KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
977 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 78-82.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 21. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا (78) أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدْتُ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا (79) وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا (80) فَأَرَدْنَا أَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا (81) وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا (82)

 

***

 

قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ

QAvLa HAvÜAv FıRAQu BaYNı Va BaYNaKa (FaGaLa HaÜAv FıGAvLı FaGLı Va FaGLaKa)

“İşte bu seninle benim arasındaki firaktır dedi”

Hazreti Musa aleyhisselam göreceğini görmüş ve şeriata göre olması gerekenler olmamış, böylece tarikatla şeriat arasındaki fark anlatılmıştı.

İzmir’e gittiğimde tarikat ehli ve Risaleciler ile Süleyman Tunahancılar hep gizli çalışıyor ve takiyye yapıyorlardı. Faaliyetlerinin gizli olması nedeniyle devlet onları takip ediyordu. Önce ben aleni olarak bunları savundum. Sonra bunları kooperatifçiliğe davet ettim. Bir zorlukla karşılaşmadıkları için onlar da gizli çalışmayı bıraktılar.

Gülen ile Nur evleri üzerinde çalıştık, Nur Evleri Kooperatifi kuracaktık. Her şey bitti. Yer bile peyledik. Projeye göre çatıda ortak alan ayırmıştık; bana sordu, ‘burada ne yapılacak’ dedi. Ben ‘apartman sakinleri ne isterse onu yapacaktır’ dedim.

Ayağa kalktı, bana bu ayeti okudu ve gitti!

Sen şeriat ehli Musa’sın, ben ise tarikat ehliyim. Kendisine ledün ilmi verilen böyle dedi. Söylediği söz doğru imiş ama bir eksiği var; Hazreti Musa bu cümleyi söyledikten sonra olayları ihdas etti. O ise kalkıp gitti. Hâlbuki ben gitmeliydim.

“Fırka” kayalıktan kopan parça demektir. Sonraları parçalanma anlamında kullanılmıştır. “Fırka”da bölünme vardır. “Hilaf”ta ise kutuplaşma ama yine bağlı kalma anlamı vardır.فِرْق : Herhangi bir şeyin parçası demektir.فِرْقَة : İnsan topluluğunun bir parçasıdır.

“F” mafsalı, “R” tekrarı, “Q” de gücü ifade eder.

Birbirlerinden ayrılacaklardır. Onun işi başka, onun işi başkadır.

Dört çeşit dayanışma ortaklığı vardır; ilmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî.

İlmî ve meslekî dayanışma şeriata dayanır. Kurallar vardır, herkes kurallara uyar. Hikmetler değil illetler esas alınır. Biz şeriatın emrettiklerini yaparız. Sonuç bizi ilgilendirmez.

Oysa tarikat ile siyasi kuruluşlarda gaye esastır, sonuç elde etmek için gereği yapılır.

Erdoğan’ın ve Gülen’in bugün yaptıkları siyaset ve tarikat ile ilgilidir. Bize göre yanlıştır. Ama kendilerine göre doğru yapıyorlar. Biz yapılanların yanlış olduğunu söyler onlardan ayrılırız. Ama onları suçlamayız.

Adil Düzen çalışanları tarikatlardan ve partilerden uzak kalmak zorundadırlar.

Biz onları suçlamıyoruz, onlara karşı da değiliz ama yaptıkları şeriata aykırıdır, müspet ilme aykırıdır; bunu söylüyoruz.

Hazreti Musa da bundan sonra artık ısrar etmiyor, ayrılıyor.

سَأُنَبِّئُكَ

SaEuNabBiEuKa (Sana EuFGıLuKa)

“Sana tenbi’ edeceğim”

Ledünlü hem başta “seuhdisuke” demiş, burada ise “seunebbiuke” demiş, hem de “ihdas etme” kelimesini ifal babı ile kullanmıştır. Burada “nebe’” kökünü almış tefil babını getirmiştir. “İhdas” kelimesi söze başlama anlamındadır. “İhdas” yeni bir işe başlama manasını da taşır. Yani ben sana anlatmaya başlamadan önce sormayacaksın demiştir. Ama ben anlatmaya başladıktan sonra sorabilirsin demektir. Onun için orada tefil babı değil de ifal babı gelmişti. Orada ifal babının gelmesini yorumlayamamıştık. Şimdi ise “ünebbiü” kelimesi ile ne sebeple ifal babı olarak geldiği anlaşılmıştır. Orada neden “ihdas”, burada neden “tenbi’” gelmiştir? Orada söze başlama, burada ise sözün tamamı beyan edilmektedir.

NBE” doğurmadan evvel devenin memesinde görülen süttür. Doğuracağının habercisi olur. Sonra gelecekte olacak olaylar hakkında verilen bilgilere “haber” denir. “Nebi” tepe üzerinde oturan gözcüye denir. Geçmişten bilgi vermeye de “nebe’” denir.

“Nebe’” kendisiyle bir bilginin elde edildiği, faydası olan haberdir. Bu şekliyle salt haberden ayrılır.

Arapçada hal kipi yoktur. Gelirim var; geleceğim yok, geliyorum yok. Onun yerine geleceğim için fiilin başında “Sevfe”, geliyorum için de “Se” kullanılmaktadır. Birisine ‘gelecek misin’ dendiği zaman, ‘yoldayım geliyorum’ der yahut ‘bugün geliyorum’ der, ‘yarın geleceğim’ der. Yarın için “Sevfe”, ‘bugün geliyorum ve yoldayım’ için “Se” kullanılır.

بِتَأْوِيلِ

BiTaEVIyLı (BiTaFGıLı)

“Tevilini”

Evl, Alet kaldıraç demektir. Bir şeyi çevirmek için altına sokulup çevirmeye yarayan sırık anlamındadır. Sonra çevirmek fiili olarak “âl” denmiştir. Başa döndürmek için kullanılmaya başlanmış, sonra da “evvel” “ahir”in karşıtı olmuştur, yani başlangıcı.

Kur’an’da rüyanın tabiri bir defa geçmektedir, rüyanın tevilinden bahsedilmektedir.

Hadiselerin tevilinden bahsedilmektedir.

Tabirde ikili karşılaştırma ve benzerler üzerinde benzer hükümleri bulma mevcuttur.

Tevilde ise benzerlikten çok benzer fonksiyonları olan demektir. Ağacın kökleri insanın ağzına benzemez ama besin alma bakımından ağızla kök aynı işi görür.

Şeriatın görevi nedir?  Topluluk düzenini sağlamasıdır. Tarikatın görevi de odur ama birbirinden çok farklıdır. Hukuk düzeninin korunması için bazen hukuk düzeni dışına çıkılır.

Yüz kişiden 99’u idam suçlusu olsa, biri olmasa, yüzüne de ceza verilemez; suçsuz biri ölmesin diye 99’u da cezadan muaf olur.

Oysa askeri düzende yüz kişi esir düşse, 99’unun esir olması birliğe zarar vermese ama içlerinden bir kişi öyle sırlara sahiptir ki, düşman onu konuştursa birlik yenilecektir. O bir kişi için birlik bombalanır, yüzü de öldürülür ve birlik kurtulur.

Şimdi ledünlü olan Hazreti Musa’ya yaptıklarının tevilini anlatacak ve onun yani şeriat ehlinin neden tarikat ehline sabredemeyeceğini anlatmış olacaktır.

مَا لَمْ تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا (78)

MAvLaM TaÖTaOıG GaLaLaYHi ÖaBRan (MAvLaM TaFGıL GaLaYHi FaGLan)

“Sabra istitaa edemediğini.”

