BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
2488 Okunma
bakara37-48

ADİL DÜZEN 349

 

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 11. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمِيعًا فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(38) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(39)

يَابَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِي الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُوا بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِي(40) وَآمِنُوا بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِي(41) وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ(42)

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمِيعًا (QuLNAv iHBıOUv MiNHa CaMIyGan)  

“Ondan cemian hubut ediniz dedik.”

Burada atıf harfi getirilmemiştir. Bundan önce gelen “İhbitû” kelimesinin beyanıdır. Yahut “kelimeleri telakki etti” ifadesine karşılık Allah “cemian hubut ediniz” demektedir.

İki defa iniş olur. Biri dünyaya geliş, ikincisi ise Nil’in yukarı havzalarından aşağıya doğru iniş sözkonusu olmuş olur. “Cemian” kelimesi hepiniz demektir. Burada kimse kalamaz demek olur.

İnsan Nil’in yukarısında yaratılmış olsa bile, orada kimse kalmaksızın aşağıya inmişlerdir. Şimdiki zenciler sonra tekrar yukarıya çıkmışlardır. Daha önce yeryüzü tüm insanlar için var edilmiştir, Adem oğullarınındır. O halde yeryüzüne yayılmamız cemian birlikte olacaktır.

Yeryüzü hepimizindir. Ancak şeriat kuralları içinde bölüşerek kullanma hakkımız vardır. İstediğimiz gibi kullanamayız. Başkalarının ülkemizden geçmesine mâni olamayız. Üretilen malların dünyaya satılmasına mâni olamayız. Devlet sadece en çok beşte birini vergi olarak alır, ondan sonrasına karışmaz. Üretici istediği yere götürüp satar. Gümrük ve kota yoktur. Vize sözkonusu değildir.

فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى (Fa EimMAv YaETıYanNaKuM Minnİ HuDan)  “Benden size huda gelecektir.”

Huda” yol demektir. Size ne yapacaklarınızı gösteren hidayet gelecektir. Bir önceki âyette, “Rabb’inden kelimeleri telakki ediyor.” diyor ve “Kulnâ/Dedik” ile açıklıyor. Gelen kelimeler bunlardır.

“Benden size hidayet gelecektir.” diyor.

İnsan yeryüzüne geldiği zaman zayıf ve cehul bulunmaktadır. Ne yapacağını bilmemektedir.

İnsan diğer canlılardan çok farklıdır. Bilgisi azdır. Diğer canlılar doğuştan ne yapacaklarını bilmekte, insan ise bilmemektedir. Onun için insanın eğitimine ihtiyaç vardır. İlk yaratılıştan beri insan eğitilmektedir. Bugünkü uygarlığa böyle ulaşılmıştır. İlk insan zayıftır. Diğer canlılar bedenen tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde olduğu halde, insan ancak araçlarla iş görebilmektedir. İlk insandan bugüne kadar âletler icat etmektedir. Bu sayede kendi varlığını korumaktadır. Ancak, yine bu sayede yeryüzünün halifesi olmakta, hattâ göklere kadar yükselip oralarda da hükmetmektedir. İnsan kelimelerle öğrenmek ve araçlar icat etmek suretiyle varlığını koruyabilmekte ve halife olabilmektedir. İnsanın halifeliği Kur’an nâzil olduğu zaman bile gerçekleşmiş değildir. Bugün ise insanın yeryüzüne nasıl hakim hâle geldiği çok açık olarak görülmektedir. Denizler ve karalar insanın avucuna girmiştir. Bu ancak Allah’ın öğretisi ile olmaktadır. Allah bu öğretiyi iki şekilde yapmaktadır. Ya melek vasıtasıyla peygamberlere vahiy gelmiş ve inananlar o vahiylerle medeniyetlerini tesis etmişlerdir; ya da insanların akıllı ve çalışkan olanları ilim ve felsefe yapmış, âletler icat etmiş, bu sayede uygarlıklarını kurmuşlardır. Allah onlara ilham etmiş, böylece uygarlıklar ortaya çıkmıştır.

“Benden size hidayet gelecektir.” demek, benden size ilim gelecektir demektir.

İlim de ‘aklî’ ve ‘naklî’ olmaktadır. İnsanlığa hidayet ilmi en çok yirminci yüzyılda gelmiştir. Kur’an’dan sonra vahiy yoluyla hidayet durmuş, onun yerini akıl yoluyla hidayet almıştır. Akıl ve nakil birbirini tamamlar, birbirleri ile çelişmez. Zaten naklin ilâhi olduğunu buradan biliyoruz. Kâinatı yaratan başka, kitapları indiren başka birisi olsaydı, o kitaplar o kâinat ile çelişkilere düşerdi. Oysa kitaplarla müsbet ilimler arasında tam uyum olduğu için diyoruz ki, bu kitaplar ilâhidir. Kur’an’da müsbet ilimle ilgili birçok âyetlerin bulunmasının sebebi budur. O âyetlerle Kur’an’ın ilahi söz olduğunu öğreniyoruz. Burada hidayeti sadece vahiy olarak değil de, müsbet ilim olarak da anlamamız gerekmektedir. III. bin yılın sorunlarını daha çok akılla yani ilâhi kitapların öğretilerini müsbet ilimle anlayarak çözeceğiz. Hazreti Adem aleyhisselâma burada bildirilen budur.

فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ (FaMaN TaBiGA HuDAYa)  “Hidayetime kim tâbi olursa.”

Doğal kanunlar var, sosyal kanunlar var. Allah’ın kitaplarında bunların ne amaçla kullanılacağı var. Böylece ilâhi hidayet ortaya çıkmıştır. İşte, kim o istikamette yer alırsa, ona tâbi olursa, ona uyarsa o kurtulmuştur. Gaye nedir? Gayeyi belirlersek o zaman hidayeti de bulma imkanımız olur. Bir kimse denizde nereye gideceğini bilirse pusula işe yarar. Ama nereye gidileceğini bilmezse pusula yol göstermez.

Gerek vahyin, gerekse aklın işe yarayabilmesi için insanın önce nereye doğru yol alması lazım olduğunu bilmesi gerekmektedir. Hedefi tayin etmelidir. Allah yeryüzünü Adem oğuları için yarattı. Gaye yine insandır. İnsanın bir tarafa yol almasıdır. Kişi olarak insanın eğitilmesi, daha yüksek makamlarda yaşayabilecek hâle getirilmesidir. İnsanın kendisi önemlidir. Çünkü Allah onu kendisine halife yapmıştır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Ama hâlik olmak için birilerini yaratması gerekir. Sonunda yeryüzünde insanı seçmiştir.

Allah insanı cennete hemen girecek şekilde yaratır ve insanı doğrudan cennete koyabilirdi. Bu yaratma kendisi için elbette kolaydır. İnsanı olgun olarak kırk yaşında yaratmak O’nun için zor değildir. Ama asıl istenen insanın kendi iradesi ile yücelmesidir, insanın kendi emeği ile cenneti hak etmesidir. Böylece insanı irade sahibi olarak var etmiş, sonra ona yol göstermiş ve o yola kendi istekleri ile tâbi olanları cennetine götürmüştür. Uymayanları da cehennemde eğitmek üzere oraya gönderecektir. Allah bunu böyle yapmıştır.

“Efendim, neden böyle yapmış, ne gerek var?” diye bir soru sorsak, bu sorunun ne yararı var?

O’nun ne yapacağını biz O’na öğretecek durumda değiliz.

En doğrusu bu imiş ki, her şeye muktedir olan Allah böyle yapmıştır. Bizim işimiz O’nunla tartışmak değil, emirlerini anlayıp uygulamak olmalıdır. Ama tartışanlar olacak, emirlerine karşı gelenler de var olacaktır. Çünkü Allah insanı böyle yaratmıştır. Bu dünya düzenini böyle kurmuştur. Neden böyle yaptığının açıklamalarını yapabiliriz, ama bunu sadece kendimizi tatmin için yaparız, O’nu sorguya çekemeyiz.

Bir kitapta şöyle yazılı imiş: “Yeryüzünde zulüm vardır. Allah varsa bu zulmü ya kaldırmıyor, o halde acizdir; yahut kaldırmıyor, o halde zalimdir! O halde Allah yoktur!” Bir akıllı böyle diyor.

Önce, yeryüzünde zulüm varsa bunu var eden yine Allah değil mi? Kendiliğinden bir şey olamayacağına göre Allah yoksa zulmü kim var etti? O halde, ‘zulüm vardır’ dediği anda ‘Allah da vardır’ demiş oluyor. Düşünüyorum, o halde varım gibi bir şey. ‘Allah zalimidir, zulüm varsa bunu da Allah yapıyorsa o halde Allah zalimdir’ sözü doğru olabilir. Ama ‘Allah acizdir’ sözü doğru olamaz. Zulmü yapması O’nun iktidarını gösterir. Burada bir husus daha önemlidir. Olan olayın zulüm olduğunu kim söyledi? İnsanı öldürürsen zulüm oluyor da, ineği kesip yerken neden zulüm olmuyor? Demek ki zulüm kavramını var eden de Allah’tır. Öyleyse O’nun zalim olduğunu değil, zulmün hâlikı olduğunu söyleyebiliriz. Ehli Sünnet kelamcıları bu görüştedir.

Bunu böyle söyleyen kimdir? Ona bu gücü veren kimdir? Allah değil midir? İnsan, Allah var mı veya yok mu diye tereddüt edebilir. Ama ‘Allah yoktur’ diye hükme varmak insan aklı için nasıl mümkün olur?

Demek ki Allah öyle akılsızları da yaratıyor. Teslimiyetten başka yapacağımız bir şey yoktur.

فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ (Fa Lav PaVFun GaLAYHiM)  “Onlara havf yoktur.”

Onlara bu dünyada havf yoktur. Hidayet hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktır.

Bundan yarım asır önce mü’minlerin içlerine derin bir kasavet çökmüştü. Kâfirler de kendilerinden son derece emin idiler. Laik düzen gelmiş, tanrı yeryüzünde yok edilmiş, yaşlı birkaç kişi şimdi inanıyor, onlar da ölünce ondan sonra artık tanrıya inanan kimse kalmayacak, yeryüzüne sermaye veya devlet tanrı kılınacaktı...

Mü’minler de ümitlerini kesmiş bir durumda herhalde kıyamet gelmektedir diye düşünmüş, artık yeryüzünde tekrar din ve şeriat ortaya çıkmayacaktır sanmışlardı. Ama yarım asır gibi kısa bir zamanda ‘devlet tanrısı’ kün feyekün oldu. Şimdi ‘sermaye tanrısı’ savaşta ama artık çöküntü alâmetleri belirmiştir. Önemli olan şudur. Sermaye tanrısızlık iddiasından vazgeçti. Kilise ile, dinler arası diyalog ile kendi hakimiyetini sürdürmek istiyor. Artık, ben tanrıyım, param var, silahım var, istediğimi yaparım teranesi bitti. Dolar sallanmakta...

Yani; kıyamete kadar inananlar daima üstün olacaklardır. İlâhi hidayet devam edecektir. Mü’minler bu arada zulüm görecekler, şehitler vereceklerdir. Ancak onlar günahlarını bu dünyada tekfir edip âhrette cennetlere gideceklerdir. Onlar için bu dünya azabı rahmettir. Bu sayede âhiret azabından, ebedi azaptan kurtulacaklardır. Kadın çocuk doğururken sancılar çeker ama bir daha çocuk yapar. Çünkü bir günlük azap ona ömür boyu saadet getirecek çocuğu verir. Mü’minler de bu dünyada birkaç yıl zulme uğrarlar ama âhirette ebedi saadete ulaşırlar.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(38)   (Va LAv HuM YaPZaNUvNa)  “Onlar mahzun da olmayacaklardır.”

Âhirette de mahzun olmayacaklardır. Burada ‘âhiret’ kelimesini eklememiz bundan sonra gelen âyetten anlaşılmaktadır. Onlardan bahsederken ateşten bahsetmektedir. O halde âhiret sözkonusudur. Mü’minler için de âhiretten bahsetmiş olmalıdır.

Hüzün” üzülmedir. “Hazan” sonbahardır. Sonbaharda sararıp dökülen yapraklar insanda bir üzüntü yaratır. Ümitsizliğin ve ayrılığın verdiği sıkıntıdır. Hidayete tâbi olanların bu dünyada ümitsizliğe kapılıp üzülmelerine gerek olmadığı gibi, âhirette de bir üzüntüleri olmayacaktır.

İnsanlık henüz Kur’an üzerine eğilmemiştir. Müslümanlar da Kur’an’ı bırakarak fetvalarla ve tesbihlerle meşgul oldular. Ama insanlar sorunlarını sadece Kur’an’ın çözmekte olduğunun er veya geç anlayacaklardır. Kur’an yeniden tüm insanlığa nur ve hidayet olmaya devam edecektir. Çok kısa zaman içinde bu görülecektir. Sabah yakındır…

“Havf” ve “Hüzün”, ikisi de ruhi kötülüklerdir. Asıl olan budur. Acı duyan beden değil, ruhtur. Nitekim uyuşturuyorsanız veya bayıltıyorsanız artık insan acı duymuyor. Bugün bu ilmen tamamen sabit olmuştur. “Havf”, gelecekte olacakların doğurduğu sıkıntıdır. “Hüzün” ise geçmişte olanlardan dolayı duyulan sıkıntıdır.

Kur’an’daki kelimeleri tahlil ettiğimizde müsbet ilimler ortaya çıkar. Psikolojik tahliller yapmak istiyorsak, Kur’an’daki kelimeleri tasnif edip psikolojinin kavramlarını ortaya çıkarmamız gerekir.

***

وَالَّذِينَ كَفَرُوا (Va elLaÜIyNa KaFaRUv)  “Küfretmiş kimselere gelince.”

