İBRAHİM SURESİ TEFSİRİ(14.SURE)
Süleyman Karagülle
1020 Okunma
İBRAHİM SÛRESİ 18-22.AYETLER TEFSİRİ

İBRAHİM SÛRESİ - 5. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

مَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَى شَيْءٍ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (18) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ (19) وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ (20) وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ (21) وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ إِلَّا أَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنْفُسَكُمْ مَا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (22)

 

مَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَى شَيْءٍ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (18)

MaÇaLu elLaÜIyNa KaFaRUv Bi RabBiHiM EaGMAvluHuM Ka RaMADiN iŞTadDaT BiHIy elRIyXu FIy YaVMın GAvÖıFin LAv YAQDiRUvNa MinMAv KaSaBUv GaLAy ŞaYEin ÜAvLiKa HuVa elWaLALu elBAGIyDU

“Rablerine küfredenlerin meseli, amelleri asif yevmde rihin onunla iştidad ettiği bir ramad gibidir. Kesb ettiklerinden hiçbir şey kadr edemezler. Bu baid bir dalaldir.”

Kur’an birçok meselle anlatmalar yapar. Allah kâinatı yaratmıştır. Başlangıçta 0 (sıfır) ile 1 (bir) ve = (eşit) ile / (değil) olmak üzeri iki çift oluşla başlamış, sonra onları çoğaltarak ve onlara farklılıklar vererek bugünkü karmaşık âlemi var etmiştir. En karmaşık âlem insan beynidir. İnsan beyni kâinatı kavradığı, onun bir modelini beyninde oluşturduğu gibi kâinatta istediği değişikliği yapma gücüne sahiptir. İnsan Tanrı’nın halifesidir. Tanrı’nın küçücük modelidir. Yarattıklarının hepsi birbirine benzer. Küfredenlerin işlerini doğanın fırtınalarına benzetmektedir. Çalışır çalışır ekin eker binalar yaparsın, bir gün gelir bir fırtına kopar, tüm yaptıklarını yok eder, yaptıklarının hepsi yok olur. Adil Düzen çalışmalarına katılmayan kimselerin tüm varlıkları bir gecede yok olup gider.

Birinci Cihan Savaşı, İkinci Cihan Savaşı hep böyle fırtınalar sonunda olmuştur. Şimdi hava kararmakta, bulut ve rüzgârlar kötü haberlerle gelmektedir. Bir uçak düşmesi tüm insanlığı yokluğa götürecek duruma gelmiştir. Rusya ve Türkiye büyük kayıplara uğramıştır. Bu rüzgârın örneklerindendir. İnsanlık bugün Rablerine küfretmektedir. Allah bugünkü insanlara verdiği nimetleri hiçbir asra nasip etmemiştir. Bu uygarlığın tohumu Mezopotamya’da 5000 yıl önce atılmıştır. Yunanistan’da ve Ortadoğu’da filizlenmiş, meyvesini Avrupa’da vermiştir. Beşbin yıllık çabanın ürünü şimdi devşirilmektedir.

Şükretmeleri gerekirken, bunlar Tanrı’yı inkâr etmekle işe başlamışlardır. İnsanlık tarihin hiç bir yerinde bundan daha büyük kâfir olmamıştır. Buradaki “Ellezîne” ile tarif edilen hassaten bugünkü kâfirlerdir; kapitalist, sosyalist ve karmacılardır.

Kâfir demek nankör demektir.

“Remad” küldür. “Reml” ise kumdur. Kur’an’da “Reml” geçmemektedir, sadece bir yerde “Remad” geçmektedir. Kül ile kumu aynı kelime ile ifade etmektedir.

Onunla rıh/rüzgâr şiddetlenir deniyor. Bunun manası şudur. Kum veya külsüz esen rüzgâr sadece basınç yapar. Ama kum veya kül içeriyorsa o rüzgâr aynı zamanda kurşunları taşır, çarptığı yeri bombalamış olur, rüzgârın şiddeti basınç ve yıkıcılık şiddeti onunla artar.

Asıf yevminde denmektedir. Bitkiler tohumlarının uzaklara taşınması için çeşitli araçlar geliştirmişlerdir. Hayvanlar tohumları uzaklara taşırlar ve kışlık için biriktirirler. Böylece onlardan bir kısmı orada çimlenir. Fındık ve ceviz böylece çevreye yayılır. Yahut tohumların üzerinde meyve vardır, hayvanlar onları yerler. Mide asitlerine dayanan kabukları vardır. Tohumları pisledikleri zaman tohum orada yere düşer ve ayrıca gübrelenir. Yahut tohumlar olgunlaştıktan sonra mermi atar gibi fırlatılır ve tohum uzaklara düşer. Bir dördüncü sistem de paraşüt gibi tüyler taşırlar. Daldan ayrılınca yere düşmez, rüzgâra kapılarak çok uzak yerlere gider. İşte buna “asf” denir. Tohumlardaki kanatçığa “asf” denir.

Rüzgârlar iki şekilde yayılır. Biri tüm alana yayılarak tatlı bir şekilde eser. Bunlara “naşıre” denir. İkincisi ise bir istikamette şiddetli bir şekilde eser. Buna da “asıfe” denir. Uzaydaki televizyon ve radyo dalgaları naşırattır. Kablolardaki elektrik akımları asıfattır.

“Asıf yevm” demek fırtınalı yevm demektir. Yeryüzünde hava harekâtı olmaktadır. Naşırat şeklinde esen rüzgârlara ihtiyaç vardır. Asıfat şeklinde esen rüzgârlar ortalığı yakıp yıkarlar. Böyle fırtınalar her zaman olmakta, zelzele gibi tehlikeler yaratmaktadır.

Zaman zaman asıfat gelir ve tüm ekinleri mahveder. Bu rüzgâr olduğu gibi sel de olabilir. Çekirge gibi canlı hücumu olabilir. Hastalık olabilir. Tüm ekin mahvolur gider. Aylarca verilen emek boşa gider. Bir yıl aç kalırsınız.

Küfredenler de böylece servetlerini biriktirecek ve tadını çıkarayım derken bir fırtına onların bütün imkânlarını yok edecektir.

Üçüncü cihan savaşı çıkarsa, barut fıçısı hâline gelen insanlık patlayacak ve tüm kazanımlar heba olacaktır. Einstein diyor ki; üçüncü cihan savaşı çıkarsa kimin galip geleceğini bilmiyorum ama savaşın sonunda insanlar artık kılıçlarla savaşacaklar, çünkü uygarlık yok olacaktır.

İkinci Cihan Savaşı’nda Almanya yerle bir edildi, Japonya yerle bir edildi. Fabrikalar çadır içinde yeniden kuruldu. Ürettiklerini sattılar ve yeniden canlandılar. Çünkü tüm dünyada ürünleri alacak kimseler vardı. Üçüncü cihan savaşı sonunda ürünleri alacak kimse de kalmayacağı için yeniden canlanma belki de imkânsız olacaktır.

Biz ise diyoruz ki; semt kooperatifleri olarak Nuh’un gemisine binmiş olarak o savaştan sonra çıkacağız ve çok ileri uygarlığı yeniden kuracağız. Evet, hayata ilkel olarak başlayacak ama çok kısa zamanda günün uygarlığını geçeceğiz.

“Kadir olma” denkleştirme demektir. Yani mahsulü devşirip ambarlara koyma demektir. Onları başka yerlere göndermeme demektir. Ulaşımın ve haberleşmenin felce uğraması demektir. Bir gece elektrik kesiliyor, hayat felç oluyor; bir sene kesilirse ne olur?!

Haberleşme durmuş, ulaşım durmuş, elektrik kesik, su akmıyor; fabrikalar yıkılmış, tarım unutulmuş, nasıl ekileceği bilinmiyor, bir yere gitmek ve yük taşımak için atlar bile yok; işte size üçüncü cihan savaşının sonu.

Bizim endişemiz yoktur. Biz dinlenme evleri yapıyoruz. Biz yüz lojmanlı işyeri apartmanları kuruyoruz. Biz seralar yapıyoruz. Biz tarım ve sanayi kardeş semtleri oluşturuyoruz. Biz oluşturamazsak, bizden sonra gelecek olanlar oluşturacak. Ondan sonra olacaksa üçüncü cihan savaşı olacaktır.

