NAHL SÛRESİ TEFSİRİ-16.SURE
Süleyman Karagülle
990 Okunma
NAHL SÛRESİ-33-35.AYETLER

***

 

NAHL SÛRESİ - 8. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (1) يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ (2) خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (3) خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (4) وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5) وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6) وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (7) وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (8) وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ (9) هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ (10) يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (11) وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (12) وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ (13) وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (14) وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (15) وَعَلَامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ (16) أَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (17) وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ اللَّهَ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (18) وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ (19) وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20) أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21) إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (22) لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ (23) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24) لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ (25) قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ (26) ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ (27) الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (28) فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ (29) وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا خَيْرًا لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ (30) جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللَّهُ الْمُتَّقِينَ (31) الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (32)

 

***

 

هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللَّهُ وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (33) فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (34) وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ (35)

 

***

 

هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللَّهُ وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (33)

HaL YaNJuRUvNa EilLAv EaN TaETiYaHuMu eLMaLAEiKaTu EaV YaETıYa EaMRu RabBiKa KaÜAvLiKa FaGaLa elLaÜIyNa MiN QaBLiHiM Va MAv JaLaMaHuMu elLAvHu Va LAvKiN KAvNUv EaNFuSaHuM YaJLiMJUvNa

“Onlar kendilerine meleklerin ityan etmesinden veya Rabbinin emrinin ityan etmesinden başkasına mı nazar ediyorlar? Kabillerinden olan kimseler de böyle fiil ettiler. Allah onlara zulmetmedi velâkin onlar nefislerine zulmeder oldular.”

Cennet ve cehennemde olacakları anlattıktan sonra, dünya hayatına dönüyor ve dünyada başlarına gelecekleri anlatıyor.

Canlılığın kanunu vardır. Doğarlar, gelişirler, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler. Toplulukların ölmesi demek halkın ölmesi demek değildir. Topluluğun dağılması da topluluğun ölümüdür. Halk yeni topluluk içinde organize olur. Emeviler dağıldı, Abbasiler kuruldu. Abbasiler dağıldı, Selçuklular geldi. Selçuklular gitti, Osmanlılar geldi. Osmanlılar gitti, Cumhuriyet geldi.

Yönetimler değiştiği gibi uygarlıklar da değişir. Tarihte uygarlıklar gelip geçmiştir. Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık, İslâm uygarlıkları HAK uygarlıkları olarak gelip gittiler. Mısır, Yunan, Roma ve Avrupa uygarlıkları gelip gittiler. Avrupa uygarlığı zirvededir. İkinci Kur’an medeniyeti doğmaktadır.

Doğada nasıl faal kuvvetler var ama bunlara direnen sürtünme kuvvetleri varsa, doğa dengesi ancak öylece kurulmuşsa, toplulukta da uygarlaşan halk vardır, direnen halk vardır. Bunlar arasında devamlı olarak çatışma mevcuttur. Birbirlerini denetlerler. Ortadan kaldırırlar. Yenilik yaparlar.

Ömrünü dolduran uygarlıklar veya yönetimler ortadan kaldırılırlar. Yeni uygarlıklar, yeni yönetimler doğar. İşte bu ayet buna işaret etmektedir. Gerek yeni devletin kurulması, gerekse yeni uygarlığın gelmesi sancılı olur. Nasıl insan acılar içinde doğar ve acılar içinde ölürse, topluluklar da sıkıntılar içinde doğar ve sıkıntılar içinde giderler. Bunlar doğanın kurallarıdır. Her çocuk ağlayarak doğar. Hiç gülerek doğan çocuk gördünüz mü? Annesi ıstırap içinde inleye inleye çocuğunu doğurur. Her ölüm büyük matemin sebebidir. Tıp dünyası ve eczaneler hep bu acıları azaltmak için vardır.

İnsanlar yeni uygarlıkları barış içinde de getirebilirler, savaş içinde yok olarak da getirebilirler. Hazreti Nuh’un, Hazreti Lut’un, Hazreti Şuayb’ın kavimleri helak olmuştur. Ama İslâmiyet’i kabul eden Araplar helak olmadan İslâm medeniyetini getirdiler, devletleri yokken devlet kurdular ve dünyaya hâkim oldular.

Biz şimdi ne diyor ve ne yapıyoruz?

Üçüncü binyıl uygarlığı, insanlık helak olmadan gelsin diyoruz. Adım adım hazırlıklar yapılmaktadır. Evet, yaşlanmış birinci Kur’an uygarlığı gidecek, yerine ikinci Kur’an uygarlığı gelecek. Yaşlı uygarlığı kaldırma görevini Allah sosyalistlere ve kapitalistlere vermiştir. Karma adı verilen milliyetçi diktatörler de onlara çömezlik yapmışlardır. Tarihte büyük inkılâpların doğmasına sebep olan medreseler ve tarikatlar ömürlerini doldurmuşlardır. Bunların ortadan kalkması gerekiyordu.

İşte, Cumhuriyet inkılâpları budur.

Dünyadaki Sovyet inkılâbı budur.

Bir elma bahçesi ömrünü doldurunca ağaçlar kesilir, kökler sökülür. Bunları yıkıcılar yaparlar. Tarla yeni dikime hazırlanır. Tarla sahibi fidanları diker, büyütür ve yeniden elma bahçesi yapar. Ağaçların kesilmesine, köklerin sökülmesine ihtiyaç vardır. Ama gaye onlar değildir. Gaye meyve ağacıdır, elmanın kendisidir. Mevcut zulüm düzenini kaldırmak gerekiyor ama asıl gaye “Adil Düzen”dir. Bunlar sosyolojinin tespit ettiği doğa kanunlarıdır, sosyal kanunlardır. Kur’an baştan sonuna kadar bunları anlatmaktadır.

Kur’an’da görünürde anlaşılmayan husus şudur. Mademki mikropların görevi vardır. Şeytan da görevlidir. O halde onların suçu nedir, onlara neden azap edilecektir?

Mikropların kaderi helak olmaktır. Yaşlananı hasta ederler, sonra da onun bedenini paramparça ederler ve kendileri de yok olup giderler.

Kur’an insanlar için de aynı kanunları koymuştur. Kuvvet medeniyetleri sanayide inkılâp yaparlar, sonra yok olup giderler. Hak medeniyetleri birbirlerine vâris olurlar. Kuvvet medeniyetleri ortadan kaybolur, yenileri ortaya çıkar.

Bugünün Firavunu olan Sermaye’nin Mısır Firavunları ile bir akrabalığı yoktur. Oysa Hak medeniyetlerin hepsi Hazreti Nuh’un ve Hazreti İbrahim’in vârisleridir, yaşıyorlar ve devam ediyorlar. İnsanların uygarlaşması yıkıcıların değil yapıcıların eseridir.

Bu anlattıklarım sosyolojinin çok açık olarak görebileceği gerçeklerdir. Kur’an ise buna ek yapmaktadır. Yalnız Kur’an değil; Tevrat, İncil ve Furkan da Kur’an’ın söylediklerini söylemektedir. Uygarlaşmada yapıcı görevi alanlar cennete, yıkıcı görevi alanlar cehenneme giderler. Kişiler görevi kendileri seçerler. Bütün incelik buradadır. Görevi kendileri seçerler.

İki takım vardır; Allah’ın takımı ve şeytanın takımı. Allah’ın takımı insanları bu dünyada muzaffer kılmakta, ahirette de cennette götürmektedir. Şeytanın takımı mikropluk görevlerini yaptıktan sonra çekilmekte ve ahirette de cehenneme gitmektedirler. Ciddi bir çatışma kıyamete kadar devam edecektir. Daima yapıcılar galip gelecek ve böylece dünyanın sonu tabii ömrünü bekleyecektir.

İşte, insan istediği takıma katılmakta serbesttir. İsterse yıkıcılar takımına katılır ve cehenneme gider, isterse yapıcılar takımına katılır ve cennete gider.

