KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
1052 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 29-31.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 10. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا (30) أُولَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا (31)

 

***

 

وَقُلِ

Va QuLi (Va uFGuL)

“Ve kavl et”

Tarihte yeni uygarlıkları hep peygamberler oluşturdular. Beş yüz sene sonra hak uygarlığı kuvvet uygarlığına dönüşür. İki uygarlığın oluşma şekli farklıdır.

Kuvvet uygarlıkları kanla başlar. Batı uygarlığı Haçlı Seferleri ile başlar, kanla başlar. Yüz yıl savaşları, birinci ve ikinci cihan savaşları o kanın göstergeleridir.

Hak uygarlığı ise barışla başlar. Hıristiyanlara çok büyük zulümler yapılmıştır. Hıristiyanlar yeraltı kentleri oluşturdular ama devletlerine karşı çıkmadılar. Çünkü Hazreti İsa ‘bir yanağına biri vurursa sen öbür yanağını çevir’ demiştir. Hazret Musa peygamber kavminin sadece hicret etmesini istemiştir. Kur’an uygarlığındaki savaşlar Mekke değil Medine’de olmuş, sadece savunma yapmışlardır.

Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecektir, yeni peygamber de gelmeyecektir. Peygamberlerin yerini âlimler alacaktır. Vahyin yerini icma ve içtihatlar alacaktır.

Bundan önceki ayetlerde bunları beyan etmiştir.

Müminlerin görevi nedir?

Önce âlim olmaktır. Herkese ilim yapmak farzdır. Kim içtihat mertebesine ulaşırsa ona tebliğ farz olur. Bugün aslında ilimleri ile içtihat mertebesine ulaşan pek çok kişi vardır. Ne var ki bunlar içtihat yapmıyorlar, toplulukla karşı karşıya gelmek istemiyorlar.

Bunların İslâmiyet’e hizmet etmeleri mümkün değildir. Biz kimseye karşı değiliz ama yanlışları da her zaman ortaya koymaya çalışıyoruz. Görevimiz sadece söylemektir. Zorlamak değildir. Şimdi açıkça bunu ifade ediyor.

Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunmuştur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde “söyle” olarak tercüme edilmelidir.

“Q” kuvveti, “V” birliği, “L” belirliliği ifade eder. “Q” hükmü temsil eder. “V” sözler arasındaki bağlantıyı belirler. “L” akitlerin net ve açık olması şartını içerir.

الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ

eLXaqQu MiN RabBiKuM (eLFiGLu MiN FaGLiKuM)

“Hak sizin Rabbinizdendir”

Semt kooperatifleri ahlaki dayanışma ortaklıkları (tarikatlar) olarak da insanlığın ve insanların ihtiyacını tespit edecek, sorunları ortaya koyacak. İlmi dayanışma ortaklıkları bu sorunların nasıl çözüleceğini Kur’an’a ve müsbet ilme dayanarak çözecek. İçtihat ve icmalar yapacak. Mesleki dayanışma ortaklıkları bu çözümleri kimlerin yapabileceğini güvenceli ehliyet vermek suretiyle, görev kredisi vermek suretiyle düzenleyecek. Elde edilen ürünler hakemler kararı ile bölüşülecek. Hakem kararlarına uymayanlar siyasi dayanışma ortaklıkları tarafından yola getirilecek. “Hak Rabbinizdendir” ifadesi budur.

Bunlara Sermaye’nin veya bürokratların hâkim olduğu devlet düzeninde değil, yüz ortaklı semt kooperatifleri içinde başlanacak. Serbest anlaşmalarla ocaklarda, bucaklarda, illerde, ülkelerde ve en sonunda tüm insanlıkta ittifak edilen hususlarda birlikte ihtilaf edilen hususlarda herkes kendi içtihadına göre hareket edecek. Hak düzen budur, hukuk düzeni budur.

حقق” paylaşmanın yapıldığı büyükçe dolu kaptır. Dört okka (huqqa) demek, dört kova dolusu yem demektir Adil paylaşımdaki pay sistemi haktır. Hak demek dolu olmak demektir. Karşılıksız boş olmaktır. Hakkın bir karşılığı borçtur, deyndir. Hakkın aleyhi ve hakkın lehidir.

Adil Düzen içtihatlardan ve mezhep icmalarından oluşur. İnsanlığın ittifakları haktır. Daha önce ortaya koyduğu kuralları şimdi zorlamanın olmadığını ifade etmesi içindir.

Herkes semt kooperatifleri kuracak ve kendi kooperatifinde istediği gibi yaşayacak. Hâsıl olan icmalarla da birlik oluşturulacaktır.

On civarındaki sitelerin bir arada sosyal düzeni kurmaları bucakları (kabileleri) oluşturacaktır. Her bucak kendi düzenini kuracaktır. Burada güven sağlanacaktır. İsteyen bu güven içine dâhil olacak ve bucakta kalacak. İsterse ayrılıp dağlara çekilecek. Kimse zorla bir bucak düzeni içinde yaşamaya icbar etmeyecek.

Varsayalım ki PKK’lılar sayıları ile orantılı bir dağlık bölgeyi kendilerine vatan yapıyor, orada sürülerini otlatıyor ve yaşıyorlar. Ürünlerini komşularına satıyor, komşularından da ürünleri alıyorlar. Sınırları dışına çıkıp kimseye zarar vermiyorlar.

İşte, biz onların üzerine yürümez ve onların zorla devletimize tabi olmalarını isteyemeyiz. Kehf Ashabı benzeri hayat yaşamalarına imkân sağlarız. Dinde (düzende) zorlama yoktur ayetinin indiği zaman Mekke’deki ifade şekli budur.

Hak Rabbimizdendir. Dayanışma ortaklıklarının icma ve içtihatlarındadır. Medine’deki düzeni Allah Mekke’de bildirmektedir.

“X(Ha)” hareketi, “Q” de kuvveti bildirmektedir.

Hukuk düzeni insanlar arasındaki düzendir, tüm canlılarda düzen vardır. Ne var ki insanların dışındaki hiçbir canlı kendi düzenlerini kendileri koymazlar. Oysa insanlar kendi düzenlerini kendileri koyarlar, dolayısıyla düzenleri farklıdır ve gelişme bu sayede olmaktadır. İnsan içtihat yapar ve kendi hayatının düzenini oluşturur. Topluluklar da mezhepler oluşadurarak ve icmalar yaparak kendi düzenlerini oluştururlar.

حقق” kökü 187 defa, “ءكل” kökü 109 defa geçmektedir; 296=2*2*2*37

ربب” çöl bitkisinin zamanla büyümesinden yararlanılarak terbiye anlamındadır.

İnsanlar beşikten mezara kadar eğitilmektedir.

“R” tekrar demektir, “B” de geçiş demektir.

ربب” 981 defa, “رمي” 9 defa geçmektedir; 990=2*5*3*3*11 eder.

Akevler Kur’an Lügati’nin aşağıdaki şekilde yeniden yazılması gerekmektedir.

a) Her kökün ilk görülebilen manası bulunmalıdır. Benzer eklemelerin farklılıkları ortaya çıkar.

b) Her kelimenin Akadcada, İbranicede ve diğer dillerdeki karşılıkları bulunmalıdır.

c) Her kökün harf analizleri yapılmalıdır.

d) Kelimelerin ikili sistemdeki yerleri tespit edilmelidir.

Akevler Kur’an Lügati böylece oluşturulmalıdır.

فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ

Fa Man ŞAvEa FaLYuEMiN (FaMaN FaGaLa FaLYuFGıL)

“Meşieti olan iman etsin”

Hakkın Rabdan geldiği ifade edildikten sonra “isteyen iman etsin” denmektedir.

“İman etmek” demek güven içine girmek demektir.

Biz dayanışma ortaklıkları kurarız. Ahlaki dayanışma neyin yapılacağını, ilmi dayanışma nasıl yapılacağını, mesleki dayanışma kimin yapacağını, siyasi dayanışma kimin olacağını düzenler. Böylece bir eman yani güven alanı hazırlanır. Bu eman alanına insanlar zorla konmaz. İsteyen girer, isteyen girmez. Girerse, o semtin yani girdiği ortaklığın kurallarına uyar, yetkililere itaat eder, istediği zaman da çıkar. Yerinden yönetim, hakemlik sistemi, ortak hizmetler, ortak ambar ve nakliye bu düzeni oluşturur.

Eman yurdu kurma anlamındadır. İnsanlar oraya zorla alınırsa bu sefer onlar onların hukukuna saldırmış olurlar. Buradaki “Fa” harfi beyan “Fa”sıdır. Madem ki hak Rabbimizdendir, öyleyse isteyen iman etsin isteyen küfretsin denmektedir. Bu dünya bu tercihi insanlar kendileri yapsın diye var edilmiştir. Biz zorlarsak artık onların bir değeri olmayacak, onlar imtihana alınmayacaklar demektir. Öğrencilere soruları sorup Gülencilerin yaptığı gibi cevapları onlara verip yazın demekten ibaret olur.

Gülenciler bu hataları işlediler. Bu bir gerçektir. Elbette bu yapılan suçtur.

Ama bu suçu Masonlar işlemiyorlar mı, bunu solcular işlemiyorlar mı?

Haramlar kısas iledir. O halde bu suç düzen içinde işlenmişse belvi umumidir. O zaman mademki Ecevit’in sulandırılmış eğitimini cezalandıramıyoruz, mademki devletin işine karışamıyoruz. Biz düzeni değiştirmek zorundayız. Mevcut düzendeki belvi umumileri cezalarla çözemeyiz.

Evet, bu durum belvi umumidir.

Eğer bir toplulukta bir fiil %10’dan fazlası tarafından işleniyorsa artık bu fiil caydırıcı cezalarla önlenemez. Herkes mademki KDV’yi kaçırıyor. Mademki yurt dışından gelenler vizeleri olmadığı halde ülkede kalabiliyor. Bunların cezaları kaldırılmalı, bu fiiller suç olmamalı, rüşvet serbest olmalıdır. Sadece rüşvetle yapılan istihkaklar geçersiz olmalıdır.

Buradaki “Men” Türkçedeki beni ifade eder. Kim anlamındadır. “Ben, sen ve o”nun genelleştirilmiş durumudur.

شيء” 519 defa geçmekte, “صيف” 1 defa geçmektedir; 520=2*2*2*5*13

“Şey” karaltı demektir.

“Meşiet etmek” demek dilemek demektir. Mekânda düşünmek meşiettir. Zamanda düşünmek, ben şimdi bunu yapayım demek iradedir. İnsanın ruhi yapısı ile topluluğun ruhi yapısı aynı esaslara dayanır. Kişilerin ayrı ayrı meşietleri vardır. Bunlar birleşir, toplanmaz. Birleşir ve birlik oluştururlar, bu da topluluğun meşieti olur.

Topluluğun meşieti merkezden planlanmış meşiet olmamalıdır. Kişilerin meşietlerinin birliği olmalıdır. Bu da ya kuvvetlerde olduğu gibi vektörel toplamı şeklinde olur ya da gaz moleküllerinde olduğu gibi serbest dağılımla olur. Basınç ve sıcaklık kavramı bir tek molekül içinde düşünülmez. Ancak birçok molekül bir arada olduğu zaman basınç doğar ve moleküllerin basınç toplamı değildir. İnsanlarda da oluşan müesseseler vardır.

Kur’an’ın bu beyanına göre topluluğun meşieti kişilerin meşietini oluşturmamalıdır. Yani merkez düşünecek, merkez isteyecek ve halk da onu yapacak değil, tam tersine halk kendi özgürlüğü içinde istediğini yapacak. Onların serbest dağılımı veya vektörel birleşmesi topluluğun meşietini oluşturacaktır.

Yani merkezi tekel yerine, yerinden halk yönetimi söz konusudur.

وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ

Va MaN ŞAvEa Fa eLYaKFuR (Va MaN FaGaLa FaL YaFGaL)

“Ve kim meşiet ederse küfretsin”

“Ev Yekfür” denmemiş de “Men Şae Felyekfür” denmiş.

İman etmiş olanların artık küfretme özgürlüğü yoktur. İnsan iman eder veya etmez. Müslim olduktan sonra artık küfre dönmez. Mümin olduktan sonra da müslimliğe dönmez, ancak o ülkeyi terk edebilir. Bu sebeple “kim meşiet ederse küfretsin” diyor.

İnsanlar dört gruba ayrılmışlardır.

1) Müşrikler. Bunlar hak kavramını kabul etmezler. Kim güçlü ise haklı odur derler. Bunlar yargıya teslim olmazlar.

2) Kâfirler. Bunlar yargı kararlarını kabul eder, aramızda barış içinde yaşarlar. Ne var ki bunlar savunmaya malen de bedenen de katılmazlar. Eman nimetinden yararlanırlar ama külfetine iştirak etmezler. Düzende zorlama olmasın diye biz kâfirlerle yaşamayı kabul ederiz. Ama müşriklerle bir arada olmayı kabul etmeyiz. Belki onlarla komşuluk kurarız.

3) Müslimler üçüncü grubu oluştururlar. Bunlar savunmaya yani güvenliğe malen katılırlar, bedenen katılmazlar. Cizye denilen askerlik bedelini verirler.

4) Müminler. Bunlar askerlik yapıp bedenen savunmaya katılanlardır. Mümin olmak için Müslim olmak şarttır. Dolayısıyla her Mümin aynı zamanda Müslim’dir ama her Müslim Mümin değildir.

Bunun dışında Arapçada kelimelerde müştereklik vardır. Bazı kelimelerin dar manası ve geniş manası olur. Dar manasında geniş mananın bir bölümü anlaşılır, geniş manada da dar manasının yanında onun benzeri olan da anlaşılır.

Mümin ve Müslim’i tanımladık. Müslim bedelli, Mümin ise nöbetlidir. Bunlardan biri her ikisini içine alan bir manayı da taşır. Bu hususta her çift kelime için biri kullanılır. Kur’an “Müslim” kelimesini değil de “Mümin” kelimesini müşterek olarak kullanmaktadır. Halk ise tersine Müslim deyince Mümin ve Müslim olarak ortak anlamda kullanır.

Karine olmadığı zaman mümin, müslimi ve mümini içerir, karine olduğu zaman yalnız müminler kastedilir. Örnek olarak “Ya Eyyühellezîne Âmenû” dendiği zaman müslimlerin dışında yalnız müminler kastedilir. Müminler için namaz mevkuten farz dendiği zaman her ikisi anlaşılır. Burada kullanılan “mümin” kelimesi “kâfir” karşılığı kullanıldığı ve başka da karine olmadığı için Müslimleri de içine alır.

Semtler oluşacak. Bucaklar oluşacak. Buraya o semtin düzeni ve yetkililerini kabul edenler gelecek ama kimse semte gelmesi için zorlanmayacak, kimse de bucaktan kovulmayacak.