Sabredemediğinin tevilini tenbi’ edeceğim diyor.

Canlılarda çatışma ve dayanışma vardır, yarışma çok azdır. İnsanlarda ise çatışma ve yarışma vardır. Yarışmada başarı sabra dayanır.

Bir işe başladığınız zaman zorluklarla karşılaşırsınız. Eğer sabrederseniz o zorlukları aşarsınız ve başarıya ulaşırsınız. Sabredemezseniz elenirsiniz.

Hazreti Musa Peygamber de elenmiştir.

Kişiler kendilerine hayatlarında iş kurarlar. Denerler ve hangi işte başarılı olurlarsa o meslekte kalırlar. Yapıları o mesleğe uygun değilse elenirler. Çok merhametli olan kimse iyi asker olamaz, iyi hâkim de olamaz. Merhametsiz biri de bir tarikat şeyhi olamaz.

Deneme safhaları vardır. İnsan 15 yaşına kadar deneme dönemini geçirir ve15 yaşında bir meslekte karar kılar. Eğer o mesleğe uyum sağlayamazsa mesleğini 30 yaşlarına kadar değiştirir. Otuz yaşlarına geldiğinde mesleğini seçmiş olacaktır. Ondan sonra artık otuz sene meslek değiştirilmez, orada yani o meslekte sabredilir.

İlim okullarda genel bilgi olarak verilir, herkes aynı şeyleri öğrenir, nazari eğitim yapmadan ziyade herkesin bilmesi için tedrisat yapılır. İlmi öğrenme yerleri dışında ahlak, meslek ve savunma eğitimleri vardır. Buralarda seçim yapılır, ihtisas yapılır. İnsanın ömrü bunları öğrenmekle geçer.

Eğitime gelince; ilk 33 senede eğitim alınır, sonraki 33 yılda uygulama yapılır. Burada sabır gereklidir. Ondan sonraki yıllarda eğitici olur.

 

YORUM

Taraflar anlaşmışlardı,  bir müddet sonra ayrılma sözü verilmişti.

Bir iş yaptığınız zaman genellikle sonuca varamazsınız. Biz bir ‘Müçtehit Yetişme Ortaklığı’ kurduk. Harcamalar yaptık. Yüz bin liradan fazla giderimiz oldu. Başaramadığımız için uygulamayı durdurduk. Niçin başaramadığımızı araştırdık. Müçtehit olacağız diye bizde çalışanların müçtehit olma kabiliyetleri yoktu; aslında hevesleri de yoktu.

Şimdi sistemimizi değiştirdik. Önce iş kuralım, orada çalışan insanlar arasında müçtehit olma hevesi ve yeteneği olanlar bulunursa, onlarla müçtehit olma ortaklığını kuralım dedik. Şimdilik Nusret Karaca, Mustafa usta, Turgay Çoruhlu ve Hüseyin Bağdatlı çalışmaya başladılar. Sabrederlerse, onlarla ahşap ev imalatına geçeceğiz. Bu arada müçtehit adayları da ortaya çıktı; Emin Özdemir, Osman Aydın, Recep Erol ve Mücahit Bozbey. Bunların müçtehit olma yetenekleri var ama müçtehit olma azimleri yok. Kabiliyeti olmayanların veya azmi bulunmayanların üzerinde ısrar etmemiz yanlıştır. Bir kimsenin bir şeye sabrı yoksa onun o işte ısrarı yanlıştır. Şimdi giriş imtihanları yapılıyor, çocuklarımız zoraki meslek eğitimine tabi tutuluyor. Ondan sonra da beceriksiz ve isteksiz bir nesil oluşmaktadır.

Demek ki işyerleri kuracağız. Ortaklarımıza imkânlar sağlayacağız. Ama ‘sen bunu yap’ demeyeceğiz. O bize zarar vermeden istediği işi deneyebilmeli, bulduğu imkânlarla denemelidir. Kendi işini kendisi seçmelidir.

Yalova-Teşvikiye’deki faaliyetlerimiz bunu hedeflemektedir. Biz kurmaya çalışırız. Bize farz olan budur. Başarıp başaramayacağımız bize ait değildir.

 

Öz Türkçe ile:

“İşte bu benimle senin aramızdaki ayrılıktır, dayanamadıklarının yorumlarını sana yapıyorum dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

Bu, beynimle beynin arasında firaktır, sabrına istitaa edemediğinin tevilini sana tenbi’ ediyorum diye kavl etti.”

 

QAvLa HAvÜAv FıRAQu BaYNı Va BaYNaKa SaEuNabBiEuKa BiTaEVIyLı MAvLaM TaSTaOıG GaLaYHi SaBRan

قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا (78)

 

***

 

أَمَّا السَّفِينَةُ

EamMa elSaFIyNaTu Eeme eL FaGıLaTu)

“Sefine ise”

“EmMâ” kelimesi ile “İmMâ” kelimesi Arapçada benzer kelimelerdir, “İnMâ” ve “EnMâ”dan oluşmuşlardır. Birisi şart, diğeri masdar harflerdir. “Emmâ” tasnif için kullanılır. “İmmâ”dan sonra gelen “İmmâ” iki şartı belirler; bu olursa bu, bu olursa bu olur anlamındadır. “Ev” harfi de gelebilir. “Ellahmu imma meytetün fehuve haramun ve imma mezbuhun fehuve halalun” dersin; “Elmeytetu imma halalun ev haramun” da dersin. Burada bir üçüncü şık yoktur demektir. “Emma”da ise şart yoktur. “Elinsanu emma zekerun felehu lihyetun ve emma ünsa felâ leha lihyetün” dersin. Burada şart yok, sadece atıf var.

Ledünlü (kendisine ledün ilmi verilen) Hazreti Musa’ya geçmişteki olayları ayrı ayrı anlatıyor. Her olayın ayrı hikmeti olduğunu belirtmek için “Emmâ” kelimelerini kullanıyor. Birincisinde haksız bir fiildir, sadece tazminatı gerektirir, cezası yoktur. İkincisinde cinayettir, kısası gerektirir. Üçüncüsü ise iyiliktir, sadece kârdan zarardır.

Üç türlü durum vardır. Biri, zarar verirsiniz ama o zararın giderilmesi mümkündür. İkincisi, öyle zarar verirsiniz ki o zararın giderilmesi mümkün değildir. Suçlar bunlardandır. Bunlar cezalandırılır. Bir üçüncü durum vardır. Zarar yoktur ama daha fazla iyiliği önlemektedir. “Emma”lar ile açıklanması bunların farklılığına işaret etmektedir.

“Sefine” marife gelmiştir. Irmakta binip karşıya geçtikleri sefinedir. Nil vadisinde böyle sefineler olmalıdır. Bunlar denizlerde seyreden gemiler olmayıp ırmaklarda kıyıları takip eden veya karşıya geçmek için kullanılan sefinelerdir. 

فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ

Fa KAvNaT Li MaSAvKIyNa (Fa FaGaLaT Li MaFAvGıyLa)

“Miskinlere aitti”

Arapçada bazı istisnai kurallar vardır. Bir kelime dişi olmadığı halde dişi zamirle işaret edersiniz. Bunlar 150 kelime kadardır. Kural olarak doğurganlar ve insandaki çift uzuvlar kelime olarak erkek (lafzi olarak müenneslik alameti olmayan) ama zamir dişi gitmektedir.

