İBRAHİM SURESİ TEFSİRİ(14.SURE)
Süleyman Karagülle
1530 Okunma
İBRAHİM SÛRESİ 42-46.AYETLER TEFSİRİ

İBRAHİM SÛRESİ - 10. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ (42) مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ (43) وَأَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍ (44) وَسَكَنْتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ (45) وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ (46)

 

***

 

 

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ (42)

Va LAv TaXSaBanNa elLAvHa ĞAvFiLan GamMAv YaGMaLu elJAcLıMUNa EinNaMAv YaEapPıRuHuM Lı YaVMın TaŞPaÖu FIyHıy eaLEaBÖAvRu

“Ve zalimlerin amel ettiklerinden Allah’ı gafil hesap etme. O, onları içinde basarların şahslendiği yevme tehir ediyor.”

Surenin başında insanları zulumattan nura çıkarman için bu kitap indirilmiştir diye başlayarak insanlığın geçirdiği tarihi değişmeyi ve gelişmeyi hikâye ettikten sonra bugünkü insanlara hitap etmeye başlamıştır.

Zulumat nedir, zalim kimdir; bunu tekrar hatırlayalım.

Zulumat karanlık demektir. Yani kuralsız yaşayan insanların bulunduğu halk zulumat içindedir. Çünkü kişiler ne yapsalar ne ile karşılaşacaklarını bilmemektedirler. Oysa şeriat düzeninde herkes kurallı hareket ettiği için kimin ne zaman ne yapacağını bilmektedirler. Şeriat ışığı yanmıştır, her taraf aydınlanmış olmaktadır.

Zalimler ise kural dışı hareket eden kimselerdir. Örnek olarak rüşveti alabiliriz. Rüşvet vererek kural dışı kararların alınmasını sağlayanlar zalimdirler; alan da zalimdir, veren de zalimdir. Çünkü şeriatın kuralları dışında karar alınmaktadır. Bir görevli rüşvet vermezseniz şeriata göre hareket etmiyor ama rüşvet verirseniz kurallara göre hareket ediyorsa o zaman rüşvet veren zalim olmaz, rüşvet alan zalim olur. Bununla beraber rüşvet mekanizması çalışmaya başlar, rüşvet verenler haklarını alırlar, vermeyenler almazlar. Yine zulumat var demektir.

Aralarında çıkan ihtilaflarda hakemlere gitmeyenler, hakemlerin kararlarına uymayanlar zalimdirler. Karşılıksız parayı piyasaya sürenler zalimdirler.

“Zalimleri hesab etme” diyor, “zannetme” demiyor. İnsanlar mevcudun tesirinde o kadar kalırlar ki hiç değişmeyeceğini sanırlar. Aç doymayacağını, tok da acıkmayacağını zanneder. Bugünkü durumun devam edeceğini sanırlar. Zulumatın gitmeyeceğini ve nurun gelmeyeceğini sanırlar.

Zalimlerin amel ettiklerini Allah’ın bilmediğini zannetme. Gaflet demek, farkında olmamak demektir. Başka şeyle meşgul olurken bir iş ile ilgilenme gaflettir.

Zalimlerin yaptıklarının tamamı takdiri ilahidir, öyle yapılması gerekmektedir.

Öyle gerektiği için yapılmaktadır. Nurun gelmesi için o karanlıklar vardır. Zalimler zulmetmezse insanlar değişmezler ve uygarlaşma olmaz.

Millî Görüş “Adil Düzen”i ortaya koydu ama iktidar olunca uygulamadı. Eğer 28 Şubat olmasaydı Ak Parti olmazdı. Ak Parti dönemi olmadan “Adil Düzen” gelmez…

1950’lerde herkes zannediyordu ki CHP zalimdir de onun için zulüm yapıyor. Demokrat Parti geldi zulüm devam etti. Ak Parti geldi zulüm devam ediyor. Ne var ki bu uygulamalar, bu zulümler insanlığı Kur’an düzenine yaklaştırıyor...

“Şahs” dönüp kalmak demektir, hareketsiz hale gelmektir. İnsan beyni beklenmedik bir şey ile karşılaşınca ne yapacağına karar veremez ve hareketlerini beklemeye alır, gözler hareket etmez, kulaklar duymaz olur, duyu organlarında algılama aksaması olur. Türkçede de “donakaldı” tabiri vardır.

“Şahs” hareketli olan cisimlerin birden donakalmasıdır. Hareketsiz hale getirilmiş olana “şahıs” denir. İnsanın değişmeyen varlığına “şahsiyet” denmektedir. Kur’an’da “şahıs” kullanılmaz “nefis” kullanılır. Gözün görme özelliği “basar”dır. “Elif” ile ve “Ba” ile taaddi eder. “Nazara” baktı demektir. Taaddi edince mühlet verdi anlamına gelir. “Rea” görmek yani baktığı şeyde ne aradığını bulmak demektir. Ne için nazar etmiş ise onu bulmak demektir.  Taaddi edince göstermek anlamına gelir. Bakılmadan ortaya konan şeyler de “rey”dir. “Basar” ise bakıldığı zaman görmek demektir. “Rea” beklediğin istediğin şeyleri görmek değil de olanları görmektir. Müteaddi yapınca bilinenleri değil de olanları görmektir. İfal babı ile gelmesi, görünmeyenleri görünür hale getirmek anlamında olur. “Bi” ile taaddi ederse alet olarak kullanılır. “Besartu bi’l-ayni” deseniz, Türkçedeki gözümle gördüm anlamındadır yani tahkik için kullanılır.

“Gözlerin şahıs olması” gözlerin görmez olması demektir. Türkçede buna “gözüm karardı” denir. Yani artık akılla değil de hislerle harekete başlanır.

وَلَا تَحْسَبَنَّ

Va LAv TaXSaBanNa

“Hesab etmeyesin”

Türkçede hesab etmeyesin şeklinde tercüme etmekteyiz. Zannetme ile hesab etme arasında kesinlik dışında fark olarak hesapta amel vardır.

“Hesab etmek” demek, oku hedefe doğrultup tetiği çekmek demektir. Yani orada düşünüyorsun ama düşündüklerini uyguluyorsun. Türkçede de “hesabımı çıkar, hesabımı gör” tabirleri vardır. “Hesabımı çıkar” dediğiniz zaman bana bildir, talep ettiğimde de ver demektir. Ama “hesabımı gör” dediğimiz zaman zaten bilinen hesabı bana ver demek olur. Burada hesabı çıkarma şeklinde değil de hesabı görme şeklinde anlarsak, “sakın ha ona göre davranma” demektir.

1950’lerde Sermaye ve yönetimin sömürülerine son verilmeyecek sanılırdı. Herkes baygın şekilde kurbanlık koyun gibi sinmiş olarak bekliyordu. Bediüzzaman Risaleleriyle, Süleyman Tunahan Kur’an tedrisiyle, Erbakan ise Zahid Kotku Cemaatinin desteğinde Gümüş Motor’la çıkış yaptılar. 1960’larda Akevler bu çalışmaları bir kooperatif (Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi) içinde birleştirmeye çalıştı.

Sonunda yine herkes siyasetin ve Sermaye’nin mağlup olmayacağı kanaatine gelerek onlarla bir oldular ama oraların yönetimi bunların eline geçmeye başladı.

Şimdi çatışma bunun üzerindedir.

اللَّهَ غَافِلًا

elLAvHa ĞAvFiLan

“Allah’ı gafil…”

İnsanlığını uygarlaşması için hak medeniyetlerin karşısına kuvvet medeniyetleri de konmuştur. Canlıların içine bakteriler ve virüsler konmuştur. Onlar olmasaydı şimdiye kadar gelen canlılar Himalaya Dağları yüksekliğinde atıklar olarak birikirdi. Onların görevi de çöpleri kaldırmak ve böylece yenilik yapmaktır. Eskiler yok edilir, yenilere yer açılır.