Şimdilik bu seminerlerin 500 kadar takipçisi vardır. Bu beş yüz kişi beş semti kurabilir; kurmalı ve oraya taşınmalıdırlar. Herkes kendi bulunduğu yerlerde lojmanlı işyeri apartmanlarını kurmalıdır. O gün geldiği zaman oraya gidip yerleşmelidir. O büyük fırtına yani savaş fırtınası koptuğu zaman yaşayacak tedbirleri almalısınız.

“Bu baid bir dalalettir” denmektedir. Yeniden söyleyelim. Elektriğiniz kesilmiş, sularınız akmıyor, gaz gelmiyor, yollar kapanmış, benzin yok, arabalar çalışmıyor, bakkalda ekmek yok, yiyecek satılmıyor. Bu durumda siz kaç gün yaşayabilirsiniz? Gideceğiniz bir yer yok. Yer olsa da imkânınız yok. Üçüncü cihan savaşı zelzeleye benzemiyor. Yeryüzünün her sokağında insanlar ölmekte, bombalar yağmaktadır.

Dalaletin şiddetlisine “baid” kelimesini kullanmaktadır. Bulunduğunuz yerden uzak bir yerde kaybolmuş bulunmaktasınız. Yolunuzu yahut yurdunuzu bulma imkânı kalmamıştır. Bununla vasıflandırmaktadır.

Demek ki bu ayet üçüncü cihan savaşının korkunç sonuçlarını hatırlatmaktadır.

مَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ

MaÇaLu elLaÜIyNa KaFaRUv Bi RabBiHiM

“Rablerine küfretmiş olanların meseli”

İnsan zayıf ve cehul yaratıldı. Buna karşı Allah ona beyin verdi, kalb verdi, basar verdi, sem’ verdi. Tefekkür ediyorlar, taakkul ediyorlar, tezekkür ediyorlar. Böylece onları mağara hayatından bugünkü köşk hayatına getirdi. En büyük nimeti de onlara verdi.

Sermaye’nin, masonların, siyasetin, partilerin Rablerinin bu nimetlerine şükretmeleri gerekirken onlar küfrediyorlar! Faizli müesseseleri ile insanlığı sömürüyorlar. Cinsel istismarla insanlığı ahlaksızlığa sürüklüyorlar. Mafya ve gizli istihbarat örgütleri ile halkı eziyorlar. Rablerine nankörlük yapıyorlar, küfrediyorlar. Bunların bu yaptıklarının sonucu yaptıkları fırtınalı günlerde mahvolan ekin gibidir. Bu küfranı nimete devam ederlerse üçüncü cihan savaşı var olan birikimi yok edecektir. Bu da ben gümbür gümbür geliyorum diyor.

Çare nedir?

Beş büyükler -şimdi bunlara Türkiye de katılmıştır- üçüncü cihan savaşını önlemelidirler. Gerekli tedbirleri almalıdırlar. Ne yapmalıdırlar?

1- Yerinden yönetime saygılı olmalıdırlar. Devletler illerin iç işlerine karışmamalı, iller de bucakların iç işlerine karışmamalıdırlar.

2- Çıkan nizaları ekseriyet parmakları ile değil, hakemler yoluyla çözmelidirler.

3- Kuyumcular kooperatifini kurup altın karşılığı insanlık parasını çıkarmalıdırlar, faizli karşılıksız paraya son vermelidirler.

4- Gümrükler, vizeler, kotalar, ticari engeller ortadan kalkmalıdır.

İnsanlık artık kendilerini var eden ve onları rahmeti ile bugünkü duruma getiren Allah’a şükretmeyi öğrenmelidir. Yoksa Rabları onların hesabını çok kolay ve basit şekilde görür. Bir uçağın düşmesi bahanesiyle çıkacak bir savaş dünyayı yok edebilir.

أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ

EaGMAvLuHuM Ka RaMADin iŞTadDaT BiHIy elRIyXu

Amelleri onunla rihin iştidat ettiği bir remad gibidir.”

Rüzgâr kumu veya külü içine alarak kendisini güçlendirir. Rüzgâr kuma güç verir, onları havalandırıp uçurur. Ama sonra ne olur? Rüzgâr yapılara çarpar kül de yok olur.

Yaygın düzgün rüzgâr esmekle yeryüzünün havası temiz tutulur. Rüzgâr olmazsa kirlenen hava sebebiyle hayat durur ve canlılar olmaz. Suların akışı da böyledir.

“Rih” rüzgâr demektir, aynı zamanda güç demektir. “Ruh” kelimesi ile aynı köktendir. “Remad” da kül demektir. Kül ile rih arasında bir ilişki kurabiliriz. Amelleri kül olur. Onunla iştidad eder. Onların amelleri iman edenlerin gücü olur. İman edenler onların yaptıklarına vâris olurlar şeklinde de mana verilebilir.

فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ

FIy YaVMın GAvÖıFin

“Asıf yevmde”

Naşirat şeklinde esen rüzgâr kumu kaldırmaz. Kumun havalanması için tek istikamette esen şiddetli rüzgâr olmalıdır. Mevsimlere göre de bazen asıfat olur ama her mevsimde olmaz. Burada buna işaret etmektedir.

Ekonomik döngülerde de böyle asıfat günleri vardır. Krizler olur, durağanlık meydana gelir. Bazen bolluk krizleri oluşturur. Diyelim ki piyasaya fazla para çıktı. O paranın çıktığı yerde aniden pahalılık başlar. Ürün oraya akar, bunun sonucu ekonomik hortum doğar. Isınan hava yukarı çıkar, basıncı azalır, çevredeki soğuk hava oraya hücum eder ve yükselen hava dönmeye başlayınca basıncı düşer. Ekonomide de bir yerde pahalılık meydana geldi mi mallar oraya akar ve hortum oluşturur.

Bu durumların olduğu zamanlar yevmi asıftır. Kasırga dediğimiz rüzgâr hareketlerini oluşturur. Bu doğal olaylar silsilesinin benzeri de ekonomide ve toplum yapısında vardır.

لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَى شَيْءٍ

LAv YaQDiRUvNa MinMAv KaSaBUv GaLAy ŞaYEin

“Kesb ettiklerinden bir şeye kadir olmazlar”

Bugün müsbet ilimler çok ileri gitmiştir. Fizikte, kimyada, biyolojide deneyler yapılabilmektedir. Sosyal ilimlerde deney yapılamadığı için kesin sonuçlar beklenmemektedir. Oysa bugün ihtimaliyat hesapları yapılmaktadır.

Arabanıza biniyorsunuz, şuraya gidiyorum diyorsunuz, size mesela 47 dakika sonra varacaksınız diyor, bir dakika bile şaşmıyor.

Bugün sosyoloji ve psikoloji de kesinleşmiş durumdadır. Zar attığınız zaman altı sayıdan biri gelir, 7 sayısı gelmez. Bu da bilgidir. Gelme yüzdesinde de isabet büyüktür.

Kur’an şimdi bize diyor ki; bugünkü düzende sizin kazançlarınız boşa gidecektir. Kimse kulak vermiyor ve karşılıksız parayı biriktirmeye devam ediyor. Oysa biraz sonra batacak o dolarlar kâğıt fabrikasının bile işine yaramaz. İnsanlığın bugünkü gidişi budur.

ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ

ÜAvLiKa HuVa elWaLALu elBAGIyDu

“Bu baid bir dalalettir.”

Derin dalaletten kurtulmanın yolu vardır. Birlikte mevcut olan bütün sözlere kulak verilecek. Bu arada Kur’an’a da kulak verilecek. Sözlerin en doğrusu bulunup ona uyulacak. Bunun dışında bir kurtuluş yolu yoktur.

Kitaplar açıp okuyorsun. En çok müsbet ilim matematiktir. Onu da çocuklarımıza öyle okutuyoruz ki çocuklarımız matematikten nefret ediyorlar. Sonra öyle şeyleri okutuyoruz ki hayatta hiçbir işe yaramıyor.

