TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
707 Okunma
95-99.AYETLER

 

 

TAHA SÛRESİ - 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَاسَامِرِيُّ (95) قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي (96) قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ وَانْظُرْ إِلَى إِلَهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا (97) إِنَّمَا إِلَهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا (98) كَذَلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًا (99)

 

***

 

قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَاسَامِرِيُّ (95)

QAvLa FaMAv PaOBuKa YAv SaMiRıyYu (FaGaLa FaMAv FaGLuKa YAv FAGıLıyYu)

“Ya Samiriy, hatbin nedir, diye kavletti.”

Kişinin suç işlemesi başkadır, topluluğun suç işlemesi başkadır. Kişi suç işlerse hakemler karşısına çıkarılır ve kişiye ceza verilir. Bir örgüt kurup suç işlerse örgüt elebaşları hakemlerin karşısına çıkarılır ve cezaları verilir. Oysa birçok suçlar vardır ki sıradan bir kişi ortaya atar, halk da ona uyar. Ortaya atan kişinin halk üzerinde bir etkisi yoktur, örgütü yoktur, gücü yoktur. Halk onu yapar.

İzmir’de Akevler’e gittim, baktım, gençler kısa pantolon giyiyor, tuhafıma gitti. Hilmi Altın ile konuştum. Bir gün toplantı vardı. Kravat takıp takmamakta tereddüt ettim. Kravatsız gittim. Baktım, herkes kısa pantolonla gelmiş, sadece bir kişi vardı normal pantolonlu. Baktım, aynı moda Yalova ve İstanbul’da da hemen yayılmış. Bunu bir merkez yapmıyor, bir Samiriy çıkıyor ve ortaya atıyor. Şeytan orduları ile harekete geçiyor ve herkes onu yapıyor.

Bunların bir kısmı suç değil ama bir kısmı büyük günahtır. İşte siz yöneticisiniz. Halkınız böyle hareket etmeye başladı. Ne yapacaksınız, ne gibi tedbirler alacaksınız?

Önce görevlileri dinleyeceksiniz, onları sorgulayacaksınız, ihmallerinin olup olmadığını göreceksiniz. Görevliler görevlerini yaptıkları halde halk onu yapmışsa, ondan sonra o işin müsebbiplerine döneceksiniz. Görevlilerin görevi nedir? Uyarmak, yanlış yaptıklarını halka söylemek.

Musa Harun’un suçlu olmadığını görünce Samiriy’e dönmüştür, onu sorgulamaktadır.

Örnek olarak devlet başkanı borsadaki oyuncuları bulacaktır. Kimler Dolar üzerinde oynamaktadır, Dolar’ı bir yükseltip bir düşürmektedir. Yani önce Mehmet Şimşek’i sorgulamalı idi. Sonra borsa oyuncularına hitap etmelidir.  Musa Allah’tan hitap alıyordu, ne yapacağını O’ndan öğreniyordu. Şimdi ise Erdoğan’ın danışacağı Cebrail yok. Onun yerine âlimlerle istişare eder, âlimler meclisini oluşturur ve onlara danışır. Onlar aracılığı ile Allah sorumlulara ne yapacaklarını bildirir. Danışma meclisi 18 yaşındaki çocuklardan oluşmaz, hayatını ilme vermiş ve yaşını başını almış kimselerden oluşur.

Ne yapmak istediğini soruyor. 

خَطْبَاء kına yakılmış el demektir. Nişanlanmış kimselerin nişanını göstermek için elin kınalanması bugüne kadar gelmektedir. خِطْبَة mastar olarak bir erkeğin bir kadına evlenmek için talip olmasıdır. “Hitab etmek” karşılıklı talepte bulunmak, bir şeyi istemek için konuşmak demektir.

خ bozukluğu,ط itaati, ب geçişi ifade eder.

İnsan başkaları ile sohbet eder, buna “muhavere” denmektedir.  Sorunların çözülmesini ister, çözüm şeklini karşısındakine bırakmak ister, sual eder. “Hitab” ise sorunların çözümünü önermedir.

Suçlu önce dinlenir, savunması alınır. Sorgulanmadan kimse mahkûm edilemez. Gülen’in savunması alındı mı? Musa Samiriy’i hapse mi attı? Musa olağanüstü hal mi ilan etti? Aksine, Samiriy’e savunma hakkı tanıdı, hem de tutuklamadan, gözaltına almadan. Samiriy de çok rahatlıkla ne yaptığını anlattı.

Kur’an’a inananlar her şeyi Kur’an’a sorarlar, yoksa Kur’an onlara sadece yük olur.

Görevliyi azarlıyor ama Samiriy’e tam serbestlik içinde hiçbir tehdit ve baskı yapmadan soruyor. “Ne yapmak istiyorsun ey Samiriy?” diyor. Sorgulayanların görevi ifade verenlerin tam bir serbestlik içinde istediğini söylemesidir.

 

YORUM

 Musa kavmini 20 yıl Mısır’da eğitti. Onlara kendisini inandırdı. Onunla yollara düştüler, dalgaları geçtiler.  Musa ayrılınca dalalete düştüler. Biz ise henüz kavmimize inandıramadık. Yalova’ya gidemiyoruz ya da kaç kişi gideceğimizi bilmiyoruz. İşsiz kalan arkadaşlar geliyorlar ama birkaç kuruş fazla buldular mı hemen oraya gidiyorlar.

Buna rağmen Allah bize büyük nimetler ihsan etmiştir. Büyük başarılar elde edilmiştir. Önce ortaklık sisteminin sözleşmesini oluşturmalıyız ve tespit etmeliyiz. Biliyoruz ve yapmaya çalışıyoruz. Bizden başka bu nimete ulaşan var mıdır? Süleyman Akdemir “İnsanlık Anayasası Kavramı” kitabını yazdı. Önce Erbakan dünyaya “Adil Düzen”in fikriyatını tanıttı. Şimdi bizim elimizde hem “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” var, hem de Kur’an ayetleri ile delillendirilerek açıklanmıştır. S. Akdemir bunu hukuk dünyasına sundu. Yeryüzünde alternatifi olmayan tek kuruluş Akevler’dir. Bundan büyük nimet olur mu? Lütfi Hocaoğlu arkadaşları ile Ruhu’l-Kur’an’ı oluşturdu. Dünyada tektir ve kaynak anlamında çalışma zamanlarını beş misli değerlendirmektedir. Nihayet siz bu seminerleri okuyorsunuz, Kur’an’ın çağımızın sorunlarını nasıl çözdüğünü görüyor ve öğreniyorsunuz. Allah bu nimetlerini bizlere ihsan etti.