Topluluklarda da durum böyledir. Yeni uygarlığın gelmesi için eski uygarlığın ortadan kalkması gerekir. Yaşını doldurmuş şeriata aykırı tarikatların ortadan kaldırılması görevi sermaye ve siyaset tekeline verilmiştir. Bunu, tam olmasa da büyük bir şekilde başardılar.

Şimdi sıra olarak onların yerine “Adil Düzen”in gelmesi bekleniyor. “Adil Düzen” gelince, mikroplar görevlerini tamamlamış olarak kendileri de çekilip giderler.

عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ

GamMAv YaGMaLu elJAcLıMUNa

“Zalimlerin amel ettiklerinden…”

Türkiye’de kanunlar yapılmıştır; hâlen de yapılmaktadır. Yazılanlarla yapılanlar arasında hiçbir ilişki yoktur. Birbirleri ile çelişkili kanunlar yapılır. Bunlar o kadar çok ve anlaşılmaları zordur ki kimse bilemez. Hele bunlara tüzükler ve Yargıtay kararları eklenir, bir de bakanların yönetmelikleri kanun gibi halka uygulanmaya başlarsa, “mevzuat” diye bir şey kalmaz. Onun için görevliler onlardan istediklerini arayıp bulurlar ve onu uygulamaya başlarlar, işlerine gelmediği zaman değiştirirler. Böylece keyfi idare başlar.

Bu zulumattır.

Bunu yapanlar da zalimdirler.

Bu yalnız Türkiye’de yapılmamaktadır.

Tüm dünyada yazılanlar ve söylenenler başka, yapılanlar başkadır.

Allah bunları bilmiyor değildir, belli bir güne kadar onlara ceza vermemektedir.

إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ

EinNaMAv YuEapPıRuHuM

“Onları tehir etmektedir”

Sonraya almaktadır, azabı tehir etmektedir yahut helâklerini tehir etmektedir veyahut burada yaptıklarının cezasını burada vermemekte de âhirete tehir etmektedir.

Zalimin görevleri vardır, daha görevleri bitmemiştir. Henüz leşler ortadan kalkmamıştır. Hâlâ batıl itikatlar devam etmektedir. Hâlâ babadan oğula saltanat intikal etmeye devam etmektedir. Hâlâ kıyam mülkiyeti gelmemiştir. Yararlanma mülkiyeti ile işletme mülkiyeti sürüp gitmekte ve yeryüzünün imkânları israf edilmektedir.

Marks bunları görmüş, yıkmayı ve yok etmeyi önermiş. Evet, yıkım olmuş ama yerine bir şey getirilmediği için sultanlar gitmiş yerlerine diktatörler gelmiş, toprak ağaları gitmiş yerlerine sermaye patronlarının çocukları gelmiş.

Bütün bunlar Allah’ın bilgisindedir. Kur’an nurunun gelmesine doğru atılmış adımlardır. Üçüncü cihan savaşı çıksa bile bu “Adil Düzen”in gelmesi için çıkacaktır.

Şimdi başkanlık sistemi tartışılıyor. Başkanlık sistemini getirmek isteyen sömürü sermayesidir. İşlerine geldiği için bu siyaseti de desteklemektedir.

Öncelikle Sermaye şunu bilsin ki, Türkiye’de başkanlık sistemi gelirse başkanları o değil ordu tayin eder. Yani Türkiye’de yerli sermaye hâkim olmaz, yerli siyaset hâkim olur. Ak Parti’nin 14 senedir iktidarda olmasının hikmeti budur.

Ordu da yeryüzünü bataklıktan çıkarmak için ister istemez Kur’an düzenine sarılır. 1900’lerde başlayan askerlerin İslâm’a karşı cephe almaları 1980’lerde yön değiştirmiştir. Her geçen gün Türk ordusu Kur’an düzenine karşı olma hızını kesmektedir, gerçekleri görmektedir. Bir gün Kur’an düzeni dışında bir şey olamayacağını görecektir; başkanlık sisteminde de görecektir.

لِيَوْمٍ

Lı YaVMın

“Gün için”

Kur’an’da “yevm” periyodik olarak yavaş yavaş olan değişmelerde dönemlere verilen addır, “yemm” kelimesi ile akrabadır, durgun akarsular demektir, yazları kabarır, bereket getirir, kışın çekilir. Yaz ve kıştan dolayı zaman dönemlerine “yevm” denir. Özel olarak gece ve gündüz de sık karşılaştığımız “yevm” olduğu için onun ismi olarak kullanırız. Türkçede de “gün” kelimesi öyle kullanılır. Yani buradaki gün 24 saat değildir, bir dönemdir.

Burada “ilâ” denmemektedir, “li” denmektedir. Yani tehir edilmelerindeki gaye onlara dokunmamak, onlara merhamet etmek değildir. Tehirden maksat hak uygarlığının gelme günüdür. Böylece demek ki sermaye ve siyaset zulüm yapmaya devam ediyorlar, edecekler. Uygarlık ancak öyle gelecektir. Tehirin illeti o güne hazırlıktır. Henüz Kur’an düzeni hazırlıklı değildir. Hazırlandığı anda bunların gitmesi gün meselesi hâline gelir.

Yüz lojmanlı apartmanlar kurulacak…

Tarım ve sanayi semtleri ortaya çıkacak…

Sera tarımı gelişecek…

Mala-mal marketleri kurulacak…

Hiç olmazsa örnekleri oluşturulacaktır.

Halk Kur’an düzenini kendi semtlerinde, kooperatiflerinde, yüz lojmanlı apartmanlarında, işyerlerinde yaşamaya başlayacak; örnek olarak yaşamaya başlayacaklardır. Nasıl yapıldığını ve başarıya nasıl ulaştığını görecek. Ondan sonra zulüm sermayesi de zulüm yönetimi de sona erecektir.

تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ (42)

TaŞPaÖu FIyHıy eLEaBÖAvRu

“Orada basarlar şahs eder.”

“Şahs” kelimesi Kur’an’da iki defa geçmektedir. Birinde “şahısat-ebsar”, diğerinde “teşhasu fihi’l-ebsar” denmektedir. Âhiret gününün tasviri olarak manalandırılmaktadır.

Doğrudur.

Ben burada oradaki durumu anlatmaktan ziyade buradaki örnekleri veriyorum. Kâfirlerin gözleri değil de tüm gözler için dendiğine göre herkesin kendi ölümü böyle tasvir edilmektedir. O zaman buradaki yevm ecel saati demek olur. Kişinin ölüm günü demektir. Bugün ölüm kalbin durması, nefesin alınmaması şeklinde tanımlanmaktadır. Yani kan dolaşımının durması ile bedenimiz ölmektedir.

Şahıs kişilik yani doğumundan ölümüne kadar, hattâ ondan sonra değişmeyen olarak anlaşıldığına göre, şeriat düzeni bu demektir. Toplulukta değişmeler olur ama insanı yöneten doğa kanunları değişmez, donmuş olur. Âhirette ise bu daha kesin bir şekil almış olur.

Basarı görünenler manasında anladığınızda, onların içinde basar donakalır yani aynı şeyleri görmeye başlar manasına gelir.

Kur’an böyle bir kelimeyi bir veya iki yerde beyan ederek bizim için o kelimelere değişik manalar verme imkânını sağlar. Her konuda farklı manalar verebilirsiniz.

Savaşta insanların gözleri kararır, artık hareketlerini normal hayatta olduğu gibi vermezler. Olağan hayatta insan daima yaşamak isterse bütün çabasını hayatı için harcar. Ölmemeyi hepsinin önüne geçirir. Savaşta ise durum böyle değildir. Yenmeyi ölümden öne alır. Katl olayları da bu ruhiyat içinde cereyan eder. İntihar fedaileri böylece oluşturulur. İnsan öyle sıkıntıya girer ki öldürerek ölmeyi tercih eder. Bu, basarın şahs ettiği durumdur.

مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ (43)

MuHOIyGIYNa MuQNıGIy RuEUvSiHim LAv YaRTadDu EiLaYHıM OaRFıHıM Va EaFEiDaTuHuM HaVAEun

“İhta’ edenler olarak, re’slerini ikna ederek. Tarfları onlara irtidad etmez. Ef’ideleri hevadır.”

Ebsarın şahs ettiği gün insanların durumunu anlatmaktadır. O günkü durumu dört özelliği ile anlatmaktadır. Mecali kalmamış, teslim olmuş, hareket imkânı yok. Başlarını eğmiş, artık karşı gelme ve direnme söz konusu değil. Organları kendi işlerini yapamaz durumda ve beyinleri hevada. Oradan oraya sürükleniyor ve bir yerde duramıyor, bir karar veremiyor.

Kişinin kendisinde meydana gelen bu tasvirler biyolojinin ve sosyolojinin konusudur. İnsanın ruhunda cereyan eden birçok olayların oluş şekli beyindeki devrelerde takip edilmektedir. Örnek olarak korku olayı, dışarıdan gelen etkiler, beyinde belli bir yerin elektrik devresini faaliyete geçirir. O da korku hormonunu uyarır ve bütün vücut haberdar edilir. Her taraf gerekli tedbiri alır. Bu bir biyolog ve psikolog için çok önemli hususları içerir. Dört tür olay beraber olur ve sonunda insanlardaki karar mekanizması tamamen değişir.

Savaş psikolojisine giren veya teslim olan kimsede artık direnme gücü görülmez. Topluluk birden değişir, birden teslim olur. Türkiye bunu askeri müdahalelerde hep yaşamıştır. Asker el koyduğu zaman Türkçedeki deyimle bıçakla keser gibi olaylar kesilmiş olur. PKK henüz bu duruma gelmemiştir, hâlâ direnme refleksleri göstermektedir. Bunun sebebi ordunun ani saldırı yerine teker teker olayın üzerine gitmesidir.

Ordu cephe savaşını bilir. Terör olaylarını yenme ayrı bir taktiğe gerek gösterir. Şimdi Türk Ordusu yeni bir taktik uyguluyor. Muvaffak olamazsa yeni taktik geliştirmek zorundadır. İşte böyle araya araya sonunda Kur’an düzenine varacaklardır.

Demek ki bu olaylar hep Kur’an düzenini buldurma uygulamalarıdır. İnsanlar ölüyor diye üzülmeyiniz. İnsanlar nasıl olsa öleceklerdir. Kişi yaşamaya devam etmeyecektir. Öldürenler de öleceklerdir. Asıl olan sonuçtur, kişiler için âhiretteki kurtuluştur.

Bu tasvir âhiret hayatı için yapılmış ise orada herkes teslim olmuştur, kimsede direnme gücü kalmamıştır demek olur.

مُهْطِعِينَ

MuHOIyGIYNa

“İhta’ edenler olarak”

Kur’an’da “hetaa” kelimesi üç defa geçmektedir, bir eşi olmalıdır, o da “taat” kelimesidir ki o da 129 defa geçmektedir. O halde bu kelime ona eştir.

Acaba aynı kökün bir ifadesi midir yoksa ayrı kök müdür?

Bu “taat” kelimesine başka bir eş bulmalıyız ve “hetaa”nın da başka eşi olmalıdır.

“Tav” kelimesine başka eş “Tavq” olabilir, tek olursa eşi olabilir. 4 tanedir. O halde Taat’ın eşi değildir. Bu durumda ayrı kök saymamız gerekmektedir. Gramerciler öyle saymışlardır. Eş olarak “Hata” kelimesini bulabiliriz, bu kelime de 5 defa geçmektedir.

Kur’an’daki kelimeler önce ikili ikili olarak tasnif edilebilir, sonra dörder dörder, sonra sekizer sekizer. Böylece kelimelerin telaffuzda akrabaları bulunmuş olur. Manalarda da bu akrabalık mevcut olmalıdır.

Burada sıralanan dört özelliğin ikisi marife ikisi nekredir. “Zalimler” kelimesi marife olduğundan hepsini hâl sayıyoruz, hâl olarak alıyoruz. Bunda ihtilaf yoktur. Marifeli olanları vasıf olarak da alabiliriz. Neyin hâlidir? Değişik görüşler vardır. “Fîhi’l-ebsar”da taşahhus eden göz değil göz sahipleridir. İnsanın nefsi bedenden ayrıldığı zaman bazı organlar çalışmaz olur. Duyu organları çalışmaz olur. Rüya hariç uykuda acı duyulmaz. Şahıslanma görünen gözle değil insanın nefsindeki olanlarda olur. Böyle düşünüldüğü zaman el-ebsar, ashabın ebsarı olur, ebsar mubserin yerine geçer. Bunlar da onun hâli olur. Biz de bu görüşü kabul ediyoruz.

مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ

MuQNıGIy RuEUvSiHim

“Re’sleri ikna olmuş”

“Kana” Kur’an’da iki defa geçmektedir, peçe demektir, yüzü göstermemek için örtülür. Bir kimsenin sahip olduğuyla yetinip daha fazlasını talep etmemesidir. Kanaat sahibi olmaktır. Gelirinden tasarruf edip biriktiren de kanidir.

Malda kanaat sahibi olmak gibi bilgide de kanaat sahibi olma anlamındadır. Edindiği bilgiyi yeterli görüp daha fazla araştırma yapmaya gerek duymamak demektir. İçtihadını tamamlamak demektir. Türkçede kanmak şeklinde mastar olmuştur. Suya olan ihtiyacınız tamamlandığında kandım doydum anlamındadır.

Suçlu insan suçu ortaya çıkıp da artık savunma imkânı bulamayınca başını eğer ve söylenenlere cevap vermez olur. Buradaki başların iknası budur. Başlarını eğip cevap vermez duruma geçmişlerdir. Bu olay da biyolojik ve psikolojik olaydır. Basarın şahs ettiği durumdur. Başını eğer ve gözünü da yere çevirir. Namazdaki kunut karşılığıdır. Kunutta başını kaldırıp söylenenleri dinlemedir. İknada ise başı eğip secde yerine bakma demektir.

لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ

LAv YaRTadDu EiLaYHıM OaRFuHuM

“Tarfleri onlara irtidad etmez.”

“Reddetmek” yansıtmak demektir. Top duvara çarpar ve çarptığı gibi geri döner, geliş açısına gidiş açısını yapar. Eğer top kendisini gönderene dönerse irtidad olur. Türkçede imandan sonra küfrü irtidat olarak yorumluyorlar. Kur’an’da buna irtidat denmiyor, hınsı-l azimde ısrar deniyor. İman asıl olduğu için tekrar kâfir olmak gitmeyi tekrarlamadır, geri dönüş değildir.

“Tarf” kelimesi ya masdardır ya da çoğuldur veya topluluğun tarafıdır. “Tarf” uzuv demektir, kenar anlamında değildir. O sebepledir ki etrafe-n nehari olmaktadır. Yoksa bir günün ikiden fazla tarafı olmazdı.

“Tarf” nazardır.  İnsan bir yere gözünü çevirir, hemen görür. Gördüğü daha önce oradan çıkan ışıktır. Dolayısıyla zaman geçmez. Olayda zaman geçer ama görmede zaman geçmez. O halde bakışları onlara cevap vermez. Gelen ışık göze girer ama beyne varamaz. Çünkü beyne giden damarlarda anahtarlar kapanmıştır. Uyuşturucu ağrıyı böyle keser.