Bugün Sermaye şeytan hizbinin temsilcisidir. “Adil Düzen” ise Allah hizbinin temsilcisidir. Henüz cepheler netleşmedi. Sermaye’nin dolarları kitleleri orada tutuyor. Adil Düzen çalışanları ise garibanlar olarak çalışmaya devam ediyorlar.

Siz bu seminerleri takip edenler, sizler de Allah’ın hizbi içinde yer alıyorsunuz.

Siz neden farklısınız?

Siz, çağımız Firavunlarının, doğal ömrünü doldurduğu için toprağa gömdüğü birinci Kur’an uygarlığını yaşatma veya mezardan çıkarma çabası içinde değilsiniz. Siz ikinci Kur’an uygarlığını geçekleştirmek için çalışıyorsunuz. Oysa tüm insanlık ya şeytan hizbinin yanında yer almakta, ya da ölüleri mezardan çıkarmakla uğraşmaktadır. Bunun için siz seçilmiş kimselersiniz. İkinci Kur’an medeniyetini kurmakla görevlisiniz. Sadece bizim yazdıklarımızı okuyarak değil, kendiniz de yazarak bunu yapabileceksiniz.

Ayette, meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden bahsedilmektedir. Rabbinin emrinin gelmesi, bütün bunların uygarlaşma gereği olarak olduğuna işaret etmektedir. Eğer şeytan olmazsa, şeytan halkı organize edip tutuculara saldırmazsa, yeni uygarlık gelmez. İnsanlık ikinci Kur’an uygarlığı, Sermaye’nin ve silahın yaptığı zulme karşı direnmesi ile oluşacaktır. Sermaye saldırmasa Putin ile Erdoğan anlaşmazlar. Saldırılar ortak düşmanları dost yapmaktadır. Tarih boyunca hep savaşmış olan Almanlar ve Fransızlar, Sermaye’nin zulmü sonucu barıştılar ve bugün Avrupa Birliği yapıcılar içinde yer almaktadır. Tarih boyunca hep savaşmış olan Rus halkı ile Türk halkı şimdi dost olmuşlardır. Çünkü şeytanın hizbi tehlike olmaya başlamıştır. Bugün Şiilik ve Sünnilik unutuldu, şeytanın hizbi bin yıllık kavgayı bitirdi.

Şimdi insanlık iki şeyden birini bekliyor.

Ya yeryüzüne melekler gelecekler ve müminlere cesaret verip insanları dolar mabudu olmaktan kurtaracaklardır; şeytan hizbini de korkutacak ve Mekkeliler gibi teslim olacaklar.

Ya da sünnetullah harekete geçecek ve kimyasal silahlar, biyolojik silahlar, tahrip edici bombalar, atom bombaları dünyayı ateşe verecek ve yok olacaklardır.

Hangisinin olacağını biz bilmiyoruz. Allah da henüz irade etmemiştir.

“Ellezîne Min Kablihim” marifedir, kastedilen en yakın olanlardır. Mekkelilerin başına gelenlerdir. Avrupalıların başına gelenlerdir.

Roma azmış iken Hıristiyanlığı kabul ediyor ve dünyanın o zamanki en uygar ülkesi oluyor. Müslümanlar İslâmiyet ile en uygar topluluk oluyorlar. Onlara karşı direnenler helâk olup gidiyorlar. Avrupa bugün yarı ömrünü doldurmuştur. Sanayide büyük inkılâp yapmıştır. İlimde İslâmiyet’in haber verdikleri bir bir ispat edilmiştir. Artık Hazreti Nuh nebiden kalma tarıma dayalı hukuk, bu gelişmişliğin sorunlarını çözememektedir. İnsanlığın yeni teknolojiye değil, yeni hukuka ihtiyacı vardır. Görevi devralma zamanı gelmiştir. Dünyaya ne silah hükmedecek, ne de dolar hükmedecek. Dünya artık şeriatla yani demokrasi ile yönetilecek. Ekseriyet demokrasisi ile değil, biat demokrasisi ile yönetilecek. Bölüşümü atanmış hâkimler değil, tarafların seçtiği hakemler sağlayacaklardır. Silah ve dolar hakemlerin emrinde olacak.

İnsanlık bundan başkasını beklemiyor.

Bunları biz söylemiyoruz, bütün söyledikleri gerçekleşen Kur’an söylüyor.

Seminerlerimizi okumayan, “Adil Düzen” çalışmalarını yani Kur’an çalışmalarına kulaklarını tıkayanlara uyarıdır. “Adil Düzen” mistik düzen değil, müsbet düzendir. Kur’an düzeninde müsbet ilme dayanmayan, müsbet ilimle açıklanmayan bir hüküm yoktur. Müsbet ilimle ispatı mümkün olmayan tek şey vardır. Müsbet ilme aykırı değildir ama müsbet ilimle ispat edilmez, o da cennet ve cehennem kavramlarıdır.

Kur’an’ın ve bütün ilahi kitapların getirdiği bu haber ile sistem tamamlanmakta ve gayesi anlaşılmaktadır. Varsayalım ki cennet ve cehennem yoktur. Kur’an müsbet ilmin verilerini anlatmaktadır.

Kur’an anne babana bakmakla mükellefsin diyor. Bugünkü ilim de bunu söylüyor. Kur’an ilave ediyor; bakarsan cennete gidersin, bakmazsan cehenneme gidersin.

Sermaye’nin yarım binyıllık safsatalarının artık sona erdiği günlerdeyiz. Yirminci asrın ilmî keşifleri, Kur’an ve diğer bütün ilahi kitapların varsayımlarını ispat etmiş bulunmaktadır. Ahiret inancını teyit eden deliller ortaya konmuştur.

1- Bir şey yoktan var olmaz, var ise de yok olmaz. İnsanın bedeni ölümle yok olmayıp parçalanmaktadır, ruhu da yok olmamaktadır.

2- Ölüm hayat içindir. Canlılar ölürler ve daha ileri hayata yer açarlar. Bizim de ölümümüz evrim kuralı gereği daha ileri hayata gitmek içindir.

3- Bugün dört boyutlu ve beş boyutlu uzaylar keşfedilmiştir. Geçmiştekiler hâlen durmakta, gelecektekiler de hazır. Hiçbir şey yok olup var olmamaktadır. Sadece biz seyahat ediyor ve değişik manzaraları seyrediyoruz. Gerisin geriye dönüp eski yerleri dolaşmamıza mani hiçbir engel yoktur.

4- Tüm insanlık yaşamayı ve dirilmeyi istemiştir. Doğada yalancı hisler yoktur. Acıkmışsan yemeye ihtiyacın var demektir. Öyleyse insandaki bu duygular da yalancı olmaz. İnsanlar daima öldükten sonra dirilmeyi istemişlerdir. Şeytan hizbi dışındakiler inanmışlardır.

Bunun yanında Kur’an ve tüm ilahi kitaplar bunları haber vermektedir.

هَلْ يَنْظُرُونَ

HaL YaNJuRUvNa

“Nazar mı ediyorlar?”

“Nazar etmek” bakmak demektir. Yolcunun geleceğini biliyorsanız gözünüz yolda olur, bakarsınız, gelince göreyim diye. Hayvan sürülerini meraya salarsınız ve onlara nazar edersiniz, anormal olay olmasın diye.

Bugün “bakanlık” dediğimiz kelime “nezaret”ten gelir, eski adı “nezaret” idi. Gözetleme şeklinde de ifade ederiz. Bekleme manasında da kullanılır.

Hamile olan bir kadın çocuğun doğmasını bekler. Çocuk delikanlı olmayı bekler. Memur emekli olmayı bekler.

Buradaki “nazar” kelimesi bekleme anlamındadır.

Evet, bugünkü şeytan hizbi, günümüzün Firavunları iki şeyden birini bekliyorlar.

