İSLAMİYET VE GÜNÜMÜZÜN MESELELERİ
Süleyman Karagülle
591 Okunma
İSLÂMİYET VE İHTİLAL

İSLÂMİYET VE İHTİLAL

İslâmiyetin ihtilâl hakkındaki görüşünün ne olduğu bugüne kadar açıkça tartışılmamıştır. Bu konudaki İslâmî esaslardan çıkardığımız neticeyi bu yazıda ortaya koyacağız.

Her varlık kendi varlık ve oluşunu korumak durumundadır. Ancak kendi varlık ve oluşu başka bir varlığı tehdit ediyorsa o varlıkta nefs müdafaası hakkı doğacaktır. Böylece mücadele başlıyacak, galip gelen yaşayacak, mağlup olan ortadan kalkacaktır. Bu, kimsenin itiraz edemiyeceği tabiî bir nizamdır. Bundan dolayıdır ki, İslâmiyetin varlığı, başka düzen veya grupların varlığını tehdit ediyorsa, onlar ortadan kaldırmak gayesiyle İslâmiyete savaş açacaklardır.

Ama Kur’anın tebliğine göre, İslâmiyet hiç bir zaman mağlup edilemiyecek, ona karşı gelenler ise hüsrana uğrayacaklardır. Ayetler bunu açıkça beyan ediyor: «Gevşemeyin, üzülmeyin, inanıyorsanız siz üstünsünüz»(1). «Gevşeyip teslim olmayı istemeyiniz, siz üstünsünüz, Allah sizinle beraberdir, çalışmalarınızı boşa çıkarmaz» (2). «Gerçek dini diğer bütün dinlerin üstüne çıkarsın diye, din ve hidayetle elçisini gönderen Odur. Allah’ın buna şahit olması yeter» (3). Başka şeylere bağlananlar istemeseler de, dinini bütün diğer dinlere galip getirmek için dini ve peygamberi gönderen Odur» (4)

Bu iddiaların doğruluğunu, Kur’anın Allahın Kitabı olduğunu da ispatlıyarak, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da zamanın ortaya çıkaracağına inanıyorum. Savunanları da, karşı çıkanları gibi İslâmiyeti tam gerçeği ile bilmediği için, her sahada olduğu gibi ihtilâl konusunda da İslâmiyetin tâm görüşü bir türlü ortaya konulamıyor. «Onlar Kitabı bilmiyor, sadece söylentileri biliyorlar ve tahmin ediyorlar»(5)

İslâmiyetin İnsandan Beklediği Vazifeler

İhtilâl hakkındaki görüşünü belirtmeden önce, İslâmiyet'in insandan beklediği görevleri sıralıyalım:

1-Hak ve görevlerini beşikten mezara kadar araştırarak öğrenmek için çabalamalısın. Bilmediğin şeylerin arkasından gitmemelisin.

2-Öğrenmek yapmak içindir. O halde öğrendiklerini ömrün boyunca yapmaya çalışmalısın. Dünyaya görevlerini yapmak için geldin. Bu görevleri önce kendin tatbik etmelisin. Sen kendinden sorumlusun. Önce kendin görevini yapacak ve kendin yapmadan başkasının yapmasını istemiyeceksin. Yapmadan söylemek büyük suçtur.

3-Kendin iyice öğrenip tatbik ettikten sonra başkalarına da gerçeği anlatacak ve göstereceksin. Seni dinlemez, hatta söyletmezlerse bile, sen anlatmaya ve öğretmeye devam edeceksin. Görevin öğretmektir, yaptırmak değil. Kimsenin işine karışmayacak, yaptırmaya zorlamıyacak, hele bildirmediğin, anlatmadığın şeylerin körü körüne yapılmasını katiyen istemiyeceksin. Kısacası, öğrenmek, yapmak ve duyurmakta hür ve görevlisin, yaptırmak ve yapmaya zorlamakla değil. «Dinde zorlama yoktur» (6)

Lâik ve Lâik Olmayan Devlette Müslümanın Vazifeleri

4. Eğer devlet, halkına din, vicdan, fikir ve eğitim hürriyeti sağlıyan bir İslâm devleti veya gerçekten lâik (burada gerçekten lâik bir devlet olarak İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika gibi devletleri kasdediyoruz, yoksa Anayasasında lâik yazdığı halde baskıcı olan Rusya ve benzeri devletleri değil), bir devlet ise, müslümanın görevi basit olacak, öğrenecek, yapacak, öğretecek, kimsenin yapmasına karışmayacaktır.