Maddi bakımdan da Yalova’daki girişimler oluşma dönemini tamamlamıştır. Artık üretim yapma dönemine girilmektedir. Ortakların payları olarak 8 dairesi olacak ve bununla inşaat yapacaklardır. Bu çalışmalardan elde edilen Genel Hizmet payı ile kooperatifimiz artık yaşayacaktır. Ayrıca, Genel Hizmet ve Ar-Ge çalışmalarını yapacak Yenibosna ve Yalova’da binalarımız ve işletmemiz var. Yani Akevler Ar-Ge Vakfı kuruluşunu tamamlama aşamasına gelmiştir. Yani denizi geçtik, şimdi çöllere düşme arifesindeyiz.

Samiriy’leri hoş görmeliyiz. Onların buzağı heykelinin peşinde koşmalarını hoş görmeliyiz. Üçüncü bin yıl uygarlığı onlara rağmen oluşacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘Ey Samiriy, ne yapmak istiyorsun?’ dedi”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ya Samiriy, hatbin nedir diye kavletti.”

 

QAvLa FaMAv PaOBuKa YAv SaMiRıyYu

قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَاسَامِرِيُّ (95)

 

***

 

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ

BaÖaRTu BiMAv LaM YaBÖuRUv BiHIy

“Basar edemediklerini ben basar ettim diye kavletti”

Bir vadiye varırsınız. Yanında şarıl şarıl akan dere vardır. Siz onunla beraber yaşarsınız. Dere ile yaşadım anlamında شَهِدْتُ النَّهَارَ dersiniz yani ben onunla beraber bulundum demektir. Bu durumu sonra anlatmak anlamına da gelir. Ben bunu arkadaşıma anlattım derken شَهِدْتُ لِصَاحِبِي النَّهَارَ dersiniz.

Vadide nehre bakar onun aktığını görürsünüz. Basar, ondan gözünüze gelen görüntüdür. Bazen bir olayı görmezsiniz ama onun olacağına hükmedersiniz, bu da reydir, ileriyi görmektir. Böyle olacaktır dersiniz. نَظَرْتُ derinlemesine değil de genişlemesine bakmaktır. Görüntüyü algılamadır. “İntizar etmek” kendi kendine nazar demektir. Yani geleceğini beklemek demektir. Mekânda değil de zamanda nazar etmektir.

“Basar” da “nazar” gibidir. Suyun geldiği yeri gözlemek, gideceği yeri gözetlemek. Suyun geldiği yerden gideceği yere aktığını görüp ‘dün dağda olan su şimdi buradadır, yarın da denizde olacaktır’ dersiniz. Bu basardır. Bu arada ‘ben şunu yaparsam şu olur’u bilmek de basardır.

Harita okumayı bilmeyen, coğrafyayı bilmeyen bir kimse suyun aktığını bilir ama nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmez. Ne zaman kabaracağını ve ne zaman ineceğini bilmez. Demek ki bir konuda kimi basiret sahibidir kimi değildir. Peygamberler basiret sahibidirler; o günkü toplulukların bilmedikleri şeyleri bilirler ve bu bilgilerini çevredekiler kullanır, Allah’ın resulü olduğuna iman ederler.

Peygamberler bunu vahiy ile bilirler, ilim adamları ise ilimle ve içtihatla bilirler. İlahi kitaplar da birer başarıdırlar. Halkın ve insanlığın bilmediğini bilir ve haber verirler. Böylece kendilerinin ilahi bir kitap sahibi olduğunu ispatlarlar. Samiriy müspet ilimleri bilmektedir. Peygamberlerin vahiy ile bildiğinin bir parçasını o ilimle bilmektedir.

Sahirler (sihirbazlar) göz aldatması yaparlar yani görülen gerçekte olmamaktadır, bize öyle görünmektedir. Bugün ekranda seyrettiğimiz bütün olaylar birer sihirdir. Âlimler ise gerçeğini yaparlar yani halkın yapamadığını yaparlar. Samiriy sahir değil, alimdir.

Bugün Diyanet İşleri Musa’nın yerindedir. Ne var ki Musa Cebrail’den vahiy alıyordu, Diyanet’in ise böyle bir kaynağı yoktur. Onun kaynağı içtihattır. İçtihat da yapmayınca Diyanet İşleri abes bir teşkilat olmakta, hiçbir işe yaramamakta ve ülkeye yük olmaktadır.

Samiriy’in yerini de bugün üniversiteler almaktadır. Hassaten teknik fakülteler bu görevi yüklenmektedir. Samiriy’in yaptığının aynısını, tıpatıp benzerini, çok daha büyüğünü yapmaktadırlar. Tekniği ile peygamberlerin yerini almakta ve Tevrat, İncil ve Kur’an’a karşı Avrupa müktesebatı diye ilahi kitapların öğrettiklerini çalarak insanlığı buzağıya yani puta ve heykellere taptırmaktadır.

فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ أَثَرِ الرَّسُولِ

Fa QaBatTu QabWaTan MiN EaÇaRi elRaSUvLi (Fa FaGaLTu MiN FaGaLi eLFaGUvLi)

“Resulün eserinden bir kabze kabzettim”

Buradaki “Resul” Musa’dır. Musa’nın yılan mucizesinden yararlanmıştır.

Evet, Batı Kur’an’dan yararlanmış ve Batı uygarlığı böyle oluşturulmuştur. Kur’an’dan öğrendikleri ile sanayi heykelini oymuş ve insanları heykellere taptırmıştır.

İnsan veya hayvan yürürken ayaklarının bıraktığı kalıntıya eser, iz denir.

أَثَرِ ’iz’ demektir.

Her varlığın girdileri vardır, çıktıları vardır. Çıktılardan biri özellik taşır. Başka çıktılara ayrılır. Bu onun eseri olur.

ء gücü, ث düzenlenmiş alanı, ر tekrarı ifade eder.

قَبْض sopanın avuçla tutulan yeridir, sapıdır.

Kur’an’da قبض 9, قبس 3 defa geçmektedir. Toplam 12 (22*3) eder.

ق kuvvettir, ب geçittir, ض katlanmadır.

Burada Kur’an’ın Batı uygarlığını nasıl doğurduğunu kısaca hatırlatmak isterim.