Hidayetin aklî ve naklî olduğunu belirtmiştik. Küfretmiş olanlar aklî delilleri reddedenler demektir. İnsan aklı Allah’ın hidayetini öğrenme kabiliyetindedir. Herkes aklı ile doğru ve yanlışı bilir. Hata edebilir ama doğru ve yanlış kavramına sahiptir. İki yaşındaki çocuk bile yaptığı yanlışı gizlemeye çalışır.

Allah hatadan dolayı sormayacaktır. Allah için önemli olan insanın bile bile yanlış yapması, inkâr etmesi, doğruyu gizlemesi ve doğru bildiğini yapmamasıdır.

Kelamcılar imanın kaynağını dört olarak gösterirler: Akıl, Kitaplar, Kur’an ve İcma.

İnsanlar bunlardan herhangi biri ile hakkı bulabilir ve onu kabul ettikleri zaman cennete gideceklerdir. Bunlardan biri ile hidayeti bulduğu halde ona uymayan kâfirdir.

Yukarıda “hidayete tâbi olanlardan” bahsederken, burada “küfredenlerden” bahsediyor. Yukarıda iman edenlerden bahsetmiyor. Çünkü kuru iman bir şey ifade etmemektedir. Ancak ameli salih ile beslendiği zaman iman insanları kurtarır. Burada da kötü amelden bahsetmiyor. Çünkü azab insanın küfründen ileri gelmektedir. Çünkü insan günah işleyebilir, ama ondan tevbe eder ve iyiliklere avdet edebilir. “Kâfir” ise iyiliği reddeden, kötülüğü de normal sayan kimsedir. ‘Çıkarım var, o halde ben bunu yaparım.’ İşte bugünkü Batı mantığı budur. Onlar için hak ve hukuk yoktur. Kim kuvvetli ise o haklıdır. İşte bu küfürdür. Böyle insanlar cennete gitmeyeceklerdir. Mahkemeye giden bir kimse haksız olduğunu anladığı halde kabul etmez ve yine kendisini savunmaya devam ederse, işte o kâfirdir. Yanlışlıkla kendisini haklı kabul eden haksız da olsa sorumlu değildir.

وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا (Va KazZaBUv EaYAvTıNAv)  “Ve âyetlerimizi tekzib ettiler.”

Bu da naklî delilleri nehy etmektir. Âyetleri nehy etmektir. Allah insana akıl vermiştir. Kendisine söylenenin doğru veya yanlış olduğunu ayırdedebiliyor. Doğru olanı da anlayabiliyor. Çünkü insan beyninde dışarıda olanların bir haritası vardır. Olaylara paralel hareketler olur. Doğruluğunu beyninizde kanıtlarsınız. Buna inanmak gerekmektedir. Yani, müsbet ilimle sabit olanlar Allah’ın âyetleridir. Onlara inanmak gerekir. Kur’an’ın Allah sözü olduğu da yine böyle âyetlerle sabit olmaktadır. Kulak vermeyip tekzib etmektedirler.

Tarihte gelen peygamberler hep mucize gösterdiler ve öylece hakka dâvet ettiler. Bunların hepsi birer âyetti. Kur’an da kıyamete kadar mucize olmaya devam edecektir. O da bir âyettir. İşte o delilleri yani âyetleri değerlendirmeyip inkar etmek, söylenenleri tekzib etmek demektir. İnsanlar sahip oldukları bütün bilgileri başkalarından öğrenmektedirler. Tarihi aktarmalar bugünkü bilgi birikimini oluşturdu. Asıl olan söylenenlerin doğru olmasıdır. Sokakta birisine bir yeri sorarsanız, size yol gösterir, siz ona inanırsınız, söylediklerinin doğru olduğunu kabul edersiniz. Ancak aksine bir delâlet varsa dediğini reddedersiniz.

Demek ki esas olan söylenenin doğru olduğunu kabul etmektir.

Peygamberler böyle yapmıyor, Kur’an böyle yapmıyor, doğru söylediğini ispat ediyor.

Sorduğunuz adam cebinden harita çıkarıyor, işte burası şu sokak diyor. Bakıyorsunuz, levhada o sokağın adı yazılı. Gideceğiniz sokağı haritada gösteriyor. Artık sizde şüphe kalmaması gerekir.

İşte peygamberler de böyle yapmışlardır. Oysa karşı çıkanların hiçbir delilleri olmadığı halde söyleneni inkar etmişlerdir. Küfür ve tekzib bir arada olmuştur. Tekzipleri küfürleri ile birlikte olmaktadır.

أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ  “Onlar nâr ashabıdır. Onlar ateş halkıdır.”

Daha önce de belirttiği gibi, insanlar ölecek, sonra dirilecekler, iyiler cennete, kötüler cehenneme gideceklerdir. Burada Hazreti Adem’e bunun bildirildiğini ifade etmektedir. Yani, Adem aleyhisselâm daha ilk zamanlarda vahiy almış ve Kur’an’da bildirilenler ona da bildirilmiştir. Kâfirler küfürlerini teyit etmek için insanların kendi akılları ile tanrılar icad ettiklerini ileri sürmektedirler. Güya sonra tek tanrı düşüncesine ulaşılmıştır. Oysa, Allah daha ilk insana vahyetmiş, Allah’ı ve âhireti bildirmiştir. Ama insanlar içinde kâfirler olduğu için onlar haktan uzaklaşmışlardır. Bunun sebepleri nelerdir? Şirk yani çok tanrılar inancı zamanla oluşmuştur. Dinde tekâmül yoktur, dinde bozulma vardır. Şeytanın iğvası ile insanlar sapıtmışlardır. Şirkin nasıl doğduğunu iyi bilmemiz ve tüm kitapları okurken bu bilgiler ile düzeltmemiz gerekmektedir.

a)       Allah Kâinatı insanlardan başka meleklerle idare etmektedir. Meleklerin yaptıkları Allah’ın kulları olarak yaptıklarıdır. İnsan nasıl kul olarak yapıyorsa, melekler de öyle yapmaktadırlar. İnsanlar zamanla melekleri tanrılaştırarak onlara tapmaya başlamışlardır. Melekler tanrılar olarak gösterilmiştir.

b)      İnsanlar zamanla sadece melekleri değil, peygamberleri ve kralları da tanrılaştırarak onlara tapmaya başlamışlar, böylece putlar oluşmuştur.

c)       Allah’ın adları O’nun sıfatlarından biridir. Eskiden yazı olmadığı için tanrı şekille gösteriliyordu. Mesela, Sümerlerden önce tanrı gövdesi balık başı insan gibi gösterilmiştir. Böylece onu kudretli varlık olarak ifade etmişlerdir. Eski uygarlıklarda tanrı anaya benzetilmiş ve kadın heykeli ile ifade edilmiştir. Kur’an’da da rahman ve rahim sıfatları kadının vasıflarıdır. Sonra bu şekillerin kendileri tanrı gibi kabul edilerek ona tapılmıştır. Mescitlerdeki Allah, Muhammed, Ebu Bekir levhaları gibidir. Sonra onları kutsileştirirsek putperestlik olur.

d)      Herkes kendi dilinde tanrıya başka ad verdi. Sonra kentleşmeye başlayınca bir araya gelenler tanrı olarak kendi dilini kullandı. İsimlerin farklılığı müsemmaların farklılığına sebep olmuştur. Bugün de aynı kitaplara ve aynı peygamberlere inandığımız halde, Hıristiyanlarla bizim aramızda farklı din vardır. Hattâ Şiilerle Sünniler arasında da bu fark mevcuttur.

Görülüyor ki, peygamberler tek ilâh inancını getirdiler, sonradan oluşan şirk ile mücadele ettiler. İnsanın veya meleklerin tanrılaştırılması, insanın kendisini küçültmesidir. Allah’ın halifesi olduğunu unutmasıdır. Bugünkü diktatörleri tanrılaştırma şirki de bunun benzeridir. Bunların tanrı olmadığını herkes bilmekte ama yine de onlara tapmaktadırlar.

Kur’an bunların ateş ehli olduğunu bildirmektedir. Hazreti Adem’e bu olacaklar haber verilmektedir.

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(39)  (HuM FIyHAv PALiDUvNa)  “Onlar orada kalıcıdır.”

Biz insanlar moleküler yapı içinde yaşıyoruz. Ateşe dayanamayız. Yüksek sıcaklıklarda yapımız bozulur. Oysa cinler çekirdek yapılıdırlar, yüksek sıcaklıklara dayanıklıdırlar. Biz moleküller arasında reaksiyonlarla şekeri yakarak yaşarız. Cinler ise çekirdek reaksiyonlardan yararlanarak yaşarlar. On dört numaralı karbon on iki numaralıya dönüştürülür. Ama insandaki bütün hayat aynı şekildedir. Güneşin helyum yüzeyi vardır. Dağlar vardır, dereler vardır, bitkiler vardır, yapraklar vardır, çiçekler vardır, tohumlar vardır. Orada hidrojen helyuma çevrilmektedir. Böylece çıkan ışıktan yararlanarak oradaki canlılar yaşamaktadır.

Âhirette de iki çeşit hayat olacaktır. Biri bu dünyada olduğu gibi moleküler yapı ile hayatın sürdüğü cennetliklerdir. Diğeri de yapıları çekirdek yapılarına dönüştürülmüş olan cehennemliklerdir. Kâfirler ve âyetleri tekzib edenlerin durumu böyledir. Her iki taraf da orada sürekli olarak kalacaklardır.

Daha önce belirttiğimiz gibi milyarlarca yıl sonra başka bir hayata geçilecektir. Başka zaman ve başka mekân olacaktır. Ama cennet ve cehennem devam ettikçe onlar orada kalacaklardır.

***

يَابَنِي إِسْرَائِيلَ (YAv BaNİy İSRAEİyLa)  “Ey İsrail oğulları”

Bu sûre Kur’an’ın tanıtılması ile başlamış, bunun bir hidayet olduğu bildirilmiştir. Bu hidayetin Hazreti Adem’e vaadedilen hidayet olduğu anlatılmıştır. Kur’an gelinceye kadar kitaplar geldi ve insanlığa hidayeti öğretti. Sonunda Kur’an son kitap olarak gönderilmiştir. Ondan önce gelen kitaplar Kur’an’ın anlaşılması yani önceden insanları Kur’an’ı anlamaya alıştırmak için gönderilmiştir. Kur’an hüdadır denmiştir. Sonra da Hazreti Adem’e, size hüdam gelecektir diyor. Kur’an’ı müjdeliyor.

Kur’an gelmeden önce Kur’an’ın ön uygulamasını yapmak üzere bir kavim görevlendirilmiştir. Bunlar “İsrailoğulları”dır. O zamanlar gelişmiş bir yazı yok, üniversiteler, yok, ulaşım yok, haberleşme yok. Böyle birileri de ancak bir aile, bir soy ile olabilirdi.

Allah bununla Hazreti İbrahim’i görevlendirmiştir. Ondan İsrail oğulları ortaya çıkmıştır. Hazreti Muhammed de Hazreti İbrahim soyundandır. Doğudaki Brahma ve Buda dinleri de Hazreti İbrahim’in çocukları ve torunlarınca geliştirilmiştir.

Kur’an mü’minlere tevdi edilmiştir. İsrail oğullarının yerini mü’minler almıştır. Artık insanlardan isteyen herkes mü’min olabilmektedir. Ancak yine de mü’minler seçilmiş kimseler olmaktadır.

Kur’an Hazreti Adem’den sonra İsrail oğullarını, bilhassa Hazreti Musa’yı anlatmaktadır. Kur’an’ın ilk örnek uygulamasıdır ve hâlâ devam etmektedir. Kıyamete kadar da devam edecektir. Kur’an Mekke’de inen âyetlerde İsrail oğullarının peygamberlerini tanıtmıştır. Hazreti Musa’dan uzun uzadıya bahsetmiştir.

Medine’ye nasıl gelinmiştir?

Medine’de Araplar ve Yahudiler vardı. Hakim unsur Araplardı. Arapça konuşuluyordu ve orası bir Arap kenti idi. Ne var ki Yahudilerin kitapları ve uygarlıkları vardı. Bu durum Medine Araplarını sıkıyordu. Yahudilik sadece İsrail oğullarına indiği için ne Yahudiler onları dinlerine davet ediyor, ne de Medine Arapları o dine girmeyi düşünüyordu. Mekke’de Kur’an okunmaya başlandığında Medineliler bundan hoşlanmışlar, Hazreti Muhammed’i Medine’ye dâvet etmişlerdi. Arapların üstünlünü pekiştirmek için dâvet edilen Hazreti Muhammed İsrail oğullarını direkt olarak muhatap almış, onların üstünlüklerinden bahsetmeye başlamıştı. Ama bu husus Medine Müslümanlarını rahatsız etmemişti. Çünkü onlar Kur’an’a tam olarak inanmışlardı.

İsrail oğulları bugün de dünyada etkin olarak varlıklarını sürdürüyorlar.

Hazreti Adem’in hikâyesinden sonra doğrudan doğruya İsrail oğullarına hitap etmesi ile adeta Kur’an’ı onların benimseyip yaymalarını istemiş durumundadır.

Kur’an muhatap olarak başka hiçbir kavmi almamaktadır. “Ey Adem oğulları” demektedir. “Ey nâs” demektedir. Bir de “Ey iman edenler” diye hitap etmektedir. Ama ey Araplar, ey Kureyş gibi hitaplar yoktur. Burada da birden bire Ey İsrail oğulları diye başlaması o kavmin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu sûre Medine’de ilk nâzil olan sûrelerdendir. İsrail oğullarına hitap ile başlaması önemlidir.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm Mekke’den gelmişti. Tevrat hakkında hemen hemen söylentiden başka bilgisi yoktu. Ama Mekke’de inen sûreler peygamberleri öğretmiş, Medine’ye gelince İsrail oğullarının tarihini de ne kadar iyi bildiği anlaşılıyordu.