İkinci istisnai kural, kelimenin sonu izafette veya cer harfinden sonra esreli gelmesi gerekirken üstünlü gelirler ve tenvin almazlar (gayr-i munsarifler). Bunların dokuz illeti vardır. İkisinin birden bulunması gerekir. MeFaGıyLa şeklindeki çoğullar böyle kelimelerdir. Kur’an’da bu kalıpta geçen kelimelerin listesini Ruhu’l-Kur’an programımızda bulup bu kelimeleri öğrenmelisiniz.

“Sikkîn” bıçak demektir. “Sekene” kesilen hayvanın hareketsiz kalması demektir. “Miskin” bu anlamda yoksul demektir. “Mesken” de oturulan ev demektir. “Beyt” herhangi bir yapıdır. Miskinin çoğulu “مَسَاكِينَ”, meskenin çoğulu “مَسَاكِنَ” olarak gelir.

“Fakir” bir bucakta veya bir ilde vasat servetin altında serveti olanlardır; bunlar zekât alırlar. “Gani” ise vasat servetin üstünde serveti olanlardır; bunlar zekât verirler. “Miskin” fakir olup vasat gelirin yarısından az geliri olanlardır. Bir yıllık ihtiyacı karşılayacak yeterli serveti olmayanlar olarak tanımlanırlar.

Bu ayet yolculuğun Mısır’da değil de Irak’ta gerçekleştiğini gösterir. Irak’ta site devletleri vardır. Liberalizm hâkimdir. Herkes çalışmakta ve yaşamaktadır. Oysa Mısır’da kral var, sosyalizm var, her şey devlete aittir, halk onun işçisidir. Yani Mısır’da işçiler vardır, miskinler yoktur, özel girişim yoktur, Nil’deki kayıklar devlete aittir; hâlbuki Irak’ta yani Mezopotamya’da halka aittir.

“SKN” 69 defa, “SKR” 7 defa geçmektedir; toplam olarak 76 =2*2*19 defa geçer.

“S” mekânda diziyi, “K” oluşu ve “N” de genelliği ifade eder. Kesmede birkaç defa gidip gelir. Kesme işi tekerrür eder. Her yerde kesim vardır.

يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ

YaGMaLUvNa Fiy eLBAXRı (YaFGaLUvNa Fıy eLFaGLı)

“Bahrda amel ederler”

“Bahr” da amel eden mesakinin sıfatıdır. Sefine Fırat ırmağı içinde çalışan yoksullara aitti, kendilerine ait gemide çalışıyorlardı.

Semt sitelerini kurduğumuzda semtin kıyam işletme mülkiyeti semt sakinlerine ait olacaktır. Müslimleri ortak ederek apartmanlar inşa edeceğiz ama onlar bu apartmanların yalnız yararlanma mülkiyetine sahip olacaklar, işletme mülkiyetine sahip olamayacaklardır. İşletme mülkiyetine sahip olmak için o semti yönetecek seviyede olmak gerekir.

Burada işletme mülkiyetine tek başına sahip olunmadığını ifade eder.

Yani o gemide çalışanlar bir ekiptir, birlikte gemiye sahiptirler.

O halde bir işletmenin sorumlusu vardır ama sorumlu oranın maliki değildir. Sorumlunun ayrılması ile semt dağılmaz, semtin sakinleri kendilerine yeni sorumlu seçerler ve semt işletmesi çalışmaya devam eder. Semtin iflas etmesi hâlinde kıyam mülkiyeti sona erer, ortaklık tasfiye edilir diyoruz. Ama bir şart koyuyoruz. Ortaklığı devam ettiren ortak varsa, tasfiye edilmez, devam eder hükmünü getiriyoruz.

فَأَرَدْتُ أَنْ أَعِيبَهَا

Fa EaRaDTu EaN EuGIyBaHAv (Fa EaFGaLTu EaN EuGIyBaHAv)

“Onu iabe etmeyi irade ettim”

Sefine (gemi) denizde amel eden miskinlere aitti diyor, “Fa” harfi ile o durumu tafsil ediyor, açıklıyor. Buradaki “EmMâ”nın tafsilidir, ayıplı hale getirmek istedim diyor. 

GYB” kirli çamaşırların konduğu sepettir. İnsanların başkaları tarafından görünmesini istemediği şeyler ayıplardır.

GYB”  Kur’an’da 1 defa geçmekte, “GVM” 9 defa geçmektedir; 10=2*5

“G” etkiyi, “Y” kolaylığı, “B” geçişi ifade eder.

Onu ayıpladım. Burada sakatladım anlamındadır.

Fıkıhta ayıp önemli yer tutmaktadır. Ayıplı mallar demek, olması istenmeyen durumda olan mallar demektir. Ayıplı mallar işe yarar iş görürler ama eksiği olur. Yamalı elbise ayıplı elbisedir. Ahşaptan yapılmış sefineler zamanla eskir ve artık işe yaramaza doğru gider. Ledünlü, kayığın eski olduğu işe yaramadığı kabul edilerek onu çalışanlara bıraktıracaktır.

وَكَانَ وَرَاءَهُمْ

Va KAvNa VaRAyEaHuM (Va FaGaLa FaGAvLaHuM)

“Ve veralarında vardı”

“Vera” insanın göremediği arka alandır. Zamanla görünmez şeylere “vera” denmektedir. Sırtın arkası veradır.

“V” birliği, “R” tekrarı, “Y” kolaylığı ifada eder. Kolaylık görünmezleri içermektedir.

Bugünkü durumda “vera” perde arkası demektir.

15 Temmuz’u görünürde Gülenci askerler yaptı. Oysa verasında Sermaye vardı; Rothschild vardı yahut Rockefeller vardı. Pentagonu kullanıyordu. Nitekim Türkçede de ‘bu işin arkasında kim vardır’ derler.

Her işin durumu böyledir. İşi yapanlar var, bir de halkın o işi yaptığına inanan kimseler vardır. Görünürde değil gerçekte gasben alan melik olacaktır.

Sovyetler komünizmi getirdikleri zaman Türkiye’ye hicret etmiş biri (Gafur Hacıola) anlatıyor: Beni çağırdılar. Köyde komün oluşturmamı istediler. Bana imkân verdiler. Ortaklık kurdum. İsteyenler ortaklığıma ortak oldular. İsteyen ortaklığa katılsın dedim. Arazileri birleştirdik, ortak üretim yaptık. Bize imkân sağlandı. Bizim ürünler alındı. Ortak olmayanlar sefil hale geldiler. Hepsi birden kolhoza dâhil oldular. İşte bunun arkasında melik vardı. İkinci Cihan Savaşı başladığında yine beni çağırdılar. Sen şimdi köye gideceksin, kolhozdan ayrılacaksın, kolhozu kötüleyeceksin dediler. Böylece savaşa mülkiyet için girilmiştir.

مَلِكٌ

MaLiKun (FaGıLun)

“Bir melik”

“Melekût” tüm kâinatın mülk olarak varlığını ifade eder. “Melekler” de bu melekût içinde bu melekûtu yönetmek için görevlendirilmiş şuurlu varlıklardır. “Milk” çamur manasından gelmiş olmalıdır. Türkçedeki bilek kelimesi ile bir yakınlığı olmalıdır. Sonraları kişinin sahip olduğu arazi ve üzerindeki yapılara “mülk” denmiştir. Devletler aşamasında ülkenin sahibi olarak hükümdarlar “melik” olarak anılmışlardır, “mülk” de krallık anlamındadır. Türkçeye “kral, melik, hakan” olarak tercüme edilebilir. Öz Türkçesi “han”dır.