Boşanmaları önleyeceğiz ve aileyi koruyacağız diye yasaklamalar getiriliyor ve boşanmalar yüzde 6 bile yokken yüzde 60’lara çıkıyor!

Teknoloji gelişiminde makineler icat edilince gün/saatin artması ve insanların boş kalması gerekirken, karı-koca günde 9-10 saat çalışarak ancak geçinebiliyorlar. Japonya’dakilerin çift çift daireleri olması gerekirken, Türkiye’deki meskenlerin belki üçte biri kadar yerde ve nüfusun üçte ikisi de kirada yaşıyorlar. İşte bu durum insanlığın baid dalalet içinde olduğunu gösterir.

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ (19)

EaLaM TaRa EanNa elLAvHa PaLaQa elSaMAvVAvTı Va eLErWa Bi el XaqQı EiN YaŞaE YüzHiBKuM Va YaETı Bi PaLQıN CaDIyDın

“Allah’ın semavat ve arzı hak ile halk ettiğini re’y etmedin mi? Meşieti olursa sizi izhab eder ve cedid halk ile ciet eder.”

Allah kâinatı hak ile yaratmıştır. “Hak” demek belli miktarlarda ve gerekli yerlerde iş görmek üzere yaratmak demektir. Düzeni bozmaz. Siz görevinizi yaparsanız yaşarsınız, yapmazsanız gidersiniz. Değişme zamanında değişmek zorundasınız.

Bir yakın tanıdık geldi. Bir damarı tıkanmış. Başka damardan oraya köprü kurulmuş. Kişi bunları duymamış. Tesadüfen doktorlar haber vermişler. Görülüyor ki Allah hiçbir şeyi unutmamış, eksik bırakmamış. Ölüm de hastalık da O’nun kaderi.

Şimdi insanlığa diyor ki: Beşinci İslâm medeniyeti, ikinci Kur’an medeniyeti dönemi geldi. Değişeceksiniz. Değişmezseniz gidersiniz, başkaları gelir. Hatta onların DNA’larını değiştiririz. Ama Allah kendi düzenini bozmaz. Allah semavatı ve arzı halk etti, bizi de halk etti. Farklı halk tipi vardır. Ama hepsinde hak vardır.

Cedid halk demek, insan olmayan halk demektir.

Allah insana irade vermiş. Bu ne demektir? İnsan kendisi kararlar alıp uygulayacaktır. Karardan evvel o varlık üzerinde meşiet geçmemiştir yani o şey değildir. Meşiet etmeden önce onu yapmak zorunda değildir. Ama meşiet ettikten sonra onu yapmaması diye bir şey Allah için söz konusu olmaz. İnsana da irade-i cüziye vermiştir, ister yapar ister yapmaz. İnsan onu yapmazsa o meşietini değiştirmez. Aciz durumda kalmaz. Yenisini getirir.

Allah şeytanı görevlendirmeyi istemiş ama şeytana irade vermiş. Ya şeytan secde etseydi Allah ne yapacaktı? Yeni şeytan yaratacaktı. O görevi yapıncaya kadar devam edecektir. İrade sahibini zorlamamaktadır ama kendi iradesini de gerçekleştirmektedir.

أَلَمْ تَرَ

EaLaM TaRa

“Re’y etmedin mi?”

Muzari sıyga üzerine “Lem” gelmiştir. “L” ve “M” harfleri olumlu olumsuz manaları taşırlar. “Ma” geçmiş, “Le” gelecek içindir. Geçmişte olan anlamındadır. Ama simdi de devam etmektedir demektir. “Ma Cae” dediğinizde, geçmişte bir zamanda gelmedi olur. “Lemma yeci” hiç gelmedi demek olur. “Lem Yeci” gelmedi, şimdi de yoktur anlamı verilir.

“Re’y etmedin mi?” Şimdi re’y etmektesin, ama geçmişte re’y ettin anlamındadır.

İnsanlık yirminci yüzyıla kadar göklerin sonradan yaratıldığında hep şüphe etmiştir. Hep var etmiştir. Sonradan yaratılmamıştır diyorlardı. Peygamberler ise sonradan yaratıldı diyorlardı. Yirminci yüzyıla kadar bu çözülememişti. Yirminci yüzyılda kâinatın genişlemekte olduğu tesbit edildi. Demek ki bir başlangıcı vardı da genişliyor dendi ama bu kesin bilgi değildi. Çünkü titreşim yapmış ve kendisi yine ezeli olabilirdi. Ne var ki bir telefon şirketi kâinatın her tarafından gelen bir elektromanyetik dalga keşfetti. O dalganın kırmızıya kayması ile kâinatımızın doğuşunu tesbit ettiler. Saniyenin yüz binde biri zaman kadar geri gidip kâinatın doğumunu takip ediyoruz. Ve bugün artık kesin olarak biliyoruz ki kâinat sonradan var edildi. Yaşını da ölçüyoruz. Böylece biz bugün 13,7 milyar ışık yıl mesafesini görebiliyoruz. Ama bu kadar zamanı da takip edebiliyoruz.

Burada da şunu görüyoruz ki kâinatta tesadüfen oluşan bir şey yoktur.

أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ

EanNa elLAvHa PaLaQa elSaMAvVAvTı Va eLErWa

“Allah semavatı ve arzı halk etti”

Bugün astronomi ilmi bu oluşu ilk saniyelerden beri ortaya koymaktadır. Bilme durumundayız. Bundan 100 veya 200 sene önce bu ilmilerden tamamen haberdar değildik. O halde bu ayet onlar için müteşabih idi, bizim için muhkem oldu. Bugün artık kâinatın yaratıldığını görüyoruz. Allah semavat ve arzı halk etmiştir.

“Halketmek” demek bir kumaşı dikmek üzere kesmek, sonra da dikmek demektir. Bir çamuru yoğurduktan sonra ona şekil vermek demektir.

Bugün bunları adım adım olarak biliyoruz. Bu ayet bize aynı zamanda bu ilimleri bilmemiz gerektiğini emrediyor. Çocuklara bu dersleri vermemiz gerekir.

بِالْحَقِّ

Bi eLXaqQı

“Hak ile”

Doğru var yanlış var, iyi var kötü var, yararlı var zararlı var, adl var zulm var. Doğru, iyi, yararlı ve dengeli olan adldir. Yanlış, kötü, zararlı, dengesiz ve belirsiz olan batıldır. Yine müsbet ilimler göstermiştir ki kâinatta olanın tamamı doğru, iyi, yararlı ve dengelidir.

İlimlerde illetler ve hikmetler okunur. Biyolojideki hikmetleri hâlâ bilmiyoruz.

Yukarıda anlattığımız damarların birbirine eklenmesini ancak hikmetle izah edebiliyoruz. DNA’larla bunun yapıldığını da biliyoruz. Ama daha bu işlemin DNA programı yapılmamıştır. Sosyolojide bazı yanlışlar varsayılmıştır. Ama araştırmalar ilerledikçe hepsinin bir hikmeti bulunmuştur yahut vardır ama biz bilmiyoruz.

Yaratıcı’nın acemi olmadığını biliyoruz. Damarı tıkanan kimsenin şu damarını şuraya bağlarsam bu çalışır diye karar veren beynin elektronik ağlarını bilen biri elbette evliliğin gereğini de bilir, çok evliliğin meşruiyetini de bilir.

إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ

EiN YaŞaE YüzHGiBKuM

“Meşieti olursa sizi izhab eder”

Tıkanmış bir damarın baypasını yapan Halik elbette siz dinlemezseniz sizin yerinize getirecek yedekleri de hazırlamıştır. Allah büyük bir plan yapmıştır. Buna “levh-i mahfuz” diyoruz, Kur’an “imam-ı mübin” diyor. Nasıl imama uyuluyorsa biz de kadere öyle uyuyoruz.

Bir usta tutarsınız. Usta istediğinizi yapmazsa onun işine son verir başkasını ararsınız. Allah da böyle yapıyor. Sermaye’ye diyor ki; karşılıksız paradan vazgeçin, faizli sömürüden vazgeçin, ekonomi dışında insanların ahlâkına, bilgisine ve düzenine karışmayın.

