NAHL SÛRESİ TEFSİRİ-16.SURE
Süleyman Karagülle
1131 Okunma
NAHL SÛRESİ-26-29.AYETLER

***

 

NAHL SÛRESİ - 6. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (1) يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ (2) خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (3) خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (4) وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5) وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6) وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (7) وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (8) وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ (9) هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ (10) يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (11) وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (12) وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ (13) وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (14) وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (15) وَعَلَامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ (16) أَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (17) وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ اللَّهَ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (18) وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ (19) وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20) أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21) إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (22) لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ (23) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (24) لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ (25)

 

***

 

قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ (26) ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ (27) الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (28) فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ (29)

 

***

 

قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ (26)

QaD MaKaRa elLaÜIyNa MıN QaBLiHiM FaEaTay elLAvHu MıNa eLQaVaGıDı FaParRa GaLaYHıM elSaQFu MıNFaVQıHıM Va EaTAyHuMu eLGaÜAvBu MıN XaYÇu LAv YaŞGuRUvNa

“Onlardan öncekiler mekr ettiler. Allah binalarına kaidelerden ityan etti. Sakf fevklerinden üzerlerine harr etti. Onlara azab şuurunda olmadıkları yerden ityan etti.”

Çağımızdaki dünyayı sömüren Sermaye ile ona jandarmalık yapan siyasileri ve güçsüz kalınca birleşerek birlikte sömürmek isteyen karmacıları kastederek; bugün insanları sömürmek için uyguladıkları çeşitli hileleri ve mekanizmaları hatırlatarak; onların yaptıklarına karşılık, temelden gidip çatılarını üstlerine yıktığını ve azabın geldiğini bize bildirmektedir.

Bunlardan öncekilerin tavanlarını kim yıktı?

Birinci ve İkinci Cihan Savaşları bu durumu çok iyi bir şekilde izah edebilmektedir. Yirminci yüzyıl insanlığın Allah’a karşı en büyük isyan ettiği yıllar olmuştur. Sosyalistler alenen Tanrı’yı ve ahireti inkâr etmişlerdir. Kapitalistler de bütün ders kitaplarını ateizm üzerine yüklemişlerdir. O dönemde hiçbir ilim adamı Tanrı’nın varlığından bahsetmezdi.

Ne oldu, Allah ne yaptı?

Birinci ve İkinci Cihan Savaşları’nda fabrikalar yıkılmış, evler çökmüş, insanlık büyük krizlere girmiştir. “Ellezîne Min Kablihim”, bizden önceki nesildir, hemen arkamızdaki nesildir. Tavanları başlarına çökmüş ve azap onlara beklemedikleri cihetten gelmiştir. AİDS gibi, terör gibi musibetlerle azap hâlâ devam etmektedir. Sosyalizmin, Nazizm’in, Kemalizm’in sopaları hep birer azap değil miydi? Birinci ve İkinci Cihan Savaşları’nı yapan Türk milleti, inkılâp diye azaba uğrayacağını aklından geçirmiş miydi?

Allah onların temeline girmiş, çatıları yıkılmıştır. Bir binayı yıkmak için temeline dinamit koyarlar, kolonlar yıkılır, bina tavanından çöker. Bugün yıkılacak betonarme yapılar böyle yıkılmaktadır. Allah da burada bu teknolojiyi bize öğretmektedir.

Sosyal olarak da Batı’nın temeli Roma’dır, çatısı da Hıristiyanlıktır. Ama Avrupa’nın temeli olan Roma yıkılıp gitmiştir. Hıristiyanlık da başlarına yıkılmıştır.

Bir ağacın gövdesini keserseniz daha gür filizler verir ama eğer kökünden kurutursanız gövde yıkılıp altındakileri yıkar.

Demokrat Parti kurulmuş ve Türkiye’de geçici olarak etkin rol oynamıştır ama kökü olmadığı için kendisi ve onu izleyen DYP, onu izleyen ANAP silinip gitmişlerdir.

Oysa kökü İstiklâl Savaşı’na dayanan CHP, kökü Türk tarihine dayanan Milliyetçi Hareket Partisi varlığını sürdürmektedir.

Bir topluluğu yıkmak için en kolay yol o topluluğu kökünden koparmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti inkılâpları bunun için dayatılmıştı. Saltanat ve hilafet kalkacak, Türkiye’nin dünya Müslümanları ile olan ilişkileri koparılarak Türkiye köksüz bırakılacaktı. Medreseler kapatılacak, halk kendi geçmişini kendisi öğrenemeyecek, tarikatlar kapanacak, halk toplantılar yaparak Müslüman Türk varlığını kavramayacaktı. Yazı (alfabe) değiştirilecek ve kendi kitaplarını çocuklara okutamayacaklardı. Tatil günü Cuma’dan kaldırılacak, halk Cuma toplantılarına katılamayacaktı. Kıyafet düzenlemesiyle kadınlar açılıp saçılacak ve fuhuş alıp yürüyecekti.

İnkılâplarla Türk milletinin kökünü kurutmak istemişlerdir.

Bu önerileri bu dayatmaları sömürü Sermayesi yapıyordu.

Köksüz Türk halkı paranın esiri olacak ve insanlık için terörist olarak kullanılacaktı.

Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak bu önerileri kabul ettiler.

Çünkü devletimizin nüfusu 12 milyona inmişti, on seneden fazladır savaş içindeydik.

Ama askerler ne yaptılar?

Bir taraftan bu öneri ve dayatmaları kabul ettiler, diğer taraftan gerekli tedbirleri aldılar. Önce nüfusu artırmak için Müslüman olarak ülkeye gelen herkesi sen Türksün diye kabul ettiler. Gelenlerin çoğu gerçekte Türk değildi, Türkçeyi de Türkiye’de öğrenecekti. Yüzde 52’si azınlık olanlar yüzde 2’ye indirildi, ülkenin nüfusu 12 milyondan 80 (seksen) milyona çıkarıldı.

Sovyetler diye bir ülke vardı, Sermaye’nin aşkına on milyonlarca insan öldürüldü.

Sonra ne oldu?

Sosyalizm kendi başlarına çöktü, büyük sıkıntılar geçirdiler.

قَدْ مَكَرَ

QaD MaKaRa

“Mekr etmektedirler”

“Kad” kelimesi fiilin halen devam etmekte olduğunu ifade eder. Yani bugün uygulanan planlar, bundan öncekilerin hazırladığı planlardır.

Sermaye İslâmiyet’in mâlî ve ilmî zenginliklerini Avrupa’ya aktarmış ve onlarla işbirliği yaparak İslâm dünyasını yok edeceklerine karar vermişlerdi. Türkler dinsizleşecek ve Sermaye’nin tetikçisi olacak, Avrupa da elde ettiği teknoloji ile dünyaya hükmedecekti. Birinci Cihan Savaşı’ndan sonra imparatorlukları yıkmış, yerine müstemlekeciliği getirmişlerdi. Dünyayı Avrupa devletleri bölüşmüş, Sermaye’ye hizmet ediyorlardı. Kurdukları Mason teşkilatı ile artık dünya onların olacaktı.

Avrupa devletleri gelişmişlerdi ve ulusal devletler artık Sermaye’yi dinlemez olmuşlardı. İkinci Cihan Savaşı ile müstemlekecilikten vazgeçilmiş, yerine Sermaye doğrudan ticaretle yani uluslararası şirket tekelleri ile devletleri yönetmeyi denemiştir. Hem iki savaş olmuş ve yüksek yüksek yapılar harap olup gitmiş, hem de kırk milyona yakın insan ölmüştü.

Onların mekrleri bu idi.

الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ

elLaÜIyNa MıN QaBLiHiM

“Kendilerinden önceki kimseler”

“Kablehum” dendiği zaman kendilerinden önceki zamanlarda anlamı çıkar. Onun yakında olması gerekmez. Geçmiş zamanda olması da gerekmez.

“Min Kablihim” dendiği zaman, geçmiş zamanın belli parçasında anlamı çıkar. “Kad” ile geldiğinde biraz önce demektir. Böylece burada “Ellezîne Min Kablihim” demek, Sermaye’nin yakınları demektir. Onların emrinde çalışan siyasiler demektir.