Bugün de Kur’an’ı doğru anlamamızda Tevrat’ın bize çok yardımı vardır. Mesela Furkan’ın Budistlerin kitabı olduğunu biz Tevrat’tan öğreniyoruz. Tevrat’ta Kantura adlı Hazreti İbrahim’in hanımından dört oğlunun doğuya gönderildiğini bilmesek, daha önce Furkan’ı da indirdik ifadesini anlamamız mümkün değildir.

Şimdi İslâmî düzeni iyi anlamamız gerekmektedir. Allah tüm insanlara İslâmî düzene yani barış düzenine girmelerini emrediyor. Barış düzenine girmeyenleri müşrik olarak vasıflandırıyor ve onlarla savaş yapılmasını emrediyor. Barış düzeni şeriattır. İnsanların uzlaşarak anlaşmaları ile oluşan düzendir. Anlaşamadıkları hususlarda hakemlere giderler ve hakemler sorunlarını çözerler.

Ne var ki, öyle kimseler olacaktır ki, onlar anlaşmalara riayet etmeyecekler. O zaman ne yapılacak?

İşte, o zaman bir grup çıkacak, askeri teşkilat oluşturacak ve bunlarla savaşacaktır. Tarihte bu görev İsrail oğullarına verilmiştir. İlk şer’î düzeni bunlar kurmuşlardır. Hazreti Nuh daha önceleri düzen kurmuş ama bu sadece Mezopotamya’da geçerli olmuştur. Oysa İbraniler kendi uygarlıklarını tüm Akdeniz’de ve Ortadoğu’da yaygınlaştırmışlardı. Hazreti Muhammed aleyhisselâm ile bu uygarlık bugün tüm dünyayı kaplamıştır. İşte bu gelişmelerin karşısında yeni bir topluluk ortaya çıkıyordu, onlar da mü’minlerdi.

Mü’minler İsrail oğullarının yerine geçmektedirler. Yeni bir kavim ortaya çıkıyor. Ne var ki bu yeni kavim soya dayanmıyor, imana dayanıyordu. Yani, insanlardan isteyen herkes bu topluluğa katılabilecekti. Ama bunlar da İsrail oğulları gibi seçkin topluluk olacaktı. Çünkü bunlar yeryüzünün güvenliğini sağlayacaklardır.

Mü’minler yeryüzünde güvenliği tesis etmekle yükümlüdürler. Birinci Kur’an uygarlığında bunu kısmen sağladılar. İkinci Kur’an uygarlığında bu hususta tam hakimiyeti sağlayacaklardır. İşte mü’minler İsrail oğullarının alternatifi olarak geldiklerinden, mü’minlerin onlardan iktidarı nasıl devralacaklarını burada anlatmaktadır. Kur’an’ın dedikleri gerçekleşmiş, Müslümanlar dünyanın her tarafında hükümran olmaya başlamışlardır. Önce Sasani imparatorluğu, sonra Roma imparatorluğu, Gök Türk imparatorluğu ve Hindistan Müslümanların hakimiyetine girmiştir. Ne var ki, yaşlanma dolayısıyla gerilemiş, bu arada Batı genişlemiş ve tüm İslâm ülkelerini istila etmiştir. Bir ara Sakarya’ya kadar gelenler geri dönmeye başlamışlardır. Avrupalılar bu sefer Yahudilerin icat ettiği ateizm belasına tutulmuşlardır. Kur’an’ın İsrail oğullarına hitabı vardır.

Bundan sonraki âyetler şimdi dünyayı sömüren İsrail oğullarına neler söyleyecektir?

Buradaki çok önemli husus, İsrail oğullarına bizim aracılığımızla hitap etmekte, doğrudan onlara hitap etmektedir. Dolaysıyla onları hâlâ bizim gibi yeryüzündeki düzenin kurulmasında görevli görmektedir. Kur’an böylece onlara da nâzil olmuş bir kitap durumundadır. Kur’an bütün insanlara hitap ediyor, mü’minlere hitap ediyor; bir de İsrail oğullarına hitap ediyor. İnsanlardan isteyen mü’min olabilmekte ve Kur’an’a doğrudan muhatap olmaktadır. İsteyen müslim kalmakta ve o zaman Kur’an’a mü’minler üzerinden muhatap olmaktadır.

Burada çok önemli olan bir diğer husus, Kur’an’da henüz “Ey iman edenler” sözü geçmemiştir. Yani, mü’minlerden önce İsrail oğullarına hitap etmektedir. Çünkü Kur’an hem onların başlattığı inkılâbı devam ettirmektedir, hem de onların görevlerine son vermiş değildir. Yeni düzende onların yeri de belirlenmiş olacaktır.

Bu âyetler bizden çok İsrail oğullarına inmiştir.

İsrail oğulları bu âyetleri İbraniceye çevirip kadim mukaddes kitaplarına eklemelidirler. Bu biz mü’minlerin görevidir. İbraniceye çevirip; alın bakalım, Kur’an’dan size mesaj var dememiz gerekir.

 

اذْكُرُوا نِعْمَتِي (uÜKuRUv NiGMaTIy)  “Size olan nimetimi zikredin.”

Allah İsrail oğullarına büyük nimetler vermiştir. Önce Yusuf aleyhisselâm vasıtasıyla o zamanın en uygar ülkesi olan Mısır’a taşındılar. Mısır’da Firavunun sosyalist devleti vardı. Mevsimleri gelince halkı çalıştırır, onlara yiyecek verirdi. Bir yıl onunla geçinirlerdi. Kışın ise boş otururlardı.

İsrail oğulları Mısır’da hem yazın çalışıp yevmiyelerini alıyorlardı, hem de kendileri çoban bir topluluk oldukları için hayvan besliyorlardı. Böylece İsrail oğulları köle oldukları halde varlıkları ileri seviyede idi.

İsrail oğulları sonra Mısır’dan çıktılar. Firavun onları kovaladı ama kendisi boğuldu. Nihayet mukaddes ülkeye girdiler. Tevrat onlara inmişti. Dünyaya hükmettiler. Akdeniz’i hükümranlık bakımından göl hâline getirdiler. Böylece Allah onları korumuş, nimetler vermiştir.

Bugün de dünyanın en zengin ve etkin kavmi olarak onlar vardır.

Kur’an Allah’ın bu nimetini onlara hatırlatıyor. Bunu kendiliklerinden elde etmediler.

Haçlı Seferleri öncesinde İsrail oğulları en düşük bir topluluktu. Ticaretle geçiniyorlardı. Toprakları yoktu, sanatı da bilmiyorlardı. Ticaret ise o zaman gelir getirmeyen bir meslekti. Çünkü Avrupa tarım dönemini yaşıyordu. İncil indi ve dünya Hıristiyanlaştı. Kur’an geldi ve dünyanın diğer kısmı İslâmlaştı. Bunlar arasında başlayan savaşlar sonunda Avrupa’ya sanayi girdi. Ticaret makbul meslek oldu. İşte bu dönemde Avrupa’da İsrail oğulları en aşağı seviyede iken, en üst seviyeye çıktılar. İslâmî ilimleri Avrupa’ya lâik ilimler olarak taşıdılar. Böylece sanayi devrimi oldu. Sonunda kâğıt para sayesinde dünya onların adeta kölesi oldu.

Allah onlar üzerindeki nimetini böylece tamamladı. İşte Kur’an onlara bunu hatırlatmaktadır.

الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ (elLaTIy EaNGaMTu GaLaYKuM) “Size in’am ettiğim nimetimi zikredir.”

Allah diğer kavimlere in’am etmediği nimetleri onlara in’am etmiştir. Yeryüzünde böyle uygarlıklar kurarak varlıklarını kıyamete kadar sürdürecek bir kavim daha var etmemiştir. Kur’an nâzil olmadan önce de uygarlıklarını kurdular. Bugünkü Avrupa uygarlığı da onların eseridir. Amerika’nın fethi ile ellerine geçirdikleri altınlarla dünyadan ham madde aldılar, Avrupa’da mamul madde hâline getirdiler ve dünyaya sattılar. Mason localarını aracı olarak kullandılar. Avrupa’da el sanatları olmadığı için bu eksikliği makine ile gidermeye çalıştılar. Böylece bugünkü sanayi uygarlığı doğdu. Kapitalizmi ve sosyalizmi de onlar icad ettiler. İşte böylece dünyaya hakim oldular. Allah’ın nimetlerine gark olmuş bulunmaktadırlar.

وَأَوْفُوا بِعَهْدِي (Va EavFUv Bı GaHDî)  “Artık ahdimi ifa ediniz.”

Allah’ın onlardan aldığı ahit ne idi? Bu ahit bu sûrenin sekseninci âyetlerinde anlatılmaktadır.

a)       Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz. Haramları yemeyecek, faizci olmayacak, zinacı olmayacaksınız.

b)      Anne babaya, yakınlara, yoksullara iyilik edeceksiniz. Sosyal güvenliği tesis edeceksiniz. Siz ne yaptınız? Paralı aidatlı sosyal güvenliği tesis ettiniz. İhsan değil, zulüm çarkını kurdunuz. Halkı soymak ve işçileri esir etmek için bu düzeni kurdunuz.

c)       Namazları kılacak, zekâtı verecektiniz. Oysa siz mabetleri müzeye çevirmek içim çaba sarfettiniz. Zekâtın yerini KDV’ler aldı.

d)      Kan akıtmayacak, göçler oluşturmayacaksınız. Siz ise her vesile ile savaşlar çıkardınız ve insanları yerlerinden ve yurtlarından ettiniz.

Ahdimi yerine getirmediniz.

أُوفِ بِعَهْدِكُمْ  (EUvFı Bi GaHDiKUM)  “Ben de size olan ahdimi yerine getireyim.”

Size vaad ettiğim toprakları size vereyim, sizi huzur ve saadet içinde yaşatayım.

Bu kadar imkanlara ulaşmış olan İsrail oğullar İsrail’de elbette adil devlet düzenini rahatça kurabilir. Filistinlileri bir tarafa bırakalım, o zaman bütün Araplar oraya göç için can atarlardı. Oysa onlar tam tersini yapıyorlar, devlet terörü oluşturuyorlar. Her tarafı tehdit ediyor ve ülkelerini kan gölüne çeviriyorlar.

Bunu kim yapıyor? Amerika’da büyük sermaye sahibi olan Yahudiler yapıyor.

Bu üstünlük İsrail’deki Yahudilere intikal etmesin diye İsrail’i kan gölüne çevirtmektedirler. Allah da şimdi onlara bildiriyor; ahdinizi yerine getirin, ben de ahdimi yerine getireyim. Yoksa, eski sürgünlere benzer sürgüne uğrarsınız, Amerika’da da sizi barındırmazlar. Bakınız, bundan önceki iki seçimde kıl payı kazandınız, hattâ hile ile kazandınız. Çevre eyaletlerde kaybettiniz. Yani, iç eyaletler de uyandığında sizin işiniz bitecektir.

Bugün dolarla ayaktasınız. Bir gecede dolar sıfırlanır ve sizin de hakimiyetiniz biter.

Gelin bu davranışlardan vazgeçiniz. Ben de ahdimi yerine getireyim.

وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِي(40)  (Va EıyYAvYa FaRHaBun)  “Bana irhab ediniz.”

Ruhban” kelimesi “Rahube” kelimesine akrabadır. Genişlik demektir. Ruhbaniyet, mabetlere çekilip huzur bulmaktır. Benim şeriatıma giriniz de rahat ediniz demektir.

Allah’ın İsrail oğullarına verdiği nimetlerini iyi kullanmıyorlar. Allah da onları bundan vazgeçmelerine çağırıyor. Yoksa sıkıntılara düşeceklerini bildiriyor. “Bana ruhbaniyet ediniz.” diyor.

***

 

وَآمِنُوا بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ (Va EAvMıNUv BiMaV eAnzALTu MuÖaDDıKan LiMa MaGaKuM)  

“Sizde bulunanı musaddık olarak inzâl ettiklerime iman ediniz.”

Burada “Enzeltü İleyküm” dememiş de, “Mâ Enzeltü” diyor. Yani, Tevrat’tan sonra gelen bütün kitaplara ve bilgilere iman ediniz demektir. Çünkü gerek İncil, gerekse Kur’an Tevrat’ı tasdik etmektedir.

Eğer Kur’an ve İncil gelmemiş olsaydı Tevrat tamamlanmamış olacak, sadece İsrail oğullarının bir dönem sorunlarını çözmüş olmakla yetinilmiş olacaktı. İncil geldi ve Tevrat’ı tüm dünyaya tanıttı. Onu insanlığın şeriatına çevirdi. Kur’an geldi, Tevrat’ta haber verilen Mesihlik gerçekleşmiş oldu. Tevrat’ta Mesih’in geleceği bildiriliyor, Hazreti İsa geliyor, tüm dünyanın üzerinde kabul ediliyor. 2000 senedir onun dini hakim.

Kardeşlerinden peygamber çıkacak deniyor, Hazreti İsmail’in torunlarından Hazreti Muhammed aleyhisselâm geliyor ve dünyayı aydınlatıyor. Bunlar gelmeseydi ne olurdu? Tevrat yalan söylemiş olurdu.

Bir de Tevrat’ın öğrettikleri ebter olurdu. Sonu olmayan bir çıkış olurdu.

İsrail oğulları küfürlerinden dolayı hâlâ kabul etmiyorlar. Bazı Yahudiler, biz İsa’nın peygamber olmadığını, Muhammed’in peygamber olmadığını söylemiyoruz. Zekeriya Peygamber bize ‘benden sonra size nebi gelmeyecektir’ dedi; biz bunların bize gönderilen peygamberler olmadığını söylüyoruz diyorlar.