Hayır, siz bunu yapmayacak mısınız?

O zaman sizi götürür ve yeni halkı getirir. Şimdiye kadar getirmeyişinin sebebi şartların oluşması ve size tevbe etme imkânını vermesi içindir.

وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ (19)

Va YaETı Bi PaLQıN CaDIyDın

“Ve halkı cedit ile gelir.”

Evet, üçüncü binyıl uygarlığını kurma görevini Allah Türkiye halkına vermiştir.

Biz semt kooperatifleri kuruyoruz. Halkımız bize katılmaz kurmazsa, Allah bu görevi bizden alır, başkasına verir.

Bugün Allah Sermaye’ye karşı bu görevi vermiştir. Ona dur deme zamanı gelmiştir. Dur demesi gerekenler dur demezlerse, onlar gider yenileri gelir. Gerçi burada halk-ı cedit diyor, en zor olanı bile yapabilir diyor. Diğerleri zaten sizin de aklınızın erdiği bir şeydir.

Üçüncü binyıl uygarlığını dört büyük din benimsemelidir. Artık o dinlerin müminleri bizim söylediklerimize kulak vermelidir. Kur’an düzeni onların kitaplarının düzenidir. Onu gerçekleştirmek için yola koyulmalıyız. Koyulmalılar. Yoksa Allah bizi tamamen ortadan kaldırıp yeni bir Nuh gemisiyle yeniden uygarlığı kurabilir.

İnsanlık tarihi içinde beş bin yıl hiçbir şeydir. Daha önümüzde milyonlardan fazla günümüz var. Kur’an düzeni yeni kuruluyor.

وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ (20)

V aMAv ÜAvLiKa GaLay elLAHı Bi GaZIyZın

“Ve bu Allah için aziz bir şey değildir.”

Yani birileri ile başladığı işi başkaları ile bitirmek Allah için bir eksiklik doğurmaz. Çünkü insanlara irade verdi, baştan kararı öyle aldı. Bunlar bitirirlerse bunlarla bitireceğim, bunlar bitirmezlerse bunları alıp götüreceğim, yerlerine başkalarını getirip başladığım işi bitireceğim demiş.

“Allah” kelimesi burada tekrar edilmiştir. Birincisinde semavat ve arzın hilkatinden bahsedilmektedir. Orada Allah kimseye cüzi irade vermemiştir. Dolayısıyla o düzeni bozmak kimsenin elinde değildir. Kimse doğa kanunlarını değiştiremez.

İnsanda iki türlü faaliyet vardır; iradi faaliyet vardır, gayri iradi faaliyet vardır. Yürüdüğün zaman iradenle yürürsün ama kalbin atarken senin iraden dışında atar. Onun gibi Allah’ın mutlak iradesi ile olan hilkat vardır, diğerinde ise irade sahibi muhatapların iradelerine göre kendisi de onların iradesine göre irade ederek işler yapar. Allah’ın iki davranışı farklıdır. Bundan dolayı izhar edilmiştir. Buradaki Allah’ın iradesi kulların iradesine karşı iradesidir. Bizim irademiz de birbirimizin iradesine bağlı olarak oluşmaktadır.

Bu ayet bize iradenin yalnız psikolojik olay değil aynı zamanda sosyolojik bir olay olduğunu gösterir. Topluğun iradesi küllidir. Bizim irademiz cüzidir. Topluluğun anlık iradesi kişinin ömrü boyunca iradesine benzerdir. Kişi ancak onu yaşayabilir.

وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ (21)

Va BaRaZUv Li elLAHı CaMIyGan Fa QAvLa elWuGaFAvEu LielLaÜIyNa isTaKBaRUv EinNAv KunNAv LaKuM TaBAGan FaHaL EaNTuM MuĞNUvNa GanNAv MıN GaZAvBı elLAHı MiN ŞaYEin QAvLUv LaV HaDAvNav elLAvHu LaHaDaYNAaKuM SaVAEun GaLaYNAv Ea CaZiGNAv EaM ÖaBaRNAv MAv LaNAv NıN MaXIyÖın

“Ve Allah’a cemian buruz ettiler. Zayıf olanlar istikbar edenlere biz size teba idik, Allah’ın azabından bir şeyi bizden iğna edebilecek misiniz derler de Allah bize hidayet etseydi biz de size hidayet ederdik derler.  Ceza etsek de sabretsek de birdir, bizim için mahıs yoktur.”

Birlikte Allah’ın huzuruna çıkarlar.

“Berze” çıkıntı demektir, bir şeyin görünmesi demektir.

“Barize” demek birini birden görmek demektir. Bugün biz yeryüzünün bir parçasını görüyoruz ama yukarı çıktığımızda yeri barize olarak görürüz. Bütünü ile görünür. “Li” harfi ile görünme demektir. Huzuruna çıkmak demektir. “İlâ” dendiği zaman bütünü ile oraya gizlenme kapanma demektir. Yatağa girip sarılma, kafayı yorganın altına sokma demektir. “Min İndike” dendiğinde ayrılmak gözden uzak olmak anlamına gelir. Bu şekilde barize durumu değil oluşmayı tesbit eder, hareketi içerir.

Ekip olarak tabi olanlarla tabi olunanlar Allah’ın huzuruna çıkmışlardır. Randevu vermiş ama henüz Allah kendisi görünmemektedir. Bu arada istişare ediyorlar, bize bir yardımınız olacak mı, biz size tabi idik derler.

“Zaifler ve istikbar edenler” denmektedir. “İstikbar edenler” sömürenler demektir. Toplulukta kendilerini üstün görmeğe başlarlar. Milletvekili olmakla daha akıllı olduklarını sanırlar. Hele bakan olunca sizinle görüşmeyi bile zül kabul ederler. Zengin olunca ayrı sınıf oluştururlar. Siz de zengin olsanız bile sizi aralarına almazlar. Hindistan’daki kast sistemi aranızda oluşur. Sadece kanuni değil fiillidir. Zaif olanlar da yaşayabilmek için onlara tabi olur, onlara zevkle hizmet ederler. Peygamberlere; halkla ilişkileri koparın, biz sizi yanımıza alalım derler. Şimdi de Allah’ın huzurunda şefaat etmelerini isterler. Biz size tabi olmuştuk, bize bir yardımınız olmayacak mı derler. Allah bize hidayet etseydi biz de size hidayet ederdik, biz eğer kendimizi kurtarırsak kendimizi de sizi de kurtarırdık derler.

“Sabır” granit taştır, parçasını koparsan bile kendisini parçalayamazsın. “Caza” ise balyoz vurduğunuz zaman dağılan taştır yahut parçalanan taştır. Yerinden koparılan çalı veya daldır. Sabırlı olmak demek dayanma, direnme, dağılmama demektir. “Caz etme” ise dayanamayıp teslim olma anlamındadır. Sabreden topluluk demek olayların ve tertiplerin onları birbirinden ayırmaması demektir. Türkiye ve Rusya sabredememişler, bir uçak aralarını bozmuştur. AK Parti on sene sabretmiş ama sonunda dağılmıştır.

Sömürenler sömürülenlere derler ki; bizim size bir yardımımız olamaz, sabretsek de dağılsak da birdir. Yani orada ister beraber olsunlar ister ayrılsınlar, artık onlar için değişmez. Dünyadaki birlik ve beraberlik orada işe yaramaz. Bu dünyada durum böyledir. Birlikte olabilmek ve dağılmamak için yapılacakları yapmak gerekir.

Burada âhiret halini anlatırken iş işten geçtikten sonra artık sabrın da hiçbir yararı yoktur. Bizim kuracağımız semt kooperatifleri ve bucak kooperatifleri için de durum aynıdır. Baştan insanlar hevesleniyorlar, birlik oluşturuyorlar ama zamanla dayanamayıp dağılıyorlar. Arkadaşlarımızdan kurucular belli bir süre sonra ayrılıp gittiler. İnsanlar özgürlük istiyorlar. Kusurlarını birbirlerinin görmemesi için uzak durmak istiyorlar, sonra da sömürülüyorlar.

