KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
1304 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 107-110.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 26. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا (107) خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا (108) قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا (109) قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110)

 

***

 

إِنَّ

EinNa

“İnne”

Batı dillerinde vurgu ile kelimenin manası değişir. Fransızcada “et” “ve” demektir, “est” vurgu ile söylenir “-dir” demektir. Türkçede vurgu ile kelimenin manası değişmez. Vurgu kelimenin önemini değiştirir. “Ben dün Ankara'dan geldim” dediğiniz zaman önem verdiğiniz kelimeyi fiile yakın söyleyerek vurgu ile söylemiş olursunuz.

Arapça Kuran için oluşturulmuş bir dildir. Dolayısıyla vurgu ile ne manası ne de önemi değişir. Onun yerine önemini ifade etmek için vurgunun yerine harfler yer alır. إِنَّ de bir vurgu harfidir.

Bu surede başta Kehf Ashabı’ndan bahsetti. Sonra iki bahçe sahibi komşudan bahsetti. Sonra da Musa'nın yol arkadaşından ve sonunda da İskender'den bahsetti.  Bunlarla üçüncü bin yılda Kuran'ın uygulanacağı dönemlerde düzenin nasıl olacağını tarihi örneklerle açıkladı. Surenin sonunda geçiş dönemi olan üçüncü bin yılın başlangıcındaki insanları anlattı. Kimlerin bilerek küfür içinde olduklarını, kimlerin de iyilik yaptıklarını sandıkları halde kötülük yaptıklarını beyan etti.

Şimdi de üçüncü bin yılı kuracak kimselerden bahsetmektedir. Bunlar tarihin peygamberleri gibi kimselerdir. Görünürde bunlar küçük, yok gibi kimselerdir ancak bunlar üçüncü bin yıl uygarlığını kuracaklardır. Adil Düzen'i getirmek isteyenlerdir. Kur’an uygarlığını getireceklerdir. Görünürde bunların bir şeyi başaramayacakları şeklinde bir algı olduğu için إِنَّ kelimesi ile vurgu yaparak “sonunda üçüncü bin yıl uygarlığı gelecektir” demektedir.

الَّذِينَ آمَنُوا

elLaÜIyNa EAvMaNUv (elLaÜIyNa EaFGaLUv)

“İman etmiş kimseler”

الَّذِينَ ile gelen fiillerde hem fail hem fiil bellidir. O halde burada da hem iman bellidir hem de iman etmiş olan bellidir.

İman nedir?

Adil Düzen’deki dayanışma ortaklıklarıdır.

Bugün sigortasız bir iş yapamazsınız.  Bir bakarsınız mevsimler ters gider. O sene fındık vermez. Fındık ekenler taahhütlerini yerine getiremezler. Sigortalarsanız sigorta taahhütlerinizi yerine getirmiş olur. Bugün bu, aidatlı para ile yapılmaktadır. Oysa Kur’an düzeninde bu dayanışma ortaklıkları ile sağlanmaktadır. O halde şimdi bahsedilen grup ilmi, mesleki, siyasi ve ahlaki dayanışma ortaklıkları kurmalıdır. Bilgisizlikten doğan zararları ilmi, beceriksizlikten doğan zararları mesleki, ihmalden doğan zararları ahlaki ve kasten yapılan zararları ise siyasi dayanışma ortaklıkları tazmin etmelidir.  Batı sigorta tipinde zarar olmasa da prim alınmakta ve bu prim yolsuzlukların kaynağı olmakta, prim vermeyenler sigortalı olmamaktadır. Oysa Kuran düzeninde zarar olursa tazmin edilmektedir. Zarar olmazsa kimseden bir şey istenmemektedir. Böylece bir yolsuzluk, suni yangınlar ve isteyerek kazalar olmamaktadır.

الَّذِينَ آمَنُوا da failler de bellidir. Onlar dayanışma ortaklığını kuran kimselerdir. Henüz Adil Düzen çalışanları bunları kuramamıştır. Bu sebeple biz iktidar olamıyoruz. Bu hususta nazari bilgiler verilmiştir, ameli hale getirmek Adil Düzen çalışanlarının işidir.

وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

VaGaMiLu elöÖAvLiXAvTi (Va FaGaLUv eLFAvGıLAvTı)

“Ve salihatı amel ettiler”

Dayanışma ortaklıkları kurmak yetmez. Bir de genel hizmetleri oluşturmaları gerekir. Yani dayanışma ortaklıkları kooperatif kuracak ve bu kooperatif, ortaklarına genel hizmet verecektir.

Genel hizmet ne demektir?

Ürettiklerinin harcadıkları saatle orantılı olduğu insanlar vardır. Tomruk biçen kimsenin biçtiği tomruk miktarı çalıştığı saatle orantılıdır. Oysa muhasebeyi tutan kimsenin harcadığı saatlerle üretim orantılı değildir. Fıkıhta bunlara illet ve şart denir. Tomruk biçmeyi yapan illeti işlemiş olur. Oysa muhasebe tutan şartı yerine getirmiş olur.

Salih amel birbiriyle uyumlu, birbirini tamamlayan amel demektir. Bir binayı yapan ustalardan her biri ayrı ayrı işler yaparlar, en sonunda yapı meydana gelir. İşte bu yapının yapılabilmesi bir takım illetlere dayanır ama bu yetmez şartların da yerine getirilmesi gerekir. Bunlar altı grupta toplanır; kayıt işleri, eğitim işleri, depolama işleri, ilişkiler işleri, koruma işleri ve uzlaşma işleri. Bunlar illetler değil şartlardır.

Bunların ürünleri emekle orantılı olmadığı için arz talep kanunlarına tabi değildir. Bu sebeple vakıf hizmetleri şeklinde ele alınmalıdır. Bu hizmetlerin kurulması ile ameli salih gerçekleşir. Önce sözleşmeler yapılır. Sözleşmelerin yapılması genel hizmettir. Sonra sözleşmelere göre muhasebe kurulur. Sonra ortak ambarlar oluşturulur. Kontrol edilen mallar ortak ambarlara konur. Ortaklara mal belgeleri verilir. Ortaklar piyasa malları ile değil mal belgeleri ile çıkarlar. Belgeyi alanlardan son kullanıcılar, belgeyi nakliyeye verir, malları ambardan getirtirler. Bunların hepsi genel hizmettir. Kimileri de mal belgelerini nakliyeye değil de kasaya verirler. Belgedeki malı rehin bırakarak nakdi kredileşme ilkesiyle alırlar. Nakit piyasaya böyle çıkar. Şimdi faiz ile çıkmaktadır.  Sözleşmelere göre projeler yapılır.