Burada “melik” kelimesi nekre gelmiştir, meliklerden biri vardı demektir.

Mezopotamya siteler devleti şeklinde örgütlenmişti. Kral değil de yerel beyler vardı. Mısır’dan bahsetseydi “melikühüm” derdi. Bu da gösteriyor ki anlatılan yer Mısır değil Mezopotamya’dır. Mezopotamya tabletleri ancak yirminci yüzyılda okunmuş ve siteler devleti tarihi ortaya çıkmıştı. Kur’an orasını anlatmaktadır. Bu anlatımlarda en ince noktaları ile tabletlerde bulduklarımızı görüyoruz.

يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ

YaEPuÜu KülLa SaFIyNaTin (YaFGaLu KulLa FaGıLaTin)

“Sefinelerin küllisini ahz eder”

Buradaki fiil muzaridir, ism-i fail anlamında olup melikin sıfatıdır. Yani sefineleri alıyordu, ahzediyordu, topluyordu, devletleştiriyordu.

Yirminci yüzyılın modası olmuştu. Sovyetler halkın elinden mülkü gasp ettiler. Türkiye ise ilk olarak Sovyetlerin aksine halkın elinden mülkü almadı, kendisi işletmeler kurdu. Buna devletçilik dedi. Sonra İtalya’da Mussolini, daha sonra Almanya’da Hitler ve şimdi de tüm dünya devletçilik yapmaktadır.

Mezopotamya’da siteler devleti sistemi vardı ama zaman zaman iktidar olunmakta birleşip tek devlet oluşmakta idi. Melik olma durumu da söz konusudur. Site yönetimleri ortadan kalkmış ama sitelerin birleşmesinden ulusal melik ortaya çıkmıştır.

Kur’an kıssaları anlatırken aynı zamanda uygarlıkları anlatmaktadır. Kullanılan kelimeleri o günkü manaları ile tahlil ettiğiniz zaman o günkü uygarlık ortaya çıkar. O günkü mana da o günkü yazıları tahlilden çıkar. Dilleri tahlil etmek demek, aynı zamanda o dilleri konuşanların tarihini ortaya koymak demektir.

غَصْبًا (79)

ĞaSBan (FaGLan)

“Gasb olarak.”

“ĞSB” tüyleri yolunmuş deridir. Makasla kesilmiştir yahut bir ilaç kullanıp dibağlanmadan yolunmuş deridir. Haksız yere alınan maldır.

“ĞSB” bir defa geçmekte, “ĞZV” de bir defa geçmektedir; 2=2

Çağımızda meliklerin gasp metotları geliştirilmiştir.

Sovyetler halktan doğrudan mülkleri gasp ettiler.

Kapitalistler ise gasp sistemini geliştirdiler. Faizi meşrulaştırarak tekelleri oluşturdular. Önce toprak tekeli, sonra altın gümüş tekeli, sonra işyeri tekeli, en sonunda da para tekeli yani karşılıksız para tekeli doğdu.

Karmacı devletler de vergiler ve yasaklar yoluyla gasp ettiler. Faiz enflasyonu, enflasyon işsizliği, işsizlik yolsuzluğu, yolsuzluk rüşveti, rüşvet gaspı doğurur. Halk rüşvet veremez hale düşünce yönetim halkın elindeki bütün malları almaya kalkışır.

Karma ekonomilerde bir taraftan devlet kuruluşları vardır, örnek olarak devlet hastaneleri vardır, bir de özel hastaneler vardır. Önce devlet özel hastaneleri destekler. Halk devlet hastanelerine gideceği yerde özel hastanelere gider. Sigorta kurumu da özel hastanelerde tedavi ettirir. Bütün bunların arkasında yani verasında sömürü Sermayesi vardır. Sonra ne yapar? Sermaye büyük hastaneler kurar. Küçük hastanelerin kapanması için ağır şartlar getirilir. Sonunda hastaneler kapanır. Sermaye tekelinde hastaneler oluşur. Halktan zorla sigorta primlerini alır ve bu hastanelerde tedavi ettirir. Yani bu da yeni bir gasp yoludur.

Bu gasp yalnız hastanelerle ilgili değildir. Kümes hayvanlarında da bu tür olaylar yaşandı. Kuş gribi çıktı! Virüs üretildi! Halkın özel üretimi sonlandırıldı. Çiftliklerdeki üretim de tekelleşiyor. Gazoz imalatı için de bir zamanlar bu yapıldı.

Bunlar meliklerin gasp sistemleridir. Görünürde halkın lehine işler yapılır. Güya hastaların hakkı korunur. Aslında gasp mekanizması çalıştırılır.

 

YORUM

Allah gasp eden melikin gaspını önlemiyor da halktan korumak istediklerini özel korumaları ile koruyor. Yani sosyalizmi ve kapitalizmi önlemiyor ama korumak istediklerini koruyor. Kapitalistler, sosyalistler ve karmacılar bir olup insanlığı işçilik dönemine götürecekler. Sermaye ve devlet tekeli ortaklaşa tüm dünyayı sömürecekti. Buna karşı halk direnmektedir. Türkiye’de tekel oluşmadı, ne devlet tekeli ne de Sermaye tekeli ekonomiye hâkim oldu. Tüm baskılara rağmen “halk ekonomisi” yaşamaya devam etti. Halkımız bunu kayıt dışı ekonomisi ile sağladı, veresiye satışlarla sağladı. Türkiye’deki halk bununla yetinmedi. Avrupa’ya işçi olarak gitti ve onlara “halk ekonomisi” örneğini verdi.

Sermaye’nin ve yönetimin gaspını önlemiyor ama halkı da onlara teslim etmiyor.

Akevler bu gaspa direnme sistemini geliştirdi, semt kooperatifleri sistemini geliştirdi.

Yarım asırdır Akevler’de bunun üzerinde denemeler yapılmaktadır. Şimdi de semt kooperatiflerini kurmaya başladık. Belki elli sene sonra yüzlerce semt kooperatifi kurulmuş olacaktır. Akevler kooperatifçiliği ülkede yaygınlaşacaktı ki; TOKİ ile buna darbe vuruldu! Bunun verasında da Sermaye var. Buna rağmen İzmir Akevler’in yarım asırdan beri varlığını sürdürmesi, İstanbul’da da ilmi çalışmaların gelişmesi, halkımızı yeniden kooperatifçiliğe yöneltti. Faizin aleyhinde konuşmak suç iken, şimdi faizli kuruluşlar faizsiz olduklarını iddia ederek varlıklarını sürdürüyorlar!

Allah yoksulları koruyor. Müessese çökmesin diye gasba da izin veriyor, faizli sistem çöksün diye. Faizli sistemi onlar yok edecek. Allah bizi koruyacak ve “Adil Düzen” gelecek.

Allah Akevler’i elli senedir korumaktadır. İzmir’e bir şey olursa “Adil Düzen”den vazgeçtikleri için olacaktır. İstanbul da bunu iyi bilsin.

 

Öz Türkçe ile:

“Kayık suda çalışan yoksulların idi. Onu yamalı hale getirmek istedim. Gerilerinde bir han vardı, bütün kayıkları soyup alıyor.”

Kur’an Arapçası ile:

“Sefine bahrda amel eden miskinlere aitti. Onu ayıplamak istedim. Verasında bir melik var, sefinelerin küllünü gasp etmekte.”