Rozvelt / (Roosevelt), Çörçil (Churchill)  ve Stalin demektir. Bu üçlü Yalta Konferansı ile dünyayı paylaşmışlar ve dünyadaki İslâm ülkelerini ateist diktatörlere teslim etmişlerdi, Sosyalist ve kapitalist ülkeler olarak bölüşmüşler, timsahın iki çenesi kapitalizm ve komünizm ile dünyayı yönetmeye karar vermişlerdi.

فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ

FaEaTay elLAvHu BuNYANaHuM

“Allah binalarına gelmişti”

“İtyan” kelimesi gelmek manasındadır. Lazım bir fiildir. Burada müteaddi olarak kullanılmış, Allah binalarına vardı, binalarına temelinden girdi anlamındadır.

Birinci ve İkinci Cihan Savaşları’nda bombalarla yıkılan binalara işaret edebileceği gibi; buradaki binaları onların rejimleri manasında anlayabiliriz. Sosyalizmlerine, kapitalizmlerine, karma sistemlerine işaret etmiş olabilir. Kendilerine göre oluşturdukları bu sömürme araçlarını Allah köklerine girerek bozmuş ve sosyalizm ile kapitalizmi çökertmiştir. Sovyetler yıkılmış, Avrupa hâkimiyeti sona ermiş, topraklarında güneş batmayan İngiltere Amerika’nın koltuk değneği olarak ayakta kalma şansına sahip olmaktadır.

İkinci Cihan Savaşı’nda mağlup olan Almanya ve Japonya güçlü ekonomiye sahip olmuşlardır. Yapıları temelinden sarsılmıştır. Neler olmuştur?

Erbakan “Adil Düzen”i ortaya koymuş ve tüm dünya Sermayesine savaş açmıştır. Humeyni İran’da inkılâp yapmıştır. Gorbaçov Sovyetleri Sermaye’nin kölesi olmaktan çıkarmıştır. De Gaulle Fransızlarla Almanları uzlaştırmış ve birlikte Avrupa Birliği’ni kurmuşlardır. ABD halkı Demokratları destekleyerek Rockefeller ailesini devre dışı bırakmışlar, Obama ABD Başkanı olmuştur. Allah onların yapılarının içine girmiştir.

مِنَ الْقَوَاعِدِ

MıNa eLQaVaGıDı

“Temellerinden”

Batı’nın temeli nedir?

Batı uygarlığı iki temele dayanır.

Ekonomide faizli kâğıt paraya, siyasette dini reddeden bir laiklik anlayışına dayanır.

Bugün, Erbakan’ın anlatımları ile faiz can çekişmektedir.

Ateizm ise artık moda olmaktan çıkmış durumdadır.

Allah onların mekrlerini etkisiz kılmak için temelinden Batı uygarlığının içine girmiştir.

فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ

Fa ParRa GaLaYHıM elSaQFu

“Sakf üzerlerine harr etmiştir”

Bir yapı yıkıldığı zaman hırr diye ses çıkarır. Bu sesler bütün dillerde fiil olur. Hırr diye çökme Arapçada “harra fiili ile ifade edilmiştir. Tavan gürültü ile çökmüştür. Kad’ın delaleti ile halen çökmektedir.

“Sakf” oturduğumuz yerleri yağmurdan, kardan ve güneşten korur ama yıkıldığı zaman öldürücü olur.

Batı’nın yapısı artık Batı’nın üzerine çökmekte ve kendi kendisini yıkmaktadır.

Sermaye ikiye ayrılmıştır.

Rockefeller tarafı ekonomik krizler yaratarak, terörü besleyerek dünyaya hükmetmek istiyor. Cumhuriyetçileri onlar desteklemiştir.

Rothschild tarafı ise para ile yani dolarla devletleri çökertmek istiyor. Demokratları da onlar desteklemektedirler. Böylece Amerika’daki siyaset artık sadece Sermaye’nin danışıklı dövüş siyaseti olarak ortaya çıkmaktadır. Amerikan halkı gerçekten ülkelerine sahip çıkmaktadırlar. Hep demokratların oyları artmaktadır. Bu seçim de çok önemlidir.

Sermaye’nin mekridir; eğer birinin galip geleceğini anlarsa onu destekler. Bayan Clinton’ı desteklediğine göre demek ki Bayan Clinton seçimi kazanacak.

مِنْ فَوْقِهِمْ

MıNFaVQıHıM

“Fevklerinden”

Tavan zaten üstten çöker. O halde bir de üstlerinden kaydı neyi ifade eder? Olur ki sakf yıkılır ama halk içinde olmaz, dışarıda olur, sonra yeni yapılar inşa ederler.

Evet, yirmibirinci yüzyıl Sermaye’nin yıkılıp enkazın altında kalma zamanıdır. Onlar içinde iken onların başına çökecek ve onları ezip gidecektir.

Bugün Müslüman teröristler yetiştiriyorlar. PKK onların eseridir. Ne var ki yarın onlar da Hazreti Ömer gibi Müslüman olacaklar ve artık terörist değil mücahit olacaklardır. Bugün onlar eğitim yapmaktadırlar.

Evet, başlarına çökecek ve kendi mekrleri kendilerine dönecektir.

وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ

Va EaTAy HuMu eLGaÜAvBu

“Ve azap onlara ityan etti”

“El-Azab” burada marifedir. “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Yukarıda bahsedilenleri tarif etmiş olur. “Ve” harfi geliş tarzını ifade etmek içindir, yoksa farklı azabı ifade etmek için değildir. “Azab” kelimesi tekerrür etmektedir.

Sovyetlerin dağılması beklenen bir azab değildi.

Avrupa’nın İkinci Cihan Savaşı’nda beklediği, o hale düşeceği tahmin dahi değildi. Savaşı Sermaye çıkarıyor, Avrupa bilinçsiz bir şekilde birbirini öldürüyordu.

Tarihteki uygarlıklar ekonomiye dayanmaktadır. Uygarlık üretim çeşitleri ile belirlenir. Peygamberler üretimi öğretmezler, hukuku öğretirler. Hukuk halkı harekete geçirir ve yeni uygarlığı halk kurar.

Direnenler, yeni hukuk düzenini kabul etmeyenler helak olup giderler.

Biz şimdi size çok basit şeyleri hatırlatıyoruz. Ekonomide faize dayalı karşılıksız paradan vazgeçin, hukuki düzenleme yapın ama idari düzenleme yapmayın. Yöneticiler ekonomiye müdahale etmesin. Bırakın, halk kendi bucaklarını kursun, yaşayacakları düzeni kendileri oluştursunlar. Merkezler hâkim değil hâdim olsun diyoruz. Her koyun kendi bacağından asılsın. Sosyal gruplar oluşsun. Herkes kendi cemaati içinde istediği gibi yaşasın. Sen yıllarca Risale okumalarına izin vermezsen, onlar da devleti ellerine geçirmek ister. Bundan yararlanan derin güçler paralel gruplar oluşturur ve devleti yıkmaya kalkışırlar, suçlu da yine o ezilenler olur! 

Burada tarif edilen azap bilinçsiz azaptır. Boşanmayı zorlaştırırsanız boşanma azalmaz, evlilik kalkar. Siz halkımıza ödeyemeyecekleri vergileri yüklerseniz, sonra denetlemek için bürokratik ordular kurarsanız, vergi ödenmez olur. Bugün yeryüzü büyük azab içindedir. İnsanlar sıkıntının nereden geldiğini bilmedikleri için sabretmektedir.

Halk milletvekillerini seçer ama onlar hiçbir iş yapmazlar, sadece vatandaşların işlerini takip ederler! Merkezi yeraltı yönetimi bürokratlara halkın işlerini yapmayın, milletvekilleri ise her ne derse yapın derler! Milletvekilleri böylece halkın iş takipçisi hâline gelirler! Herkes durumdan memnundur. Halk milletvekilinden memnundur, milletvekilleri bürokratlardan memnundur, bürokratlar halktan memnundur. Ama olan olaylar birer işkenceden başka bir şey değildir. Milletvekili tanıdığı olmayan yanar. Haksızlığa aracı olmayan milletvekili bir daha seçilemez. Rüşvet almayan memur karnını doyuramaz.

