KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
902 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 54-56.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 16. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا (54) وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا (55) وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنْذِرُوا هُزُوًا (56)

 

***

 

وَلَقَدْ

Va La QaD

“Lekad”

Buradaki “Ve” harfi surenin başındaki “Allah’ın abdine inzal ettiği kitab” cümlesine bağlamaktadır. İnsanın geçmişini anlattıktan sonra Kur’an’ı beyan etmektedir. Ona yani abdine Kur’an’ı inzal etti, sözlerini indirdi. Ama bu kitabın diğer kitaplardan farkı vardır.

Bu kitap yani Kur’an tüm insanlara inmiştir. Yalnız Arap kavmine inmemiştir. Oysa diğer kitaplar kendi kavimlerine inmiştir. Kur’an’ın diğer kitaplardan başka bir farkı da tüm insanlığın bütün sorunlarını çözmüş olmasıdır. Oysa diğer kitaplar sadece kendi zamanlarında ve sadece kendi kavimlerinin sorunlarını çözmüştür.

“QD” kelimesi harftir. Fiillerin başına gelir. Fiili mazinin başına gelirse fiilin halen devam ettiğini gösterir. “Lam” ile gelirse, geçmişte olmadı, gelecekte de olmayacak demektir. “Ma” olarak gelirse, geçmişte belli zamanda olmadı demektir. “Lemma” ile gelirse, geçmişte hiç olmadı, gelecekte olabilir demektir. “Qad” kelimesi müsbetinde kullanılır. Muzarinin üzerine gelir, şimdi vardır, gelecekte de olacak demektir, artık gitmeyecek demektir.

“Q” kuvveti, “D” çevreyi ifade eder.

“Lekad” geldiğinde oluşun kesinliğini gösterir.

Buradaki “Ve” surenin başındaki “abdine kitabı indirene hamd”e bağlıdır ve bu Kur’an’da her şeyin meseli zikredilmiştir.

İsra Suresi’nde وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا (89) şeklinde geçmektedir. Bu kitabın diğer kitaplardan farkı vardır.

1) Diğer kitaplarda yalnız zamanlarının sorunları çözüldüğü halde, bu kitapta insanlığın bütün sorunları çözülmüştür.

2) Diğer kitaplar yalnız o kavme ve zamana mahsus olarak geldiği halde, Kur’an bütün insanlara ve bütün kavimlere gelmiştir.

3) Diğer peygamberlerde mucize peygamberlere verilmiş, kitapların ilahi söz olduğu peygamberlerin mucizesi ile ispatlanmıştır. Kur’an’da ise bunun tersi bir durum vardır, Kur’an mucize kılınmış, Hazreti Muhammed’in peygamber olduğu Kur’an mucizesi ile ispatlanmıştır. Kur’an kelimesi bunu ifade etmektedir.

4) Diğer kitaplar birer kanundur, fıkıhtır; oysa Kur’anın kendisi fıkıh değildir, fıkhın nasıl oluşturulacağını öğreten bir kitaptır. Kur’an anayasaların nasıl yapılacağını öğretir, kendisi anayasa değildir.

صَرَّفْنَا

ÖarRaFNAv (FaGaLNAv)

“Tasrif ettik”

(Sad) “Sarim” toplanıp yığılmış meyve, “serm” meyve veya ekin toplamak demektir. “Sarefe” bir şeyi başka bir şeye çevirmektir

“Ö” sabrı, dayanmayı ifade eder; “R” tekrarı, “F” de ekleme yerini ifade eder.

Parayı bozdurma tasrif etmedir. Kuyumculara sarraf denmektedir. Arapça kelimeleri kökünden üretme de sarftır. Kıyas yapıp hükümler çıkarmak sarftır.

Bir vücut düşünün, değişik tip hücreler vardır. Bir tür hücreden oluşmuş yapıya doku denir. Vücutta sayılı doku hücresi türü vardır. Değişik organlar hep o hücrelerden oluşur. Canlıda başka bir şey bulunmaz. İnsanların yapısında belli dokular vardır, onların sayısı sınırlıdır. İnsanda o dokudan başka bir şey yoktur. 

Kur’an bu dokuların hepsini ifade etmiş ve bu dokuların özelliklerini göstermiştir. Kıyası da kabul ederseniz Kur’an’da meseli olmayan hiçbir şey yoktur. Bu tasrifi de öğrettiği için bütün dokuların meselleri Kur’an’da zikredilmiştir.

فِي هَذَا الْقُرْآنِ

FIy HAvÜay eLQuREAvNı (FIy HAvÜa elFuGLAvNı)

“Bu Kur’an’da”

“Fi’l-Kur’ani” denmemiş de “Bu Kur’an’da” denmiştir. Bu “Haza”nın manası başka kur’anlar da vardır ama her meselin tasrif edildiği Kur’an bu Kur’an’dır.

“Karye”, kaynar veya kuyu suyunun bulunduğu, halkın çevresinde gelip iskân ettiği yerdir. Halen köy veya belde anlamında kullanılmaktadır. “Karae” insan beyninde birikmiş olan ifadelerin pınarın kaynaması gibi ağızdan çıkmasına yani okumaya denir. “Tilavet” kitaptan başkasına okumak olduğu halde, “Kıraat” ezberden kendi kendine okumak demektir.

“Q” kuvveti, “R” tekrarı, “E” de gücü ifade eder.

Kur’an kendisi bozulmayan bir kitaptır. “Q” bunu ifade eder. “E” etkili bir güçtür, E bunu ifade eder. “R” ise iki bakımdan tekrarı ifade eder. Biri, kendisi ikili sistemdir, tekrarlarla oluşur. Diğeri de her bin yılda bir yeni uygarlık kurar. Bu Kur’an’ın özelliğidir. Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecek, bu kitabın yeni ilmî yorumları yeni uygarlıkları kuracaktır.

لِلنَّاسِ

LıelNAvSi (LieLFaGLı)

“Nâs için”

Ok atan yayın iç tarafına “üns”, dış tarafına “vahş” denmektedir. “Ünsiyet” alışmak, alışmış olmak anlamındadır. “Vahşi” de yabani demektir. Sonunda “İnsan” kelimesinin kökü olmuştur. Cin karşıtı olarak da kullanılmıştır.

“Üns” ok yayının iç tarafı, “vahş” yayın dış tarafının adıdır. “İns” kelimesi buradan gelişmiştir. Cins isim olarak da “insan” olarak kullanılmaktadır. İnsin çoğulu “ünas”tır. Sonraları harf-i tarif ile gelince baştaki hemze düşmüş, bağımsız kelime olmuş, çoğulluk manasını korumaktadır. Kişilerin bir arada bulunmasına delalet eder. Kişiliği olmayan toplulukların adıdır. Hitapta mevcut olan halkı veya bütün insanları içine alır. Kur’an’da beş vakit namaz topluluklarına, cuma namazı topluluklarına veya bütün insanlara hitap etmek için kullanılır. Burada bütün insanlar kastedilmektedir ve “herkes” anlamındadır. “İnsan” cins isimdir.

