KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
1262 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 9-12.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 3. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا (9) إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا (10) فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا (11) ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا (12)

أَمْ  

EM

“Yoksa”

İnsanlar bir anne babadan türemişlerdir.

Uygarlıklar da tektir.

Toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve çiftçilikten sonra kent uygarlıkları doğmuştur. Başlangıcı Mezopotamya’dır. İlk şeriat da Hz. Nuh şeriatıdır. Uygarlık da bir merkezden doğmuş ve gelişmiştir. Bugün yeryüzünde etki eden uygarlıklar Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Kur’an uygarlıklarıdır. Kur’an Mezopotamya uygarlığını Hz. Nuh ve Hz. İbrahim kıssaları ile anlatır, Mısır ve İbrani uygarlığını Hz. Musa ile anlatır. Ondan sonra gelen Roma uygarlığını bu surede (Kehf) anlatmaktadır.

“Em” atıf harfi olarak zikredilir, doğrudan atıf harfi olmaz. Soru edatından sonra gelir, atıf harfi gibi görünür. “Reeyte Hasene em Huseyne” dediğiniz zaman “Hasan’ı mı yoksa Hüseyin’i mi gördün?” demiş olursunuz. Aslında “o takdirde” manasındadır “V” harfi “M” harfine dönüşmüştür. Eğer tek başına geliyorsa, o zaman atıf harfi değil soru harfidir. “Em Tekulu Em Yef’alu” derseniz “yoksa böyle mi diyorsun veya böyle mi yapıyorsun?” anlamında olur.

أَمْ”den farkı nedir? “أَحَسِبْتَ” deseydi manası ne olurdu? “أَمْ حَسِبْتَ” deyince manası ne olmaktadır?

أَحَسِبْتَ?”de karşı tarafın aksi görüşte olduğu kesinliği vardır. Sen öyle hesap ediyorsun ama o öyle değildir. “Em Hasibte?”de karşı tarafın öyle düşünüp düşünmediği belirtilmiyor. Yoksa yanılarak sen böyle mi düşünüyorsun? Allah’ın burada “Em” getirmesi ile “hepimiz öyle düşünüyoruz” anlamı çıkmaz. Böyle düşünenlerimiz de vardır demektir.

أ” harfi soru edatıdır. “هَلْ”in soyutlanmış şeklidir. “ه” harfi ‘هون’ de “هوي” de olduğu gibi kolaylığı ifade eder. “هَلْ” kolay ilişki kolay öğrenme soru edatıdır. “E” ise “H”nin “E”ye dönüşmesi şeklindedir. İnkâr ve tevbih manaları kazanmıştır.

م” ise “أ”deki kesinliği genelleştiriyor, belirginleştiriyor. “مَا” ve “مَنْ”deki umumiliği taşıyor.

حَسِبْتَ

XaSiBTa (FaGıLTa)

“Hesap ettin”

“Hisbe” okun nişangâh kısmına denir. Mesafeye göre arpacığın yukarıya veya aşağıya tutulması gerekmektedir. Bunu başaran kimse hedefine ulaşır. Mekanikte hesap ilk olarak top atışlarında uygulanmıştır.

“Hesap etmek” kesin olarak sonuçları elde etmek anlamına geldiği gibi zannetmek anlamına da gelir. “Zan” da kanaat anlamına gelir. Kur’an bu iki kelimeyi her iki şekilde de kullanmaktadır. Böylece ilmi sonuçların yaklaşık ve olası olduğuna işaret etmektedir.

“İlim” icma ile sabit olanlardır. “Hesap etmek” demek içtihat yapmak demektir, sende tereddüt kalmayacak derecede sonuca varmak demektir. Usulcüler buna “nas” diyorlar; “zan” ise varılan sonuçtur ama kendin de tam kanaate varamamışsındır. Buna “zahir” diyorlar. Bir kanaate varmışsındır. “ريب” ise tereddüttür.

ح” hareketi, “س” diziyi, “ب” de geçiti ifade eder. Biraz zor olsa da geçilmiş bulunmaktadır. “ع” yerine “ح”, “ل” yerine “س”, “م” yerine “ب” gelmiştir.

Buradaki “T” sen anlamındadır; Kur’an okuyan herkese hitap etmektedir, özellikle de bugün bize hitap etmektedir. Çağımız inkâr çağıdır, inkâr asrıdır. Fizik ve biyoloji kanunlarına aykırı görünen hiçbir şeye inanılmamalıdır.

أَنَّ

EnNa

“-Ma”

Dillerde vurgu vardır. Birçok manaları vurgu ile ifade edersiniz. Arapça Kur’an’a göre ayarlandığı için ve vurgu da kişilerden kişilere aktarılmadığı için Arapçada vurgu yoktur, vurgu yerine vurgu harfleri vardır.

“Kavn” tepe demektir. “Kâne” oldu anlamında bir vurgu kelimesidir.

Burada “K” “E”ye dönüşmüş, “V” “N”ye dönüşmüş, “Kâne” “Enne” olmuştur.

“Beyn, Hevn, Kevn” kelimeleri çukur düzlük ve tepedir. “B” dudaktan çıktığı için yarığı ifade eder. “H” boğazdan çıkar, yok anlamındadır. “K” orta harftir, tepeyi ifade eder, varlığı ifade eder. 

أَصْحَابَ

EaÖXaVBa (EaFGAvLa)

“Sahabeler”

“Sahafe” sahife üzerine yazı yazılmış veya şekil çizilmiş deri, tuğla ve kâğıt gibi şeylerdir. İlk mülkiyet araçlar üzerinde olmuştur. Taş ve sopa gibi. ف” “ب”ye dönüşmüş ve sahip olunan veya sahip olan anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Sonra sohbet etmek, yazılı metinler üzerinde konuşmak ve daha sonra da arkadaş olmak anlamlarına gelmiştir. Bir memleketin halkına “eshab” dendiği gibi herhangi bir işte birlikte olanlara da “eshab” denir. “Sahabe” kelimesi buradan gelmektedir.

“Ö”(ص) “Savm, Salat, Sabah, Sahih, Sulh” benzeri kelimeler, birlikte olma ve beraberlik anlamlarını taşır. “X”(خ) hareketi ifade eder. “ب” de kapıyı, geçidi ifade eder. Birlikte bu yönde yol alma anlamındadır. “Ehl” kelimesi ile benzer mana taşır. “Ehl”de devamlılık vardır, sahabelikte ise geçicilik mevcuttur. Türkçeye arkadaş olarak çevrilmiştir, bir amaçla bir yerde bulunma manasındadır.

صحب” Kur’an’da 97 defa, “صحف” ise 9 defa vardır; toplamı 106 etmektedir.

الْكَهْفِ

elKaHFı (elFaGLı)

“Kehf”

“Kehf” kelimesi Kur’an’da 6 defa geçmekte, altısı da aynı kimselerin bulunduğu yeri göstermekte, mağara olarak tercüme edilmektedir. Kur’an’da mağara “غَار” olarak geçmektedir. O halde bu “Kehf” kelimesi daha başka manaları taşımaktadır.

Kayalıklarda suni olarak oyulmuş demektir.