İşte bu işkence düzeni şeker hastalığına benzer; sizi çökertir, gözleri kör eder.

مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ (26)

MıN XaYÇu LAv YaŞGuRUvNa

“Şuurunda olmadıkları yerden”

Bir kaza olur, yaralanırsınız. Önce acır. Sonra tedaviye başlarsınız. Yara iyileşmez ama artık yaraya alışmışsınızdır, ağrı yapmaz. Bu durumda hastasınız ama bunun şuurunda değilsiniz, acı duymuyorsunuz.

Herkes partisine oy veriyor. Memnundur. Oysa bu partilerin hiçbirine oy verilmez.

Bir iş yapmak için iktidar olmak gerekmez. Örgütlenmiş en büyük sermaye olan emek oluşmuşsa, tırnakla toprak kazsalar saraylar yapabilirler.

Şuursuz yöneticiler, şuursuz kadro işini karşı tarafı kötülemekle elde edeceğini sanır. Şuursuz azap budur. İnsanlık şeker hastasıdır ama acı duymuyor; zulmü, ezilmeyi, sömürülmeyi meşru kabul ediyor.

Sosyalizm kötüdür ama daha iyisi yoktur, derler.

Kapitalizm kötüdür ama daha iyisi yoktur, derler.

Biz ise; sosyalizm iyidir, kapitalizm de iyidir, bunların karması daha da iyidir ama bunlar yetersizdir deriz. Biz daha iyisini istiyoruz, en iyisini istiyoruz, “Adil Düzen”i istiyoruz deriz

ثُمَّ يَوْم الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ (27)

ÇumMa YaVMa elQıYaVMaTı YuPZIyHıM Va YaQUvLu EaYNa ŞuRaKAvEiYa elLaÜIyNa KuNTuM TuŞaqQUuNa FIyHiM QAvLa elLaÜIyNa EUvTuv eLGıLMa EiNa eLPiZYa eLYaVMa Va elSUvEa GaLay eLKAvFıRIyNa

“Sonra kıyamet yevmi onları ihzâ eder. İçlerinde şikâk ettiğiniz şeriklerim nerede, der. Kendilerine ilim verilenler ‘bugün hızy ve sue kâfirlerin üzerinedir’ dedi.”

İnsanlar sosyal varlıklardır.

Tek hücreli canlılar vardır, dışarıda tek başına yaşayabilirler. Bazı hücreler topluluk içinde de yaşayabilir, tek başlarına da hayat sürebilirler. Buna mukabil gelişmiş canlılarda tek başına yaşama imkânı yoktur. Mensup olduğu bütünden ayrıldığında ömrü sona erer.

İnsanlar ise tek başlarına yaşayacak şekilde yaratılmışlardır ama zamanla topluluk hâlinde yaşamaya başlamışlardır.

Topluluk hâlinde yaşamaya başlayanların fertleri artık topluluktan ayrı yaşayamazlar. Allah kişilere öyle duygular vermiştir ki sonunda onları topluluğa götürür. Bunlardan biri sevgidir. Birbirleriyle ilişki kuran fertler sevmeye başlarlar. Kalplerinde onlara karşı meyil doğar. Özellikle kadın erkek arasında aşk denen seviyede bağımlılık doğar. Hattâ bu sevgi tek taraflı sevgi de olabilir. Fuzuli, Leyla ile Mecnun arasında böyle bir aşkı dile getirmektedir. Bu sayede insanlar birbirlerine bağlanır ve topluluk oluştururlar.

Başka bir topluluğu oluşturma bağı saygı bağıdır. Kişiler saygı duydukları kişilerin dediklerini yapmak ve onlara yardımcı olmaktan zevk alırlar. Saygın kişinin etrafında insanlar toplanır ve iş yaparlar. Sevgide bulaşıcılık yoktur. Kimse başkaları seviyor diye sevmez. Ama saygı böyle değildir. Herkesin saydığı kimseyi insan saymak zorunda kalır, içinde ona karşı saygı uyanır.

F. Gülen’in durumu budur. Bugün pek çok insanın saygı duyduğu kimsedir. Bizim de duymamız gerekir. Bizim saygımız ona değildir. Bizim saygımız ona saygı duyan cemaatedir. R. Tayyip Erdoğan için de aynı şeyler söylenebilir. Deniz Baykal saygın kişidir. Ona saldırmak aslında ona saygı duyan kimselere saldırmaktır.

Kişiyi sosyalleştiren diğer duyguların başında utanma gelir. Kişi bazı hareketlerini halktan utandığı için yapmaz veya gizler. Bu da yakın kimselerden çok tanıdığı ama çok yakını olmadığı kimselere karşı duyulan bir duygudur. Nefret, sevilmenin tersidir. İnsanlar çevresi tarafından sevilmeyi ister. Nefret edilmesinden hoşlanmaz. Onun için daima herkes çevreye bakarak davranır.

Kur’an’da bunları içeren kelimeler vardır; “gadab, zillet, meskenet, hızy” kelimeleri dörtlü grup oluşturmuşlardır.

İnsan tek başına yaşayamadığı için topluluktan dışlanmayı istememektedir. Bu sebepledir ki birçok zamanlarda insan izzeti için ölümü bile tercih eder. Bu durum ahirette de devam edecektir. Bizde atasözü vardır: Komşu komşuya bakar, canını cehennemde yakar.

Henüz sosyoloji ve psikoloji ilimleri gerçek anlamda doğmamıştır. Kur’an’daki kelimeler alınır, bunların manaları ve kavramları oluşturulur. İşte o zaman psikoloji ve sosyoloji elde edilmiş olur.

Üçüncü binyıl uygarlığı kolay oluşmayacaktır. Daha birkaç asır inanmış uluslar çok ter dökerek bu uygarlığı kuracaklardır. Bu uygarlık Kur’an uygarlığı olacaktır.

“Sümme” diye başlayan kıyametin yevminde de bu sosyal duygu var olacaktır demektir. Orada da utanma olacak, orada da sevgi olacak, orada da gadab olacaktır. Cennette bu duyguların başka şekle dönüşeceği bildirilmektedir.

İşte, cennet hayatını kavramak için önce insanı iyi tanımak gerekir. Sonra da bu insanın cennette nasıl değişeceğini Kur’an’dan öğrenmek gerekir.

Sanatçılar bu iki hayatı karşılaştırarak anlatmalıdırlar.

Ayetteki başka bir icaz da içlerinde şikak ettiğiniz şeriklerim nerede ifadesidir. “Şakketme” yarma, ayırma demektir. “Şakka” ise kopma, ayrılma demektir. Düzeni yaşatma ve geliştirme yerine onu bozma ve çökertme şakavettir. Türkçede eşkıya şeklinde kullanılmaktadır.

Rusya’da Lenincilik, Almanya’da Hitlercilik, İtalya’da Mussolinicilik, Türkiye’de Atatürkçülük yapılmıştır. Bugün de Gülencilik ve Erdoğancılık yapılmaktadır. Tanrı yerine kişiler konmakta ve dünyayı onların yönettiği iddia edilmektedir; hattâ dünyayı onların yarattığını söyleyenler bile vardır! Bunlara inanılarak bu putperestlikler yapılmaktadır. Firavunlar Tanrı’nın oğlu kabul edilmiştir. Bunlar halkı sömürmek, onları korkutmak yahut onları bağlamak için çevredekilerin icat ettikleri birer hayalden ibarettir. Böylece eşkıyalık yapabilmektedirler, böylece bölücülük yapabilmektedirler.

Kimilerine göre Mustafa Kemal deccaldır, kimilerinde göre de tanrıdır. Her iki zihniyeti de finanse eden aynı kaynaklardır. Gayeleri Türkiye’yi bölmektir.

Benzer şekilde Hazreti Ali düşmanlığı yapan Yezidiler vardır, Hazreti Ali’yi tanrılaştıran Şiiler vardır. Bu sayede İslâm dünyasını bin senedir birbirine saldırtmaktadırlar.

