NAHL SÛRESİ TEFSİRİ-16.SURE
Süleyman Karagülle
1211 Okunma
NAHL SÛRESİ-30-32.AYETLER

 

***

 

NAHL SÛRESİ - 7. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (1) يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ (2) خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (3) خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (4) وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5) وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6) وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (7) وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (8) وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ (9) هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ (10) يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (11) وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (12) وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ (13) وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (14) وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (15) وَعَلَامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ (16) أَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (17) وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ اللَّهَ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (18) وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ (19) وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20) أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21) إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (22) لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ (23) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24) لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ (25) قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ (26) ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ (27) الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (28) فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ (29)

 

***

 

وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا خَيْرًا لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ (30) جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللَّهُ الْمُتَّقِينَ (31) الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (32)

 

***

 

وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا خَيْرًا لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ (30)

Va QIyLa LilLaÜIyNa itTaQaV MAvÜAv EaNÜaLa RabBuKuM QAvLUv PaYRan LilLaÜIyNa EaXSaNUv FIy HAvÜıHıy elDuNYAv XaSaNaTun Va La DAvRu eLEAvPıRaTı PaYRun Va La NiGMa DAvRu eLMutTaQIyNa

“İttika eden kimselere Rabbinizin ne inzal etti denilir. Hayırdır derler. İhsan etmiş olan kimselere bu dünyada bir hasene vardır. Ahiret dârı hayırdır. Muttakilerin dârı gerçekten naimdir.”

Mekke sureleri insanlığı hidayete davet eden, onlara tebliğ ve inzar yapan surelerdir. Bundan önceki ayetlerde, daha önceki ayetlerde, onlara ne inzal edildiği sorulduğunda, eskilerin masalları diye cevap verirler. Şimdi burada ise ittika edenlere “Rabbiniz size ne inzal etti” diye sorulduğunda, “hayr” derler diye beyan ediyor.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24)

“Onlara (müstekbirlere) Rabbinizin bu inzal ettiği nedir denirse, evvelkilerin esatiridir derler.”

Şimdi aynı soru muttakilere tevcih edildiğinde, hayırdır diye cevap verirler diyor.

Müstekbirler ile muttakileri karşılaştırmaktadır.

Müstekbirler kimlerdir?

Mümin olmak, namaz kılmak, içki içmemek, baloya gitmemek, örtünmek onlara ağır gelmiş ve kendilerini üst sınıf kabul edenler, günlük hayatı yaşamakla istikbar ederler.

İzmir’e ilk geldiğimizde arkadaşın bodrum dairesinde oturmuştuk. Eşim de başörtülü idi. Aylar geçti, bir komşu kapımızı çalmadı. İzmir, Mersinli’de yeni yapılmış binalar vardı, durumu iyi olanlar yerleşmişti. Arkadaşımın ablası vardı, çalışıyordu, çok iyi bir insandı, namaz da kılardı ama mini eteksiz sokağa çıkması onun için tahkir edilmesine sebepti. Arkadaşım baskı yapıyordu. O da özel bir etek diktirmişti. Belden katlanır mini etek olur, katlanmazsa uzun etek olurdu. Böylece, kardeşinin yanında normal etekle, dışarıda mini etekle gezerdi. Zenginler ve memurlar İslami hayatı yaşayamazdı.

İşte onlara Kur’an ne diyor? Allah’ın inzal ettiği nedir dendiğinde, onların ileri gelenleri, eskilerin masalları, ilkel insanları kandırmak için uydurulan hikâyeler derlerdi, bu görüşte idiler. Sermaye bunu Batı’da dolarla sağlıyordu. Tarım dönemini aşmamış Sovyetlerde ise silah zoru ile sağlanıyordu. Bir profesör, bir vali veya devletle iş yapan sermaye sahibi, ben Allah’a inanıyorum diyemezdi. Generaller hala camilere gidemiyorlar. Eşiyle baloya katılmayan subay terfi edemez, ayrılmak zorunda kalırdı.

Müstekbirler bunlardır. Bunların karşısında muttakiler gelir. Bunlar fakir de olsalar, parya kabul edilip kamuda görev verilmese de, asla kendilerini halktan ayrı saymayıp halkın giydiğini giyen, halkın kıyafeti ile dolaşan ve içki içmeyen, kumar oynamayan, cinsi tahriklerde bulunmayan insanlar muttakilerdir. Dün muttakiler ezilmiş durumda idiler. Buna karşı tarikatlar ve Risale-i Nur öğrencileri bu müstekbirlere karşı direnmekte idiler. Yasaklamalara rağmen, hapishanelere atılmalarına rağmen, onlar ittikayı bırakmadılar, müstekbirlerle bir olmadılar.

Bu arada Sermaye, Türkiye’nin altyapısını yapmak üzere Demokrat Parti’ye kredi verdi. Çünkü sonra rahatlıkla girecek ve sömüreceklerdi. Celal Bayar’ı görevlendirdiler. Celal Bayar da Adnan Menderes’e dayandı, Menderes başbakan oldu. İlk dört yılında Batı’nın yardımı devam etti. Menderes de iyi taşeronluk yaptı. Ne var ki ekonominin bir kanunu vardır. Batı bunu bilmiyordu. Bir yere bir dolar yatırırsanız orada beş dolarlık iş olur. Demokrat Parti Türkiye’nin altyapısını yaparken bu sefer Türkiye tarım döneminden sanayi dönemine geçmeye başladı. Sermaye rahatsız oldu ve 1954’de krediyi kesti. Menderes kabinesinde Hasan Polatkan Maliye Bakanı idi. CHP’nin çeyrek asırda biriktirdiği altınları sattı ve elde ettiği dolarlarla kalkınmaya devam etti. 1957’de altınlar da bitti. Polatkan bu sefer doların değerini %300 yükseltti. Türk Lirası ile kalkınmaya devam etti. Böylece 1960’larda Demokrat Parti’nin bu dâhiyane direnişi sonucu Türkiye tarım döneminden sanayi dönemine geçti. DP’nin dört beyni vardı; Menderes, Polatkan, Zorlu ve İleri. İleri’nin hiçbir suçu olmadığı için pencereden atıp öldürdüler, intihar süsü verdiler. Diğer üçünü de astılar.

Askerlerin onların yanlarında olacağını zannettiler. Askerler demokrasiyi getirdiler. Demirel de onlara ihanet etti. Böylece 1960’larda yeni bir dünya başladı.

Bu arada İzmir’de Akevler Kooperatifi kuruldu. Muttakiler devreye girdiler ve İslâmî faaliyet yaptılar. Şimdi müstekbirler istikbar yapamıyorlar. İşte bugünün sıkıntısı budur.

Muttakiler mi iktidarda?

Üzüntü içinde söylemek durumundayım. Hâlâ Kur’an’ı esatiru’l-evvelîn kabul eden müstekbirlerin sömürü düzenini yürütüyorlar, arkadaşlarımız. Dün bu yollarda beraber yürüdüğümüz arkadaşlar bir bir Kur’an düzenini unutarak Batı düzeninde müstekbirlerin yolunu tuttular. Şimdi de tasfiye edildiler.

Bu arkadaşlara tavsiyem vardır. Tekrar Akevler’e dönün ve Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanları kurun, Bin Dil Üniversitesi’ni açın. Müstekbirlere yaranamadınız. Yuvanıza dönünüz. Başaramadığınızı gördünüz. Bu devleti daha iyi durumda bırakmadınız.

“İttika”, “istikbar” karşısında getirilmiştir. O halde “ittika” kelimesi “istikbar”ın karşıtıdır. “İstikbar” demek, kendisini halktan üstün görüp halktan kopmak demektir.

Kimdir bunlar?

Makam sahibi bürokratlardır.

Kimdir bunlar?

Sermaye sahibi zenginlerdir.

Kimdir bunlar?

Cemaati çoğalmış din adamlarıdır.

Kimdir bunlar?

Sermaye’nin kendilerine rütbeler tevcih ettiği sanal ilim adamlarıdır.

Bunlar için KUR’AN DÜZENİ esatiru’l-evvelîndir. Hikâyelerdir. Doğum günlerini kutlamaktır. Hazreti Muhammed’in hayatı bize örnektir. Hazreti Peygamber böyle yaptı deriz ve onun yaptığını örnek almak isteriz. Ama bu kırk yaşındaki Hazreti Muhammed içindir. Kur’an açıkça ‘daha önce sen dalalette idin’ diyor. Bizim için kırk yaşından önceki, risaletten önceki Muhammed, Mekke’nin herhangi bir Arabından farksızdır. Risaletten önce yaptıkları asla bize örnek olmaz. Allah’a inanmayanlar putlara yani putlaştırdıkları insanlara taparlar. O da bizim gibi bir beşerdir. Sadece Kur’an’ı Cebrail’den o öğrendi, biz de ondan öğrendik. O bizim Cebrailimizden başka bir şey değildir.