كفر” kelimesi 525 defa, “كمل” kelimesi 5 defa geçmektedir; 530=2*5*53

“Hufre” çukur demektir. “Hafera” çukurun dışarı atılmış toprağı demektir. “Kefera” ise tohumu örten toprağın adıdır. “Kâfir” çiftçi demektir. Sonraları bu kelime gerçekleri ve hakikatleri kapatan, gizleyen anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Tohumun sonradan yeşermesi gibi hakikatin de bir gün yeşereceğini bu kelime içermektedir.

Yüz lojmanlı işyeri apartmanı yapıyoruz. Bina beş dönüm üzerinde yerleşiyor. Etrafı beton duvarla çevrilidir. Üstünde tel örgü vardır. Tel örgünün demirleri yalıtılmıştır. Tırmanan olursa yüksek gerilim şoku verirsiniz, tırmanan orada kalır. Havadan gelecek saldırılara karşı helikopteri düşürecek savunma topları konmuştur. İlerde lazerli eritme araçları geliştirilecektir. Altta yani en alt bodrumda sığınaklar vardır, mutfak ve tuvaletleri mevcuttur, günlerce kalınabilir. İşte bu evlere isteyen taşınır, isteyen taşınmaz. Zorlama yoktur. Bunlar Nuh’un Gemisi misalidir. Bunlar Ashabı Kehf’in kehfi misalidir.

إِنَّا أَعْتَدْنَا

EinNAv EaGTaDNAv (EinNAv EaFGaLNAv)

“Biz i’tad ettik”

عتد” çanta demektir, cüzdan demektir. “Adede” kelimesi ile akrabadır. Bir şeyi hazırlamak demektir. Çehiz hazırlama manasına da gelir.

“G” etkiyi, “T” sen muhatabını, “D” daireyi, çerçeveyi ifade eder.

“İnna” innena anlamındadır. “Nahnu” “ene ene” demektir. Yani “ben ben” demektir. Benden “b” düşmüş “en” olmuştur. “İnne” tahkik harfidir.

Biz ancak zaman içinde düşünebiliriz. Zaman ve mekân dışına çıktığımızda düşünemeyiz.

Allah zaman ve mekân dışındadır, ancak bize görünüşü zaman ve mekân içidir. Allah ezelde rablığının gereği bir varlık yaratmalıydı. Dört bilinçli varlık meşiet etti; insan, melek, cin ve ruh. Bunların varlık âleminde yer alması için bir kâinat tasarladı. Bu kâinat beş boyutlu uzaydı. İnsanlar önce dünyaya gelecek, burada eğitilecek ve uygarlık belli seviyeye ulaşınca eğitme devri sona erip ebedi âlem başlayacak.

Dünyada insanlar ikiye ayrıldı; yapıcılar ve yıkıcılar. Yıkıcılar yapmayı bilmedikleri için ahiretteki cennet hayatına uyumlu değildirler. Allah her ikisi için öldükten sonra kalacakları ve yaşayacakları yerleri hazırlamıştır. Beş boyutlu uzay içinde varlıklardır.

Bu ayet bu iki grubu anlatıyor.

Evet, bu dünyada iki gurup var ama bunların bir de ahireti var.

لِلظَّالِمِينَ

Li eLJAvLiMIyNa (Li eLFaGıLIyNa)

“Zalimler için”

“Ve “Men Şae Felyekfür” dedikten sonra, burada “Onlar için” demeyip “Zalimler için” demekte ve cehennemden bahsetmektedir.

Neden zamirle değil de vasıfla onları zikretti?

Sıfatları ya takyidi sıfat veya tavsifi olur. ‘Bana yazan bir kalem al’ derseniz, burada tavsifidir. Çünkü zaten bütün kalemler yazmaktadır. ‘Bana kurşun kalem al’ derseniz, burada da sıfat takyididir. Bu özellikteki kalemi al demiş olursunuz.

Buradaki zalimler sıfatı tavsifi ise bütün kâfirler zalimlerdir anlamı çıkar ki, o zaman da zalim olmayan kâfir değildir. Eğer takyidi ise bütün kâfirler değil de yalnız zalim kâfirler cehenneme gideceklerdir. Hatta kâfir olmayıp da zalim olanlar da cehennemliktir.

Yani cennete ve cehenneme gidecekler imanlarından dolayı veya küfürlerinden dolayı değil de, zalim olup olmadıklarına bakılarak gideceklerdir.

نَارًا  

NAvRan (FaGaLan)

“Nârı”

Allah ateşi hazırladı.

Kâinat elektron ve pozitron olarak iki parçacıktan oluşur. Bunlardan sekiz yüzlüde birer çift ve bir de merkezde olmak üzere 17 parçacıktan oluşan ilk basit olmayan parça elde edilir. Bunlardan altısı birleşerek 102 parçacıktan oluşan bir üst parça, onların altısı atomun üç ana parçasını oluşturur. Üç 612 parça ile bir pozitron proton denen hidrojen atomunu meydana getirir. 1837 parçacığın etrafında bir elektron dolanır. Hidrojen atomunu oluşturur. Hidrojen atomları birleşerek nazari olarak 118 atom çeşidini üretirler. Bunların birleşmesi ile cisimler oluşur.

Müsbet çekirdekli atomlar ile menfi çekirdekli atomlar birbirlerini çeker ve iterler. Ana kural şudur. Birbirini çeken atomlar önce çekerler, çok yaklaşınca da iterler. Bu atomların yarım yüklü olmalarıdır. Mekân atomiktir. (L+1/2)*uv veya (L-1/2) *uv mesafede olurlar. (L: orbital açısal momentum kuantum numarası)

Bunun anlamı şudur.

Uzaklık 1, 2, 3, 4, 5 şeklinde değil, 0.5,  1.5,  2.5,  3.5,  4.5 şeklindedir.

İnsanlar ve ruhlar molekül yapıdadırlar. Cin ve melekler atom yapıdadırlar. Yapı projeleri tamamen aynıdır. Yani güneşte de dünyada olduğu gibi canlılar vardır. Ağaçlar, ırmaklar, yeşillikler vardır ama bunların yapısı molekül değil de atom yapısındadır.

Cennet ile cehennem arasındaki fark da böyledir. Cennet bizim bu dünya gibi molekül yapıdadır. Cehennem ise cinlerde olduğu gibi atom yapıdadır.

“Nâr” ve “Nur” kelimelerinde “A” ve “U” harfleri yer alır. “A” harfi faili temsil eder. U V harfleri olduğu gibi fail ve mefulleri temsil ederler.

“Nâr” etkin demektir. “Nur” hem etkin hem etkendir. Vardığı cisimden etkilenir. Girdiği göze de etki eder. Bir molekülü elektronuna çarptığı zaman onu etkiler. Ama elektronun yer değiştirmesinden de etkilenir.

“R” tekrarı, “N” ise farklılığı ifade eder.

Işık nur değildir, ziyadır. Nur insan zihninde oluşan şeydir. Renklerdir. Doğada renk yoktur. Doğada elektromanyetik dalga vardır. Biz onun ancak küçük bir bölümünü görürüz ve renkler olarak görürüz. İnsan ruhu olmazsa doğada renk yoktur. Nasıl insan olmadan kelimelerin kavramları yoksa insan olmadan da ışığın rengi yoktur.