Kendileri bunda haklı olabilir. Onlar kendi kitapları ile hükmedecekler. Nasıl biz Hazreti İsa’yı ve Hazreti Musa’yı peygamber olarak kabul ediyor, ama Kur’an’a göre hareket ediyorsak, onlar da bizim gibi yaparlar. Ne var ki, Allah Kur’an’da bilhassa bu sûrede İsrail oğullarına doğrudan hitab edip onların devam eden görevlerini anlatmaktadır. Ondan sonraki Tâhâ ve Sâd sûrelerinde Kur’an İsrail oğullarına doğrudan hitap etmekte ise de, geçmişi anlatırken o zamanki peygamberlerin söylediklerini anlatmaktadır. Tevrat’ın en önemli görevi Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna şehadet etmesidir. Tevrat’ta anlatılanlar Kur’an’da anlatılmakta, şahit olarak gösterilmektedir. Tevrat’ın kendisinde icaz yoktur. Kur’an’ın kendisi ilmen Allah’ın sözü olduğu sabit olan bir kitaptır. Onun tasdiki Tevrat’ı da ilahi kitap yapar. Onun da ilmen ilâhi kitap olduğu sabit olmaktadır.

وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِه (Va LAv TaKUVNUv EavVALa KAvFiRin BiHIy)  “Kâfirin ilki olmayın.”

Yeryüzünde 5, 10, 15 milyon nüfusları olmadığı halde, onlara bu derece önem vererek “Kur’an’a ilk kâfir olmayın” diyor. Tarihte Yahudiler Müslümanlar tarafından hep yardıma uğramışlardır. Kudüs ellerinden alınmış iken, Hazreti Ömer Kudüs’ü fethetmiş ve bütün dinlere ibadethane hâline getirmiştir. İspanya’dan kaçan Yahudileri Müslümanlar İstanbul’a yerleştirmişlerdir. İslâm ülkelerinde Yahudiler her yerde rahat yaşamışlardır.

Şimdi ise Müslümanların en büyük düşmanları onlar olmuşlardır.

Bugün Müslümanların başına ördükleri belalarla Kur’an’ın ilk kâfirleri olarak ortaya çıkmaktadırlar.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlıları savaşa sokup imparatorluğu parçalatanlar onlardır... Türkiye’de dinsiz bir devlet oluşturmaya çalışanlar onlardır... Yeryüzünde komünizmi icad ederek milyonlarca Müslümanı kırdıranlar onlardır... Tüm Arap ülkelerinde sosyalist devletler kurdurup alimleri astıranlar onlardır... Türkiye’de on yılda bir askeri darbe yaptıranlar onlardır... Irak ve İran’da savaş çıkaranlar onlardır... Şimdi de İran’ı vurmaya çalışanlar onlardır... İslâm’a yaptıkları düşmanlık, diğer bütün din mensuplarından öncedir...

وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا (Va LAv TaŞTaRUv Bi EAvYAvTı ÇaMANan QaLIyLan)  

“Âyetlerimle semeni kalili satın almayın.”

Filistin gibi basit bir yurt için binlerce yıldır sizi koruyan Müslümanların ülkesini şimdi cehenneme çevirmeyin. Tarihte siz devlet kuracak durumda değildiniz. Şimdi ise kurdunuz. Neden barışı tesis etmiyorsunuz? Eğer yeryüzünde “Adil Düzen” için çalışsanız, “Adil Düzen” o toprakları zaten size verecektir. Çünkü Tevrat’ta o topraklar size vaat edilmiştir. Kur’an da orada toplanacağınızı bildirmektedir.

Biz Allah’ın kitaplarında yazılanlara uyarız. Tevrat size Nil ile Fırat arasını vermedi, oraları Hazreti İbrahim oğullarına verdi. Zaten bugünkü fiili durum da öyledir. Sizin için Hazreti Musa’ya vaadedilen İsrail’dir. Bunun size verilmesi gerektiğini biz biliyoruz. Biz bunu yapacağız. Mesela, Filistinlileri Sina çölünde yerleştirir ve onlara vatan yaparız. Size de Batı Şeria ve Gazze’yi veririz. Sizin sınırlarınızı biz Müslümanlar garantiye alırız. Kan ve savaş durur. Ama siz İslâm düşmanlığı yapıyorsunuz. Türkiye’deki fitneniz de devam etmektedir...

Başörtüsü sorunu sizin fitneniz… Kur’an kurslarının kapatılması sizin fitneniz… Tarikatların susturulması sizin fitneniz... Mescitleri derslerden uzak tutmak sizin fitneniz... Otel odalarındaki görüşmelerle hükümetleri indirmek sizin fitneniz... PKK sizin fitneniz... Sivas olayları sizin fitneniz…

Allah’ın size verdiği nimetleri hep fitne yapmak üzere kullanıyorsunuz. Siz zarar ediyorsunuz. Ama biz sizi yine kurtaracağız. Hıristiyanları yarım bin yıldır eziyorsunuz, dinsizleştiriyorsunuz, birbirleriyle savaştırıyorsunuz, Avrupa’ya kan kusturuyorsunuz. İlk fırsatta onlar sizi boğacaklar ve sizi yine biz kurtaracağız.

Allah sizi bunları yapmaktan men ediyor, ama …

وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِي(41)   (VaEiyYAYa Fa itTaQUvNa)  “Bana ittika ediniz.”

Benim şeriatıma giriniz. Allah size doğrudan hitap ediyor. Bu hitaba iyi kulak veriniz.

Allah ne diyorsa her zaman o olacaktır. Sizi “Adil Düzen”i tesis etmeye çağırıyor.

Ey İsrail oğulları! Allah sizden ne yapmanızı istiyor?

a)       Ey İsrail oğulları! Faizli sisteme son verin, karz-ı hasen sistemi ile dünya ekonomisini dengeleyin.

b)       Ey İsrail oğulları! Karşılıksız sahte para ile dünyayı sömürmekten vazgeçiniz. Altın karşılığı para çıkarınız. Demir, buğday ve toprak paralarını altına kote ediniz. İşletme senetleriyle, mal sentleriyle, reel ekonomiyle mâli ekonomiyi eşleştirin.

c)       Ey İsrail oğulları! Dünyayı sömürmek için kurulmuş vize, kota, gümrük gibi haram olan şeyleri ortadan kaldırınız. Mal hareketi, sermaye hareketi, emek hareketi ve bilgi hareketi serbest olsun. Her şey ham maddenin olduğu yere gitsin. Aralardaki engelleri kaldırın.

d)       Ey İsrail oğulları! Tekelin ticaretini ortadan kaldırın. Bırakın, serbestlik içinde herkes ticarette yarışsın. Kim başarırsa o piyasada kalsın. Tekeli önleyin. Bu faiz yasağı ve sermaye vergisi ile sağlanır.

Bu hususta bilginiz yetmeyebilir. Ama Kur’an’ı bu hususta yorumlayan Adil Düzenciler vardır. Onlarla işbirliği yapın. Böylece şeriat düzenine girin. Fitne düzenine son verin.

İşte, Allah doğrudan doğruya İsrail oğullarından bunu yapmalarını istiyor. Biz Adil Düzenciler hiçbir kin beslemeden daima işbirliği yapmaya hazırız. Başımıza gelenlerden dolayı size kin tutmuyoruz. Çünkü sizin elinizle onları hep Allah yaptı. Siz olmasaydınız, Allah başkaları ile bize yine o cezaları verecekti. Çünkü biz o azabı istihkak etmiştik. Yeter ki siz Allah’ın emirlerine kulak verin ve bizimle beraber çalışmaya başlayın.

***

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ (Va Lav TaLBiSUv elXAqQa Bi eLBAOıLı)  

“Hakkı bâtıl ile karıştırmayın.”

Hakkı karıştırma işini Gazali çok güzel anlatmaktadır. Felsefeciler önce hep doğruları söyler, ilerler, ilerler ve halkı felsefeye inandırırlar. Sonra kendi bâtıl düşüncelerini felsefenin içine sokarak o sayede bâtıla inandırırlar.

Bugün de yine İsrail oğulları böyle yapıyor, müsbet ilimle sabit olanları önce kabul ettiriyor, sonra saçma fikirlerini karıştırarak bugünkü ateizmi getirmiş oluyorlar. İslâm’ın müsbet ilmi Avrupa’ya girince hile yaptılar. Kilisedeki papaları satın aldılar ve müsbet ilimlere karşı çıkardılar. Müslümanlarda hiçbir sorun teşkil etmezken, dünyanın yuvarlak olduğu ve kendi etrafında döndüğü sorun olmuştur. Kilise işte böyle bâtılı savununca, bundan yararlanan sömürücü sermaye kiliseye darbe vurarak Avrupa’yı dinsizleştirdi. Hıristiyanlığın bu tutuculuğu yine satın alınan veya saf olan papalarla devam etti. Evrim teorisine karşı çıkıldı. Oysa evrim teorisi Tevrat, İncil ve Kur’an’ın söylediklerini kanıtlıyor, Yunan filozoflarının kıdem nazariyesini havaya uçuruyordu. Ama Darwin nazariyesine hâlâ din adına saldırılar devam etmektedir. 20. yüzyıl her yönüyle Kur’an’ın söylediklerini, kelamcıların iddialarını ispat etmiştir. Ama İmamı Gazali zamanında olduğu gibi lehine olan deliller tersine çevrilmiş ve din düşmanlığı yapılmıştır. Böylece bâtıl ile hak karıştırılarak hakkın yanında bâtıllar da doğru imiş gibi insanlığa yutturulmaktadır. İsrail oğulları servetlerini küfrün kabul ettirilmesi için harcıyorlar. Bu küfür önce sizi yutacaktır. Ne var ki, sizin içinizde hakkı kabul edenler de vardır da, işte onların yüzü suyu hürmetine nesliniz inkıraz etmemektedir. Mü’minlerin yardımı ile insanlığa yine hizmet etmeye devam edeceksiniz. Hakkı bâtıl ile karıştıran, yani bunları tezgahlayanların ise tozları bile kalmayacaktır.

وَتَكْتُمُوا الْحَقّ (VaTaKTuMu ELXAqQa)  “Hakkı ketmetmeyin.”

Evet, İsrail oğullarının da büyük katkılarıyla 20. yüzyılda gelişen ilimler, Kur’an’ın ve kelamcıların bildiklerini tasdik ve tasvip etmişlerdir. Bunlardan birkaçını sayalım.

a)       Kâinat ezelîdir diyorlardı. 20. yüzyılda Kâinatın 13,4 milyar yıl önce yaratıldığı ispatlandı.

b)      Kâinat ebedîdir diyorlardı. 20. yüzyılda Kâinatın ölüme doğru gittiği ispatlandı.

c)       Zaman ve mekân statiktir, uzamaz ve kısalmaz diye iddia ediyorlardı. Zaman ve mekânın izafi olduğu ispatlandı.

d)      Kâinatın sonsuz olduğu iddia ediliyordu. Kâinatın yuvarlak ve büyümekte olduğu ispatlandı.

e)       Yerin durduğu iddia ediliyordu. Yerin kendi etrafında ve güneş etrafında döndüğü ispatlandı.

f)        Yeryüzünde canlı hep vardı diye iddia ediliyordu. Yeryüzünde canlının iki milyar yıl önce var edildiği ispatlandı.

g)      İnsan hep vardı diye iddia ediliyordu. İnsanın en son yaratıldığı ispatlandı.

h)      İnsanın yavaş yavaş değişerek yaratıldığı iddi edildi. İnsanın birden yeni genetikle ortaya çıktığı ispatlandı.

i)        Mezopotamya’nın tufanla istila edilmediği iddia ediliyordu. Denizin işgal ettiği ispatlandı.

j)        Evliliğin sonradan oluştuğu iddia ediliyordu. İlk insanın evlenecek şekilde varolduğu ispatlandı.

k)       Âhiret inancının insanlar tarafından sonradan uydurulduğu söyleniyordu. Âhiret inancının ilk insandan beri varolduğu ispatlandı.

Böylece Kur’an’ın söyledikleri hep doğru çıktı. Bir tane bile yanlış bulunamamıştır.

Buna rağmen yine de ateizmi yaymaya devam ediyorlar ve Allah’ın kendilerine nimet olarak verdiği maddi imkânlarını O’na karşı kullanıyorlar!..

َ  وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ(42)(Va EaNTuM TaGLaMUvNa)  “Bile bile bunları yapıyorsunuz.”

Evet, bile bile insanları iğfal ediyor, gerçekleri gizliyorsunuz. Zulüm içindesiniz.

Bundan vazgeçmeniz gerekir. Bile bile bunları yapmayınız…

 

ADİL DÜZEN 350

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 12. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ(43)

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ(44)

وَاسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى الْخَاشِعِينَ(45)

الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ(46)

يَابَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِي الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ(47)

وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ

وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ(48)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ (Va EaQIyMUv elÖaLAvTa)  “Ve salâtı ikame ediniz.”

Bundan önceki âyetlerde İsrail oğullarına “Ahdimi ifa edin ve sizi tasdik edici olarak gönderdiğim Kur’an’a iman edin, bana ruhbanlık edin ve hakkı bâtılla kapatmayın.” demişti. Bu husustaki emirlerin İsrail oğullarına Kur’an’da verilmiş olması onların Kur’an’a iman etmesi içindir. Ancak Yahudilere ve Hıristiyanlara emredilen başka iki emir daha vardır; onlar da dinin direkleri olan namaz ve zekâttır. Bugün asıl Müslümanlar bunları terk etmişler, namazları evlerinde kılıyorlar ve erkânını da yerine getirmiyorlar. Yahudiler ve Hıristiyanlar da aynı şeyi yapmışlardır.

Onları görevlerine dâvet etmektedir. Salâtı ikame etme ve zekâtı ita etme emri verilmektedir.

Salât” toplantıları yapma demektir. “Zekât” da vergileri verme demektir. Bugün zekât değil de haraç alınmaktadır. Allah Yahudileri ve Hıristiyanları emredilen toplantılara çağırmaktadır.

