İSLAMİYET VE GÜNÜMÜZÜN MESELELERİ
Süleyman Karagülle
614 Okunma
İLKELER

İLKELER

Bugün dünyaya-bu arada yurdumuza da-Avrupa hakimdir. Avrupa, hakimiyetini orduları ile sürdürmemektedir, ilmi ile, bulduğu sosyal kanunların uygulaması ile dünyayı sömürmektedir. Kurtuluşumuz da ancak bulacağımız sosyal kanunların uygulaması ile mümkün olacaktır.

Avrupanın Büyük Oyunu

Avrupa yeryüzünü iki nüfuz sahasına ayırmıştır. Gizli anlaşmalarla yapılan bu bölüşmede herkes kendi tarafına düşen kısımda hakimiyetini sürdürmektedir. Göstermelik bir - iki mıntıkada yine göstermelik savaş sürdürülmektedir.

Bu nüfuz sahalarında (ifrat ve tefrit) iki zıt sistem uygulanmaktadır: Biri insan tabiatına aykırı olan ve mülkiyet haklarını ortadan kaldıran, hem ticareti hem de faizi yasaklıyan bir sistemde direnmekte ve halkın direnişini kanla susturmaktadır. Diğeri ise bir zümrenin diğerlerini sömürmesi esasına dayanan ve hem faizi hem de ticareti serbest kılan bir sistemde, direnmeleri açlıkla bastırmaktadır.

Bu iki sistem göstermeliktir. Aslında ne Rusya gerçek sosyalisttir,ne de Amerika kapitalisttir. Savaş, sadece insanları oyalayıp hakimiyetleri altında tutma çabasıdır.

Göstermelik bölünme, Avrupa hakimiyetine girmiş bulunan ülkeler içinde de devam eder. Halk sağ sol diye kamplara ayrılır. Onlar birbirleri ile çatıştırılır. Eğer Sovyetlerin nüfuzu içinde bir bölge ise; orada göstermelik sol iktidara getirilir ve göstermelik sağa muhalefet görevi verilir. Yok eğer ülke batılıların nüfuzu sahasında ise; orada iktidara göstermelik sağ getirilir, muhalefet göstermelik sola verilir. Böylece halk habersiz olarak Avrupa hakimiyetinde sömürülür.

Halk arasında bu oyun anlaşılır hale gelip de gerçek sağcı veya gerçek solcu mahfiller teşekkül etmeğe başlayabilir. Bu takdirde bunlar aşırı sağ veya aşırı solculukla itham edilerek susturulur ve bastırılır. Aslında aşırılık zorla kendi görüşünü kabul ettirmek ise de Avrupalıların dilinde Avrupalılarla işbirliği halinde olmayan herkes aşırıdır.

Sovyet nüfuzu altında bulunan ülkelerde suni olarak aşırı sağ kampları meydana getirilir ve Avrupa ile işbirliği halinde bulunmayan bütün sağ ve sol, aşırılık namı altında bu vesile ile imha edilir. Batı nüfuzu altında bulunan ülkelerde de suni olarak aşırı sol hareketleri meydana getirilir ve kendileri ile işbirliği halinde olmayan bütün sağ ve sollar aşırılık ithamı ile bertaraf edilir. Sonra umumî afla gerçek aşırı olanlar affedilir.

Bazen iki kamp kâfi gelmez, halk artık mevcut işbirlikçi gruplara inanmaz hal alır ve yeni kuruluşlara yönelir. Halkı oyalamak için yeni hileye baş vurulur. Yine suni yedek gruplar meydana getirilir. Biri göstermelik sağdan kopan göstermelik sağ yedeği olur, diğeri de göstermelik soldan kopan göstermelik sol yedeği olur. Böylece gerçek sağın ve gerçek solun teşekkülünün önlenmesine çalışılır.

Gerçek sağ aşırı sağ, gerçek sol aşırı sol diye vasıflanınca, tutulan yolun felsefesi kalmayabilir ve iktidar göstermelik de olsa sağ ve sol kelimesini kullanmaz ve hayalî olmayan bazı kelimeler icad ederek kitleleri onlarla oyalamak ister ve buna «ilkeler» der.

Türkiyenin Durumu

Türkiye batılıların nüfuz sahası içinde bulunan bir ülkedir. Göstermelik sağ iktidarda, göstermelik sol da muhalefette bulunmaktadır. Bunların Mecliste grup sahibi yedekleri de vardır, iktidarın sağ olma iddiasından başka, bilinmeyen, mevcut olmayan, olanla ilgisi bulunmayan, açıklanmıyan, milleti oyalayıcı bazı ilkeleri vardır. Bu yazıda, bu ilkeleri inceliyeceğiz.