Bugün sermaye veya devlet şunu istiyor. Aile bağları asgariye insin, topluluklar ya hiç olmasın yahut bir konu üzerinde olsun. Kadınlar ayrı, erkekler ayrı, çocuklar ayrı, gençler ayrı grup oluşturuyorlar. Yani sabredemiyorlar. Bunun sonucu olarak sıkıntı içinde hayat sürüyorlar. Gençler anne babalarının varlığına güvenerek yaşıyorlar. Hattâ murislerin bir an önce ölmelerini istiyor, miraslarına konmak istiyorlar.

Ben 63 yaşıma geldiğimde varlığımı mirasçılarıma dağıttım. Ben bundan sonra kazanırsam her şey benimdir dedim. Tavsiye ederim, 60 ile 70 yaş arasında uygun zamanda mirasınızı dağıtın. Onlara özgürce çalışma imkânını verin. Siz de kendiniz artık serbest olun, artık çocuklarınız için değil de Allah rızası için çalışın, vaktinizi cihada ayırın, kazancınızı yenilik yapmaya harcayın.

İnsan sağlığı müsait oldukça çalışmadan duramaz. Ölünceye kadar çocukların başında durmak onların yeni iş kurmalarını önler. Yaşıyorsanız, artık yaşlanmış olurlar. Siz öldükten sonra yeni hayat kuramazlar.

Sabırlı olmanın başka bir şartı da şudur. Parça parça miras bırakmak bir işe yaramaz. Hattâ varislerin bölüşmesini önler. Şeriatın hükmüne uyun, birleşin, kooperatifler kurun. Servetinizin yararlanma mülkiyetini vârislerinize bırakın ama işletme mülkiyetini kooperatif içinde vasiyetle intikal ettirin.

Bunlar şeriatın hükümleridir. Ben belki hata ediyorum ama anladıklarımı anlatıyorum. Siz de içtihat yapın. Yarın bu anonim şirketler gümbür gümbür çökmeye başladığı zaman şimdi birbirlerine kenetlenmiş patron ve işçiler dağılacaklar, işçiler patronlarından hak isteyecekler, davalar açacaklar, kıdem tazminatını isteyecekler. Patronların bir şeyleri olmayacak ki versinler. Devletten isteyecekler. Devletin bir geliri olmayacak ki versin. İşte o gün sabretme veya etmeme bir işe yaramaz.

وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا

Va BaRaZUv Li elLAHı CaMIyGan

“Ve cemian Allah’a buruz ettiler”

Birlikte Allah’ın karşısına çıktılar.

Allah’tan af dileyecekler, özür dileyecekler.

Buradan öğreniyoruz ki Allah insanlarla görüşecek ve onları affedecek veya azabı onaylayacak. Muhakeme bugün olduğu gibi mahkemelerde şahitlerin şahadetiyle yapılacak. Her insanın hayatını baştan sona kaydeden üç melek vardır. Biri günahları yazar, diğeri sevapları yazar, biri de hakemlik eder.

Bizim muhasebemiz de bu şekilde olacaktır. Biri alacakları yazar, diğeri borçları yazar, biri de orta muhasiptir, aralarında çıkan ihtilafları hükme bağlar.

Bunu Kur’an’dan şöyle istidlal ediyoruz. Tedayün ayetinde (Bakara, 282) iki defa kâtip yazsın dendiği halde “ve” harfi ile atfederek bir de yazın emri verilmektedir. İki kâtip fakih ve rasih kâtiplerdir. Ayrıca üç de zakir kâtip vardır. Karar verildikten sonra temyize gider. Temyiz doğrudan Allah’ın huzurunda yapılır. Taraflar gitmez, Allah da müdahale etmez. Taraflar giderlerse Allah doğrudan onları huzura alır ve dinler, son kararı O verir. Dünyada da son karar infaz kararıdır, bucak başkanı verir. Bucak başkanı infaz etmezse mağdur o bucaktan hicret eder ve bucak başkanı aleyhine dava ikame eder.

Sömürenler ve sömürülenler olarak iki taraf da suçlu olarak muhakeme edileceklerdir. Sömürenlere teslim olmak, sömürmelerine izin vermek demek, sömürenleri desteklemek, başkalarını sömürmelerine izin vermek demektir. O halde karşılıksız para ile sömürülmemek için semt kooperatifleri kurup karşılıksız parayı semtimizin içine sokmamalıyız. Tüccarlarla alışverişi semt bonosu ile yapmalıyız. Böylece takas yapmış olur, para ile iş yapmamış oluruz.

فَقَالَ الضُّعَفَاءُ

Fa QAvLa elWuGaFAvEu

“Zaifler dediler”

Zaifler kimlerdir?

Sömürülenlerdir.

Tarih boyunca güçlüler aristokratik sınıf oluşturmuşlar ve güçsüzleri sömürmüşlerdir. Her çağın sömürücüleri farklı grup olmuştur. Din adamları sömürmüşler, askerler sömürmüşler. Bugün de zenginler sömürmektedirler. Bürokratlar da onların işlerini yapmaktadırlar. Bugün işverenler vardır. Sermaye sahipleridir. Faizle para verir ve kendileri çalışmadan tüm insanları sömürürler. İşveren vekilleri vardır. Sonunda işçiler vardır. Bunlar zaif kimselerdir. Âhirette ve bu dünyada ceza yalnız sömürenlere verilmeyecektir, sömürülenler de sorumlu olacaklardır.

Bu bakımdan Marksizm ile Kur’an arasında ortak görüş vardır; sömürüye son verilmelidir. İkisi arasındaki fark şudur.

Marks sömürenleri değiştirmektedir, patronlar yerine sendika yöneticilerinin sömürme yapmasını istemektedir.

Oysa Kur’an sömürüyü kaldırmaktadır. Yaşama kredisini, selem kredisini vererek halkı patronlara mahkûm etmemektedir. Çalışma kredisini vererek işçi sınıfını patronlara mahkûm etmekten kurtarmaktadır.

Türkiye Avrupa Birliği’ne girmek istiyor.

Niye?

Duafa sınıfından çıkıp kübera sınıfına girmek için!

Biz ise duafa sınıfını güçlendirip kübera sınıfının seviyesine götürmek istiyoruz. Küberayı zayıflatmak değil, duafayı güçlendirmek istiyoruz.

لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا

LielLaÜIyNa iSTaKBaRUv

“İstikbar eden kimselere”

İstikbar eden kimselere diyorlar.

Tarih boyunca önce din adamları halkı sömürdüler. Sonra siyasiler sömürdüler. Şimdi de sermaye sahipleri sömürüyorlar. Oysa İslâmiyet’te yalnız ilmî sınıflar vardır, “hükmetmek” için değil “hizmet etmek için” vardırlar.

Askerlikte de artık tahsil birinci derecede rol oynamaktadır. “Adil Düzen” için şartlar hazırlanmıştır. Zenginler ticaret yapacak, siyasiler güvenliği sağlayacak, âlimler projeleri yapacak, din adamları da halkı eğitecek ve özgürce yaşamayı öğretecek.

إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا

EinNAv KunNAv LaKuM TaBaGan

“Biz size teba olmuştuk”

Memurlar, işçiler hep; biz size tabi olduk, açlıktan mecburen sizin emrinize girdik, şimdi sizden yardım bekliyoruz, suçu üstünüze alın ve bizim cezamız biraz hafiflesin diyorlar. Dayanışma içinde olalım.

Allah bu tabi olmayı ancak şöyle kabul eder. Biri işçidir. Çalışıp kazanıyor ama artırdığını “Adil Düzen”de biriktiriyor. Zamanını artırırsa, “Adil Düzen”de çalışarak veya cihat ederek harcıyor. Parasını artırırsa, “Adil Düzen” işletmelerine yatırıyor. İlk fırsatta da sömürü işletmelerinden ayrılıyor ve “Adil Düzen” işletmelerine geçiyor.