Kur’an’a kadar insanlara peygamberler gönderiliyor, insanlar şeriatı peygamberlerden öğreniyorlardı. Kitap peygamberlere yardımcı idi. Kur’an’dan sonra peygamber gelmeyecek, kitap gelmeyecek. Vahyin yerini içtihat aldı. İçtihadın dört aşaması vardır.

a) İçtihat yapan kimse birinci aşamada hiçbir şey bilmediğini kabul eder. O konuda kendisini dünyanın en cahili olarak görür ve herkesi dinler, her söze kulak verir. Böylece o konu ile ilgili delilleri toplar.

b) İkinci aşamada kendisini herkesle eşit görür ve bütün insanlarla tartışmaya başlar. Tartışmada hedef karşı tarafı ikna değildir, kendini yetiştirme ve kendi bildiklerine kani olmaktır. Tartışma öğretmek için yapılmaz, öğrenmek için yapılır. Karşı tarafın kendisine tabi olması için değil, kendisinin haklı olduğu yerde ona tabi olması için yapılır.

c) Üçüncü safhası ise; kişi o konuda kendisi için kendisini dünyanın en büyük âlimi olarak görür, her sözden ahsen olanları ayırır.  Kendisi dışında başkalarının hiçbirini o konuda kendisi için daha bilgili görmez.

d) İçtihat bunlarla tamamlanmış olmaz. İçtihadını uygular, olumlu sonuçlarını görür ve içtihadına karşı kalbi itminana erer. Eğer sonuç alamazsa yeniden başlar. Uygulamadaki bilgileri verilere ekler. Yeniden tartışır, yeniden içtihat eder. İçtihatla ilmen elde edilen amelen ispatlanmış olur. Batılılar buna müspet ilim diyorlar.

İşte Kur’an ve Sünnet’e dayanarak ve bu usulü kullanarak fukaha içtihatlar yaptı. Hukukta ve dilde büyük sonuçlar aldılar. İslamiyet’te bu uygulama yapılır.

Avrupalılar İslamiyet ile Kuzey Afrika’da karşılaştılar ve yenildiler. Ertelediler, Avrupa’ya çekildiler. Avrupa’da da Endülüs’te olanlarla tanıştılar, İslamiyet’ten etkilendiler ama Magripliler içtihat usulünü tam kavrayamamışlardır, Yunan ekolünün içinde yol almışlardır. Ebu Hanife ve Şafii Ekolü ise içtihat metodunu ele aldılar ve tartışarak geliştirdiler.

Batılılar Haçlı Seferleri ile Ortadoğu’ya saldırdılar. Böylece Ortadoğu’nun müspet ilmini öğrendiler. Onlar da Kur’an’ın öğrettiği içtihat metodunu matematikte ve teknikte uyguladılar, ileriye götürdüler. Bugünkü uygarlık böyle doğdu. Harun’un ekolünden gidenler dilde ve hukukta, Samiriy’nin ekolünden gidenler matematikte ve teknikte büyük hamle yaptılar.

فَنَبَذْتُهَا

Fa NaBaÜTuHAv (Fa FaGaLTuHAv)

“Onu nebzettim”

Buradaki هَا zamiri قَبْضَةً kelimesine gidiyor.

Samiriy ortalığa eserini resülden aldığını söylüyor.

Ca’letmek bir şeyi tedrici olarak yavaş yavaş yerleştirmek demektir. Nabzetme ise birden fırlatmadır. Kenan Evren darbe yapmıştır. Ekseriyet seçimleri birer darbedir. Şeriatta darbe yoktur. Onun yerine değişme şöyle yapılır. Birileri çıkar ve yüz lojmanlı apartman yaparlar. Semt kooperatifleri oluşur. Her kooperatif kendine göre üçüncü bin yıl uygarlığını kurmaya çalışır. Kapitalizm, sosyalizm, komünizm, şeriat yönetimleri semtlerinde oluşturulur. Bu semt kooperatiflerine katılırlar, ayrılırlar. Zamanla birbirleriyle anlaşanlar bir semtte toplanmış olurlar. 

Sonra aralarında rekabet başlar. Hayırda yarışırlar. Başarılı olan kooperatiflere katılanlar, çoğalır ve bölünürler. O tür semt kooperatifleri gittikçe artar. Başarısız olanlar elenip giderler. Böylece bir taraftan semt kooperatifleri gelişirler, diğer taraftan çoğalırlar. Bir gün gelir büyük ekseriyet semt kooperatifleri içinde yer alırlar.

Batı ise inkılapları böyle yapmıyor, Samiriy usulü gerçekleştiriyor. Fransız inkılabı, Sovyetler inkılabı, Hitler, Mustafa Kemal, Mao, Stalin inkılapları ise bunların milyonlarca insanları öldürerek kurdukları uygarlıklardır.

İşte burada Samiriy’in نَبَذْتُ‘da nabzetmesi onların kanlı darbeler ile idare etmeleridir.

وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي (96)

Va KaÜAvLiKa SavVaLaT Lİy NaFSIy (VaKaÜAvLiKa FagGaLaT Lİy FaGLIy)

“Ve nefsim bana böylece tesvil etti”

سَوِيل سيلden türemiştir. Düzlük demektir. Kolaylaştırmak anlamına gelir.

س mekânda diziyi, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder.

İhsan Emci, Osman Eskicioğlu, Süleyman Karagülle ve Ahmet Tahir Satoğlu; anlaştık ve Akevler Kooperatifi’ni kurduk. Bu kooperatifin karşılaşacağı zorluklardan haberimiz yoktu. O günkü bilgimizle ve o günkü gücümüzle kolaylıkla başaracağımızı zannettik.

Daha ilk günlerde zorluklar kendisini gösterdi ama zorluklara rağmen elli senedir varlığımızı sürdürüyoruz. Allah’a hamd olsun ki bizi bir anda kolaylıkla yok edeceklerini sananlar yok edemediler. Bugün kooperatifimiz elli yaşındadır ve devam ediyor.

Samiriy de eseri resulden aldığı bilgilerle başaracağına inanmış ve kısmen başarmıştır. Bugünkü Sermaye de aynı kolaylığı gördüğü için buralara kadar gelmiştir.  Batıda Sermaye’nin durumu Samiriy’in durumudur. Sermaye buzağıyı yapmış, insanlığı heykellere taptırmıştır ama Musa 12 Levha Kanunları ile geri dönmüştür. “Adil Düzen” ortaya çıkmıştır. Samiriy’in heykellerine neler olacağını Kur’an Samiriy kıssası ile söyleyecektir.

Buradaki سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي birçok sosyal olayların kaynağıdır. Savaşlar buna dayanır. Her iki taraf galip geleceğine inanmaktadır. Onun için savaşmaktadır. Bugün Sermaye ile siyaset savaştadır. Sonuç nasıl bitecektir? Mahir Kaynak ‘Devletler (siyaset) galip gelecek sanıyorum’ diyordu. Biz de diyoruz ki; yeni düzen kurulacak, insanlar semt kooperatifleri şeklinde örgütlenecek, üretim ve tüketim gerçekleşecektir. Sermaye makro ekonomide mübadeleyi sağlayacak, siyaset ise makroda genel güvenliği sağlayacak. İkisi de varlığını koruyacak, o halde uzlaşacaklar demektir. İkisi de artık merkezi yönetime son vereceklerdir. Buna göre ikisi de mağlup olacak ve Kur’an düzeni gelecektir.