Lisanu’l-Arab’da çok az bilgi verilmektedir.

ك” harfi kevni, oluşu ifade eder. “ه” harfi uçurumu ifade eder. “ف” harfi ise ayrı ama bitişik olma anlamındadır.

Kur’an’da bundan başka “yenhıtune fi’l-cibali buyuten” denmekte yani dağlarda evleri yontuyorlardı denmektedir. Romalıların zulmüne uğrayan Hıristiyanlar kendilerine yer altında kentler yaptılar ve orada yaşadılar. Bugün Anadolu’da böyle pek çok yer vardır. Bunların bir kısmı dağlarda oyulmuş yerlerdir.

“Kehf Ashabı” Romalıların zulmünden kendilerini korumak için oyma mağaralarda yaşayanları ifade eder. Bunların haritaları çıkarılmamıştır. Buradaki kalıntılar henüz incelenmemiştir. “Kehf” kelimesi burada marife olarak gelmiştir. O halde bunlar bilinen ve ileride bilinecek mağaralardır yani hem mağaralar bellidir hem de mağaraya sığınanlar bellidir.

وَ

Va

“Ve”

و” atıf harfidir. Türkçede “de, da” harfi ile ifade edilir, Fransızcada “et” şeklindedir. Gürcücede Türkçede olduğu gibi “de” harfi ile ifade edilir. Türkçede F’nin karşılığı P vardır. İngilizce veya Almancada “und” diye yazılır. Demek ki aslı “VND”dir. Değişik dillerde değişik şekiller almıştır. Tüm dillerde başlangıçta “و” dır.

الرَّقِيمِ

elRaQIyMı (eLFaGIyLı)

“Rakim”

Arapçada arkadan (boğazdan) ve önden çıkan harfler vardır, bunlara “kameri harfler” denir. Bir de ortadan çıkan harfler vardır, bunlara da “şemsi harfler” denir. O (ol) anlamında, harfi tarifteki “L” harfini alan şemsi harflerde “L”      harfi o harfe dönüşür.

Burada da “el-rakim” “er-rakim” olmuştur.

“Kehf” ve “Rakim” ikisi birden ashabın tamlananıdır. Yani ashap birdir. İki özelliği taşıyan yer ona izafe edilmiştir. Yani “Kehf” dediği aynı zamanda rakimi de içerir.

رقم” kökü 3 defa, “رقي” kökü 5 defa geçmektedir.

“Terakki etmek” yükselmek anlamındadır. Ne var ki dışarıda yükselme değil de kendi bulunduğu yerde kendi içinde yükselme demektir.

ر” harfi geri dönüşü, “ق” gücü, “م”  varlığı ve genişliği ifade eder.

Türkçedeki “rakam” kelimesi Kur’an’da “merkum” olarak geçmektedir, rakamlanmış demektir. Türkçede bir de “rakım” kelimesi kullanılmaktadır, bir yerin denizden yüksekliği için kullanılır. Burada “Kehf”e atfedilmiştir. O halde Kehf’in bir vasfı değildir, ayrı bir özelliktir. İkisi birden ashapta bulunacaklardır. Aranan kaçak anlamında olabilir. Romalılar Hıristiyanları şiddetli bir şekilde takibe tabi tutmuşlardı, arananlar listesinde idiler. Arananlar ve mağaraya sığınanlar anlamına gelebilir.

ر” geri getirilmesi istenen, “ق” zorla getirilmek istenen, “م” de en kısaltılmış olarak düşünülebilir.

كَانُوا

KAvNUv (FaGaLUv)

“Oldular”

كَانُوا”nun aslı “كَوَنُوا”dur. Kendisinden önceki harf sesli ise ve kendisinden sonra gelen harf de fethalı ise “و” elife(ا) dönüşür. “كَوَنُوا” “كَانُوا” olur. “كون” tepecik demektir, oluşu ifade eder, idiler veya oldular şeklinde mana verebiliriz.  Buradaki “و” zamir olarak ashaba racidir. Hıristiyanların baskı altına alındığı dönemde kenti terk edip oyma mağaraya çekilirler. Bunların hikayesi Hıristiyanlar asrında yayılmıştır.

مِنْ آيَاتِنَا

MiN EavYAvTıNAv (MiN EaFGAvLıNAv)

“Ayetlerimizden”

Kehf Ashabının bir ayet olduğunu bildirmektedir.

Kehf Ashabı nasıl Allah’ın ayetleri olmaktadır?

Ayetler marifedir. Burada kastedilen ayetler Kur’an ayetleridir, Kur’an mucizeleridir.

Kur’an diğer kitaplardan farklıdır. Diğer dinlerin peygamberlerine mucize verilmiş, Kitapların ilahi kelam olduğu onların mucizesi ile sabit olurdu. Hazreti Musa sopayı yılan yapmış, Hazreti İsa ölüyü diriltmiştir. Kur’an’ın peygamberine ise böyle bir mucize verilmemiş, onun yerine Kur’an’ın kendisi mucize yapılmıştır. Böylece Kur’an her dönemde kıyamete kadar mucize olmaya devam edecektir. Kur’an o sebeple ayetlerden oluşmaktadır.

Kur’an müteşabih ayetlerle insan aklının kabullenmediği bilgiler vermektedir. Zaman geliyor ve bildirilen ilmen sabit oluyor. Böylece Kur’an’ın müteşabih olanları ayet oluyor. Örnek olarak dört boyutlu uzay bugün artık herkes tarafından kabul edilmiştir.

Kehf kıssası gelecekte mucize olacaktır. Farz edelim ki bu mağaralar bulundu ve oradaki DNA’larla onların 300 sene baygın yaşadıkları sabit oldu. Köpeğin de DNA’ları bulundu ve onun ömrü de ölçüldü. İşte o zaman Kur’an’ın bu kıssası mutlak mucize olacaktır.

عَجَبًا (9)

GaCaBan (FaGaLan)

“Aceb”

“Aceb” kelimesi Kur’an’da 27 defa geçmektedir. Bunu ikili yapan kelime “عيب” kökü bir defa geçmektedir; ayıplı demektir.

“Acem” yabancı, dil bilmeyen demektir. “Me” “Be”ye dönüşerek tuhaf şey, anlaşılmaz şey anlamlarına gelir.

“G”(ع) yüksekliği, üstünlüğü ve etkiyi ifade eder. “C”(ج) toplanmayı, bir araya gelmeyi, cemaat olmayı ifade eder. “B” ise geçişi, kapıyı, sebebi ifade eder.

Beklenmedik bir şeydir. Olağanüstü güzelliğe “acip”, çirkinliğe ise “ucube” denmektedir. Şaşılacak şey demektir. Olması beklenmeyen bir şey olarak onu hissediyorsunuz.

 

YORUM:

Rahman önce Kur’an’ı öğretti, sonra insanı yarattı diyor ve ona beyanı öğretti diyor.

Kur’an kâinatın bir projesidir. Kur’an kâinatı anlatmakta, kâinat Kur’an’a göre yaratılmaktadır, projeye göre imal edilmektedir. Kur’an projesinde kâinat insan için var edilmiştir. Kur’an’daki kıssalar Kur’an’dan önce vardır. Olaylar Kur’an’a göre cereyan etmektedir. Arapça da böyle oluşmuştur. Arapça Kur’an’a göre oluşturulmuştur.