“E” gücü, “N” genelliği, “S” mekânda diziyi ifade eder.

“En-Nâs”ın aslı “el-Ünâs”dır. Hemze düşer.

İnsanın iki tarafı vardır. Biri, memelilerden maymunlar takımından bir türdür. Bu “beşer” ile ifade edilir. Çünkü tüyleri dökülmüştür. Diğeri ise ruhtur. Bu da “ins” kelimesi ile ifade edilmiştir. “Nâs” gruplar halinde tüm insanlığı kaplar. Bir aşiret halkı nâsdır. Bir bucak halkı nâsdır. Bir il halkı ve bir ülke halkı nâsdır. Tüm yaşayan insanlar da bir nâsdır. Ölüler ve doğacaklar ise Âdem’in çocuklarıdır.

Kur’an bütün insanlığa hidayettir. Ne var ki bir kitap olarak değil herkese ayrı ayrı nazil olan bir kitap olarak tüm insanlara hitap etmektedir. Bunun için “li’l-beşer” denmiyor da “li’n-nâs” deniyor. Kur’an’da yakın anlamı taşıyan kelimeler vardır. Yorum yaparken onlardan neden o kelime tercih edilmiştir; onu da karşılaştırarak yorumlamak gerekir.

مِنْ كُلِّ مَثَلٍ

MiN KülLi MaÇaLin (MiN FuGLı FaGaLin)

“Her meselden”

"Kele" etrafı çevrilmiş çayırlık demektir. Etrafının çevrilmiş olmasından dolayı “bütün” anlamında kullanılmıştır. Marifenin üzerine gelirse birinin bütün cüzleri anlamına gelir. Nekre üzerine gelirse türün bütün fertlerini kapsar. Hümeze süresinde bütün hümeze ve lümeze yapanların hepsine veyl yapmaktadır. Hemz ve lemzin meşru olmadığını anlatmaktadır.

“KLL” 379 defa, “KLE” 1 defa geçmektedir; 380= 2*2*5*19

“K” oluşu, “L” belirliliği ifade eder.

Meselden biri birini sarf etmiştir. Usulcüler buna “asıl” diyorlar. Yani Kur’an’da geçen misaller asıldır. Ona kıyas edilmeye de “fer’” diyorlar. Asıl olanlar yani Kur’an’da zikredilenler aynı zamanda birimi ifade ederler. Sarhoş eden içkiler haramdır. Ama haram olan içkilerden üzüm şarabı birimdir. Onun yarısından az dozajda olanlar haram değildir.

Demek ki Kur’an’da aslı zikredilmeyen hiçbir konu yoktur. Bu sebepledir ki Kur’an’da bu yoktur denemez. Sorulan her soruya Kur’an’da benzerini bulup kıyas etmek gerekir. Örnek olarak başkanlık sistemi var mıdır? Her ümmet ahirette kendi imamları ile çağrılırlar denmektedir. Biat müessesesi vardır. Bir de vezirlik (başbakanlık) vardır.

Çamurdan yapılan ve bir şeye benzetilen nesne heykeldir. Dengi, benzeri anlamına da gelir. Eş manası da taşır. “Adl” ağırlıkla birbirine eşit olan demektir. “Şebih” görünüşte birbirine benzer olandır. “Misl” ise fonksiyonda, işte ve yarayışta birbirine benzer olandır.

أمثال kelimesi hem مِثْل hem de مَثَل in çoğuludur. Muzaf olarak gelince مِثْل ün çoğulu olur ve benzer anlamına gelir, tek gelince مَثَل in çoğulu olur ve örnekler anlamına gelir.

“MÇL” 169 defa, “MSS” 61 defa geçmektedir; 230=2*5*23

“M” maddeyi, “Ç” dağılmayı, “L” belirliliği ifade eder. Benzeri demektir. “Misl” ile “K” arasındaki fark; “Ke” bir yönü ile benzeri, misli ise karşılıklı benzeri demektir.

Fıkıhçılar yalnız karşılıklı benzerliği ele almışlardır. Kur’an ise sistemleri de benzer olarak ele alır. Bizim ikili sistemi ele alarak Kur’an’ın öğretileri içinde sekiz yüzlüyü oluşturmamız şekil olarak yenidir. Ancak usulcüler dörtlü sistemi kullanarak usulü sekiz yüzlüye göre oluşturmuşlardır. Biz sadece geometrik şekliyle 5*5 matrisini ortaya koyduk. Ondan sonra birçok konuların sekiz yüzlüsünü belirledik.

Kur’an burada bu sekiz yüzlüye de işaret etmektedir.

وَكَانَ الْإِنْسَانُ

Va KAvNa eLEiNSAvNu (Va FaGaLu elFİGAvLu)

“Ve insan kevn oldu”

İnsan cins isimdir, insan böyle yaratılmıştır. Burada insanın yaratılış şeklini ifade etmektedir. Canlılar arasında denge çatışma üzerinde kurulmuştur. Besin zinciri vardır. Bir tür canlı başka tür canlıları yiyerek yaşar. Canlılar arasında denge böyle kurulur. Kuzular çoğaldığı zaman otlar azalır, kuzular zayıflar, kurtlar kolay yakalar ve kurtlar çoğalır. Kuzular azalınca otlar çoğalır. Denge böyle oluşur.

İnsanlar çok güçlü oldukları için hiçbir canlı onları yenemez. Dolayısıyla denge oluşmaz. Dengenin oluşması için insanlar birbirleriyle çatışırlar. Savaşların olmasının sebebi budur. Savaşa doğru götüren de cedeldir.

Değişik mezhepler ve topluluklar oluşmakta ve tüm insanlık cedel içinde dengesini korumaktadır. Bugünkü durum da budur. İki çeşit uygarlık vardır; Hak uygarlıkları ve kuvvet uygarlıkları. Bunlar cedel halindedir. Hak uygarlıkları hukukta, kuvvet uygarlıkları teknikte hamle yaparlar. Biri zirvede iken diğeri yeniden oluşmaya başlar. Şimdi kuvvet uygarlığı teknikte zirvededir. Hak uygarlığı hukukta yeniden oluşmaktadır.

Burada insan olarak geçmektedir. Biz nâs için her meseli tasrif ettik deniyor. Sonra nâs cedelde bulunmaktadır deniyor, onlar bulunmaktadır denmiyor. İnsan böyle bulunmaktadır deniyor. Allah insanı öyle yaratmıştır ki davranışları toplulukta müesseseleri oluşturur. İnsan eksik yaratılmıştır. Cedel yapan varlık olarak yaratılmıştır. Bu eksikliğinden ancak Kur’an’daki mesellerle kurtulabilmektedir. Diğer bütün canlılarda eksik bir şey yoktur. Her şey tamdır. İnsan zaif ve cehul yaratılmıştır. İnsan cidalci bulunmaktadır. Ancak şeriatla eksikliklerini tamamlamaktadır. Şeriat da içtihatlarla doğmaktadır.

