TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
691 Okunma
100-107.AYETLER

 

 

TAHA SÛRESİ - 15. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا (100) خَالِدِينَ فِيهِ وَسَاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا (101) يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا (102) يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا (103) نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا (104) وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا (105) فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا (106) لَا تَرَى فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا (107)

 

***

 

مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ

MaN EaGRaWa GaNHu (MaN EaFGaLa GaNHu)

“Ondan i’raz ederse”

Buradaki هُ zamiri ذِكْرًا ‘e gitmektedir (99. Ayet)). ذِكْرًا marife gelmemiş nekre gelmiştir. Yani Kur’an’ın kelimeleri tektir هُ tekildir, marifedir. Kur’an’la verilen zikr ise çoktur çünkü her devrin ve her topluluğun Kur’an’dan anladıkları farklıdır.

Dolayısıyla Muhammed Peygamber’in anladığı farklı idi, kendi zamanında ve kendi kavmine aitti. Bizim zamanımızda bizim topluluğumuza nazil olan zikr farklıdır ve bize hastır. Allah onunla bize yol göstermektedir, bize anlatmaktadır.

Diyanet İşleri’ne yetki verilecekmiş, Kur’an’ın bin dört yüz sene önceki manası ne ise onu anlayacakmışız, diğerleri yasaklanacakmış!

İçtihadın kapısını kapatanlar da aynı şeyleri yaptılar, sonunda kendileri kapandılar.

Kur’an yeniden yeni içtihatları ile dünyaya meydan okuyor. Buyurun, gücünüz yetiyorsa, istediğiniz fermanı çıkarın. Kur’an zikirdir ve kıyamete kadar herkes kendisi için yorumlayacak. Kur’an’ın resmi yorumcusu icmadır, başka resmi yorumcusu yoktur. İlk müçtehitler bunları ne kadar iyi anlamışlar ama yirminci yüzyılda maalesef onları bile anlayacak seviyede birileri çıkmamıştır.

Evet, kim ondan i’raz ederse…

عَرْض en demektir, طُول boy demektir. Tula doğru giderken sıratı müstakimde ilerlerken, o yolu bırakıp yan çizme i’raz etmedir.

Kim içtihadı ve icmayı terk ederse, Kur’an’ı yaşadığı çağın ve topluluğun ilmi seviyesi ile orantılı bir çaba ile anlamazsa denmiş olmaktadır. Kendisinin i’raz ediyor olması yetmiyormuş gibi başkalarını i’raza zorlarsa, evleviyetle hükmü beyan edilecektir.

فَإِنَّهُ يَحْمِلُ

FaEinNaHUvYaXMİLu (FaEinNaHuv YaFGaLu)

“O haml eder”

“Hamletme” yüklenme anlamında olduğu gibi taşıma anlamındadır. Hareketi yoktur.

وِزْرًا ise potansiyel yüktür. Bir ağırlığı yay üzerinde asarsanız yay uzar, bu o cismin potansiyel yükünü gösterir. Eğer yayı koparırsanız taş düşmeye başlar ve gittikçe hızı artar, bu da onun dinamik yükünü gösterir.

حَمْل dinamiktir, وِزْر potansiyeldir.

Bu ayet potansiyel yükün taşınmasından bahsetmektedir. Bu dünyada yüklendiği bir yük değil de ahirette orada ona bir görev verilecek, zorunlu görev olacaktır. Sıkıntılı bir çalışma sağlanacaktır. Bu cehennem olabilir, araf olabilir ama kıyamet günü araf günüdür. Demek ki ahirette cehenneme gidenler olacaktır ama cehenneme gitmeyip arafta kalanlar da olacak, onlar sıkı görevler gördükten sonra cennete gideceklerdir, görmezlerse cehenneme gidebilirler.

Ağırlık olarak ayrıca وَقْر ve ثِقْل vardır. Dört kuvvet mevcuttur. Bugün fizikte bu dört kuvvetin varlığı bilinmektedir. Bu dört kuvvetin bir kuvvete irca çalışması vardır. İnsanlık tevhidi aramaktadır. Böylece Tanrı’nın yerine bu dört kuvvetin ikame edilmesi düşünülmektedir. Yaratılanlar iki çifttir yani dörttür ve aralarında rasyonel ilişki yoktur yani birimle ölçülmezler.

يَوْمَ الْقِيَامَةِ

(YaVMa eLQıYAvMati)

“Kıyamet yevmi”

الْقِيَامَةِ marifedir, يَوْمَ de marifedir. Kıyama kalkma demektir. Öldükten sonra saat gelince sura yani borazana üflenecek ve herkes dirilecektir.

Buradaki sur mecazi midir yoksa gerçekten üflenecek midir?

Kâinat yaratılmadan önce bir tohum kadardı, elektron ve pozitronlar dengede idiler, dört boyutta olan tohumun üç boyut içinde kenarı yoktu. Dört boyut içinde tohum olarak duruyordu. Patlama oldu ve üç boyutlu zaman doğdu, bu patlamada pozitif madde ile negatif madde birbirinden ayrıldı.

F= dört çeşit parçacık (+q+j*m) , (-q+j*m),   (+q-j*m) , (-q-j*m), dört çeşit parçacık dengede idi. Öyle dizilmişlerdi ki -’lerin yanında iten ve çeken +’lar vardı. Kararsız denge vardı.

Patladı -jm ile +jm bir tarafa gitti, çünkü J2 negatiftir diğerleri diğer tarafa gitti ama bunlar birbirini itti.

Şimdi bizden ayrılan kâinat başka yerdedir, bizden uzaklaşmaktadır. Bizim kâinatımız da büyümeye başladı. Çünkü ayrılan parça ışık hızıyla onu itti. Dört boyutlu uzayda büyümektedir. Bu büyüme hidrojenin helyuma dönüşmesindeki itme gücüyle olmaktadır. Tükendiği zaman kâinat büzülmeye başlayacaktır. Büzülünce de enerjisi artacaktır. Aynı şey bizden kopan kâinatta da olacağından iki kâinat yaklaşacaktır. Böylece yeniden patlama olacaktır. İşte nefha budur. Kıyamet günü dört boyutlu uzaya kıyamdır.

وِزْرًا (100)

ViZRan (FıGLan)

“Vizri”

وَذْر kas demektir. Vücutta kuvveti temsil eder.

وِزْر yük demektir. Yükümlülük demektir. Görevdir.

و beraberliği, ز zamanda diziyi, ر de tekrarı ifade eder.

وزر Kur’an’da 27, وزن 23 defa geçer. Toplam 50 (2*52) eder.