Şimdi Zeki ile Nusret isimli kardeşlerimiz “Adil Düzen” işletmelerinde çalışmak üzere İstanbul Akevler’e gelmişlerdir. Bizim onlara iş vermemiz gerekmektedir. Sonra onlar gibi arkadaşlar da bizim işletmelerde çalışacaklar ve çoğalacaklardır. Biz de işimizi ve evimizi “Adil Düzen” semtlerine taşımalıyız. Şimdi onların düzeninde iş yaptığımıza göre onlar tarafından sömürülmeye devam ediyoruz. Sömürü sermayesine taşeronluk yapıyoruz. Durumumuz iyi ise biz de sömürü ortağı oluyoruz, iyi değilse sömürülüyoruz demektir.

فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا

FaHaL EaNTuM MuĞNUvNa GanNAv

“Siz bizden iğna edenler misiniz?”

Evet, bugün zannedilir ki sermaye veya bürokratlar zulmediyor ve sömürüyor. Yarın halkımız bunlara karşı davacı olmayı hak edeceklerdir. Allah’ın affettikleri cennete gideceklerdir. Bugün genel kanı şudur. Biz cari sistemde kazanıyoruz ama sonra iyilik yapıyoruz, fakir fukarayı gözetiyoruz. Dolayısıyla Allah bizi cennete götürecek. Sizin fakir fukarayı gözetmeniz sömürü düzeninin devamını sağlıyor.

Millî Görüşün, AK Parti’nin, Cemaat’in ve tarikatların günahı şudur ki; onlar cari sistemde sömürü taşeronu olarak faaliyete devam etmektedirler. Bunların şimdi Akevler’e katılıp hep birlikte Türkiye’yi birkaç sene içinde semt kooperatifleri ile doldurmamız gerekir. AK Parti’den, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’dan bunu bekliyoruz.

Bunlar yapılmadığı takdirde bu dünyada uçuruma gidilmektedir.

Ahirette de sömürenler de sömürülenler de hesaba çekileceklerdir.

مِنْ عَذَابِ اللَّهِ

MıN GaZAvBi elLAHı

“Allah’ın azabından”

Allah isterse mazlumlara ihsanda bulunur, uğradıkları zulümden dolayı onları mükâfatlandırır. Zalimleri de affeder. Böylece cehenneme kimseyi göndermez. Ama böyle yapmaktadır. Kendi düzenini dünyada bozdukları için Allah âhirette onlara azab edecek, cezalarını çekeceklerdir. İşte bundan kurtulmayı istemektedirler.

مِنْ شَيْءٍ

MiN ŞaYEin

“Bir şey”

Az olsun çok olsun bir şeyler farklı olmalı, siz bizi ezdiniz, şimdi de yine biz cezalanıyoruz. Suçu üzerinize alın, bize yardımcı olun derler.

قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ

QAvLuv LaV HaDAvNav elLAvHu

“Allah bize hidayet etseydi diyecekler”

Şu soru ile karşı karşıyayız; peki, Allah onlara hidayet etmedi mi?

Allah onlara hidayet etti ama onları zorla doğru yola götürmedi. Onları serbest bıraktı. Bir de zenginlik verdi, iktidar verdi. Allah isteseydi onları zorla hidayete erdirirdi. Öyle yapmadı. Biz de bize verdiği imkânlarla sizi sömürdük, sizi işçi olarak çalışmaya zorladık...

“Allah” kelimesi iade edilmiştir, zamir olarak değil de doğrudan adı zikredilmiştir.

Azab Allah’ın adaletidir. Hidayet Allah’ın ihsanıdır. Adalet ile ihsan birbirine zıttır. Allah bu iki zıddı ayrı ayrı sıfatları ile birleştirir, iradesi ile adalet yapar, rızası ile ihsan yapar. Bu sebeple izhar edilmiştir. Bu söylediklerim üzerinde düşünürseniz burada Allah kelimesinin izharında büyük incelik olduğunu görürsünüz.

لَهَدَيْنَاكُمْ

LaHaDaYNAaKuM

“Biz de size hidayet ederdik”

Mademki bize teslim oldunuz biz de size hidayet etmiş olduk. Biz de bütün bunları düzen gereği yaptık. Biz sizi sömürmeseydik, biz de bir şey yapamaz yaşayamazdık. Düzen olmazdı. Düzen de ilahidir. O halde bizim size yapabileceğimiz bir yardım yoktur.

Buradan şunu anlıyoruz ki, mevcut bozuk düzende iyi işler yapmak değil, düzeni değiştirmek gerekir. Bu da anarşistlerin dediği gibi düzen yıkmakla değildir, tam tersine daha iyi düzen getirirsek kötü düzen kendiliğinden gider. Kötü düzende yaptıkları suç değildir, düzeni değiştirmek için çalışmamaları suçtur. Bugünkü insanlar âhirette neden semt kooperatiflerinin kurulmasına katkıda bulunmadınız diye sorguya çekileceklerdir.

سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا

SaVAEun GaLaYNAv Ea CaZaGNAv

“Ceza etsek de bizim için birdir”

Bu dünyada birlik olduğunuz zaman kendinizi savunma ve direnme imkânı bulursunuz. Aranıza ayrılık girdiği zaman helak olursunuz.

AK Parti ve Cemaat misali… AK Parti’de dönemzedeler misali… Putin-Erdoğan misali… Ayrıldınız mı helâk olursunuz.

Ahirette ise artık direnme ve toplu savunma konusu birdir. Mutlaka adalet vardır. Haklı görünmek yetmez, haklı olmak gerekir.

أَمْ صَبَرْنَا

EaM ÖaBaRNAv

“Sabretsek de”

Evet…

Bu dünyada sabır zafer için gerekli, hattâ yeterlidir.

Ama âhirette artık sabır değil cezayı çekmek gerekir. Bir olsanız da cezanızı çekeceksiniz, ayrı ayrı olsanız da cezanızı çekeceksiniz.

Bu sistem yargıda da böyledir. Yargıda her kişi ayrı ayrı muhakeme edilir. Onların birlikte hareket etmeleri veya ayrı ayrı savunmaları fark etmez. Fiil işlenmiştir. O fiili işleyenlerden her biri ayrı ayrı sorumlu olur. Ortak sorumluluk yoktur. Bu sebepledir ki bir topluluğa veya bir cemaate ortak ceza verilemez.

مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ (21)

MAv LaNAv NıN MaXIyÖın

“Bizim için mahıs yoktur.”

“Havş” altı çalılık sık orman demektir.

“Havs(sad)” dikiş yeri, şının sad’a dönüşmesi ile kaçıp gizlenecek yer anlamındadır.

“Hayt” çeper, çit demektir. Sonra içine almak anlamı kazanmıştır. Bu takdirde mahis’deki mim asıl harf olmayıp meful kalıbından gelir.

HYS da gizlenilecek sığınılacak korunmuş yer demektir. Bir yere kaçılamaz, bir şey de gizlenemez. Fiillere doğrudan ulaşılır ve ona göre hükümler konur. Bu takdirde kalıp ismi meful kalıbıdır.

“Mahıs” kök olarak alınabilir Bu takdirde kirden pislikten arındırılmış temizlenmiş demektir. Dünyada günah işler, tevbe eder ve affedilirdin. Burada ise artık günahları sevap işleyerek giderme imkânı yoktur demektedirler.

Dünya mahkemelerinde de cezalar iyi haller dolayısıyla hafifletilemez, kötü haller dolayısıyla da ağırlaştırılamaz. Batı ceza hukuku bu bakımdan da Kur’an ve Tevrat’a aykırıdır. Fıkıhçılar bunları sünnete dayanarak ortaya koydular. Cezada takdir yoktur.

Görülüyor ki Kur’an bunları teyit etmektedir.

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ إِلَّا أَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنْفُسَكُمْ مَا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (22)

Va QAvLa elŞaYOAvNu LamMA QuWıYa eLEaMRu EinNa elLAvHa VaGaWaKuM VaGDa eLXAqQı Va Va GaWTuKuM FaEaPLaFTuKUM Va MAv KAvNa LıYa GaLaYKuM MıN SuLOAvNın EilLAv EaN DaGaVTuKuM FaiSTaCaBTuM LiYa FaLAv TaLUvMUvNIy Va LUvMUv EaNFuSaKuM MAv EaNa Bi MuÖRıPıKuM VaMAv EaNTuM Bi MuÖRıPIYya EinNIy KaFaRTu BiMAv EaŞRaKTuMUvNı MıN QaBLu EinNa ejJAvLıMIyNa LaHuM GaÜAvBun EaLiMun

“Ve emir kaza olunca şeytan da Allah size hakkı vaat etti, ben de vaat ettim size ihlaf ettim dedi. Benim sizin üzerinize bir sultanım yoktur. Sadece davet ettim, siz de isticabe ettiniz. Beni levm etmeyiniz, nefsinizi levm ediniz. Ben sizi ısrah edemem, siz de beni ısrah etmezsiniz. Min kabl bana işrak ettiğinizi küfrettim. Zalimlere elim azab vardır.”