Savaşın en büyük tehlikesi muhaberatın kesilmesidir. Zelzele olur veya bir olay olur. Herkes telefona sarılır, telefonlar kilitlenir, haberleşme kesilir. İşte bu durum tarfın irtidad etmesi demektir. Savaşta zaferin kazanılması ancak karşı tarafın haberleşmesini kesmek ve kendi haberleşmesini yürütmekle olur. Gelecekteki atom bombasından daha büyük tehlike bilgisayar ağının çökmesidir. Bugün teknolojik tedbirler alınmaktadır. Oysa çökme insanlar tarafından yapıldığı için teknoloji insanları yenemez. O halde teknoloji basitleştirilmelidir. İnsanlar arası bağlarla haberleşme çökertilmemelidir.

Demek ki tarfın irtidad etmemesini biz haberleşmenin olmaması şeklinde değerlendirebiliriz. Üçüncü cihan savaşının tehlikeleri anlatılmaktadır.

وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ (43)

Va EaFiDaTuHuM HaVAvEun

“Ve fuadları hevadır”

“Ef’ide” fuadın çoğuludur. “Fuad” bilgisayar olan beyin somununun adıdır.

“Hevada olan” kasırgadaki havalanma şeklinde olur. Tarfların irtidad olmasını bilgisayar olarak yorumladık. Asıl beyin bilgisayarının çökmesi burada anlatılmaktadır. Bilgisayarları çalışmaz olur manasına gelir. Yalnız haberleşme değil, pil bulunmadığı için, elektrik olmadığı için tüm hareketler durur.

Demek ki insanlığı bekleyen afetleri sayacak olursak, herkesin hata içinde olması, kimsenin olayları doğru görmemesi...

Türkiye Suudi Arabistan’a yardım ediyor, askeri yardımda bulunuyor; Sermaye öyle istiyor. İran da Yemen’e yardım ediyor. Mesele Türkiye ile İran’ı kapıştırmaktır, mezhep kavgasını çıkarıp İslâm âlemini ikiye bölmektir, Humeyni ve Erbakan’ın yaptığı kaynaşmayı ortadan kaldırmaktır. 1400 sene önce olmuş olan bir siyasi kavganın hâlâ devam ettirilmesinde bir mana var mıdır? İşte, İran yöneticilerinin de Türk yöneticilerinin de beyinleri havada. Bu ayetin şimdi bizim karşımıza çıkması da bir mucizedir.

Evet, Allah eğer insanlığa ceza verecekse, o gün gelir, insanlar bir uçak düşürür, milyonlarca insan acısını çeker. Biri mezhebini destekler, yarın taş üstüne taş kalmaz.

Bunların kendiliğinden olduğunu sanmayınız. Hepsi Allah’ın bilgisi ve takdirindedir. Bizim korkacağımız nesne onlar değildir. Biz Kur’an düzeni için gerekeni yapıyor muyuz; bunun için korkmalıyız. Gerekeni yaparsak biz bu dünyada kurtulacağız, âhirette de illiyyunda olacağız; yapmazsak, bu dünyada helâk olacağız, âhirette de esfeli safilin içinde olacağız.

Yarım Adil Düzenci olmak yoktur; ya var ya yok.

وَأَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍ (44)

VaEaNÜiRi elNAvSa YaVMa YaETIyHıMu eLGaÜAvBu Fa YaQUvLu elLaZIyNa JaLaMUv  RabBaNAv EapPiRNAv EiLAv EaCaLin QaRIyBin NuCıB DaGVaTaKa Va NatTABiGı elRuSuLa EaVaLaM TaKUvNUv EaQSaMTuM  MiN QaBLu  MAv LaKuM MıN ZaVAvLin

“Nâsı azabın ityan edeceği yevm ile inzar et. Zulmetmiş olan kimseler şöyle derler: Karib ecele dek bizi tehir et, davetine icabet edelim, resullere tabi olalım. Min kabl size zeval olmadığına ıksam eden siz değil mi idiniz?”

Burada inzar emri verilmektedir.

Kime inzar verilmektedir?

Sen hesab etme dediği kimseye bu ayette açıklık kazandırmaktadır. Nâsı inzar edecek resuller. Bunlar bir resul değildir ve tabi olunan kimselerdir. Kur’an’ı okuyan, anlayan ve insanları Kur’an’a davet eden kimselerdir. Bundan önce zalimlerden bahsettiği halde şimdi zulmetmiş olan kimseler denmektedir. “Zalimîn” nekre olursa zulüm de bilinmemektedir, zulmeden de bilinmemektedir. Bunların sadece topluluk olduğu ifade edilmektedir. “Ez-Zalimîn” geldiği zaman fiil bilinmemektedir ama failler bilinmektedir.  “Ellezîne” dendiği zaman hem fail hem de fiil bilinmektedir.

Bundan önceki ayette anlatılan zalimler yeryüzünün bütün zalimleridir. İslâm’a karşı cephe kurmuş, İslâm düşmanlığında birleşmiş kimselerdir (İslam dediğimizde dört büyük din mensuplarını kastediyoruz) yani kapitalistler, sosyalistler ve karmacılardır. Bunların her biri ayrı ayrı zulmetmektedirler. Bunlara karşı cihad yapan önderler de resullerdir. Bütün büyük dinlerin iman eden adamlarıdır. Kur’an okuyan, onu anlayan ve kendi çevresinde iman etmiş kimseleri toplayan kimselerdir. Tarikat sahipleri, Risale-i Nur şakirtleri, Akevler mensupları, Millî Görüş öncüleri; bunlar resullerdir.

Burada bu resullerden her birine ayrı ayrı emir vermektedir. Sizinle kim cidal yapıyorsa, size kim zulüm yapıyorsa, onları inzar et deniyor.

Bir savaş vardır. Ordu komutanı cepheyi yönetir ama sonunda her manga, her takım, her bölük ayrı ayrı savaşır, kendisinin karşısındaki ile savaşır.

Kur’an cihadı da böyledir. Mümin toplulukların her birinin imamları vardır. Kur’an düzeninin gelmesi için cihad etmektedirler. Onlardan her birinin karşısında değişik organize olmuş zulmeden düşmanları vardır. İşte onlara söylenecektir, onlar inzar edilecektir.

Azab günü gelecektir. O azab günü âhiret azabı olarak da anlaşılabilir. Ancak geri götür denseydi öldükten sonraki azab olurdu. Ama tehir et deyince bu dünyada söylenmektedir, ölmeden önce söylenmektedir. Sosyal tufan söylenmektedir. O kötü günün hatırlatılması istenmektedir.

Başka bir melce bulamadıkları zaman Allah’a dua etmeye başlarlar. Çünkü her biri Tanrı’ya inanmaktadır. Ancak Tanrı onlara göre arşta istirahat etmektedir.

Başkanlık sistemini tartışmıyorlar; savunuyorlar veya reddediyorlar! Kimse müsbet ilmin verileri içinde, sosyoloji ilminin verileri içinde tartışmıyor. Kimse Kur’an’ın bu hususta ne dediğini tartışmıyor. Televizyona çıkıp tek taraflı papağanvari cümlelerle bugün kötülük var, tek kurtuluş başkanlık sistemi imiş deniyor. Karşı olanlar da; kötülük var ama kötülük başkanlıkta değil İslâmiyet’te diyor ve Müslüman yöneticilere saldırıyor.

Evet, SOSYAL TUFAN geldiği zaman insanlar bize müsaade edin, tamam, “ADİL DÜZEN”İ, KUR’AN DÜZENİNİ biz uygulayalım derler. Yine eskisi gibi önde kendileri olmak istiyor ama resullere tabi olacaklarını öne sürüyorlar! Nitekim Millî Görüşe karşı olanlar, Millî Görüşü bölerek onların yöneticilerine tabi oldular. Şimdi kendi destekledikleri kimselerle savaşmaktadırlar.

Enzir emrinin izahı olan cümle gelmektedir. Yani bu cümle enzir emrinin bir mefulü hükmündedir. “Ahmet’e hasta olacağını inzar et” mahiyetindedir.