Vizr görevin sorumluluğudur. Bir topluluğun işini yapabilmesi için o işi yapmaya yeterli olması gerekir. Bilmeyene ve yap(a)mayana vüs’ünden fazla vizr yüklenmez. Külfet görevdir. Vizr ise külfetin sorumluluğudur. Demek ki vezir demek aynı zamanda sorumlu demektir. Yani devlet başkanları sorumlu değiller vezirler sorumludurlar. Hükümet sorumludur. Başkanların sorumlu olmadığına delalet eden ayet Allah seni ismet etmektedir ayetidir (Maide, 5/67). Yani sorgulamak kimsenin yetkisinde değildir.

Ben bu tür yorumlar yapıyorum. Zorluyorsun diyenler olabilir. Siz de zorlayın. Zorlanmış deliller getirin tercih kuralları ile getirelim.

Demek ki kıyamet gününde cennete gidenler olacağı gibi cehenneme gidecekler de olacaktır. Bunlar cehenneme gitmekten korkmaktadırlar ama cennete gitmeyebilirler veya geç gidebilirler.

 

YORUM

ذِكْرًا kelimesi nekre gelmiştir. Çünkü Kur’an her çağa ayrı manaları ile hitap eder. Kelimeler aynı ama manaları yere göre farklı. Sonra kim ondan i’raz ederse, yani Kur’an’ın çağındaki manası kendisine geldiği halde i’raz ederse demektir.

“Adil Düzen” kendisine ulaştığı halde ondan i’raz ederse.

“Adil Düzen” kimlere ulaştı?

Önce Akevler ortaklarına ulaştı. Sonra Millî Görüşçülere ulaştı. Risale-i Nur şakirtlerine ulaştı. Ak Parti’ye ulaştı. Erbakan’ın anlatmaları ile dünyaya ulaştı.

Kur’an nazil olduğu zaman mal mübadelesi vardır. O zamanki âlimler ziraat ve ticarete dayalı düzeni ele aldılar. Kur’an’ı ona göre yorumladılar. Emek mübadelesi yoktu. Onlara o hususta Kur’an bir şey söyledi. Şimdi ise emek mübadelesi dönemine geçildi. Sermaye terakümünün olabilmesi ve sanayinin gelişebilmesi için işçilik dönemine ihtiyaç vardı. Kur’an o dönemlerde sustu. İnsanlar akılları ile işler yaptılar. Şimdi ise sanayileşme sağlandı. Artık faizli işçilik dönemi işe yaramamaktadır.

Kur’an bugün bize işçilik sisteminin yerine “ortaklık sistemini” anlatmaktadır. Faizli bankaların yerine “kredileşme sistemini” anlatmaktadır. Söylediklerimiz çocukların bile anlayacağı kadar basittir. Para demek satın alma gücü demektir. Neyi satın alacak? Ambardaki malları satın alacak yahut insandaki emeği satın alacak. O halde bunları satın alacak kadar olmalı ve bunlara eşit olmalıdır. Fiyat ve ücretler öyle oluşmalıdır.

Mal mübadelesi döneminde Para = Fiyat * Mal formülü geçerli idi.

Emek mübadelesi döneminde Para = Ücret * Emek paranın yerine geçti.

Para= Fiyat * Mal + Ücret * Emek olarak tarif etmeye kalkıştılar.

Bu yanlıştı, çünkü birlikte hareket ediyor, tam tersine para pul oluyordu. 

Kur’an’ın öğrettikleri ile diyoruz ki: Para = Mal * Fiyat = Ücret * Emek’tir.

Emeğe karşı para çıkarılır. Çalışanlar ücret olarak bunu alırlar. Sonra bakkala gidip aynı para ile malı satın alırlar. Para artmaz, sadece emek mala mal emeğe dönüşür.

İşte, Kur’an’ın bugün insanlığa zikri budur. Bunun için mal ve emek senetlerini ortaya koymuş, en uzun ayeti ile zikretmiştir. Para mal veya emeği satın alıp satmaz, mal ve emek senetlerini alıp satar. Mal ve emek ise senetleri ile alınıp satılır.

İnsanlar bu zikirden i’raz ettikleri için i’razları cehenneme gitmelerine sebep olmayacak ama cennete gitmelerine engel olacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Kim ondan yan çizerse kalkış gününde yükümlülük taşır.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Kim ondan i’raz ederse kıyamet yevminde vizri haml eder.”

 

MaN EaGRaWa GaNHu FaEinNaHUv YaXMiLu YaVMa eLQıYAvMati ViZRan

مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا (100)

 

***

 

خَالِدِينَ فِيهِ

PAvLiDIyNa FIyHı (FAvGıLIyNa FIyHı)

“Orada halittirler”

خَالِدِينَ demek aralıksız kalırlar demektir. Eğer hep kalacaklarsa o zaman arafta olanlardan başaranlar cennete gidecekler, başaramayanlar arafta kalacaklar demektir. Zikirden i’raz edenler cehenneme gitmeseler bile cennete gidemeyecekler demek olur.

Buradaki هِ zamiri يَوْمَ’e gidebilir. Onun içinde yani dönem içinde haliddirler demektir. Yevmin halid olması söz konusu değildir. Yevm zamanın bir parçasıdır. İkinci asırda insanlar halid olarak kalacaklar demek ikinci asrı dolduracaklar demektir.

Bunun anlamı şudur. Arafta olanlar belli bir zamana kadar kalacaklar, sonra cennete gidecekler. Araf da ortadan kalkacak demektir. O yevm bitti demektir. Cennet ve cehennem şimdi vardır, sonra da hep olacaktır. Araf ise geçicidir. İki silindirin kesiştiği yerdir.

وَسَاءَ لَهُمْ

Va SAvEa LaHuM (Va FaGaLa LaHuM)

“Ve onlar için sevettir.”

 سِوَاد kara demektir. د harfinin ء harfine dönüşmesi ile morarmak, kararmak, bozulmak anlamlarını kazanmıştır.  نَفْعve ضَرّ , عَدْل ve ظُلْم yanında حُسْن ve سُوء  vardır. İyilik ve kötülüktür. İyiliğin dört kriteri vardır. 

Varlık yokluktan iyidir. Birlik ayrılıktan iyidir. Gelişme durağanlıktan iyidir. Kararlılık ise araftan iyidir.

سوء 167, سوي 83 defa geçmektedir. Toplam 250 (2*53) eder.

يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا (101)

Va SAvEa YaVMa eLQıYAvMaTi XıMLan (FaGLa eLFAvGıLaTi FıGLan)

“Kıyamet yevminde himlen”

و ile atfedilmiştir. O halde sevet başka, vizri hamletme başkadır. Zikre kulak verenler için ondan i’raz edenlere cehennem azabı yoktur. Çünkü bir suç işlememişlerdir ama cennete de gidemeyeceklerdir. Bir de zikirden i’raz edenler dünyada kıyamla karşılaşır. Bu yevm birinci yevmden farklıdır, yeniden zikredilmiştir. Bu dünya hayatındaki kıyamet günüdür. Bu da örnek olarak bir kıyamet günüdür. Halkın iktidara karşı hareketi kıyam hareketidir. Zikirden i’raz onlara ayaklanma gününde kötü görevler yükler, kötü sorumluluklar yükler.