Yeryüzünde nâr iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Biri kimyasal olay sonunda ortaya çıkar. Yanan kömürün sıcaklığı yükselir. Biz onu ateş olarak görürüz. Aslında ateş diye bir şey yoktur. Sıcaklığın bir görüntüsüdür. Cehennemi ateş olarak tasvir etmesi atomik yapıyı ifade etmesinden ileri gelmiştir. “Beni nârdan onu tînden yarattın” ifadesindeki “tîn” ve “nâr” atomik yapıları ile moleküler yapıyı ifade eder.

أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا  

EaXAvOa BiHiM SuRADiQuHAv

“Onun suradıqı onu ihata etmiş”

Buradaki “Ha” zamiri ateşe gitmektedir.

“Suradıq” kelimesi Kur’an’da bir defa geçmektedir. “SDQ” kökü olarak düşünürsek, ikileştiren kelime “سُدًى”dır. “Q” “Y”ye dönüşmüştür. Ateşin suradıkı nedir? “S” harfi diziyi ifade eder. “Q” harfi gücü ifade eder. “D” harfi daireyi, çevreyi ifade eder. “R” harfi de tekrarı ifade eder. Şimdi nârın suradıkı nedir?

Yüksek sıcaklıkta elektronlar atomların etrafında olmazlar, ortalıkta serbestçe dolaşırlar. Cismin yapısı elektron arasındaki çekimle değil de atomlar arasındaki çekim sağlar. Ne var ki elektronlar olmasa çekirdekler varlıklarını sürdüremezler.

Buradaki “suradık” atomların çevresindeki elektronlar gurubudur.

“Him” zamiri cehenneme gidenlere aittir. Atomların yerine kendileri zikr edilmiştir. “Ahmet’i ziyaret ettim” dediğiniz zaman aslında Ahmet’in evini ziyaret ettim demiş olursunuz.

حوط” çeper demektir. “X” hareketi, “V” birliği, “O” uyumluluğu ifade eder. Birbirine karışmaması için iki şey arasına konan engeldir.

Buradaki “Bi” imandaki “Bi” gibidir. İfal babından olan zaten müteaddidir. “EhataHüm” denmesi yeterlidir. Nârın suradıkı onları ihata eder hale getirilmektedir. Elektronların çekirdekleri ile olan ilişkisine işaret etmektedir. Çekirdeğin çevresindeki elektronları değil de o elektronların bulunduğu alanı ifade etmektedir. Moleküllerdeki yörünge alanlarını ifade etmektedir.

Atomun etrafında yedi sema vardır. Semanın içinde fulkler vardır. Fulklerin üzerinde tarıklar vardır. Her tarıkta iki konak vardır. Atomun bu çevre yapısına suradık denmektedir. Çevresi onları ihata etmiştir. Ona göre yapıları oluşturulmuştur.

وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا

Va EiN YaSTaĞIyÇUv (Va EiN YaSTaFGıLUv)

“Ve istigsa ederlerse”

غيث” 9 defa, “عثي” 5 defa geçmektedir; 14=2*7 eder.

“Ğays” yağmur suyu ile yetişen bitki demektir. Yağmur istemek, su istemek anlamına gelir. Cennette bahçeler vardır. O halde sulama da vardır.

Cehennemdeki bahçelerin durumu nedir? Onlar nasıl sulanırlar? Güneşteki suyun görevi nedir? Mesela suyun eritme özelliği orada nasıl olur?

Bu ayetler bize bunları anlatmaktadır. Aynı zamanda atom fiziğini anlatmaktadır. Güneşte özümleme olduğunu biliyoruz. Gelen ışığın tahlilinden öğreniyoruz. Atom ağırlıkları farklı olanlar arasındaki değişmelerle gerçekleşmektedir. C12 C14 olmakta, tekrar karbon 12’ye dönmektedir. Aynı şekilde oksijen ve hidrojenle birleşerek su yapmaktadır. Onların suyu atom ağırlıklarının değişmesi ile oluşmaktadır.

“Ğ” değişmeyi tagayyürü, “Y” kolaylığı, “Ç” de serbest dağılımı ifade eder.

Yağmur olayı bu özellikleri taşımaktadır. Başındaki “ST” harfleri silmeyi, “T” de muhatabı veya varlığı esas alır, değişmeyi ifade eder.

“İz” değil de “İn” gelmiştir. Demek ki “istigsa” olağan bir şey değildir. Sıkıntıda bulananların istedikleri bir değişmedir.

يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ

YuĞAvÇuv Bi MAvEin Ka eLMuHLi (YuFGaLUv Bi BiFaGıLin Ka eLFuGLi)

“Muhl gibi bir mâ ile ğays olunurlar”

Buradaki gays igasenin meçhulü olabilir. Türkçede de sulanmanın ayrı iki manasını alır. “Tarla sulandı” dediğiniz zaman bir başkası onu sulamış olur ama “yemek sulandı” derseniz yemek kendi kendine bozulmuş olur. “Su verilmez” denmiyor. Su verilir ama başka çeşit su verilir deniyor. Çünkü cehennemdeki sular molekül yapıya değil atom yapısına sahiptirler.

مَاءٍ” kelimesinin kökü “موه”dir, çoğulu “miyah” gelir.

“MVH” 63 defa, “BVE” 17 defa geçmektedir; 80=2*2*2*2*5

“M” maddeyi, cismi ifade eder. “V” birliği (eriticiliği) ifade eder. “H” zaittir.

Sıvı Arapçada “mayi'” şeklinde söylenir. Kur’an’da geçmez. Kur’an’da “Mâ’” kelimesi aynı zamanda mayi anlamındadır. Plazmayı ifade eder.

Kâinat patlamadan önce atomlardan değil bir tek çekirdekten ibarettir. Bir ceviz büyüklüğünde idi. Patlaması demek parçacıklara dönüşmesi demektir.

“K” harfi “Kâne”nin kısaltılmasıdır. Benzerliği içerir.

“Muhl” üzeri küllenmiş kordur. Kömür yanmaz ateşi de sönmez. Mühlet vermek, ara vermektir.

“Muhl” plazma olabilir, plazma benzeri bir su. Bu hususta henüz denemeler yapılmamıştır. Yani atomların organik kimyası üzerinde henüz çalışma başlamamıştır. Gelecekte “çekirdek kimyası” diye bir ilim oluşabilir. C14’ün devreye girdiği ve çekirdek ilişkisi ile doğan bir yapı.

Cehennem hayatı anlatılırken aynı zamanda atomik yapı anlatılmış olmaktadır. Orada da burada olan her şey vardır. Nazari olarak 118 element mevcuttur.102’inci elementten sonrakiler çok kısa ömürlüdür. Bazıları da henüz bulunamamıştır. Bunların birleşmesinden cisimler oluşur. Moleküler dünyadaki tüm cisimler orada da vardır. Ancak onlar arasındaki kurallar değişiktir. Su tortu şeklindedir.

يَشْوِي الْوُجُوهَ

YaŞVi eLVuCUvHa (YaFGaLu eLFuGUvLa)

“Vücuhu şavy eder”

Türkçede “pişirme, kızartma, haşlama” gibi kelimeler kullanılır. Arapçada “sakv etmek” ve “şavy etmek” kelimeleri vardır. Suda pişirme “شوي”dir, ateşte veya güneşte kızartma “sakv”dir.

“Yüzleri yakar” denmektedir.