Mustafa Kemal ne deccaldır ne de tanrıdır, hepimiz gibi iyi tarafları olan ve kötü tarafları bulunan insandır. İstiklâl Savaşı’nın başkomutanıdır, bu dönemi başarı ile yönetmişti. O olmasaydı İstiklâl Savaşı olmayacak anlamında değildir, o olmasaydı bir başkası olurdu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusudur. İlk cumhurbaşkanıdır. Güçlü bir devlet kurmuştur. Bugün yukarıda saydığım diktatörlerin kurdukları devletlerden hiçbiri varlığını sürdüremiyor ama Türkiye Devleti dimdik ayaktadır.

Yarın kıyamet gününde, insanları ezmek, sömürmek, parçalamak, bölmek için uydurdukları tanrıların nerede oldukları sorulacaktır deniyor. Bu dünyadaki varlıklarını bir asır bile sürdürememişlerdir. Kur’an bunu bize haber verdikten sonra, “kâle” diyerek fiili muzariden fiili maziye geçmekte ve kendilerine ilim verilenler bugün de hızy ve su’ kâfirler üzerinedir demektedir. Arada harfi atıf getirilmeden, kendilerine ilim verilenler dediler diyor.

Buradaki “el-yevm”  günümüzdür. Ahiretteki hızyın yanında bugün üçüncü binyıla girerken hızy ve su’ kâfirler üzerinde olmaktadır. Bugün dolar ve silah insanları emirleri altına almış, onları korkutmakta ve ezmektedir. Herkes doların ve iktidarın arkasına koşmaktadır. Yirminci yüzyılda halkını korkutan devletler güçlü devletler idi. Dünyaya onlar hükmediyor, savaşları onlar kazanıyordu. Halkı sömüren Sermaye de kendisine taptırıyordu.

Akevler ile çalışarak Necmettin Erbakan’ın giriştiği “Adil Düzen” söylemiyle siyasetin de Sermaye’nin bu saltanatları bitmiştir. Necmettin Erbakan’ın teşbihiyle sömürünün iki çenesi (kapitalizm ve sosyalizm) de artık çalışmıyor.

Yirminci yüzyılda insanlar Afrika’ya giderken artık silahla değil hizmetle gidiyorlar. Hindistan’da Müslümanlarla Hindular devletlerini silahla yaşatmıyorlar, artık halka hizmet etme yarışındadırlar. Sovyetler çökmüş; Çin çökmeden sosyalizmin sömürme mekanizmasından vazgeçmiş durumdadır. Evet, Çin’de dolar sermayesi vardır ama dolar hükmetmiyor, dolara hükmediliyor.

Kendilerine ilim verilenler yani Adil Düzen çalışanları ve en başta Erbakan olmak üzere, kâfirlerin hızy ve su’ içinde olduğunu söylüyorlar. Muzariden maziye geçilerek kıyamet gününde değil de bugün burada söylediklerine işaret edilmiştir.

“Kâle” mazi ama “el-yevm” de günü ifade ettiği için demek ki buradaki zaman bugün yaşadığımızı veya bundan birkaç sene evvel yaşadığımız zamandır. Kur’an’ı bugün bize nazil olduğunu kabul ederek yorumlama usulü budur. Allah her zaman hay ve kayyumdur. Kur’an bir televizyon ekranı gibidir. Aynı ekranda her gün nasıl yeni manzara ile karşı karşıya isek, Kur’an’da her gün yeni şeyler okuyoruz.

Allah Kur’an televizyonlarında seyredilmek üzere her gün yeni neşriyat yapmaktadır.

Kâfirler kimlerdir?

Nankörlerdir.

Geçen gün bir kitapçık elime geçti. Bir biyoloji profesörü, Nobel mükâfatı alan başka bir biyoloji profesörünü göklere yükseltiyordu. Bazı DNA’ları kesen enzim bulmuş diye tanıtıyordu. Oysa DNA’ları o profesör icat etmedi. O iki DNA’yı ayıran enzimi de o profesör var etmedi. O profesörleri var eden o DNA’ları var etti ve insan bedenine koydu. Onları ayırma enzimini de O var etti. Bugün beyindeki o bilgileri de O var etti.

Müslümanlar bir kitap yazarken “Besmele” ile başlarlar. Önce Allah’a hamd ederler. Sonra bu ilimlere katkıda bulunanlar için dua ederler.

İşte, kâfirlik budur: DNA’ları var eden, onu ayıran enzimi var eden ve onların insanlar tarafından öğrenilmesini sağlayan âlimleri bırakıp da, Nobel mükâfatı aldı diye sanki yeni bir dünya yarattı diye yücelten o insanlar kördür.

Bugün Allah insanlara tarihin en büyük nimetlerini ihsan etmiştir. İnsanlık geçmişinin birikimi ile nimetlerin zirvesine günümüzde ulaşmış bulunuyoruz. Türkiye Müslümanları da dâhil, herkes bu nimetlerin şükrünü unutmuş ve Sermaye’nin doları peşinde gitmektedir.

Buna karşılık Adil Düzen çalışanları diyorlar ki: Bu gidişle bu nimetlerin nankörlerine hızy ve su’ vardır. Sermaye’nin de siyasetin de saltanatı yıkılmak üzeredir. Artık her yerde ekseriyetle olsa da, dört veya beş senede bir yapılsa da, seçimler yapılmaktadır. Her yıl insanlığa daha çok demokrasi gelmektedir. Şeriata doğru yaklaşılmaktadır.

ثُمَّ

ÇumMa

“Sonra”

Allah bir insanı yaratacağı zaman anne babasının erkek ve dişi hücrelerini birleştirir. O andan itibaren çocuk yaratılmıştır. Ondan sonra iki safha geçirir. Biri, anne karnındaki safhadır. Sonra doğarak annesinin karnından çıkar, sonra ölünceye kadar ayrı hayat sürer. Ölümü ile dünya hayatı biter.

Kâinat da böyledir. 13,7 milyar yıl önce birden patladı. Şimdi anne karnında büyüyor şeklindedir. Üç boyutlu uzayda hapsolmuştur. Bir gün gelecek Kâinat dört boyutlu uzay içinde doğacaktır. Üç boyutlu olmaktan çıkıp dört boyutlu olacaktır. Nasıl çocuk anne karnında tek yerde ışık ve sesten mahrum bir yerde oluşmuşsa, Kâinat da şimdi o durumdadır.

İşte, Kâinatın doğum gününe Kıyamet Günü denmektedir. Bu değişmeye “Sümme” kelimesi kullanılmaktadır. Üç boyuttan dört boyuta geçileceği için “Sümme” kullanılmalıdır.

Kur’an’da doğum için de “Sümme” kullanılmaktadır.

يَوْم الْقِيَامَةِ

YaVMa elQıYaVMaTı

“Kıyamet yevminde”

“Kıyam” mastardır. “Kıyamet” masdarın “t” ile isimleşmiş şeklidir. Harfi tarifle öldükten sonra dirilme halini ifade eder. Herkes dört boyutlu uzayda ayağa kalkacak ve herkes dünyada yaptıklarının hesabını verecek, iyi insanlarla kötü insanlar ayrılacaklardır.

Mahkemeler kurulacak, muhasebe incelenecek. Sonunda günahlar sadece bir günah yazılacak, sevaplar on sevap yazılacak. Yine de terazisi ağır gelenlerin bir kısmı cehenneme gönderilecek, bir kısmı affedilecek. Cehennemde de iyi hali görülenler cezalarını doldurduktan sonra ıslah olmuş olarak cennete girecek eğitimi almış olanlar çıkarılacak, cennete götürülecek. Yahut arafta da son eğitime alındıktan sonra cennete götürülecektir.

Buraya kadar anlattıklarım Ehli Sünnetin, Şiilerin ve Hıristiyanların ortak inançlarıdır. Cennete liyakatleri görülmeyenler ise cezaları çektirildikten sonra orada yaşayacak, orada yücelecek hale getirilecektir. Bu benim görüşümdür. Kur’an’ın ebed ve halid kelimelerini tevil etmiyorum. Zerre miskalinde fazla azap olmadığına göre, cehennemde ebedi kalma demek, orasının onlara cennet olması demektir. Nasıl balıkların cenneti denizler, insanların cenneti yaylalar ise, oradaki hayatta da aynı durum vardır.

يُخْزِيهِمْ

YuPZIyHıM

“Onları ıhza edecektir”

Aslında “hızy” manevi baskıdır, bedeni acı değildir.