İnsanları kötülüğe götüren iki güç vardır. Biri insanlardan oluşan kübera sınıfının baskılarıdır, onları cehennemlik yapar. Bunların zaifler üzerinde ekonomik ve güvenlik baskıları vardır. Bir de aslında hiçbir baskı güçleri olmadığı halde şeytan grubu vardır. Bunlar kötü kimselerdir. Birbirlerine kötülüğü ilham ederler ve kötü yollara götürürler. Bilhassa bunlar iktidarın çevresini sararlar ve sürekli olarak onlara hata yaptırırlar. Sizin çevrenizde böyle arkadaşlarınız vardır, yakınlarınız vardır. Sürekli baskı içindesiniz. Onlardan kendinizi kurtaramazsınız. Bunlar kötü insan olmayabilir, hatalı içtihatta bulunabilirler. Sizi de aynı yöne sürüklemeye çalışırlar, böylece birlikte uçuruma yuvarlanırsınız.

Kur’an bu son ayette bunları anlatmaktadır. Bunlar diğerlerinden farklı olduğu için “ve” harfi ile atfetmiştir. Bu baskıdan kurtulmanın yolu hicrettir. Eşiniz (babanız, kardeşiniz, oğlunuz, komşunuz… vs) çevresinin etkisiyle hep sizinle uğraşmaya başlar, mesela sizin “Adil Düzen” çalışmanıza mani olmaya çalışır. Siz de onlara uyar ve bu düzenin değişmesi için çalışamazsınız. Zulmün ve karanlığın sürüp gitmesine yardımcı olursunuz.

Bu eşler arasındaki baskı ve kışkırtma, cinden olan şeytandan gelmektedir. O bununla görevlidir. Ahirette bunlarla da karşılaşacak, onların bize nasıl ve ne zaman vesvese verdiklerini bileceğiz. Onlara da davacı olmaya çalışacağız. Ama o bizi terk edecektir.

Bu şeytan ve onun insanlardan oluşan ekibinden kurtulmanız için yollar vardır.

Birincisi içtihattır. Size gelen hiçbir öneriye veya habere peşinen hükmetmeyiniz. Üzerinde düşünün, delillendirin, ondan sonra karar verin.

İkincisi, biri size birisi aleyhinde bir şey söylüyorsa, siz onunla görüşmeden o söze kıymet vermeyiniz. Kendisiyle görüşün, iddiaları ona anlatın, söyleyenin adını vermeden anlatın. Ondan sonra kararınızı veriniz.

Üçüncüsü, sizden bir talepte bulunan olursa size ve ona zararlı olmayan bir talebe muvafakat ediniz. Benim dediğim olsun demeyin, onun dediği olsun deyin. Ama eğer o size veya ona veya başkasına zararlı ise veya bir ihsana mani oluyorsa, kesinlikle, kim olursa olsun ona uymayınız. Başlangıçta karşı taraf darılır ama sonra hep size dua eder.

Dördüncü olarak da, karşı tarafı kırmayayım diye katiyen yalan söylemeyiniz. Sözünüz onu soğutur ama size de saygısı artar. Ben hayatımda birkaç defa yalan söylemişimdir. Mahkemelerde bile her şeyi olduğu gibi anlatmışımdır. En yakın dostlarıma içimden gelen her şeyi söylemişimdir. Kötüler uzaklaşmıştır. Böylece onlardan kurtulmuş oldum. İyiler ise düzelmişlerdir, böylece onlara da iyilik etmiş oldum.

وَقَالَ الشَّيْطَانُ

Va QAvLa elŞaYOAvNu

“Ve şeytan kavl etti”

“Kâle” kelimesi duafaya yani zayıflara atfedilmiş olabilir. Ama bu mana bakımından uygun değildir. Bu küberanın kavline yani “kalu”ya atıftır. Başkalarının sözü ile gezen halk kimlerin sözüne gezmişse onları yakalayıp suçlamak ister.

Bu tabi olunan kimseler iki gruptur.

Biri güçlülerdir, sermaye ve iktidardır. Bunlar güçlü idiler, zaifler onlara muhtaç idiler. Zaiflerin günahı kurtulmak için çaba göstermemeleridir.

İkinci grup ise eşitler grubudur. Bunlar şeytan ile muhatap olmaktadır. Şeytan bunlara doğrudan varmaz, çevresi ile varır. Anneden babadan başlar. Kur’an bunları saymıştır. Sonra bulunduğun aşiret ve kabilelerdir. İlmi, mesleki, siyasi ve ahlaki dayanışma ortaklıklarıdır. Bunların merkezi cinden olan şeytandır. Ahirette onlara da saldırır, bizi siz bu hallere düşürdünüz derler. Şeytan da çok açık bir şekilde cevap verir.

لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ

LamMA QuWıYa eLEaMRu

“Emir kaza olunduğunda”

Bir uygarlık doğar, gelişir, yaşlanır ve birtakım hastalıklar ortaya çıkar. Yaşlı düzenin ortadan kalkması yerine yeni düzenin, daha ileri düzenin gelmesini gerektirir.

İnkılâpçılar çıkar ve daha ileri yeni düzeni getirmek isterler. Denemeler olur. Başaramayabilirler. Sonunda başarılır.

İşte, yeniliğe karşı direnenler mağlup olurlar. Bu mağlubiyet savaşla bitebilir. O zaman onlara tabi olanlar da helak olup giderler.

İşte şeytan, emir kaza olunduktan sonra demektedir. Emrin kaza olunmasını âhirette mahkemelerin karar vermesi şeklinde anlayabiliriz. O takdirde mahkeme arkadaşlarının yanında yer alan kimseleri de mahkûm ettikten sonra onlara denmiş olabilir.

Her iki manayı da doğru kabul edebiliriz.

إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ

EinNa elLAvHa VaGaWaKuM VaGDa eLXAqQı

“Allah size hakkın va’dini vaadetti”

Hakkı vaat etti denmiyor. Hakkın vaadini vaat etti diyor.

Hakkın vaadi ne demektir?

Hakkın geleceğini vaat etti.

Kur’an bize ne vaat ediyor?

Kur’an, bugün mevcut olan sorunların çözüleceğini vaat ediyor. Mahkemeler 40 sene sürmeyecek. Rüşvetle işler görülmeyecek. Terör korkusu kalkacak, işsizlik sona erecek. Bürokrasi ortadan kalkacak. Tekel sömürüsü ortadan kalkacak.

“Adil Düzen” bunları vaat ediyor. Bunları sadece solcuların yaptığı gibi mevcutların gitmesi ile geleceğini vaat etmiyor. Nasıl geleceğini de ilmi veriler içinde anlatıyor. Hakkın geleceğini vaat ediyor. Sonra, hak demek söylenenlerin gerçekleşmesi demektir yani Kur’an ne vaat etmişse onu gerçekleştirir. Kur’an olacak diyorsa o olacaktır demektir. Kur’an demiyor mu ki Allah nurunu tamamlayacaktır ve o nur da Kur’an’ın hükümleri değil midir? Kur’an’a inanan kimse bundan nasıl kuşkulanır, nasıl olur da bir türlü buna inanmaz?

وَوَعَدْتُكُمْ

Va Va GaWTuKuM

“Ve ben de size vaat ettim”

Hakkı değil boş şeyleri vaat etti.

AK Parti iktidarda idi. On üç senelik iktidarı vardı. Vaat etmişti ve yapabileceklerini vaat etmiş, büyük bir kısmını yerine getirmişti.