Demek ki “iman etmek” dayanışma ortaklıkları kurmaktır. “Salihatı amel etmek” ise genel hizmet ortaklıkları oluşturmak demektir, Teavun(تَعَاوُن) şirketlerini kurmaktır.

Bu manaları nasıl veriyoruz? آمَنُوا İfal(أَفْعَلُوا) veya Mufaale(فَاعَلُوا) babından gelebilir. Her ikisi de dayanışmayı içerir. Burada الصَّالِحَاتِ kurallı dişi çoğuldur. Kuruluşları ifade eder ve belli kuruluşları ifade eder. Kuran'da bu şekilde harfi tarifle gelenle ifadeleri siz biliyorsunuz demektir. Bunu istihsanla siz düşünün demektir.  Biz bunları dayanışma ortaklıkları ve genel hizmet olarak tanımlıyoruz.

Siz başka türlü tanımlayabilirsiniz. Böylece değişik tipte ortaklıklar oluşur.

Bu sayede uygarlaşma sağlanır. Semtler kurulacak. Bunlar yüz hane civarında olacak ve yarışacak. Hangi semt sünnetullaha uygun semt olursa o tip semt çoğalacak, diğerleri elenecek, böylece üçüncü bin yıl uygarlığı doğacak. Bin yıl sonra o uygarlık da yaşlanacak ve öncekinden daha ileri bir uygarlık gelecektir.

كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ  

KAvNaT LaHuM CanNAvTu (FaGaLaT FaGLAvTu)

“Onlar için cennat vardır”

Üçüncü bin yıl inkılabı yapanlar Dayanışma Ortaklıkları ve Genel Hizmetleri kuracaklardır. Bunları kuranların cennetleri yani bahçeleri olacaktır.

Nerede olacaktır?

Bu dünyada olacaktır.

Nerede olacaktır?

Âhirette olacaktır.

Cehennem de böyle, bu dünyada olacaktır.

Nerede olacaktır? Ahirette olacaktır.

Ben şimdi sizlere bu dünyadaki cennet ve cehennemi anlatacağım; âhirette de benzeri ve daha iyisi olacaktır.

Önce dayanışma ortaklıklarının kurduğu kooperatifin genel hizmet ortaklıkları olacak. Bunların yüz lojmanlı apartmanları olacak. Tarım ve sanayi semtleri olacak.

PKK gibi terör olaylarına katılanlar cehennem olan yüz lojmanlı sitelere yerleştirilecek. Bunlar bugünkü işçilik sisteminde merkezi yönetimle ve baskı altında iş yapacaklar. Özgürlükleri yoktur. Yaşama hakları ağırdır. Yakınları cezalandırılmayacak, eşleri ve çocukları, akrabaları ve komşuları o sitelere girebilecek, çıkabilecek. Orada özgürce çalışabilecek. Mahkumlar ise dışarı çıkamayacaklar ve özgürce işler yapamayacaklardır. Onlar için orası dayakla eğitim yeri olacak.

Benzer apartmanlara cennet ehli gelecek. Bunların üst bodrumda işletmeleri olacak. Özgürce çalışacaklar. Hatta çalışmasalar bile yeryüzü kira payı ile yaşayacaklardır.

Bunlar eğer tarım sitelerinde iseler onar dönümlük tarım arazileri olacak. Eğer sanayi sitelerinde iseler bunların kentlerinin civarında birer dönümlük bahçeli dinlenme evleri olacak. Yüz metre karelik seraları olacaktır ve bunlar kentte çalışıp dinlenmelerini oralarda yapacaklardır. Yüz villalı dinlenme sitelerinde her villanın yüz metre karelik serası olacak. Her aile ayrı tip ürün yetiştirecektir. Birbirleri ile değiştirebilecekleri gibi pazarlayabilecekler de. Onun için burada جَنَّاتُ kelimesi dişi kurallı çoğul olarak gelmiştir.

جَنَّاتُ marife kelimeye(الْفِرْدَوْسِ) muzaf olduğu için kendisi de marifedir. Yani yine bildiğimiz bir cennettir. Yani bizim bildiğimiz bir cennettir. Biz böyle düşünüyoruz. Siz de başka türlü düşünürsünüz. Sosyalizmin kolhozları böyledir. Her kolhoz kendi üretimini kendisi yapar.

Kolhozların Teavun(تَعَاوُن) şirketlerinden farkı kendilerine özgü paraları olmayışıdır. Oysa Teavun şirketlerinin kendilerine göre bonoları vardır. Özgürce yaşamaktadırlar. Kolhozlarda devlet çok ağır vergiler almaktadır. Marks İslamiyet'i almış ve onu merkezileştirerek sosyalizm şeklinde takdim etmiş. Bunun geçici olduğunu söylemiş, “komünizm cenneti gelecek” demiştir. Komünizm cennetini açıklayamamıştır. İşte onun açıklayamadığı komünizm cenneti, Adil Düzen'dir.

Marks komünizm cennetine isyanla varılmasını önermiş, Kuran ise barışla (İslam’la) varılmasını önermektedir ve Teavun şirketlerinin kurulmasını emretmektedir. Kimileri “siz komünist düzeni getiriyorsunuz” diyor. Evet, biz de üzümden pekmez üretiyoruz. Şarap da üzümden üretiliyor ama biri zehir, biri besindir. Sosyalistler bizim iyinin yarısını aldılar ve cehennemi oluşturdular. Kapitalistler de bizim yarımızı aldılar cehennemi oluşturdular. Biz ise cenneti oluşturuyoruz. Yarısı kapitalistlere, yarısı da komünistlere benzer. Ne var ki biz onlardan değil onlar bizden öğrendiler.

الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا (107)

elFiRDaVSi NuZuLan (ElFiRFaGLu FuGuLan)

“Nuzul olarak firdevs”

نُزُلًا burada mastardır. Konaklama yeri olarak gösterilmektedir. مَسْكَنًا demeyip نُزُلًا denmektedir çünkü burası yani dinlenme evleri devremülk olarak satılıktır. Burada devamlı oturma yerine geçici olarak konaklamaktadırlar. Cehenneme de نُزُلًا denmiştir. O halde cehennem de mesken değildir, geçici olarak oraya girilip çıkılacaktır. Evet, cezalarını dolduranlar artık sürgün evlerinde yaşamayacaklardır. Bir dönümlük arsaya yapmakta olduğumuz ahşap evler ve yüzer metrekarelik seraları koyduğumuz yerler onlara devremülk olarak verilmiş olacaktır. Ahirette de böyle olacaktır.

الْفِرْدَوْس Kelimesi Kuran’da iki defa geçmektedir. Müminler ona vâris olurlar diyor.