Türk Devleti Tanzimat’tan beri başlayan Avrupayı taklit etme hastalığı neticesi yıkıldı. İmparatorluk çöktü ve bütün yurt düşmanların işgâli altına girdi.

Halk bu mağlûbiyeti kabul etmedi; yeni direnişe geçti ve bu direnişin başına Mustafa Kemal’i getirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin sevk ve idare ettiği harp zaferle sonuçlandı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu ve Mustafa Kemal 1938 e kadar Devlet Başkanı kaldı. Şimdi bu kurtuluş ve kuruluş zamanında takip edilen yollara biz Türk Devlet’in dayandığı temeller diyor ve «Türk Kuruluş İlkeleri» adını veriyoruz.

Bazıları da buna, başında Mustafa Kemal bulunduğu için «Atatürk İlkeleri» diyorlar. Burada kavram kavgası yapmamak için, biz bunlara kısaca «İlke» diyeceğiz.

Türk Milletinin İlkeleri

Türk Milletini Kurtuluşa götüren ve istiklâl Savaşı sırasında dayanak teşkil eden iki ilke vardır: Hakimiyet-i Milliye ve kuvvay-ı Milliye. Demek ki ilkelerin esasını bu iki düstur teşkil ediyor.

Hakimiyet-i Milliye: Milli hakimiyet iki kuvvete karşı dermeyan edilmiştir. Biri; Türkiye topraklarında gözü olan düşmanlarımızın hakimiyetinden ve nüfuzundan Türkiye’yi kurtarıp Türkiye’de millî hakimiyeti esas kılmaktır. Diğeri de memleketi idare edenlerin milletten gelen ve milletin seçtiği kimseler olmasını temindir. İki kelime ile ifade edecek olursak İstiklâl ve Cumhuriyet. Nitekim Mustafa Kemal nutkunda sık sık Türk İstiklâl ve Cumhuriyetinden bahsetmiştir.

Kuvvay-i Milliye: Hakimiyet-i Milliye’ nin zaruri bir şartıdır. Kim kuvvetli ise elbette hakimiyet onundur. O halde dış yardımlarla elde edilecek bir sonuç daima patron değiştirme ile neticelenir ve hiç bir zaman millî hakimiyeti temin edemez. Millî hakimiyetin temini ancak millî güç ile mümkündür. O halde kendimize güvenmek, yoksa ölmek... işte «Ya İstiklâl, Ya Ölüm» sloganı bunun ifadesidir ve Büyük Nutukda bahsedilen, Amerika veya herhangi bir devletin mü- zaharetini isteyenlere açılan savaş da bu esasa dayanmaktadır. Savaşdan sonra gelişen ve yabancı sermayeyi yurd dışına atan çaba da bundan başka bir şey ifade etmez. Demek ki, Kuvvay-i Milliye’nin de iki temeli vardır. Biri memleketi dost da olsalar yabancı asker ve ordulardan temiz tutmak. Yine dostça da olsa memleketi dış sermaye ve borçtan kurtarmaktır.

O halde Türk Milletinin benimsediği ve varlığını dayandırdığı dört ilke vardır:

1-İstiklâl: Yabancı devletlerin nüfuzunu yok etmek.

2-Cumhuriyet: Halkın hakimiyetini tesis etmek.

3-Millî Ordu: Yabancı askeri yurda sokmamak.

4-Millî Ekonomi: Dış sermayeyi kovma, dış borçları tasfiye.

Terkedilen İlkeler

Bu dört ilke, savaşdan evvel kabul edilen ve bütün milletçe benimsenen; bizce değişmemesi gereken ilkelerdir. Bunun yanında bir devlet adamı olarak ortaya koyduğu ve ikinci cihan harbine kadar uygulanan fakat günün şartlarına uymadığı için tadil edilen iki ilke daha vardır. Bunlar da Vahdet-i Kuvva ile lâikliktir.