Zikirden i’raz edenlerin ahirette cennete gidememelerine sebep olur. Dünyada da kıyam zamanında kötü günler yaşatır. Zikr yol göstericidir. Siz yararlanırsınız.

Biz Erbakan’ı destekledik, Erbakan da bize kulak verdi ve değerlendirdi. Askerler ise Erbakan’ı desteklemediler. Bizi duymasa da bizim görüşlerimizi dünyaya duyurdu.

Sermaye öyle istiyor diye herkes Akevler’den söz etmiyor ama Adil Düzen’in Akevler ürünü olmadığını kimse söyleyemez. Erbakan da Adil Düzen ile ün kazanan kimsedir. Aslında Akevler’e karşı değiller. Akevler’in katkılarını da kimse inkâr etmiyor ama Sermaye öyle buyurduğu için kimse ağzına almıyor.

Biz bu yazıları yazarken sizden bir ücret istemiyoruz. Bizim ücretimiz âlemlerin rabbine aittir, sizin iyiliğiniz için aktarıyoruz. Dinlemezseniz siz kendiniz zarar göreceksiniz. İyi işler yaptığınızda biz daima yanınızda olacağız.

 

YORUM

Kur’an Araf’takilerden bahsederken daha cennete gitmemişlerdir ama cennete gitmeyi ümit ediyorlar diyor. Burada da haliddirler deniyor. Araf’takiler orada halid kalacaklardır diyor.

Araf hakkındaki bilgimiz biraz daha artmaktadır. Zikirden yararlanamayan insanlar suçlu olmayacaklar ama ikramdan mahrum olacaklardır.

Kur’an kimsenin işini bozmamakta, kimseyi cezalandırmayı da hedeflememektedir. Onlara çözümler üretmektedir. Tufandan kurtulma yollarını göstermektedir.

Sümerler Palandöken Dağlarını aşarak Fırat ve Dicle vadilerine indiler. Eski vatanlarında çobanlıkla geçiniyorlardı. Sulama tarımını bilmiyorlardı. Nehirlerin üzerinde barajlar yapıp sulama sularını kentlere getiriyorlardı. Kentler tarım kentleri idi. Yerliler sulamayı biliyor ama barajı bilmiyorlardı. Birlikte iş yapmayı bilmedikleri için baraj yapmayı bilseler bile yapamıyorlardı. Sümerler baraj yapmayı bildikleri için gelip yöneticiler olarak halkı çalıştırmışlar ve su barajlarını imal etmişlerdir. Tam teknolojiyi bilmedikleri için barajlar yıkılacak ve vadiyi su basacaktı. Allah Nuh Peygamber’i gönderdi ve bunu onlara haber verdi. Onlara bir de gemi teknolojisini öğretmeyi murat etti. Nuh onların iyiliğinden başka bir şey istemiyordu ama onlar dinlemediler ve gark oldular.

Şimdi de Kur’an gelecek felaketleri bildiriyor. Gemiler yapın, yüz lojmanlı apartmanlar yapın ve kurtulun diyor. Gelişen topluluklarda doğurganlık azalıyor, çocuk yapmıyorlar ve nüfusları azalıyor. Tüm insanlık da gelişiyor. O halde ölüme gidiyoruz. Görünen köy kılavuz istemez. Faizli düzenin olamayacağında şüphe kalmadı, bu sömürü düzeni çökmeye mahkûmdur. Dünya silah deposu olmuş, patlamak üzere.

İşte, Kur’an günümüzde yani yaşadığımız bu dönemde işte zikr olarak bu tufandan yani sosyal tufandan korunmayı anlatmakta ve öğretmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Orada tutukludurlar ve kalkış gününde onlar için taşıma kötü oldu.”

Kuran kelimeleri ile:

“Orada halittirler ve kıyamet yevminde onlara himlen sevet etti”

 

PAvLiDIyNa FIyHi Va SAvEa LaHuM YaVMa elQıYAvMaTi XıMLan

خَالِدِينَ فِيهِ وَسَاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا (101)

 

***

 

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ

YaVMa YuNFaPu Fıy elÖUvRı (YaVMa YuFGaLu Fıy elFuGLı)

“O yevm sura nefh edilir”

Buradaki يَوْمَ marifedir. يَوْمًا bir gündür, الْيَوْمَ bugün demektir, يَوْمَ de maruf gün demektir. Lütfi Hocaoğlu’nun görüşüne göre يَوْمَ nekredir. İzafette cümleye muzaf olarak gelmiştir. Cümle de nekredir. Bu nedenle nekreye muzaflığından dolayı nekredir. Ahiretteki kıyam günü açıktır. Buna göre yukarıda zikredilen iki kıyametten biridir. Yakın olana gideceğini kabul edersek o zaman ikinci kıyamet günü dünya kıyameti değil de ahiret kıyametidir. Buna göre yeniden yorum yapabilirsiniz. O zaman halidîne fîhiye yani zikre kulak vermeyenlerin terör belasından kurtulamayacaklarını ifade etmeleri olur.

نَفْخ körük demektir.

ن genelliği, ف mafsalı, خ harap olmayı ifade eder.

İnsan varlıkları farklı olarak görür. Onların bazıları arasındaki farkları işler ve onları bir varlık kabul eder. Bu ortak görünüm o varlığın şeklidir. Aynı şekle sahip insanların her birinin farklı özelliği vardır. Kişiden kişiye değişir ama zaman içinde bir kişide değişmez, buna “suret” denir.

İnsanlar hayvanların boynuzlarına üfleyerek farklı sesler çıkardılar. İnsanları bir toplantıya çağırmak için çıkarılan bu sesler için kullanılan araca “sur” denmektedir. Yahudiler borazan kullanırlar, Hıristiyanlar çan kullanırlar. Müslümanlar ise ezan okurlar.

Kâinatta dört temel varlık vardır; mekân, zaman, madde ve enerji.

Zamansız mekân olur mu, mekânsız zaman olur mu? Maddesiz enerji olur mu, enerjisiz madde olur mu? Madde ve enerji olmadan mekân ve zaman olur mu?

Yunanlılar zamanı, mekânı, maddeyi ve enerjiyi ayrı varlık kabul ettiler. Zamanı ve mekânı ebedi saydılar. Kelamcılar ise bunları bir kabul ettiler ve zamanla mekânın madde ve enerji ile birlikte yaratıldığını kabul ettiler. Bugün astronomi de zaman ve mekânın madde ve enerjinin bundan 13,7 miyar yıl önce birlikte birden büyük patlama ile var edildiğini göstermiştir. Kâinatta boşluk yoktur, mekân varsa orada yerçekimi kuvveti ve elektromanyetik dalga vardır demektir, ışık vardır demektir.