İhsan edenler için bu dünyada hasene vardır. İttikayı ihsan ile yorumladı. İttika, yasaklardan uzak tutma, kötülük yapmama ve kimseye haksızlık etmemedir. Ama bu yetmez, ihsan ile beraber olması gerekir. O da iyilik etme, iyi işler yapmadır. Ben kötülük yapmıyorum, o halde müstekbir değilim demek değildir. Sen ihsan yapmıyorsan, salihatı amel etmiyorsan, o zaman sen yine müstekbirlerdensin. Müstekbir olmasan bile onlara mensupsun.

Ahiret dârı muttakiler içindir. İttika edenler Kur’an hayırdır derler. Yani Kur’an’ı bir düzen kabul ederler, onu bir dua kitabı gibi sırtlarının arkasına atmazlar.

 

***

 

Rab hayrı inzal etti dediler. “Hayr” kelimesi “şer” karşılığı getirilmektedir.

Kur’an’a göre iki mülkiyet vardır; yararlanma mülkiyeti ve işletme mülkiyeti. İşletme mülkiyetine “kıyam mülkiyeti” denmektedir. Fıkıhta bu kavram geliştirilmediği için batılılarda bu kavram yoktur. Kur’an ise yetimlere bırakılan mallara mallarımız demektedir. O halde yetimlerin sahip olduğu meta mülkiyeti dışında kayyumların sahip olduğu kıyam mülkiyeti vardır. Kur’an zaten tarif etmektedir, Allah sizi onlara kaim kıldı denmektedir.

İki mülkiyet farklı hükümlere tabidir.

a) Kıyam mülkiyetinde eda ehliyetine sahip olmak gerekir. Eğer şoför değilsen, arabanın kıyam mülkiyetine sahip olmazsın. Ehliyetin yoksa, fabrikanın genel müdürü olamazsın. Tarımı bilmiyorsan, tarlanın kıyam mülkiyetine sahip olmazsın. Kıyam mülkiyetine sahipsen, onu başkasına devredebilirsin ama ancak ehil olana devredersin.

b) Kıyam mülkiyeti tecezzi olmaz. Bir malın işletme hakkı yalnız bir insana ait olur. Yapı sahibi yapının yararlanmasının sahibidir, kirasına sahiptir. Oysa oturan kimse onun kıyam mülkiyetine, işletme mülkiyetine sahiptir. Kirasını ödediği müddetçe, mal sahibi kiracıyı dükkândan veya lojmandan çıkaramaz ve kiracı kıyam mülkiyetinde tek kimsedir. Yani kıyam mülkiyeti tecezzi etmez. Kıyam mülkiyeti birden alınır satılır.

c) Kıyam mülkiyetinin üçüncü özelliği, miras yoluyla değil vasiyet yoluyla intikal eder. Ancak ehil olanlara vasiyet edilebilir. Oysa yararlanma mülkiyeti miras yoluyla intikal eder ve çok küçük parçalara bölünebilir. Böylece işletmelerin parçalanmaları önlenmiş olur. Ama taşınmazlar üzerindeki mülkiyet devam eder.

d) Kıyam mülkiyetinde onu işletmek şarttır. Verilen vergiye toprakta öşür, madenlerde humus, mera mallarında ve ticarette yılda kırkta bir vergi verirseniz o mala sahip olabilirsiniz. Vergisini vermezseniz, değeri verilerek elinizden alınabilir. İşletilmeyen topraklar üç yıl sonra işletmeyenlerin ellerinden alınırdı.

Kur’an bunlara “hayr” demektedir. Miras için “mâ tereke” kelimesini kullandığı halde, vasiyette “hayrı terk ederse” denmektedir. Bu iki mülkiyeti ayıramayan fıkıhçılar vasiyet ayetine bir mana verememişlerdir. Oysa ayetler çok açıktır. Biri meta mülkiyetini, diğeri ise hayrı ifade eder. Biz eşyayı iki şekilde kullanırız. Biri, kendi yaşamamız için kullanırız. Yiyeceğimiz olur, giyeceğimiz olur, kalacağımız olur ve yakacağımız olur.  Bazı malları da iş yapmak için kullanırız. Tarım alanımız olur, sanayi alanımız olur, yapı alanımız olur ve bir de hizmet alanımız olur. Ticaret yaparız. Nakliye yaparız.

İşte, üretim araçları olarak kullanılan mallara “hayr” denmektedir.

Sosyalistler yararlanma mülkiyetini kabul etmişler, kıyam mülkiyetini de özel mülk kabul etmemişlerdir. Oysa Kur’an her iki mülkiyeti de ayrı hükümler ile tedvin etmiştir.

Şimdi Kur’an diyor ki; ittika edenlere Allah’ın ihsan ettiği KUR’AN DÜZENİ dendiği zaman hayrı yani kıyam mülkiyetini inzal etmiştir. Yararlanma mülkiyeti kişilerin özel tasarruflarıdır. Kamu onlara müdahale edemez. İstimlâk edemez. Mani olamaz. Ama kıyam mülkiyeti ise şeriata tabidir.

Üçüncü binyıl uygarlığı kıyam mülkiyetine dayanacaktır. Her şeye ancak ehliyetin varsa sahip olabileceksin. Baba öldüğü zaman kıyam mülkiyeti taksim olunmaz. Malı elinden alınır. Yahut siz çıkarmak zorundasınız. Farz ediniz ki, babanızın işlettiği köşe başında bir dükkânı vardı ve öldü. Siz onu aranızda taksim edemezsiniz. Ancak kiranızı taksim edersiniz. Babanız kime vasiyet etmişse, o kimse ister oğlu ister başkası olsun, onu işletmeye hak kazanır. Vârisler kirasını paylaşırlar. Farz edelim ki küçük oğlu ticaret yapmaya ehildir ve baba da ona vasiyet etti. O da işletmeye başlamıştır. Sermayeden vergi alınmaktadır. Civarındaki dükkânlar seviyesinde kırkta bir vergi verirseniz o dükkânın maliki olarak kalırsınız. Ama ödeyemezseniz dükkânın kıyam mülkiyeti elinizden alınır ve ilk talip olan ehliyetliye verilir. Bedeli anlaşarak veya hakem kararları ile tespit olunur.

Demek ki Adil Düzen çalışanları KUR’AN DÜZENİNİ bir kıyam mülkiyeti düzeni olarak kabul ederler. Kamu görevleri de kıyam mülkiyeti ilkeleri içinde işletilir. Diyelim ki, bir doktorun hizmet verdiği kimselerin sayısı yirmide birden aşağı düştüğü zaman, o doktor o ilçede doktorluk yapamaz; yapsa da genel hizmetten pay alamaz.

O halde, genel hizmetteki mülkiyet de kıyam mülkiyetidir. Hayrdır. Öyleyse, kıyam demek genel hizmet kurumlarının ahkâmı demektir. Fıkıh yeniden bunun için yazılmalıdır.

İhsan edenlere bu dünyada ihsan vardır. Kur’an, ihsan edenlerin karşısında ihsan vardır diyor. Genel hizmet bir ihsandır. Doktor hastayı tedavi eder. Öğretmen öğrenciyi okutur. Hukukçu hakları savunur. Bunu ihsan olarak yapar. Hizmet verdiği kimselerden bir şey almaz. Ama bu ihsan edenlere bütçeden, ortak gelirden, zekâttan pay verilmiş olur.

“Adil Düzen”de bu sistem geliştirilmiştir. Anayasa buna göre düzenlenmiştir.

İşletmelerden genel hizmet payı alınmakta, yarısı o işletmeye genel hizmet verenlere bölüştürülmekte, diğer yarısı bir fonda toplanmakta ve hizmetin sorumluluğunu alanlar hizmet verdikleri kişi başına bölüşmektedir. Bu husus bu kuralla ifade edilmiştir.

Hasene tekil olmakla beraber, müennes olduğu için çoğul kabul edilebilir yahut bütçedeki teklik kuralı geçerli olmaktadır. Yani ortak tek fondan hizmetler bölüşülmektedir. Bölüşüm şekli farklı olduğu için de nekre gelmiştir.