 

EamMa elSaFIyNaTu Fa KAvNaT Li MaSAvKIyNa YaGMaLUvNa Fıy eLBaXRı Fa EaRaDTu EaN EuGIyBaHAv Va KAvNa VaRAyEaHuM MaLiKun YaEPuÜu KülLa elSaFIyNaTi ĞaSBan

أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدْتُ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا (79)

 

***

 

وَأَمَّا الْغُلَامُ

“Ve gulam ise”

“Ğulam” önceki ayette “Ğulamen” şeklinde yani nekre geçmişti, şimdi marife geçmektedir. Yani yukarıda bahsettiğimiz gulam anlamında marifedir. Buna ahdi zikri denmektedir. “Ğulam”da nekre kullandığı halde sefinede nekre değil marife kullanılmıştır.

“Yalova’ya gemi kaçta?” dersem, bir gemi diyemem, marife kullanırım.

“Yalova’ya bir gemi seferi var mı?” diyebilirim.

Demek ki Fırat üzerinde Yalova seferleri gibi seferler yapan gemiler vardı.

Şimdi Tevrat’ı okuyabiliriz, Mezopotamya’daki tabletleri araştırabiliriz; Fırat nehri üzerinde gemi seferleri yapılıyor mu idi? Bunu devlet mi yoksa özel girişimciler mi yapıyordu? Bu seferler tarifeli miydi? Belli günlerde ve saatlerde kalkıp gider ve gelir miydi?

Bugün belediyelerde halk otobüsleri vardır ama bu otobüsler de belediye otobüsleri kurallarına tabidir. “Sefine”nin marife olması taşıtların vakıf şeklinde işletilmesi esastır demektir. Vakıf işletmelerinde işletenler halktır. Ancak işletmeler vakfın kurallarına uymak zorundadır. Bunun meşruiyetine ayetteki “Hattâ İzâ Rakibâ Fi’s-Sefineti” ifadesi bütün bunları ifade eder. Demek ki “sefine” ahdi haricidir, “ğulam” ise ahdi zikridir.

فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ

Fa KAvNa EaBaVAvHu MüEMiNaYNı (Fa FaGaLa FaGLAvHu MuFGıLaYNı)

“Anne babası mümin idiler”

“Eb” baba, “Üm” anne demektir; “Validahu” denmiyor, “Ebevahu” deniyor. “Valid” doğuran demektir. Erkek doğuran olmadığı halde baba da valid olarak zikredilmektedir. Böylece “Ebevahu” ile erkeklere bir üstünlük tanınmış olmaktadır. “Valid” anne babanın biyolojik tarafını gösterir. “Ebilik” ise anne babanın eğitimdeki yerini göstermektedir. Yani 15 yaşına kadar çocukların eğitimi anne babaya aittir. Kamu yetkilileri buna karışamazlar. Dayanışma sorumluları da karışamazlar. Çocuğun dayanışma sorumlusu anne babaların dayanışma sorumluluğundan farklıdır.

Burada karı koca ile birlikte müminlikten bahsedilmektedir. Müminler eşlerini seçerken mümin olarak seçmelidirler yani ikisi de “Adil Düzen”e inanmalıdır. Bunun en açık delili Kur’an seminerlerine devam etmeleridir. Kur’an seminerlerine devam etmeyenler ancak müslim olurlar. Müslimlerle evlenme meşrudur ama özel görev alacak olan karı koca mümin olmalıdırlar. Bunlar böyle kimselerdir. Kendilerine özel görev verilmiştir.

“Bab” kapı demektir. Kapıyı tutturmak için konan direğe “ebebe” denmiş, sonraları çatıdaki ana direkler için kullanılmıştır. Ailenin direği anlamında babanın adı olmuştur. Sonra “baba” kelimesi Arapçanın dışındaki dillerde de ata anlamında kullanılmaktadır. Türkçedeki bile ve ile de olduğu gibi “be” harfi hemzeye dönüşmektedir. Arapçada “eb” olmuştur.

“EBV” oluşmaya sebep olan kimselere veya hayvanlara “baba” denmektedir.

“EBV” 117 defa, “EBY” 13 defa geçmektedir; 130=2*5*13

فَخَشِينَا

FaPaŞIyNAv (Fa FaGıLNAv)

“Haşyettik”

Haşy” dik duran kuru ottur. “Hışırtı” otlardan gelen sestir. Hışırtı sesinden doğan korkudan gelişerek “haşiye” korku anlamına gelir; yani Rabbinden korkmak demek, O’nun sözüne kulak vermek demektir. Kulak verilmediği zaman başa gelecekleri hesap etmek demektir. “Havf”da sana gelecek zarardan korkuyorsun. “Haşyet”te ise zarardan ziyade olacaktan endişe duyuyorsun.

“P” harab olmayı, “Ş” sıçramaları, “Y” kolaylığı gösterir.

Burada “haşyettik” deniyor; buradaki biz kimlerdir? Aşağıda “Rabbehuma” geçmektedir. O halde dayanışma ortaklığı değildir, dayanışma ortaklıklarının sorumlularıdır. İlmi, mesleki, ahlaki ve siyasi dayanışma sorumluları vardır. Yönetimin başı bunların da ayrı ayrı başıdır. Bunlar şura toplantısında ittifakla karar alırlarsa o zaman şeriat askıya alınır ve şeriata aykırı icraat yapabilirler.

أَنْ يُرْهِقَهُمَا

EaN YuRHiQaHuMAv (EaN YuFGıLaHuMAv)

“Onları ırhak edecektir”

“RHQ” bira gibi hafif sarımtırak içkidir. Hafif sarhoşluk, düşüncesizlik anlamlarında kullanılmıştır.

Rahk sarıktır. Sarmak anlamında yokuşa çıkarken virajlar dolanarak çıkıldığı için sarma anlamı kazanmıştır. Yapışkan maddenin bez yüzeyine yapışması anlamına da gelmektedir

“En Yuvallahuma” demiyor, “En Yurhıkahuma” diyor. Onlar mümindir, vazgeçemez. Ama müminler de bazı görevleri yapmayabilirler. Bunların başındaki evlat sevgisidir. Kur’an bu ırhakları saymaktadır; “aba, ebna, ezvac, aşiret, ihvan, emval, ticaret ve mesakin” dir. İnsanların bunlara zafiyeti vardır. Şura ittifakla karar alır, bir göreve birilerini hazırlar. Diyelim ki kuvvet komutanlıklarına ve genelkurmaya, başkanlıklara kişileri hazırlar. Kurmay okulundan bunun seçimine başlarlar. Baştan çokturlar. Onlar tüm kademelerde takip edilirler. Elenenler elenir. Elenmeyenler yükselir ve belli bir yere getirilir. Bu hususta eşlerin de nazarı itibara alınması gerektiğini ifade der. Yalnız kendileri değil eşleri ve çocukları da dâhildir.

Eğer bu kimselerin çocuklarına zafiyetleri varsa ve bu sebeple verilecek görevi yapamayacaklarsa, o görev başka bir çift tarafından da yerine getirilemeyecekse, o zaman o çocuğun öldürülmesine şura ittifakla karar verir. Çocuğun bir günahı yoktur. Çocuk belki de şehitlik mesabesine yükselmiştir. Anne babanın eksik tarafını tamamlamak için yapılmaktadır. Sultan Fatih’in kanunnamesinde kardeşin varlığı ülke için bir zarar olacaksa, onu istismar edenler çıkacaksa, öldürülmesi meşru sayılmıştır. Osmanlılarda suçsuz vezirlerin ve sadrazamların katli de buna dayanmaktadır.

طُغْيَانًا وَكُفْرًا (80)

OuĞYAvNan Va KuFRan (FuGLAvNan FuGLan)

“Tuğyan ve küfür.” 