O halde Kehf kıssası da Kur’an’ın bir projesi olarak cereyan etmiştir, Kur’an’ın bir ayeti olarak oluşturulmuştur. Dolayısıyla aceb bir şey yoktur.

 

Öz Türkçe:

“Yoksa aranan dağ arkadaşlarının kanıtlarımızdan şaşılacak olduğunu mu sandın?”

Kur’an kelimeleri ile:

“Yoksa Kehf ve rakim ashabının ayetlerimizden acab mi hesap ettin?”

EaM XaSiBTa EanNa EaÖXABa elKaHFi Va elRaQIyMi KaNUv MiN AvYAvTıNAn GaCaBan

أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا (9)

***

إِذْ

EiÜ

“Hani”

ذ” harfi belirleme harfidir. Bir şeye “ذَا” ile işaret edersiniz. “هَذَا” bu demektir. Bir şeye işaret eder ‘bunu bana ver’ dersiniz. Dişi için “Ta” harfi kullanılır, “T” dişilik alametidir yahut ben karşılığı sen alametidir.

Başta “İza” getirilirse işaret edilen şey zaman olur. Görünmeyen şeye işaret edilmez. Ancak bilinen bir olayı anlatacaksanız, karşı taraf onu bildiği zaman “İz” getirirsiniz.

Belki de bunun aslı “ءلذ” idi, “ل” düştü, “ذ” kaldı. Sonunda EA (أ) gelirse geleceğe işaret eder. Ama gelecek de marifedir. Yani muhatap öyle bir zamanın olacağını bilmektedir.

إِذَا”  geldiği zamanı belirtir. Yani “إِذَا”da onun olacağı bilinmektedir ama ne zaman olacağı belirsizdir. Cevap oluşa bağlanır. Türkçede geçmiş için hani böyle olmuştu şeklinde tercüme ederiz.

أَوَى

EAvVAy (EaFGaLa)

“İva etmiştir”

“EVY” Türkçede ev olarak kullanılır. Yuva kelimesi de buradan gelir.

“Meva” barınılacak yer demektir.

أَ” gücü, birliğin oluşturduğu gücü, iki öküzün birleşmesinden oluşan sabandan çift hale gelir.

و” harfi bitiştirici, beraberleştirici anlamındadır. “U” çoğulu da buradan gelir.

ي” harfi ise yüsrü yani kolaylığı ifade eder.

Bunlar buraya sığındılar ve kendilerine yuva yaptılar demektir. Roma yönetiminden kaçmışlardır. Zulüm yönetimine karşı gelme yoktur ama zulüm yönetiminden hicret vardır. Hicrete izin vermez de takip ederlerse, silahla kendini savunma hakkı da vardır.

İslam devletinde yönetime karşı çıkma yoktur. Kişi suçlu da olsa her zaman ayrılıp gidebilir. Nereye giderse oraya başvurulur. Orası cezalandırmazsa diyetini onu göçmen olarak kabul eden bucak tazmin eder, kısas diyete dönüşür.

Burada kıyas yolu ile bir hüküm ortaya koyuyoruz.

Cinayetlerde kişi bucağını (ilçesini) terk edince kısas diyete dönüşür. Kamu suçlarında ise hırsızlıkta ve zinada hicret eden yani ilçesini terk eden kimseye artık ceza verilmez, ceza sürgüne dönüşür. Yani hırsız sadece çaldığı malı öder, kolu kesilmez. Zani mihri öder veya mihirden mahrum kalır ama celd cezası verilmez.

Bize bu hükümleri çıkartan zulüm yönetimini terk edenleri zemm etmeyip tersine anlamalıyız.

الْفِتْيَةُ  

eLFiTYaTü (eLFıGLaTü)

“Fitye”

فتي” kökü Kur’an’da 21 defa geçmekte, “فتء” 1 defa geçmektedir. Yadırgamak anlamındadır, “gençliğine verin” derler. Yani yol yordam bilmemek anlamındadır. “Feta” kefe demektir. Kepçe de kefenin küçüğüdür. “Fat” gençlik dönemidir. Arapçada “Şebab” da derler. Kur’an’da zikredilmez. “Feta”nın çoğuludur. فِعْلَ vezni üzeredir. Cem-i kılle’dir. Ondan az sayıda kimseler demektir.

Evlenmeden önceki delikanlılıktır. Kendi evleri dışında sorumlulukları yoktur. 15 yaşına kadar anne babası sorumludur. Evlendikten sonra kendisi eşine ve çocuklarına karşı sorumludur. Evlenmeden önce ise özgürdür. İşte “feta” bunlara denir. Askere alınma çağıdır. Gençlik hareketleri bunlar tarafından yapılır.

Roma’nın zulmünden kaçmak için taştan oyulmuş dağ evlerine sığınmışlardır. Bu evler daha önce yapılmaya başlandı, büyük ihtimal bugün olduğu gibi buralar boştu ve virane halinde bulunan bu tepedeki oyma evlerden birine sığınmışlardı.

Burada “fitye” kelimesini kullanmadan “onlar” denebilirdi. Ama bunların birer gençlik grubu olduğuna işaret etmektedir. Harf-i tarifle gelmesi Ahdi zihni(zihnen bilinen)  olmasıdır. Mahzuf bir cümle vardır, “bunlar fitye idi” denmiş, sonra da “el-fitye” olarak ifade edilmiştir.

إِلَى الْكَهْفِ

ELay eLKaHFı

“Kehf’e”

Kayalıklar içine oyulmuş evlerdir.

ك” harfi “Kâne”de olduğu gibi oluşu, “ه” harfi düzlüğü görünmezliğini ifade eder. “ف” ayrılmakla beraber bitişikliği taşır. Yani çevreden ayrılmıştır ama irtibatı vardır.

إِلَى” harficerdir. Sonucu hedefler. “مِنْ” karşılığı olup etkileşimi yoktur. Burada “İleyhi” denmemiş de “İle’l-Kehfi” denmiştir. Yukarıdaki “Kehf” genel taştan oyma yerlerdir. Buradaki “Kehf” ise hassaten saklanmak için sığınmak için oyulmuş yerlerdir. Yani burası sıradan bir oyma ev değil, bilhassa saklanmak için hazırlanmış yerlerdendir. Uzaktan görülmez. Bir yol ile oraya varılmaz. Böyle bir yere sığınmışlardır.

Buralar öyle yerlerdir ki orada olanlar kendilerini savunabilirler. Yani kovalayanlar canlarını tehlikeye atmadıkça oraya girmek istemezler. Genellikle yöneticilere ‘kimse yoktur’ deyip giderler. Birinci Cihan Harbi’nde Ruslar bizim köyümüzü işgal eder, evleri yakar ve insanları öldürür. Köyde Petros adında bir Ermeni varmış. Halkla arası iyi imiş, akıl vermiş, onlara ‘silahımız yok’ deyin ama silahınızı öyle yerlere koyun ki onlar görmesin. Silahınız olmazsa sizi öldürebilirler. Silahınızı görseler yakalamak zorunda kalırlar. Ama silahınız olduğunu bilir ama görmezlerse yoktu derler.