Genel hizmetlerde hizmetler ihsanen yapılır. Yani hizmet verenler, verdikleri hizmetlere göre ücret almazlar, yüklendikleri sorumluluğa göre ücret alırlar.

Yani doktor ister hastasını iyi tedavi etsin, ister ihmal etsin, aldığı pay değişmez. Bunun dünyadaki müeyyidesi, doktora sağlığını tekeffül ettiği kimselerin sayısına göre ücret verildiği için ve halk da doktorunu her zaman değiştirebildiği için, hizmet verdiği kimseler azalacak ve gelirdeki payı düşecektir. Yüzde beşten aşağıya düştüğü zaman bu hizmet elinden alınacaktır. Ama Allah bunu yalnız dünyevi karşılığına bırakmamıştır. Genel hizmeti iyi bir şekilde yapanlara ahirette de mükâfat verilecektir.

Bir anne baba çocuğunu büyüttüğü zaman dünyadaki karşılığını da alır ama asıl karşılığı ihsanda bulundukları için ahirette alacaklardır. Âhiretin dârı da onlar içindir.

Âhiret dârı ile muttakilerin dârı harfi atıf ile atfedilmiştir. Yani ikisi ayrıdır. Bu dâr da bu dünya dârıdır. Yani muttaki olanlar için hayır olan dâr vardır. Bu dünyada vardır.

Mekkelilere böyle bir dâr vaat edilmiş ve sonradan bu dâra sahip olmuşlardır. Hâlâ da sahipliğini sürdürmektedirler. Ülkeleri en verimli toprakları içermekte, petrol zenginliği ile de refahları yükselmektedir.

Şimdi de Kur’an bize hitap etmekte ve geleceğin hayırlarını müjdelemektedir. Âhiretteki haseni “hayır” ile, dünyadaki haseni “nimet” ile tavsif etmektedir.

Nimet “en’am”dan gelir. İşletmede harcadıklarının karşılığını bol bol alma demektir. Saatte üretilenlerle daha çok gün yaşamak demektir. Gün/saat demektir. Yani gelecekte KUR’AN DÜZENİ ile insanlar daha çok çalışıp ürün elde edecekler.

Bunu nasıl yapacaklar?

“Adil Düzen” ile yapacaklar. Kur’an ile yapacaklar.

Akevler’in planladığı “Adil Düzen”deki nimet şöyledir.

1- “SEMT KOOPERATİFLERİ” kurulacak, bu kooperatifler lojmanlı işyerlerine sahip olacaklardır. Çalışan insanlar, işyerlerinin ve oturduğu lojmanların kirasını emekleri ile ödeyeceklerdir. İş ve aş sahibi olma sorunu kalkmış olacaktır. Dolayısıyla evlenme çağına geldikleri zaman da hiçbir engel bulmadan evleneceklerdir. Eş sorunu da çözülecektir. Bugünkü işsizlik ve ev sorunu, dolayısıyla evlenme sorunu çözülmüş olacaktır. Kooperatif çalışanları ürünlerini alacak tüccarların tüketim malları ile değiştirecek ve böylece krizler, işsizler kalmayacaktır.

2- Kooperatif “GENEL HİZMET ORTAKLIKLARI” kurarak yirmi beş genel hizmeti ihsanen ortaklara verecektir. İşletmelere üretimden pay ile verecek, böylece üretim ve değiştirme son derece kolaylaşacak ve ürünler tam değerleri ile satılacaktır. Halk genel hizmetlerini ihsanen alacağı için yani karşılıksız alacağı için dâr nimet olmaktadır.

3- Kooperatif işletmelerden toprak kirasını alacak ve bunlarla çalışmayan veya çalışamayanları sigortalamış olacaktır. Sigorta primi alınmadan herkesin malı ve canı sigortalanmış olacaktır. Yalnız çalışanların veya zenginlerin yaşadığı dünyadan, herkesin yaşadığı dünyaya geçilmiş olacaktır.

4- Kooperatif “SEMT BONOSU” çıkaracak ve semte tüm alınanlar bu bono ile alınacak ve tüm satılanlar bu bono ile satılacaktır. Böylece mallarda takas sistemi geliştirilecek, aracının nakit sömürüsü, karşılıksız para ortadan kalkacaktır. Böylece bu dünya onlar için cennet misali olacaktır.

“ADİL DÜZEN”in oluşması için Akevler “kooperatifler” kurmaya başlamıştır.

Şunlar yapılacaktır.

a) Ahşap yapılar atölyesi kurularak, üçüncü binyıl uygarlığının temeli atılmış olacaktır. 1960’lardan beri kurduğu kooperatifler gelişmeye devam edecektir. Bu atölyelerde atıl emekler değerlendirildiği gibi atıl ormanlarımız da değerlendirilecektir. Ormandan elde edilen birer metrelik ağaçlarla meskenler ve işyerleri tesis edilerek halkımızın dövize ihtiyaç kalmadan gelir elde etmesi ve gelişmesi sağlanacaktır. Yeryüzündeki bütün halklar artık Sermaye sömürüsü ile karşılaşmayacaklardır. Sermaye ile işbirliği içine gireceklerdir. Sermaye hizmet verecek ama sömüremeyecektir.

b) Sökülüp takılabilen ucuz ama sağlıklı ahşap evler yapılacak ve bunlarla dinlenme siteleri oluşturulacak, devre-mülk olarak ortak edilecek ve böylece kentin kirlenmiş havasından kurtularak halk temiz havada dinlenme imkânı bulacaktır. Bunun karşılığı semt sitelerinden döviz değil ürettikleri ürün alınacaktır. Bunun için çıkardığı bonolarla uluslararası ticarette dolar hâkimiyetini ve karşılıksız para sömürüsünü ortadan kaldıracaktır. Dolar ulusal para olarak varlığını sürdürecektir.

c) Seralar, tarlalar, işyerleri, meskenler üretip KUR’AN DÜZENİNDE yaşama imkânları sağlanacaktır. Bunlar ahşap ev atölyelerinde gerçekleşecektir. Halk bunlara emekleri ile sahip olacak, parça üretecek mamulü alacaktır.

d) Yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurarak bugün mevcut olan işsizlik, aşsızlık, eşsizlik sorununu çözdüğü gibi trafik sorununu da çözmüş olacaktır. Eğitim ve sağlık sorunlarını da çözmüş olacaktır. Bin dil üniversitesini kurarak yeni uygarlığın ilim hamlesini yapacaktır.

Ne yapıyoruz?

Sorunları sosyalizm, kapitalizm yahut karma merkezi sistemlerle değil, sorunları halk kuruluşları olan ve Kur’an’ın “teavün şirketi” olarak takdim ettiği “kooperatifler” ile çözüyoruz. İttika sahibi olmak demek, Semt kooperatiflerine ortak olmak ve orada “Adil Düzen”in gerçekleşmesini sağlamak demektir.

Kur’an’a dayanmak, onu yorumlamak ve anlamak şartı ile elbette başka sistemler de önerilebilir. Böylece hayırda yarış olur. Kur’an’a dayanmayan bütün çözümler bâtıldır ve hüsrana mahkûmdur. Bizim iddiamız budur. Bundan dolayı Akevler hidayettedir. Başka cemaatler de eğer Kur’an’a dayanıyorlarsa, KUR’AN DÜZENİNE dayanıyorlarsa, onlar da hidayettedir. Ama Kur’an dışında bir çözüm arıyorlarsa dalalettedirler ve helak olacaklardır.

 

***

 

“Dâr” “devr”den gelen bir kelimedir. Türkçedeki duvar bu anlamdadır. Sınırlanmış, belli kimselere ait olan yurt demektir. Cennet, ittika edip ihsan edenlere mahsus bir dârdır.

“Dâr” kelimesi Kur’an’da muttakilerin, fasıkların, selamın, kararın dârları olarak geçmektedir. Kur’an’da ahiret dârı ve ahiretin dârı olarak geçmektedir. Ahiretin yurdunda ahiret tamlayandır. Ahiret yurdunda ahiret sıfattır.

Ahiret sıfat olunca son yurt olur. Yani orasını değiştirmek yoktur. Bu dünya var, bir oluştur, bir canlı gibi varlıktır. Doğmuştur, evrimleşmiştir, yaşlanmaktadır ve ölecektir. Bu bir varlıktır. Tek bir varlıktır. Güneşler, yerler, dağlar, canlılar, insanlar, geçmiş ve gelecekleri ile bu varlığın birer parçasıdır. Üç boyutlu uzayımızın oluşturduğu dört boyutlu uzay bir varlıktır.