أَكْثَرَ شَيْءٍ

EaKÇaRa ŞaYein (EaFGaLa FaGLin)

“Şeyin ekserisinde”

İnsanlar arasında cedel vardır. Hayvanlarda ise çatışma var, cedel yoktur. Ya beraberdirler, çıkar paralelliği içinde yaşarlar ya da karşı karşıyadırlar. İnsanlar ise beraberlikten ve çatışmadan çok cedel içindedirler.

“Şey” “eşya”nın tekilidir, düşünülen anlamındadır.

“ŞYE” 519 defa, “ŞXM” 1 defa geçmektedir, 520 eder; 520=2*2*2*5*13

“Ş” şıra ve şerare gibi geçiş bağıdır. “Y” kolaylığı gösterir. “E” gücü ifade eder.

“Kesr(Sin ile)” kırık demektir, (peltek Se ile) çok demektir. Tefau’l babı çok kimselerin birbirleriyle yarışmalarında kullanılır. Türkçedeki “-leşme” karşılığıdır. Ancak Türkçede iki karşılaşma ile çoklu karşılaşma aynı kiple ifade edilir. Oysa Arapçada iki için mufaale babı, çok kimse için tefaul babı getirilir.

İnsanlar devamlı olarak birbirlerine karşı çok olma, serveti çok olma, bilgisi çok olma, taraftarı çok olma gibi çokluklar peşine koşmaktadırlar.

“Sin” ile kullanılan “Kesr” kesmek, kırmak anlamına gelir. “Peltek Se” ile sonraları çokluk anlamına kullanılmıştır. Az demek olan “Kalil”in karşılığındadır. “Kesret” çoğunlukla insanlar için kullanılmaktadır. Arapçada üçlü harflerin arasına “Vav” veya “Ya” gelerek dörtlü bablar yapılmaktadır. “Cehr” açık ses veya açık demektir. “Cevher” ise parlak taş demektir. İlave edilen bir harf, ilave bir anlam getirir. “Kesret” sadece bir çokluğu ifade ettiği halde “Kevser” bolluk, bereket ve düzen içinde çokluğu ifade eder.

KÇR” 167 defa, “KDR” 1 defa geçmektedir; 168 =2*2 *2*3*7

“K” benzerliği ifade eder. “Ç” dağılmayı ifade eder. “R” tekrarı ifade eder.

Şeyin çoğunda daha fazlasında demektir. İnsanın tıyneti cedel üzerinde var edilmiştir.

جَدَلًا

CaDaLan (FaGaLan)

“Cedel olarak”

“Cedle” havan tokmağı demektir.

“Cedvel” su kanalı demektir. Değişik taraflara kol verilerek bölüşüm yapılır. Bir konunun değişik tarafa çekilerek tartışılmasına “Cidal” denmektedir. “Cihad”da bir işi başarmak için birleştirmeye çalışılır, “Cidal”de ise dağıtmaya çalışılır.

“CDL 29 defa, “CDÇ” 3 defa geçmektedir; 32=2*2*2*2*2

Cihat çıkar paralelliği içinde faaliyettir. Kütüğün dağılmasını önlemektir. Cedel ise çıkar çatışması içinde harekettir. Herkes kendi çocuklarının diğer kimselerin çocuklarından ileri olmasını ister. Bu cedeldir. Çocuklarımız iyi olsunlar derlerse o zaman cihat etmiş olurlar.

İnsanoğlu çok şeyde cedele dayanılarak var edilmiştir. Biz şimdi Kur’an’ı yorumlarken biliyoruz ki Sermaye’nin Tanrı’sı ile bizim Tanrı’mız aynı, bize olduğu kadar onlara da merhametlidir. Ama biz onlarla cidal ediyoruz. Bizim içtihadımıza göre onlar yanlış yoldalar. Herkes içtihadına göre hareket edeceğine göre yapacağımız bir şey yoktur. Biz içtihadımıza göre, onlar da içtihatlarına göre hareket edeceklerdir. Cedel içinde olacağız.

 

YORUM

Ayet içtihat sisteminin ve Kur’an’ın bütün insanların sorunlarını çözdüğünü ifade etmektedir. Bununla beraber insanlar arasında cedel konuları da konmuş bulunmaktadır. Biz saldırmayacağız ama bize saldıran olursa var gücümüzle savunacağız. Kur’an son kitaptır, bütün insanlara hidayettir. Üçüncü binyıl uygarlığı Kur’an üzerinde kurulacaktır.

İnsanlar en üst varlık oldukları için canlılardaki denge insanlarda kendi aralarındaki savaşla kurulmuştur. Dolayısıyla savaşsız dünya hiçbir zaman olmayacaktır. İnsanoğlu cedel üzerinde yaratılmıştır. Barış için savaşmak gerekmektedir. Biz hiçbir zaman isyan ve ihtilal yapmayacağız. Günü gelince Allah onları kendisi yok edecektir. Ama ondan sonra bize karşı çıkan olursa asla merhametimiz olmayacaktır. Biz iktidarda olsak kimse bize karşı çıkmaz çünkü biz haksızlık yapmayız, hakem kararlarını uygularız.

Sermaye güya savaş aleyhinde çaba göstermektedir ama kendisi silah üretmekte ve paralı askerlerle savaşı sürdürmektedir. Biz para için savaşmayız ama özgürlüğümüz için savaşırız. Birbirimizle değil bize kastetmiş olan düşmanlarımızla savaşırız. Ülkemizin zalimleri varsa ülkeyi terk ederiz. Bizi orada da rahat bırakmazlarsa, işte o zaman eşidda oluruz. Şimdi sabırla bütün zulümlere katlanarak “Adil Düzen” için çalışmaya devam ediyoruz.

Onların kanunlarına göre seçime gireriz. Biz iktidar oluncaya kadar ses çıkarmayız. Ama bir gün biz iktidar olursak, ondan sonra kurallar içinde adil yasalar getiririz, yargı kararlarını uygularız.

İnsan eksik varlıktır. Tek başına yaşayamaz. Ayrıca hem beraber yaşayan hem de birbirleri ile cedel halinde bulunan tek varlıktır. Bu eksik ancak şeriatla giderilmektedir. Şeriatın nasıl olması gerektiğini de Kur’an öğretmektedir. Kur’an’sız dünya düzeni kurulamaz ve devam edemez. Gerek birinci İslam uygarlığı, gerekse onun kuvvet şekline dönüşen Batı uygarlığı Kur’an uygarlığıdır. Üçüncü binyıl uygarlığı da Kur’an uygarlığı olacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Biz bu Kur’an’da kişiler için her birinden bir benzeri andık ve insan nesnelerin çoğunda tartışmacıdır.”