“Onları ıhza edecektir” demek, onları utandıracaktır demektir. Makamından ve mevkiinden olmuş, saygınlıklarını kaybetmiş olacaklardır. Onlara yapılan bir tehdit olmakla beraber, bu ifade cezalarının bedeni değil de ruhi olacağını ifade eder.

Bu dünyadaki hapishaneler de böyledir. Aslında bugün hapishanede olmakla dışarıda olmak arasında pek fark yoktur. Hattâ dışarıda olmak demek, açlık korkusu ile yaşamak demektir. Hapishanede çalışmadan elin kesesinden yaşamak ve sürekli arkadaşlarla bir olmak demektir. Ama hiç kimse hapishaneye girmeyi istememektedir.

Cehennem de böyledir. Bedeni azap yerine ruhi azap vardır. Oranın ateşi buranın ateşi gibi değildir. Yakıp yakıtları yok etmez, sadece sıcaklık şeklinde ortaya çıkar, insanın dayanacağı sıcaklık kadardır. Allah sadece ıhza edileceklerini söylemektedir. Cehennemde su’ olduğunu söylememektedir. Demek ki cehennemdeki su’ azabı bizim bildiğimiz su’ azabı şeklinde değildir.

وَيَقُولُ

Va YaQUvLu

“Ve kavl eder”

Evet, Allah onlarla muhatap olacak, onlarla tartışacaktır. İnsan yine de insan olacaktır. Burada “Allah” kelimesi geçmemekte, hep zamirle ifade edilmektedir.

Bu dünyadaki Allah ile ahiretteki Allah farklı şekilde görünmeyecektir. Bu dünyanın devamı olan ve bu dünyada eğitilmiş insanı değerlendiren Allah olacaktır.

أَيْنَ شُرَكَائِيَ

EaYNa ŞuRaKAvEiYa

“Şeriklerim nerede?”

Evet, Hazreti İsa’yı bile kendi çıkarları için tanrılaştıran insanlar vardır, Hazreti İsa onlara sahip çıkamayacak. Kur’an’ın yerine Sünneti koyup insanları Tanrı yerine Resule taptırmak isteyenlere Hz. Muhammed de sahip çıkmayacaktır.  Günümüz insanları Allah’ı unutmuşlar, O’nun yerine insanları tanrılaştırmışlardır.

Bu durum yalnız kâfirler için söz konusu değildir. Kur’an’a veya Tevrat’a veya İncil’e veya Furkan’a iman etmiş olanlar da Allah’a inanmamakta, onların yerine insanları tanrılaştırmaktadırlar. 

“Adil Düzen Vakfı” yerine “Erbakan Vakfı” kurulmuştur. “Adil Düzen” anlatılacağına Erbakan anlatılmaktadır. Allah’ın düzeninin yerine Necmettin’in bedeni ikame edilmektedir.

الَّذِينَ كُنْتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ

ElLaÜIyNa QuNTuM TuŞaqQUvNa FıYHıM

“İçlerinde şikak yaptığınız kimseler”

İnsanlar Allah’a inanmıyor, O’nu yok sayıyor, O’nun yerine O’nun görüntüsü, O’nun tezahürü olan doğa kanunlarına ve O’nun yarattığı insanlara inanılıyor. Böylece tek Tanrı yerine aslında çok tanrılara tapılıyor.

Bugün kaç devlet varsa, hepsinin karşılıksız paraları var. Her biri kendi tanrılığını ilan etmiş ve insanları sömürmektedirler. Yeryüzü o sayede paramparça olmuştur.

Şirk Mezopotamya’da başlamıştı. Değişik kabileler bir araya gelince her kabile kendisine bir tanrı edindi, böylece varlıklarını sürdürdüler.

Şiilik ve Sünnilik de aslında budur, Arap uygarlığı ile Pers uygarlığının çatışmasıdır. Türklerin Arapların yanında yer alması sayesinde Sünnilik daha çok yayıldı.

Bugün parti liderleri birer tanrının şeriki durumundadırlar. Tarikatların şeyhleri de böyledir.

“Şakk etmek” ayrılmak demektir, paramparça olmak demektir.

قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ

QAvLa elLaÜIyNa EUvTuv eLGıLMa

“Kendilerine ilim verilenler dediler ki”

Allah ahiret hayatını anlatırken birden hemen dünya hayatına dönmüştür. “Kendilerine ilim verilenler bu dünyada dediler ki” diyerek burada hem hızy var hem su’ var. Evet, ahirette yalnız hızy var, su’ yok. Oysa bu dünyada hem hızy var hem de su’ var. Allah bu ayırımı bu şekilde anlatmaktadır. Bununla hem ahirette su’un olmadığına işaret etmektedir, hem de çağımızın âlimlerinin bu işleri kavradıklarını ve bildiklerini söylemektedir.

Böylece Adil Düzen çalışanlarının doğru yolda olduklarını bildirmektedirler.

Demek ki buradaki “Ellezîne” Adil Düzen çalışanlarıdır.

Kimdir bunlar?

Bunlar Kur’an ehlidir. Arap dünyasında İhvan-ı Müslimin, Hindistan’da Tebliğ Cemaati bunlardandır. Türkiye’de Risale-i Nur Şakirtleri ve Süleyman Tunahan Cemaati bunlardandır. Bunlar kendilerine ilim verilenlerdir.

Akevler bunların başlattıklarını kooperatif şeklinde organize etmiş ve ayrımcılık yapmadan sürdürmektedir. Elbette bütün ehli hak bu yoldadır ama onlar henüz kendilerine ilim verilenlerden değildir. Bugün bu ekolü temsil eden yalnız Akevler’dir yahut diğerlerini biz bilmiyoruz. Dünyada Kur’an üzerinde çalışan, Kur’an’ı bugün bize nazil olmuş şeklinde anlayan başka bir çalışmayı bilmiyoruz. İslâmî çalışmalar yapanlara başvuruyoruz, reddediyorlar! Başta Hayrettin Karaman bizimle çalışmıyor. Kendileri de bin sene evvelki Kur’an uygarlığının ezberlemeleri ötesinde bir şey yapmıyor. Süleymaniye Vakfı mensupları uygulama yapmadan sadece nazariye üretiyorlar.

Evet, bu kendilerine ilim verilenler yani Adil Düzen çalışanları yaygınlaştıkça yeryüzü kurtulacak ve Kur’an nuru insanlara ulaşacaktır.

إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ

EiNa eLPiZYa eLYaVMa

“Bugün hızy”

Adil Düzen çalışanı ilim adamları diyorlar ki; evet, bugün insanlık hızy içindedir.

Hitler Almanya’da tek tanrı iken, şimdi Hitler’i methetmek suç sayılıyor. Her yere Lenin heykeli dikilmişken, şimdi o heykeller yıkılıyor.

Evet, başka bir bakışla, bugünkü teknolojiye ve varlığa ulaşan insanlık, zamanını açlık, sefalet, isyan ve savaşlarla geçirmektedir.

Bugün yeryüzünde hızy vardır.

Hızy yalnız ahirette değil de bugünkü hayatımızda da vardır.

Kur’an düzeninin ilim adamları, Kur’an seminerlerini takip edenler bu hızy üzerinde çalışmalı ve bu ayetin tefsirine bugün mevcut olan hızyı eklemelidirler. Bunun için sosyoloji bilmek, psikoloji bilmek gerekmektedir.

Bu ilimleri de kendilerine ilim verilen kimseler tedvin edeceklerdir.

وَالسُّوءَ

Va elSUvEa

“Ve su' vardır”

Evet, ahirette hızy vardır, burada şimdi hızy yanında su’ da vardır.

Her gün öldürme haberleri gelmektedir. Hapishaneler dolup taşıyor. Trafik kazaları, vergi incelemeleri, çeklerin ve bonoların ödenmesi için harcanan enerji, yarım asır süren yargılamalar, intihar patlamaları ve benzeri daha nice olaylar… 

Marife olarak gelmiş “su’” kelimesinin açıklanması gerekmektedir.

Erbakan bunu “teşhis” çalışmaları ile yapmaya çalışmıştır. Okuyucularımız ve yorumcular, bugün dünyada mevcut olan hızy ve su’u ortaya koymalı, teşhis yapmalıdırlar.