“Namaz” nedir? Namaz, günde beş defa vakitli, haftada bir defa haftalık, senede iki defa yıllık toplantıları yapma demektir. Bunlar usulüne göre yapılacaktır. Şekil itibarı ile toplantı farklı olabilir ama günlük yaşamayı düzenleyen toplantılar mutlaka yapılacak ve bu toplantılarda ilâhi kitap okunacaktır. Her din mensubunun kıblesi farklı olacak, okuduğu kitap farklı olacak, toplantı saati ve günleri farklı olacak, ama bütün din mensupları mutlaka toplanacaklardır.

وَآتُوا الزَّكَاةَ (Va EAvTUv eLzZaKAvTa)  “Ve zekâtı veriniz.”

Zekât” temizlik demektir. Üretimde kamu payı vardır ve o haramdır. Onu yani zekâtı verenler mallarındaki haramları çıkarmış ve temizlemiş olurlar.

Bunun dışında, zekât değerlerin akışını sağlar ve bereket getirir. Böylece artışa sebep verdiği için zekât denmektedir. Yani, zekâtın manâsı halkın mallarını azaltmak değil, tam tersine çoğaltmaktır, çünkü verdikleri yine kendilerine dönecektir. Onlara da zekât vermelerini emretmektedir. Zekât miktarları ve alınma şekli farklı olabilir ama zekâtı vereceklerdir. Bütçe oluşturacaklar, halktan haraç almayacaklardır.

Bugün hükümetler güya meclisten kanun çıkararak vergi almaktadırlar. Dünya anayasalarında kuraldır, kanunsuz vergi olmaz. Bu kural İslâmiyet’ten öğrenilmiştir. İslâmiyet’te vergi Kur’an ve Tevrat’la belirlenmiştir. Onu kimse artıramaz, eksiltemez. Hâsılanın beşte biri kamunundur. Zulüm yönetiminde vergileri her gün hem de -Türkiye’de olduğu gibi- hükümetler artırıp eksiltmektedirler. Allah bunları hatırlatmaktadır.

Hem “Salât” hem de “Zekât” marifedir ve müfrettir. Verilen zekât birdir, bütün halkın verdiğidir, yani bütçededir. Namaz da tekildir, bütün cemaatin kıldığı namaz tektir.

Buradaki çok önemli bir husus şudur; “Sallû” demiyor, “Salâtı ikame edin” diyor. “Tasaddakû” demiyor, “Zekâtı ita edin” diyor. Çünkü bunlar birer kurumdur. Onların topluca yapılması gerekir.

Burada “verin” deyince, sadece vergi verin anlamında değildir. “Verin” deyince, toplanan sadakaları hak sahiplerine verin anlamı da çıkmaktadır.

وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ(43)   (VaRKaGUv MaGa elRAvKıGIyNa)  “Rüku edenlerle rüku ediniz.”

Burada namazdan bir cüz almış ve rüku emrini vermiştir. Hem de arada zekât emrini koyarak bunu emretmiştir. “Rüku edenlerle beraber” demek suretiyle salâtı ikame etmenin ötesinde bir şey anlatılmaktadır. O da rükua birlikte gidilmesini emretmektedir. Kıyas yoluyla diğer rükünleri de beraber yapmak farzdır. Bir de namazların cemaatle kılınmasını emretmektedir. Zekâttan sonra getirilmesi, bu ‘beraber yapma’ sadece namazda değil, tüm ortak işlerde yapılacaktır. Başkana bunun için gerek vardır. Ne yapacağımızı şeriat bize öğretmiştir.

Nasıl kıyam edeciğimizi, nasıl secde edeceğimizi biliyoruz, nasıl zekât vereceğimizi de biliyoruz. O sebeple onlar için başkana ihtiyaç yoktur. Ama birlikte yapabilmemiz için bir imama ihtiyaç vardır. Onun görevi birliği sağlamaktır. Bu yalnız ibadetlerde değildir. Tüm çalışma ve yaşamada işleri plan ve projeye göre yaparız. Yönetici kendisi proje çizmez. Ama yönetici kimin ne yapacağına ve ne zaman yapacağına karar verir. Mühendislikte temel kural budur. Uygulayıcılar projeye dokunmazlar. Uygulayıcılar sadece projeye uymakla sorumludurlar. Projenin mes’ulü başka, uygulamanın mes’ulü başkadır. Teşri ile icranın ayrılması bu demektir. Türkiye’de bir atölyeye katiyen istediğini yaptıramazsın, mutlaka projeye aykırı iş yapar. İlkel teknoloji budur.

“Rüku edenlerle rüku edin” denmiş olması bunu veciz bir şekilde ifade eder. İmam sadece birlik sağlıyor, cemaat kendiliğinden birlikte hareket ediyor. O sebepledir ki imamın yüzü kıbleye dönüktür. O önde hareket eder, kimin ona uyup uymadığına karışmaz.

Tevrat ve İncil’de emredilenler burada teyit edilmektedir. Şimdi bize de hatırlatma vardır. Kur’an nâzil olduğu zaman İsrail oğulları ne ise şimdi I. Kur’an uygarlığını kuran Araplar da bizim için aynıdır. Kıyas yolu ile bu âyet bugünkü Araplara da hitap etmektedir.

***

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ (Ea TaEMuRUvNa elNAvSa Bi eLBirRi)  “Nâsa birri mi emrediyorsunuz?”

Burada İsrail oğulları tüm nâsa, tüm insanlığa karşı muhatap alınmıştır. Nasıl peygamberler seçilerek gönderilir ve ‘niçin ben peygamber değilim de Hazreti Muhammed peygamberdir’ deme hakkımız yoksa, Allah tebliğ edici kavim olarak önce İsrail oğullarını seçmiştir. Bütün halk bir yana, İsrail oğulları bir yana.

İsrail oğulları hâlâ tüm dünyayı emirleri altına almış, yönetmektedirler…

Kur’an’dan sonra dünyayı yönetme işi iki topluluğa verilmiştir. Biri İsrail oğullarıdır. O kavimdir. Diğeri müminlerden oluşmuş, ırka dayanmayan ve isteyenin katılabildiği mü’min topluluktur.

Mü’minler ne zaman ki dünyaya hakimdi, o zaman Kur’an ile hükmediyorlardı. O zaman İsrail oğulları yoktu, mazlum topluluk olmuşlardı. Ne zaman ki mü’minler içtihadı bırakıp da yaşlandılar ve dünyayı yönetmekten çekildiler, İsrail oğulları tekrar ortaya çıktılar ve bugün onlar hükmediyorlar. “Adil Düzen” geldiği zaman onlar tekrar kendi içlerine çekileceklerdir. Yahudiler kendilerine uydurma şeriat icad ettiler. Başkaları kurallara uyacak ve onların istediklerini yapacak, ama kendileri seçilmiş kavimdir, günah işleseler de olur!  

وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ (Va TaNSaVNa EaNFuSaKuM)  “Kendinizi unutuyorsunuz.”

Temel kural şudur. Emredenler önce kendileri yapacaklar, sonra başkalarından isteyeceklerdir. Eğer kendileri yapmadan başkalarından yapmak isterlerse, o zaman İsrail oğulları gibi olurlar.

İslâmiyet’e saldırı 1900’larda başladı. Müslümanlar 33 sene hep gerilediler. Nihayet Mustafa Kemal’in “İnkılâplar tamamlanmıştır, şimdi muasır medeniyetin fevkine çıkacağız.” demesine kadar İslâmiyet gerilemeye devam etti. Sonra 33 sene duraklama devri geçirdi. Akevler’in kurulması, Millî Görüş’ün ortaya çıkması, Akyazılı Vakfı’nın kurulmasına kadar bu duraklama devam etti. 1967’lerde İslâmiyet’i benimseyenler atağa geçti. İlimde “Adil Düzen”i, siyasette Millî Görüşü, dinde Nur okullarını ve ekonomide Anadolu holdinglerini çıkardılar. 2000 yılı sonunda bunlar en üst seviyeye çıktılar ama aynı zamanda kriz dönemini de yaşıyorlar...

Bunun hikmeti nedir?

Bunlar kendileri demokrasiyi savundular ama partilerinde demokrasiyi uygulamadılar… Faize karşı oldular ama iştahla faize sarıldılar… Lâikliği savundular ama Diyanet İşleri Başkanlığı’nı güçlendirmeye çalıştılar… İlimde “Adil Düzen”i askıya aldılar… Böylece başkalarına emrettiler ama kendilerini unuttular!..

İşte İsrail Oğulları da zaman zaman böyle yapar, onlar öyle olunca Allah musibet verir, sürdürür, dağıttırır. Sonra mü’minler ortadan çekilince meydan onlara kalır ve hakim olurlar.

Bugün onların en güçlü olduğu dönemdir. Bu âyetler onlara şimdi nâzil olmaktadır.

وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ (Va EaNTuM TaTLUvNa eLKiTAvBa)  “Oysa siz kitabı okuyorsunuz.”

Bugünkü Batı’da bir hastalık vardır. Tevrat ve Kur’an’dan aldıkları görüşleri, İncil’den öğrendiklerini, bunları reddederek kendileri buluyormuş gibi sunuyor; Avrupa müktesebatı diye dayatıyorlar. İlâhi kitaplardan aşırıp işlerine gelenleri alıyor, gelmeyenleri atıyorlar. Bir yasayı uygularken de hep çifte standart uygulaması yapıyorlar. Hükümleri kendileri için ayrı, başkaları için -hele Müslümanlar için- ayrı uyguluyorlar. Kendi kitaplarına kendileri uymuyor ama insanların uymasını istiyorlar; istiyorlar değil, emrediyorlar!..

Bu âyet bugün nâzil olmadı da ne zaman nâzil oldu? Bu kadar canlı ve yaşanmakta olan görüntüyü 1400 sene önce bir kasabada yaşayan ve okuma yazma bilmeyen bir insan söyleyebilir mi?

تَعْقِلُونَ(44)  أَفَلَا (EaFALAv TaGQıLUNa)  “Akletmiyor musunuz?”

İşte, buna benzer bir akılsızlığı 20. yüzyılın son üçte bir döneminde işlediler.

Batı modeli içinde İslâmiyet’i yaşatacaklardı. Hâlâ bu akılda olanlar anayasa ekseriyeti ile iktidardadırlar. Tayyip bey, ‘felâket tellallığı yapıyorlar’ diyor. Biz yapmıyoruz, Allah yapıyor. Biz sadece iyi veya kötü tercümanız. Beğenmiyorsanız başkasına tercüme ettirin. Faizli düzen uygulayacaksın, ekseriyet sistemi uygulayacaksın, atanmış hakimlere bağımsızlık vereceksin, borçlarını her yıl artıracaksın, mahkemeler otuz yıl sürecek, faili meçhul cinayetler sürüp gidecek ve sen bu zulüm içinde hem de ‘adil iktidar’ olacaksın?!.

Ne yapalım? ‘Kendi düşen ağlamaz’ diyoruz ama, yine de ayağınıza diken batsa biz sizden çok üzülüyoruz. Tekçi sizin yerinize başkası düşmanımız olsa da bari rahatça kahretsek. Allah size yol verse, o zaman insanları dalâlete sürükler. Ben bunları Refah-Yol Hükümeti için de yazdım. O satırları şimdi okuyorlar ve ‘sen Erbakan muhalifisin’ diyorlar. Ben Erbakan muhalifi olsam onları yazmaz, başlarına gelecekleri önceden bildirmezdim. Şimdi de sizi sizden fazla sevdiğimiz için bunları yazıyoruz. Bu uyarımız Bülent Arınç’adır. Makamı işgal etmek için makama gelinmez, bir şey yapmak için gelinir. Bizim üzüntümüzün sebebi şudur. Kırk yıl uğraştık, Allah bize anayasa ekseriyetini verdi, menzile vardık; bir de baktık ki, su yok, serap var!..  

Bizim asıl korkumuz nedir, biliyor musunuz; yoksa biz bu işleri inanmadan mı yaptık?!.

Hayır! Adil Düzen Çalışanları, üzülmeyin, sizlere müjdeler var.

O 33 senenin öyle geçmesi gerektiği için öyle geçti. Siz hazırlanın diye Allah size mühlet veriyor ve dünyayı onlarla oyalıyor. Siz hazır olduğunuz zaman kendinizi iktidarda bulacaksınız. Kendiniz de nerden geldik diye şaşıracaksınız. Çünkü iktidarı veren de alan da Allah’tır. AK Partili kardeşlerimizden, Saadetlilerden, diğer bütün samimi partililerden kendilerini kurtarmalarını istiyoruz. “Gelin “Adil Düzen” gemisine binin, yoksa “sosyal tufan” geliyor, boğulacaksınız. Hazreti Nuh gibi, Hazreti İbrahim gibi, Hazreti Muhammed gibi yalvarıyoruz. Gelin, içinde bulunduğunuz çukurdan kendinizi kurtarın. Allah’tan korkun, ondan bundan değil.” diyoruz. Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç okumuyorlar ama milletvekilleri içinde bunları okuyan hiç mi yok?!.  

***

وَاسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ (Va iSTaGIdNUv Bi elÖaBRı)  “Sabır ile istiane edin.”

Subre” granit taştır. Dayanıklı olunuz demektir. Kendinizi öyle ayarlayacaksınız ki, saldırılarda dayanacaksınız, krizlerde dayanacaksınız. İsrail oğullarına Kur’an yoluyla bunları emretmektedir.

Genel kuraldır, bizden önceki şeriat eğer Kur’an’da anlatılmış ise bunların hepsi bizim de şeriatımızdır. Dolayısıyla onlara söylüyor, bize söylemiyor şeklinde değil de, bütün din mensuplarına ortak emir veriyor şeklinde anlayacaksınız. Yani, bu âyetler İsrail oğullarına hitap etmekle beraber, kıyas yoluyla tüm dinlere ayrı ayrı hitap etmektedir. Bize de hitap etmektedir.