Suyun en büyük özelliği yüzün kirliliğini gidermekte ve serinletmektedir. Orada ise fonksiyonu farklı olmalıdır ki “vücuhu şavy eder” denmektedir. Suyun derimize etkisi ile atomik suyun deriye etkisi farklıdır.

“VCH” yüz demektir. “V” birleştiricidir. Görünmeyene işaret eder. İnsan yüzü insanın ruhunu gösteren organdır. Baktığınız zaman kişiyi hemen tanırsınız. Bakışma anlaşma aracıdır. “C” harfi toplayıcılığı ifade eder. İnsanlar bakışarak cemaat olurlar. İnsanlar bakışsınlar diye dik yaratılmışlardır.

بِئْسَ الشَّرَابُ

BiESa elŞaRABu (FıGLa eLFaGAvLu)

“Şarab bi’sedir”

“Besese” dağınık taşlardır. İnsan ya kuralsız vasat içinde olur yahut kurallı vasat vardır ama sis kaplamıştır, onu görmemektedir. Sis kaplamışsa zulumat olur ve zulme uğrarsın.

Bi’se bozan kuralların olması anlamındadır. “E” sesinin menfilik manası vardır. Geçit yerleri yok. Karalar ile geçit yerleri arası birbirinden ayrılmış demektir. Çözümler geçersizdir.

Bugünkü kapitalizm, sosyalizm, hele karma tamamen bir bi’sedir.

Demek ki cehennemde su var.

“ŞRB” 39 defa, “SRM” 3 defa geçmektedir; 42=2*3*7

“Şerb” ağıza alınıp yutulan sudur. Yutma anlamındadır.

“Ş” akışkanlığı, “R” tekrarı, “B” de geçidi ifade eder.

وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29)

Va SAvEaT MüRTaFaQa (Va FaGaLaT MüFTaGaLa)

“Ve mürtefak olarak sevet etti.”

“SVE” 167 defa, “SVY” 83 defa geçer 250=2*5*5*5

بءس” ile “سوء” karşılaştırılır. Önce “E” ve “S” ikisinde de ortaktır, “V” ile “B” farklıdır. Birleştirici “B” ise geçiş anlamındadır. İkisinde de birleştiricilik vardır. İkisi de sert harftir. Fark, birinin sürekli diğerinin süreksiz olmasıdır. Şerab Bi’sedir, Sev’et ise süreklidir. “Bi’se” dağınıklığı ifade eder. “Sev’et” ise karaltıyı ifade eder. Biri çevrenin kötülüğünü, diğeri ise çevreye uyumsuzluklarını taşır. Bi’se çevrenin kötülüğünü, Sev’et ise kişinin çevre ile olan uyumsuzluğunu ifade etmektedir. Zulumat ise çevre ile kişi arasındaki engeldir.

“Mirfak” dirsek demektir. Tek başına yapılan bir işi birlikte yapanlara refik denir.

“RFK” kelimesi 5 defa, “Nafaka” kelimesi ise 111 defa geçmektedir; 116=2*2*29

İnsanlar kavga ederek de birlikte yaşarlar. Denge çıkar çatışması üzerine kurulmuştur. Mesela faiz böyledir. Bir çevrede arz edilen mal kadar kağıt para vardır. Mala sahip olanların bir işine yaramamaktadır. Parası olanların cebindeki para da bir işe yaramamaktadır. Ama para bir malı herkesin yapar. Böylece düzen oluşur. Üretim artmadan para artmaz, enflasyon olur. Oysa mallar arttığı zaman ona karşı para çıkarabilirsin, bir şey değişmez. Çıkar çatışmasına dayanan bir düzen vardır. Herkes kavga içindedir.

 

YORUM

Hak Rabdandır. İsteyen kabul eder, isteyen etmez, dünyada zorlama yoktur.

Bu hükmü koyduktan sonra kötülük yapanlarla iyilik yapanların aynı tutulmayacağını belirtmek için ahiret hayatını anlatmaya başladı.

Mukadder soru kötülerin kötülüklerinin kendilerine kâr mı kalacağı şeklinde olduğu için önce cehennemlikleri anlattı. İnsanlar cehennemde suçlarının cezasını çekeceklerdir. Ondan sonra ya cehennem onlar için bi’se olmayacak ya da oradan çıkacaklardır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve söyle: Gerçek Yetiştiricinizdendir.  Dileyen inansın, dileyen kapatsın. Biz ezenlere ateşi ayarladık. Sıkıntısı onları çevirir. Susarlarsa tortu gibi su verilir. Yüzleri haşlar. Kötü içecek, çirkin arkadaşlık.”

 

Kur’an Arapçası ile:

“Ve kavl et: Hak Rabbinizdendir. Meşiet eden iman etsin, meşiet eden küfretsin.  Biz zalimlere nârı i’dad ettik. Suradıkı onları ihata eder. İstigsa ederlerse, muhl gibi ile igase edilirler. Vecihleri şevy eder. Şarabı bi’sedir. Murtafakan de saettir.”

Va QuL elXaqQu MiN RabBiKuM Fa MaN ŞAvEa Fa eLYuEMiN Va MaN ŞAvEa eLYaKFuR EinNAv EaGTaDNAv Li elJALıMIyNa NAvRan EaXAvOa BiHiM SuRAvDiQuHAv Va EiN YaSTaĞıySUv YuĞAvSu Bi MAvEin Ka eL MuHLiy YaŞVi eLVuCUvHa BiESa elŞaRABu Va SAvEaT MurTaFaQan

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29)

 

***

 

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا

EiNa elLaÜIyNa EAvMaNUv (EinNa elLaÜIyNa EFGaLUv)

“İman etmiş olan kimseler”

“EnNa” “Kevn”den dönüşmüştür. Tahkik harfidir. Muhataplar aksini düşünüyor veya biliyorlarsa onlara açıklamadır. Bilginiz, düşündüğünüz yanlıştır.

Bu yanlış anlama nedir?

Cehennemin asıl, cennetin tali olduğu şeklindeki bir anlayıştır.

Öyle değildir, onların hakları asla zayi olmayacaktır.

“elLaÜIyNa” yalnız bilinçli topluluklar için kullanılır. Kural “Ellezîne”de gelmesi gerekirken gelmemektedir. Fail veya mübteda da olsa “Ellezîne” gelmektedir. Sonra “Ellezîne”den “Nun” hiçbir zaman düşmez. Kendisinden sonra fiil gelir. Cümle sıla cümlesi olur veya bağımsız cümle olur. Fiil de fail de belli ise “Ellezîne” gelir.

“Ellezî Âmene” denmemiş de “Ellezîne Âmenû” denmiş. Yani topluluk iman edecek ve topluluk ameli salih işleyecek. Kişilerin ameli salihindan değil de bir topluluğun ameli salihinden söz etmektedir. Yani topluluğun düzeninden bahsetmektedir, topluluğun güveninden bahsetmektedir. Dayanışma ortaklıklarını kuran topluluktan söz etmektedir. İman etmiş olan kimseler bunlardır yani bu topluluğu kuranlardır.

وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  

Va GaMiLuv elöÖAvLiXAvTi (Va FaGaLu eLFAvGıLAvTi)

“Ve salihatı amel etmiş olanlar”

“Ve” harfi birleştirici harftir. Tek başına iman, tek başına amel değil, ikisi birden olacak. Üretim olacak ama adil bölüşüm de olacak. Düzen olacak ama güvenlik de olacak. Ekonomik düzen yeterli değildir, sosyal düzen de olacaktır. “Ve” harfinin hükmü budur.