الْفِرْدَوْس Kelimesi “ferdi” anlamındadır yani özel mülkiyet içinde ama نُزُلًا özel mülkiyet içinde. Konaklamak üzere özel mülkiyet içinde. Yani 15 gün konakladığı zaman onun mülküdür. نُزُلًا kelimesi ile bu ifade edilmektedir. Sonuna kural dışı اوْس kelimesi eklenmiştir.

فِرْدَوْس “bostan” veya “bahçe” demektir.

Fideler bahçelerde, seralarda yetiştirilir. Havalar ısınınca tarlalara taşınır. Seranın adı فِرْدَوْس tir. Biz de dinlenme evlerine yüzer metre karelik seralar koymayı planlıyoruz. Yeni tip sera olacaktır. www.akevler.org da bir sera makalesi yayınlanmalıdır.

 

YORUM

İnsanlık Nuh Peygamber zamanında uygarlaşmaya başladı.

Uygarlığı nasıl tanımlıyoruz? 

Satılanların üretilenlere bölünmesi uygarlığın rakamını verir, bu oranın en büyük değeri birdir. Nuh Peygamber zamanında herkes evvel kendi ürettiklerini kendisi tüketiyordu. Bazı özel malları değiştiriyordu. Taş devrinde taştan yapılan aletler özel ocaklarda yapılıyordu. Bu değiştirme miktarı %10 ile 20 arasında idi. Nuh Peygamber'den sonra değiştirme gerilemeye başladı. Yirminci yüzyılın sonunda artık herkes kendi ürettiklerini tüketmiyordu. Böylece uygarlaşma tamamlanmışa benziyordu. Bu tanım aileler için geçerli olduğu gibi bucak, il ve ülkeler için de geçerlidir. Devletlerin uygarlıkları, sattıklarının ürettiklerine bölümüdür.

İşte üçüncü bin yıl demek seraların yaygınlaştığı bir uygarlık demektir. Bu seralar da نُزُلًا olacaktır. Tarımın bir özelliği vardır. Belli mevsimlerde işçiliğe ihtiyaç vardır. Dolayısıyla çalışanlar değişik mevsimlerde değişik iş yerlerine gideceklerdir. Devremülk bahçeli sitelerde, o mevsimlerde o civarda yetişen mahsulün işçileri gelip konaklayacaktır. Diğer zamanlarda ise dinlenmek isteyenler konaklayacaklardır.

Bu ayetler üzerinde çalışarak dinlenme evleri ile lojmanlı apartmanların özellikleri ortaya çıkarılacaktır.

Bugün Sermaye dünya ekonomisine dolayısıyla ilme, dine ve siyasete hakimdir. Bu sömürüye son vermek istiyorlarsa işte bu dinlenme evleri ve lojmanlı apartmanları kuracaklardır.

Lojmanlı apartmanlarda oturanlar, kiracıdırlar. O apartmanda çalışıyorlarsa oturabilirler. Mülkiyet zevkine ulaşamazlar oysa dinlenme evlerinde herkese kendi devremülkü istediği yerde, istediği şekilde yapılır ve kişi onun maliki olur. Kendisi istediği kadar kalır. Kalmadığı zamanlarda da başkalarının konaklamasını sağlar. Yani özel mülkiyetin zevkini dinlenme evlerinde tadar.

 

Öz Türkçe ile:

“İnanan ve uyumlu işler yapanların konaklamaları için özel bahçeleri vardır."

 

Kuran kelimeleri ile:

“İman etmiş ve salihatı amel etmiş kimseler için nuzul olarak firdevs cennatı vardır."

 

EinNa elLaÜIyNa EAvMaNUv Va GaMiLuv elÖAvLiXAvTi KAvNaT LaHuM CanNAvTu eLFiRDaVSi NuZuLan

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا (107)

 

***

خَالِدِينَ فِيهَا

PAvLİDIyNa FIyHAv (FAvGıLIyNa FIyHAv)

“Orada haliddirler”

Yani bu geçici mülkiyet olmayıp sabit mülkiyettir.  Maliyet şöyle hesaplanacaktır.

Bir firdevsin maliyeti; 

1)      Arsa 4/20, 

2)      Alt Yapı 4/20,

3)      Genel Hizmet 2/20,

4)      İşçilik 4/20, 

5)      Kereste 4/20,

6)      Kesme 1/40,

7)      Çıkarma 1/40,

8)      Taşıma 1/40,

9)      Biçme 1/40

Bunlar bunlara temlik edilir. Ondan sonra bu malikler bunun üzerinde istedikleri işlemi yaparlar. Sonra da kendileri istediklerini ekerler. Bahçelerde istedikleri meyveleri yetiştirirler.  Kendileri istedikleri gün kadar kalır diğer günlerini devremülk olarak satabilirler.

Bunların burada خَالِد olmaları demek malik olmaları demektir. Özel mülkiyet ilkeleri içinde malik olmaları demektir.

لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا (108)

LAv YaBĞUvNa GaNHAv XıVaLan (LAv YaFGaLUvNa FİyHAv GaNHAv XıVaLan)

“Ondan hıveli bağy etmezler.”

Muhammed Peygamber "kişinin cenneti evidir" diyor. İnsanlar bir yerde kalmaya alışınca orasını özler, çocukluğunun geçtiği yerleri arar.

Ablam zor konuşuyor, ayaklarını basamıyor. Torunları soruyorlar; “memlekete gidelim mi?” diye, “gidelim” diyor. İnsan rüyalarında kendini doğup büyüdüğü yerlerde görür. “Herkes elindekiyle ferahtadır” diyor Kuran (Müminun 23/53). Bir hikaye dinlemiştim. Babasının verdiği paralar ile geçinen bir oğul nihayet bir altın kazanmış babasına sevine sevine gelmiş “Baba, bir altın kazandım” demiş, babası da almış altını suya atmış. Oğul hemen suya dalmış. İşte bu Allah'ın insana verdiği aidiyet duygusudur. Akrabalık da bu aidiyetten doğar. Şair (Faruk Nafiz Çamlıbel) ne demiş “Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın, sesini duyan olur, sana göz koyan olur.”

Gelecekte insanlar yüz lojmanlı apartmanlarda kiracı olarak oturacaktır ama onların da bir dinlenme evleri olacak. Kendi malları olacak. İnsanlar buna varis olacaklar. Atalarımın mülkü diye sevecekler. Baba ocaklarını yaşatacaklar.

Baba yurdunda hep kalacaklar. Türkiye'den göç edip ABD'ye giden Ermeni ve Rumlar Türklerden çok daha üstün bir hayat yaşamaktadırlar ama dedelerinin yurdunu hatırlar, Türkiye'ye gelir, köylerine ve evlerine giderler.