İşte, nefh etmek demek maddenin çevresine çekim gücünü göndermesi demektir.

Kâinat böyle nefh edilerek yaratıldı. Bir nefh yapılacak ve birinci nefhin kurduğu düzen çökecek. Birden tüm maddeler çekim kuvvetini kaybedecek, elektromanyetik dalgalar duracak. Nasıl değirmenin suyunu birden kestiğiniz zaman su bir zaman daha devam ederse, öylece bir zamanlar azalarak eski düzen direnmeye devam edecektir. Ondan sonra yeniden nefh edilecektir. Hava değil de çekim kuvveti ve elektromanyetik dalga nefh edilecek ve yeni düzen başlayacaktır.

وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ

Va NaXŞuRu eLMuCRiMIyNa (Va NaFGaLu eLMuFGıLIyNa)

“Ve mücrimleri haşr ederiz”

Bundan önce zikirden i’raz edenlerden bahsetti, onların dünya ve ahiretteki durumlarını anlattı. Şimdi ise mücrim olanları anlatmaktadır. Öncekiler zikirden yararlanmayan ama suç işlemeyenlerdir. Bunlar ise suç işleyenlerdir. Bunlar cehenneme gidecek kimselerdir.

Daha önce يُنْفَخُ denmektedir, şimdi ise نَحْشُرُ diyor.

Nefh ediliyor. Melekler ise haşr ediyor.

İlk yaratılışta melekler olmadığı için Allah onları istihdam etmemiştir. Şimdi ise melekleri istihdam ederek yeni düzen öyle kurulacaktır. Onun için نَحْشُرُ deniyor.

الْمُجْرِمِينَ marife olarak getirilmiştir ve erkek çoğuldur, topluluktur. Yani bugünkü Sermaye’dir, bugünkü kapitalistlerdir, bugünkü sosyalistlerdir. Bir timsahın iki çenesinin ortak kimselerini göstermektedir. İstiğrak için de gelir, o zaman bütün mücrim topluluklar kastedilmektedir.

يَوْمَئِذٍ

YaVMaEiÜiN (FaGLa EiÜin)

“Yevmeizin”

Yukarıda zikredilen iki kıyamet gününden birine işaret etmektedir.

يَتَخَافَتُونَ ifadesiyle ahiretteki kıyametten bahsetmekte olduğu anlaşılmaktadır.

Mücrimler زُرْقًا olarak haşr olunacaklardır.

زُرْقًا (102)

ZuRQan (FuGLaN)

“Zurk olarak”

زُرْق gözün matlaşması (katarakt) anlamındadır.

زرق Kur’an’da 1, طرق 11 defa geçer. Toplam 12 (22*3) eder.

ز zamanda diziyi, ر tekrarı, ق kuvveti ifade eder.

Haşr olundukları yerde müminlerin çevresi aydınlıktır, nereye gideceklerini ve hangi yollardan geçeceklerini bilmektedirler. Herkesin yanlarında üç koruması vardır. Biri yaptıkları iyi işleri kaydetmiştir. Diğeri yaptıkları kötü işleri kaydetmiştir. Fiiller filme alınmıştır. İhtilaf olunca ortada olan meleğin dediği olur. Bunlar insanı dirildiği yerde karşılayacaklar ve mahkemeye çıkaracaklardır. Bunlar tutuklu değil açık olarak gidecekler. Kendileri yürüyecek.

Oysa mücrimler tutuklanacaklardır. Ancak sevk edilenlerin gittiği yoldan gidebileceklerdir. Mısır’da ve Mezopotamya’da bunlar vardı. Mavi gözlü olanlara da “zurka” denmektedir. Böylece mavi gözlüler kötü insanlar sayılmaktadır.

Bu yorumun Kur’an’la bir ilişkisi yoktur. Kıyamet günü geleceklerden bahsetmektedir. Sonra görüş alanlarının darlığından söz etmektedir. Mavi gözlüler Hıristiyan olmuşlardır. Kur’an Hıristiyanları bizlere yakın bulmaktadır.

 

YORUM

Musa kavmine döndüğü zaman onları Samiriy’in yaptığı puta tapar bulmuştur. Beklenen; bunlar adam olmaz diye onları kendi hallerine bırakmak olmalıydı ama hayır; Musa önce kardeşini azarlamış, sonra Samiriy’i sadece sorguya çekmiş ve serbest bırakmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacağı ise; önce başbakanını çağırıp onu sorgulamalı idi. Neden böyle oldu, siz onları niye yakalamadınız diye ifadelerini almalıydı. MİT Müsteşarı’nın sakalından tutmalıydı. Kuvvet komutanlarını sıraya dizip neden önlemediniz demeliydi. Ondan sonra onları azletmeliydi demiyorum. Görevlerini yapanlar görevlerine devam edeceklerdir. Görevlerini yapamayanları görevden alabilirdi.

Darbeyi yapanları tutuklamadan dinlemeli ve ne istediklerini sormalı idi. Başkan olarak önce onlardan hain olanları görevden uzak tutmalı ve yaptıklarının etkisini yok etmeliydi. Puta tapanları değil, putları yok etmeli idi.

İşte…

Kur’an’a inanmak budur.

Kur’an’ı yorumlamak budur.

Kur’an peygamberlerin kıssalarını anlatıyor ki kıssadan hisse kapalım.

Erdoğan ne yaptı?

Puta tapanları topladı, onlarla istişare etti. Samiriy ile oturup pazarlığa başladı. Harun’un arkadaşlarını hapse gönderdi. Gelecekte tarihçiler bunları ibretle yazacaklardır.

 

Öz Türkçe ile:

“O gün boruya üflenir ve suçluları o gün göremez olarak toplarız.”

Kur’an kelimeleri ile:

“O yevm sura nefh edilir ve yevmeizin mücrimleri zurkan haşr ederiz.”

 

YaVMa YuNFaPu Fıy elÖUvRı Va NaXŞuRu eLMuCRiMIyNa YaVMaİZin ZuRQan

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا (102)

***

 

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ

YaTAPAvFaTUvNa BaYNaHuM (YaTaFAvGaLUvNa BaYNaHuM)

“Aralarında tehafut ederler”

خفت silkilmiş yaprak demektir. Düşmek, dökülmek anlamına gelir. خَفْت yaprakların dökülmesi esnasında çıkan hışırtı anlamına gelir. Sesin alçaltılarak çıkarılmasına da “tehafüt” denir.

خفت Kur’an’da 3, حفد 1 defa geçer. Toplam 4 (22) eder.

Kavlin cehrine karşı;

a) Hafi (خَفْي)

b) Haft (خَفْت)

c) İsrar (إِسْرَار)

d) Ketm (كَتْم)

e) Bağtatan (بَغْتَة) var.

Bunlardan cehren gelmek demek, gelmeden önce gürültünün gelmesi demektir.