“GML” kökü inşaat ustasıdır, başkasına iş yapmadır. “Fiil” her türlü harekettir. “Amel” ise işbölümü içinde salihat olarak yapılan iştir.

“G” etkiyi, “M” maddeyi, “L” belirliliği ifade eder.

صرح” “Sarh” köşk, “سلح” silah demektir. Bugün bu kelimenin aldığı mana uygunluk anlamındadır. Bir somun cıvataya geçiyorsa o somun o cıvataya salihtir, uygundur deriz. Burada uygun olan işleri yapmak anlamına gelmektedir. Dişi çoğul kullanılmıştır. Bu çoğul sayıca çoğulu değil de sistematik çoğulu ifade eder. Topluluklarda herkes ayrı ayrı işler yapar, sonunda o işler birbirini tamamlar ve bir bütün olur. Kişiler kendi hür iradeleri ile iş yapacaklar, kendi çıkarlarını düşünecekler, bunun yanında başkalarının da çıkarlarını ve onlarla uygunluğunu da hesaba katacaklar. Böyle amele “salih amel” denmektedir. Ancak dayanışma ve işbölümü esasına dayanan çalışmaları yapan topluluklar çöküntüden kurtulmuş olur. Böylece topluluğun temel iki unsuru ifade edilmiş oluyor.

“İnne”nin ismi gelmiş, haberi ise hazf olmuştur. Yerine genel kural söylenmiştir. “Hasan’ın ders notları nasıl?” sözüne karşı “o daima birincidir” derseniz, notları iyidir anlamındadır. Bu dilde kuraldır. Allah bu şekilde ifade etmektedir.

“Allah” demeyip “biz” demektedir. Yani zalimlerle ahseni amel edenleri bir tutmayacağını ifade etmektedir. Ameli salih olanların dünyalarını mamur ederiz. Düzenleri iyi olan topluluğu refaha ve saadete kavuştururuz.

Bunun dışında topluluğun içindeki fertleri de daima yaptıkları amellerinden dolayı ücretlendiririz.

إِنَّا لَا نُضِيعُ

EinNAv LAv NuWIyGu (EnNAv LAv NaFGaLu)

“Biz zayi etmeyiz”

Artık maldır. Fazla yemek da zayidir, işe yaramaz, atılır. “Zayi olmak” demek ürünü kullanmayıp çöpe atma demektir. Kişi malı üretir ama satamazsa o malı zayi etmiş olur.

“W(Dat)” “Dar” anlamındadır. “Y” Kolaylık demektir. “G” de etkidir. 

Allah salih ameli zayi etmez. Öyle bir mekanizma kullanmalıyız ki herkes iş bulmalıdır. Ben çalışacağım ama iş yok dememelidir. Öyle bir düzen kurmalıyız ki, ben malı ürettim ama satamıyorum dememelidir.

“Adil Düzen”de bu nasıl sağlanır?

Herkese çalışma kredisini veriyoruz. İstediği işverenin yanında çalışıyor, ücretini ödüyor inşaata şarj ediyoruz. Malzeme kredisini de veriyoruz. Böylece sermaye yok, iş yapamıyorum diyemiyor. Emeğin kendisi sermayedir. Diğer taraftan ortak ambarımız var. Herkes ürününü oraya koyuyor. Ona belge veriyoruz. Onu istediği zaman satıyor. Belgenin değeri düşük oluyor, kimse üretmiyor. Tüketen çoğalıyor. Böylece denge oluşuyor.

Hong Kong ekolünün bu dengeyi kuran bir mekanizması yoktur. Kapitalistlerde mallar satılmıyor zayi oluyor. Sosyalistlerde emek boş işlerde çalıştırılıyor zayi oluyor.

أَجْرَ

EaCRa (FaGLa)

“Ecrini”

“Ecr” kerpiç demektir.

Faizin Hazreti Peygamber tarafından yapılan tarifi şöyledir: Zararın olduğu kazanç faizdir. İkisi kazanıyorsa kârdır, helaldir. Biri kazanıyor diğeri zarar ediyorsa faizdir.

Dört çeşit faiz vardır: a) Belirlenmiş zamanla artan kâr, b) Belirlenmiş zamanla ödenen ücret, c) Belirlenmiş zamanla belirlenmiş kira, d) Belirlenmiş zamanla belirlenmiş vergi.

Bu sebepledir ki zamanla ödenen işçilik de faizdir. Bunun inşaattaki uygulaması biraz farklıdır. Kişi inşaatta çalışmışsa, inşaata ortak olur. Yalnız kendi inşaatına değil, ülkedeki tüm inşaatlara ortak olur. Ona çalıştığı saatleri nisbetinde pay verilir yahut götürü bedel ödenir. Bunun için her ülke yapı bonosunu çıkarır. Tüm yapılar bu bono ile satılır. İnşaat işçisine ödenen paya ücret denir.

مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا (30)

MaN EXSaNa GaMaLan (MaN EaFGaLa FaGaLan)

“Amelen ahsen olanın”

“Men” “Ellezîne”nin benzeridir. “Ellezîne”de hem fiil hem fail veya meful bellidir. “Men”de fiil bellidir fail belli değildir, geneldir. Ayetin haberi olan mahzuf cümlede toplulukların dünyada verilen nimetlerinden bahsetti. Dünyada mükâfat ve ceza kişilere ayrı ayrı değil birlikte olur. Oysa ahirette herkes kendi yaptıklarının karşılığını bulur. Bu beyanıyla da kişilerin durumlarını anlatmış olmaktadır.

حسن” “Hüsn”: Sıra dağların yan yana olan iki büyük dağın en büyüğüne “hasen”, ikincisine ise “hüseyn” denir. Sonraları iyilik, güzellik anlamı kazanmıştır.

“X” hareketi, “S” diziyi, “N” de farklılığı ifade eder. Dağlar içinde farklı olan.

عمل” toprak işçiliğidir. Topluluk için yapılan iştir. Mübadele amacı ile yapılan işler ameldir. “Sa’y” ise ameli de içine alan bir şeyi elde etmek için yapılan fiildir. Fiil tüm iradeli hareketi içerir.

“Amelen” burada temyizdir. “Ehsene” ismi tafdilin eril olanıdır. “Ehsene” fiil değil ismi tafdildir.  “Minhum” mahzuftur. Yani işe göre ücret ilkesi vardır. Farklı iş yapana farklı ücret verilir. Kapitalistlerde ve sosyalistlerde asıl olan eşit ücrettir. Asgari ücretin manası budur. Oysa Kur’an şeriatında eşit ücret değil, adil ücret geçerlidir.

Herkese yaptığı kadar ücret verilir. Sosyal güvenlik işletmeye değil kamuya aittir. İşletmeden pay alınır, işveren veya işçiler bir şey ödemezler.

 

YORUM:

Küfredenlerin durumunu anlattıktan sonra iman edenlerin durumunu anlatmaktadır. Beyanın akışına göre önce küfredenler anlatılmalı idi. İmanın asıl olduğunu anlatmak için de iman edenleri iki ayette anlattı. Toplulukların bu dünyada karşılığını alacaklarını, ayrıca kişilerin de ahirette ücretlerini alacaklarını ifade ettiği gibi düzen için de adil ücreti de belirtmiş oldu.

 

Öz Türkçe ile:

“İnanmış ve uyarlı işler yapanlar. Biz işi iyi olanın karşılığını yitirmeyiz.”

 

Kur’an Arapçası ile:

“İman etmiş ve salihatı amel etmiş olan kimseler. Biz ameli ahsen edenin ecrini zayi etmeyiz.”