Devremülk bu sorunu da çözecektir. Türkiye'den göç edenlerin Türkiye'de dinlenme evlerine, villalara malik olma hakkı vardır. Onlar burada mülk edinirler. Tarihlerini yaşarlar. Değişik yerlerde dağılmış olanlar böylece birlikte olurlar.

 

YORUM

Kuran’dan önce kitaplar geldi. Onlar zamanın ve ülkenin sorunlarını çözdüler. Ayrıca Kuran'ın ön uygulamasını yaptılar. Şimdi Yalova'da ev projesini yapıyoruz. Önce şifahi olarak tarif edip parçaları üretiyoruz. Biz parçaları birleştirip pano yapıyoruz. Panoları birleştirip ev yapıyoruz. Projemizi buna göre düzeltiyor son şeklini veriyoruz. Sonra projeyi üretenlere veriyoruz. Numunelere de bakarak ana projeye uygun üretmelerini istiyoruz. Bu da örnek üründür. Sonra seri imalata geçeceğiz.  Kuran'dan önce Tevrat, İncil gelmiş, insanlara ortaklık düzeni üzerinde çalışmalar yaptırmışlardır. Sonra Kuran proje olarak gelmiştir. Sünnet ve sahabelerin dönemi de örnek uygulamadır. Şimdi biz seri imalata geçiyoruz.

Kuran'ın ayetleri Muhammed Peygamber'in döneminden çok dönemimizi bize anlatıyor çünkü biz peygambersiz ilk medeniyeti kuruyoruz. Kuran'ın ayetleri bundan yüz sene önce bile uygulanamaz durumda idi ancak yirmi birinci asırda uygulanır hale geldi çünkü Kuran emirleri otuz, kırk yaşındaki insana hitap eden emirlerdir. Çocuklar uygulayamazlar.

İsra suresi ve Kehf suresi üçüncü bin yıl uygarlığını anlatmaktadır. Biz de ona göre anlamlar veriyoruz. Bizim verdiğimiz anlamları kabul etmek zorunda değilsiniz ama siz de benim gibi ayetlere mana vermekle mükellefsiniz. الْفِرْدَوْس neden marifedir bunu açıklamamız gerekir. Ben açıklayamıyorum ama sizinki yanlıştır deme yetkim yoktur.

Bediuzzaman diyor ki Kuran'ın mucizeleri insanların ulaşacağı hedefleri gösterir. Ben de size diyorum Kuran'da anlatılan hayat, insanların dünyada ulaşmalarını hedefleyecekleri hayattır. Varamayacaklar ama yaklaşacaklardır.

 

Öz Türkçe ile:

“Orada kalıcıdırlar. Oradan ayrılmayı istemezler.”

Kuran kelimeleri ile:

“Orada haliddirler. Oradan hıvali bağy etmezler.”

 

PAvLiDIyNa FIyHAv LAy YaBĞUvNA GaNHAv XıVaLan

خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا (108)

***

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا

QuL LaV KAvNa eLBaXRu MiDAvDan (uFGuL Lav FaGaLa eLFaGLa FİGAvLan)

“Bahr midad olsaydı diye kavlet”

Sureleri yorumlarken itiraz ediyorlar. “Kuran'da bunlar yoktur, siz uyduruyorsunuz.” diyorlar. Siz, bu seminerleri takip edenler bile bilinç altında bu görüştesiniz. “Bu şekilde düşünen var mı?” diyorlar. Diğer tefsirleri araştırıyorlar. Hatta bizim yorumları okumuyorlar, belki itikadımız bozulur diye.

En çok okunan seminer 5000 civarında okunmuştur. En az okunan da 500'den fazla. Şimdilerde de bu sayı 1000'den azdır. Kuran sizin bu tereddütlerinizi bilmektedir. Dolayısıyla size açıklamada bulunmaktadır. Kuran bu şekilde açıklanacak şekilde nazil olmuştur. Kıyamete kadar açıklanacak ve yeni şeyler anlaşılacaktır. Kuran'ın manasının bitmesi için kainattaki evrimin sona ermesi gerekir.

“Sana bu şekilde itiraz edenlere söyle” diyor, Allah. Siz Adil Düzen çalışanları da diğer iyi işler yaptıklarını sananlar da aynı şekilde itiraz ederler. Herkes şunu bilmelidir Arapça bilmeseniz de Kuran'la meşgul olanlar Arapçayı öğrenmiş olurlar. Kuran'ı kendileri anlar yeni mana çıkarırlar. Kuran'ın manasını bitirme mümkün değildir.

مَدّ “kiriş” demektir عَمْد “direk” demektir. “Uzatmak, germek” anlamındadır. Mürekkebe مِدَاد denmektedir. Kuran'da burada geçmektedir.  Mürekkep, kağıt üzerinde uzatılarak yazılmaktadır.

Şimdi Kâinatta moleküller vardır. Bunların sayısı sınırlıdır. Kâinatın çapı 13,7 milyar ışık yılı büyüklüğündedir. Metreküp olarak hesaplayabilirsiniz. Işık saniyede 3*10^8 metre hızla gider. Bir sene 31.104.000 saniyedir. Yaklaşık 10^23 metre yarıçapıdır.

Bu hacimde sayılı molekül vardır. Oysa sayı sonsuzdur. Her sayı bir kelime olduğuna göre sayı bitmez. Demek ki kâinatta varlıklar sonlu olduğu halde insanın beynindeki kelimeler sonsuzdur.

لِكَلِمَاتِ رَبِّي

LiKaLiMAvTı RabBIy (LiFaGıLAvTı FaGLIy)

“Rabbimin kelimatı”

كَلِمَة bir manalı ise كَلِمَات cümle olur. كَلِمَة bir proje ise كَلِمَات projeler birliğidir. Yani bir binanın mimari projesi kelimedir ama mimari, betonarme, tesisat, elektrik gibi değişik projeler bir araya gelir ve كَلِمَات olur. Projeler varyantlı ise, aynı malzeme ile değişik üretim yapılabiliyorsa proje adedi gerçekleştirileceklerden fazladır. Her müçtehit Kuran'ı başka türlü anlar. Müçtehit sayısına göre proje çıkar ama o projenin uygulama imkanları sınırlıdır.