عَلَى الْكَافِرِينَ

GaLay eLKAvFıRIyNa

“Kâfirleredir”

Sonunda hızy ve küfrün kâfirlerin üzerinde olacağını ifade eder.

Millî Görüş’e dayanarak zengin olan kardeşlerimiz vardır. Kendilerine şimdi “Adil Düzen”i anlattığımızda, bizimle ilgilerini kesiyorlar. “Adil Düzen” demek, sömürünün sona ermesi demektir. Hâlbuki bunlar Sermaye ile işbirliği yaparak zengin oldular. Şimdi onlar sömürüyorlar. Sömürünün sona ermesi demek, onların işlerinin bozulması demektir. Böylece Millî Görüş ve Adil Düzen çalışmaları ile elde ettikleri bu varlıklarına şimdi nankörlük yapıyor ve bu birikimlerini Millî Görüş ve Adil Düzen’e karşı kullanıyorlar.

Biz bunlara acıyoruz... Bizden ayrıldıkları için değil. Varlıklarının birden sona ereceğini biliyoruz. Hâlbuki onlarla beraber yola çıkmıştık, dosttuk, arkadaştık. Şimdi uçuruma doğru hızla yol alıyorlar. Maalesef sesimizi duyuramıyoruz veya duymuyorlar...

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (28)

elLaÜIyNa TaTaVafFAvHuMu elMaLAEiKaTu JAvLıMIy EnFuSiHıM FaEaLQUu elSaLaMa MAv KunNHAv NaGMaLu MıN SUvEin BaLAy EinNa elLAHa GaLIyMun Bi MAv TaGMaLUvNa

“Melekler, nefislerine zalim iken onları teveffu ettiklerinde, selemi ilka etmiş olurlar, biz bir su’ amel etmedik. Bela. Allah amel ettiklerinizin alimidir.”

Cümle yeniden başlamaktadır. Kâfirlerin aynı zamanda zalim olduklarını ifade etmektedir. Onlar kendi nefislerine zulmetmiş olacaklardır. İşlenen günahlardan Allah’a kimse bir zarar veremez. Zulmedenler başkalarına zulmedemezler. Bu dünyada zulmedilseler bile, Allah onlara birkaç katını hasene olarak verecektir. Çünkü onların güvenliği Allah’a aitti, yetkili ve sorumlu O idi. Madem onları zulümden korumadı, şimdi tazmin etmelidir. Allah da öyle yapacaktır.

Kendi nefislerine zulmediyorlar. Burada fiil kullanılmıyor, ism-i fail kullanılıyor ve izafetle marife haline getirilmiştir. Yani zulmü sanat haline getirenlerden söz ediliyor.

“Ellezîne” kâfirlerin sıfatı olabilir. Bu takdirde kâfirler aynı zamanda zalim olmuş olurlar. Kâfir oldukları için değil, zalim oldukları için cezalandırılacaklardır.

Sosyalistler, kapitalistler, karmacılar halka zulmettiklerini sanıyorlar; oysa onlar kendi nefislerine zulmediyorlar.

Yirminci yüzyıl insanlara en çok zulmedilen asır olmuştur. Ama “Adil Düzen”in tüm imkânları da o yüzyılda hazırlanmıştır. Gerek Çin’de, gerek Rusya’da, gerek Avrupa’da, gerek Osmanlı’da yaşanan yeniçağın tüm müesseseleri bozulmuş, işe yaramaz hâle gelmişti. Çünkü ömürlerini doldurmuşlardı. YENİ KUR’AN DÜZENİNİN gelebilmesi için ortalığın temizlenmesi gerekirdi. Artık meyve vermeyen ağaçların kesilmesi gerekiyordu. Bu zulüm olacaktı. Bunu halifeler yapamazdı. Bunu papalar da yapamazdı. Allah Marks’ı, Lenin’i, Stalin’i çıkardı. Zalimler zulümlerini yaptılar ve yeryüzünü YENİ KUR’AN DÜZENİ için hazırladılar. Bugün her şey hazırdır. KUR’AN DÜZENİNİN gelmesi için tek eksik vardır, o da bizim cahil olmamızdır.

“Ellezîne”yi “Kâfirûn”a sıfat yaparsak, böyle mana vermiş oluruz.

Meleklerin onları vefat ettirmesinden bahsedilmektedir.

Tamire alınan arabanın anahtarı alınır, tamircilere verilir. Şoföre de izin verilir, arabanın tamiri bitinceye kadar artık işyerine gelmez. Ruhlar bedenlerin birer şoförüdür. Beden tamirata alınınca ruhlara izin verilir. Meskenlerine dönerler.

Orası neresidir?

Daha önce geldikleri yerdir. Herkesin üç görevli meleği vardır. Sağdaki melek haseneleri yazar, soldaki melek seyyieleri yazar. Değerlendirmede ihtilaf olursa, sorumlu melek son kararı verir, kayda üçünün görüşü de geçer. Ahirette Allah gerçek kararını verir.

Uykuda beden tamirata alınır, ruhu melekler alırlar ve yerine götürürler. Uyku halinde bırakırlar. Diğer melekler aracılığıyla bedenin bakımını yaparlar. Bunun açık delili uykudaki rüyadır. Sonunda araba eskirse yenisi ile değiştirilir. İşte ölüm budur. Eskiyen beden arabasının yerine yeni araba alınacaktır. Ne var ki bu araba eski şoförün bildiği ve tanıdığı araba olmalıdır. Yoksa şoför acemi şoför olur. Araba yenilenecektir ama eski model araba yapılacaktır. Parçalar değişecek ve şoföre teslim edilecektir.

Dünyada kendilerine teslim edilen arabayı hor kullananlar, kendi özel kötü işlerinde kullananlar hesaba çekileceklerdir; bizim sana emanet ettiğimiz arabayı neden hor kullandın, neden bizim iznimizin olmadığı yerlerde kullandın ve kaza yaptın denecektir.

Barışı ortaya koyarlar. Biz kötülük yapmadık diye yaptıklarını inkâr ederler. Bu dünyada da benzerini yaparlar. Kim kuvvetli ise onlarla bir olup zulmederler. Sonra da onlara düşman kesilirler.

Müminler ise kim iktidarda ise ona iyilikte tabi olurlar, kötülükle ise mücadele ederler.  Kendileri kötülük yapmazlar ve onların da kötülük yapmamalarını söylerler. İktidar değişince de artık eski iktidarı kötüleme huyları yoktur. Eskiden o günün iktidarlarını uyarıyorlardı. Ama yönetimde onlara tabi idiler. Bugün de bunlara tabidirler. Ama müminlerin uyarıcılık görevi bu sefer de bunlara yönelecektir.

Akevler olarak iktidarları hep uyardık ama hep onlarla olduk. Hiçbir iktidara sen yaramazsın, git demedik. 1970’lerdeki Akevler bültenimizi okuyanlar, Tekyol dergimizi okuyanlar bu uyarıları bulurlar. Tüm partilere eşit şekilde ve kimliklerine hitap edilmiştir.

Bir de bunların bir huyları vardır; kötülük yaparlar ama kötülük yaptıklarının farkında bile olmazlar, biz ne hata yaptık derler.

Bugün Saadet Partisi’nin işlediği günah diğer bütün partilerden fazladır. Başta Erbakan’ın temsilcilerini partiden uzaklaştırdılar. Erbakan, Mustafa Kamalak’ı parti lideri olarak fiilen tavsiye etti. Kamalak dâhil hepsi Oğuzhan’ın emrine girdiler. Oğuzhan baştan seçilmiş olsaydı bir şey demezdik. Ama Mustafa Kamalak başkan olduktan sonra, partinin başına başka bir lider getirmek mescidi dırardır.

Bunlar bu yaptıklarının hepsini iyi niyetle yapmışlardır. Öyle söylüyorlar. Allah da bir şey demiyor, sadece biliyorum diyor. Dikkat edilirse ayette ağır cezalar ve tehditler yoktur. Sadece durumlar anlatılmaktadır.