 

YORUM

İnsanın ana ihtiyaçları vardır; beslenmek, giyinmek, barınmak ve çoğalmak bu ihtiyaçlardandır. Bunlar insanın canlı olması nedeniyle duyduğu ihtiyaçlardır.

Bunun dışında…

a) İnsanda bilme ihtiyacı vardır. İnsan doğal ve sosyal çevreyi bilme arzusundadır. Bilmek onun doğal ihtiyacıdır.

b) İnanmak; insanın temel ihtiyaçlarından biri de kendisini güvende hissetmek için kendisinden güçlü birinin var olduğunu kabul etmesi ve ona teslim olmasıdır.

c) İnsan yapmak ister. Eğer kafasında bir şey oluşmuşsa onu yapmak ister. Düşüncelerinin oluştuğunu görmek ister. Samiriy yapma ihtiyacını gidermiş, halk da inanma ihtiyacını gidermiştir. 

d) İnsanın bir de diğer insanlarla sosyal ilişkiler kurma ihtiyacı vardır. 

Bu ihtiyaçlar normal yollardan karşılanmadığı zaman insan onları zararlı yollardan giderir. Bu durumdan kurtulmak için insanlar yenilikler yaparlar, uygarlık böyle doğar. Yeniliklere topluluk kolay kolay uymaz, uzun bir çabadan sonra uygarlıklar doğar.

Doğu uygarlıklarında bu ikna yoluyla sağlanır, insanlar yeniliklere inandırılır.

Batı uygarlıklarında bu zorlama ile sağlanır.

Bu sebepledir ki topluluk ne kadar yanlış yapsa da, kötülük yapsa da, peygamberler olaya karşı cephe alıp üstüne yürümemişlerdir. Samiriy hiç korkmadan ‘bana bu kolay geldi de yaptım’ diyor. Harun’un sakalını çeken Musa Samiriy’in öldürülmesini emretmiyor.

Olağanüstü hal ve olağanüstü kurallarla topluluğu yönetmek mümkün değildir. İnsanları soruşturmadan ve anlamadan hükmetmek yanlıştır. Gülen’i sorgusuz sualsiz mahkûm ettiler. Yetmedi, şimdi de Adnan Oktar’ı sorgusuz sualsiz linç ediyorlar. Bunlarda haklı olabilirler. Yani yargılansa da belki aynı cezaya çarpılacaklardır ama şimdi yargının itibarı sıfırlanmıştır. Hâkimler artık ses çıkaramıyor çünkü onlar da korkuyor.

Osmanlılar sarayda despot bir yönetim kurmuşlardı ama halkı adaletle yönetmek şiarları olmuştu. Ne zaman ki hakemlik sistemi kalktı ve hâkimlik sistemi geldi, adalet bitti ve imparatorluk yıkıldı. Bugün korkunç durumdayız. Ülkede her türlü zulüm yapılıyor ve bunu Erdoğan yapıyormuş havası veriliyor. Korkunç yolsuzluklar yapılıyor, bunu Recep Tayyip Erdoğan yapıyor deniyor.

Önce kişileri diktatör yaparlar, sonra ülkede kötülük yapar ve bütün faturaları on(lar)a keserler. Sonra da onu gönderir yeni bir diktatör yetiştirmeye çalışırlar. Türkiye’de bunu tam yapamıyorlar, çünkü güçlü ordusu vardır, iktidar heveslisi bir olmayan ordusu vardır. O iktidarları koruyor. Orduya saldırıyorlar. Ordu gerçekten idareye el koysaydı bir veya iki sene içinde seçim yapar iktidarı sivillere teslim mi ederdi?

Buradan bizim çıkaracağımız ders şudur. Eğer biz şeriata uygun demokratik bir devlet kurmak istiyorsak, insanları korkutarak değil, onları inandırarak inkılap yapmalıyız. Erdoğan’dan daha iyi birini bulamadığımız için ona oy verdik. Şimdi de onu korumamız gerekir. Bana göre bizim yapacağımız işler onları kooperatifimize kişisel olarak davet etmedir. Gelirler veya gelmezler. Onu biz bilemeyiz. İyilikte ve takvada kim olursa olsun yanlarında olmalıyız, kötülükte ve suçta ise beraber olmamalıyız. Kur’an’ın kesin talimatıdır, bu.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘Göremediklerini gördüm, elçinin izinden bir avuç avuçladım, onu saçtım ve böylece içim bana kolaylaştırdı.’ dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Basar edemediklerini basar ettim, resulün eserinden bir kabza kabzettim, onu nebz ettim ve nefsim bana böyle tesvil etti diye kavletti.”

 

QAvLa BaÖuRTu BiMAv LaM YaBÖuRUv BiHIy Fa QaBaWTu QaBWAtan MiN EaÇaRi eRaSUvLı Fa NaBaÜTuHAy Va KaÜAvLiKa SavVaLaT NaFSIy

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي (96)

 

***

 

قَالَ فَاذْهَبْ

QAvLa Fa iÜHaB (FaGALa Fa iFGaL )

“Zihab et diye kavl etti”

‘Git’ diyor. Nereye git diyor? Onu yanından kovuyor. Onunla bir daha görüşmüyor. Onu kendi haline bırakıyor. Halkı da cezalandırmıyor.

Biz heykellere taptıranları cezalandırmayacağız, onları mahkemelere vermeyeceğiz. Karşılıksız para çıkarıp insanları Dolar veya TL’ye taptıranları cezalandırmayacağız. Hatta onların bu faaliyetlerini bile onlara cezalar vererek bıraktırmayacağız.

فَاذْهَبْ‘in başka manası, dilediğini yapmaya devam et demektir. Senin elini kolunu bağlamıyorum. Yaptıklarınızın etkisini ortadan kaldıracağım, sizi değil, diyor.

Maç yaparken topu onun kalesine atma esastır. Amaç topu yakalamadır. Oyuncuları saha dışı etme değildir. Oyuncu oynamaya devam edecektir. 15 Temmuz’da kaleye gelen topu geri çevirmiş ve top onların kalelerine girmişti. Oyuna devam edilmesi gerekirken, “siz topu niye attınız?” diye olağanüstü hal ilan edildi. Oyuncular cezalandırıldı. Biz karşı takımı ortadan kaldıramayız. Takım şeytan takımıdır. Kıyamete kadar izinlidir. Görevimiz oynayıp bize gol atmasını önlemek, onların kalesine gol atmaktır. Karşı takımı feshetmek ve dağıtmak bizim ne görevimizdir ne de yetkimizdir.

Sermaye ve AK Parti şunu bilsinler ki, harf inkılabı ile Sermaye İslami takımı dağıtacaktı, ne kadar büyük zulümler yapıldı ama başaramadı.

Bediüzzaman’a soruyorlar: Sabıkan var mı? Cevap veriyor: Mahkeme kararı ile mahkûmiyetim yoktur ama 27 senelik mazlumum.