Kur’an sözleri ile:

“Ve Biz bu Kur’an’da meselin küllünden tasrif ettik ve insan şeyin ekserisinde cedel olmuştur.”

Va LaQAD ÖarRaFNAv FIy HAvÜa eLQuREAvNı MiN KülLi MaÇaLın Va KAvNa eLEiNSANu EaKÇaRA ŞaYEin CaDaLan

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا (54)

 

***

 

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ

Va MAv MaNaGa elNAvSu (Va MAv FaGaLa elFaGLu)

“Ve nâsı men etmedi”

İnsan cedel yaratıldı. Cedel kişilerden oluşan topluklar ise gelen hüdaya inanmadılar, direndiler.

Direnme kişilerin topluluğa uymasından ileri gelmektedir. Kişi cedeldir.

Kur’an bu eksikliklerini gidermektedir. Onlara gidecekleri yeri göstermektedir. İnsanlar da buna meyyaldirler. Ancak bu sefer topluluk tutuculuğunu sürdürür. Sosyal baskı Kur’an yolunu tutmaya karşı direnir.

“Nâs” kelimesi burada tekrar edilmiştir.

Kur’an’ın mesel sunduğu nâs ile ona karşı direnen nâs farklıdır. Biri tüm insanlıktır. Diğeri de tüm insanlığa karşı direnen topluluklardır, bugünkü kapitalist ve sosyalistlerdir. Görünürde birbirlerine karşıdırlar, gerçekte ise hidayete karşı olmada beraberdirler. O kadar ki, tek başlarına Kur’an’ı yenemeyince bir olup birlikte ona saldırmaktadırlar.

Çağın firavunu yeneceğini ve galip geleceğini sanıyor.

Biz Adil Düzen çalışanları tüm insanlığı temsil ediyoruz. Kur’an’ın getirdiği hidayeti insanlık adına benimsiyoruz. Yarın Kur’an’ın hidayeti yeryüzüne hâkim olduğunda bundan yalnız Adil Düzen çalışanları yararlanmayacak, tüm insanlık yararlanacaktır. Kendimizin çıkarı değil hepimizin çıkarı söz konusudur. Kimseyi korkutarak, kandırarak iş yapmıyoruz.

“Menua” çıkılması zor, ulaşılması zor yer demektir. “Men etmek” alıkoymak demektir. Kendisi yapmaz, başkasının yapmasını da istemez. Çünkü başkası yaparsa kendisinin mertebesi düşer.

MNG” 17 defa, “NFY” bir defa geçmektedir; 18=2*3*3

M” maddeyi, “N” genelliği, “G” etkiyi ifade eder.

“MNG” dışardakini içeri almamayı, “NFY” ise içeridekini dışarı çıkarmayı ifade eder.

Nâsı men etmek.

Üçüncü binyıl uygarlığının anayasası hazırlanmıştır. Birinci Kur’an uygarlığında şartlar müsait olmadığı için Kur’an’ın kamu düzeni ile ilgili hükümleri beyan olunmamıştır. Şartlar tamam olunca Kur’an’ın kamu ile ilgili hükümleri tamamlanmıştır. Önce “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” hazırlanmıştır. Kur’an ayetleri ile delillendirilmiştir. “Geçiş Anayasası” da hazırlanmıştır. “İnsanlık Anayasası Kavramı” kitabı ile bu anayasanın gerekçesi de yazılmıştır. Maddelerin gerekçeleri henüz ele alınmamıştır. Böylece insanlığa Kur’an’ın hidayeti sunulmuştur. Necmettin Erbakan “Adil Düzen”i insanlığa anlatmıştır.

Ak Parti ve Saadet Partisi dâhil tüm dünya kulaklarını tıkamış duymak istememektedir.

Kur’an işte bu durumu açıklamaktadır.

أَنْ يُؤْمِنُوا

EaN YuEMiNUv (EaN YuFGıLUv)

“İman etmekten”

“EaN” masdar harfidir. “Kâne”den zamanla “K” harfi düşmüş ve “Av” “N” olarak gelmiştir.

“Mena” kapıları karşı karşıya olan evlerin ara yeridir. İlk topluluklar evleri bitiştirerek kale gibi yerleştirir. Kapılar orta sahanlığa açılır. Bu yerin adı “mena”ydı. Buraya bir şey koymak o şeyin güvene alınması demektir. “Emanet” buraya konmuş olan şeydir. “Emine” güven içinde olma demektir.

Mena” karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki yer demektir. Eskiden evleri bitiştirerek bir duvar meydana getirirler ve kapılarını orta boşluğa açarlardı. Orta boşluğa bir kapıdan girilirdi. Böylece orası güven altında olurdu. Oraya bir mal koymak veya oraya girmek “emine” kelimesi ile ifade edilirdi. “Amene” emniyet ve güven altına almak demektir.

EMN” 879 defa geçmektedir, “EMT” 1 defa geçmektedir; 880 =2*2*2*2*5*11

E” Gücü, “M” maddeyi, “N” genelliği ifade eder.

Bir şeye iman etmek yalnızca onu bilmek ve kabullenmek değildir. Şeytan Allah’ı bilmektedir ama O’na iman etmemektedir.

İman etmek demek onu kabullenmek, ona göre yaşamaya başlamak demektir. O halde Kur’an’a göre yaşamayanlar, Kur’an hayatını kabul etmeyenler mümin değildirler. Kur’an’a göre yaşamak için Kur’an’ın her konudaki mesel olmasını değerlendirmek gerekir. İçtihat yapmayanlar ve içtihatlarına göre hareket etmeyenler mümin değildirler.

إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى

EiÜ CAvEaHuMu eLHuDAy (EiÜ FaGaLaHuMu eLFuGLAy)

“Onlara hüda ciet ettiğinde”

“En Âmenû” denmiyor, “En Yuminû” diyor yani geniş zaman kullanıyor. Burada ise hem “İz” getirmiş hem de fiil-i mazi kullanmıştır. Türkçede de “onlara hidayet geldiğinde iman etmezler” dediğimizde geçmiş zaman ile söyleriz ama geniş zamanı kastederiz.

“Zel” harfi işaret için kullanılır. “İza” gelecek zamanı işaret eder. “İz” geçmiş zamanı işaret eder. Türkçede “gelmiş olacak” şeklinde ifade ederiz. Geleceğin geçmiş hikâyesidir.

“Ceyee” yağmur sularının toplanıp biriktiği yerdir. Sonra cihetsiz olarak gelmek anlamına gelmiştir.

Suyun toplandığı çukur demektir. Gelmek anlamındadır. “Etve” kanaldan gelen sudur. Bir yönden gelmesi kastedilirse “Eta” kullanılır, yönü belirsizse “Cae” ile anlatılır.

C” Toplanmayı, “Y” kolaylığı, “E” gücü ifade eder.