Biri, meleklerin gelip müminlere cesaret vermesi veya doğal veya sosyal afetlerle yeryüzünü yerle bir etmesini... Eğer halk yeni uygarlığı benimseme durumunda ise o zaman Allah melekleri gönderir. Melekler Allah’ın hizbinde olanlara cesaret, şeytanın hizbinde olanlara korku salarlar. Halk da müminleri güçlü görür, kâfirleri mağlup olarak idrak edip dolara ibadetten vazgeçip Allah’a ibadet etmeye başlar. Halk böylece yeni uygarlığa geçtiği zaman sorun çıkarmaz ve yeni uygarlığa uyum sağlamış olur.

Yok, halk yeni uygarlığa uyum sağlamayacak, yine de direnecekse, o zaman o halk yok edilip yeni halk getirilir. Yani Hazreti Nuh Peygamber zamanında olduğu gibi insanlık helak olup yeniden çoğalmaya başlar.

O gün uygarlık yalnız Mezopotamya’da vardı. Oranın sular altında kalması yetti. Bugünün uygarlığı tüm yeryüzünü kaplamıştır. Bu uygarlığın sonu çok daha acı ve kötü olacaktır. Alexi Karel bu hususa işaret ederek bugün gelecek tufanı biliyoruz diyor.

إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ

EilLAv EaN TaETiYaHuMu eLMaLAEiKaTu

“Melaikenin onlara gelmesi dışında”

İnsanın bedeni var. Bu, canlıdır. Diğer hayvanlar gibi insanlarda da beyin vardır, sinir sistemi vardır. Her beden bir araç gibidir. İnsanın ruhu şoför misalidir. Direksiyona oturur, dışarıda gördüklerine ve duyduklarına bakarak elini ve ayağını hareket ettirip arabaya yön verir. İnsandaki beş duyu ve diğer duygular ruha beyin aracılığı ile bilgi verir. Ruh kararları alarak beyne bildirir, beyin de bedenin diğer azalarına elektrik sinyalleriyle bildirir. Her arabanın nasıl anahtarı var, yalnız şoför açabilirse, beyinlerdeki bilgisayarı çalıştırma şifresi de yalnız bedenin sahibi ruha aittir. O ancak o bedenin direksiyonuna oturabilir.

Ne var ki şeytanın ve meleklerin de dışarıdan girip beyne yardımcı olmak veya işini bozmak gibi bir görevi ve yetkileri vardır.

İşte, meleklerin gelmesi demek, maymuncukla beynin kapılarını açıp oraya girmeleri ve ruha oradan etki etmeleridir. İstedikleri kimselere vesvese verirler ve korkuturlar, istedikleri kimseleri de cesaretlendirirler.

Bunun için geçici bir dönem beklenir. Halkın tavrı denetlenir.

Türk milleti inkılâplardan sonra ağır imtihanlardan geçti. Hep Kur’an düzenine göre oyunu kullandı. İnönü, Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan hep İslâm’a taraf oldular. Halkımız seçimlerde hep isabetli oy kullandılar.

İnsanlıkta da bu yönde adımlar atıldı. Sovyetlerin yıkılması, ABD’de Obama’nın başkan olması, Kilise’nin barışçı olarak devreye girmesi, Risale-i Nur okullarının insanlık tarafından kabullenilmesi hep iyiliğe alamettir.

Bütün bunlar meleklerin gelmekte olduğunu ifade eder.

أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ

EaV YaETıYa EaMRu RabBiKa

“Yahut Rabbinin emri gelecektir”

“Emir” buyruk manasında olduğu gibi iş manasındadır da. Melekler insanların ruhlarına etki ederek onların ruhen eğitimi ile yeni düzenin gelmesini sağlarlar.

“Rabbinin emri” demek, uygarlaşma gereği yapılanlar demektir. Daha iyisi geleceği için eskilere gerek kalmaz, onlar atılır.

Bizim işimiz de ikidir.

Biri maddi güç elde etmektir, ekonomik ve askeri güce sahip olmaktır.

Diğeri ise manevi güce, inanca, ahlaka ve imana sahip olmaktır.

Kur’an ehlinin görevi insanların ruhi eğitimine katkıda bulunmaktır, insanların beyinlerini hazırlamadır. Biz kooperatifler kuracağız ve kendi kooperatifimizde Kur’an düzenini kendimiz uygulayarak yaşayacağız. Kur’an düzenine uymayanları hakemler kurulu kararı ile kooperatiften değil, o semtten, o bloktan uzaklaştıracağız; başka semtlerde veya bloklarda kalmalarını sağlayacağız.

Biz İslâm devletinin yapması gerekenlerin hepsini kendi semtimizde yapıyoruz. Sadece cezaları biz vermiyoruz. Onu mevcut düzene bırakıyoruz.

Rabbin emrini bekleriz. Biz şimdi Hazreti İsa zamanında yaşıyoruz. Kralınkini krala, Sermaye’ninkini sermayeye vereceğiz. Biz Allah’ın bize verdiklerini kendi semtimizde O’nun emirlerine göre yaşayacağız.

Canlı hücrelerden oluşur. Hücreler de bir iken iki olur, iki iken dört olur. Böylece çoğalarak canlıyı oluştururlar. On ocaktan oluşan bir semt ekonomik hücreleri oluşturur. Bunların çoğalması ile makro yapıya gidilir. Döllenme dışında iki yabancı hücre bir araya gelmez, hep bölünerek birlik oluştururlar.

Biz Kur’an düzeni sitesini kuracağız, sonra bölünecek ve iki site olacak, sonra dört site olacak, böylece çoğalırken aralarında da biyolojik birlik olacaktır. Merkezi yönetim olmayacaktır. Merkezi topluluk oluşturmayacaktır. Topluluğun merkezi olacaktır.

İnsanlık tutumuna göre meleklerin ve Rabbinin emri gereği makroda da “Adil Düzen” gerçekleşecektir. Hazreti Muhammed Medinelilerle anlaştı, siteyi kurdu. Mekke’yi fethettiği zaman oraya valiyi bile dışarıdan tayin etmedi. Kendilerinden birini görevlendirdi. 

Bugün gerek Cemaat’te gerekse Ak Parti’de paralel gruplar vardır. Fırsat kollarlar. Birbirlerine saldırmak için hazırdırlar. Başaramadıkları zaman her iki tarafın paralelleri de sinerler ama onlar yine paralelliklerini korurlar. Samimi Ak Partililer, samimi Cemaat mensupları paralelcidir diye uzaklaştırılır, dolayısıyla kendi kendilerini yıkarlar.

Demokrat Parti’ye bir asker gitti, Menderes’e dokuz subay örgütünü ihbar etti. Parti bunu değerlendireceğine, haber veren komutanı hapse attı ve iki sene hapishanede kaldı. Ama sonra o dokuz subay 27 Mayıs Darbesi’ni hazırlayanlar olarak ortaya çıktılar.

Makroda oluşan her kuruluş bu paralelcilerin oyuncağı olur.

Bugün, Roma’da olduğu gibi genel güvenlik sağlanmış bulunmaktadır. O görev Hazreti İsa’ya verilmediği gibi bize de verilmemiştir. Biz insanlığa Kur’an’ın aş, iş, eş ve diğer gerekli koşulları sunmalıyız. Bugünün insanı bunlara muhtaçtır.

كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ

KaÜAvLiKa FaGaLa elLaÜIyNa MiN QaBLiHiM

“Kendilerinden öncekiler böyle yaptı”

“Feale”nin faili “Ellezîne Min Kablihim” olabildiği gibi “Feale”nin faili “Allah” da olabilir ve “Ellezîne Min Kablihim” meful olabilir. Yani onlar, öncekiler de böyle yaptılar manası gibi Allah ondan öncekilere böyle yaptı manası da verilir. Birbirinden farklı iki manayı taşır. İkisi de doğrudur. Kıraatte bu cümle tekrar edilir. Böylece ayrı manalar ifade etmiş olur. Bu Kur’an’da çokça geçen bir kaidedir.