الَّذِينَ

elLaÜIyNa

“Kimseler”

“Ellezîne” ayrı ayetle başlıyor. Bunun anlamı şudur. Bu “Ellezîne” “Kâfirûn”un sıfatı olabilir yahut mübteda olabilir. Sıfatı olarak alırsak, kâfirler aynı zamanda kendi nefislerine zulmeden kimselerdir manası çıkar. Mübteda yaparsak, nefislerine zulmedenler, biz bir su’ amel etmedik diyenlerin mübtedası olur. “Kâlû” kelimesi hazfedilmiş olur. Şart olarak gelmeyen mübtedaların haberine “Fa” gelmez. Dolayısıyla “Fa Elkavu’s-Seleme” haber olamaz. Bununla beraber “Ellezîne” şart mübtedası olabilir, o zaman melekler eğer nefislerine zalim olarak vefat ettirmişlerse, o zaman onlar selemi ilka ederler denmiş olur.

Demek ki buradaki “Ellezîne” sıfat olabilir, mübteda olabilir yahut şartlı mübteda olabilir. Sonunda ona göre farklı şekilde tercüme edilir.

Bu sebepledir ki Kur’an’ın tercümesi mümkün değildir. Hattâ Arapça kelimeler kullansanız da cümle yapısı farklı olur. Farklı kıraatlerin caiz olmasına kıyasla böyle farklı tercümeler de caiz olur. Her biri ayrı ayrı sahih olur demektir.

 

تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ

TaTaVafFAvHuMu elMaLAEiKaTu

“Meleklerin teveffi ettikleri”

“Teveffi” tefe’ul babındadır.

Tef’il babından olduğunda tevfiye, tefaul babından olunca masdarı “teveffi” olur. 

Melekler onları vefat ettirmektedirler. Onlar ve melekler çoğuldur. Demek ki her nefsin bir meleği vardır, o vefat ettirmektedir. Her insanın yanında onunla görevli üç koruması vardır. Meleklerden biri iyiliklerini yazar, diğeri kötülüklerini yazar. Miktarları yazdıkları gibi değerleri de yazarlar. Son söz üçüncü meleğin olur. Uyku veya ölüm hâlinde bedeni melekler devralır. Ruhu konuk bedende yerleştirirler. Orada bir iş yapmaz ama ruh mekânsız da duramaz.

Burada imate ettiklerinde demiyor, vefat ettiklerinde diyor.

Vefat ile mevt arasındaki fark nedir?

Mevt bedenle ilgilidir. Canlılarda kendiliğinden çalışan mekanizma vardır. Güneş ışığını kimyasal enerjiye çevirirler, onu harcayarak kendiliğinden çalışan motor gibi canlı beden faaliyette olur. Canlıda bu mekanizma durunca beden artık varlığını koruyamaz ve ölü hale gelir.

Vefat ise insanlara has bir şeydir. Ruhun bedenle bağlantısının kesilmesidir.

ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ

JAvLıMIy ENFuSiHiM

“Nefislerine zulmedenler olarak”

Burada kurallı erkek çoğul kullanılmıştır. O halde zulmeden topluluktur. Zulmolunanlar kişilerdir. Yöneticilerin yönetilenlere zulmettikleri, sermayenin halka zulmettiği bir durumda vefat ettikleri zaman, ahirette suale çekildiklerinde demek olur.

Ahirette herkes kendi yaptığının hesabını verecektir. Muhakeme edilecek ve topluluk bir ortaklık imiş gibi ortak cezaya mahkûm edilecek. Sonra da topluluk içinde suça iştirak veya sevaba iştirak nisbetinde bölüştürme yapılacaktır.

Burada topluca işlenen suçların muhakeme usulü de öğretilmiş olmaktadır.

O halde anayasaya bir madde ekleyebiliriz.

Madde-x: Suç topluluk tarafından işlenmişse, önce topluluk bir kişi imiş gibi muhakeme edilir ve topluluk mahkûm edilir. Ölen kişi kadar karşı tarafa kısas uygulaması yapılır. Sonra aralarında kısasa tabi tutulmayanlar diyet öderler. Affedilenlerin diyeti ölenlerin vârislerine verilir. Affetme yetkisi Genel Hizmet sorumlusunundur. Legal topluluklarda af yetkisi bucak başkanına aittir.

فَأَلْقَوُا السَّلَمَ

FaEaLQUv elSaLaMa

“Selemi ilka ettiler”

“Selemi ilka etmek” demek mütareke yapmak demektir. Savaşı bırakalım da barışla sorunları çözelim demektir. Tam teslimiyet değildir. Uygun şartlarla savaştan vazgeçeriz demektir.

Ahirete geldikleri zaman hala tam teslim olmamışlardır. Barış müzakerelerine başlarlar. Allah da görüşmeyi kabul eder. Uzlaşarak cennete ve cehenneme gideceklerdir. Allah insanı muhatap almış, sanki onu var eden o değilmiş gibi yargılanmaktadır.

Devlet de fertlerin karşısında aynı şekilde eşit muamele görür. Devlettir diye yargı önünde bir farklılık söz konusu değildir. Kişinin devletle olan ilişkisinde hakemler karşısında eşit kişiliğe sahiptirler.

مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ

MAv KunNAv NaGMaLu MıN SuvEin

“Biz hiç bir su’ işlemiş değiliz”

Selemin ilkasının beyanı olduğu için “dediler” sözü hazf edilmiştir, aynı zamanda “ellezîne”nin haberi olmaktadır. Biz kötülük yapan kimseler değiliz diyerek artık ona teslim olmuş olacaklardır.

En azılı canileri dinleseniz, onları haklı bulursunuz. Kendisi haklı olduğuna inanmakta, hattâ sizi bile inandırmaktadır. Birlikte yaşayanlarda kendilerinin haklı olduğu inancı doğar. Particilik, mezhepçilik budur.

Allah burada insan psikolojisini anlatmaktadır. Bundan dolayıdır ki insanlar hakemlere gitmeli ve hakem kararlarına uymalıdırlar. Kimse ben haklıyım diye dayatmamalıdır.

Tartışmalarda da böyledir. Kimse ben haklıyım dememeli, herkes kendi içtihadına göre amel etmeli, başkasına dayatmamalıdır.

بَلَى

BaLAy

“Öyle değil”

Hayır, siz kötülük yaptınız. Farkında olmadan yaptınız. Çünkü siz karşı tarafın haklarını teslim etmediniz. Karşı tarafı hep haksız, kendinizi hep haklı gördünüz.

Bu ayet insanların düştükleri hatayı hatırlatmaktadır.

İnsan özgürlüğünü koruyarak topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Bu uyumu sağlamak için hakemlik müessesesine ihtiyaç vardır. Yalnız insanda yargı vardır, hakemlik vardır.

إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ

EinNa elLAHa GaLIyMun

“Allah alimdir”

Kötülük yapanlar iki gruba ayrılmaktadırlar.

Birileri kötülük yaptığının farkında olmadan kötülük yaparlar. Burada anlatılan bunlardır.

Diğerleri ise bile bile kötülük yapanlardır. Bunlar kâfirlerdir.

Kâfirlerin cezalandırılmasında bir adaletsizlik yoktur.

Ama insan iyilik yapıyorum derken kötülük yaparsa, buna ceza verilecek mi?

Eğer hatırlatılmamışsa, uyarıda bulunulmamışsa, cezalandırılmayacaktır. Ama uyarıda bulunulduğu halde uyarıyı değerlendirmemişse, o zaman cezalanacaktır. İşte tebliğ, uyarı müesseseleri bunun için vardır. Bin Dil Üniversitesi’ni kurmamız bunun için farzdır.

Devlet yönetiminde bazı yasaklar vardır ki insan doğuştan onların kötü olduğunu bilir, onun için onların ceza kanununda yer alması gerekmez. Kısas hükümleri uygulanır. Bazı yasaklar vardır ki insan onları fıtraten bilmez, onların kanunlarda yer alması gerekir. Yetmez, eğitimcilerin uyarması gerekir. Ruhban sınıfının görevi budur. Âlimler sorulana cevap verirler, ruhbanlar ise hatalı gördüklerini hatırlatırlar.