Harb Okulu’nda bir subay öğrenciye, ‘Aç ağzını, ben de açacağım, sen benim parmağımı, ben de senin parmağını sıkalım. Kim bırakırsa o kazanır.’ demiş. Tabii ki hoca kazanmış.

Eskiden kale muhasara edilir, savaş başlardı; kimin yiyeceği önce tükenirse o kazanırdı.

Afganlılar tarihte İngilizlerle savaştılar, ilkel ekonomileri ile dağlarda savunma yaptılar, galip geldiler. Ruslar Afganistan’ı işgal ettiler, Afganlılar sabrettiler, yine galip geldiler. Şimdi de sabrediyorlar, yine galip geleceklerdir. Hâlâ dağlardaki Afganlılara hakim olamadılar. Biz de İstiklâl savaşımızı sabırla kazandık.

Şimdi biz market açtık. Bu mahalle belki de bizim marketi kabul etmez, yeterli müşteri bulamayız. Ama kazanmadan kim satabiliyorsa o kazanır. Adil Düzen Marketi budur.

Türkiye’ye 1900 yılından beri hep krizleri uyguluyorlar. CHP zamanı krizlerle geçti. Demokrat Parti refah getirdi ama adamı astılar. Ondan sonra her on yılda bir askeri müdahaleler yapıldı. Bunlar hep tezgahlanmıştı. Ama Türk milleti dayandı. Şimdi de dayanıyor. Bu sayede “Adil Düzen”e erişecektir. Çok geçmeden dünyanın en müreffeh ülkesi olacaktır. Sovyetler sabırsız, dayanamadılar. Ama İngiltere sabırlı, dayanıyor... Almanlar sabırlı, dayanıyor... Japonlar sabırlı, dayanıyor...

Aslında “Adil Düzen” öyle bir düzendir ki, orada sabretmek mümkündür.

a)      Dinde sabır gerekiyor. Tüm baskılara rağmen halkın inancını yitirmemesi, halkın ‘bu bizdeki eksikliktir’ deyip kendilerine çeki düzen vermesi, sabretmesi sayesinde başarıya ulaşmasıdır. Bunun en ağırını dünyadaki sosyalist ülkeler geçirdiler. Ama bütün dinler sabrettiler ve sonunda şimdi yeniden güçlenmeye başladılar. Türkiye’de dini zulüm Sovyetlerden aşağı olmamış, hâlâ devam ediyor… Ama Türk halkı sabrediyor ve daha çok dindarlaşıyor. Savaşmıyor, isyan etmiyor, sabrediyor ve başarıyor. Yeryüzünde 500 senedir sömürü sermayesinin estirdiği dinsizlik rüzgarı sabır sayesinde son bulmaktadır. Sabır sayesinde müsbet ilimler Tevrat, İncil ve Kur’an’ın söylediklerini kanıtlamıştır. Sabır sayesinde Sovyetler yıkılıp gitmiştir. Bugün İsrail oğulları çok tehlikeli günler yaşıyor. Geçmişten daha beter acı günler çekme arifesindedirler. Sabredecekler ki kurtulsunlar.

b)      İkincisi, ilimde sabır gerekiyor. Şimdi biz Kur’an’ı okuyarak “Adil Düzen”i öğrenmekte sabrediyoruz. Okumaya devam ediyoruz. Bizi okuyan yoksa da, dinleyen yoksa da, kalilün minel evvelinden olarak, şirzimetün kalil olarak devam ediyoruz. Bediüzzaman da böyle yapmış, sabretmişti. Millî Görüşçüler de böyle yapmış, sabretmişti. Sizler de sabredecek, sonra onlar gibi galip geleceksiniz. Duamız odur ki, siz onlar gibi “Adil Düzen” gömleğini çıkarmazsınız, Allah’ı unutup da faizli sisteme dalmazsınız, sabrınızı tüketmezsiniz...

c)      Siyasette de sabredeceksiniz. Partiniz oy alsın diye şeriatın hükümlerinden uzaklaşmayacaksınız. Uzlaşabilirsiniz ama taviz veremezsiniz. Uzlaşma; sen senin yolunda, ben benim yolumda demektir. Beraber yaşayacak, beraber iktidar olacağız, ama birbirimizin işlerine karışmayacağız demektir. Taviz ise; ben Adil Düzenden vazgeçeceğim, sen de ateizmden vazgeç demektir. Böylece oyum az diye Adil Düzen ve Millî Görüşten vazgeçmeyip sabrederseniz, o zaman bir gün muktedir iktidar olursunuz. Hem Hakk’ın dediğini yaparsınız, hem de sizi oradan kimse indiremez.

d)      Sabredeceksiniz, ekonomide de sabredeceksiniz. Mala-mal marketleri kurduğunuz zaman karşılıksız para devreden çıkar ve krizler sizi yıkamaz. İşte sabır ile istiane edin demek, dayanıklı kurumlarla istiane edin demektir. Öyle şeriat geliştirin ki, insanlığa bin sene hizmet etsin. Gelişsin ama değişmesin. Gelişme demek, eski kuralları keskinleştirmek ve yeni kurallarla tamamlamak demektir. Değiştirme demek, dün yazılanı bugün silmedir. Cumhuriyet kanunlarına benzemektir. Tanzimat döneminde Batı’dan kanunlar aktardık, olmadı. Meşrutiyet döneminde yeniden aktardık ve değiştirdik, olmadı. Cumhuriyet döneminde yeniden aktardık, değiştirdik. Demokrasi geldi, yeniden aktardık, değiştirdik. Şimdi Avrupa Birliği adına yeniden aktarıyoruz. Türkiye’de kanunlar yazılır ve uygulamaya vakit bulamadan değişir. Biz şeriatı Kur’an’a dayandırıyoruz. Getirdiğimiz “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” bin yıl sonra değişecektir. O da değişmeyecek, gelişecektir. Çünkü biz 1000 sene önce, 400 sene içinde oluşturulan İslâm şeriatını değiştirmedik, geliştirdik. Kur’an İncil’i değiştirmedi, geliştirdi. İncil Tevrat’ı değiştirmedi, geliştirdi. Tevrat İbrahim’in sahifelerini değiştirmedi, geliştirdi. Bunlar hep sabır yoluyla olmaktadır.

Yahudiler de sabır sebebiyle varlıklarını korumaktadır. Dağılsalar da, sürülseler de gittikleri yerlerde Tevrat’ın üzerinde sabrediyorlar, bu sayede kıyamete kadar varlıklarını koruyacaklardır.

“Sabır” demek “sebat” demektir. Biz Adil Düzenciler olarak nelere başladık?

a)     Ahşap evlere başladık; duruyor, sabrediyoruz...

b)      Bahşıyaş’ta site kurma teşebbüsünde bulunduk; duruyor, sabrediyoruz...

c)      Plastik torba imalatına başladık; duruyor, sabrediyoruz…

d)     Marketçiliğe başladık; devam ediyor, sabrediyoruz…

Bundan önce de Kırgızistan’da faaliyete geçtik; duruyor, sabrediyoruz... Yani sabırlı olmalıyız…

“Sabır” nasıl yapılacak? Bir işe başlandığında, sıkıntılara girildiğinde savunmaya geçilecek, beklenecek, fırsat geldikçe harekete geçilecektir. Öyle işler yapmalıyız ki, beklemeye geçtiğimizde o iş çökmemelidir. “Sabırla istiane” budur. Dayanma gücümüz olmalıdır. Türkiye tarihinde iki yüz senedir dört cereyan vardır. İki yüz senedir bu millet inatla bunların üzerinde sabrediyor.

a)       Osmanlılarda ‘Osmanlıcılık’ ortaya çıkmıştır. Sonra bu cumhuriyetçiliğe dönüştü, sonra bu demokratçılığa dönüştü. Ama bugün hâlâ müntesipleri var ve devam ettiriyorlar.

b)      Osmanlılarda ‘Türkçülük’ ortaya çıktı. Bugün Türkiye’de bu milliyetçilik olarak mevcuttur, güçlü partisi vardır.

c)       Osmanlılarda ‘İslâmcılık’ vardı. Bugün yerini Millî Görüşe bırakmıştır, güçlü olarak vardır. F. Gülencilik de devam etmektedir.

d)      Osmanlılarda ‘Batılılaşma’ vardı. Mustafa Kemal tarafından bu ‘muasır medeniyetin fevkine çıkma’ şeklinde değiştirilmek istendi ama başarılamadı. Bugün Avrupa Birliği’nin peşinden koşulmaktadır!

Bugün Türkiye devleti varsa, bu görüşlerin sürmesinden dolayı vardır. Çünkü bunların hepsi Türkiye devletinin varlığına dayanmaktadır.

Halkımız bu görüşler üzerinde sabreder ve bunları uzlaştırırsa, o zaman örnek devlet hâline gelir.

“Adil Düzen” bunları Kur’an’ın ve müsbet ilmin ışığında birleştirmek isteyen bir çalışmadır. Bu akımlar sahadaki oyunculardır. Bunlar ne kadar güçlü oynarlarsa seyirciler de o kadar çok olur.

وَالصَّلَاةِ (Va elÖaLAvti)  “Ve salât ile; sabır ve salât ile.”

Ve toplantılara devam edilecektir. Yani, sabretmenin yolu cemaatleşmedir, toplantılar yapmadır. Toplantılar topluluğu oluşturur ve topluluk ise sabreder hâle gelir.

Risale-i Nur şakirtleri risaleler okudular; onun için şimdi varlar...

Tarikatçılar gizli gizli toplantılar yaparak zikir yaptılar; onun için şimdi varlar...

Millî Görüşçüler Adil Düzen dersleri yaptılar; hâlâ toplantılar yapıyorlar, onlar var olacaklardır...

AK Partililerin böyle şeylere ihtiyaçları yoktur! Onun için buzun erimesi gibi dağılıp gideceklerdir. Onlar CIA ajanlarının yönetiminde yolsuzluk planlarını yapmak için toplanıyorlar.

İzmir TV vesilesiyle AKP’lilerin sırlarına vâkıf oldum. Üç-beş görevli İzmir TV’yi nasıl kendilerine geçirebilirler diye uğraşıyor, kanunsuz işler yapıyorlar. Diğer yaptıkları da böyle ise, yarın fatura bunlara kesilecektir. Mesut Yılmaz beraat edecek, ama bunlar başkalarının yaptığı ile mahkum olacaklardır. Çünkü bunlar eğitim toplantısı yapmıyorlar. Oysa bu parti hâlen iktidardadır. Her sandık merkezinde bir temsilciliği olmalı, her gün buralar dolup taşmalı ve parti halktan aldığı bilgileri parti teşkilatına ulaştırmalıdır. Kamuoyu yoklamaları ile değil, tam tersine teşkilatın istihbaratı ile işler yapmalıdırlar. Oysa, onlar tam tersini yapıyorlar…

İşte, Allah’ın herkese emrettiği bir şey vardır; sabır ve salât, yani toplantılara devam...

Zaten toplantılar yapıyorsanız, o zaman siz sabrediyorsunuz demektir, sabır da ilgili toplantılara katılmadır.

Bazı kardeşlerimiz “Adil Düzen”e maddi desteği yeterli görmektedirler.

Oysa, zekât elbette gerekmektedir ama esas olan sabırdır ve toplantılara katılmadır.

Adil Düzen Çalışanları ne zaman -şimdilik Yeni Bosna’da- toplanır, her gün en az bir defa aileleri ile, çocukları ile buluşurlarsa, o zaman salâtı ikame etmiş olurlar. Sonra başka yerlere taşınabilirler. O toplantılara sabrederlerse, işte o zaman iktidar olacaklardır demektir. Haftada bir defa toplandığımızdan dolayı ne kadar bereket içinde olduğumuzu düşünün. Sizin özel işleriniz bile iyi gitmektedir. Bir de günde beş defa toplanırsanız, bereketin 3-5 defa artacağı çok basit matematik hesabıdır.

وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ (Va EinNaHAv LaKaBiRaTun)  “Ve o çok büyüktür.”

Burada “Ve” harfi getirilmiştir. Cümle hâl yapılmıştır.

Burada işaret edilen namazdır, sabır değildir.

“Toplantılar yapmak çok zordur” deniyor.

Sabretmezseniz bu işi başaramazsınız. Yasin Kılar kardeşimiz bile haftada bir de gelmeyeyim diye düşünmektedir, aklından geçirmektedir. Neden zordur? Önce bir araya gelen insanların kendi aralarında uyumsuzluk olur. Birbirlerine sabredemez olurlar. Kur’an bunun “sabrı tavsiye, hakkı tavsiye” ile yenilmesini emrediyor. Birbirimizi uyaracak, yüzüne açık söyleyecek ama aynı zamanda sabredeceğiz. Birbirimizden ayrılmayacağız. Bu iç itişmenin yanında çevre de baskı yapar ve birleşmenize mâni olur. Sizi zorlarlar. Bıktırır ve bıraktırırlar. Bunlar yetmez. Maddi imkanlarınızın bozulma korkusu ile şeytan vesvese verir. Bu yetmez. Siyasi bakımdan korkuturlar. Kendileri hapishaneye girmiş, hattâ mahkum olmuş kimseler olarak bize siyasi tehlikeleri göstermektedirler. Oysa biz hep kanunlara uyduk, dolayısıyla mahkum olmadık. Her zaman da gerçekleri savunduk. Ama en yakınlarım bile Akevler ile yakınlaşmaktan korkmaktadırlar. Akevler’den çıkan AK Partililer bile korkmaktadırlar. Şeytan bunu böyle yapar.

***

Burada Kur’an’ın bir âyetini aktarmada yarar görüyorum.

Tevbe Sûresi’ndeki 9/24’üncü âyeti her mü’min sık sık okumalıdır.

قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا

وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ

وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ(24)

“Şöyle söyle: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,

yığdığınız mallarınız, kesadından korktuğunuz kazancınız, hoşunuza giden evleriniz,

Allah ve resulünden ve onun yolunda cihaddan daha sevimli ise (onları tercih ediyorsanız),

Allah’ın emriyle gelmesini bekleyin. Allah fâsık olan kavme hidayet etmez.” (Tevbe, 9/24)

Bu âyet toplantılara katılmanın neden zor olduğunu bize anlatmaktadır.

Cihad farzı kifayedir. Mü’minlere farzdır, müslimlere farz değildir.

Kur’an burada âhiret azabından bahsetmektedir. Mü’minlerin dünyada uğrayacakları sıkıntılar anlatılmaktadır. Müslim olarak cihad yapmadan da cennete gidileceğini bilmemiz gerekir.

Adil Düzen Çalışanları diğer insanların yüklerini de almaktadırlar.

F. Gülenciler ve Millî Görüşçüler de bu yükü yüklendiler ve buraya kadar getirdiler. Ne var ki, onlar şeriata göre değil de, cari sisteme göre bu işi yaptılar. Şimdi şeriata göre bu işleri yapacak bir cemaate ihtiyaç vardır. Siz bu toplantılara devam ettiğiniz takdirde “Adil Düzen”in öncüleri olacaksınız.

Duamız şudur ki; bizden başka bir cemaat çıksın, “Adil Düzen”in merkezi onlar olsun. Böylece bizi bu âyetin inzarından kurtarmış olurlar. Onları desteklemeye hazır olmalıyız. Bizim yapamadığımızı bir başkası yaparsa, biz Allah’a hamd ederek onların arkasından gitmeliyiz.

***

إِلَّا عَلَى الْخَاشِعِينَ(45)  (EilLAv GaLAv eLPAvŞIGIyNa)

“Haşi’ olanlar dışında olanlar için zordur.”

Huşu” demek, çekinmek demek, saygılı olmak demektir.

Cihad yapacak kimse önce kendi nefsi ile cihad yapacaktır. Önce onu yenmesi gerekir. Sonra cihad ailece yapılmalıdır. Anne, baba, çocuklar, eşler, ortaklar… Bunlar ile cihad yapmak gerekir.

Önce bunlar karşı çıkarlar, ama cihad yapan erkeklerin kârlı olduklarını görürlerse, çok az kimse vardır ki onları desteksiz bıraksın. Sonra ailece katılırlar. Özket ailesi ile Erol ailesi bunun örnekleridir.

Yani; bizi cihattan alıkoyan çevremiz değildir, bizim nefsimizdir.

Ne zaman nefsimizi yenersek, işte o zaman çevrenin bizimle beraber olduğunu görürüz.

Tarihteki uygarlıkları kuranlar hep böyle ailece kurmuşlardır. Tek tük istisnalar çıkmış ama diğerleri onların etrafında olmuşlardır. Ebu Talip uzak durmuştur, ama Hazreti Muhammed aleyhisselâmın eşi ve yakınları onun yanında yer almışlardır. Siz nefsinizi yenerseniz onları yanınızda bulacaksınız.

Buradaki “Haşi’” demek, nefsini yenen demektir, böyle anlayabilirsiniz. Çünkü gelen korkunç tufan hepimizi alıp götürecektir. “Adil Düzen” gemisini inşa etmek zorundayız. Haftada bir defa da olsa sabredip bu toplantılara katılırsanız, Allah günlük toplantıları da nasip edecektir. Bizim neslin yapamadığını siz yapacaksınız ve bizim günahlarımıza da sizin yapacaklarınız keffaret olacaktır.

***

الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ (elLaÜIyNa EanNaHuM MuLAvQUv RabBeHuM)  

“Onlar Rab’lerine mülaki olacaklarını zannederler.”

Allah her zaman insanlarla beraberdir. Ancak dünyada sadece peygamberler aracılığı ile konuşmuştur. Âhirette Allah doğrudan doğruya melekler aracılığı ile konuşacaktır. Karşılıklı diyalog olacaktır. Bu dünyada insanlar bu mülakatı yapacak şekilde yaratılmamışlardır. Nasıl bebek konuşamazsa, insan da Allah ile bu dünyada konuşamaz. Âhirette ise karşılıklı olarak konuşacaktır. Kur’an “Buna mülaki olacaklardır” diyor.

İnsan en şerefli varlıktır, Allah onu muhatap alıyor ve konuşuyor.

Burada “Rab’leri” sıfatı kullanılmıştır. Çünkü insanlar dünya hayatından sonra Rab’lerine mülaki olacaklardır. Tekâmül sonucu o mertebeye ulaşacaklardır.

Zannederler” diyor. Zan, tereddütle bilinen şeydir. Kanaat olumlu olursa “zan” olur, aleyhte olursa “şek” olur. İnsanlar kesin bilmezlerse, ümitleri olduğu için olması ihtimali daha çok ise zannederler. O haşiînden olur. Tereddütlü olmak, şüpheler içinde olmak onları haşiînden olmaktan uzaklaştırmaz.

Öldükten sonra tekrar yaşama ihtimali, yok olmaktan fazladır.

O halde ona göre hazırlıklı olalım diyen kimse haşiîndendir. İnsan aklıyla doğru yolu bulur, sonra o yola koyularak amele başlarsa o zaman ona inanır, ondan zevk alır, canını verecek hâle gelir. İman akılla oluşmaz, iman amelle oluşur. Sabredip toplantılar yapanlar üzerinde oluşur. Bu sûrenin başında “onlar salâtı ikame ederler” denmiştir. Şimdi İsrail oğullarından da onu istemektedir.

Burada “mülaki” iki şekilde düşünülebilir. İyiler ve kötüler yani herkes O’na mülaki olacaktır. Bu anlamda “zannetmek” kelimesini, âhiret hayatı hakkındaki tereddütler olarak anlarız. Bir de “mülaki olmak” kavramını da Allah’ın rızasını kazanıp cennete girmek şeklinde anlarız. O zaman tereddüdümüz cennetlik olup olamayacağımız bakımındandır. Kimse kendisine cenneti garantileyemez. Herkes her zaman cehennem yolunu tutabilir. İnsan daima havf ile reca arasında olmalıdır.

 

وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ(46)  (Va EanNaHuM EiLayHi RaCıGUvNa)  

“Ve onlar O’na rücu edeceklerini zannederler.”

Allah’a raci olmak” cennete girmek anlamında alınabilir, ama O’na asıl rücu âhiretin âhiretinde olacaktır. Ancak böyle olan kimseler o büyük işi yapmış olurlar.

İnsanlar beş vakit namaz kılmaya başlamışlar, ama sonra cemaati bırakmışlar. Cemaate devam edenler girer ve çıkarlar, şeklen birlikte namaz kılarlar ama birbirlerini tanımazlar bile.

Cemaatle namaz kılmak demek, şeriat dahilinde emrettiklerini seve seve yapmak demektir.

 

Ben hayatımda ne böyle yapacağım başkan bulabildim, ne de ben kimseye başkan olabildim. Hâsılı, cahiliye dönemi içinde geldim, cahiliye dönemi içinde gidiyorum. Duam, sizlerin böyle bir cemaat olmanız ve böyle bir başkanı bulmanızdır. Bunun tek yolunun olduğunu şimdi öğrendim. Ama benim için artık zaman kalmadı. Bunun yolu cemaatle gece namazlarını kılmaya başlamak, başka bir şey yapmamaktır.

 

Böyle vasıflara sahip kimseler huşu içindedirler.

 

***

 

يَابَنِي إِسْرَائِيلَ (YAv BaNIy İSRAEIyLa)  “Ey İsrail oğulları!”

İsrail” gece yürüyen demektir. Hazreti Yakup peygamberin adıdır. Mekke’ye gitmemiş, İsrail’i ziyaret etmişti. Bugünkü Kudüs’ün bulunduğu yere gelmiş, orada gece yatarken rüya görmüştür.

Tevrat’ta anlatılan bu rüya İsrail oğullarının geleceğini anlatmıştır. Bu rüya sonra teyid edilmiş ve vahiy mahiyetinde olmuştur. Bunun üzerine ona “İsrail” denmiştir. Bundan önce İsrail oğullarına hitap etmiş ve onlara “Ahdimi yerine getiriniz, Ben de ahdimi yerine getireyim.” ile başlamıştır. Burada tekrar etmektedir.

 

اذْكُرُوا نِعْمَتِي (EuÜKuRUv NiGMaTİy)  “Nimetimi zikrediniz.”

Elbette Allah’ın İsrail oğullarına en büyük nimeti Tevrat’tır. Tevrat yeryüzünde elimizde bulunan ilk ana kaynaktır. Ondan daha eski elimizde herhangi bir masal bile yoktur. Tevrat yalnız şeriatın kaynağı değil, aynı zamanda insanlık tarihinin de ana kaynağıdır. Tevrat’ta anlatılanlar zaman geçtikçe tarih olmaktadır.

Allah’ın bir diğer büyük nimeti, Kur’an’da kıssaları anlatılan, dolayısıyla insanlığın bildiği peygamberlerin büyük kısmının İsrail oğullarından gelmiştir. İsrail oğullarını yalnız dinde değil, ilimde de diğer insanların üstüne çıkarmıştır. Ekonomide de, esir bir topluluk iken, servet sahibi onlar olmuşlardır.

 

الَّتِي أَنْعَمْت عَلَيْكُمْ  (elLaTIy EaNGaMTa GaLaYHiM)  

“Size in’âm ettiğim nimeti.

“Size olan nimetlerimi hatırlayın. Bunun üzerinde durun.”

İnsanlar Allah’ın kendilerine verdiği nimeti hatırlayacaklardır. Çünkü her nimetin bir külfeti vardır. Nimetlerin karşılığı ifa edilecektir. Bundan önce hatırlatılan nimetler ahdi ifa etme amaçlı idi. Bu ahd da yeryüzünde “Adil Düzen”in tesisinde yardımcı olmak, ona katılmaktır.

 

وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ (Va EanNIy FawWaLTuKuM)  “Ve Ben sizi tafdil ettim.”

Burada İsrail oğullarının diğer insanlara tafdil edildiğini bildirmektedir.

Çünkü kavim olarak insanlık içinde uygarlıkları sürdürmek üzere görevlendirilen İsrail oğullarıdır. Bu onların cennete gidecekleri anlamına gelmez. Onlara yeryüzünde üstün görev verilmiştir. Yerine getirirlerse cennette rütbeleri yüce olur, ama getirmezlerse cehennemdeki rütbeleri derin olur. Yani, Allah yetkiyi de sorumluluğu da farklı kıldı. Böyle bir kavme ihtiyaç vardır. Birikimli bir kavim görevi sonuna kadar sürdürmelidir. Allah onlara bunu hatırlatıyor.

 

عَلَى الْعَالَمِينَ(47)   (GaLAy eLGaLaMIyNa)  “Âlemlere tafdil etti.”

Burada “Âlem” kelimesi kurallı erkek çoğuldur. İnsanlar kastedilmektedir. Harfi tarifle geldiği için ahd için olabilir. O zaman İsrail oğulları ile karşı karşıya olan topluluklar kastedilmiş olabildiği gibi, bütün insan toplulukları da kastedilmiş olabilir. Burada üstün kılınan teker teker İsrail oğulları değildir. İsrail oğulları kavmi diğer kavimlerden üstün kılınmıştır. Burada “oğulları” dendiği için Adem oğulları gibi kıyamete kadar gelecekler kastedilmektedir. Tarihi bir oluş olduğu için başka hiçbir kavme bu nasip olmaz.

***

 

وَاتَّقُوا يَوْمًا (Va itTaQUv YaVMan)  “Bir günden ittika ediniz.”

Yevmen” kelimesi nekiredir. O halde o bir gün değil, günlerden biridir. Bu kelime bize âhirette kıyamet gününden başka da muhasebe gününün olacağını bildirmektedir.

Bunu iki şekilde yorumlayabiliriz. Cehennemde olanlar cezalarını doldurduklarında hesaba çekilecek ve genel aflarla cennete sevk edilecek, yahut arafa gideceklerdir.

Veyahut âhiretten sonra insanların rücu edecekleri âhiretin âhiretinde suale çekileceklerdir. Hesaplarını vererek cehennemlikler cennetlik olabilecekler, cennetlikler de ya tekrar cennette kalacak, yahut daha yüksek hayatın olduğu yere gideceklerdir. Burada “Yevmen” kelimesine büyük gün, korkunç gün, tek gün gibi manâlar verenler vardır. Bunlar mecazi anlamdır. Mani karine yokken mecaziye gidemeyiz.

لَا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا (Lav TuCZIy NaFSun GaN NaFSin ŞaYEan)  

“Hiçbir nefis hiçbir şeyi bir nefisten icaze edemez.”

Yani, öyle bir günde ittika ediniz ki o gün bir nefis başka bir nefisten bir şeyi icaze edemez, onun yerine cezalandırılamaz. Birinin yaptığından diğeri sorumlu olamaz.

Bu dünyada dayanışma ortaklığı vardır. Diyeti birlikte ödeyerek kişinin cezasını ortadan kaldırırlar. Cezada anayasamızda şahsilik ilkesi vardır. Batı her şeyin sahtesini yapmaktadır. Anayasada ve ceza kanununda cezanın şahsiliği yazılır, ama ondan sonra hanımı başörtülüdür diye kocası cezalandırılır. Göreve ataması yapılmaz; hem de buna yüksek mahkemeler karar verir!..

Demek ki ilâhi şeriata dayanmayan hiçbir kural kural değildir. Niçin değildir?

Eğer bir kanuna insanlar Allah’ın emridir diye inanmıyorlarsa onu hep kendilerine tevil eder, istedikleri zaman istedikleri şekilde uygularlar. Ama bir kural ilâhidir diye inanırsak, bir gün onun hesabını vereceğimizi bildiğimiz için keyfî yorumlar yapmayız.