Ahiretin yurdu da böyledir. O da dört boyutlu uzay olarak varlıktır. Bu dünya ölümlü, ahiret ise ölümsüz varlıktır. Allah halk etmiştir; etmektedir.

Bugün artık dört boyutlu olanlar var. Değişik uzaylar olduğunu biliyoruz. Dünyamız var, cennet var, cehennem var. Semavat ve arzın aktarı dışında varlıklar olduğunu geometriden biliyoruz. Bu varlıkların bulunduğu beş boyutlu uzay vardır. Buna arş diyoruz. Arşın varlığını da iradi davranışından biliyoruz. Dörtlü uzayda istediğimiz gibi hareket edebilmemiz için beş boyuta ihtiyacımız vardır.

Şimdi düşüncelerimizi ileri götürerek Allah’ın yalnızca bizim olduğumuz arşı yarattığını varsayabiliriz. O zaman arş tektir. Allah’ın çok arşları olabilir. Onların haliki olur ve rabbi olur. Bunun Kur’an’da delilini bulmak için “arş” kelimesi üzerinde çalışmak gerekir.

Şimdi bizim Tanrı’mız gibi başka tanrılar olabilir mi?

Birbirlerinden ayrı halk ettikleri arşlar olur. Bu tanrılar birbirlerinden habersiz olabilirler. Her tanrı kendi arşları içinde tanrı olmuş olabilir. Bu takdirde bizim de hiç haberimiz olmaz. Var desek de yok desek de manasız olur. Bu tanrıların birbirlerinden haberleri varsa, Allah da bize bildirirdi. Kur’an’ın daha dikkatli okunması gerekir.

Kur’an’da Tanrı’nın vahit olduğu bildirilmektedir. Ama tekliğini kanıtlayan ayette “birden fazla olsaydı yer ve gök fesada uğrardı” diyor. Bir arşın kâinatında altıncı boyutta tek Tanrı olduğunu çok açık bir şekilde bildirdiğine göre böyle bir şey düşünmemiz söz konusu olamaz.

Ahiret dârı hayırdır. Nekre getirilmiştir. O halde ahiretten başka hayırlar da vardır. Bu dünya dârından daha iyi olduğu söyleniyor.

Daru’l-ahiret. Muttakilerin dârı olduğunu söylüyor. “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Demek ki hayr olanla dâr farklı şeylerdir. Burada kastedilen ahiretteki dâr değil, dünyadaki dârdır. Yani muttakilere yalnız ahiret yurdu değil, dünya yurdu da nimet olacaktır.

Birinci Kur’an uygarlığının Mekkelilere vaat ettiği dârı görmediler mi? Bütün dünyaya hep büyük dinler vâris olmadı mı? Kur’an, şimdi de bizlere, muttakiler isek, güzel yurtlar vaat ediyor. “Ni’me” “nimet”ten gelen kelimedir. Ne güzel yurt...

Acaba bu yurt nasıl bir yurttur?

Yüz lojmanlı apartmanlar… Her apartmanda on kat var. Apartmanın alt bodrumları garaj, sığınak ve depolar, üst bodrum işyeri. Zemin katta yazıhaneler ve bakkal var. Katlarda ikişer daire daha yani ikişer mescit var. Çatı katı ortak toplantı yeridir. Buraya gelenler anlaşmalı gelenlerdir. Çalışarak kira öderler. İş derdi yok, aş derdi yok, eş derdi yok. Anlaşanlar bir araya gelmiş, kötü komşu derdi yok. Derdi olan başka lojmanlı apartmana taşınıyor. Ayrıca yüz villalı dinlenme siteleri var. Kişi tatilini istediği yerde geçiriyor.

“Muttakiler” de marife, “dâr” da marife. Muttakiler “ADİL DÜZEN” yahut KUR’AN DÜZENİ çalışanlarıdır. Dâr da yüz lojmanlı apartmanlar, seralar, dinlenme evleridir.

Biz Kur’an’ı böyle anlıyoruz.

Siz de muttakiler Risale-i Nur cemaatidir, Ak Partililerdir diyebilirsiniz. Ni’me yurdunu cemaatin vaat ettiği yurt olarak anlayabilirsiniz yahut Ak Parti’nin hesapladığı yurt anlaşılabilir.

Bizim yorumumuz budur. Kur’an bugün bize nazil oldu ve bugün bize söylüyor.

Bizim Mekkelilerimiz de sömürü düzeni mensuplarıdır, tekelcilerdir, Sermaye ve yönetim tekelidir. Merkezi sistemdir. İkisinin patronu gerçekte birdir. Karşımızda tek Firavun var. Bize vaat edilen de geleceğin dünyasıdır.

وَقِيلَ

Va QıYLa

“Ve kavl edildi”

İttika eden kimseler kimlerdir?

“Adil Düzen”i kabul edip ona uyan kimselerdir.

Mevcut düzeni tabii kabul ederek o düzen içinde çırpınanlar muttaki değildirler. Kur’an düzenini kabul edenler muttakidirler. İttika etmek demek, fırtınadan, canavardan korunmak için kulübeye girmek demektir. Soğukta elbise giyen veya sıcak yere giren ittika da etmiş olur. Bunlara sorulduğunda onlar hayr derler. Kim sorarsa sorsun, onlara verecekleri cevaplar aynıdır, dolayısıyla “kıyle” denmiştir. Sorulursa böyle cevap verirler deniyor.

لِلَّذِينَ اتَّقَوْا

LilLaÜIyNa itTaQoV

“İttika eden kimselere”

Kur’an’da muttakiler geçmektedir. İttika edenler geçmektedir. İttika eden kimseler dendiğinde, hem ittika edenler bellidir, hem de ittikanın kendisi bellidir.

Burada ittika eden kimseler, “ADİL DÜZEN”i, KUR’AN DÜZENİNİ kabul edenlerdir. İttika da, adil de, “Adil Düzen”i kabul etmedir.

Kur’an’ın kelimeleri ve cümleleri sayılar gibidir. Nasıl bir elma olur, parmak olur, yıldız olur, lira olursa; Kur’an’ın her kelimesi için, kişi o kelimeyi veya cümleyi Kur’an’da duyduğunda bir manası vardır. Kişi değişir, zaman değişir, başka mana kazanır.

Allah Kâinatı yarattıktan sonra Kur’an’ı yaratmadı. Önce Kâinatın projesi olarak Kur’an’ı öğretti, sonra ona göre Kâinat oluştu. Rahman’da: Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı…

مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ

MAvÜAv EaNZaLa RabBuKuM

“Rabbiniz neyi inzal etti”

Rabbinizin bu inzal ettiği nedir?

Burada “ellezî” değil de “mâzâ” demiş olması, işaret edilenin zihnen maruf olabileceği nedeniyle hakikaten nekre olması ile Kur’an’ın lafzı değil hükümleri sorulmuş olmaktadır. Yani Kur’an düzeni nedir, “Adil Düzen” nedir diye sual olunduğunda anlamı çıkar.

Kur’an’ın çağımız insanına hitabını yapacak olan âlimlerdir. Yani sizlersiniz.

Kur’an’ın uygulamalarına başladığınız zaman karşınıza birçok sorunlar çıkacak. Bunları hep Kur’an’ı yorumlayarak çözeceksiniz. Onun verdiği güçle çözeceksiniz. Bunun için Kur’an Arapçasını ve çağın Matematiğini öğrenmeye başlayacaksınız. Yapacağınız yorumlarda gerektiği zaman Matematiği kullanmalıyız ve anlamaya çalışmalıyız.

قَالُوا خَيْرًا

QAvLUv PaYRan

“Hayr, dediler”

Kur’an bütünüyle hayırdır. Üretim aracıdır.

Marks ekonomiyi temel yapı kabul etmiştir.

Kapitalistler de ekonomiyi temel kabul ederler.

Allah canlıları yarattı. Her canlı karnını doyurmak için koşar. Sonunda canlılık âlemi ortaya çıkar. Bugün canlılar yeryüzünü kaplamışlardır. Varlıklarını sürdürmekte, yeryüzünü insanlığa hazırlamaktadırlar. Onun yaşayabilmesi için gereğini yapmaktadırlar.

İnsanlık da KUR’AN DÜZENİ ile insanlığın varlığını sürdürme çabasındadır. İnsanlık bir hayırdır. Onun getirdiği düzen sayesinde barış içinde yaşayan müslimler, dünyayı daha çok insanın yaşayacağı hâle getireceklerdir. İnsanlar karşılıksız dolar peşinde değil, insanların çalışma ve yaşamalarında daha çok gün/saati elde etme imkânını bulacaklardır.

لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا

LilLaÜIyNa EaXSaNUv

“İhsan eden kimseler için”

“El-hasenatu fî hazihi’d-dünya lillezîne ahsenû” cümlesindeki mübteda nekre yapılmış ve tehir edilmiş ve ayetteki şekle gelmiştir. Bu dünyada ihsan edenlerin bu dünyada haseneleri vardır. Bu dünyada ihsan edenlerin ahirette de haseneleri vardır. “Fî’d-dünya” hem ihsan edenin, hem de hasenenin zarfı olabilir. Yani iki defa okunduğu zaman iki mana çıkar, iki mana da doğrudur.

فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ

FIy HAvÜıHıy elDuNYAv XaSaNaTun

“Bu dünyada bir hasene vardır”

Onların her birinin ayrı ayrı haseneleri olabilir. Onlar bir hasene içinde yaşayacaklar yahut herkesin ayrı hasenesi olacaktır. “Ellezîne ahsenû” kurallı çoğul olduğu için bir tür hasene vardır demektir. Nekre gelmekle, ihsan eden kimseler yeryüzünde bir tane olmayacak, Akevler gibi değişik cemaatler oluşacak, her biri ayrı olarak ihsanda bulunacak ve her birinin hasenesi de farklı olacaktır. Yani yeryüzünde tek tip Kur’an uygarlığı oluşmayacaktır. Değişik tiplerde Kur’an uygarlıkları olacak ve insanlar üçüncü binyıl içinde Kur’an uygarlıkları içinde yaşayacaklardır. Yani Kur’an uygarlıkları yalnız zamana göre değişik olmayacak, cemaatlere göre de değişik olacaktır. Hayırda yarışılacaktır.

Rabbiniz neyi inzal etti denen muttakiler yalnız Kur’an ehli değildir. İttika eden Hıristiyanlar, ittika eden Hindular, ittika eden Budistler de dâhildir. İnzal olunan onların da kitaplarıdır. Hak dindir, hak düzendir.

Demek ki insanlık ikiye ayrılacak. İttika edenler bir olacak ve onlar küfredenlerin saldırısına birlikte mukabele edeceklerdir. 

Bu ayeti okuduğumuz zaman Akevler’i anlıyoruz, “Adil Düzen”i anlıyoruz. Bizim için doğru olan budur. Ama başka cemaatler ve mezhepler de kendilerine göre anlarlar ve onlar da kendi kitaplarına veya mezheplerine göre kendi uygarlıklarını kurarlar.

“Rahmeten li’l-âlemîn”in manası budur.

وَلَدَارُ الْآخِرَةِ

Va La DAvRu eLEAvPıRaTı

“Ve ahiretin yurdu”

Evet, Hak düzeni kabul edenler ne kadar kârlı durumdadırlar.

Önce özgürdürler. Kur’an’ı kendi içtihatları ile anlıyorlar ve ona göre yaşıyorlar. Başkalarının esiri olmuyorlar. Rablerinden başka kimsenin sömürü aracı değildirler.

Ayrıca, ahirete gittikleri zaman da bu dünyada elde ettikleri haseneden daha hayırlısını elde edecekler.

Allah bu derece ihsan sahibi olduğu halde, insanların hâlâ top peşinde koşmaları, “Bin Dil Üniversitesi” yerine spor stadyumları yapmaları şaşılacak bir şey değil midir?

Kızlarınızın Kur’an hükmüne uyarak tesettür peşinde koşmaları yerine, modaya uyarak açılıp saçılmaları aklın alacağı bir şey değildir.

خَيْرٌ

PaYRun

“Hayırdır”

Allah hayrı inzal etti, diyor.

Ahirette hayırdır diyor.

Hayrın iki manası vardır. Biri, isim olarak hayırdır. İsimleşmiş sıfat olur. Bir de ismi tafdil olarak ayrıdır. Ehyar (daha hayırlı) anlamındadır. Telaffuzları birleşmiştir. Burada ismi tafdil olabilir. Nekre olarak tekrar edildiği için böyle olması daha doğru anlamdır.

وَلَنِعْمَ

Va La NıGMa

“Ve ni’medir”

“Ni’me” fiil olarak isimdir. “Dâr” faili olmaktadır.

“Bi’se” gibi bir kelimedir. “Leyse” gibi bir kelimedir. Refahı ifade eder. Hayrın eşdeşi olarak getirilmiştir. Muttakilerin dünyadaki dârı demektir.

Yeni düzen, Kur’an düzeni, “Adil Düzen” muttakilerin yurdunu ni’me hâline getirecektir. Bugün iyi insanlar zulüm içindedirler. Zalimler zulmetme araçlarına sahiptirler.

Kur’an gelecekte muttakileri galip getirecektir.

Bunu en yakın kimselere bile anlatamadığım için üzgünüm. İnsanlar hâlâ zalim düzende karşılıksız para peşinde koşuyorlar, muttakilerin yurduna gelmiyorlar.

دَارُ الْمُتَّقِينَ (30)

DAvRu eLMutTaQIyNa

“Muttakilerin yurdudur.”

“Adil Düzen”e göre kurulmuş yüz lojmanlı işyeri apartmanları, ahşap evlerden oluşan dinlenme siteleri, muttakilerin yurdudur. Akevler benzeri kooperatiflerin yurdu muttakilerin yurdudur. Çalışmada ve yaşamada karşılıksız para kullanmıyorlar. Kooperatifleri içinde kendi bonolarını kullanılıyorlar. Ürettiklerini takas yoluyla satıyorlar. Dışarıdan mal alıyorlar. Dışarıya mal veriyorlar. Tüccarlar vardır. Kooperatiflerden aldıkları malları piyasada piyasa parası ile satıyorlar. Sattıkları gün, piyasadan kooperatiflerin sipariş ettikleri malları alıp getiriyorlar. Böylece onlar da karşılıksız paranın bir gece bile sahibi olmuyorlar.

-İşte bu SEMTLER,

-Bu semtlerin oluşturduğu BUCAKLAR,

-Bu bucakların oluşturduğu İLLER,

-Bu illerin oluşturduğu ÜLKELER ve

-YERYÜZÜNÜN bunlara ait olan kısımları MUTTAKİLERİN DÂRIDIR.

Bizim tasavvur ettiğimiz MUTTAKİLERİN YURDU budur.

Biz bunu projelendirerek ortaya koyuyoruz. Örnek uygulamalar yapmaya çalışıyoruz. Bunun muhasebe sistemi şimdilik İstanbul Yenibosna’da yapılmaktadır. Projeler İstanbul Medhal’de hazırlanmaktadır. Uygulaması İzmir Akevler’de yapılmaktadır. Daha çok işbirliği hâline gelmelidirler. Daru’l-muttakinin planlaması ve projeleri ortaya konmalıdır. Kur’an diliyle buna “fıkıh” denmektedir. Yani MUTTAKİLER DÂRININ FIKHI yapılmalıdır.

Bu seminerleri okuyanlar muttakilerdir.

Dikkat ediniz, yalnız onlar muttakilerdir demiyorum. Bu seminerleri okuyanlar da muttakilerdir. Diğer cemaatler, mezhepler ve dinler de temelde muttakilerdendir. Önce dârların fıkhını oluşturmalıdırlar. Sonra uygulamalıdırlar. İnsanlıkta hayırda yarışmalıdırlar.

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللَّهُ الْمُتَّقِينَ

CanNAvTu GaDNın YaDPuLUvNaHAv TaCRIy MıN TaPTıHav eLEaNHAvRu LaHuM FıyHAv Mav YaŞAyEUNa KaÜAvLıKa YaCZıy elLAvHu eLMutTaQIyNa

“Adn cennetleri, oraya dâhil olurlar, tahtlarında enhar cereyan eder. Orada onlar için ne meşiet ederlerse vardır. Allah muttakileri böyle cezalandırır.”

Burada “muttakiler” kelimesi tekrar edilmiştir. O halde bundan önceki ayette zikredilen muttakilerden farklıdır. Bunlar ahirette cezalandırılacak muttakilerdir. Ni’me olan muttakilerin dârının dünyadaki dâr olduğunu teyit etmektedir.

Bu ayette ahiret dârının hâli anlatılmaktadır. Bununla beraber muttakilere vaat edilen dâr da cennet misali dârdır. Kur’an düzeninin dârı cennet dârının firdevsidir. Yani Kur’an’ın getirdiği düzen öyle bir düzendir ki, ölüm hâli dışında, cennetteki dâra benzemektedir.