Eğer devlet, bir İslâm devleti veya gerçekten lâik bir devlet değilse müslümanın işi o zaman zorlaşacaktır. Bu tür baskıcı zalim idareler müslümanın öğrenmesine, öğretmesine, yapmasına müsade etmez, bütün teşkilâtı ile müslümanlığına engel olursa müslüman ne yapacaktır? Kanunlar yasak etti, hükümet istemiyor diye müslümanlıktan ve öğretme,görevinden vaz mı geçecektir? Yoksa gizli bir teşkilât kurup zalim iktidarı ihtilâlle değiştirmeye mi çalışacaktır? Veya dinini gizleyip, çeşitli hilelerle iktidara gelmeye mi gayret edecektir? Bu hususta Kur’an ne emretmektedir? Bu soruların cevabını verebilmek için, önce bu durumdaki müslümanın önündeki yolları sıralıyalım:

a-Kanun ve emirlere itaat edecek ve İslâmiyeti terkedecektir.

b-Gizlice İslâmiyeti öğrenmeye, yapmaya ve öğretmeye devam edecek, fakat müslüman gözükmeyecektir.

 c) Müslüman olduğunu açıkça söyleyecek, bunun karşılığında iktidarın zulüm ve işkencelerine tahammül edip, ona karşı gelmeyecektir. İşkence gördüğü halde öğrenmeye devam edecektir,

d-Gizli teşkilât kurup ihtilâl yapacaktır.

e-Orasını terk edip, başka memlekete gidecektir.

f-Hile ile, seçim veya başka yollardan iktidarı ele geçirmeye çalışacaktır.

Devlet Baskısı Altındaki Müslümanlara Peygamberimizin Işık Tutan Hayatı

Devlet baskısı altındaki müslüman bu yollardan hangisini seçecektir? Bu sorunun cevabını Kur’andan ve Hz. Peygamberin hayatından öğrenebiliriz. O halde, bu konuya açıklık getirmek için Hz. Peygamberin hayatına kısaca bakalım:

Hz. Peygamber görüşlerini açıkça ortaya koydu, hiç bir şeyi inkâr etmedi, gizlemedi. Ancak başlangıçta pek göze batmıyacak şekilde çalıştı. Çünkü önceleri kendisi de, arkadaşları da bilmiyor, öğreniyorlardı. Alenî yaptıkları ancak bildikleriydi. Bilmediklerini yapmıyorlar, yapmadıklarını öğretmiyorlardı. Çünkü yapmadan öğrenmek yasaklanmıştı. Bu durum Ömerin müslüman oluşuna kadar altı sene böyle devam etti. Ancak ondan sonra, çalışmaların açıkça yapıldığı, öğretmenin başladığı ikinci döneme geçildi.

Gerek birinci, gerekse ikinci dönemde karşılaşılan mukavemet büyüktü. O devrin iktidarı, akla hayale gelmeyen tazyik ve zulme başvurdu. Buna rağmen Hz. Peygamber öğrenmeye, yapmaya ve öğretmeye devam etti.

Mekke devrinde, ısrarlarına rağmen arkadaşlarının şu tekliflerini reddetti:

a . Bazı tavizler verip, putlara fazla çatmıyarak çalışmaya devam etmek.

b. Onlardan görünüp, Mekke reisliğini elde ettikten sonra dini yaymak.

c . Mekkeyi terketmek.

d . Karşı gelip savaşmak.

Hz. Peygamber bütün bu teklifleri reddediyor ve müslümanlara devamlı olarak sabır tavsiye ediyordu. Hz, Peygamber bu konuda diyordu ki: «Biz bunlara henüz Islâmiyeti öğretmiş değiliz. İslâmiyeti bilseler, belki bunları yapmayacaklar. Taviz vermekle, kaçmakla, gizlenmekle tebliğ görevimizi yapmamış oluruz. Kılıçla veya hileyle iktidarı ele geçirsek, dini, emrin hilâfına zorla kabul ettirmiş oluruz. Bize zulmedecekler, eziyet ve işkencelere uğrayacağız, bir kısmımız şehit olacağız, ama bütün bunlara Allah için sabredeceğiz. Korktuğumuz için değil, görevimizi tam yapabilmek, İslâmiyeti öğretebilmek için Allah bizden bunu istiyor. Kur’anda da pek çok ayet Hz. Peygambere böyle yapmasını ve söylemesini emrediyordu.