“Ve” harfi ile atfettiğine göre demek ki inzar edilen başka şeyler de vardır, onların yanında bunları da söyle anlamındadır. Hazfedilmiş olan inzar konusu her biri için ayrı ayrıdır. İktidarda olanlara iktidarınız gidecektir diyeceksin, zengin ise yoksullaşacaksın diyeceksin, yani hangi yolla güçle zulüm yapıyorsa ona onu hatırlatacaksın. Paralelcilere de paralelciliğiniz bitecektir diyeceksin. Zalim Sermaye’yi destekleyen taşeronlara da taşeronluğunuz bitecektir diyeceksin. PKK’lılara da sizi destekleyen güç desteğini sona erdirecektir diyeceksin. “Adil Düzen”e, Kur’an düzenine davet ettiğimizde size yukarıdan bakıp gülenlere, sizi küçük görenlere, muhatap bile kabul etmeyenlere diyeceksin.

1960’larda bize böyle cephe aldılar. O gün bizden olan Demirel saltanatı bizi susturma, bizi devre dışı bırakmakla meşguldü. Ne oldu? Daha hayatta iken sıfırlanıp gitti. Bugün de bugünün iktidarı bize aynı şekilde yukardan bakmakta ve yok saymaktadır.

Oysa biz hiçbir şey değiliz. Biz kendiliğimizden bir şey söylemiyoruz. Kur’an’dan anladıklarımızı aktarıyoruz. Yanlışlarımız vardır. Bizim söylediklerimizi kabul etsinler demiyoruz, bizim söylediklerimize kulak versinler diyoruz. Yalnız bizim söylediklerimize değil, herkesin söylediklerine kulak versinler, bu arada bizim söylediklerimize de kulak versinler; düşünsünler, danışsınlar, gerekirse bizimle tartışsınlar, Hakkı bulsunlar. Ama onlar öyle yapmıyor. Sermaye’nin aldatmaca yayınlarının şartlanmaları içinde yanlış yapıyorlar. Yemen’e karşı Suudi Arabistan desteklenmez. Esed’e karşı muhalefet desteklenmez. Sığınmacı kabul edilmez, göçmen kabul edilir. Başka devletlerin iç işlerine karışılmaz.

Osmanlılarda yayılma politikası yoktu, savunma politikası vardı. Malazgirt’te biz saldırmadık, Bizans saldırdı ve mağlup oldu. Biz Trakya’ya Bizans’a yardım için gittik. Viyana’ya kadar giderken hep onlar bize saldırdıkları için savaştık. Belki Viyana’da saldırdık, onda da yenildik.

Yenilmeyeceklerini zanneden CHP’liler yenildiler. Yenilmeyeceklerini zanneden DP’liler yenildiler. Özal yenildi. AK Parti de Kur’an düzenine kulak tıkarsa yenilecektir.

وَأَنْذِرِ النَّاسَ

VaEaNÜiRi elNAvSa

“Ve nâsı inzar et”

Bir taraftan kooperatifler kuracaksınız... Ahşap evler imal edeceksiniz... Dinlenme evleri yapacaksınız… Yüz lojmanlı apartmanlar yapacaksınız… Semt kooperatifleri kuracaksınız... Çağın seralarını yapacaksınız... Mala-mal marketleri kuracaksınız... Bin dil üniversiteleri kuracaksınız... Bunlar sizin kendiniz için yaptıklarınız olacaktır.

Diğer taraftan da karşı tarafı uyaracaksınız. İşte diyeceksiniz, gelin görün, Kur’an düzeninin ne olduğunu görün diyeceksiniz. Onlar size kulak vermeyecekler ama siz inzar edeceksiniz, inzara devam edeceksiniz...

Burada yalnız bir kimsenin inzarı değildir. Nâstır; herkesin kendi cephesindeki topluluk nâstır. Yani bütün nâs değil de hazırda bulunan nâstır. “Nâs” demek bugün yaşayan bütün insanlar olduğu gibi bir toplantıda hazır bulunan halk da nâstır. Bir bucağın halkı, bir ilin halkı, bir ülkenin halkı, nihayet tüm insanlar nâstır. Bütün müminler Kur’an’la tüm insanları inzar edeceklerdir. Her topluluğun öncüsü karşısındaki halkı inzar edecektir. Hepsi Kur’an ile inzar edileceği için birliği sağlayan Kur’an olacaktır. Kur’an’dan önce peygamberler inzar ediyordu. Kitaplar peygamberleri destekliyordu. Kur’an geldiği yıllarda da durum böyle idi. Son nebi vefat ettikten sonra artık kişiler değil Kur’an hükmetmeye başladı. Müslümanlar arasındaki birliği Kur’an sağladı. Şimdi ise yalnız Müslümanlar arasındaki değil tüm insanlık arasındaki birliği Kur’an sağlayacaktır.

Bizim görevimiz BİN DİL ÜNİVERSİTESİ kurup insanlığa Kur’an’ı ulaştırmadır. Biz hükmetmeyeceğiz, ilâhi kitaplar insanlığa hükmedecektir. Yani Marks’ın hayal ettiği düzen doğacak ama insanlar ilâhi kitapların emrinde barış içinde yaşayacaklardır. Devletler olacak ama ilâhi kitapların bekçisi olarak var olacaklardır.

يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ

YaVMa YaETIyHıMu eLGaÜAvBu

“Onlara azabın geleceği günü”

“Yevme” burada marifedir. “Yevmen” olsa nekre olur. “Yevme Ye’tihim” demek bir gün azap onlara gelir. Oysa “yevme” şeklinde olursa beklenen bilinen yevm demek olur.

Üçüncü cihan savaşının başladığını düşünün. Türkiye Suudi Arabistan’ı, İran da Yemen’i desteklesin. Önce mezhep kavgası başlasın. İran’la Türkiye arasında bu savaş olsun. Sonra Rusya ile Çin İran’ı, ABD ile AB Türkiye’yi desteklesin. Kan aksın, aksın, aksın. Türkiye ve İran halkı yok olsun. Asıl felaket insanlığın yok olmasıdır.

a) Tahrip edici silahlar ve atom bombası büyük şehirleri bombalamış, ayakta bina kalmamış, tüm sanayi çökmüştür. Elektrik üreten santraller çalışmıyor, hatlar ve trafolar tahrip edilmiş...

b) Havadaki atom bombasının oluşturduğu radyasyon kirliliği yanında sulara atılmış kimyasal veya biyolojik bombalarla sular içilmez halde. Çernobil patlaması Karadeniz’in çaylarını bile zehirledi. Şimdi ise Çernobil’in binlerce büyüklüğündeki atom bombaları ve bombaları patlıyor ve her tarafı zehirliyor...

c) Bilgisayar ağı çökmüş, telefon ve internet çalışmıyor... Bankalar bombalanmış, kimsenin alacağı ve borcu hesaplanamıyor...

d) Kâğıt para artık iş görmüyor, üretenler mallarını satamıyor, tüketeceklerin elinde para olmadığı için mal alamıyor, paralı tuvalete bile gidemiyorsunuz. Çöpler ve susuzluk hastalıkları oluşturuyor, herkes bulaşıcı hastalıklar içinde kıvranıyor. Hastaneler kalmamış...

İşte bu azab günü o gündür.

Gökte bulutlar karardığı, şimşekler ve yıldırımlar meydana geldiği zaman yağmurun yağacağını bilirsiniz, değil mi? Bugün hava tahminleri yapılmakta ve büyük yüzde ile tutmaktadır.  Kur’an da sizlere hava tahmini yapmakta ama kesinleşmiş tahmindir bu tahmin.

فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا

Fa YaQUvLu elLaÜIyNa JaLaMUv

“Zulmetmiş olanlar diyecekler”

Evet, kapitalistler, sosyalistler ve karmacılar diyecekler. ABD, AB, Rusya ve Çin diyecek. Adresler bellidir. Türkiye diyecek. İran diyecek. Bugün zulmetmekte olanlar diyecekler.