Ketm etmek demek, göstermemek, arkası ile kamufle etmek demektir.

İsra ise kapalı tutmak demektir.

Haft etmek demek,  fısıldamak demektir, sesi çıkarmadan konuşmak demektir.

Bir toplulukta eğer insanlar ayrı ayrı sohbet edeceklerse, sessizce fısıltı ile konuşmalıdırlar. Cehren konuşma varsa, sıra ile konuşmalıdırlar.

Muhalefetimize rağmen Yenibosna sohbetlerinde herkes cehren konuşmaktadır. Bu topluluğun hukukunu çiğnemedir. Resmi konuşmalarda zaten söz almadan konuşulmamalıdır. Serbest olduğu zaman da insanlar tehafut içinde konuşmalıdırlar.

O gün zorunlu olarak herkes kurallara uymaktadır.

إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا (103)

EiN LaBiÇTuM EinLAv GaŞRan (EiN FaGıLTuM EiNLAv FaGLan)

“Ondan fazla kalmadık”

Yani mezarda geçen zamanlarını on yıl veya on hafta veya on gün diyorlar. Mücrimler az bir zamanda kalmadıklarını birbirlerine neden söylemektedirler. Burada üzerinde düşüneceğimiz iki konu vardır. Neden bunlar aralarında fısıltı ile dünyada ne kadar kaldıklarını soruyorlar. İkincisi ise konu ile ne ilgisi vardır ki Kur’an şimdi burada bunu zikrediyor.

Bir başka soru: Bu sözler Musa’nın kavmine veya Samiriy’e söylediği sözler midir, yoksa Allah’ın Musa’ya söylediği sözler midir yahut Allah’ın bugün bize söylediği sözler midir? Her üç varsayımı da ele alıp düşünmemiz gerekir.

Biz şimdi Allah’ın bugün bize söylediğini ele alarak düşünmeye başlayalım.

Musa’nın kıssasını anlatırken kıssayı sona erdirince Allah bize ahireti beyan etmektedir. Böylece Âdem’den başlayıp Kur’an’a gelinceye kadar olayların Kur’an düzeninin büyük kâinat planının bir parçası olduğunu hatırlatmaktadır.

Musa Peygamber zamanında olanlarla bugün olanların aynı zamanı yaşayarak ahirete birlikte geleceklerini bildirmektedir. Yarın kıyamet günü artık geçmiş gelecek değil hepimiz çağdaş olacağız. Bu nasıl mümkün olacaktır?

Yirminci yüzyılın çok boyutlu uzay ve zaman ve mekânın izafiliği teorileri bunları kolayca açıklamaktadır. İnsan bunları okudukça sanki onlarla beraber sen de yürüyormuşsun hissi gelmektedir. Bize Allah burada bir görev yüklemektedir. O da; insanlığa ahiret hayatını sanatla yaşatmamız gerekir. İslam ve Hıristiyan âlemi bir olup bir film üretme merkezi kurmalıdır. Bu merkez bir taraftan Adil Düzen’i anlatan senaryoları ortaya çıkarmalı, diğer taraftan cennetle cehennemi ve kıyamet günlerini tasvir eden ayetleri canlandırmalıdır.

Bu yorumcular onun ne olduğunda da ihtilaf halindedirler. Her biri ayrı vakti takdir ediyor. Kısa zaman içinde dirildiklerini hissediyorlar ama bunun gün mü hafta mı olduğu üzerine bir bilgileri yoktur.

 

YORUM

Ahirette gruplamalar nasıl olacaktır?

Bu ayetten anlaşılan aynı zamanda ölenler arkadaş edileceklerdir. Çünkü onlar aynı zamanda ölmüşler ki aynı zamanda mezarda kalmışlardır. Bir de aynı yerde ölenler gruplandırılacaklardır. Bu sebepledir ki mezarların taşınması bir şey ifade etmez. Ölünen yerdir ve zamandır. Balıklar doğdukları yerlere gider ve oralarda ölürler.

Yürüyüş dört boyutlu uzayda olduğu için aynı mezarda gömülenlerin aynı yerde dirilecekleri anlamına gelmez.

 

Öz Türkçe ile:

“Aralarında on gibi kaldık diye fısıldaşırlar.”

Kur’an kelimeleri ile: 

“Beynlerinde aşrden artık kalmadık diye tehafut ederler.”

 

YaTaPAvFaTUvNa BaYNaHuM Ein LaBiSTim EilLaAy GaŞRan

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا (103)

 

***

 

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ

NaXNu EaGLaMu Bi MAv YaQUvLUNa (NaXNu EaFGaLu Bi MAy YaFGaLUvNa)

“Ne kavl ettiklerine biz a’lemiz”

Yirminci yüzyılda çok boyutlu uzay geometrisi gelişti. Hareket var demek dört boyutlu uzay var demektir. İradeli hareket var demek beş boyutlu uzay var demektir. Ayrıca zaman ve mekânın izafiliği ortaya çıktı.

Bu ayet bugün çok kolay anlaşılmaktadır. İnsanlar farklı zamanlarda ölecekler ama sonra hepsi için aynı zaman gelecek ve birlikte dirileceklerdir. Yani önce ölenler sadece mezarda daha çok bekleyeceklerdir.

Onlar ahirette bunu söylerken biz de bu dünyada Kur’an’da bunu okuyarak Allah’ın her şeyi çok iyi bildiğini öğreniyoruz. Onların söylediği şey aslında izafiliğin açıklanmasıdır. Onlar hisleri ile o zaman söyleyecekler ama Kur’an bunu bize bildiriyor. Kur’an da 1400 sene önce bunları söylüyor. Böylece Allah’ın her şeyi en iyi bildiğine işaret ediyor.

Bütün bunlar üçüncü binyılın nasıl geleceğini bize anlatmaktadır.

إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً

EiÜ YaQUvLu EaMÇaLuHuM QaRIyQaTan (EiÜ YaFGaLu EaFGaLuHUM FaGIyLaTan)

“Tarika olarak mislleri kavl ettiğinde”

Yolları misl olanlar hep aynı şeyi söylemektedirler. Kimileri on gün, kimileri bir yevm diyor.

Burada أَمْثَلُهُمْ aynı zamanda yürüyebilir demektir. Yürüdükleri farklı ama zamanları aynı. Kıyamet misller çağının başladığı çağdır.

Dünyada değişik zamanlarda gelen gidenler hem orada aynı zamanda kalkacaklar hem de mezarda bekletilmeden. Bunlar merkadlarında dirilmiştir ama orada kalmayacak, yürüyecek, ortak bir alanda toplanacaklardır. Artık dört boyutlu uzaya geçilmiştir. Ölüm söz konusu değildir ama insanlar henüz cennete veya cehenneme gitmemişlerdir.

إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا (104)

EiN LaBiÇTuM İlLAy YaVMan (EiN FaGıLTuM EilLAv FaGLan)

“Bir günden artık kalmadık.”

Biz ahirette değişmeyeceğiz. Bu dünyadaki yapımızla gelecek, bu dünyanın hesabını bu dünyadaki yapımızla vereceğiz.

Genç yaşlarda insan yaşlanmayacak gibi gelir ve dünyadaki görevlerini hep yaşayacakmış gibi yapar. Yaşlanınca da dünyadan ayrılma hazırlıkları başlar. Ahiret gününe geldiklerinde mezarda birkaç gün veya bir gün kaldık derler. Yahut bu dünya birkaç gün gibi gelir. Ebedi hayatın içinde bu dünya hayatı ne ola ki!

Kur’an bize burada bunu hatırlatarak bu dünya hayatı o dünyaya hazırlık içindir diyor. Orada ölüm olmadığı gibi çoğalma da yoktur. İnsan beş boyutlu uzay içine dört boyutlu bir varlık olarak girecektir.

 

YORUM

Herkes okumak istiyor. Geleceğini düzenlemesi için diploma alacak, çalışmadan yaşayacak. Oysa herkes diploma almaya çalışmalıdır ama bir günlük veya on günlük kısa hayatı düzenlemek için değil, uzun ahiret hayatını düzenlemek için çalışacaktır. Bu düşünce ailece oluşmalıdır. Bunu sağlamak için de çocuklar bunu düşünecek ortamda yetişmelidirler. Ben karnımı nasıl doyururum endişesi olmamalı, ben cennete nasıl giderim endişesi olmalıdır.

Bunu sağlayan düzen de yüz lojmanlı işyeri apartmanlar sistemidir. Çocuğun doğup büyüdüğü apartmanda çevredeki insanların iş bulma, karnını doyurma, hatta eş bulma dertleri yoktur. İnsanlar bunu mevcut düzen içinde sağlamaktadırlar. Önce herkesin çalışmadan yaşama imkânı vardır, Yeryüzü kira payı/parası (zekât) ile geçinmektedir. Sonra çalışmak istediği zaman da her zaman çalışma imkânı vardır. Evlenmek için okulu bitirmesi, askerliğini yapması gerekmemektedir. İşte bu insan için dünyada yapmak istediği şey ahiretteki hayatı kazanma olacaktır. Ben öldüğümde Allah’ın mahkemesine ne diyeceğim diyecektir. Evet, sen bana nimetler verdin, ben de sana şükretmek üzere şunları şunları yaptım diyecek; evlendim, çocuk yetiştirdim, çalıştım, yatırım yaptım, görevimi yaptım öyle geldim diyecek.

Böyle bir düzeni kurma görevini Allah biz Adil Düzen çalışanlarına vermiş bulunuyor.

Benim için bu görev cumhurbaşkanlığından çok daha ileri bir görevdir.

1960’larda İzmir’in Gümüldür’ünde deniz kenarında bir İslami site projesi üzerinde çalışıyorduk; Remzi Güres o zaman ‘bana göre cumhurbaşkanı olma projesinden daha ileri bir projedir’ demiştir.

Bugün de ben size diyorum ki; Kur’an düzenini kurmak için çalışmak, ülkesinde Putin olmaktan, Trump olmaktan daha önemlidir. Çünkü bu yürüyüşte birkaç günlük hayat için değil de ebedi hayat için çalışmış olacaksınız.

 

Öz Türkçe ile:

“Söylediklerini en iyi bilen biziz. Hani yol olarak benzerleri olanlar bir günden artık kalmadık diyecekler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ne kavl ettiklerine biz a’lemiz. Hani tarika olarak mislleri bir yevmden fazla kalmadık diye kavl etmişlerdi.”

 

NaXNu EaGLaMu BiMAv YaQUvLu İZ YaQUvLu EaMÇaLuHuM OaRIyQaTan EiN LaBiÇTuM EilLAv YaVMan

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا (104)

 

***

 

وَيَسْأَلُونَكَ  

V aYaSEaLUvNaKa (Va YaFGaLUvNaKa)

“Ve sana sual ediyorlar”

Arapçada hal sigası yoktur, geçmişte olmuş halen devam eden hal sigası vardır. Şimdi başlayan ve gelecekte devam eden hal sigası vardır. Kur’an’da سَأَلُوكَ ifadesi yoktur. Yani ‘sordular’ denmemektedir. Sana soracaklar. İlerde de soru devam edecek demektir.

Musa kıssasını anlatmış, ahiret konusu ile bize hitap etmiş ve sonra da “sana soruyorlar” diyor. O halde bu hitaplar Musa’nın kavmine yahut Allah’ın Musa’ya yaptığı hitaplar değildir. Bu her zaman karşılaşılacak sorular olacaktır.

Yirminci yüzyılda insanlar kıyamet üzerinde düşünecek, müspet ilmin verileri içinde Kur’an’ın verdiği bilgilere dayanarak çözeceklerdir. Ancak çözemedikleri hususlar olacaktır.

Henüz gerek Batı gerekse İslam âlimleri ahiret hayatı üzerinde düşünmeye ve tartışmaya başlamadılar. Gelecekte bu tartışmaya girecekler demektir. Gelecek hakkında birçok bilgileri üreteceklerdir. Bu arada Kur’an’dan yararlanacak ve kendi bilgileri ile Kur’an’daki bilgileri karşılaştıracaklardır. Böylece hem müspet ilimde kolay aydınlatılacak hem de Kur’an daha kolay anlaşılacaktır. Bu beyan Bediüzzaman’ın başlattığı, Akevler’in ekol haline getirdiği Kur’an’ı müspet ilimle anlama, müspet ilmi Kur’an’la teyit etme metodunu insanlık benimseyecektir demektir.

Buradaki وَ neye atfedilmektedir. Bu sayede uygun atfedilecek bir kelime bulunmadığı için daha önce hazfedilmiş bir “Yes’elûne” vardır. Yani insanlık Kur’an ile müspet ilmi, ilahi kitaplarla müspet ilmi birlikte ele alacaktır; bunlardan birinde de dağlar ne olacak denmektedir.

عَنِ الْجِبَالِ

GaNı eLCiBAvLı (GaNı eLFıGAvLı)

“Cibalden”

Bugün yeryüzünde bir işletme vardır. Güneşten gelen ışık denizleri ısıtır. Sular buharlaşır. Bulutlar olur. Dağlara çarpar ve kar veya yağmur olur. Vadilerden veya yeraltındaki katmanlardan akarak denize ulaşır, su döngüsü gerçekleşir. Bu arada dağlar oluşan sıcaklık farklarını keser, tek hava dolaşımı gerçekleşir. Her ikisinin hareketi ısı farklarından olduğu gibi aynı zamanda bunlar yeryüzünün ısı dengesini de sağlarlar.