O halde Kur’an düzeni demek cennet düzeni demektir. Tek farkı, birinin fani, diğerinin ise baki olmasıdır. “Cennât”, “ahiret dârı”nın bedeli olur. “Yedhuluneha”, “cennat”ın hâli olur. Ondan sonra gelen de ikinci hâl olur.

“Duhul ederler.”

“Duhul ederler” ifadesine ne gerek vardı?

“Daru’l-ahiret” yeterdi. Muttakiler oraya dâhil olacaklardır. Yani kendilerinin hazırladığı bir dâr değil de, daha önce hazırlanmış bir dâr olduğunu ifade eder.

Bu dünyada ne olabilir?

Sermaye böyle bir dârı hazırlar; ancak, Kur’an düzenini kabul etmediği için sonunda onu muttakilere terk eder, muttakiler vâris olurlar.

Bugün Sermaye dünyayı sömürerek çok büyük güç elde etmektedir. Bununla beraber bu biriken sermaye ile dünyayı da imar etmektedir. Kur’an’ın onlara söyledikleri şudur; Kur’an şeriatını kabul edin, yoksa ben sizden bu imkânları alır muttakilere veririm diyor. Bu ayet bu dünya için böyle yorumlanır. Her şey muttakiler için yapılmaktadır.

“Adn bahçesi” demek sera bahçesi demektir. Geliştirdiğimiz bir metrekarelik ahşap panolar veya demir panolar veya alüminyum panolarla, 500 metre yüksekliğinde seralar yapılır. Bin metre uzunluğunda olunca bir kilometrekarelik bir alan olur. Her serada 1000 tarım ailesi yerleşir yani bir bucak kurulmuş olur. Burası adn cennetidir. Çünkü yaz-kış her şey tazedir. Şimdi 2,5 metre yüksekliğindeki projesi yapılmaktadır. Bugün yüz dairelik apartmanlar yapılmaktadır. 300 metre yüksekliğinde bina yapılmaktadır. Sera bu teknikle kilometrelerce yükseltilebilir.

Altında suların aktığı bahçelerde yeraltı sulama boruları içinde akarsular bulunacaktır. Bu sularla sulanmış olacaktır. Bu suların temiz olması için akacaktır. Seranın üstünde yağan yağmurlar, sera altındaki suni kumlu tabakada depolanacak. Sonra pompa ile çekilip borulardan akıtılacak, böylece aynı su devamlı kullanılacak ama yağmur suları ile de temizlenecektir. Adn bahçesi yani seralar ve altında suların aktığı bahçeler vaat edilmektedir.

Onların orada her meşiet ettikleri vardır. İmkânlar vardır, ihtiyaçlar vardır. Bu dünyada her ihtiyacı giderecek imkânlar bulunmaktadır. Bazı ihtiyaçlar eksik giderilmektedir. Ayrıca insanların isteklerinin ihtiyaçlarının tamamını gidermedir. Bu sebeple burada her meşietimiz olmamaktadır. Ayrıca bazı ihtiyacımız olmayanları meşiet etmekteyiz.

İşte, cennette her ihtiyacımız giderilecektir. Ayrıca orada günah işleme meylimiz olmadığı için de imkânın olmadığı meşietlerimiz olmayacaktır. Her meşietimiz ihtiyaçlarımızın içinde olacak ve her ihtiyaç da giderilmektedir. İttika edenler böyle cezalanmaktadırlar. Muttaki olanlar bu dünyanın hızyı yanında ahiretin saadetine erişeceklerdir.

“Adn” kelimesi 11 defa geçmektedir. Onu çiftlendiren kelime “ades”dir. Sebzelerden biridir. Türkçedeki “maden” kelimesi buradan gelmektedir. Yaz-kış meyve veren bahçe demektir. İlk Âdem burada yaratıldı. İnsanlar meyvecil varlıklardır. Sonra sulama tekniği kullanılarak daha çok mevsimlerde üretim yapabilmişler.

Bugün seracılık gelişmektedir. Seracılığın birçok problemleri ortaya çıkmaktadır.

Yeni sera teknolojisi geliştirmek üzere bu yaz İzmir’de Emin Özdemir, Hilmi Altın ve Hira Karagülle ile çalışmalar yaptık. Yaptığımız yenilikler şöyledir.

1-      Birer metrekarelik panolar kullanıyoruz. 5x10x100’ cm3lükler kullanıyoruz. Ucuza mâl etmeye çalışıyoruz.

2-      Naylon veya camları çift yapıyoruz, böylece ısı yalıtımını sağlıyoruz.

3-      Boşluktan giren soğuk hava ısınıp içi ısıtacaktır. Öğleden evvel doğudan girecek, öğleden sonra batıdan girecektir. Çok soğuk havalarda giriş yerlerine konan bir baca borusu ile ısıtılabilir. Seradan artan otlar yakılabilir.

4-      Seranın altına künk borular döşeniyor ve su oradan veriliyor. Bitkiler üstten sulanıyor. Gübre ile su ile otlanması önleniyor. Altında su kaçırmaz kumdan havuz yapılıyor ve buraya yağmur suyu depolanıyor.

5-      Kumlarda depolanan yağmur sularıyla yağmurlama sulaması yapılarak yaprakların temizlenmesi sağlanıyor.

6-      Mukavemeti sağlamak için panolar kaydırılarak yan yana cıvatalanıyor, böylece tüm sera tek iskelet hâline geliyor.

7-      Uzunluğu değiştirilerek beşin katları seralar elde edilebiliyor.

8-      İçten merdivenle alttan gerekli müdahaleler yapılabiliyor.

Şimdi tekrar ahiret hayatı ile dünya hayatına dönelim. Ahiret hayatı dünya hayatının uygarlaşmış şeklidir, uygarlığın son şeklidir. Ölümsüz hale getirilmedir. Ana fark, ölümlü insan ölümsüz insan olmuştur.

İnsanlar başlangıçta hayvanlar gibi doğada yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Evrimleşe evrimleşe cennet hayatına yaklaşılmaktadır. Başlangıçta doğada meyve toplayarak yaşıyordu. Şimdi sera teknolojisine geçmektedirler.

Sera teknolojisinin yararları:

1-      Yılın dört mevsiminde ziraat yapılır.

2-      İstenen özel şartlar sağlanarak en verimli ürün elde edilir.

3-      Böylece tarımın yapılmadığı yerler de tarıma elverişli hâle getirilir.

4-      Uzayda da tarım yapılabilir. Ay’da kuracağımız seralarla tarım yapabilecek ve yaşayabileceğiz.

جَنَّاتُ عَدْنٍ

CanNAvTu GaDNın

“Adn cennetleri”

Allah ahiret hayatını cennet ve cehennemle adlandırmıştır. Cehennem fırın demektir. Pişme, eğitilme anlamındadır. Cehennemin temel hedefi insanları ıslah etmektir. Diğeri de cennet olarak ifade edilmiştir. Cennet demek, özel şartlar içinde güneş enerjisini insanların kullandıkları kimyasal enerjiye çeviren yer demektir.

Ahiret hayatını tam kavramamız zor görünmektedir. Ancak sera sistemini kafamızda canlandırırsak, en ekonomik bir yaşam düzeni gelebilir. Bu dünyada büyük israf vardır. Yıldızların yaydığı güneş enerjisinin çoğu boşa gitmektedir. Ahirette oluşacak sistemlerde kendi içinde döngü sağlanacaktır. Bu dünyada biz bu sistemlere doğru gitmekteyiz.

“Adn” kelimesi nekredir. Özel isim değilse “cennat” da nekredir. Çeşitli değişik seralar olacaktır demektir.

يَدْخُلُونَهَا

YaDPuLUvNaHAv

“Oraya dâhil olurlar”

Kendileri hazırlamayacaklar, hazırlanmış bulacaklardır.

Kim hazırlamış olacak?

Bununla görevli melekler hazırlayacaklardır.

Melekler de bizim gibidirler. Yani öğrene öğrene yaparlar. Canlılardaki evrim de bu sebeple deneme yanılma metotları ile oluşmuştur. Allah Kâinatı insanlar ve melekler için var etti. Onların çalışarak gelişmelerini sağlamak için evrim usulünü koydu. Bu sebeple bizim çalışmalarımızdaki durumlar tüm canlıların evriminde melekler için söz konusudur. Ahirette yurtlarımızı melekler hazırlamış olacaklardır. Ne var ki bu hazırlamayı insanlığın çalışarak elde ettiği teknolojiyi kullanarak yapacaklardır. Yani melekler insanlardan öğrendikleri ile bize cennetteki yerlerimizi hazırlamış olacaklardır. Hazreti Âdem’in kıssasında bu öğrenmeye işaret edilmektedir. Uygarlaşma devam ettikçe cennette benzer bir dünya oluşacaktır. Bu denemelerden yararlanan melekler görevlerini yerine getireceklerdir.