Sabırla Geçen Yedi Yıl

Yedi yıl da böyle geçti. Bütün zulümlere karşılık mazlumların sabır ve yollarındaki ısrarı İslâmiyeti bütün Arabistana öğretmişti. Artık herkes İslâmiyetin ne olduğunu biliyordu. Pek çok kişi müslüman olmak istiyor, fakat iktidarın baskısı halkın gerçek yolu tutmasına engel oluyordu. Böylece öğretme devri de bitiyordu. Bundan sonra ne yapılmalıydı? Hileyle, ihtilâlle veya ayaklanmayla iktidarı almak mı? Dinî baskı böyle mi ortadan kalkacak ve herkes vicdan hürriyetine kavuşacaktı?

İslâmiyet bunların hiçbirini doğru görmüyordu. Zira «kendin için kabul edemiyeceğin bir şeyi başkasına yapamazsın» İslâmî bir kaideydi. Hile veya ihtilâli meşru görseydi, kendisine karşı olanı da meşru görecekti. Halbuki bunu meşru görmek kendini inkâr olacaktı.

Hicret ve Fonksiyonu

Müslümanların önünde seçmeleri için iki yol vardı: Bunlardan biri, sabredip devam etmek ve birgün iktidarın İslâmiyeti resmî din kabul etmesini beklemek. Nitekim, Romada Hıristiyanlar böyle yapmışlar ve Roma hükümdarı Hıristiyanlığı kendiliğinden devletin resmî dini yapmıştı. İkincisi de göç etmekti. Mekkede yapılacak iş kalmadığına, tebliğ ve öğretme görevi de tamamlandığına göre göç edebilirlerdi. Buna önce müsade verildi, sonra Hz. Peygamber de göçünce, bütün müslümanların göç etmeleri emredildi. Medinede yerlilerin de rızası ve katılmasıyla İslâm devleti kuruldu. Bundan sonradır ki, diğer arap devletleri ile devletler arası hukuk esaslarına göre münasebetler başladı ve İslâm medeniyeti bütün dünyaya yayıldı.

Netice

Buraya kadar yazdıklarımızdan çıkan müslümanların hudutları dışına çıkmamaları gereken neticeleri sıralıyalım:

Kanunlar yasak etse, hükümetler engel olsa da hiçbir müslüman İslâmiyeti öğrenmek, yaşamak ve öğretmekten vazgeçemez. Tehlike ne kadar büyük olursa olsun müslüman müslümanlığını gizleyemez, inancından taviz veremez. Kimseyi müslümanlığa zorlayamadığı gibi, isyan edemez ve ihtilâl yapamaz.

Bulunduğu memlekette, dinî partiler kurmak yasaksa sahte hüviyetli parti kurup iktidara talip olamaz. (Bu durumda ancak Islâmiyeti anlatmak için parti kurabilir ki, onun da gayesi iktidara gelmek değil, tebliğ olabilir. Kanunlar engelse İslâm ismini de kullanmayabilir).

Öğretme ve tebliğe her ne pahasına olursa olsun devam etmek müslümanın temel görevidir. Müslüman dilerse, İslâmiyeti anlattıktan sonra karşı gelmeden, isyan etmeden, ihtilâl yapmadan, iktidara gelmek için hüviyetini saklamadan, hile ve sahtekârlığa başvurmadan zulme göğüs gererek Islâmiyeti öğrenmeye, yapmaya ve öğretmeye devam eder, isterse ve şartlar da müsaitse başka ülkelere göç eder.

Türkiye'deki müslümanın durumuna gelince.. Türkiye resmen lâik ve demokratik bir devlettir. Geçici olarak din düşmanı hükümetler iktidara gelseler bile, demokrasi nizamı onları kısa sürede tasfiye eder. Bu yüzden Türkiye'deki müslüman ihtilâl taraftarı olamaz.

(1)   Kur‘an-ı Kemim, Ali İmran sûresi, ayet 139

(2)   Kur‘an-ı Kerim, Mühammed sûresi, ayet 35

(3)   Kur'an-ı Kerim, Fetih sûresi, ayet 28

(4)  Kur‘an-ı Kerim, Bakara sûresi, ayet 9

(5)   Kur‘an-ı Kerim, Bakara sûresi, ayet 78

 

 

 

 

 


 

 



© 2024 - Akevler