Burada “Rabbim” diyor. Aslında onun rabbi değil alemlerin rabbidir. Rabbim deyince benim savunduğum sizin reddettiğiniz rab anlamında “Rabbim” diyor. Kuran’ın değişik manaları içerdiği ve herkesin kendi içtihadı ile, her topluluğun kendi icmaları ile değişik manaları vereceğini anlatmaktadır. Bir cisme farklı yönlerden baktığın zaman farklı görünür. Silindire üstten bakarsan daire, yandan bakarsan dikdörtgendir. Farklı görüntü onun farklılığını ifade etmez.

لَنَفِدَ الْبَحْرُ

LaNaFiDa eL BaXRu (La FaGıLa eLFaGLu)

“Bahr nefed eder”

Burada بَحْر kelimesi marife olarak iade edilmiştir. Birinci بَحْر ile ikinci بَحْر farklı anlam taşımaktadır. Yoksaلَنَفِدَ  denmesi yeterli olurdu. Birinci بَحْر cins isimdir. Yani denizin özelliği mürekkep olma şeklinde olsaydı demektir. Nasıl mürekkebi kullandığınız zaman imdad ediyorsa, denizin suları da bu özelliği taşısaydı anlamındadır. İkinci بَحْر daki harfi tarif (ال) ise istiğrak için gelir yani bütün kainattaki denizler mürekkep olsaydı anlamı çıkar. Böylece düşünülenlerin var olanlardan çok olduğu ifade edilmektedir.

Kuran'ın içerdiği hükümler var olan toplulukların ihtiyaçlarını karşılamanın üstündedir, bütün toplulukların ihtiyaçlarını karşılayacak durumdadır, bütün sorunları çözecek durumdadır.

الْبَحْرُ

eLBaXRu (eLFaGLu)

“Bahr”

بَحْر kelimesi izhar edilmiştir. Birinci بَحْر cins ismidir. Denizin mürekkep şeklinde yaratılmış olmasından bahsetmektedir. İkinci بَحْر ise tüm kâinattaki denizler anlamındadır. İstiğrak için gelmektedir.

قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ

QabLa EaN TaNFaDa (KaBLa EaN TaFGaLa)

“Nefad etmesinden önce”

نفد "suyu çekilmiş, kuru" demektir. Tükenme anlamındadır. Bir şeyin işe yaramaz hale gelmesi de tükenmedir. Bizim istihlak dediğimize Kuran نَفَاد demektedir. Kuran'da beş defa geçer. İkisi buradaki anlamdadır. Diğer yerde (Lokman 31/27) “yedi deniz daha eklense” denmektedir.

Kainatta atomların sayısı bakidir. Enerji olarak bakidir ancak kainatın düzeni bozulmaktadır. Bu; entropinin küçülmesi, entropinin büyümesi şeklinde ortaya çıkar. Doğal olarak her şeyin düzeni bozulur.

كَلِمَاتُ رَبِّي

KaLiMAvTu RabBi (FaGıLAvTu FaGLIy)

“Rabbimin kelimatı”

كَلِمَاتُ رَبِّي ifadesi de الْبَحْرُ gibi tekrar edilmiştir, marifedir. Yukarıdaki كَلِمَات ile buradaki arasında bir farklılık vardır. Burada “Rabbimin denizleri olduğu gibi kelimeleri dvardır” demektedir. Yani كَلِمَات da birer mahlukturKavramları mevcuttur. Bunu şöyle anlayabiliriz. Biz zihnimizde ne geçirirsek beş boyutlu uzayda o vardır.  

Beş boyutlu uzayda olmayanı biz zihnimizden geçiremeyiz. O halde yukarıdaki كَلِمَات üç boyutlu uzay kelimatıdır. Buradaki كَلِمَات beş boyutlu uzay kelimatıdır. Bizim üç boyutlu uzayımız beş boyutlu uzayda bulunan dört boyutlu bir uzayın kesitidir.

وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا (109)

Va LaV CiENAv BiMiÇLiHIy MaDaDan (Va LaV FaGıLNAv Bi FiGLiHIy FaGaLan)

“Ve meded olarak bir misli ile daha gelsek”

Buradaki هُ (بِمِثْلِهِ) zamiri denize(الْبَحْرُ) gitmektedir. مِدَاد kelimesi قِتَال benzeri mastar olabilir فِعَال vezni ile çoğul olur, himar gibi camid isim olur. مِدَاد kelimesini  مَدَد ‘in çoğulu kabul edersek burada tekil, yukarıda çoğul gelmiştir. Eğer مِدَاد kelimesini tekil kabul edersek burada “meded”, yukarıda “mürekkep” anlamına gelmiştir. Bu görüşü tercih ederek manalandırıyoruz.

Yani denizler mürekkep olsa bir misli daha meded olarak eklense. O halde meded demek bir şey yetmediği zaman ona yapılan ilave ile varlığını çoğaltmak demektir. Yetmedi, bir misli daha verilse yine yetmez deniyor.

وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

(Lokman 31/27)

“Yeryüzündeki ağaçlardan kalem olsa, ona(denize) da ardından 7 deniz eklense Allah'ın kelimatı tükenmez. Muhakkak ki Allah azizdir, hakimdir.”

Ayeti ile bu ayet aynı şeyi anlatıyor. الْبَحْرُ marifedir. Ona eklenen 7 deniz (أَبْحُرٍ) ise nekredir. Burada الْبَحْرُ cins isim değildir yoksa ona yedi deniz eklenmesi caiz olmaz. Buradaki ayette kalemden bahsetmektedir. İki ayetteki anlatılanlardan biri manasının anlatımıdır. Diğeri ise bizzat yazılısı ve sözüdür. Her iki ayeti ayrı ayrı düşünmek gerekir. Bizim beynimizde oluşan kavramlar ile doğada mevcut olanlar farklıdır. Bunu kolayca şöyle anlarsınız.

Anadolu'nun tabii coğrafyası vardır, bunlar kelimelerle ifade edilmez. Bir de Anadolu'nun siyasi coğrafyası vardır. Bunlar kelimelerle ifade edilir. Biz insanlar beynimizdeki kavramlarla kâinatı tanırız ve o kavramlarla kainatı kullanırız. Bizim beynimizde oluşan kainat üzerinde düşünür, projeler uygularız. Bir de onun dışarıda karşılığı vardır. İşte bu iki ayet ayrı ayrı şeyleri anlatmaktadır. Cins isimlere tekabül eden varlıklar sadece bizim beynimizde vardır, dışarıda yoktur.

 

YORUM

Şimdi Yalova’yı düşünelim. Bizim beynimizde oluşturduğumuz kavramdır. Bizim zihnimizin dışında Yalova yoktur. Yeryüzünün bir parçasıdır ama ayrı varlık değildir. Ne merkezi ne de sınırları vardır. Biz ona merkez seçiyoruz ve sınırlarını da biz koyuyoruz ama Yalova dediğimiz şey de vardır. Oraya gidip geliyoruz. Şimdi şu sorulur. Önce Yalova kelimesi mi icad edildi yoksa Yalova dediğimiz yer mi?