“Alimun” burada nekre gelmiştir. Demek ki topluluğun da bilmesi gerekir. Bu da mahkeme yani hakem kararlarıdır. Hakem kararları ile kötülüğün işlenip işlenmediği topluluk tarafından belirlenecektir. Hakem kararları olmadan da kimseye ceza verilmeyecektir.

بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (28)

Bi MAv KuNTuM TaGMaLUvNa

“Amel etmeniz sebebiyle...”

“Alime” kelimesi iki mefule taaddi eder.

Buradaki “Bi” harfine aslında gerek yoktur. Allah kötülüğü bilerek mi yoksa bilmeden mi işlediğinizi bilir, ne sebeple işlediğinizi bilir manasının verilmesi için “Bi” harfi gelmiştir. “Bi” harfinden maksat ne ise hüküm ona göredir. Hüsnüniyet asıldır kuralları hep bu “Bi” harfinden istidlal edilir. Hüsnüniyetli olmadığının ispat edilmesi gerekir.

فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ (29)

Fa uDPUvLUv EaBVAvBa CaHanNaMa HavLiDIyNa FıyHAv FaLaBiESa MaÇVay eLMüTaKabBıRIyNa

“Orada halidîn olarak cehennemin bablarına duhul ediniz. Mütekebbirlerin mesvası bi’sedir.”

Ahiretteki o görüşmelerden sonra bilerek kötülük yapanlar, hassaten mütekebbir olarak zulüm yapanlar, sermayelerini ve iktidarlarını halka zulmetmek için kullananlar, kapitalistler ve sosyalistler cehenneme duhul edeceklerdir.

Sermayeyi halkı sömürmek için kullananlara, iktidarı halka hükmetmek için kullananlara; cehennemin kapılarından duhul edin denecektir.

Dünyada iki düzen vardır.

Biri barış düzenidir. Hakem kararlarına teslim olmuş, barış içinde birlikte dayanışma ve yardımlaşma içinde yaşayanlar.

Bir de sermaye ve silahla, halka baskı yaparak, güce dayanarak topluluğu yönetenler. Kur’an işte onlara ‘mütekebbirîn’ demekte, cehenneme onların gireceğini beyan etmektedir.

“Cehenneme girin” denmiyor da, “cehennemin kapılarına duhul edin” deniyor. Cehennemde bir kapı değil de çok kapılar var.

“Hâlidîn” haldir. Cehennemin kapılarından girenlerin hâlidir. Kapılar kapanacak ve bir daha açılmayacaktır. Oradan çıkıp nefes alma yok. Cehenneme girenler molekül yapıdan atom yapısına dönüşmüş olacaklardır. Bir daha gün yüzünü göremeyeceklerdir.

فَادْخُلُوا

Fa uDPUvLUv

“Duhul ediniz”

Kur’an cennet ve cehennemden bahsederken küçücük bir yerden söz ediyormuş gibi anlatmaktadır. Ama diğer taraftan cennetin uzayımız büyüklüğünde olduğunu bildirmektedir. O halde burada duhul etmek demek uzayı değiştirmek demektir. Beş boyutlu uzayda başka dört boyutlu uzaya geçmektedir. Bu iki uzayın kesiştikleri alan kıyamet meydanıdır. Oradan o uzaylara geçilecektir. Kıyamet günü üç uzayın kesiştiği uzaydır. Kâinatımız, cennet ve cehennem uzayları.

Bunu şöyle düşünebilirsiniz.

İki gidişli yol düşünün. Bunlar bir yerde kesişsinler. Kesişme alanı iki yolun ortak alanı üçüncü yolda ekleniyorsa, bu üçüncü yolun da ortak alanı olur.

Kıyamette biz cennet ve cehennemin kesiştiği uzayda olacağız. Buralarda döngü olur. Gelenler istedikleri yerlere giderler. İşte orada dönme yollarına girecek ve oradan kimi cennete kimi cehenneme gidecektir.

Cennet ve cehennemin çeşitli kapıları vardır. Her cennetin ve her cehennemin uzayı ayrıdır. Hayat şartları da faklıdır. Dolayısıyla ayrılma ayrı yola girmekle başlar.

أَبْوَابَ جَهَنَّمَ

EaBVAvBa CaHanNaMa

“Cehennem kapılarına”

Kapılarına giriniz.

Cehenneme değil de cehennem kapılarına giriniz deniyor.

Orada moleküler hayattan atomik hayata geçilecektir. Bu hususa yorumlarımda çokça temas ediyorum. Burada biraz daha açıklamaya çalışayım. Yüze yakın atom vardır. Tüm uzayımız ve hayatımız bunlardan oluşmuştur. Bunların birleşmesiyle cisimler ve canlılar oluşmaktadır. Bunların birleşmeleri soğuk cisimlerde farklı, sıcak cisimlerde farklıdır. Ara yoktur. İki çeşit birleşmeden birisi gerçekleşecektir. Yarım atom birleşmesi yoktur. Melekler moleküler olarak birleşirler. Cinler de atomik olarak birleşmiş maddelerden oluşurlar.

İşte, cehennem kapılarından kavşakta girilir. Ama belli yol aldıktan sonra ancak atomik yapıya geçilir. İpek böceğinin kelebek olması gibi bir döneme geçer.

İşte bu sebeple “cehennemin kapılarına” denmektedir. Orada gösterilen eğitimdeki başarıya göre en aşağı derecedeki cehennemden en üst derecedeki cehenneme gelinir. Oradan arafa geçilebilir. Yine moleküler hayattır.

خَالِدِينَ فِيهَا

HavLiDIyNa FıyHAv

“Orada halid olmak üzere”

“Ebeden” sonuna kadar demektir.

“Halid” ise sürekli demektir.

Atomik hayata geçildiği için oradan dışarıya çıkılıp hareket edilmez. Nasıl biz bu dünyanın boyutları dışına çıkamıyorsak, onlar da oradan çıkamayacaklar. Cennettekiler için de bu böyledir.

Burada bir soru sorulabilir:

Cennet ve cehennemin yanında bizim kâinatımız da varlığını sürdürecek midir?

Evet, araf dediğimiz yer burası olacaktır. Bir uzaydan bir uzaya geçme doğrudan mümkün olmadığı için uzay değiştirecekler merkeze gelecek, cennetin veya cehennemin bir kapısından gelecekler, başka kapıdan gidecekler. Demek ki Kâinatımız varlığını sürdürecek, derecelerini yükseltenler bu kavşaktan gelip gideceklerdir.

فَلَبِئْسَ مَثْوَى

FaLaBiESa MaÇVay

“Mesvası ne kötü”

Akevler lügatinde “Mesva” develerin ahırı demektir. Barınılacak yer anlamındadır. Ağılda kuzuların konduğu yerdir. Evin özel bölümü, yatak odası gibi...

Bu şeklinde anlatılmıştır.

Demek ki cehennem kalıcı bir yer değildir. Eğitim için geçici hazırlanmıştır. Ancak uyku zamanlarında yolculuk esnasında kullanılan yerdir. Vatan değildir, devamlı ikamet edilen yer değildir. Eğitim tamamlandıktan sonra oradan ayrılınacaktır. 7 sınıf geçildikten sonra cennete doğru yol alınacaktır.

Eski yorumcular bunu Müslümanlara tahsis etmişlerdir. Biz bunun tüm insanlık için olduğunu söylüyoruz. Bir gün cehennemde kimse kalmadığı zaman bizim kâinata da ihtiyaç kalmayacağından onun ömrü de bitecek, başka kâinatlara malzeme olacaktır.

O halde Kur’an’da semavat ve arz devam ettikçe onlar orada kalırlar deniyor. Yani bir kısmı kalırlar anlamı çıkar.

الْمُتَكَبِّرِينَ

eLMüTaKabBıRIyNa

“Mütekebbirlerin”

Bugün birini tutukladıkları zaman önce gözaltına alırlar. Muhakeme edildikten sonra tutuklu hale getirirler. Sonra mahkûm olup cezasını doldurur.

Mütekebbirlerin, serveti halkı sömürmek için kullananların, iktidarı halka hükmetmek için kullananların mesvası ne kötüdür.

Ahiret hakkındaki bilgilerimiz sürekli olarak gelişmektedir.

Yeni ilm-i kelamı yazacaklar bu yorumlarımızdan yararlanırlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92