Toplulukta böyle olay vardır. Herkes her şeyi bilir ama aksini söyleyemez.

Bugün 15 Temmuz’u Gülen’in yapmadığını herkes biliyor ama kimse söyleyemiyor.

Kehf de böyle farklı bir mağaradır.

فَقَالُوا

Fa QAvLUv (Fa FaGaLUv)

“Kavl ettiler”

قول”deki “ا” dönüşmüştür. “Fe” harfi getirilmiştir. Hemen sonra anlamındadır. Kaçıp oyulmuş eve sığınınca söylediler. Yerleşince gelecekleri hakkında karar verdiler.

Dua demek aynı zamanda Allah’la sözleşmedir. Bundan sonra ne yapacaklarının beyanıdır. Fatiha’yı okurken “Sana ibadet eder ve Senden istiane ederiz” der ve “Bize hidayet et” der. Bizi asi veya tembel yapmadılar. Böylece öyle olmayacaklarını taahhüt ederler.

“Kavl” ortak iş yapan kimsenin birlikte hareket etmeleri için çıkardığı yüksek sestir.

“V” bağlılığı ilişkiyi ifade eder. “L” de bağı ifade eder. “Kavl” sözleşmedir.  İnşa sözleridir. Haber sözleri değildir. Onlar kelamdır.

رَبَّنَا

RabBaNAv (FaGaLNAv)

“Rabbimiz”

ربب” 981 defa geçer. “رمي” 9 defa geçer, “ربو” ise 20 defa geçer. “Rabbani” denmez, “Rabbi” denir. “الرَّبُّ” veya “رَرٌّ” kelimeleri Kur’an’da yoktur. “Terbiye” kelimesi terbib demektir. “ر” tekrarı ifade eder. Hilkatta birdenlik vardır, rabvette ise uzun zaman vardır. Tekâmül vardır, evrim vardır. Buradaki “نَا” zamiri dua eden “الْفِتْيَةُ” ye gitmektedir.

Biz “Rab” kelimesine eğiten terbiye eden manasını veriyoruz. Yani “RBB, RBV” tek köktür demektir, 981 değil de 1011 olarak geçer, 9 da eklenirse 1020 eder.

Demek ki PKK’lılar çekilip dağlarda mağaralarda yerleşseler ve orada yaşamaya devam etseler, devlet onları takip etmez. Kimseye zarar vermediklerine göre müebbet hapis olarak orada yaşarlar. Nasıl geçinecekler derseniz. Orada hayvan besleyebilirler. Tarım yapabilirler. Hatta iş alıp üretim yapabilirler.

Bizim yüz lojmanlı apartmanların bir kısmı bu tür kehflerden ibarettir.

Ashabı Kehf’i anlatırken bize aynı zamanda devletin zulmüne karşı nasıl korunacağımızı da anlatır. Devlete de böyle dağlara sığınan kimselerin haklarını hatırlatır. Bugün yeryüzünde savaşlar kadar terör olayları da tehlike olmuştur.

Demek ki İsra Suresi kadar Kehf Suresi de güncel olayları ele almaktadır.

آتِنَا

EAvTiNAv (EaFGaLNAv)

“Bize ita et”

ءتي” kökü Kur’an’da 549 defa geçmektedir. “هيت” kökü ise 5 defa geçmektedir. Toplam 554 etmektedir. “ءتي” kökü su arkı anlamındadır. İlk insanlar akarsuya ark açarlar ve suyu orada bu arka akıtırlar. O arkın adı “ety” olmuştur. Sonra fiili olarak “gelmek” anlamında söylenmiştir. Bir istikametten gelen için “أَتَى” değişik istikametlerden gelen için “جَاء” kullanılır.

أ” gücü ifade eder. “ت” B ile H arasında orta gücü ifade eder, “ذ” gibi işarettir dişilik alametidir “ي” de kolaylığı ifade eder. İfal babında “vermek” anlamı taşır.

“İta” kelimesi  “ata” kelimesine benzer. Bölüşmede kişiye düşen paydır. “İta” halkın devlete verdiği zekâttır. “Atâ” ise devletin halka verdiği zekâtın payıdır.

مِنْ لَدُنْكَ  

MiN LaDUvNKa

“Ledününden”

“LDN LDY GND DVN” kelimelerinde önce ortak harf vardır.

د” duvar anlamındadır, daire, çevreyi ifade der. “ع” harfi etki anlamındadır. Ondan sonra ya “ي” harfi vardır ya da “ن” harfi vardır. İki sesli yan yana gelirse araya başka bir harf sokulur. Örnek olarak iki kelimesinin sonuna gelip “ikin” denmesi gerekirken “ikinin” denir, bir “ن” fazla getirilir. Buradaki “ن”un fazla manası yoktur. “Dayı” kelimesine -e hali gelecekse dayıya denir, burada da y harfi sadece söyleme kolaylığı için gelmiştir. Türkçede bazen “n” olarak bazen “y” olarak bu bağlanır. Arapçada da buna benzer bir durum vardır.

Ledün yerine Leda söylenmektedir. Farklı anlamları yoktur diyebiliriz.

Kur’an’da “لَدُنْ” 18 defa, “لَدَى” 22 defa geçmektedir. “مِنْ” kelimesi olmadığı gibi “مِنْ” siz “لَدُنْ” kelimesi de yoktur. O halde “لَدَى” ile “لَدُنْ” aynı kelimedir, aralarında fark yoktur. Sadece “مِنْ” ile geldiği zaman “لَدُنْ” olur, “مِنْ”siz geldiği zaman “لَدَى” olur. “ال” harfinin bazen anlam olarak kalması bazen de sonraki harfe dönüşmesi gibidir. “عِنْدَ” “içinde” olandır .

رَحْمَةً

RaXMaTan (FaGLaTan)

“Rahmet olarak”

رحم” kökü 339 defa, “روم” kökü 1 defa geçmektedir; toplamı 340 eder. “رحم” ananın karnındaki döl yatağıdır. “روم” da etrafı dağlarla çevrilmiş taşmayan verimli ovadır. Anadolu’ya Rumeli denmektedir. Romalılar buradan bu adı almışlardır. Kafkasya’dan gelen Türkler Anadolu’dan İtalya’ya gitmişlerdir. İtalya’daki Latin uygarlığı ondan sonra doğmuştur.

ر” harfi dönüşü ifade eder.

ح” harfi hareket anlamındadır.

م” ise madde veya eşya manasındadır.

“Rahm”ın karşılığı “Nimet”tir. “Rahmet” annenin çocuğuna duyduğu karşılıksız iyilik duygusu ve davranışlarıdır. Babanınki “Ra’fet”tir. Nimet ise maddidir.

وَهَيِّئْ لَنَا

Va HayYıE LaNAv (Va FagGıL LaNAv)

“Ve bize tahiyet et”

هون” çukur ve tepe olmayan düzlük anlamındadır. “بين” ben olarak konuşan zamirdir. “Tey” veya “Key” sen olarak muhatap zamiridir. “هون” ise gayba zamirdir, “O” demektir.  Fransızca ve Latince’de “La” demektir.