Önce proje yapılır sonra projenin gerçeği yapılır. Önce yapılır sonra projesi çıkarılır. Önce kainat mı var edildi yoksa önce kelimeler mi yani projeler mi yapıldı? “Bir şeyi murad ettiğimizde ona ol deriz o da olur.” diyor Allah. Demek ki önce kelimeler var, proje var.

Biz şimdi Adil Düzen projesini yapıyoruz. Bununla Ar-Ge çalışmasını yapıyoruz. Akşam yattığımda düşüncelere daldım. “Bine yakın insan seminer notlarımızı okuyor. Neden bunlardan biri bile ben bu çalışmaya katılacağım ve Yalova’ya hicret edeceğim demiyor?” dedim. Ertesi gün Reşat Erol telefon etti. Biri gelip bizimle çalışacakmış. Başka biri gelip bizden marangozluk öğrenecekmiş. İkisi de olmayabilir ama Allah bize diyor, Nasr suresini okumuyor musunuz? Nasr ve feth geldiğinde olacak bu.

“Adil Düzen okuyanları” demiyorum Adil Düzen çalışanları bilsinler ki günü gelince hepsi olacaktır. Bize düşen sabırla çalışmaktan ibarettir.

Ayetleri okudukça Allah'ın bize bildirdiklerini doğru anladığımızı anlıyor ve hamd ediyoruz. Bizi dinleyip düşüneceklerine, bin sene evvelki insanların yazdıklarını düşünmeden öğrenmeye çalışıyorlar. Ben Ebu Hanife’yi çok yakından tanıyorum çünkü kendi düşünmeden ciltlerce kitap yazanları Ebu Hanife'yi anlamamış görürsünüz. Kelimatullahı (كَلِمَاتُ اللَّهِ) okumak gerekir. Onun dışındaki bütün yazılanlar نَفَاد etmektir. Baki olan yalnız kelimatullahtır.

 

Öz Türkçe ile:

“Söyle. Yetiştiricimin sözleri için deniz boya olsa, deniz biterdi bir ona denk eklersek boya biter yetiştiricimin sözleri bitmezdi.”

 

Kuran kelimeleri ile:

"Kavlet. Bahr rabbimin kelimeleri için midad olsa, bir misli ile mededen ciet etsek rabbimin kelimatı nefad etmeden önce bahr nefad ederdi."

 

QuL LaV KAvNa eLBaXRu MiDAvDan KiKaLİMATı RAbBIy LaNaFiDA eLBaXRu QaBLa EaN TaFiDa KaLİMAvTu RabBi Va LaV CiENAv BiMiÇLiHIy MaDaDan

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا (109)

***

قُلْ

QuL (uFGuL)

“Kavlet”

وَ atıf harfi getirilmeden قُلْ denmiştir. Bundan önce söylediklerine karşı cevap verirler. Ancak onların dedikleri hazf olmuştur. Bu emir yalnız bana ait değildir. Kuran'ı okuyan herkese diyor ki قُلْ, “Söyle”. Fırsat bulduğunuz kimselere söyleyeceksiniz. “Böyle diyorlar, siz ne dersiniz?” diyeceksiniz. “Kuran'a böyle mana veriyoruz” diyeceksiniz. Söylediklerimde yanlış varsa bana cevap verirsiniz.

Eğer susuyorlarsa dilsiz, sağır ve kör iseler bu durumlarını da söyler kabul edeceksiniz. Bizi okumuyor ve üzerinde düşünmüyorlar. Bizim görevimiz onların söylediklerine cevap ne söyleyeceğiz, onu bilmektir.

إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ  

EinNa MAv EaNa BAŞaRun (inNa MAv EaNa Fagalun)

“Ben sadece bir beşerim.”

İnsan vardır, beşer vardır. Canlılar başlangıçta tek hücre olarak yaratıldı. Sonra hücre bozuldu bakteriler oluştu. Hücreden ayrıldı virüsler oluştu. Bunlar hücreleri yiyerek temizlik yaptılar. Sonra hücreler ikiye ayrıldı, bitki hücreleri ve hayvan hücreleri diye. Her iki taraf da evrime uğrayarak bugünkü bitkileri ve canlıları oluşturdular. Hayvanlar da iki yoldan geliştiler. Omurgalı hayvanlar oluştu. Böcekler sınıfı oluştu. Arılar ve karıncalar böcekler sınıfının en gelişmiş varlıklarıdır. Omurgalıların da en gelişmişi insanlardır. İnsan diğer tüm canlılardan farklıdır. Öncelikle tüyleri yoktur. Bunun için ona “beşer” denmektedir.

Tüyleri alınmış deriye بُشْر denmektedir. Sonra insan ayakta yürümektedir, konuşmaktadır, elleri iş yapacak şekilde yaratılmıştır.

Bunun dışında insan bir özelliğe sahiptir. İnsan bir taraftan topluluğun ferdi olmakta diğer taraftan kendi kişiliğini korumaktadır. İnsanlar biyolojik bakımdan eşittirler. İnsanlar beyinleri ile uygarlaşmada görev alan varlıklardır. İşte bunda iş bölümü vardır.

Herkes beşerdir, insandır ve yaratılışta hiçbir fark yoktur. İnsanlar birbirlerinden sadece bilgileri ile farklı olmaktadırlar.

مِثْلُكُمْ

MiÇLuKuM

“Misliniz”

مِثْلُكُمْ sıfat olamaz çünkü بَشَرٌ nekredir. (Sıfat olabilir çünkü مِثْل kelimesi marife bir kelimeye bile muzaf olsa her zaman nekredir. بَشَرٌ kelimesi de nekre olduğu için ve her iki kelime de merfu olduğu için sıfat- mevsuf ilişkisi uygundur, Tayibet Erzen) Hal değildir çünkü merfudur. Haberden sonra gelen haberdir. “Ben beşerim, misliniz olan” şeklinde tercüme edilir. Hiçbir insanın diğer insandan biyolojik farkı yoktur. Vehbi hiçbir ilmi ve müktesebatı yoktur.

Bununla ifade edilmek istenen nedir?