“Hediye” insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da “Hedy” denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye “Hadi” denmiştir. Sonraları “Hidayet” yol göstermek veya yola götürmek anlamında mastar olmuştur.

H” gayba, uzağa işarettir. “D” çevre dairedir. “Y” ise kolaylıktır.

Kur’an insanlara çok kolay olan yolu göstermektedir.

Kur’an’ın söyledikleri çok basittir ve uygulanması da çok kolaydır.

-Ekseriyet sistemini bırakın, “ortak hakem sistemini” kullanın.

-Faizi bırakın, “faizsiz kredileşmeyi ve ortaklık sistemini” kullanın.

-Tahakküm sistemini bırakın, “içtihat ve icma sistemini” kulanın.

-Hâkimlik sistemini bırakın, “hakemlik sistemini” kullanın.

Bunların yanlışlığını kim söyleyecek veya söyleyebilecek. Dolar aşkına söyleyecekler, yalan olduğunu bile bile söyleyecekler ama onların bu çabaları nafile çabadır.

Necmettin Erbakan’a karşı ne saldırılar yaptılar. Ama birileri çıkıp da bir satır bu yanlıştır diyemedi. Bugün Akevler’in geniş neşriyatı vardır. Çıkıp bize cevap verenler Nobel ödülü alabilirler. Seks romanlarına Nobel ödülü veriyorlar. Bakınız, bize ödül versinler demiyoruz. Bize ilmi cevap verecek birileri varsa onlara ödül versinler.

وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ

Va YaSTaĞFiRuv RabBaHuM (Va YaSTaFGıLu FaGLaHuM)

“Ve Rablerine istiğfar etmekten”

Hidayet geldiğinde iman etmeliydiler. Ondan sonra da istiğfar etmeliydiler.

İman etmek demek Hakka ve adalete dayalı Adil Düzenin içine girmek demektir. Ancak daha önceki dalalet döneminde yapılan haksızlıklar da giderilmelidir.

Yarın iktidar olduğunuzda devletimizin kurulduğu 1920’lerden sonra yapılan tüm zulümler ele alınmalı ve tespit edilen haksızlıklar giderilmelidir. İnsanlar cezalandırılmayabilir. Ama Adil Düzen çalışanları tarafından ihtar edilmiş ona rağmen o yanlış yapılmışsa, onun hesabı sorulmalıdır.

İstiğfar etmek demek cezaların verilmemesi demektir ama haksızlıklar giderilmelidir.

Devletimiz yıkılmadan iktidar olursak yapacağımız budur.

Devletimiz yıkılır da biz yeni devlet kurarsak, o zaman eski haksızlıkları gidermek bize farz olmaz. Bu husus iyi anlaşılmalıdır. Önce, devletimizi biz yıkmayız. Devletimizin yaşaması için var gücümüzle çalışırız. Onu yaşatırsak o devletin nimetlerini de külfetlerini de biz yükleniriz. Ak Parti bunu yapmıştır. Bizim elimizde olmayan sebeplerle devletimiz yıkılırsa İstiklal Savaşı’nda olduğu gibi yeni devletimizi kurarız. O zaman eski devletin mirasını almayacağımız için o zaman yapılan haksızlıkları giderme de bizim vecibelerden değildir.

Burada “Rablarına istiğfar etmelidirler” denmektedir.

Demek ki geçmişte yapılan haksızlıklar dayanışma ortaklıkları içinde giderilmelidir.

“Adil Düzen” geldiği zaman PKK gibi eşkıyaya ne yapacağız?

Teslim olmayanları öldüreceğiz. Bunun için orduya bu görevi vermek yeterlidir. Alanlar boşaltılır, teslim olanlar teslim olur, o alandan çıkanlar çıkar. Sonra orası taranarak tek insan sağ bırakılmaz.

Teslim olanları ne yapacağız?

Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında yerleştirip onlara tecrit edilmiş şekilde yaşamalarına imkân sağlayacağız. Verilmiş olan zararları tazmin edeceklerdir. Çalışıp ödeyeceklerdir. Dayanışma içinde borçlar ödendiğinde tecritten kurtulmuş olacaklardır. Bunu ödeyecek olanlar ise dayanışma ortaklıklarıdır. Yakınlarıdır. “Rab” kelimesi bunun için geçmektedir. “Allah’tan istiğfar ederler” denseydi devletin gelirlerinden karşılanırdı.

“Gafera” “Hafera” kelimesi ile akrabadır. Çukur açmaya “hafr etmek”, açılan çukurun toprağını yerine koymak ise “ğafr etmek” demektir. “Hufre” çukur, “ğufre” çukurdan alınan topraktır. “Ğubar” kelimesiyle de akrabadır. “Mağfiret etmek” demek, suçu, günahı, hatayı kapatmak, cezasını vermemek, görmemezlikten gelmek demektir. “Afv” ise suçu tamamen silmek, işlenmemiş hale getirmek demektir. “İstiğfar” istif’al babındandır. İstif’al babı, Türkçedeki “isteme” kelimesinin başa gelmesi gibi bir mana taşır. Allah’tan işlenen kusurların, günahların kapatılmasını, örtülmesini talep etmek anlamı taşır. “Afv” yerine mağfiretin gelmesi “hepten sil” yerine daha mütevazı bir talepte bulunmak anlamı taşır.

“Ğ” ayrılığı, “F” eklemi, “R” tekrarı ifade eder.

Rablarından yani dayanışma ortaklıklarından istiğfar ederler yani onların desteği ile zulmettikleri kişilerin haklarını öderler. İman etmek demek Kur’an düzenine girmek demektir. İstiğfar etmek de eski zulümleri tazmin etmek demektir.

إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمْ

EilLAv EaN TaETiYaHUM

“Sadece onlara ityan etmesi dışında”

İnsanlık uygarlaşan bir topluluktur. Canlılarda biyolojik evrim durmuştur. İnsanlarda sosyal evrim başlamıştır. Buna uygarlaşma diyoruz. Uygarlaşma demek az işbölümlü bir dünyadan daha çok işbölümünün olduğu bir dünyaya geçmedir. Bunun için bin yılda bir eski düzen ortadan kalkar, yeni düzen gelir. Yeni düzen doğum sancılarını yaşar. İlericiler hamle üstüne hamle yaparlar. Tutucular ise hamleleri frenlerler. Böylece denge kurulur.

Tutuculuk demek sürtünme demektir. Bazen az bir yağmur yağar. Tozlar sulanır ve çamurlaşır. Araba tekerlekleri sürtünmeyi kaybederler ve kaza olur. Direksiyona hâkim olamazsınız. Sürtünme, yenilmesi gereken bir direnmedir. Ama sürtünme olmazsa hayat olmaz.

İşte…

Tutuculuk, insanların Kur’an düzenine girmesine karşı direnmesi, arabayı kullananın direksiyona hâkim olması için gereklidir.