İnsanda nasıl kan dolaşımı varsa, yeryüzünde de su dolaşımı vardır.

Burada canlılar bu dolaşımdan yararlanarak döngüden ihtiyaçlarını alır ve atıklarını oraya atarlar. Aynı zamanda su ve havanın temizleyicisi olurlar.

Döngünün merkezinde dünyanın dönmesi ve dağların silsileler teşkil etmesi bulunmaktadır. Dağlar olmazsa döngü olmaz ve hayat da olmaz.

İşte, sorulan sual budur. Bu yeryüzü su ve ısı döngüsünün yerini ne alacaktır? Bunlar nasıl olacaktır? Ahiret hayatında bu döngü nasıl sağlanacaktır?

Kur’an bunun cevabını veriyor.

فَقُلْ

Fa QuL (Fa UuFGuL)

“Kavl et”

“Kavl et” emrini veriyor yani “soruların cevabını ver” diyor. Böylece bugünkü Batı ilimlerini en az onlar kadar öğrenmemiz gerektiğini söylüyor.

Gazali önce Felsefe kitaplarını okuyor ve Felsefe üzerine kitaplar telif ediyor. Müslümanlar itiraz ediyorlar; sen felsefeyi o kadar güzel anlattın ki onlar senden öğreniyorlar, düşmana silah hazırladın. Gazali diyor ki; benim onlara hitap edebilmem için onların bildiklerinden daha fazla bilmem gerekir ki bana kulak versinler.

İşte, bizim de Batı’yı Batı’dan daha iyi bilmemiz gerekmektedir. Bizim “Bin Dil Üniversitesi Projesi” bunlardandır. F. Gülen ve Millî Görüşçüler (AK Parti de dâhil olmak üzere) bizi yarı yolda bıraktılar, onların sokaklarında dileniyorlar.

Buradaki فَقُلْ emrini her mümin okuduğu zaman geceleri uyuyamamalıdır.

يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا (105)  

YaNSiFuHAv RabBIy NaSFan (YaFGaLuHAv FaGLIy FaGLan)

“Rabbim onları nesfen nesf edecektir.”

نَسْف kökünden çıkarılmış bitkidir.

Fidanı sökmek veya dikmek anlamındadır.

نسف Kur’an’da 5, ءسف de 5 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.

Dağların yok olmayacağını ifade eder. Sökülecek dikilecek. Bugünden farklı dizilecek demektir. Yeryüzü dönmektedir. Bu döngüyü sağlayan Ay’dır. Ay’ın dünya etrafında dönmesi ile Yer de dağların etkisiyle kendi ekseni etrafında dönmektedir. Dağlar kazık gibidirler, ne kadar yükseklikleri varsa o nispette de magma tabakası içinde derinlikleri vardır. Yeryüzü su akıntısını düzenledikleri gibi magmada da magma sıvısının akıntısını düzenlerler, bu sayede Yer’in kendi ekseni etrafında düzgün dönmesi sağlanır. Ay’ın da düzgün dönmesini diğer gezegenler sağlar. Ahirette bu düzenin olacağını ifade ediyor ama dağlar yeniden düzenlenecektir, yerleri farklı olacaktır.

 

YORUM

Müspet ilmin özelliği, hiçbir zaman varamayacağın yer hakkında bilgiler edinebilmedir. Bu oradan gelen ışığın özelliğinden sağlanmaktadır. Ben şimdi karşımdakini beynim ile görüyorum. Beyin ona varmıştır. Oradan gelen ışığı beyni algılamıştır. Bizden milyarlarca ışık yılı uzaklığındaki yıldızda olup bitenleri biliyoruz.

Yirminci yüzyılın ilimleri kâinatı bize tam olarak kavratmıştır. Bilgi sona ermemiştir ama ufuklar tükenmiştir. Ne kadar uzaklaşsak da kâinatın çapını aşamayız. Sonsuzu görürsem ensemi görürüm diyor bir fizikçi. Küçüldüğümüzde elektrona kadar iniyoruz, en büyük ve en küçüğe inmektedir.

Ahiretin başını, sonunu bilmiyoruz. Dört ve beş boyutlu uzaylar ile olacakları düşünüyoruz. Kur’an bize bilgi vermektedir. Kur’an’ın verdiği bilgiler müspet ilmin bilgileridir.

Müspet ilimler Kur’an’ın kâinatı var edenin bir kitabı olduğunu kanıtlar. Nasıl beni DNA’larımla tanıyabiliyorsanız, Allah’ın kitabını da öylece tanıyoruz. Ondan sonra ahiret bilgisini de müspet ilim içine koyabiliriz. Çocuklara müspet ilmin içinde ahireti anlatabiliriz.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve senden dağları soruyorlar. ‘Yetiştiricim onları söküp dikecektir’ de.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve sana cibalden sual ediyorlar. ‘Rabbim onları nesfen nesf edecektir’ diye kavl et.”

 

Va YaSEaLUvNaKa GaNı eLCiBAvLı FaQuL YaNSiFuHAv RabBIy NaSFan

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا (105)

 

***

 

فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا (106)

Fa YaÜaRuHAv QAvGEan ÖaFÖaFan

“Onlara saf saf ka’ olarak vezr eder.”

بَذْر tohum, “Tebzil etmek” tohumu saçmak demektir. “Vezr etmek” bir şeyi kendi haline bırakmak demektir.

Kur’an’da وذر 45, بذر 3 defa geçer. Toplam 48 (24*3) eder.

و beraberliği, ذ işareti, ر tekrarı ifade eder.

قوع içinde dağların ve tepelerin olmadığı geniş düzlük anlamındadır.

Kur’an’da 2 defa geçmektedir.

ق kuvveti, و beraberliği, ع de etkiyi ifade eder.

“Soffa” (صُفَّة) odalar arası oturma yeridir. Oturmak için konulmuş taşlara “safa” denir. Sonra sıra anlamı kazanmıştır ama bu sıra insan sıralaması anlamındadır.

صفصف sıralanmadır, sıra dağlar yerinde duruyor ancak Ay Güneş birleşmiş olmaktadır.

Acaba yaz kış nasıl olacaktır?

Şimdi Güneş hep aynı parlaklıktadır. Devamlı olarak hidrojeni azaltmaktadır. Ahirette helyum döngüsü olacaktır. Bir ara hidrojen helyuma dönüşecek enerji salacak. Güneş’teki döngü helyumu hidrojene çevirecek ve Güneş o zaman az ışık verecek yani gece olacaktır. Yani gece ile gündüz dünyanın dönmesi ile değil de Güneş’in parlayıp sönmesi ile sağlanacaktır. Dünya Güneş etrafında dönmektedir. Böylece yaz-kış yine olacaktır.

Dağlar yeryüzünün düzlüğü içinde saf saf yerleştirilecektir.