İstiklal Savaşı’nı kazanan, arkasında orduları olan bir komutan bu işi başaramadı da siz mi başaracaksınız? Evet, duydum ki diyanete istediklerinizi susturma yetkisini veriyormuşsunuz. Hakkı söyleyenleri sürdüğünüz gün siz helâk olursunuz.

فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ

FaEinNa LaKa Fıy eLXAYAyTi EaN TaQUvLa LAv MİSAvSa (Fa EinNa LaKa Fıy eLXaYAvTi EaN TaFGALa LAv FiGALa)

“Senin için hayatta ‘lâ misas’ diye kavl etme var”

Cumhuriyet dönemi Samiriy dönemi idi, insanları heykellere taptırdılar.

Şimdiki dönem de Samiriy dönemidir, şimdi de Dolar denen puta taptırıyorlar.

Türk Milleti belli zamana kadar onlara uydu. Sonra karşısına Bediüzzaman çıktı, Harun’du; karşısına Necmettin Erbakan çıktı, Harun’du. Şimdi de Musa beklenmektedir; levhaları almış olarak geliyor. İnsanlık Anayasası ile geliyor, Ortaklık Düzeni ile geliyor. Samiriy’in görevi bitmedi. Biraz daha insanlar heykellere ve dolarlara tapacaklardır.

“Messetmek” dokunmak demektir. Bugün milletvekillerinin ve devlet görevlilerinin böyle dokunulmazlıkları vardır. Bu lâ misastır. Halkın yapması men olunuyor ama onun yapmasına izin veriliyor. O dokunulmazdır. Şimdi milletvekilleri, devlet görevlileri dokunulmaz oluyorlar.  Musa ise Samiriy’e dokunulmazlık veriyor. Kendisini rahatsız edenlere “Ben dokunulmazım” diyor. Dokunulamaz fermanı veriyor.  Musa heykellerin tanrı olmadığını ispatlamaya çalışıyor. Doların para olmadığını beyan ediyor ama Samiriy’e “Sen de sanatını icra et, ben onu yakacağım, sen de mani ol” diyor. Samiriy’i yok etmekle ilahını yok etmiş olmaz. Buzağı yine ilah olarak kalmış olur. Dolayısıyla Samiriy’in faaliyetine izin veriyor. Samiriy’e dokunulmuyor. Samiriy’in yaptıkları yok ediliyor.

Bizim de yapacağımız şey Sermaye’yi veya diktatörleri yok etmek değildir. Heykeltıraşları cezalandırmak değildir. Bizim yapacağımız sahte paraları ortadan kaldırma, bizim yapacağımız heykellerin güçsüz olduğunu gösterme ve tanrı olmadıklarını ispat etmedir.

وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ  

Va EinNa LaKa MaVGıDan LaN TuPLiFaHUv (Va EinNa LaKa MaFGıLan LaN TuFGıLaHUv)

“Ve ondan hulf edilemeyeceğin bir mev’idin var senin”

Samiriy’in görevi bitmemiştir, halkı ifsat etmeye devam edecektir. Onun dokunulmazlığı vardır. O diktatörleri oluşturacak, o sahte para çıkarmaya devam edecek.

Musa onunla değil, onun kişiliği ile değil, onun yaptıkları ile cidal edecektir.

Yani biz Sermaye’yi yok etmiyoruz, onun tekelini yok ediyoruz, onun karşılıksız dolarını yok ediyoruz. Erbakan ve Gülen bunu idrak edemediler. Başlangıçta kişilerle çatıştılar. Yenilince de teslim oldular. Akevler ise tersini yaptı. Kişilerle çatışmadı, onların yaptıkları ile çatıştı. Hükmetmeye gidilemediği için büyümedi ama hükmeden etkisini ise fazlasıyla yaptı.

Millî Görüşçüler ve Nur cemaati ne yaptı? Onlar da dünyaya yaydılar.

وَانْظُرْ إِلَى إِلَهِكَ  

Va uNJuR EiLAv EİLAvHiKa (Va UFGuL EiLAy FıGLiKa)

“Ve ilahına nezaret et”

“Nazar etme” gözetleme demektir. “Bizi rayet demeyin, bize nezaret et deyin” ayetinde (Bakara, 2/104) olduğu gibi “İlahının başına bir şer gelecektir, sen onu gözetleme onu koru.” diyor.

Yani Musa rakibini yaşatmaktadır. Onu silah zoru ile değil, fikren ve fiilen yenecektir.

Erdoğan’a tavsiye ederim; o da Öcalan’ı da, Selahattin Demirtaş’ı da, Gülen’i de serbest bıraksın. Onları silah zoru ile değil, Adil Düzen ile yensin.

Musa’nın buradaki davranışının tüm insanlığa ibret olması gerekir.

الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا

elLaÜIy JaLTa GaLayHi GavKiFan (elLaÜIy FaGaLTa GaLaYHi FAGılAn)

“Ona akifen zılal ettiğin”

ظِلّ gölge demektir. Ancak her gölge serinleten gölge değildir. Serinleten yani bizim anladığımız anlamda gölgelendiren ظَلِيل kelimesidir. Bu nedenle Kur’an’da gölgelendiren gölge terimi kullanıldığı gibi ateşten gölgelik terimi de kullanılmaktadır.

ظلل Kur’an’da 33, طلل 1 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder.

ظ kapalılığı, ل belirliliği ifade eder.

عَكِف ‘örgülü saç’ demektir. Hayvanın bağlandığı ipe benzetilerek عَاكَفَ bağlanmak anlamında kullanılmıştır. Bir işe bağlanmak anlamına da gelmektedir.

عكف Kur’an’da 9, وقب 1 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.

ع etkiyi, ك varlığı, ف eklemi ifade eder.

ظَلَّ yardımcı fiil olarak kullanılır.

“كَانَ, كَادَ, ظَنَّ, صَارَ” fiilleri yardımcı fiillerdir. كَانَ Türkçedeki ‘dır’ manasındadır. كَادَ  olmamakla beraber nerde ise olacak anlamındadır.  ظَنَّ fiil olmakla beraber bütün zanları içine alır. صَارَ ise bir halden diğer hale dönüşüp o halde kalma anlamındadır.

ظَلَّ başka halleri bırakıp tek halde olmadır yani onunla fazlasıyla meşgul olmadır.

Her işi bırakmış ona yönelmiştir. ظَلَّ‘de bu mana olduğu gibi عُكُوف da başka işleri tatil edip bir işle uğraşma anlamındadır.

Bugünkü Sermaye’nin yaptıkları nelerdir?

1) Karşılıksız parayı yaşatmak.

2) Ekseriyet kararlarını Tanrı kararı kabul ettirmek.