Tuğyan küfre ırhak edebilir diye karar verir. Şura ittifakla buna karar almıştır.

Yönetim için yargı yeterli değildir. Yargı eğer kararlarına uyacaksan yeterlidir. Yargı kararları ona uymayacaklar için yargı bir işe yaramaz.

Bu dünyada her zaman adalet gerçekleşmez. Adaletin dışına çıkılması gerekebilir. Savaş bunun için meşrudur. Savaşta karşı cephedeki suçsuz kimseler öldürülmektedir. 

 

YORUM

Adil Düzen Anayasası’nda bu hükümler konmamıştır. Bunu Kur’an’ı yorumlayarak öğreniyoruz. Anayasada şöyle bir madde konabilir:

Madde x) İlmi, ahlaki, mesleki veya siyasi şuralar hikmete dayalı olarak şeriat dışı kararlar alabilir. Savaş bu esasa dayalı olarak meşrudur.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve oğlan ise; onun inanmış anne-babası vardı. Onları azgınlığa ve kapalılığa etkileyeceğinden kuşku duyduk.”

Kur’an Arapçası ile:

“Ve gulam ise; onun mümin ebeveyni vardı. Onları küfür ve tuğyana ırhak edeceğinden haşyettik.”

 

Va EmMa elĞuLAvMu FaKAvNa EaBaVAvHu MuEMiNaYNı FaPaŞIyNAv EaN YuRHiQaHuMAv OuĞYAvNan Va KuFRan

وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا (80)

 

***

 

فَأَرَدْنَا

Fa EaRaDNAv (Fa EaFGaLNAv)

“Biz murat ettik”

Biz murad ettik diyor.

O halde şura üyeleri içinde o da vardır. İnfazla görevli üye olmaktadır.

Bu tür kararlar şurada alınır ve şura üyeleri tarafından doğrudan infaz edilir. Başbakan ve bakanlar ile hükümet bu işlere karışmaz. Bundan dolayıdır ki devlet başkanı hükümetin başkanı değildir. Hükümet sadece şeriata uygun ve yargı kararları içinde hareket eder. Onun istisnai olarak şeriat dışına çıkması söz konusu değildir.

Adil Düzen Anayasası’nda olağanüstü hal kabul edilmemiştir, sıkıyönetim kabul edilmiştir. Sıkıyönetimde yönetim askere devredilir, sonra ona karışılmaz. Sivil yönetimin hukuk dışında hareket etmeye hiçbir yönüyle yetkisi yoktur.

أَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا

EaN YuBDiLaHuMAv RabBuHuMAv (FaGLan MiNHu FaLuHuMAv)

“Rablerinin onlara tebdil etmesini”

Onlara oğuldan daha hayırlı bir imkân sağlanacaktır.

Hazreti İsa’nın oğlu yoktu. Hazreti Muhammed’in erkek çocuğu yoktu. Ama bugün ikisinin dünyaya hükmeden ümmetleri vardır.

Ailevi fedakârlık çok büyük imkânlar sağlayabilir.

Burada “Rabbuhuma” denmektedir. Demek ki ona bu görevi dayanışma sorumlusu verecektir. İnsanlık, devlet, il ve bucak merkezlerinde hükümetler var, bakanlıklar var. Bakanları şuralar atarlar. Ayrıca kıta merkezlerinde, bölgelerde, ilçelerde ve semtlerde de hizmetliler var. Bunları şuralar atarlar. Şuralar ittifakla değil, her üye ayrı atar. Yani görevlendirme dayanışma sorumlularına aittir. Görevleri dağıtma ise yönetime aittir.

Bu ayet bize bunları öğretmektedir.

خَيْرًا مِنْهُ زَكَاةً

PaYRan MiNHu ZaKAvTan (FaGLan NiNHu FaGaLAvTan)

“Ondan daha hayırlı zekat olarak”

Buradaki zamir gulama gitmektedir. Yani evlattan daha hayırlı.

Bediüzzaman evlenmemiştir. Daha hayırlı iş yapmak için demek bu meşrudur. Hazreti İsa’nın sünnetine uymuştur.

Burada karı koca var ama çocukları bir tanedir ve o da ellerinden alınmaktadır.

Demek ki cihat yapmak için çocuk yapmama meşrudur. İmlak yani geçindirme korkusu ile çocuk yapmama yanlıştır. Çocukları yaşatmak topluluğun görevidir. Ama başka sebeplerle çocuk aldırmak haramdır. Ama çocuk yapmamak meşrudur.

“Zekiyye“ bol otlaklı arazi demektir. Sonraları canlılık için kullanılmıştır. Canlının temizlik özelliğinden dolayı “temizlik”; büyüme ve gelişme özelliğinden dolayı da “artmak” anlamı kazanmıştır.

Çocuklar çoğalırlar, torunlar olur. O halde evlat zekilik/hayırlılık vasfını taşır. Ama bazı işler vardır ki onlar çocuklardan daha ezkâdır. Yani dayanışma sorumluluğu evlattan daha ezkâ bir görev verebilir. O görevi için seçilmiştir. O göreve engel olmasın diye oğul öldürülmüştür. Oğula zulmedilmemiştir. Çünkü ahirette ona yapılan bu haksızlık bol bol tazmin edilecektir. Cehennemden kurtulması bile onun için kazançtır.

وَأَقْرَبَ رُحْمًا (81)

Va EaQRaBu RuXMan (Va EaFGaLu FuGLan)

“Ve ruhmen daha kurb olarak.”

Akrabalar arasında ruhmet vardır. İnsanlar zaif doğarlar, zaif yaşarlar ve zaif olarak ölürler. Çocukken akrabaya ihtiyaç vardır. Yaşlı iken bakıma ihtiyaç vardır.

Ablam rahatsızdır. Çocuklarının ona nasıl rahmet ettiklerini görmek isteyenler ziyaret edebilirler. Evlat bunun için gerekir; ben yaşlandığım zaman ve bakıma muhtaç olduğum zaman bana baksınlar diye.

Sermaye bu ruhu kaldırmış, hastaneleri dolar kazanma aracına dönüştürmüştür.

Burada konan başka bir hüküm vardır. O da mufavada şirketinde olan ortakların tüm akrabalarına ruhm ile görevlidirler. Bu tür kimseler için de böyle bir ruhm (sigorta) oluşturulacaktır demektir.

Müritler şeyhlerine anne babalarından daha çok hizmet etmek isterler.

Allah insanlara böyle duygular vermiştir. 

 

YORUM

Dayanışma sorumluları aynı zamanda ortaklarının ruhmudurlar.

Çocukların anne babalarına karşı nasıl yükümlülükleri varsa, ortakların da sorumlulara karşı yükümlülükleri vardır.

Onları tanrılaştırıp tapma yerine onlara merhamet etmedir. Onların başkalarına saldırmalarına izin verilmediği gibi onları insanüstü görme de yanlıştır. Ana babanın hükmü ne ise onların da mertebe itibarı ile hükmü budur.

Allah, Allah’tan başkasına ibadet edilemeyeceğini emretmiştir. Anne babasına itaat değil ihsan emredilmiştir. Şeyhlere olan saygımız da bu sınırlar içinde olmalıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Yetiştiricilerinin onlara ondan daha iyisini gelişmek ve korumak üzere daha yakınını değiştirmesini istedik.”

Kur’an kelimeleri ile:

“İkisinin rabbinin ondan zekaten ve ruhmen daha kurb olarak hayırlısını ikisine ibdal etmesini irade ettik.”