Sadece günün şartları içinde doğmuş ve idarecilerin arzularından ibaret bulunan bu iki ilke de:

Kuvvetler Birliği: Tek parti sistemini, tek meclis sistemini,bütün yetkilerin mecliste toplanma sistemini, ekseriyet sistemini ve tek tedrisat sistemini, devletçilik sistemini içine alıyordu. 1946 dan sonra batılıların arzusu ile terk edilmiş bulunan bu ilke, bugün tamamen ortadan kaldırılmış, çok partili sisteme geçilmiştir. Çift meclis usulü konmuş ve Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Ekseriyet sistemi kaldırılmış yerine nisbî sistem konmuştur. Devletçilik terk edilerek özel teşebbüs devletçe desteklenmiştir.

Lâiklik: Buna iktidarlar Avrupalıların telkin ve tavsiyeleri ile sıkı sıkıya sarılmışlar ve Mustafa Kemal devrini mumla aratacak ağır gayrı İnsanî—manasız—kanunlar çıkartmış ve uygulamasını da yapmışlardır. Fakat halk bu ilkeyi asla benimsememiş; Nurculuk, Süleymancılık ve muhalif tarikatlar adı altında için için dindar kalmayı başarmış, yeni heyacanlar meydana getirmiş; diğer taraftan gayrı samimi ve göstermelik olarak açılan din mekteplerinde de bütün zorlamalara rağmen, gerçek inanmış din adamlarının yetişmesini sağlamıştır.

Demek ki, İstiklâl Savaşı’ndan sonra ortaya konan Mustafa Kemal’in iki ilkesinden biri kuvvetler birliğidir ki; bugün resmen terk edilmiştir. Diğeri ise din düşmanlığı şeklinde uygulanan lâikliktir ki; bütün çabalara rağmen başarılamamıştır.

İlkecilere Soruyoruz

Bizi ilkelerden ayrılmakla, hatta düşmanlıkla itham eden Avrupalılara angaje olmuş zavallılar;gelin şimdi sizinle muhakeme olalım:

1-Gelin bakalım, Türkiye’nin istikbaline siz mi kastediyorsunuz, biz mi? Haydi Nato’ya girdiniz; eşit şartlarla savunma paktı idi, diyelim. Ortak Pazar nedir? Eşit şartlar nerede? Avrupa devleti içinde, Millî Hakimiyet’in temeli olan İstiklâl nerede?

2-Kökü dışarda olan Mason ve benzeri cemiyetlere girmeyenlere devlet dairelerinde vazife vermeyen, Bakanlık ve Umum Müdürlük için Locaya bağlanmayı şart koşan sizler mi halk hakimiyetine hürmetlisiniz, yoksa bizler mi?

3-Nato’ya Türkiye’de yer vermek, paktın icabı kabul edelim. Bir bölüğe kadar, ordunun her kademesinde Amerika’nın assubayını yerleştirmek isteyen siz mi Millî Ordu ilkesine uyuyorsunuz? Biz mi?

4-Türkiye’yi Montaj Sanayii ile dolduran her Türk vatandaşını üçbin lira borca sokan, 110 milyar liralık borcun faizini ödemek için bütçemizin üçte birini Avrupa’ya akıtan siz mi Millî Ekonomi ilkesine itaat ediyorsunuz,biz mi?

5-1924 Anayasasını kökünden değiştiren siz değil misiniz?

6-Lâikliği, Avrupa sömürülerine yardım olsun diye din düşmanlığı haline getirip yozlaştıran, akıl ve hukukla ilgisi bulunmayan tatbikatı ile ilerde ağır bir şekilde sert tepki ile karşılanması için gerekli şartları hazırlayan siz misiniz? Biz mi?

Biz kimsenin arabasına binmiş değiliz. Dolayısiyle yabancı türküler çağırmıyoruz. Yapacaklarımız ise gayet sarih ve açıktır:

1. Biz Millî Devlet esasına inanıyoruz. Bunun dışında bağımlı ekonomiye, beynelmilelciğe yönelen veya siyasî kuvvetlere dayanan devlet anlayışına karşıyız. Onun için bir İslâm imparatorluğu ihya etmediğimiz gibi, Avrupa devleti hayaline de kapılmıyoruz. Sovyetler Birliği diye bir şey düşünmediğimiz gibi; ne Amerikanın, ne de Rusya’nın kanatları altına girmeyi kabul etmiyoruz. Biz bu noktada Hakimiyet-i Milliye esası ile tamamen beraberiz.