Evet, “Adil Düzen” gelecektir. Ama bunun sağlıklı gelebilmesi için de direnen sürtünme kuvvetlerine ihtiyaç vardır. Mikroplar canlıların sürtünme kuvvetleridir. Topluluklarda da tutucular sürtünme kuvvetleridir.

“Etve” çardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder.

“EaTY” su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesine “Eta“ mastar olmuştur, bir yönden gelişi ifade eder. “Ciet“ ise yönsüz gelişi ifade eder.

“ETY” 549 defa geçmektedir, “ESV” de 3 defa geçmektedir; 552=2*2*2*3*23

“E” gücü, “T” tepeyi, “Y” kolaylığı gösterir

سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ

SunNaTü eLEavVaLIyNa

“Evvelkilerin sünneti”

“Sin” diş demektir. “Mesnun” dizilmiş demektir. “Sina” sıra tepelerin yer aldığı bir bölgeye verilen isimdir. “Tur” bu tepelerin en yükseğidir. “Sinin” “Sina”nın çoğuludur.

“SNN” “SNH” ve “SNY” toplam olarak 42 defa geçmektedir; 42=2*3*7

Sünnet, kurallardır, doğal ve sosyal kanunlardır.

“Alet” kaldıraç demektir. Bir şeyi çevirmek için altına sokulup çevirmeye yarayan sırık anlamındadır. Sonra çevirmek fiili olarak “ale” denmiştir. Başa döndürmek için kullanılmaya başlanmış, sonra da evvel, ahirin karşıtı olmuştur, yani başlangıcı.

“E” güç ve ilktir. “V” beraberliği, “L” ise belirliliği ifade eder. Ahirin zıddıdır.

Sünnet içtimai kanundur. Ömrünü doldurmuş, artık işe yaramaz kişiler ve düzenler yerlerini yenilerine bırakırlar. Yaşlılar ölürler ki üç boyutlu uzayda yenilere yer kalsın. Yapraklar sonbaharda dökülür, ilkbaharda yeni yapraklara yer açsınlar diye.

Eğer topluluk eski düzeni bırakıp yeni düzene geçerse kişiler olarak yaşamaya devam ederler. Kur’an dönemi böyle olmuştur. Bugün de bunun olması istenmektedir.

Millî Görüşçüler ve Ak Partililer Mekkeliler gibi Kur’an’a teslim olsunlar ve kişiler olarak helâk olmasınlar. Türkiye bu inkılabı yaparsa ve İran’ı da yanına alırsa, üçüncü cihan savaşı çıkmadan insanlık üçüncü binyıl uygarlığına geçer.

أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا (55)

EaV YaETiYaHuMu eLGaÜAvBa QuBuLan (EaV YaFGaLaHuMu eLFaGALa FuGuLan)

“Yahut kubulen onlara azab ityan eder.”

Azb, su yosunudur. Sudaki tek hücreli organizmalardır. “Azb” hoş tat, “Azab” kötü tat, acı demektir.

“GÜB” 373 defa, “EZF” 3 defa geçmektedir; 376=2*2*2*47

“QBL” insanın ön tarafıdır. “Emam” bedenden ayrıdır, “Kubul” ve “Dubur” bitişiğidir. “Emam” ve “Half” yönü gösterir. Günlük hayatta birileri ile karşılaşanların oluşturduğu topluluğa “Kabile” denir, Türkçedeki bucağa tekabül eder. 1000 civarında haneden oluşur.

“Q” kuvvettir. “B” geçittir. “L” belirliliktir.

Uygarlık gelmeden önce azab gelir. Direnenler helak olur. Yeni uygarlık kurulur. Bu ayetin bildirdiği daha önce istihsanen kabul ettiğimizin nass ile teyididir. Eğer insanlar tebliği kabul eder de hidayete ererlerse yeni uygarlık helak olmadan gelir ve insanlık kurtulur. İnsanlık Kur’an’ın gösterdiği hidayeti yani “Adil Düzen”i kabul etmezse o zaman azab gelecektir. Bu azab eskilerine gelen azabdan farklı olacaktır. Artık tufan olmayacak, artık denizler boğmayacak. Ekonomik krizlerin çıktığını düşünün. Karşılıksız para geçersiz oluyor. İnsanlar bir şey alamıyor, bir şey satamıyor. Aç olan insanlar yağmalamaya başlayacak ve üretim duracaktır. Açlık o kadar ileri gidebilir ki insanlar birbirlerinin etlerini yemeye başlayabilir.

Başka bir felaket de dünyanın barut fıçısı haline gelmesidir. Devletler ellerindeki silahlarını kullanmaya başladıkları zaman yeryüzünde insan değil canlılar bile kalmayabilir. Devletler ortadan kalkar, mafyalar dünyayı yönetmeye başlar. Artık yaşamak şansa kalır. Bugün ülkemizde olduğu gibi köyler boşalmaya başlar ve kimse tarımla meşgul olmaz. Banka kasalarındaki dolarların satın alma gücü biter.

“Azab” burada marife gelmiştir. Ne var ki evvelkilerin sünnetine atfedilmiştir. “Ve” getirilmiştir. Dolayısıyla onlara gelen azab olmayacaktır.

 

YORUM

Uygarlaşma eskiyi bırakıp daha ileri bir hayata geçmedir. Bu durum önce tutucular ile ilericiler arasında çatışma ile başlar. Böylece ilericiler yol almaya devam ederler. Sıkıntı çekerler ama yetişir ve gelişirler. Sonunda tutucular ya tutuculuktan vazgeçerler, dolayısıyla durum azapsız biter. Direnme devam ederse azab gelir ve insanların çoğu helak olur. “Adil Düzen” taraftarları hayatta kalır ve onlar yeni uygarlığı kurarlar.

Başta Millî Görüşçüler, Ak Partililer, sonra Türkiye ve İran, sonra büyük devletler ve sonunda Sermaye burada bildirilenleri yaşamak durumundadırlar.

Bu ayetler Mekke’de nazil olmuş ve o zaman herkes dalga geçmişti ama sonra Kur’an’ın dediği oldu. Kur’an 1400 senedir dünyaya aydınlık ışığını salmaktadır.

Evet, ya azab ya da hidayet. Bu kanundan kimse kurtulamaz. Bu Erdoğan olsa da kurtulamaz. “Adil Düzen”i benimsemeyen tarikatlar da cemaatler de Gülenciler de kurtulamazlar. Kur’an’ın söylediği azab kapıya dayanmış bulunmaktadır...

                                                                        

Öz Türkçe ile:

“Ve kendilerine yol göründükten sonra, toplulukları inanmaktan ve yetiştiricilerinden bağışlanmalarını istemekten alıkoyan öncekilerin kurallarının gelmesi veya önceden o yaptırım gelmesinden başka bir engel değildir.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve kendilerine hidayet geldiğinde, nâsı iman etmekten ve Rablarından istiğfar etmekten alıkoyan, evvelkilerin sünnetinin ityan emesinden veya kubulen azabın ityan etmesinden başkası olmadı.”