“Ellezîne”deki “Lam” ahd için olabilir. Hemen önce gelenler olabilir. Avrupa’nın vahşeti zikredilmiş olabilir. Yahut “Lam” istiğrak için olabilir, cins için olabilir. Tüm medeniyetler kastedilmiş olur. İstiğrak için olursa, geçmiş kuvvet medeniyetleri kastedilmiş olur. Cins için olursa, gelecek medeniyetleri de içine alır. “Min Kablihim” ifadesi buna manidir. Demek ki sadece istiğrak için veya ahd için olabilir.

Seminerler birlikte okunmalı, bilenler bunları izah etmeli, yanlışlar düzeltilmelidir.

وَمَا ظَلَمَهُمُ اللَّهُ

Va MAv JaLaMaHuMu elLAvHu

“Ve Allah onlara zulmetmedi”

“Zulm” kelimesi “adl”in mukabilidir. Hakkı teslim etmeme, gadretmedir. Suçluların cezalandırılması zulüm değil adalet gereğidir.

Zalime yaptığını bırakma zalim olmayanlara zulüm olmaz mı?

Allah onlara bunca nimetler verdi, onunla ihsan edeceklerine, onunla sömürmeyi, onunla fitne ve fesat çıkarmayı tercih ettiler. Allah zulmetmedi, kendileri kendilerine zulmettiler. Mazlum olanlar da zalimlik yaptılar da onun cezasını çekmektedirler.

Bizim öğreneceğimiz gerçek şudur. Eğer biz zulme uğruyorsak bizim günahlarımızdan dolayıdır. Zalimlerin günahı yoktur demiyoruz ama zalimleri başka zalimler cezalandırır.

İnsanlar bir haksızlığa uğradıkları zaman, başarısızlığa uğradıkları zaman, başkalarını değil kendilerini suçlarlarsa, o zaman yararlı olur, kendilerini düzeltirler, kendilerini geliştirirler, daha ileri hareket yaparlar.

Başkalarını suçlarlarsa, bu yaptıklarının bir yararı yoktur. Çünkü onları düzeltme imkânı mevcut değildir.

Başarılarımız Allah’ın ihsanı, başarısızlığımız ise kendi tembelliğimiz veya inadımızdır.

وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Va LAvKiN KAvNUv EaNFuSaHuM YaJLiMUvNa

“Velâkin nefislerine zulmettiler”

İnsanlık uygarlaşmaktadır. Çok ileri adımlar atılmıştır. Teknikte yani sanayide Avrupa beş bin yılda kat edilen uygarlaşmayı yüz veya iki yüz yıl içinde gerçekleştirdi. Bu büyük imkânlara ve refaha rağmen insanlık asla mesut değildir. Herkes aş, iş ve eş peşindedir. Nefes alacak vakti yoktur. Kimse geleceğinden emin değildir.

Bu varlık ve bolluk içinde bu ıstırap, bu işkence zulüm değil midir?

Bürokrasinin size yaptığını bir düşünün, hiçbir sebep yokken herkes ömrünü onlarla boğuşmada geçiriyor. Gümrükler, vizeler, havaleler ve diğer bürokratik engeller nice ıstırapların kaynağıdır. Sırf insanlar insanları sömürsün diye icat edilmişlerdir.

Kim mesut?

Tüm dünyanın servetine sahip olan Rothschild ailesi mensupları mı?

Tam tersine, onlar da o saltanatı sürdürmek için gece gündüz ıstırap içindedirler. Dolayısıyla onlar da kendi nefislerine zulmediyorlar.

فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (34)

Fa EaOABaHuM SayYıEAvTu MAv GaMiLUv Va HAvQa BiHiM Ma KAvNUv YaSTaHZiUvNa

“Amel ettiklerinin seyyiatı onlara isabet etti ve onunla istihza ettikleri onları hayk etti.”

Bundan önceki ayette ömrünü doldurmuş uygarlıkların sonu anlatılmıştı. Topluluklar yeni uygarlığı sindirecek şekilde gelmişlerse, melekler gelir ve manen insanları yeni uygarlığa taşır denmişti. Eğer topluluk yeni uygarlığı sindiremeyecekse, o zaman da Rabbin emri gelir ve insanlar helâk olurdu. Bu durumda Allah onlara zulmetmemiş, onlar nefislerine zulmetmiş olurdu. Bunu “Fa” harfi ile açıklamaktadır. “Fa” harfinin özelliği, ondan sonra söylenen yalnız o olayda uygulanan kaide olmayıp genel kaideyi ifade eder. Demek ki bundan sonraki ifade geneldir ve her devrede geçerli bir ifadedir.

“İsabet etmek” demek rastlamak demektir. Karşıtı hatadır. Atılan okun hedefe isabet etmesi sevaptır. Amel ettiklerinin seyyieleri birer mermi ise, o mermiler geri dönüp atanlara isabet eder.

“Seyyiat” burada dişil kurallı çoğul olarak belirtilmiştir.

Bugünkü kuvvet ve zulme dayanan uygarlık nedir?

İnsanlar Kur’an’ın öğretisiyle elde ettikleri müsbet ilim mantığı ile önce ilimde, sonra teknikte büyük başarılar elde ettiler.

Ne var ki bu başarıyı insanları sömürmek için bir araç olarak kullanmaktadırlar.

1- İnsanları karın tokluğuna çalıştırarak kendileri servet üzerine servet yığıyor ve onu insanlara hükmetmek için kullanıyorlar. Zorla çalıştırdıkları kimselerden elde ettikleri güçle zorla çalışmayı daha da ileri götürüyorlar. Karşılıksız para ile zulüm çarkı dönüp durmaktadır.

2- Tarihte peygamberler tarafından oluşturulan devlet kavramını bugün bir sömürü aracı olarak bürokrasi için kullanıyorlar. Devlet adaleti dağıtmak için değil de, sömürüyü yaşatmak için bir araç olmuştur. Savaşlar uluslar arasında olmamakta, sömürenler arasında ganimet paylaşımı sebebiyle olmaktadır.

3- Herkes dolar elde edeyim diye gecesini gündüzüne katmakta, onu da zor elde etmektedir. İnsanlar için dolar en büyük mabut olmuş, onun her şeye muktedir olduğunu sanmaktadırlar. Boş olan, hiçbir şey olmayan bir serap peşinde koşmaktadırlar.

4- Niçin dünyaya geldiklerini, ne yapmaları gerektiğini bilmemektedirler. Tekniğin getirdiği imkânlardan yararlanıp çalışmadan yaşama yollarını aramaktadırlar.

5- İşleri televizyonda film veya oyun seyretmek, stadyumları doldurup heyecanla taraftarı olduğu takımın gol atışlarını seyretmek olmuştur.

6- Zina serbest ama ikinci evlilik yasak, imam nikâhı suç ama eşcinsellik serbest!

İnsanlar gerçekten şaşkınlık içinde.

İman ettikleri demiyor, söyledikleri demiyor, amel ettikleri diyor. İnsanlar amellerinden dolayı mesul olacaklar. Kavillerinden, istihza ettiklerinden dolayı mesuldürler. Ciddi söylenen bir fikir suç olur mu? Oluyor!

“Hayk” çalı süpürgesidir. Dallar birbirine sıkıca bağlanır ve süpürge olur.

“Hayk olmak” tutuklanmak, artık kötülük yapamaz hale gelmektir.

İstihza ettikleri onları etkisiz hale getirmiştir.

Erbakan Millî Görüş çıkışını yapıp “Adil Düzen”i anlatmaya başladığı zaman, onu hep devre dışı bırakmak için faaliyet gösterdiler. Benzer uygulamayı Bediüzzaman talebelerine yaptılar. Sonuç ne oldu? Bugün o istihza ettikleri kimseler onları hayk etmiştir.