“Hüve” yani o kişilik anlamındadır. Türkçede hüviyet olarak kullanırız. Heyet, yapısı denmektedir. “Tehyi etme” kişiliğini kazandırma, varlığını kazandırma demektir.

Kur’an’da dört defa geçer. Buradaki “Ve” “rahmeti bize ita et”e atfetmektedir. “V” bağlanma harfidir, vasıl harfidir.

لَ” izafet lamıdır. “رَشَدَنَا” yerine “رَشَدًا لَنَا” denmiştir. “رَشَدًا” nekredir. “لَنَا”daki “نَا” marifedir. İzafette eğer ikisi nekre veya ikisi marife değilse “L” veya min harfleri ile tamlama yapılır. İzafet eğer cüziyetle ilgili ise “مِنْ” gelir ilişki ile ise “لِ” gelir.

“Kavlu er-reculi” dediğinizde hem kavil hem de racül marifedir.

“Kavlu reculin” derseniz hem kavil hem racül nekredir.

“Kavlun minerracüli” dediğimizde “kavl” nekre, “racül” marifedir yahut “Elkavlü liracülin” dersiniz “kavl” marife, racül” nekre olur.

“Y” kolaylığı “E” de gücü ifade eder. “O” ise hüviyettir. Zamirler de onun için kullanılmaktadır.

مِنْ أَمْرِنَا

MiN EMRiNAv (MiN FaGLiNAv)

“Emrimizden”

Buradaki “Min” cinsin tebyini içindir. “İşlerimizi reşed olarak tehyiet”. Tebiz için gelmiştir. Bütün işlerin reşedden olmasını istemiyor. Tahtadan ev, deriden ayakkabı anlamında “Min” getirilmiştir. Bunun manası verdiğin görevi yerine getirelim rüşd olsun demektedirler.

Ahşap evlerden oluşan dinlenme siteleri yapalım, ahşap evlerden seralar yapalım, ahşap evlerden işyerleri yapalım, yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapalım, tarım ve sanayi semtleri oluşturalım ama bunlar reşed olsun diyorlar

“MRR” acı bir ağacın adıdır. Kabuklarından ip yapılır. “Mürre” bu ağaçtan yapılan ipin adı olmuştur. İpin bükülmesinden tekrarlanan şeylere “Merre” denmektedir. Gelip geçmek anlamındadır. Sonra “Emerre” söz geçirdi veya sözünü dinletti anlamında kullanılmaya başlanmış, emir buyurmak anlamındadır.

“Merve“ yumuşak taş demektir. “Emerve“ yumuşattı, demektir. Sonra “vav“ düşmüş sülasiye dönüşmüş, sözünü geçirme anlamında “buyurmak“ manası kazanmıştır. Emirde cebir yoktur. Kişi emredene karşı değil, şeriata karşı sorumludur. Amir hatırlatıcıdır, münzirdir.

أ” gücü, “م” varlığı, “ر” de tekrarı ifade eder. İş, buyruk anlamındadır.

رَشَدًا (10)

RaŞaDan (FaGaLan)

“Reşed olarak.”

Emirdir.

Türkçede cümlenin bittiğini fiilin gelmesi ile anlarsın, isim cümlesi yoktur. Arapçada fiil başa geldiği için cümlenin bittiğini anlamak için bazı değişiklikler yapılır. Harekeli olan kelimeler harekesiz hale gelir. Üstün tenvinli olanlar elife dönüşürler. Eğer duracaksanız “Reşeda” olarak okursunuz, söylersiniz.

“Rüşd” kelimesi 19 defa geçmektedir. Bunu ikiliye tamamlayan “Reyş” kelimesi vardır, kuş tüyü demektir. Elbisenin iki görevi vardır. Biri vücudu dışarıdan gelen kötü etkilerden, soğuk ve sıcak ile diğer etkilerden korur. Diğeri de kişinin topluluktaki sosyal yapısını gösteren özelliği vardır. Vücudun çirkinliklerini örter ve insanı tanıtır. Kıyafet budur. “Rüşd” ile “Reyş” arasındaki ilişki bu tanımlardan ileri gelir. Toplulukta işbölümü olabilmesi için kişilerin mesleklerinin bilinmesi gerekmektedir. Kıyafetin manası budur.

“Reyş” ve Rüşd”de “R” ve “Ş” harfleri ortaktır. “R” harfi tekrarı ifade eder. “Ş” “Şey, Şems, Şen, Şekl, Şeket”de olduğu gibi zenginliği ifade eder. İşbölümü içindeki bolluk anlamındadır.

“Rüşd” ile “Hidayet” arasında mana yakınlığı vardır. “Hidayet” “Dalalet” karşılığıdır. “Rüşd” ise “Ğay” karşılığıdır. “Dal” yolu şaşırmadır. “Ğay” ise çukurda olmadır.

“Rüşd” insandaki olgunluk melekesidir. Rüşdün görülmesi ile yetimlere malları verilir. Baliğ olmaları yeterli değildir. Baliğ olma şartı getiriliyor. Yeterli bulunmuyor. Rüşd varsa mallar teslim olunuyor. 20 yaşlarında rüşde varılır diyebiliriz. Bugün 20 yaşında olanlar askere alınmaktadır.

15 yaşı buluğ yaşı olarak alıyoruz. 30 yaşı da “Eşudd” yaşı yani en olgun yaş olarak alıyoruz. İnsanın bedenen güçlü olduğu yaş 30’dur. Fikren en güçlü olduğu yaş 40 yaşıdır. Ondan sonra bilgi artar. Rüşd yaşı olarak Ebu Hanife 25 yaşı kabul etmiştir.

O halde 15, iki katı 30 ve 40’ın yarısı 20, rüşd 25 yaş, iki katı 50’yi baz alabiliriz. Sagir var, Sabi var, Tıfl var. Tıfl 0’dan 7 yaşa kadar, Sabi 7 ile10 yaş arası, Sagir ise 10 ile 15 yaş arası.

Kur’an’da geçen kelimeleri sıralayacaksınız ve ona göre tasnif yapıp hükümler koyacaksınız.

 

YORUM:

Mağaraya giden gençler yeni reşid olmuş yaşlarda idiler. Rüşdü dua etmektedirler. Bu yaş 20 ile 25 arası yaşlardır. Kur’an’da “Ruşd, Eşud ve Erbain” yaşları zikredilir. Seçilmek için 40 yaşında olmak gerekir. Seçmek için de 20 veya 25 yaşında olmak gerekir.

Kehf ve Rakım gençleri yontulmuş evlere taşınıyorlar. Ama sadece kaçmak için taşınmıyorlar. Onun için hicret ediyorlar. Ne yapmaları gerektiğini düşünmek ve rüşdü bulmak için taşınıyorlar. Orada düşünecekler, araştıracaklar, sonra görevlerini yapacaklar.

Biz de şimdi Adil Düzen kehfine yani mağarasına taşınma durumundayız.