Bu seminerleri okuyan her mümin kardeşimize düşen görev olarak bu durumu rastladığı herkese anlatmalıdır, insanları uyarmalıdır. İşte Allah bize bu görevi vermektedir.

Ben sizlere ulaşıyorum.

Siz de tüm insanlara ulaşın, duysunlar.

Bizim çalışmalarımıza katılsınlar. Önce Kur’an okumalarına başlayacaklar. Bu seminerleri takip etsinler veya başka seminerleri yapanlar vardır, onların seminerlerini takip etsinler. Kendileri kendilerine yeni birini bulsunlar, onların etrafında toplansınlar. O seminerlerden sonra semt kooperatifleri kurulacak. Bu hususta Akevler’in yarım asırlık denemelerinden yararlanılacaktır. Size işte onlar yardımcı olacaklardır.

رَبَّنَا أَخِّرْنَا

RabBaNAv EapPiRNAv

“Rabbimiz, bizi tehir et”

Daha önceki ayetlerde biz onları tehir ediyoruz denmişti. O gün geldiği zaman onlar tehir isteyecekler. Sosyal tufan her tarafı sarmış...

Yüz lojmanlı apartmanları inşa edeceklerine çok para kazanma sevdasına düştüler. Dağa çıkarak tufandan kurtulacaklarını sandılar. Doların onları selamete götüreceğini sandılar. Oysa o dolarlar sahte belgelerdir, bir gün yanıp kül olacaklardır...

Bu ifadeden anlıyoruz ki bu olaylar bu dünyaya ait olaylardır. Yoksa öldükten sonra olsaydı bizi geri çevir derlerdi. Öyle ayetler de vardır. Orada âhiret kastedilmektedir.

إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ

EiLAv EaCaLin QaRIyBin

“Karib ecele dek”

Uzun zaman istemiyoruz. Biraz daha bize zaman tanı. Biz artık dediğini yapacağız.

Kur’an onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyor.

a) Sermaye’ye diyor ki: Faizden vazgeçin, tekelleşmeden uzaklaşın, ticaretle insanlığa hizmet edin, siz de ücretinizi bol bol alın, siyasete karışmayın, inançlara karışmayın, ilme karışmayın...

b) Yöneticilere diyor ki: Devletler ulusaldır, iller bağımsızdır. Asıl yönetim bucaklarda doğrudan yönetim şeklinde olacaktır. İller iç güvenliği, devletler dış savunmayı, insanlık uygarlaşmayı sağlasın...

c) Aranızdaki ihtilafları hakemler yoluyla çözün. Nizaları kavga ile çözmeyin. Hakemlerin kararına herkes uysun...

d) Siyaset ve silahlı güç hakem kararlarının bekçiliğini yapsın; ekonomiye, imana (dine) ve ilme karışmasın, laik düzen olsun...

Onlar bunlara kulak vermediler. Aksine birleşip “karma ekonomi” adı altında insanlığı sömürmeye devam ettiler. Gümrükler koydular, vizeler koydular, karşılıksız para çıkardılar. Millî eğitim bakanlığını oluşturdular. Din işleri başkanlığını icat ettiler. Siyaseti bütün müesseselerin üstüne çıkardılar, onu da tekel Sermaye’nin emrine verdiler.

Şimdi diyorlar ki; bütün bunlardan vazgeçeceğiz. Çok fazla zaman da istemiyoruz. Fırsat ver de artık dediklerini yapalım diyorlar.

نُجِبْ دَعْوَتَكَ

NuCıB DaGVaTaKa

“Davetine icabet edelim”

Peki, Allah nasıl davet etmiş olacak?

Kur’an’la davet edecek. Kur’an’ı okumaya başlayacaklar. Kur’an’la ilgilenecekler. Hong Kong ekolü gibi yapacaklar. Baştan ne inanacaklar ne de inkâr edecekler. İttika edecekler. Doğru söylüyorsa kabul edecekler, kendilerine göre yanlışsa reddedecekler yahut tevil edecekler. İşte davet böyle olacaktır. Kur’an diğer ilahi kitaplarla birlikte ele alınacaktır. İnsanlar araştırmalara başlayacak ve bunlar yaygınlaşacaktır.

Türkiye’de Bediüzzaman’ın başlattığı ve Akevler tarafından geliştirilen bu usul ile Akevler’in dışında birbirinden habersiz çalışmalar başlamıştır. Bu çalışmalar genişlemelidir.

Bunları biz değil Allah görevlendiriyor. Allah daveti böyle yapıyor. Fethullah Gülen okullarıyla, Necmettin Erbakan “Adil Düzen” söylemiyle dünyaya Kur’an düzenini duyurdu; şimdi herkes ilgilenmeye başladı...

وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ

Va NatTABiGı elRuSUvLa

“Ve resullere tabi olalım”

Burada resule tabi olalım demiyor, Muhammed’e tabi olalım demiyor. Şimdi hayatta olmayan resullere bugün nasıl tabi olunacak; onlar günümüzün problemlerini çözemezler ki. Laik düşünce ile artık dinler değil akıl dünyayı yönetecektir. Yönetemediklerini görmüş olacaklar. Din dışı çabaların semere vermediğini görecekler.

Bulutlardan, şimşek ve yıldırımlardan bunları görüyoruz.

Bir gün tüm insanlık da bu gerçeği idrak edecektir.

أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُمْ

EaVaLaM TaKUvNUv EaQSaMTuM

“İksam eden siz değil miydiniz?”

Yine resullere Allah öyle diyecektir, Kur’an yoluyla diyecektir.

Siz bize bir şey olmaz diyenlerden değil miydiniz? Tarihe bakın, büyük büyük uygarlıklar, hem de sizden daha çok halka hâkim olan uygarlıklar çöküp gitmedi mi? Şimdi siz yenilmeyeceğinizi zannediyorsunuz.

Uygarlaşma durmayacaktır. Sanayideki uygarlaşmadan sonra fıkıhta (hukukta) uygarlaşma olacaktır. Bu da yalnız şeriatçılarda vardır, ilâhi kitaplarda vardır.

Kur’an son ilâhi kitaptır. Kur’an sözleri ve dili ile bize bozulmadan, değişmeden ve unutulmadan gelmiş, tüm sorunları çözmüştür. Bugünkü uygarlık onun uygarlığıdır.

Bugün ona kulak verme tenezzülünde bulunmadınız.

Bu yazılar Kur’an’ın bu emrini yerine getiriyor. Sizler de bu emri her yerde ve her karşılaştığınız kimselere anlatınız. Bunu biz yapmazsak; Allah bizden bu görevi alır ve başkalarına verir; bizi de görevimizi yapmadığımız için sorumlu tutar.

مِنْ قَبْلُ

MiN QABLu

“Bundan önce”

Evet, SOSYAL TUFAN gelmeden önce… Para çöktüğü, ordular dağıldığı, çevre kirlendiği, silahlar her şeyi tahrip ettiği günden önce... Ben size hayaller anlatmıyorum, herkesin bildiği gözle görülen şeyleri söylüyorum, Kur’an’ın öğrettiği çareleri anlatıyorum...

Siz de tüm insanlara anlatacaksınız...

Ondan sonra SOSYAL TUFAN içinde gark olup gidecekler...

Belki birkaç kişi kalacağız ama o kalanlar yeni uygarlığı kuracaklar, Kur’an uygarlığını kuracaklar, Yeryüzü yeniden insanlarla dolacak, sonra onlar bunlar gibi olmayacaklar. Bu sözler benim değil Kur’an’ın sözleridir.

مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍ (44)

MAv LaKuM MıN ZaVAvLin

“Sizin için zeval yoktur.”

Ak Parti 7 Haziran’da uyarı aldı. Allah azabı tehir etti. Tekrar ona eski gücünü verdi. Biz onları uyardık. Dinlemediler. Akevler’den uzak durmayı tercih ettiler...