3) İnsanları gruplara ayırıp, çatıştırıp savaştırmak ve böylece dengeyi kurmak.

4) Sermaye tekelini oluşturup tüm sosyal müesseselere hükmetmek.

Şimdi biz ona demeliyiz ki; serbestsin, git bütün gücünle bunları yapmaya devam et. Seni tanrın korur.

لَنُحَرِّقَنَّهُ

La NuPRiQanNaHUv (LaNuFGıLanNaHUv)

“Onu tahrik edeceğiz”

“Hırka” elbiselik kumaş demektir. خرق ile yakınlığı vardır. Kesmek, yarmak anlamına gelir.

حَرْق yanık demektir. حَرِيق ismi fail ve ismi meful olarak kullanılabilir.

ح harap olma, çökme anlamlarındadır. ر tekrarı ifade eder. ق kuvveti, gücü temsil eder.

Burada ‘yakacağım’ değil de ‘parçalayacağım’ anlamındadır. Zaten altın ve gümüşten imal edilmiş bir nesne kolay kolay yakılamaz. Parçalayarak tanrı olmadığını kanıtlayacaktır. Burada “ben parçalayacağım” demiyor, “biz parçalayacağız” diyor. Kavmine “parçalayın” diyor. Kavmi de parçalıyor. Böylece putları kendisi kırmıyor, kavmine kırdırıyor. O halde Dolar’ı biz yok etmeyeceğiz, halk yok edecek, çıkaracağımız bonolarla onu paramparça yapacaktır. Diktatörler yerine biat usulü ile oluşmuş başkanlar cemaatlerine hâkim olacaklar ve onlar yıkacaklardır.

Türkiye’de Sermaye ile tarikatlar arasında sürekli çatışma vardır. Sermaye kaymakamları atar, halk ise şeyhler etrafında toplanır. Tarikatlar yasaklanır, şeyhler sürülür, asılır ama sonunda ülkeye yine tarikatlar hâkim olur. Bankalar banknotları çıkarır, enflasyon ayyuka çıkar. Halk kendisi para üretir. Bakkal defteri bir para kaynağıdır. Mücadele eder.

Bizim yapacağımız iş Dolar’ı çıkaranlarla değil. İşimiz Dolar’ı halka parçalatmaktan ibarettir.

ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا (97)

ÇümMa LaNaNSiFanNaHUv FiLYamMi NaSFan

“Sonra yemmde onu nesfen nesf edeceğiz.”

نسف kökünden çıkarılmış bitkidir. Fidanı sökmek veya dikmek anlamındadır. Kur’an’da نسف 5, كسف de 5 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.

Burada ثُمَّ gelmiştir. “Parçalayacağım, sonra yemmde nesf edeceğim.” diyor. “Parçalayıp atacağım” demiyor. Musa bunu halka parçalatmış ve suya attırmıştır. Yemm diyor.

Süveyş Kanalı’nın akıntı yerinde atmışlardır. Akıntı da onu, akıntının bittiği yerde denizin dibine gömmüştür. Burada هُ zamiri gönderilmiştir. Parçalara ayrılmamışsa da yaralanmıştır. Bir yeri kırılmıştır. Bütünlüğünü korumaktadır. Şimdi denizin dibindedir.  Bugün ultrason dalgaları veya elektrikî dalgalarla bunun yeri bulunabilecek ve Kur’an’ın verdiği bu haber teyit edilecektir.

Baştaki ثُمَّ bunu ifade ettiği gibi هُ zamiri da onun bütünlüğünü korumaktadır.

 

YORUM

Topluluk görünmeyen Allah’a imanda zorluk çeker, onu karşısında görmek ister. Tanrı’ya tapacağına peygambere tapar ama yine de görüneni ister.

Necmettin Erbakan’ın özelliği vardı. Önce üniversitede makine profesörü idi. Gümüş Motor’u kurmuştu. Odalar Birliği Başkanı olmuştu. İslam ve İlim Konferansları ile dünyanın sahte savaşlarını yerle bir etmişti. Kur’an’a ve ilme inanma yerine ona inanmada halk kısmen mazur olabilir. Oysa Erdoğan’ın arkadaşlarından fazla farkı yoktur. Onlardan daha cesurdur ama halk onu da Erbakan gibi yüceltti, hatta daha da yüceltti. Benzer olay Gülen için de söylenebilir. Bediüzzaman medrese ilimlerini çok iyi kavramıştı, ayrıca Batı ilimlerini de incelemiştir. Dinsizliğe cephe almış ve mücadele etmiştir. Hapishanelerde ve sürgünlerde sadık öğrenciler yetiştirmiştir. Gülen’in ise nesi var? Devlet onu kovalıyordu. Sonra Sermaye ve devlet onu Erbakan’a karşı kullandı ve büyüttü, halk da Bediüzzaman’dan daha fazla onu yüceltti.

Gözümüze çarpan başka bir husus da var. Firavun’un sahirleri iman ediyor. Samiriy ise burada Musa’ya isyan ediyor. Bunların hiçbirisi kendiliğinden olmuyor. Hepsi Allah’ın takdiridir.

Bugün siz, Adil Düzen Çalışanları da böyle beklenmedik olaylarla karşılaşacaksınız. Bir bakarsınız sizden olduğunu sanırsınız, gecikme zammı faiz değildir diye imza atar ama Süleyman Akdemir’in makalesine basılabilir diyemez.

Bunların hiçbirisi sizi şeriattan ayırmamalıdır. Kur’an ne derse onu yapmaya devam edeceksiniz. Bir sevapla cennete gidilebilir ama bir günahla cehennemlik olunmaz. Dolayısıyla insanları silip karşı tarafa itmeyin, kapınız her zaman açık olsun.

 

Öz Türkçe ile:

“Git. Senin için yaşamında dokunulmazlık var diyeceksin ve senin karşı çıkamayacağın verilen bir gün var. Üzerine bağlanmış olduğun tanrını gözetle. Biz onu yaracak sonra akar su içinde çıkaracağız.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Zihab et. Senin için hayatta lâ misas kavl etmen var ve ondan hulf edilemeyeceğin bir mev’id var ve üzerine akifen zillettiğin ilahına nazar et. Onu tahrik edeceğiz sonra yemmde onu nesfen nesf edeceğiz.”