Tanrı’ya inanmanın ayıp olduğu dönemden geçtik. Dün Allah ve Peygamber’den bahsetmek ayıp ve suç kabul edilirken, bugün televizyonlar onun istismarını yaparak bozmaya çalışıyorlar. Dün maskaraya alıyorlardı, bugün istihza ediyorlar. Arap edebiyatında hakaret örneklerini yaparken, bir kısa boyluya fidan kadar boyun var denirse ona hakaret edilmiş olur, bir kimseye olmadığı rütbeler tevcih edilirse ona hakaret edilmiş olur.

“Maskaraya almak” onu küçük görmedir.

“İstihza etmek” ise onu gereksiz yere büyütüp ondan sonra birden yerlere çarpılmasını sağlamadır. Bir insan çevresi ile var olur, çevresi ile etkili olur. Eğer çevresini dalkavuklardan oluşturursanız, onlar vasıtası ile istihza edilmiş olur. Söylediğin sözleri ciddiye almazlar. Fikirlerine fikirlerle mukabele ederler. Size çatarlar. Sizin kusurlarınızı saymaya başlarlar. Siz de farkına varmadan kendinizi savunmaya geçersiniz.

Erdoğan’ın iyi veya kötü olduğunu değil, ne yaptığını tartışmamız gerekir. Kimse yaptıkların kötü demiyor, sadece ona saldırıyor. Ak Parti de inadına başkanlık sistemini getireceğim diyor. Türk Ordusu ile Ak Parti’nin arasını açmak, Ak Parti’yi destekleyen halk ile orduyu çatıştırmak ümidi ile Ergenekonları icat ettiler. Sonunda bu saldırılar halkımızın arasını açmadı, daha çok kenetledi.

فَأَصَابَهُمْ

Fa EaOABaHuM

“Onlara isabet etti”

Arapçada fiilde dört özellik belirlenir, failinin söylenen muhatap veya üçüncü şahıs olduğu, failin erkek veya dişil olduğu, tekil veya çoğul olduğu, fiilin mazi veya muzari olduğudur. Bununla beraber bunlar kesinlik ifade etmez. Mazi sigası muzari için, mütekellim gaip için, erkek dişil için, tekil çoğul için kullanılır. Bunlarla gruplar belirtilmiş olur.

Burada “seyyiat” dişil çoğul olduğu için “esabethüm” gelmesi beklenirken, “esabehüm” gelmiştir. Böylece kurallı dişil çoğulun dişillik alametinden çok sistem alameti olduğunu ifade eder. Nasıl erkek çoğul içinde kadınlar da yer alırsa, dişil kurallı çoğul içinde de erkekler yer alır. ‘Saffatti saffen’ olanların içinde erkekler de dâhildir.

“İsabet etmek” demek, beklenmedik zamanda karşısına çıkmak demektir.

Allah öyle bir dünya kurmuştur ki, sigarayı haram etmiş ama içenlerin cezasını ahirete bırakmamış, burada hasta etmiştir. Şeriata aykırı olan her hareket yapanlara sonra acısını onlara çektirir. Tevrat’ı ve Kur’an’ı beğenmeyip kendilerinin ‘Avrupa müktesebatı’ diyerek Sermaye’nin dayatmalarını kutsileştirenler, cezalarını şimdi konutlarının ve havaalanlarının yanında patlayan bombalarla ödemektedirler.

Boşanmayı yasaklarlar ama evlilik müessesesi çöker ve nüfus azalmaya başlar, insanlığın intiharına doğru gidilir.

Faiz ile insanlık refaha değil krizlere gitmektedir. Faizli sistem, gümrükler ve vizeler sebebiyle mümbit hâle gelebilecek yerler çöller hâlinde duruyor.

Kırk yaşlarına gelen arkadaşlarımız bile evlenmemiş durumdadır. Bu konuda Adil Düzen çalışanları inkılâp yapmalıdırlar. Evlilik çağına gelen herkes evlenmelidir. Modalara değil, şeriata uyulmalıdır. Kur’an’da “evlenin” denmiyor, “evlendirin” deniyor. Benim şahsen bu husustaki çalışmalarım semere vermemiştir.

سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا

SayYıAvTu MAv GaMiLUv

“Amel ettiklerinin seyyieleri”

Bugün sistem çalışmıyor, her türlü imkâna rağmen insanlık işkence hâlindedir.

Nedir bunlar?

- Bürokrasi bir işkence sistemidir.

- Yarım asır süren yargılamalar birer işkence sistemidir.

- Gümrükler, vizeler ve bu alanlardaki işlemler birer işkence sistemidir.

- Yasaklara uyulsa insanlık on sene içinde yok olur. Yasaklar uygulanmaz, mevzuata uyulmaz ama sonra da o mevzuatın dışına çıkmak kötülüklerin ve rüşvetin kaynağı olur. Gelecekte günümüzün fizyolojisini yazacak olan sosyologlar, bugünkü insanların kendi kendilerine kötülükler yaptıklarını görürler.

Size basit bir örnek vereyim.

Ekonomide mal ve emek halktan işyerine, işyerinden tüccara, tüccardan mağazalara, mağazalardan da halka döner. Buna karşılık da para aksi istikamette döner. Akan para kadar mal da üretilip tüketilir. Piyasadan parayı çektiğiniz zaman bu döngü yavaşlar. Halkın eline ürettiği malı satın alacak para geçmediği için mallar satılamaz, mallar satılamayınca üretim durur, üretim durunca işsizlik olur ve ekonomik krizler doğar. Bunu aşmak için yeni para çıkarılır, o da enflasyon yapar, bu sefer enflasyondan dolayı anlaşmalar olmaz, yine işler durur. Bunun sebebi paraya para kazandırmaya çalışmadır.

Oysa İslâmiyet’te paraya para kazandırılmaz, paraya mal ürettirilir. Yani faiz yasak, ticaret serbest... O halde faizin zararını yine o faizi icat edip alanlar çekmektedirler. Ekonomik krizler faiz sebebiyle olmakta, ekonomik krizler ekonomik yollarla aşılamayınca savaşlar ve terör olayları ile aşılmaya çalışılmaktadır.

Anlattıklarımızı biraz düşünün, siz de çok kolay anlayacaksınız. Bugünkü tüm çıkmazların merkezi faiz görünmektedir. Tek evlilik de böyledir. Koca bulamayan kadınlar evlilik dışı ilişkilere girmekte, böylece erkekler evlenmemekte, kadınlar büsbütün kocasız kalmaktadırlar. Böylece zina artıyor ve aile müessesesi çöküyor. Oysa çok evlilik ve boşanma kolaylığı kocasız kadın bırakmamakta, böylece boşanmalar hemen hemen hiç olmamakta, herkese bir kadın düştüğü için de fiilen tek evlilik gerçekleşmektedir. Kocasının ikinci eş almasına mani olan kadın kızını kocasız bıraktığının farkında değildir.

Şeriat dışı yapılan her şeyin kötülüğü onu yapanlara dönmektedir.

وَحَاقَ بِهِمْ

Va HAvQa BiHiM

“Ve onları hayk etmiştir”

“Hayk etmek” hareketsiz hâle getirmek, mefluç yapmak demektir.

Ekonomik kriz bir hayktır.

Faiz parayı piyasadan çeker. Satın alma gücü olmadığı için halk ürettiğini alamaz. Yeni üretim olmaz. Enflasyonda fiyat ve ücret belirsizliği sebebiyle işletmeler kâr ve zararı hesaplayamazlar ve yine işsizlik olur. Zararı kendilerine yani işletme sahiplerine döner.

Çok evliliği yasaklayanlar evlilik dışı ilişkilere girer, bu da evlilik müessesesini çökertir. Böylece artan fonksiyonla aile müessesesi çöker. Bunlar bugün yaşanmaktadır.

Semt kooperatiflerine bunun için ihtiyacımız vardır. Şeriatı kabul eden aileler oraya taşınacak ve orada artık ne ekonomik ne de sosyal kriz olacaktır. Zamanla insanlar İslâm semtlerinde yer almayı tercih edecekler. Bunu yapanlar çağımızın Nuh gemisine binmiş olurlar ve kurtulurlar, binmeyenler boğulup giderler.

مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (34)

Ma KAvNUv YaSTaHZiUvNa

“Onunla istihza ettikleri”  

İstihza ettikleri onları etkisiz hâle getirir.

Amel ettikleri fiili cinayetlerdir.

İstihza ettikleri ise fikri cinayettir.

Şeriatı ilkel gören, onu hor gören, söyletmeyen birçok arkadaşımız bile, bizimle çalışmayı eşlerinin baskısı ile bunun için terk etmiştir. Ben çok evliliği savunuyorum diye bana ambargolar konmuştur.

Bunlar beş vakit namaz kılan, Allah için cihad yapan akılsız Müslümanlardır.

Ben kendi kafamdan bir şey savunmuyorum. Kur’an’ın ve müsbet ilmin dediğini söylüyorum. Allah’ın şeriatını beğenmeyen nasıl Allah’a iman etmiş olur, aklım ermiyor. Benimle çalışmayı bırakanlar ayrı bir çalışma yapsalardı kendimi suçlardım ama birlikte çalışmayı terk eden bu arkadaşlarım sadece kendilerini hayk etmiş durumdadırlar.

وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ (35)  

Va QAvLa elLaÜIyNa EaŞRaKUv LaV ŞAvEa elLAHu MAv GaBaDNAv MiN DUvNiHIy MiN ŞaYEin NaHNu Va EAvBAEuNAv Va LAv HarRaMNAv MiN DUvNıHIy MiN ŞaYEin KaÜAvLIKa FAGaLa elLaZIyNa MıN QaBLıHiM Fa HaL GaLay elRuSuLı EilLa eLBaLAĞu elMuBIyNu

“Ve işrak edenler Allah meşiet etseydi biz ve atalarımız, O’ndan başka bir şeye ibadet etmez, O’nun dışında bir şeyi haram kılmazdık dedi. Kabillerinden olan kimseler de böyle yaptı. Resullere mubin belağdan başka bir şey var mıdır?”

Şirk edenler kavl ettiler.

Şirk edenler kimlerdir, onlar kimlerdir?

Kapitalistler, sosyalistler ve karmacılardır.

Neden şirk ediyorlar?

İnsanlar kanun yapma yetkisinde değildirler. Nasıl doğa kanunları varsa, öyle de sosyal kanunlar vardır. O halde ilim adamları yasalar yapmazlar, doğal yasalar gibi sosyal yasaları ortaya çıkarırlar. Onun için İslâmiyet’te yasa yapan meclisler ilim adamlarından seçilerek oluşturulur. Ancak profesör olan mecliste milletvekili olabilir. Diğer yasalar da karşılıklı rızaya dayanan sözleşmelerdir. Yahut icma şeklinde ortaya çıkan sözleşmelerdir. Ekseriyet kararı ile kanunlar yapmak şirkin ta kendisidir. Kanunlar ittifakla yapılır. İttifak edilmeyen hususlarda hakemler devreye girer. Böylece tarafların hakemleri ile ittifak sağlanır. Bu çok basit bir şeydir. Öneriler gelir. Tartışılır. Uzlaşma sağlanamayan yerlerde de hakemlere başvurulur. Bu uygulama ekseriyet kararlarından çok daha adildir ve çok daha kolay elde edilebilir. Oysa bugün bütün devletler meclisleri tarafından paranın veya silahın dayatması ile elde edilen ekseriyetle sağlanır.

Bundan elli sene evvel Tanrı’nın olmadığını, dolayısıyla kendilerinin kanun yapma yetkisi olduğunu ileri sürüyorlardı. Şimdi artık bunu söyleyemiyorlar. Biz mademki yapıyoruz, Tanrı da karışmıyor demektir, diyorlardı.

Tanrı’nın dışında ibadet ettikleri nedir?

Dolardır. Sanat adı altında fuhuştur, eşcinselliktir. Bir taraftan inkılâpçı olup atalarının inandıklarından vazgeçiyorlar, diğer taraftan da Atatürk böyle yaptı diye onun yolunu bırakmayı gericilik kabul ediyorlar. Kimi Mustafa Kemal’i tanrılaştırıyor, kimi de deccal yapıyor. Oysa o da sadece bizim gibi bir insandı, onu da bu millet yetiştirmişti. O tanrı değildir, onu yaratan Tanrı’dır. Deccal olduğuna dair karar verme de bizim yetkimiz içinde değildir. Biz sadece onun yaptıklarını tartışabiliriz. Kendisini muhakeme edip mahkûm etmek yalnız Allah’a aittir.

Kur’an’da, onlar rahiplerini tanrı edindiler diye ayet gelince, Son Nebi’ye geliyorlar ve biz böyle yapmadık diyorlar. O da, siz rahiplerin helal ettiklerini helal yapmadınız mı, haram ettiklerini de haram yapmadınız mı? İşte bu onları rab edinmedir diyor.

İşte bu ayet tam da onu anlatmakta, şirk etme bununla açıklanmaktadır.

Bugünkü meclislerin ekseriyetle çıkardıkları kanunlarla yaşamadınız mı? Evet! O yasaları siyasiler heva ve hevesleri ile koymadılar mı? AK Parti başkanlık peşinde koşacağına, meclis yasaları görüşme usulünü değiştirsin ve şirkten kurtulsun.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yasalar komisyonlarda görüşülür. Yasa tasarılarını partiler hazırlarlar, uzlaşamadıkları yerlerde hakemlere giderler. Sonunda hakem kararları meclise arz edilir. Meclis hakem kararı olduğuna ittifakla karar verir. Hakem kararlarına katılmayan milletvekilinin milletvekilliği hakem kararı ile son bulur.

Bu son madde için anayasa değişikliği gerekir.

Öncekiler de böyle yaptılar. Ekseriyetle karar alma sistemini Yunanlı filozof Solon ortaya koymuştur. Doğrudan demokrasilerde aristokratları hâkim kılmak için geliştirdiği sistemdir. Sonra Avrupa inkılâpçıları bunu temsili demokraside uygulamaya kalkıştılar. Kanlar akıtıyorlar. Daha bitmedi. Bunların daha öncekileri de Jan Jak Russo, Volter gibi inkılâp eşkıyalarıdır. Sonra birbirlerinin başlarını kesmişlerdir.

Resullerin görevi ispatlı tebliğden başkası değildir. Bizim tek görevimiz vardır, o da Kur’an’ı insanlığa ulaştırmadır, bu şirkten vazgeçmeleri gerektiğini söylemedir. Ama bunu ilmen de ispat etmekle yükümlüyüz. Tebliğ mübin olmalıdır, müsbet olmalıdır.

وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا

Va QAvLa elLaÜIyNa EaŞRaKUv

“Ve işrak edenler dediler”

Ekseriyet usulü ile kanun yapanlar, kendilerini tanrı yerine koyanlar ve onların kanunlarını kabullenenler. Evet, tüm yöneticiler ve halk şirk içindedir.

Ne yapmalıdırlar?

Kur’an çok açık söylemektedir; kötülükler iyisi ile değiştirilmelidir.

Bugün tüm dünyada siyaset yapılmakta, seçim yapılmaktadır. Halkı ekseriyet sistemi yerine, ortak vekil hakemlik sistemini getirmeye zorlamalıdırlar. O zaman halk şirkten kurtulmuş olur.