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا (30)

 

***

 

 

وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا

بِئْسَ الشَّرَابُ

يَشْوِي الْوُجُوهَ وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ  كَالْمُهْلِ أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا

نَارًا

إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ

وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا

نِعْمَ الثَّوَابُ

وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَق مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ

يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ

تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ

جَنَّاتُ عَدْنٍ

أُولَئِكَ لَهُمْ

 

 

 

 

 

 

 

Karşılaştırma:

Küfredenler için zalimlere biz hazırladık dediği halde, iman edenler için onların vardır denmektedir. Böylece müminlerin istihkaklarının kendi yaptıkları karşılığı olduğunu ifade etmektedir. Allah insanı yarattı ve ekremi mahlûkat yaptı. Çünkü insan kendi emeği ile mertebeler elde etmektedir.

İman edenleri ayrı ayetle tanıttığı halde küfredenleri sadece zalimler için kelimesi ile beyan etmiştir. Onların cezaları zulümleri sebebiyledir. Diğer insanların haklarına saldırdıkları sebebiyledir.

Küfredenlere nâr denmiş, iman etmiş olanlar için adn cenneti denmiştir. Cenneti kurallı dişi çoğulla getirmiştir. Adn cenneti demek yaz kış meyve veren bahçe demektir.

Cehennem oradakileri çevirmiş hapsetmiştir. Oysa cennettekilerin altında sular akmakta, cennete onlar hâkimdir. Onların durgun yosunlu suları vardır, cennettekilerin ise akar suları vardır. Cehennemin kötü sularından bahsetmektedir. Cennettekilerin sadece akar suları olduğunu söylemektedir.

Cennettekilere beslenmeleri dışında üç nimetten söz etmektedir; a) giyim, b) mefruşat, c) altından eşyalar söz etmektedir.

Şarabın be’sinden sevabın ni’mesinden söz etmektedir.

Sonunda çıkar paralelliği ve çıkar çatışması ile karşılaştırmayı tamamlamaktadır.  

Her iki ayette yalnız sulardan bahsedip diğer yiyeceklerden bahsetmemektedir. Onları suların içine dâhil etmektedir.

Burada üstünde duracağımız esas nokta şudur. Diğer üç tanesi insanların ihtiyacıdır. Ancak altın bileziğe neden gerek vardır? Ahirette de bunların olacağı bildirilmiştir. İnsanlar çalışırlar ve ücretlerini kendileri tüketmezler. Satarlar. Bunun için paraya ihtiyaçları vardır. Yalnız insanların vardır.

Paranın dört fonksiyonu vardır:

a) Değerlendirme ölçüsüdür. Kişi kendisi için yararlı olanı tespit eder. Piyasa ise bunu arz ve talep kanunları ile tespit eder.

b) Borçlanma aracıdır, aldığını mislen iade eder. Ayrıca başka bir şeyi de ona borç verir. Buna borçlanma veya kredileme değeri diyoruz. Para bunu ölçer.

c) Değiştirme aracıdır, değiştirme vasıtaları söz konusudur.

d) Bir de biriktirme aracıdır. Biriktirme de dört şekilde oluşur: a) Depolayarak, b) borç vererek, c) mesken veya işyeri yaparak, d) altın ve gümüş gibi kıymetli taşları alarak.

İşte, Allah insanlar birikim yapsınlar diye altını, gümüşü, yakutu, inciyi insanlara sevdirmiştir. Böylece onları paranın dayanağı yapmıştır. Ahirette de bu fonksiyonu görecektir. Demek ki ahirette de para vardır, mübadele vardır, işbölümü vardır, fiyatlar ve ücretler vardır.

Bunun dışında elbise söz konusudur. Kıyafet insanların topluluktaki durumunu gösterir. Zor elde edilen giyecekler ahirette de söz konusu olacak, insanlar dünyada ve orada kazandığı derecelere göre pahalı elbiseler giyeceklerdir. Yine insanların sosyal seviyelerini gösteren ev eşyasıdır. Mobilyadır, mefruşattır.

Demek ki ahirette de sosyal seviyeyi gösteren köşk hayatı olacaktır. Bu ayet ahiretteki hayatı bize yakından tanıtmaktadır. Orada da çalışma vardır. Orada hayırda yarış vardır. Orada da hayatın zevki vardır. Orada hastalık yok, orada ağrı yok, orada açlık yok.

Bizim dünya hayatımız da böyle olmalıdır. Yaşamak için çalışmak zorunda olmamalıdır. Herkes yeryüzündeki payın kirasından yaşayabilmelidir. Ama çalışanlar da çalıştığının karşılığını almalıdırlar. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” bunları düzenlemeye çalışmaktadır. Semt kooperatifleri bu düzeni kuracaklardır.

أُولَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ

EuLAEiKa LaHuM CanNAvTu GaDNın (EuLAEiKa LaHuM FaGLAvtTiN FaGLın)

“Adn cennetleri onlarındır”

Buradaki “Ülâike” iman edip ameli saih işleyenlerdir.

جنن” 201 defa, “جرر” 1 defa, “جلل” 2 defa geçmektedir; 204=2*2*3*17

جنن” ağaçlı bahçedir. İçindekiler görünmezler. Cehennem karşılığı cennet kullanılmıştır. “Cennat” kurallı çoğuldur. Demek ki bunlar değişik cennetlerde olacaklardır. Mertebeleri yükselenler daha ileri cennete alınacaklardır. Birbirlerine gidip geldikleri gibi birbirleri ile alışveriş de yapacaklardır.

Biz de semtleri böyle oluşturuyoruz. Halkın oturduğu semtler. İlköğrenimini yapmışların oturduğu semtler. Orta tahsilini yapanların oturduğu semtler. Yüksek ve kariyer yapmış olanların semtleri. Semtler işyerlerine göre oluşacağı için ister yüz lojmanlı apartmanlar bunu yapacaktır. Bir katta en yüksek mertebedeler. Diğer katlarda ise ikinci mertebede olanlar oturur. 6 kat üçüncü mertebede oturanlarındır. 3 kat ikinci mertebede oturanlarındır. Bir kat da birinci mertebede olanlarındır.

“GDN” yaz-kış meyve veren demektir.

Cennetteki ağaçların hepsinde her zaman meyve vardır. Bizim yapacağımız seralarda bu sağlanacaktır. Henüz teknoloji tam bulunmamıştır ancak ileride bulunacaktır. Kiraz meyveyi dört ay içinde vermektedir. O halde yılda üç mahsul almalıyız. Bazı bitkiler vardır ki değişik yerlerde değişik büyüklükte meyve olur. Yediveren limonlar böyledir. Genetik bulgularla bu sağlanabilir. O zaman her zaman olgunlaşmış meyve bulunacaktır.  

“GDN” 11 defa geçmektedir, “GDV” kökü 105 defa geçmektedir; 116=2*2*29 

“G” etkidir. “D” çevredir. “N” belirsizliktir.

تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ  

TaCRIy MiN TaXTiHiMu eLEaNHARu (TaCRIy MiN TaXTiHiMu eLEaNHARu)

“Tahtlarından enhar cereyan eder”

جري” cariye yelkenli sandal demektir.

Suyun akıntısına kapılıp yüzen parçadır. Buradan akış fiili oluşmuştur. Bizzat suyun akışına da cereyan denmiştir. Akarsular anlamındadır.

“C” toplanmayı, “R” tekrarı, “Y” kolaylığı ifade eder.