Her Adil Düzen çalışanı Muhammed Peygamber gibi görevlidir. Ona Cebrail geldi, bildirdi. Buna da çevredekiler söyletiyor ve onun aklına getiriyor ve içtihadla bildiriyor. Onun görevi ne ise bizim görevimiz de odur. O sorumlu olduğu gibi biz de sorumluyuz. Tüm insanlara söylemekle mükellefiz. Biz sizden bize tabi olmanızı, emrimize girmenizi istemiyoruz. Biz sadece Allah'ın kulları ile bildirdiğini biz de bir kul olarak size bildiriyoruz. Siz de bizim çalışmalarımıza katılabilir, söyleyeceklerinizi söyleyebilirsiniz.

Yanlış bir anlayış vardır. Kuran ehlinin diğer ilahi kitap ehlinden hiçbir farkı yoktur. Allah'ın nezdinde hepsi eşittir, aynı derecede görevli, yetkili ve sorumludur. Biz söylüyoruz hatta Kuran söylüyor diye değil Allah söylüyor diye kulak vereceksiniz.

Bakara suresinin ilk ayetlerinde iman eden kimseleri ikiye ayırmaktadır. Biri akılları ile iman edenler, diğeri de ilahi kitaplara iman edenlerdir. Her ikisi de ittika ediyor, akılları ile iman edenler Rableri tarafından hidayet üzerindedirler.

يُوحَى إِلَيَّ  

YUvXAv EiLayYa (YuFGaLu EiLayYa)

“Bana vahy olunuyor”

Kuran lafzı ile nazil olmuştur ve kendisine inzal olunan ilk kişi Abdullah oğlu Muhammed'dir. Bize onun ravileri tarafından nazil olmuştur. Kuran'ın manası vahiy olunmuştur ve bu vahiy kıyamete kadar devam edecektir. Hepimiz “Bana vahyolundu” diyeceğiz, eğer içinde söylenenleri tasdik ediyorsak. Ben tasdik ediyorum ve dolayısıyla söylüyorum. “Ben beşerim bana vahyolundu” diyorum. İçtihat, hata ihtimali olan vahiydir. İman ise hata ihtimali olmayan vahiydir.

 

أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ

EanNaMAv EiLAvHuKuM ELAvHUn VaXiDun (EanNaMAv FiGAvLuKuM FiGAvLun FaGıL)

“İlahınız vahit olan ilahtır”

Bugün müspet ilimlerle kâinatın tamamına ulaşılmış, olaylar ve oluşlar esas itibarı ile kavranmıştır. Müspet ilmin kati verileri ile bilinmektedir. Kâinat tek aklın projesidir. Gerekli hiçbir şey eksik değildir. Gereksiz hiçbir şey de fazla değildir. Bu bakımdan tekliği ifade eder. Biz bu akla “ilahi” diyoruz. İnsanı da bu akıl var etmiştir. İnsanda ne varsa onun verileri içinde vardır. O halde bana bu sadece Kuran tarafından vahyolunmadı, müspet ilim de bunu vahyetti. Bu hususta artık beşeri icma vardır.

“İlahınız tek ilahtır” denmektedir. Tüm insanların ilahı tektir. Burada ilahınız demek suretiyle tüm beşeriyetin bir olduğunu ifade etmektedir. Evet, üçüncü bin yıl uygarlığı yalnız şu dinden olanlar yahut şu inançta olanlardan değil, tüm insanlık tarafından oluşturulacaktır çünkü bir olan Allah düzenlemektedir.

إِلَهٌ  kelimesi nekre gelmiştir. Hiç gelmeseydi bizim ilahımız tek olurdu ama diğer ilahlar da var olabilirlerdi. الْوَاحِدُ الْإِلَهُ gelseydi bir olan ilahın yanında çok olan ilahlar grubu da olurdu. Tek ilah vardır ve ondan başka bir ilah yoktur. Sizin ilahınız da o ilahtır. Bu ifade ile başka beş boyutlu uzaylar ve onların başka ilahları olabilirdi. Bu ifade tek ilahtan başka bir ilahın olmadığının bir delilidir.

فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ

FaMaN KAvNa YaRCUv LıKAvEa RabBiHIy (FaMaN FaGaLa YeFGuLu FıGALa FaGLiHIy)

“Kim rabbine likayı reca ederse”

فَ harfi ile sebep-sonuç ilişkisi kurulmalıdır. İlahı tektir öyleyse ona kavuşmayı, onunla buluşmayı istiyorsa denmektedir. Allah beşeri var etmiştir. Onları götürüp sahraya bırakmıştır. Onlara Rablarına dönmeleri için yollar göstermiş ve imkanlar sağlamıştır. Böylece onu isteyen kulları ona doğru çaba göstereceklerdir. Allah onlarla beraber olacaktır. Allah tek başına ilahtır ama ilahlığını göstermemiş oluyor. Arabanız var ama arabayı kullanmayı bilmiyorsunuz ama kullanıyorsunuz. O araba da işe yaramaz sizin şoförlüğünüz de işe yaramaz.

Madem ki Allah ilahtır, ilahlığını gösterir. İşte insanları, melekleri, cinleri ve ruhları bunun için yarattı. İnsanları atıverdi çöllere, “Haydi, yol alın bana gelin” dedi. İsteyenler ona doğru yol alıyorlar. Sonunda yolu bitirince Allah’ın yanında onu isteyen kulları olacak ve onlarla ilahlığını her gün yapmaya devam edecektir. Ona yol almanın, gitmenin yolu belirtilmiştir. İnsanın uygarlaşma çabası olduğunu ilmen biliyoruz. Peki niçin bunu istemektedir? Yeryüzü imar ediliyor ki insanlar çoğalsın ve refah içinde yaşasın. Bu çaba neden? Bunu demek ki herkes reca ediyor. İşte Kuran bunun yolunu göstermektedir. Bu da şimdi bana vahyolundu.

فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا

FaeLYaGMaL GaMaLan ÖaVLıXan (Fa elYaFGal FıGLan FAvGıLAn)

“Salih amel ameletsin”

Daha önce cennetten ve salihatı amel etmekten bahsetti. Topluluğun dayanışma ortaklıkları ile genel hizmet ortaklıklarını kurmasını beyan etti. Şimdi kişi seviyesinde onun ne yapması gerektiğini söylemektedir. Düzen kurulacak, düzen içinde farklar var olacaktır. İmandan bahsetmedi çünkü dayanışma ortaklıkları vardır. Tek başına yapılacak bir şey yoktur.

صَالِحَات tan bahsetmedi çünkü صَالِحَات ancak topluluk içinde olmaktadır. Salih amelden bahsetti. Üreticiler ve tüketiciler salih amelde bulunacaklardır. Sermaye ve yöneticilerin güvenliği sağlanacak ve صَالِحَات ın yapılmasını gerçekleştireceklerdir.

وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110)

Va LAy YuŞRiK Bi GıBAvDaTi RabBiHIy EaXaDan

“Ve rabbine ibadata ahaden işrak etmesin”

Bu, surenin son cümlesidir. Herkes plan ve projeye göre salih amel işleyecektir ve kimse kimsenin kişisel heva ve heveslerine uymayacaktır. Bunlar Rablerine likayı reca etmektedirler. Dolara tapanlar, liderlerine tapanlar, mallarına tapanlar, şeyhlerine tapanlar şirk etmiş olurlar.

İbadet kelimesini net ifade ediyor. İbadet amele benzer. Bir elektrikçi evin yanan kablosunu tamir ederse bu ameldir. Başkasının işini görüyorsun ve yaptığın işte karşılık ücretini alıyorsun. Ücret sana değil yaptığın işe verilmektedir.

İbadet ise işe karşılık değildir, diyorsun ki “Sen bana ne desen onu yapacağım, senin işlerinden başka kimsenin işini yapmayacağım. Sen istersen o işi başkasına yaparım ama benim bütün ihtiyaçlarımı giderme de sana aittir. Başka hiç kimseden bir şey istemeyeceğim. Çalıştığım iş yerinde ücret alırsam senin adına alırım, sen ne için harcamamı söylersen ben ona harcarım.” İşte bu şekilde çalışıp yaşamak ibadettir.

Allah kimseye ibadet edilmeyeceğini, yalnız Allah’a ibadet edileceğini emretmektedir ve başkalarına ibadet etmeyi şirk kabul etmektedir.

Akevler’in sözleşmesinde bir madde vardır: “Belirlenen sınırlar içinde olmak şartı ile kim verirse kooperatife vermiştir. Ne alırsa da kooperatif adına almış olur. Kişiler temsilcidirler. Sonra kooperatif onlara verileni onlardan almış olur.”

Fatiha’da her gün en az 20 defa “yalnız sana ibadet eder, yalnız senden istiane ederiz” (إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ) diyoruz.

 

YORUM

Kuran’ı okuyacaksınız, üstünde düşünecekseniz ve sonunda Kuran düzeninin varsayımlarını ortaya koyacaksınız. Bunların çoğu icma ile sabittir. Çağınızın sorunlarını çözer, varsayımları eklersiniz. Ondan sonra sorunlarınızı tespit edersiniz. Bugün ne sorunlar vardır, insanlar hangi konularda sıkıntı çekmektedirler?

Kuran’ı yorumlayarak okuduğunuz zaman çağınızın sorunlarını ele alıp bir sistem geliştireceksiniz. O sistem içinde sorunlar çözülecek. Bizim geliştirdiğimiz bir sistem vardır. O da Adil Düzen’dir. Yarım asırdır üstünde çalışılmaktadır. Bu sistemi Kuran’la test etmeliyiz. Bu seminerlerin gayesi budur. Yani bizim anladığımız Adil Düzen, Kuran’ın getirdiği düzene uygun mudur, bunun üzerinde duruyoruz.

Siz okuyucularımızdan isteğimiz bize yardımcı olmanızdır. Düşündüklerimizde ve yaptıklarımızda hata var mıdır? Müspet ilmin verileri içinde bizi eleştirin. Bizi eleştirenlerin putları var, onların emanilerine (أَمَانِيّ, kuruntular) uymayan cümlelerimizi reddediyorlar. Oysa istediğimiz; müspet ilmin, İslami içtihadın kuralları içinde bize yardımcı olmanızdır.

Surenin sonundaki “Rabbine ibadette kimseyi müşrik etmesin” ayetini göz önüne getirerek kendi düşünce ve hoş görünüz bizim için çok kıymetlidir. Başkalarının görüşlerini aktardığınızda bize sıkıntı basıyor. Başkalarından öğrenmiş olabilirsiniz. Onu kabullenmişseniz bize onları kendi görüşünüz olarak aktarın. Bizi o şekliyle eleştirin.

1- Surenin başında (2. ayette) salihatı amel etmiş müminlerin ahsen amellerine hasen ücret verileceği söylenmektedir. Daha sonra dayanışma ortaklıkları ile genel hizmeti anlatmaya başlamıştır.

2- Mekânda planlama yapılacak, zamanda planlama ise takdire bırakılacak. Herkes sözünü yerine getirecek, davranışlarından sorumlu olacak, sonuçlardan sorumlu olmayacak.

3- Herkes kendi içtihadı ile hareket edecek. İçtihadını Kuran’a dayanarak yapacaktır. Sorumluluk üste değil, yargıya karşıdır.

4- Zenginlik ve fakirlik vardır ama zenginin fakirden bir üstünlüğü yoktur. Zenginin servetinde fakirlerin de hakkı vardır.  

5- Şeytan salihatı amel edenleri denetlemekle görevlendirilmiştir. Zulmedenler helak olurlar.

6- Dayanışma ortaklıklarının dokunulmazlıkları vardır. Diyet öderler, onlara kısas uygulanmaz.

7- Merkezler taşraların hâkimi değil, hadimidirler ve taşranın yapamadığı işleri merkezler olarak vekaleten yaparlar.

8- İnsanların çoğu iyilik yapıyoruz zannettikleri halde kötülük yapmaktadırlar. Bunlar kötülüklerinden dolayı cezalandırılamazlar ama iyilik sevabını da almazlar.

Bu sure böylece tamamlanmıştır. İnsanlık anayasasının esaslarını anlatmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘Ben sadece benzeriniz bir kişiyim. Tanrınızın tek bir tanrı olduğu bana bildirildi. Kim yetiştiricisine kavuşmayı istiyorsa uyumlu iş yapsın ve yetiştiricisine kimseyi ortak etmesin.’ de.”

 

Kuran kelimeleri ile:

“Ben misliniz bir beşerim. Bana ilahınızın vahid bir ilah olduğu vahyedildi. Kim rabbine ligayı reca eder olursa, salih amel ameletsin ve rabbine ibadete ahaden işrak etmesin, diye kavlet.”

 

QuL EinNaMAv EaNa BaŞaRun MiÇLuKuM YUvXAv EiLayYa EanNaMAv EiLAvHuKuM EiLAvHun VaXıDun FaMAN KAvNa YaRCUv LiQAvEa RabBiHİy FaLYaGMaL GaMaLan ÖaLıXAn Va LAy YuŞRiK Bi GıBAvDaTi RabBiHIy EaXaDan

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110)

 

Not: Dünya sonsuz uzayda bir küre değildir. Dört boyutlu uzayda bir küredir. Hacmi (4/3)*3.1416*R^3’ten küçüktür Küre yüzeyindeki dairenin alanı düzlemdeki alandan küçüktür. Makalemi okuyabilirsiniz inşallah.