2-Biz Millî İrade’ye inanıyoruz. Halkın, serbest seçimlerle iktidara getireceği hükümetlerle ve devlet başkanları ile idare edilmesi hususunu temelinden benimsiyoruz. Eğer biz seçilmeden - kuvvetlerin itmesi - ile iktidara gelmiş olsaydık yapacağımız tek iş: Türkiye’de gerçekten adil ve milleti temsil edecek bir demokrasiyi tesis etmekten ibaret kalır ve derhal seçimlere giderdik. Hiçbir zaman milletin % 70 reyini alıp seçimle iktidara gelmeden, kendi proğramımızı uygulamaya kalkışmıyacaktık. Çünkü biz, demokrasiye son derece inanıyoruz. Bu hususta da Hakimiyet-i Milliye esası ile ayrı bir görüşümüz yoktur. Biz hiç bir zaman babadan - oğula intikal eden bir idare şeklini düşünmüyor ve istemiyoruz.

3-Biz Türk Ordusu’nun, müttefiklerinin yanında yer almasında bir mahzur görmüyoruz.Hatta, müttefiklerimize Türkiye’de kışla yeri verilebilir. Ancak savaşta ve sulhda Millî Ordumuz’un yabancı ordularla ihtilât etmesine, hele ordunun içine yabancı mütehassısların sokulmasına tamamen karşıyız. Biz Kuvva-yı Millîye esasiyle aynı görüşteyiz.

4-İktisadımızda yabancı sermayeyi kovmalıyız. Dış borçları tamamen tasfiye edip, tamamen millî - Dünya Merkez Bankası ile ilişkisi olmayan faizsiz para kullanmalıyız. Dış münasebetleri altın para ve takas esası ile yürütmeli, gümrük duvarlarını kaldırmalıyız. Para transferlerini serbest bırakmalı, faizsiz, fakat serbest ticaretli bir ekonomi uygulamalıyız. Ekonomimiz, eşit şartlarla dışa açık olmalı, ama dış sermayenin hakimiyetine girilmemeiidir. Bu hususta da bütün tatbikatı ile Kuvva-yı Milliye esası ile beraberiz.

5-Biz ne kuvvetler ayrılığına, ne de tekliğine taraftarız. Biz kuvvetler ayrılığını, birbirini çelen ve birbirleri ile çekişen müesseseler olarak anlamıyoruz. Biz kuvvetleri ayırıyor ve her kuvvete bir görev veriyoruz. Ancak, kuvvetler arasında tam işbirliği ve âhenk tesis etmek için Devlet Başkanına büyük yetkiler tanınmasını istiyoruz. Devlet başkanına iş göremez hale gelen müesseseleri dağıtma yetkisi verilmelidir. Meselâ, Meclisi dağıtabilmeli ve yeniden seçime gidebilmeli, Anayasa mahkemesini dağıtıp yeniden teşkiline imkân ve karar verebilmeli . Böylece iki sistemin aşırılıkları ortadan kalkar, bu hususta biz sizden daha çok kuvvetler birliği esasına yakınız. Çünkü biz iki ilke arasında yer almış bulunuyoruz. Çok partili sistemi esas alıyor ve nisbî sistemi benimsiyoruz. Ancak biz, partileri birbirine karşı değil de millete hizmet yolunda ordu birliklerine benzer şekilde görüyoruz.

6-Biz dinde zorlamayı kabul etmiyoruz. Herkesin kendi dininde tamamen serbest olmasını, her haliyle dinî vecibelerini yerine getirebilmesini, ibadet ve eğitimini yapabilmesini esas alıyoruz. Devletin din adamları tarafından idare edilmesine, biz de sizin kadar karşıyız. Ancak, eğer bir dinde iyi, güze, faydalı ve doğru bir şey varsa; biz onu «bu dinîdir» diye atmayız ve bir şeyi dinî olduğu için kötü kabul etmeyiz. Akıl ve ilim meydanına, seçim ve Millî İrade meydanına her görüş girer ve orada yapılacak ayıklama ile uygulama imkânı bulunur. Biz din düşmanlığı ve dinî baskıyı asla kabul etmiyoruz. Din düşmanı olmamak şartı ile dinsizlere de hürriyet tanıyoruz. Bizde dindar olmak kusur veya eksiklik değildir.

Netice

Son olarak diyebiliriz ki; her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’yi yukarıda izah ettiğimiz Avrupa hakimiyetinden kurtarmalıyız.

«iktidarda olanlar gaflet ve dalâlet, hatta hıyanet içinde olabilirler. Şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasî emelleri ile birleştirebilirler. Bütün bunlar bizi Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini müdafaadan alıkoymamalıdır. Muhtaç olduğumuz kudret Kuvva-yı Millîyemizde mevcuttur.»