Akıl almaz işler yapılıyor. Dünya üçüncü cihan savaşına gidiyor. Görünürde çatışan Siyaset ile Sermaye aslında birlikte hareket etmektedirler. Sermaye’ye karşıyız diyorlar ama Sermaye’nin dediğini yapıyorlar. Türkiye’deki olağanüstü hal (OHAL), Türkiye’deki başkanlık dayatması Sermaye’nin dediğini yapmadır.

Herkes şaşkın durumda, ne olacağını ve ne yapacağını bilmemektedir.

Biz Adil Düzen çalışanları da kendi sitemize kendi kehfimize çekilip reşedi yani ne yapacağımızı arama durumundayız.

Biraz sonra ne oldu? Roma Hıristiyanlığı kabul etti ve Büyük uygarlığını Hıristiyanlık üzerine kurdu. Kehf Ashabı belki 300 sene sonra uyandılar ama Hıristiyanlık daha önce yayılmış olabilir. Konstantin Miladi 320 yılında Hıristiyanlığı kabul etti. Bediüzzaman 300 sene sonra Risalelerin hâkim olduğunu görüyorum demiştir. “Adil Düzen” de belki 300 sene sonra gelecektir.

Bizim kendi kehfimize ve kabuğumuza çekilerek insanlığa “Adil Düzen”i hazırlatmamız gerekmektedir.

Rabbimizin rahmeti ve emrimizde reşedi dua etmeliyiz.

 

Öz Türkçe:

“Hani gençler oyuk evlere yönelmişti de ‘yetiştirenimiz, yanından bize esenlik ver ve bize emrimizden bolluğu ayarla’ dediler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Hani fitye kehfe iva etmişti de ‘Rabbimiz bize ledününden rahmet ita et ve emrimizi reşed olarak tehyi et’ diye kavl ettiler.”

إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا (10)

***

فَ

Fa

“Fe” fasl harfidir, bitişik olanları birbirinden koparmadan ayırır. Dirsekteki bitişmeye benzer. Art arda gelenler “Fe”lerle birbirine eklenir.

Gençler mağaraya yerleşmiş ve Allah’tan rahmet, işlerine de irşat istemişlerdir. Allah bu isteklerini kulaklarına seneleri darbetmekle cevap vermiş, dualarını kabul etmiştir.

Bugün de bizim duamız; Rabbimiz bize rahmet et, ne yapacağımızı sen bize göster, bizi aydınlat diyeceğiz. Rabbimizin tavsiyesi kulaklarımızı tıkamak olacaktır.

ضَرَبْنَا

DaRaBNAv (FaGaLNAv)

“Darbettik”

“Darbetme” “Ca’letme”ye benzer yardımcı fiildir. “Ca’leteme” bir şeye bir fonksiyon vermedir. “Darbetme” ise bir şeye biçim vermek için vurmadır. Çekiç bir darbdır.

“W” (ض) “Zarar, Dalalet, Zamir, Zaif, Darb” kelimelerinde olduğu gibi küçükten azaltma anlamına gelir. Darb ederek yönetme demek olur. “Semleri kulaklarına darb ettik” denmektedir. 

ر” tekrarı ifade eder, mermi gibi değildir birkaç defa vuracaksın.

ب” de bir geçiş vardır, sonda ise iyi hale getirmedir.

عَلَى آذَانِهِمْ

GaLAy EAvÜANıHiM

“Üzünlerine”

أ” birleşip güçlenmeyi ifade eder.

ذ” “za”da olduğu gibi belirliliği işaret eder.

ن” de belirsizliği ortaya koyar. Kulağa isim olmuştur. Sesleri alır, birleştirir, bir kavram olarak algılar. “ن”daki tenkir yabancı kelimelerin manasını algılayamamasından ileri gelir. Kulakları var ama işitmezler.

Demek kulak sadece gördüğümüz et ve kemik parçası değildir. Orada alınan uyarılar beyne gider ve sesin ötesinde bir anlam verir. 

“Kulakları darbetme” demek, kulakların sesleri alıp beyne ulaştırması anlamındadır.

Burada anlatılmak istenen şudur. Onları günlük olaylardan uzak tuttuğunu söylemektedir. Bizden istenen de günlük olayları takip etmemektir. Biz karşı tarafın yaptıklarına bakarak tedbirler almayacağız. Karşı taraf ne yaparsa yapsın biz aynı tedbirlerle onları def edeceğiz. Gazeteler okunmalıdır. Televizyonlar seyredilmelidir. Onların saldırılarına basınla cevap verilmelidir. Onlar sürekli sövmekte ve saldırmaktadırlar. Biz böyle olan meclisten kaçarız. Söverek karşı cevap vermeyiz.

Fikirlere, düşüncelere kulağımız açık olmalıdır. Her söze kulak vermeliyiz. Hakaretlere ve sövmelere cevap vermemeliyiz, onları duymamalıyız.

Aramıza saldıkları ajanlara karşı da davranışımız bu olmalıdır. Fikirleri varsa tartışırız. Yanlışta ısrar etseler bile biz tartışmaya devam ederiz. Ama hislerle saldırmaya başladığımızda kulağımız sağır, ağzımız dilsiz olur.

فِي الْكَهْفِ

Fiy eLKaHFi (Fiy eLFaGLi)

“Kehf’de”

فِي” harf-i cerdir. Zarftır. Olayı içine alır, dışarıdan ayırır. Belirsizdir yani içerdeki yeri belirlenmemiştir.

Buradaki “Kehf” tanımlanmıştır. Üçüncü kez tekrar edilmektedir. Zamir gönderilmemektedir. “Kehf” 6 defa yalnız bu surede geçmektedir. İkisi “Kehfihim”, ikisi “El-Kehf” olarak geçmektedir. Zamir olarak bir defa işaret edilmektedir. “Kehfihim”deki Kehf Arapça kurallarına göre izmar edilmez, kendisi söylenir, “Ahmet’in evi” ve “Ahmet’in oğlu” dersiniz.

Birinci Kehf marifedir. Çünkü Kehflerden bir türdür. Gizlenmek, saklanmak için inşa edilmiş türdendir. Oranın yerlileri yabancılara haber vermezler. Haber veren duyulursa onu orada yaşatmazlar. Anadolu’da bu tür çok yontulmuş evler vardır.

İlk gelip yerleştikleri yontma evde dua ediyorlar. Allah da onlara hangi evde kalacaklarını bildirmektedir. Bu üçüncü Kehf kaldıkları yontma evdir ve ilk konakladıkları evden farklıdır. Bu yontma ve asırlar boyu kalma imar şartlarını taşıyan evdir. Bundan sonraki ayetlerde izah edilecektir.

سِنِينَ عَدَدًا (11)

SiNIyNa GaDaDan (FiGLIyNa GaGLan)

“Adeden senelerce.”

Sayılı seneler orada kaldılar. “Seneler” nekre olduğu gibi sayıları da nekredir. Yani hangi tarihlerde ve ne kadar kaldıkları belirtilmemekte, belli olmadığı bildirilmektedir.