Oysa Akevler ona/onlara sadece Kur’an’ın söylediklerini ulaştırmaya çalışıyordu. Hatalar Akevler’in, doğrular Kur’an’ın idi. Bizden uzak olmayı tercih etti/ler.

Şimdi yeniden bataklığa gidiyor/lar. Başkanlık sistemi ile meşgul olup anayasada asıl değişmesi gerekenleri kenara atıyor/lar. Hâlâ Esed ile uğraşıp asıl uğraşacaklarını unutuyor/lar. Hâlâ bürokrasiyi güçlendirme peşinde/ler, çünkü tehlikeyi atlattı/lar, şimdi de bize zeval yoktur diyor/lar...

Oysa bugün tüm partiler Sermaye tarafından esir alınmış ve hepsi onun etkisi altında, zulmün gereklerini yaptırdığı için Ak Parti iktidardadır. Yarın gerçek “Adil Düzen” partisi kurulduğu zaman Ak Parti bugünkü Saadet Partisi durumuna düşecektir. Böyle bir durum Allah’ın rahmeti olacaktır. Belki bu durum İran ile Türkiye’yi savaştırmayı önler. Böylece SOSYAL TUFAN olmadan insanlık sanayileşme inkılâbını atlatabilir. Bizim duamız budur.

Ama bir gün Hazreti Nuh ve Hazreti Musa peygamberin düştüğü duruma gelebiliriz; Allah’a kurtar bizi diye dua edebiliriz...

وَسَكَنْتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ (45)

VaSaKanTuM FIy MaSAvKini elLaÜIyNa ZaLaMUv EaNFuSaHuM VaBayYaNa LaKuM KaYFa FaGaLNAv BiHiM VaWaRaBNAv LaKuMu eLEaMÇaLa

“Ve nefislerine zulmetmiş olanların meskenlerinde sakin oldunuz. Onlara nasıl yaptığımız size tebeyyün etti ve size emsalleri darb ettik.”

Zulmetmiş olan kimseler tekrar edilmiştir.

Bundan önce bugün zulmeden kimseler söz konusudur.

Evet, Rockefeller’lerin, Rothschild’lerin Soros’ların zulümleri söz konusudur. Obama’nın, Putin’in, Erdoğan’ın zulümleri söz konusudur. Çünkü onlar bu zulme son verecek güçte oldukları halde birbirlerine dalaşıyorlar.

Bundan önceki zalimler kimlerdi?

Gorbaçov’un yaptığı devrimden önceki sosyalizmin, kapitalizmin ve karma ekonominin temsilcileri idi. Çörçil (Churchill) idi, Ruzvelt (Roosevelt) idi, Hitler idi, Mussolini idi, Lenin idi, Stalin idi.

Burada kastedilen zulmetmiş olanlardır. Onların meskenlerinde oturuyorsunuz denmektedir. Çünkü bugün biz onların oturdukları evlerde oturuyoruz, bundan 500 sene önce, 200 sene önce oturulan evlerde oturmuyoruz. Kastedilenin bu yakın zulmedenler olduğu için onların oturduğu evlerde oturdunuz denmektedir. Onlara nasıl yaptığımız size tebeyyün etti deniyor. Evet, bugünkü zalimler onların meskenlerinde oturuyorlar. Onlara gelmiş olanlar bunlara da geleceklerdir. Size meseller darbediyoruz deniyor, “ve” harfi ile atfediyor. Yani Firavunların, Nemrutların, Mekke müşriklerinin meseli darbediliyor; Kisra’nın, Roma’nın meselleri darbediliyor, Moğolların o büyük saltanatı darbediliyor.

وَسَكَنْتُمْ فِي مَسَاكِنِ

VaSaKanTuM FIy MaSAvKini

“Ve meskenlerinde sakin oldunuz”

Her topluluk gelir ve eskilerin yaptıkları evlerde oturur, kendileri yeni evler yapar ve yeni nesle bırakır. Bu hayvanlarla insanlar arasındaki en büyük farklardan birisidir. Hayvanlar kendileri üretir kendileri tüketirler, insanlar ise atalarının ürettiklerini tüketir ve kendi ürettiklerini geleceğe bırakırlar.

Ayet bu ekonomi kanununu da bize öğretmektedir.

Biz de şimdi onların yaptığı binalarda oturuyoruz, bizim yaptığımız binaları da gelecek nesle bırakacağız. Yüz lojmanlı apartmanları biz yapacağız onlar oturacaklardır. Ağaçtan yüz köşklük dinlenme evlerini biz yapacak ve devremülkler olarak onlara bırakacağız.  Bu faaliyetimize biraz sonra onlar da katılacaklardır.

الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ

elLaÜIyNa ZaLaMUv EaNFuSaHuM

“Nefislerine zulmetmiş olan kimseler”

Bugünkü zalimleri anlatırken bize zulmediyorlar. Daha nefislerine zulmetmediler. Ama geçmiştekiler önce bunlar gibi başkalarına zulmettiler ama sonunda zulüm kendilerine döndü ve kendilerine zulmetmiş oldular.

Burada çok önemli bir husus ifade edilmiştir. Başlangıçta sermaye ve yönetim başkalarına zulmeder ama sonra zulüm kendilerine döner. Mazlum olanlara ise o zulüm rahmet olur. 28 Şubat mazlumlara rahmet olmuştur. O sayede Ak Parti 14 senedir iktidardadır. O zulüm askerleri bizim yanımıza getirdi. O halde zulüm mazlumlara rahmet olur. Bugün Adil Düzen Çalışanları işleri yaparken karşılaştıkları sıkıntılardan dolayı kısmen zulümdedirler. Bu onlar için rahmettir. Ama bugün sömürenler yarın iflas edeceklerdir. Bu işi yani onların iflasını biz yapmayacağız, kendi düzenleri kendilerine yapacaktır. İşte bu “enfüseküm” kelimesi bize bunları anlatır.

Bizim bu yorumlarımızı istihza ile karşılayan ve bize yazmamayı öneren zavallı imam efendiler vardır. Haydi bakalım, gücünüz yetiyorsa bu “enfüseküm” kelimesine bizden başka bir anlam bulun, bizimkinden daha makul olsun da biz de ona uyalım. Getiremezsiniz, o sözleri söylediğinizden dolayı, hıns-ı azımda ısrar ettiğinizden dolayı ateşten korkun.

وَتَبَيَّنَ لَكُمْ

VaTaBayYaNa LaKuM

“Ve size tebeyyün etmiştir”

Bunları yaşayarak gördünüz, o demleri yaşayan benim gibi yaşlılar hâlâ aranızdadır. O günkü basın yayın elinizdedir. Tarihçiler incelemiştir. Radyolar televizyonlar hâlâ onlardan bahsetmektedir. Bildiğiniz şeyler bunlar…

كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ

KaYFa FaGaLNAv BiHiM

“Onlara nasıl yaptığımızı”

Evet, Allah diyor ki; onları hep biz yapıyoruz. Kralları, imparatorları onların eliyle yıktık. Sonra onları da sizin elinizle yıktık. Ama yıkan siz değil biziz. Osmanlıyı yıkan CHP değildir, Allah’tır. CHP’yi yıkan Demokrat Parti değildir, Allah’tır. Demokrat Parti’yi yıkan Millî Görüş değildir, Allah’tır.  AK Parti’yi de yıkacak olan MHP veya HDP olmayacaktır; Kur’an’dan uzak kalma hususunda ısrar ederse, onu yıkacak olan da Allah olacaktır.

Biz AK Parti’nin yıkılmaması için destekleriz ama onu uyarırız, yıkılması için değil, tam tersine yıkılmaması için. Herkesin basın danışmanı var. Onların görevi sermayenin emirlerine uyarak Kur’an düzenini yetkililerin duymalarını önlemektir. AK Parti MİT'i görevlendirip bizim ne yaptığımızı ve ne söylediğimizi önce basın danışmanlarına ulaştıracak, onlar da sistemli bir şekilde bakanları ve başbakanları haberdar edecektir.