 

Va MAv MaNaGa elNAvSa EaN YuEMiNUv EiÜ CAvEaHuMu eLHuDAy Va YaSTaĞFiRUv RaBbaHuM EilLAv EaN TaETiYaHuM SunNaTu elEavVaLIyNa EaV YaETiYaHuMu ELGaÜAvBa QuBuLan

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا (55)

 

***

 

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ

Va MAv NuRSiLu eLMuRSiLIyNa

“Ve mürselleri irsal etmedik”

Uygarlaşmanın sağlanması ve uygarlıkların birbirinin devamı olabilmesi için uygarlığın yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunu sağlayan mürseller olmuştur. Bunlar uygarlıklarını kurmuşlardır. Ne var ki uygarlıkları bunlar kurmamışlar, sadece uyarmışlardır, müjdelemişlerdir. Uygarlıklar tarihin akışı sebebiyle doğmuştur. Mezopotamya uygarlığını Hazreti Nuh kurmamıştır. Hazreti İbrahim’in uygarlığını Hazreti Musa kurmuştur. Kur’an uygarlığını Hazreti Muhammed kurmamıştır. Tarihi akış sebebiyle yeni uygarlıklar zorunlu oluşmuştur. Bugünkü uygarlığı biz kurmayacağız, sosyal gelişme kuracaktır. Peygamberlerin yaptıkları bu uygarlıkları yönlendirmekten ibarettir. Yıkıcıları uyarmak, yapıcıları da sevindirmek için tebliğlerini yaparak konuşmuşlardır. Üçüncü binyıl uygarlığını Adil Düzen çalışanları kurmayacaklardır. Tarihin akışı bu uygarlığı oluşturacaktır. Adil Düzen çalışanları sadece olacakları haber vermektedirler. Kur’an’ın öğrettiklerini aktarmaktadırlar. Kendileri yeni bir şey icat etmemektedirler.

“Resl” saçak demektir. Salmak fiiline dönüşmüştür. Haber saldı ifadesinde olduğu gibi bir kimseye bir adamı göndererek ona haber ulaştırmaya irsal denir. “Alâ” kelimesi ile kullanıldığı zaman irsal askeri birlikleri göndermek anlamına gelir.

RSL” 513 defa, “ŞRR” 31 defa geçmektedir; 544= 2*2*2*2*17

“R” tekrarı, “S” mekânda diziyi, “L” belirliliği ifade eder.

“Mürseller” burada kurallı çoğuldur, bilinen mürsellerdir. Hazreti Âdem’den başlayıp kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün mürseller tek topluluktur. Görevleri tebliğdir. Uyarıcıdırlar. Yönetici değildirler.

İlahi düzende melik yoktur, hükümdar yoktur, merkezi yönetim yoktur. Beş vakit namaz kıldıran aşiret yani ocak imamları vardır. Bunlardan bucak başkanları olan mürseldirler. Bucakları adına konuşurlar. Bucak başkanlarının özel askerleri olmaz, korumaları olmaz. Onlar zaten bir iş yapmazlar. İşleri mukarrebunlar yapar, sabikunlar yapar, ashabı yemin yapar, müellefei kulub yapar. Başkan mukarrebunu dinler. Onlar hakemlerin kararlarının uygulanmasını gözetirler. Dolayısıyla onların kurmayları yoktur. Merkez bucaklarının başkanları vardır. Onların durumu da farksızdır.

Yaşayan ve faaliyette bulunan mürseller de bir topluluk oluştururlar. İlde bucak başkanları il başkanının, ülkede il merkez bucak başkanları devlet merkez bucak başkanının ve ülke merkez bucak başkanları Mekke bucağı başkanlarının cemaatidirler. Böylece tüm insanlık bir topluluk haline gelmektedir. Ne var ki ordular ulus ordularıdır. İnsanlığın ordusu yoktur. Sadece mübeşşir ve münzirdirler.

Adil Düzen Anayasası’nın bütün maddeleri Kur’an’da bir bir ispatlanmaktadır. İleride bu tefsirler gözden geçirilip bu maddeler anayasanın yorumuna eklenmelidir.

إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ

EilLAv MuBaşŞiRIyNa Va MuNÜiRIyNa (EilLAv MuFagGILIyNa Va MuFGıLIyMa)

“Sadece mübeşşirler ve munzirler olarak irsal ettik”

Anayasamızda kuvvetler ayrılığı vardır dedik; yasama yürütme, yargılama ve yönetme. Bu kuvvetlerin başında başkan vardır. Başkanın bir gücü yoktur, sadece mübeşşir ve münzirdir. Bakanları başkan değil meclis seçer. Başkan azletmez de, sadece yargıya gidebilir. Denetimi meclisteki dayanışma ortaklık sorumluları yapar. Başkanlar sadece mübeşşir ve münzirdirler.

“Beşere” derinin tüysüz dış yüzü demektir. İnsan tüysüz olduğu için beşer denmiştir.

Uygarlaşmada katkıda bulunursanız, “Adil Düzen”in gelmesi için çalışırsanız, topluluk olarak bu dünyada saadete ereceksiniz, ahirette her birinizin ameli en az on kat daha fazla değerlendirilecektir.

بُشْرَى  Bir müjdeci vasıtasıyla alınan müjde.

بُشْرًا  Bir müjdeci olmadan, belli olaylar vasıtasıyla anlaşılan müjde, durumdan anlaşılan müjde.

“BŞR” 123 defa geçmekte, “BÖL” 1 defa geçmektedir; 124= 2*2*(1+2+4+8+16)

Nezr, savaşta veya yürüyüşteki öncüdür. Öncünün görülmesi, arkasından gelen birliği haber verdiği için uyarıcı anlamı kazanmıştır. Kişinin ileride yapacağı iyi bir fiili haber vermesi de nezirdir.

“N” genelliği, “Ü” işareti, “R” tekrarı içerir.

“Nezretmek” bir iyiliği yapma anlamında olduğu gibi; “İnzar” olacak kötülükleri haber verme anlamındadır.

Resuller (başkanlar) söyler. Hiçbir zorlama gücü yoktur. İsteyenler başkanların dediklerini yaparlar. Bu sebepledir ki başkanların ayrıca ekibi bulunmaz.

Erbakan böyle bir başkandı. Ben onun özel arkadaşlarını kontrol eden ekibine rastlamadım. Bir ara kurmak istedi, arkadaşlarım bana danıştılar ve katılmadılar, o da kurmadı.

Eğer bir başkan mukarrabundan, sabikundan, evvelundan başka bir ekip kurmuş ve onlarla istişare edip işler yapıyorsa, o başkan islami başkan değildir.

Bugün Ak Parti’de durum böyledir. Sermaye bundan yararlanarak başkanın katına ajanlarını sokmuştur. Onlar görevlerini yapıyorlar. Bu sebeple bizden uzaktırlar. Bu durum Adil Düzen çalışanlarını üzmemelidir. Bu sayede yanlışlara ortak olmamaktayız. Allah bizi koruyor. Sıkıntı içindeyiz ama bu günler geçecektir.

وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا

Va YuCADiLu elLaÜIyna KaFARUv (Va YuFAGıLu elLaÜIyNa)

“Ve küfreden kimseler mücadele ediyor”

İnsan CDL yaratılmıştır.

Müminler cidal yerine cihad yaparlar. Sadece cidale karşı cidalle mukabele ederler. En iyi yolu seçerler. Hak için cihad yapar ve batılı def için cidal yaparlar.

Bugün Sermaye ve bürokrasi batıl için cidal yapmaktadır. Zenginler kendilerini akıllı ve seçkin kimseler olarak görüyorlar. Bürokratlar da iktidarlarla bir olma imtiyazından yararlanmak istiyorlar.

بِالْبَاطِلِ

Bi eLBAOıLı (BieL FaĞıLı)

“Batıl ile”

Batn ve zahr, sırt ve karın (daha çok hayvanlar için) kullanılır. “Zahr” sırt, görünen taraf; “Batın” alt taraf, görünmeyen taraf anlamındadır. “Nun”un “Lam”a dönüşmesiyle, batıl aşağı inmek, batmak ve mecazi olarak bozulmak, düşmek anlamlarına gelmiş olur.

Batl, dalları aşağı sarkmış ağaç demektir.

“B” geçiş demektir. “O” uyum demektir. “L” belirlilik demektir. Hak karşılığıdır. 

Batılı silah olarak alıyor, onunla cidal ediyorlar. Fikirlerde doğru var yanlış var. Hislerde iyi var kötü var (varlık yokluktan iyidir, birlik ayrılıktan iyidir, düzen dağınıklıktan iyidir, uygarlık durağanlıktan iyidir). Fiillerde yararlılar var zararlılar var. Ünsiyette adalet var zulüm var. Bunlarda doğru, iyi, yararlı ve adil olanı haktır. Yanlış, kötü, zararlı ve zulüm olanı batıldır. Hakkı batılla yenmek istiyorlar. Yani yalanla doğruyu, kötü ile iyiyi, zararla yararı, zulümle adaleti alt etmek istiyorlar. İşte kâfir olanlar bunlardır. Bunlar batıl ehlidir.

لِيُدْحِضُوا بِهِ

LiYuWXıWUv BiHIy (LiYuFGıLu BiHIy)

“Onunla idhad ediyorlar”

“Dahd (Dal,Ha,Dat)” kaygan, çıplak yerdir.

“D” çevreyi, “X” hareketi, “W” zafiyeti zararı ifade eder.

“İdhad etmek” kaydırmak demektir. Hakkı batılla kaydırmak istiyorlar. Batılı getirmek değil hakkı yok etmek istiyorlar. Onlar yapıcı değil yıkıcıdırlar. Batılı getirmek bile yapıcılık olur. Durmadan birbirlerine saldırırlar. Fiilleri değil kişileri eleştirirler, hakkın ne olduğunun bilinmesini bile istemezler. Batıl ile hak tartışırsa hak batılı her zaman yener. Bunu bildikleri için hak ile batılı tartıştırmazlar. Onlara göre sözleri batıldır. Teklik mi iyidir çokluk mu? ‘Evet’ propagandasını böyle yaptılar. Oysa Erbakan’a karşı ortak aklı savunuyorlardı. Hak ile batıl karşılaştırılmazsa batıl tartışmasız doğru kabul edilir. Hakkın eksik tarafları gösterilmeye çalışılır ve böylece batıl ile hakkın ayağı kaydırılır. Biz ise her söze kulak veririz ve onların içinden hangisi ahsense ona uyarız, ahsen olanı aklımızla, ilmimizle buluruz.

الْحَقَّ

eLXaqQa (eLFaGLa)

“Hakkı”

Doğru olan, iyi olan, yararlı olan ve adil olan haktır.

Hakkın oturduğu zeminin imanı, ahlakı, ibadetleri, medrese ilmini ortadan kaldırıp dayanağı kalmayan hakkın yerini batıla terk edeceğini sanıyorlar.

وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنْذِرُوا هُزُوًا (56)

VaitTaPaÜUv EAvYAvTıy Va MAv EuNÜiRUv BiHIy HuZuVan (VaiFTaGaLUv FAGaLAvTı Va MAv EuFGıLUv FuGuLan)

“Ve ayetlerimizi ve onlara inzar edileni huzuv ittihaz ettiler.”

Burada sadece “Huzuvan” kelimesini açıklayacağım.

İnsanlarda gülmek ağlamak gibi kendine özgü özellikler arasında istihza etme de vardır. Belli kimselerin sosyal yapılardaki yerleri aşağı görmektir. Burada ayetler yani Kur’an bu sözler olabileceği gibi sosyal kanunlar da olur. İnzar edilen ise sonlarının gelmekte olduğudur.

Bundan 60 sene önce ateizm o kadar yaygınlaşmıştı ki artık bir daha dinlere dönülmeyecekti. Buna inananlar din ilkel olduğu için kimsenin rağbet etmeyeceğini düşünerek bu kanaatte idiler. İnananlar ise kıyametin geldiğine kani idiler.

Bugün ise İslâmiyet’in önlenemeyeceğini herkes anlamış durumda, onu bozabiliriz diye uğraşmaktadırlar. Artık istihza edecek mecalleri de bitmek üzeredir.

 

YORUM

Uygarlık hakla batılın çatışmasıdır.

Kâfirler batıl ile hakkı yok etmek istiyorlar.

Müminler ise Hakkı galip getirmek ama batılı da oyuncu olarak bırakmak istiyorlar.

Şimdiye kadar hep böyle olmuştur. Bundan sonra da böyle olacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve biz gönderilenleri sadece sevindirici ve uyarıcı olarak gönderdik. Kapatmış olan kimseler, gerçeği kötü ile kaydırmaya uğraşıyorlar. Kanıtlarımı ve uyarıldıklarının eğlence ediniyorlar.”

 

Kur’an kelimeleri ile: 

“Ve Biz mürselleri sadece mübeşşirler ve münzirler olarak irsal ettik. Küfretmiş olan kimseler hakkı batıl ile idhad ediyorlar. Ayetlerimi ve inzar olunduklarını huzv ittihaz ediyorlar.”

 

Va MAv NuRSiLu eLMuRSaLİyNa EilLAv MüBaşŞiRIyNa Va MuNZiRIyNa Va YuCAvDiLi elLaÜIyNa KaFaRUv Bi eLBAvOıLı LıYuDXıWUv BiHiy elXaqQa Va itTaPaÜUv EAvYAvTı Va MAv EuNÜiRUv BiHIy HuZuVan

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنْذِرُوا هُزُوًا (56)

 

 

         ***

 

 

 



© 2024 - Akevler