 

Fa EaRaWNAv EN YuyBDiLaHuMAv RabBuHuMAv PaYRan MiNHu ZaKAvTan Va EaQRaBu RuXMan

فَأَرَدْنَا أَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا (81)

 

***

 

وَأَمَّا الْجِدَارُ

Va EamMav eLCiDAvRu (Va EamMav elFiGAvLu)

“Cidara gelince”

“Cidar” nekre idi, burada marife olmuştur. Demek ki buradaki marifelik ahdi zikriden dolayıdır.

فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ

FaKAvNa LiĞuLAMaYNı YaTiMaYNı (FaFaGaLa LiFuGAvLaYNı FaGıLaYNı)

“İki yetim gulamın idi”

Bir gulam öldürülüyor, iki gulam yaşatılıyor.

Dayanışma ortaklıklarının istihbaratı olacak, kimlerin ne durumda oldukları bilinecek; yoksul veya fakir, hasta veya muhtaç, bekâr veya boşanmış, bunlar takip edilecek. Anayasada buna takip hizmeti diyoruz. Bunlar ahlaki dayanışma sorumlularının dayanışmasındadır. Kişiler özel durumlarını bunlara, bu sorumlulara verirler. Onlar da şurada görüşüp gerekli kararı alarak kendilerine tahsis edilmiş fonlarla o ihtiyaçları giderirler.

İşte, ledün ilmine vakıf olan bu yetim oğulun duvarını düzeltmiştir. Ölen vasiyet etmiş ve ahlaki dayanışma sorumlusuna bildirmiştir. O da bu görevi yerine getirmiştir.

Şimdi ledün ilminin ne olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Şuralarda alınan kararlar var, sorumluların aldığı karar var. Bunlar şeriat dışı kararlardır. Bunları yapan kişiler vardır. Bunlar güvenlikle görevli olan kimselerdir. Bu bilgiler halka ifşa edilmez, dayanışma sorumlularının mahremiyeti içindedir.

Burada arsa mülkiyeti üzerinde durmak zorundayız. Arazi mülkiyeti yoktur. Arsan varsa, üstünde ev bulundurduğun müddetçe ona sahipsin, tamamen hasar görmüşse ona malik olamazsın. Yetimlerin yararlanma mülkiyeti var ama yararlandırılmamışlardır. Duvar burada sadece duvar değildir. Evin duvarıdır. Yıkılmak üzeredir. Onun tamir edilmesi gerekir. Bunu herhangi biri yaparsa altınları o alacaktır. Ölen baba, altınların başkasının eline geçmesini istemiyor, duvara koyuyor, bunu da ahlaki dayanışmaya bildiriyor. Dayanışması duvarın yıkılacağını haber alıyor ve bir kişiyi görevlendirerek o yeri düzelttiriyor.

Şimdi Kur’an’ın istihbarat örgütü ile zikr yapıyorsun diye, telefon kullandın diye hapishanelere dolduran istihbaratını karşılaştırın. Böyle bir istihbaratın olması gerektiğini bilirdim ama nasıl olacağını şimdi öğreniyoruz.

“YTM” Kur’an’da 23 defa geçmekte, “Yesrib” 1 defa geçmektedir; 24=2*2*2*3

“Y” kolaylığı, “T” muhatabı, “M” maddeyi ifade eder.

فِي الْمَدِينَةِ

Fiy eLMaDIyNaTi (Fıy eLFaGıLaTi)

“Medinede”

“Medine” burada marife gelmiştir. Bulundukları medine kastedilmektedir yani bu medinede denmektedir. Kur’an’da aşiret, kabile, şa’b, kavm ve millet olarak toplulukları sıralamaktadır; beyt, karye, belde, medine ve mısr olarak toplulukların yaşadıkları yerleri sıralamaktadır. “Medine” iller ile ülke arasında kalan büyüklüktür. Bu ledünlü de o medinede görevlidir. Medinede iki yetimin diyerek, eğer sahibi medineli olmasaydı, bunu düzeltmesi gerekmeseydi, yetkili olmazdı.

Fıkıhçılar tartışmışlardır; bu sene toplanan zekât gelecek seneye bırakılabilir mi? Halife Hz. Ali’nin Hz. Ömer’e beyanı vardır; bu senenin zekâtı bu senenin fakirlerinin hakkıdır, başka seneye erteleyemezsiniz demiş, o da kabul etmiştir. Buna kıyasen fıkıhçılar bu beldenin zekâtı başka beldedekilere verilemez, onların hakkı değildir demişlerdir.

İşte, “Fi’l-medineti” deyince buna işaret etmektedir. Bu medinedekilere karşı görevliyim demek istiyor.

Altyapısı olmayan arazilerin maliki yoktur ama altyapısı olan yani ihya edilen yerlerin artık maliki vardır. İhya edilmemiş yerlere malik olunamaz. Ama ihya edilen yerlere ise malik olunur. Meskenlerde kıyam mülkiyeti ile meta mülkiyeti aynı kimselerde birleşebilir demektir. Meskenlerde herkes kıyama ehildir. Başka bir hüküm daha çıkar, o da şudur; bir kimse bir şeyin iki mülkiyetine de sahip olabilir.

وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا

V a KAvNa TaXTaHUv KaNZun LaHuMAv (Va FaGaLa FaGLaHUv FaGLun LaHuMAv)

“Ve tahtında ikisine ait kenz vardı”

“Taht” ayağın alt tarafı demektir.

Tahta demektir. Ayakların veya oturmak için üzerine konan ağaç parçasıdır.

“Taht” kelimesi Kur’an’da 51 defa, “XÇÇ” ise 1 defa geçmektedir; 52=2*2*13

Kenz için duvarın içinde denmiyor da altında diyor.

Duvarın altında kenz vardı. Duvar yıkılır, temelden inşaata başlarsa kenzi bulacaklardır. Kenz ganimet sayılacağı için beşte biri vergi, beşte dördü bulana aittir. Bulunan yer sahibine ait değildir. Çünkü kenz etmek haramdır. Bununla beraber yetimler için müstesna hükümler vardır. Onların mallarından zekât alınmaz.

Yetim, tek başına bulunan ağaç ve cevher demektir. Babası ölmüş çocuğa yetim denir.

Kenz, özel mülkiyeti ifade eder. Haremde bulunan kenz harem sahibine aittir.

وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا

Va KAvNa EBUvHuMAv ÖAvLıXan (Va FaGaLa FaGLuHa FaGıLen)

“Ve ebleri salih idi”

“Sarh” köşk, “Serh(Sin ile) silah demektir. Bugün bu kelimenin aldığı mana uygunluk anlamındadır. Bir somun cıvataya geçiyorsa, ‘o somun o cıvataya salihtir’ deriz. Burada uygun olan işleri yapmak anlamına gelmektedir. Salihat olarak dişi çoğul kullanılmıştır. Bu çoğul sayıca çoğulu değil de, sistematik çoğulu ifade eder.

Topluluklarda herkes ayrı ayrı işler yapar, sonunda o işler birbirini tamamlar ve bir bütün olur. Kişiler kendi hür iradeleri ile iş yapacaklar, kendi çıkarlarını düşünecekler, bunun yanında başkalarının da çıkarlarını ve onlarla uygunluğunu da hesaba katacaklar. Böyle amele “salih amel” denmektedir.

Ancak dayanışma ve işbölümü esasına dayanan çalışmaları yapan topluluklar çöküntüden kurtulmuş olur. Böylece topluluğun temel iki unsuru ifade edilmiş oluyor.