Böyle yapmıyor; tam tersine Akevler’in çalışmasından yetkilileri haberdar etmemek için var kuvveti ile sermayenin dediğini yapıyorlar.

Yarın bunlardan her birinin ayrı ayrı hesabını vereceklerdir.

وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ (45)

VaWaRaBNAv LaKuMu eLEaMÇÖALa

“Ve size meseller darbettik.”

Kur’an’da özellikle bu surede size geçmiş peygamberlerin başından geçenleri anlattık.

Bugün de yaşayarak görüyorsunuz...

Bundan sonra olacaklarda da farklı bir şey olmayacaktır.

Bundan on-yirmi sene sonra bu yazıları okuyanlar, Kur’an’da söylenenlerin bir kısmının gerçekleştiğini göreceklerdir. Benim beklediğim tarih 2033 tarihidir. Yirmibirinci asrın ilk üçte biridir. Bu ekstrapolasyonla beklediğim tarihtir.

Ne var ki gaybı daima Allah bilir, tarih öne de alınabilir, sonraya da kalabilir. Bu tarih eceli müsemmadır, eceli kaza değildir. Çocuk dokuz ayda doğar. Fıkıhçılara göre altı ay içinde de doğabilir, iki seneye kadar da karında kalabilir. Bizim verdiğimiz tarihler de böyledir. Olması kesindir ama günü, ayı, yılı kesin değildir. “Ve” ile atfedilmiş olması ve “emsal”in marife olması bu darbın bu suredeki kıssalarıdır yahut bu 12 suredeki kıssalardır.

وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ (46)

VaQaD MaKaRUv MaKRaHuM VaGıNDa elLaHı MaKRuHuM Va EiN KAvNa MeKRuHuM Li TaZUvLa MiNHu eLCıBAaLu

“Ve onlar mekrlerini mekr ettiler. Mekrleri dağları zail emek için olsa da mekrleri Allah’ın indindedir.”

“Keyd” taktiktir. “Mekr” ise stratejidir. Gerek keyd gerekse mekr düşmana karşı yapılanlar için kullanılırsa da her türlü işler için kullanılır.

“Keyd” bu anda bir şeyi elde etmek için yapılanlardır. Bugün armudu toplarsınız ve yersiniz. Kısa dönem üretimi ve tüketimidir.

“Mekr” ise uzun dönem yatırımlarıdır. Şimdi bir kiracı olarak tarla hâline getirirsiniz, mahsulünü zamanla alırsınız. Bir sistemi oluşturup o sistem içinde ürün alma mekrdir.

Burada “velevkâne tezüle minhu elcibal” olsaydı o manayı verebilirdik. Hileleri büyük olsa da manasını verebilirdik. “Li” olduğuna göre bunun manası şudur.

“Kad mekeru”: büyük sanayi gelişmelerini kaydettiler. Yaptıkları sanayi hamlesi diğerlerine nisbetle kat kat ilerde ve başarılıdır. Kendi sanayilerini geliştirdiler. Önce ısı makinelerini yaptılar. Buhar makinesini ve içten yanmalı motorları keşfettiler. Sonra elektriği buldular ve elektrikle geceleri gündüze çevirdiler, elektrik motorlarını icat ederek enerjinin bir yerden diğer yere naklini sağladılar. Yine bilgisayarları keşfederek insan beyni ile yarışa girdiler. Bazı işlemleri insan beyninden daha hızlı yapmaktadır. Canlılardaki kromozomları ve DNA’ları keşfederek klonlama ile canlılar üretmeye başladılar. Ulaşım ve haberleşmedeki gelişmeler yeryüzünü bir köy yaptı.

Onların mekrleri Allah’ın indindedir, dağları yok edecek güçte olsa da bu mekrler Allah’ın indindedir.

Allah sanayideki gelişmeyi kuvvet uygarlıklarına vermiştir, hukuktaki gelişmeleri hak uygarlıklarına vermiştir ama bunların hepsi Allah’ın indindedir ve O’nun takdiridir.

Bilinen manada mekr manasını verecek olursak, şimdi bu anda Müslümanları tuzağa düşürmek için yaptıkları mekrdir. İran ile Türkiye’yi savaştırıp İslâm âlemini kendi elleri ile helâk etmek ve dünyayı ateşe verip sonra kendi istedikleri dünyayı kurmak istemektedirler. Bu da Allah’ın indinde olup O müsaade ederse yapacaklardır manasını verebiliriz.

وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ

VaQaD MaKaRUv MaKRaHuM

“Ve mekrlerini mekretmektedirler”

İran ile Türkiye’yi savaşa sokup üçüncü cihan savaşını yapmak istemektedirler, kendi mekrlerini yapmaktadırlar.

Bu manaya geldiği gibi…

Kendi buldukları teknoloji ile büyük sanayi inkılâbını gerçekleştirmişlerdir. Bunları kendileri yapmaktadırlar. Bunlar hep Allah indinde planlamış bulunmakta ve ona göre bunlar olmaktadır. İnsanların batıl ve taklidi imandan kurtulup tahkiki imana ulaşması için batıl inançların kaybolup gitmesi gerekmektedir. Büyük sanayi inkılâbını onlar yaptılar, Allah’ın takdiri ile meyvelerini alıyorlar. Ağaç dikilmiş, beş bin yıldır bu ağaç Allah’ın resulleri tarafından büyütülmüş, meyveyi şimdi vermiştir.

وَعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُم

VaGıNDa elLaHı MaKRuHuM

“Ve mekrleri Allah’ın indindedir”

Bugünkü sanayi müsbet ilimlere dayanmaktadır. Kur’an bunların olacağından bahsetmektedir. Kur’an mucizesini ortaya çıkarmış, Kur’an’a inanmayanlara verilmiştir. Böylece onlar tarafından tasdik edilmiş olmaktadır. Biz bulsaydık, onlar yazdı onlar okuyorlar diyeceklerdi. Oysa biz söyledik, onlar ispatladılar. Böylece bizim söylediklerimizin ilâhi olduğu anlaşılmıştır, onlar tarafından da anlaşılmıştır.

وَإِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ

Va EiN KAvNa MeKRuHuM

“Ve mekrleri olsa da”

Mekrleri ne kadar büyük olursa olsun işe yaramayacak, mağlup olacaklardır.

Son elli senede olanlar bunu göstermektedir.

1960’larda başladığımız faaliyette sermaye yenilmiş ve bizimle anlaşmak zorunda kalmış, yönetimin anahtarlarını bize teslim etmiş bulunmaktadır.

Henüz “Adil Düzen”i getiremedik, çünkü biz bilmiyoruz, biz hazırlıklı değiliz.

Hazırlığımızı yapıyoruz…

Kısa zaman sonra insanlık Kur’an düzenine kavuşacaktır.

Fenleri ve teknikleri büyük olsa da bunlar Allah’ın indindedir. Bu teknolojiyi biz insanlığa öğrettik. Hukuk düzeninden sonra teknik düzeni yeneriz. Ondan sonra hukuk düzeni gelir. Bin senede bir adımlar peş peşe atılmaktadır.

Sanayi adımı zirvededir.

Hukuk adımı yeniden hazırlanmaktadır.

لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ (46)

Li TaZUvLa MiNHu eLCıBALu

“Dağlar ondan zail olsun diye…”

Dağların zeval bulacağı bir teknolojiye ulaşılsa da, bunun için çalışsalar da, bu çalışmayı onlara hedefleten de Allah’tır.

Burada Allah’ın dağların zevali hedefi üzerinde düşünmemiz gerekir...

Onu da size bırakıyorum.

 

***

 

 

 



© 2024 - Akevler