تَجْرِي

TaCRIy

“Cereyan eder”

İnsan vücudunda kan dolaşımı vardır.

Bütün canlılarda bu böyledir.

Yeryüzünde hava akımları, su akıntıları vardır. Suların yağmur döngüsü vardır. Sistemin çalışması akışlarla sağlanır. Akıntılar maddeleri taşırlar. Varlıklar akıntı içinden ihtiyacı olanları alırlar, fazlalıklarını verirler, böylece varlıklarını sürdürürler. Kirlenen akışkan başka bir yerde temizlenir.

İnsanların yaşadığı yerlerde, bitkilerin bulunduğu yerlerde de borular içinde sürekli akan sular vardır. Bu sularla bitkiler sulanır. Oksijen üretirler. Dolayısıyla hava devamlı temiz kalır. Demek ki seralı kentler kurduğumuzda, aynı zamanda temiz havalı alanlar da meydana getirmiş olacağız.

مِنْ تَحْتِهَا

MıN TaPTıHav

“Altından”

“Fîhâ” demiyor, içinde sular akar demiyor “tahtından” deniyor.

Çünkü kanal suları yüzeyde değil, köklerin bulunduğu yerlerde, yarı geçirgen borularda olur. Kökler kan damarlarının bağırsaklardan emdiği gibi suyu ve besini oradan alırlar. Yeraltı suları bizim bağırsak çalışmalarına benzerdir. Oradan geçip havuzlara geldiği zaman buharlaşırlar ve böylece deniz ve yağmurun küçük modeli oluşmuş olur.

Bugün yeryüzünün yarısı çöl durumdadır. Sera sistemi ile her biri cennet misali oluşturulacaktır. Üçüncü binyıl uygarlığı mevcutları paylaşma ve kapışma uygarlığı olmayacak, uzlaşma içinde doğadan daha çok yararlanma uygarlığı olacaktır.

الْأَنْهَارُ

eLEaNHAvRu

“Nehirler”

Kur’an bu nehirlerden bahsetmektedir.

Sulardan nehirler, sütten nehirler, baldan nehirler ve içkilerden nehirler.

Şimdi bugün evlerimizde sular akmaktadır. Buradaki eksiklik, bu sular cari / akar sular yerine kapalı sulardan oluşuyor. Oysa çeşmelerimiz içinde suların aktığı borulardan alınacaktır, durgun sulardan olmayacaktır.

لَهُمْ فِيهَا

LaHuM FıyHAv

“Onlar için orada vardır”

Bugün dünyamızda ihtiyaçlarımızın bir kısmı karşılanmaktadır. Yahut biz doymuyoruz. İnsan kazanıyor ama hep daha çok kazanma hırsı içindedir. Bu kadarı bana yeter demiyor. İktidara geliyor, iktidarını daha da güçlendirmek ve genişletmek istiyor.

Ahirette bu durum olmayacaktır. İnsanlar başka meşgale bulacaklar, başka hedefleri olacaktır. Birbirlerine tahakküm değil, birbirlerine destek ve iyilik ilkeleri olacaktır.

مَا يَشَاءُونَ

Mav YaŞAyEUvNa

“Neye meşietleri olursa”

Ahiret hayatının dünya hayatı benzeri olduğunu biliyoruz. Dünyadan farklı olarak orada sadece ölüm yoktur. O halde burada yaptığımız çalışmalara benzer çalışmalarımız olacak, planlarımız projelerimiz olacaktır. Yapmak istediğimiz işler olacaktır.

Ne var ki burada olduğu gibi yanılmalar olmayacaktır. Neye ihtiyacımız varsa onu isteyeceğiz ve istekler de yerine getirilmiş olacaktır.

Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanımızı kurup kendi kooperatifimizi faaliyete geçirdiğimizi farz ediniz. Buradaki insanların işsizlik sorunları yoktur. Semt işyerlerinde belli mallar üretilmektedir. Kooperatif bütün malları semt bonosu ile satın almaktadır. Semt bonosunu üretme kooperatifin elinde olduğu için senedim yok, alamam diyemeyecektir. Belki ucuz almaktadır ama mutlaka almaktadır. Kişi üreteceği malları kendisi seçmekte ve en pahalı satabileceği malı seçmektedir. Dolayısıyla en verimli bir şekilde çalışmaktadır.

Aş problemi yoktur. Çünkü elde ettiği semt bonosu ile ne istiyorsa onu satın almakta, ucuz veya pahalı almakta ama almaktadır. Tam arz ve talep kanunları işlemektedir. Kimse kimsenin ne yapması gerektiğine karışmamaktadır. Kimse kimseden bir şey talep etmemektedir. İşler hazır, istediğini yapmakta; mallar hazır, istediğini almakta; ücretleri ve fiyatları birileri değil, bilgisayarlar stoklara göre belirlemektedir.

Eş durumu çözülmüş ve herkes eşini bulmaktadır. Evlenme kolay olduğu gibi boşanmada da bir zorluk yoktur. Aralarında çıkan ihtilafları kendilerinin seçtikleri hakemlerle çözmektedirler. Hastalık ve ölüm olmazsa cennette yaşamış gibi olacaklardır.

كَذَلِكَ

KaÜavLıKa

“Böylece”

Burada “böylece” ile işaret edilen yukarıda tasvir edilenlerdir. 

Adn cennetleri, altından ırmaklar akan ve her istediklerini bulan bir düzen.

Akevler şimdi bu projeleri üretme durumundadır. Gerek İzmir Akevler’de, gerekse İstanbul Medhal’de bu projeler üzerinde çalışılmaktadır. Bu seminerleri okuyanlardan proje çizen ve hesap yapanlar bu projelendirme kampanyasına katılabilirler. Kooperatifimizin imkânı olduğunda uygulayacağımız projeler hazırlanmalıdır.

Örnek olarak, Dr. Mete Firidin bir “Kur’an Düzenine Göre Hastane Projesi”  hazırlamalıdır. Bu çalışma ona Kur’an düzeninde sağlık sorunlarının çözülmesini öğretir. Gelecekte Kooperatif’in imkânları olduğunda bu projeler uygulanarak hastaneler oluşabilir.

يَجْزِي اللَّهُ

YaCZıy elLAvHu

“Allah cezalandırır”

“Ceza” Türkçede sadece suçlara yapılan yaptırımdır. Oysa Arapçada ve Kur’an’da iyiliğe iyilik kötülüğe kötülük cezadır. Allah cezalandırmıştır. Fiili muzari gelmiştir. Gelecekte cezalandıracaktır yahut hep böyle cezalandırır.

الْمُتَّقِينَ

eLMutTaQIyNa

“Muttakiler”

“Muttakiler” kelimesi tekrar edilmiştir. Bundan önceki muttakiler daha dar manadadır.

‘Ahmet geldi, çalıştı, ücretini aldı; çalışanlar ücretlerini alırlar’ dediğimizde, çalışanlar içinde Ahmet vardır ama çalışanlar geneldir.

Bundan önceki muttakiler bugünü KUR’AN DÜZENİNİ kabul edenlerdir; doların peşine koşmayanlar, iktidarın peşine koşmayanlardır. Okula diploma almak için değil öğrenmek için gidenlerdir. Okulda öğrenmediklerini özel derslerde öğrenenlerdir.

Buradaki muttakiler ise genel olarak bütün muttakilerdir.

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (32)

elLaÜIyNa TaTaVafFAvHuMu eLMaLAEiKaTu OayYıBIyNa YaQUvLUNa SaLAvMun GaLaYKuM UDPuLuv eLCanNaTa BiMAv KuNTuM TaGMaLUvNa

“Onlar, meleklerin, amel ettiklerinizden dolayı cennete duhul edin, size selam olsun diyerek ve tayyibîn olarak vefat ettirdikleri kimselerdir.”

“Ellezîne” muttakilerin sıfatıdır. “Tayyibîne” “Hum” zamirinin hâlidir. “Yekulûne” “Melâike”nin hâlidir. Yani melekler yaptıklarınıza karşılık cennete dâhil olunuz diyerek tayyib olanları vefat ettirirler. Bu ayetin delaletiyle vefat kelimesinin cennete gitme ile tamamlanacağı anlaşılmaktadır. Vefat, ruhların uygun yerlerde bulundurulması demek olur.