تحت” 51 defa, “تعس” 1 defa geçmektedir; 52=2*2*13 Ayağın alt tarafı demektir.

Tahta demektir. Ayakların veya oturmak için üzerine konan ağaç parçasıdır. Yeraltı akarsuları anlamına geldiği gibi borularla taşınan sular anlamına da gelir. Hayat su ile olduğu gibi uygarlıklar da su iledir.

نهر” 113 defa geçmektedir, “نحر” bir defa geçmektedir; 114=2* 3* 19

Durgun akan sulardaki minerallere nehar, çökene leyl denir. Gece ile gündüz anlamında olduğu gibi madde ve enerji anlamındadır da. “Enhar” çoğuludur. Bugün evlerimizde sular akmaktadır. Cennette ve ilerde bu dünyada süt boruları, bal boruları ve hamr boruları olacaktır.

يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ

YuXalLaVNa FIyHAv MiN EaSAvViRa (YuFagGaLu FIyHAv MiN EaFAGiLa)

“Orada esavirden ıhla olunurlar”

حلو” 9 defa, “حلم” 21 defa geçer; 30=2*3*5 (ilk asal sayılar)

ح” hareketi, “ل” belirliliği, “و” beraberliği ifade eder.

Borular sıvıları birleştirir.

“Esavir” “esvire”nin cemidir. Bilezik, kolye demektir. “Sur” kale demektir.

“S” diziyi, “R” tekrarı, “V” birliği ifade eder.

سور” 17 defa, “سير” 37 defa geçmektedir; 54=2*2*13

مِنْ ذَهَبٍ

MiN ÜaHaBin (MiN FaGaLin)

“Zehebden”

“Zeheb, Zihbe” ara ara yağan yağmur, gidip gelen yağış demektir. “Zehb” kaybolmak veya gitmek anlamına gelir. Tedavül eden altın madenine de “zeheb” denmiştir.

“Ü(Zele)” işaret harfidir. “H” boşluktur. “B” de geniş yer demektir.

Altının aslında bir değeri yoktur. En az işe yarayan bir madendir. İnsanların onu para kabul etmesinden dolayı değer kazanmıştır.

وَيَلْبَسُونَ

Va YaLBaSUvNa (Va YaFGaLUvNa)

“Ve lebs ederler”

لبس” ve “لبث” 31’er defa geçmektedir; 62=2*31= 2*(1+2+4+8+16)

لبس” giyinmedir. “لبث” yerleşmedir.

“L” belirlemeyi, “B” geçişi, “S” de diziyi ifade eder.

Giyim hayvandaki deri örtüsü karşılığıdır ve aynı zamanda kıyafet kendini tanıtma aracadır.

ثِيَابًا

ÇiYAvBan (FiGAvLan)

“Sevbler”

ثوب” “س” “ث”ye dönüşmüştür.

“S” düzgünlüğü, “Ç” dağılmayı ifade eder.

“B” yerine “V” gelmiştir. “L” yerine de “Y” gelmiştir.

Daha çok iç elbiseyi ifade eder. “Lebise” ile fiillendirilir.

خُضْرًا

PuWRin (FuGLin)

“Hudr”

“Hudr” yeşilliktir.

Güneş ışığını alıp kimyasal enerjiye çeviren maddedir. Bugün biz bundan yararlanamıyoruz. İleride yeşil elbiseler giyilecek ve teknikten yararlanılacaktır demektir.

مِنْ سُنْدُسٍ

MiN SuNDuSin (MiN FuNGuLin)

“Sundustan”

سندس” 3 defa, “سند” 1 defa geçmektedir.

“S” diziyi, “D” çevreyi, “N” de belirsizliği ifade eder.

Hint kumaşı denmektedir. Deri benzeri giyim dışında dokunmuş kumaş anlamındadır. Bugün tekstil dediğimiz biçimdir.

وَإِسْتَبْرَقٍ

EiSTaBRaQin (Va iSTaFGaLin)

“Ve istebreke”

برق” 11 defa “برك” ise 77 defa geçmektedir; 88=2*2*2* 8

برق” yıldırım demektir.

“B” geçişi, “R” tekrarı, “Q” kuvveti ifade eder.

İstifal babından mastar veznindedir ancak Arapça’ya dışardan girmiş bir kelimedir. İlerdeki elbiselerde elektrikî devreler yer alacaktır. Kumaşlarda programlar bulunacak ve kumaşlarda elektrikî ısıtma ve soğutma olacaktır. Özel giysilerle sıcakta ve soğukta, belki de basınçsız alanda uzayda yaşayacaklardır. Dört boyutlu uzayda dolaşabilme özel elbiselerle olacaktır.

مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ

MutTaKiEİyNa GaLay elEaRAEiKi

“Eraike ittika etmiş olacaklardır”

“İttika”nın aslı “ivtika”dır.

وكء” 11 defa, “بكي” 7 defa geçmektedir; 18=2*3*3

“İttika” yaslanmak dayanmak anlamındadır. Koltuğun arka tarafıdır.

“ERAiK” “ERiK”in cemidir. Erik benzeri meyvenin ağacıdır. Mobilyada kullanılır. Koltuklara yaslanmışlardır.  

“ERK” 5 defa, “EKL” 109 defa geçmektedir; 114=2*3*19

نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا (31)

NiGMa elÇaVABu Va XaSuNaT MuRTaFaQan

“Ni’me sevab ve murtafaka hasendir.”

“Ni’me” “Bi’se”nin karşılığıdır.

“ÇVB” elbisedir. “Çavab” iç düzeni temsil eder. Adil bölüşmedeki paylardır.

Başkasına çalışırsınız, ücret alırsınız.

Birlikte çalışırsınız, üretimden pay alırsınız; bu sevabdır.

 

YORUM:

Dünya hayatı iyiler ile kötülerin çatışması üzerine kurulmuş bir düzendir. Biz maç yapıyoruz yani yarışıyoruz. Sonunda uygarlık doğuyor. Bu dünyada adaletsizlik vardır, öldükten sonra dünyadaki haksızlıklar ahirette giderilecektir.

Ayetler ahiret hayatını iki grupta anlatmıştır; cennet ve cehennem.

 

Öz Türkçe ile:

“Onlar için kesintisiz bağlıklar vardır. Borularında ırmaklar akar. Orada altından bileziklerle dolanırlar. Hint ve ipekten yeşil kumaştan giysileri giyerler. Koltuklara yaslanmışlardır. Ne güzel çevre ve ne iyi dayanışmadır.”

Kur’an Arapçası ile:

“Onlar kendileri için adn cennetlerinin olduğu kimselerdir. Tahtlarında nehirler cereyan eder. Zehebden esavirle tahliye olunurlar.  Siyabları sundus ve istebrekden hudur siyabdır. Orada eraik üzerine müttakidirler. Ni’me sevab ve murtafaka hasendir.”

EuLAEiKa LaHuM CanNAvTu GaDNın TaCRIy MiN TaXTiHiMU elEaNHAvRu YuXalLaVNa FIyHAv MiN EaSAViRa MiN ÜaHaBin Va YaLBaSUvNa ÇiYAvBan HuWRan MiN SuNDuSin Va EiSTaBRaQın MütTaKiEİyNa FIyHAv GaLay eLEaRAvEiKi NiGMa elÇaVAvBu Va XaSuNaT NuRTaFaQan

أُولَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا (31)

 

 

 

***

 

 



© 2024 - Akevler