 

QAvLa FaiÜHaB FaEinNa LaKa Fiy eLXaYAvTı EaN TaQuLa LAv MıSAvSa Va EinNA LaKA MaVGıDan LaN TaPLuFHu Va UnJuR EiLAHaKa elLaÜIy JaLTa GaLaYHi GAvKiFan La NuPRiQanNaHUv ÇümMa La NaNSiFanNaHUv Fıy elYamMi NaSFan

قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ وَانْظُرْ إِلَى إِلَهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا (97)

 

***

 

إِنَّمَا إِلَهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ

EinNaMAv EiLAvHuKuM ealLaHu eLaÜIy LAv EiLAvHa EilLAv HuVa (EinNaMAv FiGAvLuKuM ealLAvHu elLaÜIy LAv FiGAvLA EilLAv HuVa)

“İlahımız kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır”

إِلَهُكَ demiyor, إِلَهُكُمُ diyor. Hepimizin ilahı anlamındadır. Buradaki كُمُ biz anlamındadır. Bugün müspet ilimler birçok gerçekleri ortaya koymuştur.

a) Önce kâinat yoktu, sonra yaratıldı. Yok olan bir şey kendiliğinden var olmaz.

b) Eksiksiz yaratıldı. Bir plan proje içinde tüm hesapları yapılmıştır. Ne eksik ne de fazla bir şekilde var edilmiştir.

c) İnsan bilinçli bir varlıktır. O da kâinatın parçasıdır. O da onun mahlûkudur. Mahlûk haliktan üstün olmaz. O halde Tanrı da en az insan kadar bilinçlidir.

d) Tanrı insanlarla ilgilenmiştir, ilgilenmektedir, bundan sonra da ilgilenecektir.

Sermaye bugün bunu reddediyor. “Hayır, Tanrı şimdi bizimle uygulamıyor. Bizi O yaratmış olsa bile bundan sonra O’na ihtiyacımız yok, biz değişiklik yaparız.” Diyor. Bunu reddediyor. Bizim başka ilahımız yoktur. Kendi ilahımızı kendimiz yapamayız. Sermaye ilahınızı, Dolar’ı kendisi yaptığını zannediyor, diktatörleri kendisinin yetiştirdiğini sanıyor.

Biz Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına dokunmayacağız. İsa’ya saygımız olduğu gibi ona da saygımız vardır ama onun putlaştırılmasına karşıyız. Onun heykellerini paramparça edeceğiz.  İsa’nın heykelleri de ortadan kalkacaktır.

Necmettin Erbakan buna şöyle diyordu: Bizim kişilerin kendileri ile bir alıp veremediğimiz yok, onlar bizim arkadaşlarımızdır, biz onların zihniyeti ile savaşıyoruz.

İşte, Musa Samiriy ile değil de Samiriy’in zihniyeti ile savaşıyordu.

O zihniyeti ondan daha ileri bir zihniyet ile yeneceğiz. Kişileri değil zihniyetleri yeneceğiz. Hak gelince batıl gidecektir. Yüz lojmanlı apartmanlar kurulup bağımsız bucaklar oluşunca doların da diktatörlüğün de varlığı sona erecektir.

وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا (98)

VaSiGa KülLe ŞaYEin GiLMan (FaGıLa FuGLa FıGLin FıGLan)

“Her şeyi ilmen vus’ etti.”

Bugün çıkıyoruz insanlığa anlatıyoruz. Allah bize Tevrat, İncil, Furkan ve Kur’an göndermiştir. Bunlar hakkı içerir. Gelin sizi uçurumdan kurtararak onların çözümlerini anlatalım. Bize kulak verilmiyor.

AK Parti YÖK'ün başına Akevler’den birini getirmeli ve ‘Haydi, Adil Düzen’e göre üniversiteleri ve okulları tanzim et’ demeli. Fakülteler faizli işçilik sistemini empoze eden birer ajan kuruluş olmaktan çıksın. İlim yapsın. İşçilik sistemini de okutsun ama ortaklık sistemini de okutsun. 50 senedir güya biz iktidardayız. Üniversitelerimiz ortaklık sisteminden bir harf bile bilmiyorlar ve bu konularda çalışan Süleyman Akdemir hala doçent olamadı!

İşte, İsrail oğullarına hitap ederken Musa diyor ki; Allah her şeyi bilen kimsedir. Samiriy’in teknolojisini de bilmektedir. 

 

YORUM

Batı bize ilimdeki başarısı ile caka satmaktadır. Samiriy de Musa’ya karşı ilmi başarısı ile yarış yapmıştır. Şimdi Allah diyor ki; Batı’nın ilimdeki başarısına bakıp başka ilah vardır sanmayın. O’nun ilmi hepsinden ilerdedir. Batı’nın şimdilik bizden üstünlüğü vardır. Biz bilgisayar üretemiyoruz. Bilgisayarı ile Batı her şeyimize hâkimdir. Bilgisayarlarımıza istediği gibi girebiliyor. Orduları ile bizi yenemez ama bilgisayarlarla bizi perişan edebilir.

O halde bizim bilgisayar üzerinde özel olarak çalışmamız gerekecektir. On bin ortaklı bir kooperatifi kurmazsak Ar-Ge çalışmalarımız yeterli olmaz. Eğer Allah bize bu görevi vermişse bize on bin ortağı da verecektir ve biz müspet ilimde Batı’ya yetişmiş olacağız.

Mustafa Kemal’in ‘muasır medeniyetin fevkine çıkacağız’ sözü bunun için gerçeklere uymuyor. Türkiye hala projeli imalata geçememiştir, sanayisini ilkel dededen kalma metotlarla yapmaktadır. Hala ortaklık muhasebesini kuramamıştır. Hala bilgisayar tekniğimiz yoktur. Birçok şeylerin analizini yapabilmemiz için Batı’ya muhtacız.

Sermaye’nin bu üstünlüğü yalnız Türkiye’de değildir. Dünyanın her tarafında Sermaye ilimde hükümranlığını sürdürmektedir. Dünyanın bütün üniversiteleri Sermaye’nin dünyayı nasıl sömüreceğini öğretmektedir.

İlimde inkılap yapmadıkça, ilahi ilimleri ortaya koymadıkça Batı’yı yenmemiz, onu alt etmemiz mümkün değildir.

 

Öz Türkçe ile:

“Sizin tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır. Bilgide o her şeyi içine almıştır.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Sizin ilahınız ancak kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. İlimde şeyin küllünü vus’ etmiştir.”

 

EinNaMAv EiLAvHuKuMu EalLaHu elLaÜIy LAv EiLAvHa EilLAv HUVa VaSiGa KulLa ŞaYEin GıLMan

إِنَّمَا إِلَهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا (98)

 

***

 

كَذَلِكَ

KaÜAvLıKa

“Böyledir”

ذَلِكَ ve تِلْكَ ifadeleri ile daha önce anlatılanlara işaret edilmektedir. Bazen da كَذَلِكَ denmektedir. Acaba aralarındaki fark nedir?

ذَلِكَ gelseydi mübteda da olabilirdi haber de olabilirdi ama كَذَلِكَ gelince haberdir, mübteda değildir. Mübteda mahfuzdur, كَذَلِكَ ذَلِكَ olabilir. Bu anlattıklarım tam anlattığım gibi değildir, anlattığımın benzeridir demektir.