Ben bunları Kur’an’ın tercümanı olarak söylüyorum ama söylediklerimi müsbet ilmin metotları içinde ispat etmekle mükellefim. İspat ettiğim için laikliğe aykırı hareket etmiş olmuyorum. Kur’an’ın mütercimiyim, tercümedeki hatalar benimdir ama hatalı görülen kısımlar varsa beni suçlayamazsınız. Ben benimsiyorum ama Kur’an dediği için değil, müsbet ilim de bunu tasdik ettiği için benimsiyorum. Laiklik hâlâ suç sayılsaydı ben yine suçlu olmazdım. Ben eskiden beri laikim ama yasalar emrettiği için değil, gerçekten inandığım için laikim. Hiçbir kimse Allah’ın özel sözcüsü değildir. Kimse benim dediğim Kur’an’ın dediğidir diyemez. Ben Kur’an’ı böyle anlıyorum. Müsbet ilme de uygundur. Onun için sadece beyan ediyorum diyecektir.

لَوْ شَاءَ اللَّهُ

LaV ŞAvEa elLAHu

“Allah’ın meşieti olsaydı”

Kenan Evren -kendisiyle özel olarak Marmaris’teki evinde görüştüğümüzde- demişti ki; “Ben Cuma namazlarına gidemiyorum, ama Allah’ıma diyeceğim ki, sen benim Cuma namazlarına gidebilme şartlarını vermedin ki gidebileyim diyeceğim.”

Nasıl bir dünyada yaşadığımızı görün...

Bugünkü müşriklerin ne derece baskı yaptığını düşünün. Bir konuşması ile devleti teslim alan zat, Cuma namazına gitmek istiyor ama gidemiyor. Komutanlarımız hâlâ bu durumda. İşte bunların demokrasisi budur.

Bitecek bu zulüm.

Allah’ın nuru tamamlanacak.

مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِهِ

MAv GaBaDNAv MiN DUvNiHi

“O’ndan başkasına ibadet etmezdik.”

O’nun emrettiğini yapardık... Biz kendimiz ibadetler icat etmezdik... Gümrükler, vizeler koymazdık... Zekâtın dışında mallarına el koymazdık... Hakem kararları olmadıkça devlet hiçbir şeyi dayatmazdı derler.

Yani aslında bunlar yaptıklarının bir kötülük olduğunu bilmektedirler, yanlış olduğunu bilmektedirler. Ama doların, basının, silahın, yaygaranın korkusu içinde böyle yapmaktadırlar. Yasaların temeli halkın kendi içtihatlarıdır, kendi beyanlarıdır. Yaptıkları serbest sözleşmelerdir. Ortak vekillerin aldıkları kararlardır ve nihayet son söz hakemlerindir.

Bunun dışında bir yasa şirktir.

Bundan vazgeçmeliydiniz.

مِنْ شَيْءٍ

MiN ŞaYEin

“Bir şey”

Yani hiçbir şey yapmazdık, yapamazdık.

Böylece kendilerini beraat ettirmek istiyorlar.

Şimdi Bülent Arınç’a soruyorum, Beşir Atalay’a soruyorum, Abdullah Gül’e soruyorum; siz bu şirk içinde on seneden fazla kalmadınız mı? Neden bir gün bizim size söylediklerimizi ve anlattıklarımızı hatırlamadınız? Yarın Allah’a hesap vermeye hazır mısınız? Tarikat ehli profesörlere soruyorum; siz şirk içinde değil misiniz? Neden hiç korkmuyorsunuz? Gelin tövbe edin. Tövbe kapısı kıyamete kadar açıktır. Kefaret olarak şimdi Semt Kooperatifleri kurarak Allah’tan mağfiret dileyelim.

Ben de suçluyum. Sizinle kavga etmedim. Mübin belağda bulunmadım.

Sayın Abdullah Gül, gel beni dinle, gel semt kooperatifleri kuralım.

Remzi Güres ile bir gün deniz kenarında ortak plaj arazisini görüşüyorduk. Dedi ki; bana göre bu proje cumhurbaşkanı olma projesinden önemlidir. Bütün samimiyetimle diyorum ki, Abdullah Gül benzeri bir cumhurbaşkanı olacağıma, öz dayısı Ahmet Tahir Satoğlu gibi kooperatif kurucusu olmayı tercih ederdim. Yüz sene sonra Gül’ün adı unutulacak ama Akevler ve Adil Düzen çalışmalarının ilk başkanı olarak bu dünyada bile ondan daha fazla anılacaktır.

Sayın Abdullah Gül; geliniz büyüklerinizin kurduğu kooperatifçiliği geliştiriniz, kendinizi ve insanlığı şirkten kurtarınız.

Kooperatifin içine şirk kanunları girmez. Allah’ın şeriatı varlığını sürdürür. Bugünkü demokrasi kanunları buna izin vermektedir.

نَحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا

NaHNU Va LAv EAvBAEuNAv

“Ne biz ne de atalarımız”

Türkiye’ye ekseriyet demokrasisini getirmek için çırpınan Osmanlılar ve Cumhuriyet’i kuranlar. Onlar o zaman yapabildiklerini yaptılar. Bizi ilgilendirmez. Onların yaptıklarından sorumlu değiliz.

Ama şimdi sorumluyuz.

Şimdi Allah bize emrediyor.

Kur’an düzenini kooperatifler hâlinde getireceğiz.

Tabii ki en büyük sorumlu Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu’dur. Akevler’e en çok katılan kimse iken, sonra şirk bataklığında on seneden fazla hizmet etti. Artık tövbe zamanıdır. Ankara’yı bırak ve İzmir’e dön. Akevler’de yeniden faaliyete geç. Yahut Ankara’da Prof. Dr. Ali Erişen’ler ile bir olup kooperatif kurunuz. Çocuklarınıza doğru yolu gösteriniz. Babalarınız sizi hidayete koydular, siz çocuklarınızı dalaletin batağı içinde bırakıyorsunuz.

وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِهِ

Va LAv HarRaMNAv MiN DUvNıHIy

“Ve O’nun dışında bir şeyi haram etmezdik”

Ey Akevler kaçkınları; on seneden fazla zamandır ne yaptınız?!.

Bir sürü yasaklar, haksız vergiler, bürokratik formaliteler! Allah’ın helal ettiklerini ne hakla haram yaptınız? Başörtü yasağını bile doğru dürüst mevzuatla kaldıramadınız. Hâlâ laikliğe aykırı partiler odak olma kuralları içinde kapatılabiliyor durumdadır. İki defa suç işlediniz. Biri, Allah’ın helal ettiklerini haram yapmaya devam ettiniz. Yasayı değiştirmeniz gerekirken, siz yasaları değiştirmeden çiğnediniz. Hukuk devleti ilkelerini yok ettiniz. Düzeni değiştireceğinize düzeni çiğnediniz.

Ben şimdiye kadar sizlere bir şey demiyordum, bunları yazmıyordum; iktidarınızı zayıflatmak istemediğim için. Benim sizde emeğim var. Şimdi bunları söylemek görevimdir, hakkımdır. Sizi yeniden imana davet ediyorum. Kimse bana darılmasın.

Bu millet büyük tehlikeleri ve işkenceleri göze aldı, sizi iktidar etti, Allah düzenini getiresiniz diye iktidar etti; siz mevcut düzende iyilik yapmaya kalkıştınız.

Bu olanlar size azdır.

Uyanmazsanız, bunlardan daha ağırları sizi bekliyor.

مِنْ شَيْءٍ

MiN ŞaYEin

“Bir şeyi”

Evet, mevcut düzende Sermaye ile işbirliği yaptınız, Akevler’in ve Erbakan’ın yapamadıklarını yapacağınızı sandınız.

Evet, devlete dolarları kazandırdınız ama neleri kaybettirdiğinizin farkında değilsiniz. Bu milletin cihad ruhunu yok ettiniz. İmanındaki gücünü kırdınız. Hedef bırakmadınız.

Hani bunlar gelecek diye işler değişecekti. Rüşvet olmayacaktı. Yolsuzluk olmayacaktı. Bürokratik engeller olmayacaktı.

O zaman başını örtmek için cihad eden kızlarımız vardı; şimdi başını açmak için yarışan kızlarımız vardır!

O zaman faizle iş yapmaktan korkan esnafımız vardı; şimdi ise faizle yarışmaya çalışan tüccarımız var!