سنن” diş anlamındadır. 21 defa geçer. “سنو” alevdir, 1 defa geçer. “سِّنَّ” diştir. “سنة” yıldır, 20 defa geçer. “سنة”nin aslı “سنه”dir. “موه”da “ه” düşüp “مَاءَ” oluştuğu gibi burada da düşmüştür, “سنه”  “سنة” olmuştur. “س” harfi dişler gibi yan yana sıralanmayı içermektedir. “ن” harfi belirsizliği ifade eder. Cemdeki “و” birlikte olmayı yani yılların birbirinden kopmadığını ifade eder.

عدد” Kur’an’da 57 defa geçmektedir. “عدو” kökü 105 defa geçmektedir. Böylece ikili olarak tamamlanmaktadır. “Udve” vadinin yakası demektir, bir tarafı bir udvedir, diğer tarafı diğer udvedir. Savaşlar cepheleşme şeklinde olduğu için adavet düşmanlıkla ifade edilir. Addetmek ise peş peşe vadileri oluşturmak demektir yani parça sonra bir parça saymaktır. “ع” harfi etkinliği ifade eder. “د” harfi ise çevrelemeyi içine almayı ifade eder. Seneleri kulaklarına aded olarak darbettik denmektedir. 

 

YORUM:

Besinleri uzun zaman bozulmadan saklamanın yolları vardır. Buğdayın başaklarda saklanması tekniği Hz. Yusuf kıssasında anlatılmıştır. Burada belli ses dalgası ile titreşirlerse canlılar bozulma imkânını bulamayabilirler. Şimdilik bu teknik henüz gelişmiş değildir. Deneme de yapılmamıştır. Doğada bir seslenme vardır. Bizim de tesbih etmemiz yani “Allah, Allah” dememiz bunun için emredilmiştir. Bizim sağlığımıza da etkisi vardır. Her canlının hücresi bir sese uygun titreşir. Bunu bulup denemeler yapılabilir. Besinlerin bozulması bu yolla önlenebilir.

Kehf arkadaşları bundan nasıl yararlandırılmış olur?

Öyle bir yerde yontma taş oyulmuştur ki oradan sürekli rüzgâr geçer ve rüzgâr sürekli özel ses çıkarır. Bu sebeple kulaklarına devamlı olarak o ses gider. Ses ile çocukları uyuttuğumuzu biliyoruz. Ninni ile çocuğun ağlamasını durdurduğumuzu biliyoruz.

Bu işlemin senede bir defa yapılması belli mevsimlerle iktifa edilebilir. Ses ile canlı arasında ilişki vardır, bunu biliyoruz ama daha ilmi bir tahlil yapmış değiliz.

 

Öz Türkçe ile:

“Yontma evde kulaklarına yılları sayı olarak vurduk.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Kehf’de üzünlerine seneleri aded olarak darb ettik.”

فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا (11)

***

ثُمَّ  

ÇümMa

“Sonra”

ثُمَّ” atıf harflerindendir. “أم” atıf harfidir. “Beyn” kökünden türemiştir. “ب” harfi “و” ve “ف”ye dönüşüyor. “ي” ve “ن” düşüyor, iki şeyi birleştiriyor. Burada da “ب” ve “ي” “م”ye dönüşüyor. “أ” ise “ث” oluyor, başa alınıyor. Böylece atfedilen iki şeyin birbirinden uzak olduğunu belirtiyor. Dirilmeye geçilirken bu ses kesiliyor. İklim değişikliği oluyor. Kurak yıllar geçer ve sonra yağışlı yıllar olur, soğuk yıllar olur. Bunlar tarihteki buzlu veya kurak dönemler olarak tespit edilmektedir. Hazreti Yusuf’un hikâyesinde de yedi yıl kuraklık olarak geçer sonra bolluk olur deniyor. İşte burada belli sayılı sene geçince iklim değişikliği olur ve bu ses kesilir. Bu sesin kesilmesi ile ninni sona erer ve bunlar uyanırlar.

بَعَثْنَاهُمْ

BaGaÇNAvHuM (FaGaLNAvHuM)

“Onları bas ettik”

بعث” 67 defa, “بحث” ise 1 defa geçer, böylece eşleşirler.

“Ba’s” eşilen yer demektir. Eşmek, araştırmak ve ortaya çıkarmak anlamlarında kullanılmıştır.

“Baas” içtima etmiş askeri birlik demektir. Uyanmak veya göndermek anlamlarına gelmektedir.

“Onları uyandırdık” demiyor, “Ba’settik” diyor. “Bizim terk ettiklerimizden kim ba’setti” derler. Bunlar uyanıyor ama bunların görevi var. Bunlar kaybolmuş ve nereye gittikleri bilinmez olmuşlardı. Kayıp gençlerin hikâyesi bilinmekteydi, nesilden nesile anlatılmıştı. Bunlar birden ortaya çıkınca onlara bir tebliğ oldu. Onlara yeniden dirilme delili oldu. Hazreti İsa ölüleri diriltti. Böylece onlara tekrar dirilme örneği verdi. Ümmetinden asırlar sonra dirilenler gösterildi, böylece yeniden dirilme insanlığa aynen gösterildi.

ب” kapıdır. “ع” etkidir. “ث” ise “Sebat, Sevab, Semen, Seql, Esas” da olduğu gibi alet, araç anlamları vardır. Görevli olduklarını ifade eder.

لِنَعْلَمَ  

LiNaGLaMa (Li NaFGaLa)

“İlm edelim diye”

“İlim” dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam etmektedir.

“Arefe” üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. Arafat’taki arefe kelimesi buradan gelmektedir. Hala orada toplanılmaktadır.

“İlim” varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. “Marifet” ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir.

ع” etkiyi, “ل” belirliliği, “م” kapsamı ifade eder.

Marifette tanıma vardır. İlimde ise tahdit, sınırlama vardır.

“Bilelim” denmektedir. Allah bilmiyor mu? Topluluk bilsin, O’nun halifesi bilsin diye, İnsanlık bilsin diye. Bilinecek şey bundan sonra ayetin devamında bildirilmektedir.

Buradaki “ن” Adem’den kıyamete kadar gelecek bütün insanları içine alan insanlık bilsin demektir. Allah’ın mutlak halifesi tüm geçmişi ve geleceği ile insanlıktır.

أَيُّ

EayYu (FaGLu)

“Hangi”

“Ayet” yol ayırımlarında konan işaretlerdir, trafik levhalarıdır; ne tarafa gideyim sorusuna cevap verirler.

Dilde “Eyyü” tercih sorusunu içerir. “Eyyü Şey’in” hangi şey, “Eyne” nerede, “Eyyane” ne zaman anlamlarını taşır.

Burada da iki hizibden bahsediliyor.

Kâinat seçicilik üzerine oturur. Işık parçacığı atoma gelir, eğer uygunsa elektronla birleşir ve kalır, değilse gerisin geriye uzaklaşır. Cisimler uygunluk içinde oluşur. Canlıların varlığı uygunluk demektir. Topluluklar içinde uygunluk söz konusudur. Yani her şey “Eyyü”nün cevabıdır. Ba’setme demek tüm insanlar tüm canlılar hep “Eyyü”ye cevap ararlar. İnsanlarda ise bu arama çok daha ileri gitmiştir, içtihat müessesesi olmuştur.