Allah insanı yarattı, melekleri onlara yardımcı yaptı ve her insana üç melek görevlendirdi. Bunlar hayatta kişinin yanında olurlar, ölünce ruhunu belli bir yerde bulundururlar, kıyam günü mezardan alıp mahşere götürürler. Yargılamada hazır bulunurlar ve karar verildikten sonra helikoptere bindirerek cennete veya cehenneme sevk ederler. Burada onların görevi sona ermiş olabilir. Cehennemdekileri zebaniler devralır, cennettekiler de buraya duhul ederek eğitilme dönemlerini tamamlamış olurlar. Oradaki hizmetçiler ise hurilerdir, gılmanlardır.

“Üzerinize selam vardır” diyerek cennet hayatında dünyadaki çatışma düzeninin olmadığı ifade edilmektedir. Orada insanlar çıkar çatışması içinde değildirler.

Bundan önceki seminerde, meleklerin nefislerine zulmedenleri vefat ettirdikleri denmekte, burada ise tayyibîn olarak vefat ettirdikleri şeklinde getirilmektedir. Bu tayyibinlik ölürken rahat ölme anlamında değildir. Dünyada nefislerine zulmetmemek üzere ölmek demektir. Bununla beraber ölen kimse ölümün tadını tattıktan sonra, gideceği yer kendisine arz edilir ve son görüntü kendisi ile beraber dirilinceye kadar görüntü halinde kalır. Kabir azabı bedenen yapılmaz, sadece ruhen azab içinde olunur.

“Amel ettiklerinizin cezası” denmektedir.

Türkler yörük olarak Müslüman olunca, kentler için gelişen fıkıh uygulanamaz oldu. Fıkıhtaki ibadet hükümlerini yerine getiremediler. Halka kolaylık sağlamak için Türk uleması; asıl olan imandır, amelde ise cezasını çektikten sonra cennete gidilir dediler. Maturidi’nin bu yanlış yorumu halen bütün İslâm âleminde yaygındır. Müslümanlar cennete gidecekler, diğerleri cehenneme gidecekler diye inanırlar. Oysa burada açıkça “amel ettikleriniz karşılığı” denmektedir, “iman ettiğiniz karşılığı” denmemektedir.

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ

elLaÜIyNa TaTaVafFAvHUMu eLMaLAEiKaTu

“Meleklerin vefat ettirdiklerine”

“Ellezîne” mübteda değildir. Haberi yoktur. Muttakilerin hâlidir. Öyle muttakiler ki onları melekler vefat ettireceklerdir. Onlar nefislerine zulmetmeyen tayyib kimselerdir, sağlıklı kimselerdir. Melekler onlara; üzerinize selam vardır, barış vardır, cennete dâhil olun, bu cennet amel ettiklerinizin karşılığıdır, demektedir.

Yukarıda nefislerine zulmedenleri de kurallı erkek çoğulla zikretmiş, burada da kurallı erkek çoğul olarak zikredilmektedir. Ahirette herkesin hesabı ayrıdır. Meleklerin tuttukları kayıtlara göre kişisel muhakeme ile cennete veya cehenneme gidilecektir. Bununla berber, iyi topluluklarda yaşayanlar, kötüler ayrıldıktan sonra, cennete gideceklerdir. Kötü topluluklarda ise iyiler ayrıldıktan sonra herkes cehenneme gidecektir. Bu sebepledir ki kötü toplulukta yaşayanlar iyi iseler cennete giderler ama ne iyi ne kötü iseler cehenneme giderler. Hicret bunun için farzdır. İyi topluluğa katılmakla cennetlik olunmuş olur.

Maturidi’nin dedikleri budur.

Burada yine izah etmekte zorluk çektiğimiz şudur; çocuklar veya akıl hastaları ne olacaktır? Onlar iyilik etmiş olmayacaklar, onlar da cehenneme mi gideceklerdir? Bu ayetin bizim kabul ettiğimiz açıklamalarının karşılığı evet olabilir. Ama bu manası Kur’an’ın diğer ayetlerine aykırıdır. Kimseye miskal zerre haksızlık yapılmaz.

Kur’an’da daha önce ölmüş babalarımızın hali nedir diye sorarlar. Rabbimiz kimseyi dalalette koymaz veya unutmaz. Yani hicret etme imkânı bulamayıp da zalimlerle beraber yaşayanların durumu hakkında Allah bize bilgi vermektedir. Ama haksızlık yapılmayacaktır.

Bazı sorular vardır ki beynimiz onları çözemez. Mesela teğetteki sonsuz noktanın dairedeki yarı çevreye eşit olası buna benzer bir sorudur. Bize gereksiz olduğu için ve bizim her şeyi bilemeyeceğimizi bildirmesi için böyle sorular bırakmıştır. Allah’ın her şeyi bilmesine rağmen mürid olması da böyledir.

طَيِّبِينَ

OayYıBIyNa

“Tayyibîn olarak”

“Tayyib” “habis” karşılığıdır. Faydalı olanlar tayyibdirler, zararlı olanlar habisdirler. Habis olanlar başkalarına zulmedenlerdir. Ne var ki kimse başkasına zulmedemez, Allah’ın zulmedilmesine izin verdiği kimselere zulmederler.

Allah zulmedilmelerine iki sebepten dolayı izin verir. Biri, onlar zulmetmişlerdir, ceza olarak zulüm olunmaktadırlar. Zalimlerin zulmü ile zulüm olunmaktadırlar. Diğeri ise mazlumlara rahmet olmak ve derecelerini yükseltmek için zulüm edilmektedirler.

Demek ki tayyibinden olmak demek, kendisine ve başkasına yararlı olmak demektir, kendi çıkarı ile başkalarının çıkarlarını birleştirenler demektir.

يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ

YaQUvLUvNa SaLAvMun GaLaYKuM

“Size selam vardır diye kavl ederler”

Mana itibarı ile “leküm” olması gerekirken Araplar “aleyküm” olarak kullanırlar. Karşı tarafa ben barışçı olarak gelirim, senin görevin de barışçı olmadır, artık bana saldırmazsın demektir. Barışçı olman sana farz olmuştur demektir. Yani cennette artık savaşçı olmazsınız, barışçı olmaya mahkûmsunuz demektir. Sadece bir yerde, sana ashabı yeminde selam varda “leke” olarak gelmektedir. Cennette esasen “selamun leke” vardır ama selam dışına çıkma mümkün olmadığı için “aleyke” kelimesi ile getirilmiştir.

ادْخُلُوا الْجَنَّةَ

EuDPUvLuv eLCanNaTa

“Cennete dâhil olunuz”

“Cennet” burada müfret getirilmiştir. Cins isimdir yani bütün cennetleri içermektedir. Oraya duhul edince cennetleri dolaşma herkesin imkânındadır.

Cennetler makam makamdır ama herkes bütün cennetleri dolaşabilir, oradakileri ziyaret edebilir. Ameli salihi işleyerek daha üst cennetlere taşınabilir. Ahiretteki yarış budur, gaye budur; daha üst makamlara erişmek.

Bu dünyada da öyle sistem kurmalıyız ki daha çok çalışanlar, daha çok âlim olanlar, daha çok iyilik edenler rütbelerini yükseltsinler, kıymetli sitelere taşınsınlar.

Yüz lojmanlı apartmanları belki de yüz yirmi lojmanlı yapacağız. Oraya taşınmaya talip olanları para ile değil imtihanlarla deneyeceğiz. Hemen her hafta imtihan yapılacak, derece alanlar daha dolu apartmanlara taşınma hakkına sahip olacaklardır. Doların peşine koşmayacaklar, tam tersine daha yüksek ücretli apartmanlara koşacaklardır. Ayrıca tezkiye müessesesi çalışacaktır. Ahlaken düşük not alanlar belli derecelik apartmandan çıkarılacaklar. Apartmanda oturanların da istemedikleri kimseler apartmandan çıkarılacaklardır.

بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (32)

BiMAv KuNTuM TaGMaLUvNa

“Amel ettiklerinizden dolayı”

Evet, bu dünyada yaptığımız amellerle cenneti hak edeceğiz, oraya dâhil olacağız.

İman amel içindir. Amel iman için değildir. Benim amelim başkalarına yararlı olur. Benim imanım bana yararlı olur. Namaz ve oruç da imandandır. Ameli salih değildir. Ameli salih başkasına yarayan ihsandır. Zekât bir ortaklık payıdır. Hizmetlere karşı verilen paydır. Ameli salih ibadettir. Yani şeriata göre amel etmek böyledir.

Okul kitapları öyle yazılmalıdır ki, çocukların konusu ameli salih olmalıdır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 



© 2024 - Akevler