen”de birleşiniz. Fitne ve din baskısına karşı birlikte cephe kurunuz deniyor.

Kötülere taviz vermek ne kadar yanlışsa, iyileri dışlamak da o kadar yanlıştır. İyiyi kötüden ayıran hakem kararlarıdır. Hakem kararlarına uyan iyidir, uymayan kötüdür.

İTTİKA” nedir?

İTTİKA” şeriatın içine girmedir, devletin kanunlarına uymadır, yargı kararlarını dinlemedir.

Onlar meclisi yıpratmak, orduyu zayıflatmak, devlet başkanını güçsüz kılmak, hükümeti iş yapamaz hâle getirmek için çalışırlar.

Muttakiler ise devletlerini güçlü kılmaya çalışırlar. Meclisi yüceltirler. Başkana saygılı olurlar. Orduyu korurlar. Hükümete uyarlar. “İTTİKA” budur. Bu da karşı cephede olanlara misli ile mukabele etme dışında bir şey yapmamaktır. Bu durum uluslararası ilişkilerde de geçerlidir. Birleşmiş Milletler kararlarına uyulur.

وَاعْلَمُوا (VaGLaMUv)  “İlmediniz.”

Allah bize en büyük müjdeyi vermektedir. Böyle yapmaz da devletinize ve insanlığa sahip çıkarsanız, saldıranlara hak ettiklerinden fazlasıyla saldırmazsanız, yani ittika ederseniz, bilin ki Allah sizinledir, yani devletiniz sizinledir, meclisiniz sizinledir.

AK Parti iktidarını zayıflatmaya değil, kuvvetlendirmeye çalışmalıyız. Seçim ayrıdır. Seçim günü gelince istediğimiz partiye oy veririz, ama AK Parti iktidarda iken onların içtihatlarına uymak zorundayız. Günü gelince cumhurbaşkanımızı değiştireceğiz ama o güne kadar ona saygılı olacağız.

أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ(194) (EanNa elLAHa MaGa eLMutTaQIYNa)  

“Allah muttakilerle beraberdir.”

Bu bize büyük müjdedir. Hem bizi var eden Allah bizimle beraberdir, onun haberini veriyor, bu ne büyük müjdedir; hem de Allah’ın halifesi olan devlet de bizimle beraberdir.

Sorun çıkarmayan devletin açık kuralları içinde hareket edenler sonunda o devlet tarafından korunurlar. Nitekim 12 Eylül’den sonra devlete sorun çıkarmayan Kur’an Kursları, İmam Hatip Okulları, Yüksek İslâm Enstitüleri mükâfatlandırılmıştır. O günkü ittika bugünkü anayasa ekseriyetini getirmiştir.

Bugünkü iktidar eğer sorunları çözemiyorsa, bunun tek sebebi vardır, cahillik, cehalet.

Biz “Adil Düzen Çalışmaları”nı yaparken onlar bize gülüyor, yan çiziyorlardı. Ne oldu? “Adil Düzen”e karşı gelenler şimdi iktidar hasreti ile yanıyor, diğerleri de gölde susuz boğuluyor; cehaletin cezasını çekiyorlar.

Hâlâ da tevbe etmiyor, “Adil Düzen”i öğrenmeye çalışmıyorlar.

Siz ise bunları okumak ve yaymakla geleceğin müjdesini alıyorsunuz.

Şimdiden Nasr ve Fetih mübarek olsun.

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3343 Okunma
2-bakara11-20
2368 Okunma
3-bakara21-30
2523 Okunma
4-bakara30-37
2252 Okunma
5-bakara37-48
2480 Okunma
6-bakara 49-57
3097 Okunma
7-bakara 59-61
3122 Okunma
8-bakara 62-69
2476 Okunma
9-bakara 70-76
3467 Okunma
10-bakara 77-83
2749 Okunma
11-bakara 84-88
2312 Okunma
12-bakara 89-93
2436 Okunma
13-bakara 94-101
2628 Okunma
14-bakara 102-105
3480 Okunma
15-bakara 106-112
2672 Okunma
16-bakara 113-119
2732 Okunma
17-bakara 120-123
2630 Okunma
18-bakara 124-130
2329 Okunma
19-bakara 132-138
2201 Okunma
20-bakara 139-143
2107 Okunma
21-bakara 144-149
2571 Okunma
22-bakara 150-158
2489 Okunma
23-bakara 159-165
2086 Okunma
24-bakara 166-173
2482 Okunma
25-bakara 174-177
2601 Okunma
26-bakara 178-182
2318 Okunma
27-bakara 185-187
6377 Okunma
28-bakara 188-194
2478 Okunma
29-bakara 195-198
2830 Okunma
30-bakara 199-206
2372 Okunma
31-bakara 207-213
2776 Okunma
32-bakara 215-217
2215 Okunma
33-bakara 218-221
2705 Okunma
34-bakara 222-228
3001 Okunma
35-bakara 229-232
3560 Okunma
36-bakara 233-235
2279 Okunma
37-bakara 236-242
2487 Okunma
38-bakara 243-246
2610 Okunma
39-bakara 247-248
2846 Okunma
40-bakara 249-252
3140 Okunma
41-BAKARA 253-256
2694 Okunma
42-BAKARA 257-259
2515 Okunma
43-BAKARA 260-264
3082 Okunma
44-BAKARA 265-269
2251 Okunma
45-BAKARA 270-274
2633 Okunma
46-BAKARA 275-277
2356 Okunma
47-BAKARA 278-281
2387 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2793 Okunma
49-BAKARA 283-284
2493 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3710 Okunma