Doğada iki türlü etki vardır. Biri, etkilenme aktiftir. Örnek olarak denizden bulutların yükselmesini etkileyen Güneş aktiftir. Oysa yağmurların yağmasına sebep olan dağlar ise etkin değildir. Sadece engel olmaktadır. Şarttır ama illet değildir. Ahirette de bu görevleri dağlar göreceklerdir. “Vezr” kelimesinin kullanılması, etkin değil de pasif olarak görev görmelerinden dolayıdır.

Bugün ormanlar vardır, meralar vardır. Ahirette böyle olmayacak, bahçeler olacak, seralar olacak, sulama tekniği olacak ve her taraf tam verimle faaliyette olup insanların ihtiyacını giderecektir.

İnsanlık da yeryüzünde uygarlaşırken böyle bir yeryüzüne doğru gitmektedir.

 

YORUM

Musa’nın kıssasını anlattıktan sonra İsrail oğullarının bugünkü durumu için de durumlarına işaret etmiştir. İsrail oğulları kendi vatanlarına döneceklerdir. Orada ticaret yapacaklar ve dünyaya hizmet vereceklerdir. Bu hizmet faizsiz ve tekelsiz olacaktır. İlmi katkıları devam edecektir. Üretimde rolleri olmayacağı gibi dine, ilme ve siyasete hükmedemeyeceklerdir. İsrail toprakları onlara ait olacaktır.

Kur’an düzeninde devletlere bağlı olmayan insanlığa bağlı bölgeler vardır. Orada bağımsız iller vardır. Bölgeler doğrudan insanlık tarafından yönetilecektir. İller ise bağımsızdır, orduları yoktur. Değişik iller halinde yaşayacaklar. Dünya ticareti yine ellerinde olacaktır ancak tekel oluşturmayacaklardır. İlimde de daima alternatif olacaklardır.

Bunun tek sebebi vardır. İsrail oğulları başkalarının keşfettiklerini kendi âlimlerine mal ederler. Diğerleri ise ve hassaten Müslümanlar kendi âlimlerinin keşfettiğini başkalarına mal etmekle kalmazlar, kâşifleri zindanlara atarlar, ateşlere atarlar. Hıristiyan âlimleri büyük zulüm görmüşlerdir. Avrupa tarihinde acaba Yahudi âlimlerden böyle zulüm gören var mıdır? Hitler zamanının Yahudi âlimleri Türkiye’ye gelmiş ve ilim yapmaya devam etmişlerdir.

 

Öz Türkçe ile:

“Onları aşınmasız olarak sıra sıra bırakır.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Onlara saf saf ka’ olarak vezr eder.”

 

Fa YaÜaRuHAv QAvGEan ÖaFÖaFan

فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا (106)

 

***

 

لَا تَرَى فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا (107)

LAv TaRAy FIyHAv GıVaCan Va LAv EaMTan

 “Onlarda ne ivec ne de emt re’y edersin.”

عَوَج kıvrık yol demektir.

Kur’an’da عوج 9 defa geçmektedir, عوق 1 defa geçmektedir. 10=2*5

ع etkiyi, و varlığı, ج toplanmayı ifada eder.

أَمْت küçük tepe, çıkıntı, kabarık anlamlarındadır.

عِوَج eğrilik büğrülük demektir.

Kur’an’da ءمت  1, همد de 1 defa geçer. Toplam 2 eder.

ء gücü, م enginliği, ت işareti ifade eder.

Dağlar yanardağların oluşması ile oluşmaktadır, çıplak kayalıkların parçalanması ile düzelmektedir. Böylece devamlı olarak kabarmakta ve çökmektedir. Bu da magma tabakasında yüzdüğü için gerçekleşmektedir.

Ahirette ise yer soğumuş olacağı için magma tabakası olmayacaktır. Ya da yeni dağlar oluşmadığı gibi dağların üzeri bitkilerle kaplanmış olacağı için açılma olmayacaktır. Yeryüzünün yapısı değişmeyecektir. Ay olmadığı için de gel-git olayları olmayacaktır. Bunun tersine her tarafta akarsular olacaktır. Denizler dalgalanmalar yerine akarsularla beslenecek, havalanmaları da böyle sağlanacaktır.

 

YORUM

Bugün yeryüzünün düzeni Güneş’teki hidrojen enerjisinin ışık enerjisine dönüşümü ile kurulmuştur. Yıldızlardaki hidrojen enerjisi bittiği zaman kâinatımızın da ömrü sona erecektir. Ahirette Güneş’teki hidrojen helyuma dönüşüp çevresine ışık saldığı gibi helyuma dönüşen maddeler belli bir döngü ile tekrar hidrojene dönüşecekler. Bugün kömür yanmakta karbondioksite dönüşmektedir. Sonra canlılar tarafından tekrar karbondioksit ve hidrojene dönmektedir. Bu döngüyü yapan canlılar oluşacaktır.

Onlar enerjiyi nerden alacaklardır?

Belki maddeyi enerjiye çevirerek yapacaklardır. Yani atom enerjisini kullanacaklardır. Hidrojen enerjisi bittiği zaman kâinat yeniden büzülecek tezleri vardır. Kur’an’da kâinatın genişlemesi vardır, yıldızların saçılması vardır ama yeniden küçülmesine rastlamadım.

Bana göre kâinat yeter büyüklüğü aldıktan sonra artık genişlemeyecek, çünkü onu genişleten hidrojen enerjisi bitmiş olacaktır. Dalgalanma olacak, büzülecek, genişleyecek. Böylece istikrarlı bir kâinat oluşacaktır.

Bu büzülme genişlemede ısınma soğuma olacak, gece gündüzü bu oluşturacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Onlarda çökme veya yükselme görmezsin.” 

Kur’an kelimeleri ile:

“Onlarda ne ivec ne de emt re’y edersin.”

 

LAv TaRAy FIyHAv GıVaCan Va LAv EaMTan

لَا تَرَى فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا (107)

 

 

 

***


 

 


TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
1-1-8.AYETLER
777 Okunma
2-9-16.AYETLER
822 Okunma
3-17-24.AYETLER
695 Okunma
4-25-36.AYETLER
724 Okunma
5-37-41.AYETLER
706 Okunma
6-42-50.AYETLER
780 Okunma
7-51-58.AYETLER
785 Okunma
8-59-64.AYETLER
808 Okunma
9-65-71.AYETLER
760 Okunma
10-72-76.AYETLER
667 Okunma
11-77-82.AYETLER
689 Okunma
12-83-88.AYETLER
696 Okunma
13-89-94.AYETLER
736 Okunma
14-95-99.AYETLER
706 Okunma
15-100-107.AYETLER
691 Okunma
16-108-114.AYETLER
823 Okunma
17-115-121.AYETLER
724 Okunma
18-122-127.AYETLER
751 Okunma
19-128-132.AYETLER
729 Okunma
20-133-135.AYETLER
687 Okunma