 

İki görüş vardır.

Biri, dindar bir insan kendi dininde olmayanlara düşmandır. Onun için adaletle hükmetmez. Onun için dindar olanı kamu hizmetinden uzaklaştırmak gerekir. Oysa, tek tanrıya inanan dindar bilir ki, bütün insanlar Allah’ın kullarıdır. Zulüm yaparsam Allah bana sorar der ve adil olarak hükmeder.

Oysa, dinsiz olan kimse o anda güçlü ise kararını kendi keyfine, yandaşlarına, modaya göre verir. Bunun açık misali, karısı başörtülüdür diye kocasının atamasını durdurur, terfiini yapmaz, görevden uzaklaştırır. Hani lâiktiniz?!. Hani suç şahsi idi?!.

O halde “Adil Düzen”de lâiklik vardır, ama bütün inananlara…

İnanmayan kimse demek, hakka inanmıyor demektir. Onun kamuda görevi olmamalıdır. Yerinden yönetime bunun için ihtiyaç vardır. O inanmayanlar kendi bucaklarında ne yaparlarsa yapsınlar.

وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ (VaLAv TuQBaLu MiNHAv ŞaFAGaTun)  

“Ondan şefaat de kabul olunmaz.”

Şefaat” demek arka çıkmak, dayısı olmak demektir.

Bu dünyada zulüm düzenlerinde arka çıkılır, kişiler kişileri korurlar. Velayet sistemi de meşru olarak vardır. Ama âhirette şefaat yoktur. Nedeni burada söylenmektedir. İsrail oğullarına söylenmektedir. Ama aynı zamanda tüm insanlara anlatılmaktadır. Çünkü anlatılan kural geneldir.

İsrail oğulları ne diyorlardı? Biz İbrahim’in neslindeniz, biz Yakub’un neslindeniz, o halde bize şefaat ederler ve biz eninde sonunda cennete gideriz.

Hıristiyanlar ne diyordu? Biz İsa’yı seviyoruz, o bizim kolumuzdan tutup cennete koyacaktır.

Kur’an ehli ne diyor? Biz son peygambere inanıyoruz, o bize şefaat edecektir.

Bunların hepsi bâtıldır. Kur’an’da çok açık şekilde ifade edilmektedir. Âhirette herkes kendi yaptığının hesabını verecektir. Kimse kimsenin yaptığından dolayı sorulmayacağı gibi, kimse kimsenin affını da istemeyecektir. Peki, hiçbir yardım olmayacak mıdır? Olacaktır.

Eğer siz bir kimseye Allah rızası için yardım ederseniz, Allah o yardımdan dolayı senin günahlarını silecek ve seni cennetine koyacaktır. Peygamberlere ‘dua edin’ diye emrediliyor. Yani, peygamberlerden şefaat isteyin değil de, onlar için dua edin deniyor. Bu da sadece elleri açıp Allah’a salât et demekten ibaret değildir. Onların getirdiği şeriatı, imanı, ahlâkı ve iş hayatını yaşatın, çevrenize anlatın demektir.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm tüm insanlara Kur’an’ı tebliğ ile yükümlüdür. Bu görev kıyamete kadar ne ölçüde yerine getirilirse o görevi o kadar başarılı yapmış olur. İşte ona dua budur.

Millî Görüşü başlatanlar ve onun için çalışanlar, Adil Düzeni başlatanlar ve yaşatanlar ne zaman daha çok sevab alırlar, ne zaman günahlarını affettirirler? Onun mirasını sürdürenler bu işi başarırlarsa ona dua etmiş olurlar. İslâmiyet’te ölülerden yardım alınmaz, ölülere yardım edilir. İşte insanlara bunu anlatmak üzere peygamber için dua emredilmiştir.

وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ  (Va LAv YuEPaÜu MiNHAv GaDLun)  

“Ondan adl de ahzedilmez.”

Adl” denk demektir. Ata yüklenen yükün bir tarafıdır. İnsanlardan bedel olarak alınır.

Mesela, Anadolu’da yaparlar. Kavgada büyük kardeş karşı tarafı öldürür. Evlidir, çoluk çocuk sahibidir. Aile perişan olacaktır. Bekar küçük kardeş suçu üstüne alır ve hapishanede yatar.

Bu meşru değildir. Yani, bugünkü ceza kanunlarında da suçta bedellik yoktur. İsrail oğullarına böyle bir günden sakının diyor. Âhirette böyle sahtekârlık yapılamayacaktır. Şimdi nasılsa idam yoktur. İşsiz kimse katilin savaşını yüklenir, hapse girer, hazır yer içer, kumar parası da verilir. Böylece oluşan şebeke mafya oluşturur. Ülkeye dehşet saçar. Ülke terör olaylarına sahne olur. Asıl sorumlu olan bunun parasını temin eden sermayedir.

Bugün dünyanın savaşlarını çıkartanlar, terör ve her türlü fesadı yapanlar, karşılıksız paranın sahibi olan sermayedir. Lübnan’da Hariri’yi kim öldürdü? Milyon dolarları kimler transfer ettilerse, onlar.

İşte Kur’an, sermayeleri ile dünyayı savaşlara ve isyanlara boğanlara diyor ki, Allah’a o gün böyle fitneleri yapamayacaksınız. Gelin bu dünyada bu fesattan vazgeçin. İnsanlara zulmederek, korkutarak, aralarına fesat sokarak değil, başka türlü davranınız.

Onlara hizmet ediniz, onlara yardım ediniz. Allah’ın size verdiği nimetleri onlar için kullanınız.

Bu servetiniz sömürme aracınız olmasın. Çünkü yarın bu fesat usulleri size yaramayacaktır.

O halde İsrail oğullarının bugün ellerinde bulundurduğu o sermaye gücünü ne yapmalıdırlar?

a)      Faize dayalı karşılıksız para sistemini tadil ediniz. Mal senedi karşılığı ve altına kote edilmiş para sistemine geçiniz. “Adil Düzen” size bu parayı öğretebilir. Yoksa piyasa karşılıksız paraya doyduktan sonra enflasyona gider ve birden para olmaktan çıkar, tüm servetiniz ve gücünüz yok olur gider.

b)      Piyasada tekel olmak için devletlere uygulattığınız zalim ekonomi sistemine son veriniz. Gümrükleri, kotaları, vizeleri kaldırınız. Serbest rekabet içinde ticaretinizi yapınız. Tekelleşmenin önüne geçmek için parayı altına kote ediniz, faizden vazgeçiniz, sermaye vergisini yani zekâtı veriniz, masonluk teşkilatını açık teşkilat hâline getiriniz, kapalı kapılar arkasında fitnenin kaynağı olmayınız.

c)      Siz beş-on milyon kişisiniz. Siz siyasi güvenliği bu sayı ile temin edemezsiniz. İnsanları da artık kullanamazsınız. İsrail topraklarına yerleşiniz. Ama İsrail İsviçre gibi yani uluslararası güvenlik içinde olsun. Siz de artık kimseye saldırmayın, oradaki savaşı bitirin.

d)      İnsanları savaştırarak denge kurmaya çalışmayın. Aksine insanlara ticaret ve ilimde öncülük yapınız. Allah sizden bunu istiyor. Bunları yaparsanız III. bin yıl uygarlığında önemli katkılarınız olur.

İşte, Allah daha Kur’an’ın başında İsrail oğullarına bunun için hitap etmektedir. İlk emri onlara vermektedir. Onlara Adil Düzen çalışanlarını destekleyiniz emrini veriyor.

Kur’an bu emirleri Birinci Kur’an Medeniyeti’nin kuruluşunda da emretmiş, Yahudiler baştan kabul etmemişler, fesat çıkarmışlar, sürülmüşler… Ama sonra Abbasiler zamanında medreselerde Müslüman alimlerle bir olmuşlardır. İslâm uygarlığında Yahudi alimlerinin de büyük katkıları vardır.

Sonra İslâm uygarlığının Batı’ya taşınmasında da büyük katkıları olmuştur.

Başlangıçta İsrail oğulları bize karşı olacaklardır. Ama ileride “Adil Düzen”in oluşmasında İsrail oğulları tacirleri ve alimlerinin katkıları olacaktır diyebiliriz.

وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ(48)   (Va LAv HuM YuNÖaRUvNa) “Yardım da olunmazlar.”

Önce İsrail oğullarına, sonra da tüm dini temsil eden cemaatlere de benzer şeyleri hatırlatmaktadır. Onlardan istenen artık bütün peygamberlere ve bütün kitaplara inanmaktır, ama herkes kendi kitaplarına ve peygamberlerinin öğrettiklerine göre yaşayacaktır. “Adil Düzen” İslâm düzenidir, şeriat düzenidir, Hak düzenidir. Tüm peygamberlerin ve kitapların ortak düzenidir. “Adil Düzen”i tüm insanlar birlikte kuracaklardır. Dinler arası savaş olmayacaktır. Savaş zulüm düzeni ile adil düzen arasında olacaktır. Demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzenini kabul etmeyenlerle edenler arasında olacaktır. Hakem kararlarına uymayanlarla uyanlar arasında olacaktır. Sömürüye karşı olanlarla sömürüyü sürdürmek isteyenler arasında olacaktır. Ama “Adil Düzen” yani demokratik düzen hâkim olacaktır. ABD de bunu iddia ediyor, AB de bunu iddia ediyor, sosyalistler de bunu iddia etti, Marks da bunu iddia etti. Ancak gayeye ulaşılamadı. Çünkü hiçbirisi hakemlik sistemini ortaya koymadı. Herkes ben doğruyum diyor ve karşı tarafa saldırıyordu.

Adil Düzenciler ise şu ilkeleri koymaktadırlar.

a)       “Adil Düzen” zulümle gelmez. Adil Düzen Çalışanları Hıristiyanlar gibi, Mekke’deki mü’minler gibi zulme karşı koymadan sabır ve salât ile yani toplantılarla karşılık verecekler, bununla yeneceklerdir.

b)       Adil Düzenciler insanlara yaparak ve göstererek anlatacaktır. Önce ekonomide örnekler verecekler, insanların açlık, işsizlik, çevre kirliliği, terör gibi sorunlarına halk olarak çözüm bulacaklardır.

c)       Adil Düzenciler sabır ve salât ile “Adil Düzen”i önce insanlara anlatacaklardır. Ondan sonra zulmün iktidarını Adil Düzenciler yıkmayacaktır, Allah onları yok edecektir. Allah onları ya birbirine düşürecek, ya da krizler sonucu kendileri terk edip gideceklerdir.

d)       Sonra tüm partilerin ittifakı ile Millî Mutabakat Hükümetleri kuracak ve “Adil Düzen”i mutabakat içinde getireceklerdir. İsrail oğullarından bir kısmı bizim tarafta, bir kısmı da karşı tarafta olacaklardır.

Kur’an bizim tarafta olacak İsrail oğullarına hitap etmektedir.

Kur’an’ın daha ilk sûrede İsrail oğullarına hitap etmesi bu hikmete dayanmaktadır.

Harun Özdemir’in bu âyeti açıklaması: Bu âyette “Yevmen” nekiredir. O halde bu yevm âhiret yevmi değil, dünyada gelecek yevmdir. Öyle bir günden korkunuz ki, o gün geldiğinde dayanışma ortaklıkları ortadan kalkacak, kimse kimsenin diyetine katılmayacak, kimse kimsenin sıkıntılarına katlanıp işsize iş bulma, açı doyurma diye bir sorunu olmayacak, kimse ‘bugün sen hastasın ben senin işini yapayım’ demeyecek, yani işte yardımcı olmayacak, zulme uğrayan kimseye yardım edecek polis bulunmayacak… Anlamındadır.

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3352 Okunma
2-bakara11-20
2378 Okunma
3-bakara21-30
2529 Okunma
4-bakara30-37
2261 Okunma
5-bakara37-48
2488 Okunma
6-bakara 49-57
3107 Okunma
7-bakara 59-61
3127 Okunma
8-bakara 62-69
2479 Okunma
9-bakara 70-76
3471 Okunma
10-bakara 77-83
2754 Okunma
11-bakara 84-88
2315 Okunma
12-bakara 89-93
2439 Okunma
13-bakara 94-101
2633 Okunma
14-bakara 102-105
3484 Okunma
15-bakara 106-112
2676 Okunma
16-bakara 113-119
2736 Okunma
17-bakara 120-123
2634 Okunma
18-bakara 124-130
2332 Okunma
19-bakara 132-138
2204 Okunma
20-bakara 139-143
2112 Okunma
21-bakara 144-149
2575 Okunma
22-bakara 150-158
2495 Okunma
23-bakara 159-165
2089 Okunma
24-bakara 166-173
2488 Okunma
25-bakara 174-177
2605 Okunma
26-bakara 178-182
2325 Okunma
27-bakara 185-187
6386 Okunma
28-bakara 188-194
2482 Okunma
29-bakara 195-198
2838 Okunma
30-bakara 199-206
2379 Okunma
31-bakara 207-213
2781 Okunma
32-bakara 215-217
2220 Okunma
33-bakara 218-221
2708 Okunma
34-bakara 222-228
3006 Okunma
35-bakara 229-232
3565 Okunma
36-bakara 233-235
2283 Okunma
37-bakara 236-242
2493 Okunma
38-bakara 243-246
2613 Okunma
39-bakara 247-248
2849 Okunma
40-bakara 249-252
3150 Okunma
41-BAKARA 253-256
2699 Okunma
42-BAKARA 257-259
2518 Okunma
43-BAKARA 260-264
3086 Okunma
44-BAKARA 265-269
2259 Okunma
45-BAKARA 270-274
2639 Okunma
46-BAKARA 275-277
2360 Okunma
47-BAKARA 278-281
2391 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2797 Okunma
49-BAKARA 283-284
2497 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3716 Okunma