“Salih” uyumlu demektir. Hayatını öyle sürdürüyor ki kendi topluluğunun düzenini bozmuyor. “Muttaki” kendisini koruyan kimsedir. “Salih” ise düzene uyan kimsedir.

Babaları salih idi. Kıssa aynı zamanda anne baba ve oğul arasındaki hukuku da ortaya koyuyor. Mirasın çocuklara intikalinin hikmeti kişinin topluluk içinde salih olmasıdır. Onun mirasını onlara götüreceklerdir.

Burada çıkaracağımız başka mana da; yararlanma mülkiyetine sahip olanlar kıyam mülkiyetini istedikleri ehliyete tevdi ederler yani kayyumlarını kendileri seçerler. Kayyum görev yapmadığı zaman da kayyumluktan hakemler kararı ile çıkarabilirler.

فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا

Fa EaRAvDa RabBuKa Ean YabLuĞAv EaŞudDaHuMAv (Fa EaFGaLa FaGLuKa EFGaLAv EaFGuLaHuMAv)

“Rabbin eşüdlerine baliğ olmalarını irade etti”

“Rabbin irade etti” diyor. Buradaki “rab” âlemlerin var edicisi rabdir, onun için “Rabbuke” denmektedir. Çünkü onların eşüdlerine baliğ kılmaları mümkün değildir. Daha önce anne baba için “Rabbuhuma” dediği halde, burada “Rabbuke” denmektedir. Bizim verdiğimiz şura ve dayanışma sorumluluğu manalarını teyit etmektedir.

“Baliğ olma” ulaşma demektir. Türkçede kullandığımız baliğ olma anlamında buluğ kelimesi kullanılmaktadır. Herhangi yaşa varmayı “buluğ” kelimesi ile zikretmektedir.

Eşüddüne baliğ olma, huluma baliğ olma, saya baliğ olma, kırka baliğ olma Kuran’da geçmektedir.

Biz insanın yaşını 1, 3, 5, 7, 10, 15, 20, 25, 31, 40, 50, 63, 70, 80, 100, 127 olarak ayırıyoruz.

Eşüdde yaşını 30 olarak kabul ederiz.

وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا

Va YaSTaPRıCAv KaNZaHUMAv (Va YaTaFGıLa FaGLaHuMAv)

“Kenzlerini istihraç etmelerini”

Burada “eşudde” kelimesini kullanmamış, “eşüddehuma” kelimesini kullanmıştır.

“Kenz” ilerde kullanılmak üzere kapalı yere konan şeydir, daha çok altın ve gümüş için kullanılır, 9 defa geçmekte, 1 defa da “KND” geçmektedir.

“K” oluşu kevni, “N” genelliği zamanla sarsıntıyı, “D” ise çevreyi ifade eder. 

رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ

RaXMaTan MiN RabBiKa

“Rabbinden rahmet olmak üzere”

“Rabbike” kelimesi tekrar edilmiştir. O halde birinci rahmet ile ikinci rahmet farklıdır. Hazreti Musa’nın da rabbi onlara rahmet etmiştir.

Bütün bunlar rabbinden rahmet olmak üzere yapılmıştır. Allah’ın insanlara rab olarak merhamet etmesi iki şekilde olmaktadır. Biri dayanışma ortaklıklarının kişiyi eğitmesi şeklinde olmaktadır. Diğeri ise insanın doğa kanunları içinde eğitilmesidir.

Hazreti Musa ile oradakilerin ortak rabları vardır; biri kâinatın rabbi, diğeri de halifesi olan topluluğun rabbi. Bu ikincisi topluluğun rabbidir. Halifesi olarak insanlık rabbidir. Dayanışma demek zorda olanlara karşılıksız yardım etme demektir.

وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي

Va MAv FaGaLTuHUv GaN EaMRIy (Va MAv FaGaLTuHUv GaN FıGLIy)

“Ve onu kendi emrimle fiil etmedim”

Buradaki zamir sabredemediğin ifadesindeki “Ma”ya gitmektedir. Yaptığımı kendi buyruğumla yapmadım yahut kendi işim olarak yapmadım.

Buradan anlıyoruz ki bir devlet görevlisi bir görev yaptığı zaman kendi işini değil kamunun işini yapmaktadır. Sorumlu kamudur. O mağdurlara hesap vermez. Hesabı kamu verir. Bu sebepledir ki devlet görevlisi görevli olarak bir fiil işlediği zaman o suçtan dolayı kısasa tabi tutulmaz. Ağır diyete dönüşür ve onu da kamu öder. Kamu sonra ona rücu edebilir. Görevli dokunulmazlığı budur. Ben onu kendi işim olarak yapmadım yani ben öldürmedim, kamu onu öldürdü.

Düzenin sağlanması için kısas ve diyet kurumlarının işlemesi gerekir. Yoksa birçok yerde tıkanıklık ortaya çıkar. Polis ateş etmiş ve adamı öldürmüştür. Bana saldırdı ve o sebeple öldürdüm diyor. Şimdi polise hiç ceza vermezsen herkes öyle der. Ceza verirsen bu sefer polis gerektiği yerde silah kullanamaz. Çözüm olarak kısas yok ama diyet var.

ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا (82)

ÜAvLiKa TaEVIyLu MAv LaM TaSTOiG GaLaYHi ÖaBRan (ÜAvLiKa TaFGıLuHUv MAv Lam TaSTaFGıL GaLaYHi FAGLan)

“Bu sabra istitaa etmediğinin tevilidir.”

Burada tevil hikmeti olarak beyan edilmiştir.

“Tevil etmek” demek, olayları gayeleri ile açıklamak demektir. Tebyin ile tevil arasındaki fark budur. Beyanda illetler ortaya konur, tevilde ise hikmetler ortaya konur.

“TaSTıG” kelimesinin aslı “TaSTaTiG”dir. Aynı mahreçten çıkan dört harfin yan yana söylenmesi zor olduğu için harfin biri kuralsız düşmüştür. Kur’an’da bir benzerinin olup olmadığının araştırılması gerekir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve duvar ise bu bölgede iki öksüz oğlanın idi, altında onların gömüleri vardı, babaları iyi kişi idi. Yetiştiricin onların olgun çağa ermelerini ve gömülerini çıkarmalarını istedi. Yetiştiricinden bir veri olarak. Onu kendi işim olarak yapmadım. Bunlar senin dayanmadıklarının yorumudur.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve cidar ise medinede iki yetim gulamın idi, tahtında onların kenzi vardı, ebleri salih idi. Rabbin onların eşüdlerine baliğ olmalarını ve kenzlerini istihraç etmelerini irade etti. Bunlar rabbinden rahmet olarak oldu. Onu kendi emrim olarak fiil etmedim. Sabrına istitaa edemediğinin tevili budur.”

Va EamMa elCiDARu FaKAvNaT LiĞuLAvMaYNı Fıy eLMaDİyNaTi Va KAvNa TaXTaHUv KaNZun LaHuMAv Va KAvNa EaBUvHuMAv ÖaLiXan FaEaRAvDa RabBuKa EaN YaBLuĞAv EaŞudDaHuMAy VaYaSTaPRıCAy KaNZaHuMAv RaXMaTan MiN RabBiKa Va MAv FaGaLTuHUv GaN EaMRIy ÜAvLiKa TaEVIyLu MAv LaM TaSTiG GaLaYHi ÖaBRan

وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا (82)

 

 

            ***

 

 



© 2024 - Akevler