Ama diğer partiler iktidara gelme ihtimali olmadığı halde vaat ediyorlardı. Nasıl yapacaklarını da söyleyemiyorlardı. Herkes biliyordu ki muhalif partilerin vaadi yalandı.

Adil Düzen Çalışanları yapacaklarını vaat etmelidirler. Bir kooperatif kurabilirler. Nitekim Akevler kuruldu ve halen faaliyettedir. Ahşap ev yapabilirler. Yüz lojmanlı apartmanları yapabilirler. Biz bunları vaat ediyoruz. Parti kurup da boş şeyleri vaat etmiyoruz.

Necmettin Erbakan ve Fethullah Gülen de vaatlerde bulundular. İktidar oldular ve güçlendiler ama vaatlerini yerine getiremediler. Ancak bu sayede vaatlerin yerine gelmesinin yollarını açtılar. Semt kooperatiflerini kurmak isteseler, her iki taraf tüm dünyada birkaç yıl içinde kurabilme gücündedirler. Akevler ile birleşirlerse plan ve proje hazırdır. İnsanlık nura gark olur. Yoksa birbirleri ile boğuşur dururlar.

فَأَخْلَفْتُكُمْ

FaEaPLaFTuKuM

“Ben size ihlaf ettim”

Evet, vaat edilenleri yerine getirmedim veya getiremedim.

Biz kooperatifi kurduk. Turgut Özal ve Ekrem Pakdemirli TOKİ’yi kurdu. Böylece halk kooperatifçiliğini iflas ettirdiler. TOKİ yarın özelleştirilerek sermayeye peşkeş çekilecek. Eşekler gibi çalıştılar. Biraz sonra sömürü sermayesi sahipleri yiyeceklerdir.

Biz çalıştık, Allah bize yol gösterdi, devam ediyoruz. Onların faizli sistemlerdeki tüm kazançları seraptır. Hedefe vardıklarında orada umduklarını değil serabı bulacaklardır.

وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ

Va MAv KAvNa LıYa GaLaYKuM MıN SuLOAvNın

“Benim sizin üzerinizde bir sultanım yoktu”

Bundan önceki ayette kübera ile duafa arasındaki ilişkiler anlatıldı. Burada ise eşitler arasındaki olaylar anlatılıyor. İnsanlar hala kooperatife inanmıyor, hala sermayenin dolarları peşinde koşuyorlar.

Adil Düzen Çalışanları bile işlerini Adil Düzen işletmelerine yöneltemediler. Bu böyledir. Ne zaman insanlar Kur’an seminerleri yaparlar, Kur’an’ı artık anlamaya başlarlar, o zaman içlerinde bir duygu oluşacak ve fevc fevc Adil Düzen işletmeleri kurmaya çalışacaklardır.

Tekrar ediyorum. Bu kooperatifler makro ekonomi ile uğraşmaz. Yüz hanelik semtler kurar ve sadece üretim ve tüketim yaparak kendilerini İslâm düzenine götürürler. Halk bu kooperatifleri kurunca Allah’ın emri gelmiş olur ve o zaman makrodaki sermaye ve iktidar zaten halka uyar. Bizim onları değiştirmemize gerek kalmaz.

Erdoğan, Esed gitsin diyor. Hayır, öyle demeyecek, falan gelsin diyecek.

Şeytanın vaatlerine göre değil Allah’ın vaatlerine göre iş yapılacak.

Kur’an’dan delillendirilmeyen her delil şeytanın boş vaatleridir.

إِلَّا أَنْ دَعَوْتُكُمْ

EilLAv EaN DaGaVTuKuM

“Yalnızca ben sizi davet ettim”

Avrupa Birliği birtakım saçmalıkları yaptırmakta, ülkenin aleyhinde olan işleri kanunlaştırtmaktadır. Ama Avrupa Birliği bunu silahla yapmamakta, sadece davet etmektedir. Biz de sokaklarında sürünüyoruz. Müzakere maddelerini açtılar diye bayram ediyoruz.

İşte, Avrupa Birliği’nin şeytanı öyle diyecek. Ben davet bile etmedim. Siz yalvardınız.

Adil Düzen Çalışanları bile tam düşünmeden bu tür hatalara düşüyorlar.

فَاسْتَجَبْتُمْ لِي

FaiSTaCaBTuM LiYa

“Siz bana isticâb ettiniz”

Yukarıda saydığım maddeleri her Adil Düzen çalışanının uygulaması gerekir. İçtihatsız iş yapmayacaktır. Hiç gıybete kulak vermeyecek, bizzat itham edilenle görüşecek, herkese savunma hakkı tanıyacak. Yalan söylemeyecek. Bazı yerlerde sadece susacak. Önerilerden zararsız olanları kabul edecek, zararlı olanları reddedip uzak duracak.

Yapamayacağın vaatlerde bulunmayacaksın.

فَلَا تَلُومُونِي

FaLAvTaLUvMUvNIy

“Beni levm etmeyin”

O halde eşi birisinin ihsanına engel olunca onu levm etmeyecektir. O onun içtihadıdır. O seni emrine almadan önce sen onu emrine alacaksın. Böylece eşinin inandığını görünce o da inanmaya başlar ve eşini daha çok sever ve takdir eder. Normal insan böyle yapar.

Ama biri şeytanlaşmışsa, o eşten, o anne babadan, o kardeşten ayrılmayı göze alacaksın. Seni ihsandan alıkoymak isteyeni levm etmeyeceksin. Sen onu ihsana davet edeceksin. Bu husustaki ısrarına kulak asmayacaksın.

وَلُومُوا أَنْفُسَكُمْ

Va LUvMUv EaNFuSaKuM

“Ve kendi nefsinizi levm edin”

Şeytan sonunda insanlara doğruları söylemektedir.

Bilhassa gençlere şunu tavsiye ederim. İhsandan alıkoyanlara kulak vermeyip siz ihsanda ısrar ederseniz, sonra göreceksiniz ki sizi yanına alamayınca o da sizin yanınızda yer alır, onu da ihsana alıştırmış olursunuz. Onu size karşı çıkaran şeytandır. Sizin ihsanınızı şeytan önlemektedir. Siz yakınınızla mücadele etmiyorsunuz, onu emrine alan şeytanla mücadele ediyorsunuz. Şeytanı yendiğiniz zaman şeytan onları bırakıp gider ve hem siz hem de onlar kurtulmuş olur. Siz zafiyet gösterdikçe şeytan kökleşir ve orada kalır. Sürekli olarak sizin davranışlarınızı daha da kötüye götürür. Aramız açılmasın derken daha çok aranızı açarsınız.

مَا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ

MAv EaNa Bi MuÖRıPıKuM

“Ben sizi ısrah eden değilim”

وَمَا أَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّ

VaMAv EaNTuM Bi MuÖRıPIy

“Ve siz beni ısrah edenler değilsiniz”

Israh etme demek kurtarmak demektir.

إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ

EinNIy KaFaRTu BiMAv EaŞRaKTuMUvNı

“Beni işrak ettiğinize karşılık ben küfrettim”

Yani sizin beni yüceltmeniz karşılığı ben size karşılık verdim”

مِنْ قَبْلُ

MıN QaBLu

“Daha önce”

Bu daha önceki işraka da küfrettiye de gidebilir.

إِنَّ الظَّالِمِينَ

EinNa ejJAvLıMIyNa

“Zalimler”

Kurallara değil de kişilere uyanlar, kuralları değil de kişi yönetimini yapanlar zalimdirler. Çünkü kimse önünü göremez olur.

لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (22)

LaHuM GaÜAvBun EaLiMun

“Onlar için elim azab vardır.”

Bu azab dünyada olabildiği gibi âhirette de olabilir.

Kur’an yorumcularının hemen hepsi Kur’an’ın bazı yerlerini kısaca atlamışlardır. Seminerin uzamaması için ayetin son kısımlarını kısaca geçtim. Zalimler için elim azap vardır cümlesini söylemektedir. Bu ifadelerden şunu istidlal edebiliriz. Ya şeytanın yaptıkları zulümdür yahut şeytana âhirette azab yoktur.

Bu konuda düşünmeye ve tartışmaya başlayabilirsiniz.

***

 

 



© 2024 - Akevler