الْحِزْبَيْنِ

eL XıÜBaYNı (elFiGLaYNı)

“İki hizbin”

“Huzme” demet demektir.

“Hizib” insanlardaki gruptur. Sosyal gruplardır. Bunlar dayanışma içinde olabilir, çatışma içinde olabilir.

ح” hareketi, “ز” sarsıntıyı ve zelzeleyi, “ب” de geçidi ifade eder.

Kâinatta dengeler dayanışma ve çatışma üzerine kurulmuştur. Hiziple oluşur ve çatışırlar veya dayanışırlar.

“El-Hizb” burada marife olarak gelmiştir. Bu cins harfi olabilir.  Uyuma ve uyanma, dağlara çekilme.

Tarihi oluş içinde uygarlaşmanın gereği olan yıkımlar olacaktır. Bir şeftali bahçesi yaşlanınca artık meyve vermez olur. O bahçedeki ağaçlar dipten kesilir, kökleri sökülür ve bahçe yeniden düz tarla haline getirilir. Sonra yeni şeftali fidanları dikilir ve yeni bahçe haline gelir. Eski bahçeden daha ileri bahçedir. Çünkü toprağı bolarmış, derinleşmiştir.

Uygarlıklar da böyledir. Mevcut düzen bozulur, adalet yerine zulüm gelir. Bir yıkım dönemi vardır. Ondan sonra yeniden yeşerme vardır. Son üç asrımız bu yıkım dönemini yaşamaktadır. İslamcılar oyma evlerde uyumaktadırlar.

أَحْصَى

EaXÖAv (EaFGaLa)

“İhsa etti”

“Hasa” çakıl taşı demektir. Kur’an’da 11 defa geçmektedir. Bir de “Hashasa” kelimesi geçmekte, 12 olarak ikilenmektedir.

İlk insanlar saymayı ve hesap işlemini çakıl taşları ile yaptılar. Tesbih hala kullanılmaktadır. “Abak” denilen alet eski Sovyet halkının hesap makinalarını kontrol aracıdır. “İhsa” hesaplara bütünlük içinde bakmadır. Matrisler şeklinde matematikleştirilmiştir.

ه-ح” harfi hareketi, “Sad” harfi “Savm, sabır, sohbet” gibi kelimelerde beraberliği, birliği anlatmaktadır. Geçici birliktir. “Ashab” arkadaştır. “Ehli” de vatandaştır, sakin olanlardır. Problem çözme ihsa etmedir. Bilinmeyenler kadar denklem olur ve bunlar bir arada değerlendirilerek bilinenler yardımı ile bilinmeyenler de çözülür. Bu hesabi lineer denklem takımları matrislerle çözülmektedir.

Uygarlaşma iki hizib arasında olur; tutucular ve inkılapçılar. Uygarlığın yaşı bin yıldır. İlk 300 yılda inkılap olur. Sonraki 400 yılda duraklama dönemi gelir ve en üst seviyede uygarlık yaşar. Son 300 senede de çökme olur. Uygarlaşma eski tohumun yeşermesidir. Nasıl kışın tohumlar uyutulur, bahar/yaz gelince çimlenirlerse, uygarlıklar da böyledir. Çökme zamanında uygarlık uyur, bahar gelince yeniden çimlenir.

Şimdi Kehf grubunun görevlerini artık anlamaya başladık. 300 sene önceki uygarlığı yeni nesle aktarmak için uyudular. Kış geçti, artık bahar geldi, ortaya çıktılar ve tohumlar filizlendi.

لِمَا لَبِثُوا

Li MAv LaBiÇUv (LiMAv FaGaLUv)

“Neden lebs ettiler”

لِ” harf-i cerdir, gayeyi gösterir, istikameti anlatır, “بِ” karşılığıdır.

بِ” ne sebeple demektir. “لِ” ne maksatla demektir.

Burada “فِمَا” veya “مَتَى” denmemiş de “لِمَا” denmiş; ne amaçla Kehf’de kaldılar, görevleri ne idi? Bunu insanlığa gösterelim diye onları ba’settik.

لبث” 31 defa, “لبس” 23 defa geçmektedir. “Lebs(peltek se)”  eğilmiş ve bağlanmış daldır. Meyve toplamak için eğip durdular. Sonra geçici olarak burada kalma “Lebs” köküyle ifade edilir, “Biz bu dünyada sakiniz”. Sin ile “لبس” ise giyimdir.

ل” belirleme bağlanma demektir. “ب” geçici anlamındadır. “ث” ise araçtır.

Bir yerde bir görevden dolayı bulunma anlamındadır. Kehf Ashabı Kehf’de ne sebeple kaldılar? Bunu iki hizib anlasın diye onları yeniden ba’settik.

Bu ayetleri okuyanların Kehf kıssasını değerlendirmeleri gerekmektedir. Bunun yarışı içinde olmalıdırlar. Bundan 300 sene önce yazdıklarını bugün değerlendiriyoruz. Bizden 300 sene sonra bizim dediklerimizi değerlendirecekler. Bu seminerler o zaman okunduğunda ba’s olmuş olacak.

أَمَدًا (12)  

EaMaDan (FaGaLan)

“Emeden”

“Medede” direkleri (kolonları) birbirine bağlayan kirişlerdir. Sonra uzatmak manasına kullanıldığı gibi müddet, yani zamanın belirlenmesi anlamında da kullanılmıştır.

“Emede” aslında müddetsiz, uzun zaman anlamına geldiği gibi müddet koyma anlamına da gelir. Müddetsiz anlamında olduğu zaman elif nefy edatıdır. Müddet belirleme manasında olduğu zaman ise ifal babındaki elif gibidir.

“Emed” “Medde” gerilmiş ip demektir. Müddet, süre anlamında kullanılmıştır. “Emedd”den “Dal” düşmüş “Emed” olmuş ve süre anlamını almıştır.

 

YORUM:

Doğada hiçbir olay birden olmaz. Her olayın bir oluş zamanı vardır. Kâinatın kanunları vardır. Bir taraftan entropi büyümekte, ölüme doğru gidilmektedir. Diğer taraftan evrim vardır, kâinat gelişmekte ve entropi küçülmektedir. Bu iki zıt oluştaki denge kâinatın varlığıdır. Bu denge her zerrede yer alır. Bütün bunlar yeryüzündeki insan için yapılmıştır. Tarihi gelişme devam etmektedir. Kehf’in temsil ettiği iniş ve çıkışlar devam etmektedir.

Uzun müddet orada kalmalarının nedenlerini her iki tarafın hesap etmesi içindir.

Bundan sonra ne olmuştur?

Hıristiyanlık Romalılar tarafından kabul edilmiş ve sonra İslâmiyet ile Hıristiyanlık arasında denge oluşmuştur.

 

Öz Türkçe olarak:

“Sonra onları iki kuruluştan hangisinin neden uzunca kaldıklarını daha iyi değerlendireceğini bilelim diye onları görevlendirdik.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Sonra iki hizibden hangisinin neden emeden lebs ettiğini ihsa ettiğini ilmedelim diye onları ba’settik.”

ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا (12)

 

 

***