Kıssaları okuduğumuz zaman onların hakiki manaları içinde boğulup kalmamalıyız. Birçokları remzidir, benzerdir. Bize anlatmak için öyle temsil edilmiştir. Bu durumda Musa’nın sopası yılan olmadı, ona benzer bir olay oldu; denizi yarıp geçmedi, benzer olay oldu; Samiriy buzağı yapmadı, benzer olay oldu deyip yorum yapmamız da mümkündür.

Kur’an’da böyle ifadeler olduğu için Kur’an’da müspet ilme aykırı bir şey bulmanız mümkün değildir. Müspet ilme aykırı bir şey varsa onu tevil edersiniz. Kur’an böyle benzerlerini anlatarak hükümler koymuştur. Bu sayede her devirde ve her zaman geçerli olmuştur. Ben Kur’an’ın hakiki manası varken onu tevil etmem ama tevil edenleri de tekfir etmem.

Kur’an’ı herkes kendine göre anlar ve uygular. Kur’an’ın resmi yorumcusu yoktur.  Muhammed’e bile yorum yapma yasaklanmıştır. Şeyhülislamlık İslamiyet’te olmadığı gibi, Diyanet Başkanlığı da anayasamızda yoktur. Diyanet İşleri Başkanı var, Diyanet Başkanı yoktur. Başkan halkın inançlarına, ibadetlerine, anlayışlarına karışmaz. Laiklik zaten buna manidir.

نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ  

NaQuöÖu GaLaYKa MiN EaNBAvEi MA QaD SaBaQa (NaFGaLu GaLaYKa MiN EaFGaLi MA QaD FaGaLa)

“Sana şimdi sebkat edenin enbaından kasas ediyoruz.”

Yani şimdi sana anlattıklarım senden önce geçmiş olanı anlatmaktır.

Yani biz Firavun’u, Musa’yı, Harun’u ve Samiriy’i anlattık ama aslında size Sermaye’yi, Dolar’ı, heykelleri anlatmış olduk.

Böylece Allah bizim yaptığımız yorumların isabetini teyit ediyor. “Sana” diyor, “size” demiyor. Çünkü hepimize ayrı ayrı anlatmaktadır. Yalnız benim verdiğim mana doğrudur, sizin verdiğiniz mana doğru değildir demeyeyim diye bana “sana” diyor, sizin her birinize de “sana” diyor. Geçmişte olanlar kıssa edilmiştir. Orada bize ders verilmiştir.

وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًا (99)

Va QaD EAvTaYNAvKa MiN LaDunNAv ZiKRan

“Ve şimdi de sana ledünümüzden bir zikr ita ediyoruz.”

Sana ey yazan, sana ey okuyan, sana şimdi ledünnümüzden, doğrudan doğruya, aracı kullanmadan zikri itâ ediyoruz. 

ذِكْرًا burada nekredir. Yani bana itâ ettiği zikr ile size îtâ ettiği zikr farklıdır. قَدْ kelimesini getirmektedir, İtâ ettiğini söylemektedir, bir de مِنْ لَدُنَّا diyerek aracısız diyor. Sonra ذِكْرًا diyor. Çünkü burada verilen bilgiler müspet ilmin verileridir.

Biz zaten müspet ilim anlayışı içinde bunları biliyoruz ama ondan yararlanamadığımız için Allah kitapla onları hatırlatmaktadır. Kur’an’da size zikir diyor.

Eski kitaplar “zikr” değil “hüküm”dür. İçtihat bize verildiği için bizim kitabımız hüküm değil zikrdir.  “Sana şimdi zikr verilmiştir” diyor. Yani biz Kur’an’ı içtihatla anlayacağız. Bize içtihat ilmini de vermiştir ve her birimize ayrı ayrı vermiştir.

Hiçbir kimse başkasının anladığı ile amel edemez, herkes kendi içtihadı ile amel eder.

 

YORUM

Taha Suresi’nde yalnız Musa’nın kıssası vardır. Ateşi görmesi ile başlar ve Samiriy ile sona erer. Sonunda كَذَلِكَ deyip kıssayı bitirir.

Bugünümüzü tasvir etmektedir. Denizi geçmiş bulunuyoruz. İnsanlık Anayasası’nı da Kur’an’dan istidlal etmişizdir. Samiriy’e kapıları kapatmışlar ama arada yine putlara tapmaya başlamışlardır. Taha’daki kıssa bittiği gibi biz de şimdi dünyada bitmiş bulunuyoruz. İ’cli yırtıp denize atma zamanına gelmiş bulunuyoruz. Siz arkadaşlarım, bundan sonra devam edecek misiniz; yoksa siz yapmayacak da Allah başka kavim mi getirecek, onu bilemiyorum ama bunlar olacaktır. Kim, ne zaman, nerede; o hususta bilgim yoktur.

Bundan 50 yıl önce herkes laikliğe tapıyordu...

Laik olmayanlar hapislere gönderiliyordu...

Laiklik de ateizm olarak tanımlanıyordu...

Şimdi laiklik tahttan indirildi, artık ona tapanlarda pek ses seda yoktur.

Faiz de ikinci mabuttur, ama onun krallığı da sona ermektedir.

Yani Samiriy’in putları yavaş yavaş parçalanıyorlar.

 

Öz Türkçe ile:

“Bunun gibidir. Sana geçmiş olanların bilgilerinden aktardık ve şimdi sana doğrudan anlayışı verdik.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Bunun gibidir. Sabkat etmiş olanın enbaından sana kasas ettik ve şimdi ise sana ledünümüzden bir zikr itâ ediyoruz.”

 

KaÜAvLiKa NaQuöÖu GaLaYKa MiN EaNBAvEi MAv QaD SaBaQa Va QaD EAvTaYNAvKa MiN LaDunNAv ZiKRan

كَذَلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًا (99)

 

 

***


 

 


TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
1-1-8.AYETLER
777 Okunma
2-9-16.AYETLER
822 Okunma
3-17-24.AYETLER
695 Okunma
4-25-36.AYETLER
724 Okunma
5-37-41.AYETLER
706 Okunma
6-42-50.AYETLER
780 Okunma
7-51-58.AYETLER
785 Okunma
8-59-64.AYETLER
808 Okunma
9-65-71.AYETLER
760 Okunma
10-72-76.AYETLER
667 Okunma
11-77-82.AYETLER
689 Okunma
12-83-88.AYETLER
696 Okunma
13-89-94.AYETLER
736 Okunma
14-95-99.AYETLER
707 Okunma
15-100-107.AYETLER
691 Okunma
16-108-114.AYETLER
823 Okunma
17-115-121.AYETLER
724 Okunma
18-122-127.AYETLER
751 Okunma
19-128-132.AYETLER
729 Okunma
20-133-135.AYETLER
687 Okunma