Ben şaşkına dönmüş bulunuyorum; bizim yarım asırdır her türlü baskı ve sıkıntılara göğüs gererek elde ettiklerimiz bunlar mı diyorum.

Sonra Kur’an okuyor da kendimi sükûnete götürüyorum.

Günü gelince fevc fevc Allah’ın düzenine gelecek insanları göreceğiz.

كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ

KaÜAvLıKa FAGaLa elLaZIyNa MıN QaBLıHiM

“Kendilerinden önce olanlar da böyle fiil ettiler.”

Dünyada kanlı kansız devrimleri yaparken, Sermaye Hıristiyanlardan intikamını alırken böyle yaptılar. Hâlâ kitaplarında aydınlık yılları olarak okutuyor, Sermaye.

Neresi aydınlık, neyi izah ediyorlar?!

Birilerini asma aydınlık mı?

Hıristiyanlar olarak dünyanın en güçlü ve lider ülkeleri haline gelen Avrupalılar, dini bıraktıktan sonra Sermaye’nin kanlı cellâdı olmuşlardır. Avrupa’nın en utanılacak asırları son iki asır olacaktır.

Bu kadar ahmak, bu kadar zavallı olarak Sermaye’nin esiri nasıl oldular?

Ama Allah Kur’an’da vaat ediyor, gerçek Hıristiyanlar galip geleceklerdir, yeniden Allah’ın dininin mübelliği olacaklardır.

Buradaki önemli husus, kendilerinden öncekiler de böyle söyledi denmeyip böyle yaptılar denmesidir. Çünkü suç olan demeleri değildir. Doğru söylüyorlardı. Allah isteseydi onlar hiçbir kötülük yapamazlardı, ekseriyet kanunlarını veya sultanların fermanlarını kanun sayamazlardı. Elbette Allah’ın meşieti olmuş da öyle yaptılar. Ama onlar dedikleri için değil, yaptıkları için suçludurlar. Bu sebeple kendilerinden öncekiler de böyle yaptı denmektedir. Kilise fermanlar isdar etti. Sultanlar fetvalarla kanunlar yaptı. Daha Allah’ın nuru gelmemiştir. Zulumat içinde zalim oldular.

Ama şimdi Allah nurunu tamamlayacaktır, Kur’an düzeni gelecektir.

Kimileri İslâmiyet’i birinci Kur’an uygarlığı içinde görüyor, oradaki eksiklikleri Kur’an’daki eksiklik olarak görüyorlar. Oysa o günkü şartlarda Kur’an uygulanamazdı. Önce uygarlaşmanın olması gerekirdi. Kur’an bunu insanlığa öğretmesi ile başardı. Bunu da, Ebu Hanife’nin Kur’an öğretisi ile uyguladığı kıyas ve istihsan usulünü Şafii’nin ilmileştirmesi sonunda doğan müsbet düşünme ve serbest akit sistemi ile başardılar. Kur’an’ın öğretisi ile bugünkü Avrupa uygarlığı doğdu. Şartlar hazırlandı. Şimdi de O’nun şeriatı, O’nun düzeni gelecektir ve insanlık Kur’an düzenine üçüncü asırda kavuşacaktır.

فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ

Fa HaL GaLay elRuSuLı

“Resullerin üzerinde ne var?”

Burada Allah resulünün üzerinde ne var demiyor. Resuller üzerinde ne var diyor.

Hazreti Muhammed zamanında kendisinden başka resul yoktu. Ölmüşlerdi. Onların artık taşıyacağı yük yoktu. Demek ki Hazreti Muhammed’den sonra da resuller gelecek ki çoğul olarak getirmektedir.

Biz ezbere bir şey söylemiyoruz. Buradaki “rusul” kelimesini başka türlü açıklama mümkün değildir. O halde günümüzde risalet devam ediyor. Vahiy alan nübüvvet son bulmuştur. Zaten Kur’an da Hazreti Muhammed için Allah’ın resulüdür ve son nebidir diyor. Son resuldür demiyor. Bugün hepimiz birer resulüz. Kur’an üzerinde çalışan ve insanlara ulaştıran herkes resuldür. Hazreti İsa’nın havarileri vardı. Onlara resuller denmektedir. Biz de birer havariyiz. Aramızda Hazreti İsa yoktur. Zaten havariler de tebliğe başladıkları zaman Hazreti İsa aralarında değildi.

Evet, buradaki resuller Adil Düzen çalışanlarıdır, Kur’an düzenini anlatanlardır, bu seminerleri yahut buna benzer Kur’an seminerlerini takip edenlerdir. İçtihat kapısını ardına kadar aralayarak Kur’an’la meşgul olanlardır.

Kimse korkmasın; Kur’an’ı kimse bozamaz, kılına bile dokunamazlar. Tam tersine, ona saldıranların kılları bile paramparça olur. Dört delili her mümin kabul eder ama Kur’an’ı anlamak için kabul eder. Yoksa delil tektir, Kur’an’dır.

إِلَّا الْبَلَاغُ

EilLay eLBaLAĞu

“Sadece tebliğ vardır”

Kur’an tüm insanlığa gelmiştir. O insanlığa hidayettir ama onun silahlı orduları yoktur, o kimseye zor kullanmaz. Hazreti Muhammed asla kimseyi zorla inandırmaya çalışmadı. Savaşlar hep Medine civarında oldu ve Mekkelilerin saldırılarını def etmek içindi. Mekke’nin fethi de savaşsız olmuştur. Fethettikten sonra da hiçbir müşrike dayatma yapılmamıştır. Sadece Mekke dışına çıkmaları istenmiştir.

Bugünün havarileri bizler, resuller olarak da size tebliğ ederiz. Ne paramızla ne de silahımızla kimseye Kur’an dayatmayız. Dayatamayız da.

İşte bu sebepledir ki, Akevler’le yola çıkanlar dünyayı fethettiler ama Akevler yine servetsiz ve yine iktidarsız, sessiz sedasız çalışmasına devam etmektedir. İstanbul Yenibosna Akevler’de ve Medhal’de, İzmir Akevler’de ümit verici çalışmalar başlamıştır. Çok yakında meyveleri görülecektir. Semt kooperatifleri yaygınlaşacaktır.

الْمُبِينُ (35)  

eLMuBIyNu

“Mübîn”

“Mübin” beyan eden anlamındadır.

Tebliğ olacak ama bu aynı zamanda ispatlı olacak, bu da hikmetlerinin açıklanması ile olacak. Hâkimlik sistemi yerine niçin hakemlik, faiz parası yerine neden emek bonosu, Katolik nikâhı ile değil de İslâm nikâhı ile evlenmek; bunları kanıtlarıyla, sosyoloji ve psikoloji ilimleri ile anlatmamız gerekir. Henüz bunlar üzerinde çalışmaya bile başlayamadık. “Adil Düzen”in gelebilmesi için çalışmalarımızda adımlar atmış olmamız gerekir. Siz seminerleri takip edenlerden birer görev alıp yapmaya çalışmanızı bekliyoruz. Mesela, fıkhın hikmetlerini içeren bir kitap yazabilirsiniz.

Süleyman Akdemir ve Arif Ersoy İstanbul’dadırlar. Çalışmaya katkıda bulunabilirler. Yahut Süleymaniye Vakfı bu hizmeti görebilir. Hayrettin Karaman da artık tövbe eder ve serap peşinde koşmaz, Akevler’e döner. Vardığınız yerlerde su bulamadınız, hâlâ neden aklınız başınıza gelmiyor?

Mühendis veya doktor olanlara söylüyorum; Matematiği biliyorsunuz, Arapçayı da öğreniniz; Dr. Lütfi Hocaoğlu gibi olunuz, Dr. Mete Firidin gibi olunuz...

İlahiyatçılara ve hukukçulara da diyorum ki; siz de Matematik öğreniniz...

Artık havariler kervanına katılınız…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 



© 2024 - Akevler