HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1192 Okunma
23 VE 30.AYETLER

HİCR SÛRESİ - 5. Hafta

وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ (23) وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ (24) وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ (25) وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (26) وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ (27) وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (28) فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ (29) فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (30)

 

وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ (23)

Va EinNAv LaNaXNu NuXYıIy Va NuMIyTu Va NaXNu eLVAvRiSUvNa

“Ve biz ihya eder ve imate ederiz ve biz vârisiz.”

Yeryüzü, canlıların yaratılması için var edilmiştir. Denizler, bulutlar, dağlar, ırmaklar, karalar O’nundur. Yeryüzünü O işletmektedir. Böylece canlıların yaşayabilmesi için yeryüzünü düzenlediğini ifade ettikten sonra şimdi de canlılara işaret ederek diyor ki: Sizin yaşayabilmeniz için gerekli olan besinleri ve imkânları temin eden canlılar olmasa siz hayatınızı sürdüremezdiniz. Her şey size hizmet etmektedir.

Bu ayette canlılara işaret edilmektedir. Canlılık âlemi iki şeye dayanır; canlanma ve ölme. Canlılığın özelliği kendi kendini çoğaltma olduğu gibi, her bireyin bir ömrü olmasıdır. O halde hayat ve ölüm canlının ana özelliğidir. Bu sayede canlının kendisinde evrim olduğu gibi, kendisinin ölümü ile bıraktığı maddeler de yeni canlıların ve daha büyük canlıların kaynağı olmaktadır.

Canlının kendisi organik moleküllerden oluşur, organik molekülleri de kendisi üretir. Canlı var olmadan organik moleküller yoktu. Organik molekülleri canlılar üretir. Organik moleküllerin hepsi yok olmamaktadır, bir defa organik molekül oluştuktan sonra yapı taşları olan moleküller öyle kalmaktadır. Böylece kırmızı toprak siyah toprağa dönüşmekte ve daha çok canlının daha kolay yaşaması sağlanmaktadır.

Dirilme ile ölme, ikisi de canlılığın gelişmesine çalışmaktadır ve bu da insan için olmaktadır. Daha çok insanın daha uzun ömürlü yaşamasını sağlama çabasıdır, hayat. Şimdi kâinatın yapısına bakıldığında doğanın yaratılması, onun kanunları, onun geçirdiği evrimler Tanrı’nın varlığına delalet ettiği gibi, canlılık âlemindeki DNA dizilişleri ve dizilişler arasında hayatın ve ölümün gerçekleşmesi de aynı şekilde Tanrı’nın varlığına kesin kanıttır.

Her canlının tüm ihtiyaçları giderilmektedir; giderilmektedir ki canlılar yaşamaktadır. İnsanın da ihtiyaçları giderilmelidir. Ne var ki insan zayıf ve cahil yaratılmıştır. Onun sosyal evrimi yapabilmesi için kendisine bilgi ve beceri verilmiştir. İşte, kitaplar ve peygamberler bu eksiklikleri tamamlamaktadırlar. Kur’an’ın ilâhi söz olduğuna açık delil de böylece canlıların dirilmeleri ve ölmeleridir. Yani ihtiyaçlarının giderilmesidir. O halde insan da canlı olduğuna göre onun ihtiyaçları giderilecektir. Bunu da Kur’an sağlayacaktır.

“Biz vârisiz” denmektedir. Canlı, başka canlının bıraktıkları ile yaşar ve kendisi sonunda her şeyini bırakıp gider. Buna “tereke” denmektedir, bu işleme de “miras” denmektedir. Canlıları oluşturan hücrelerin her birinde DNA denen moleküller vardır. Bunlar atadan kendilerine intikal eder. Kendileri de bölündüğü zaman yenileri intikal eder. Buna kalıtım veya veraset denmektedir. Eski dirilerden yeni dirilere intikal eden DNA’lardır. “Biz vârisiz” diyerek DNA birliğine işaret etmektedir.

İlk yaratılan varlıkta tüm DNA’lar vardı. Şimdi o DNA’lar nesilden nesile intikal edip bugünkü canlılar, insanlar da oluşmaktadır.

“Biz verdik, biz alıyoruz” diyor.

Biz de anayasamızda şöyle yazdık: İnsanlar insanlığa borçlanarak doğarlar ve gelişirler; çocuklarını yaşatarak borçlarını insanlığa öderler.

İnsanlık Tanrı’nın halifesi olarak bunları yapmaktadır.

وَإِنَّا لَنَحْنُ

Va EinNAv LaNaXNu

“Ve biz, biz”

“Nahnu”da iki nun vardır. E yerine X gelmiştir. İki nun çoğul olmayı ifade eder. E ve X beni ifade eder. Allah kendisine bazen ben der, bazen biz der. Çünkü o ne tektir, ne de çoktur. Allah’ın sıfatları mecazidir. Allah eğer mahlûkları kullanmadan doğrudan kendisi yapıyorsa “ene/ben” der, eğer diğer varlıklara iş yaptırıyorsa o zaman “nahnu/biz” der. Dirilme ve öldürmeyi Allah doğrudan değil de diğer varlıklara yaptırmaktadır. Canlılar kendi kendilerini çoğaltmaktadırlar, hattâ öldürmektedirler. Bu sebeple “innâ” denmektedir. Ayrıca ilk dizileri yapanlar da meleklerdir. Meleklerin DNA’larını Allah kendisi dizmiştir. Diğer canlıların DNA’larını meleklere dizdirmiştir.

İlmin metodu şudur. Bir olay oluyorsa onu yapana bir ad veririz. O da bir varlık olur. Aynadaki görüntü gerçek görüntü değildir, zahiri görüntüdür. O zahiri görüntünün de kaynağı vardır. O halde meleklerin doğrudan var olup olmadığı hususunu ilim değil felsefe araştırır. İlim böyle bir varlığı varsayarak olayları izah eder. “İnna”nın “nahnu” ile tekit edilmesi tahsis içindir. Bunları biz yapıyoruz, bir başkası yapmıyor. Toplulukları oluşturan da onları sonunda helâk eden de biziz, başkası değildir diyor. O halde ister hak uygarlıkları olsun, ister kuvvet uygarlıkları olsun, hepsini Allah oluşturmakta ve sonunda Allah çökertmektedir.

Birinci Kur’an uygarlığını O oluşturdu ve eceli gelince O çökertti. Onun yerine Batı uygarlığını O oluşturdu. Şimdi o çökmeye başladı ve yeni uygarlık oluşmaya başlamaktadır. Bu uygarlık üçüncü binyıl uygarlığıdır, beşinci İslâm uygarlığıdır, ikinci Kur’an uygarlığıdır; “Adil Düzen”dir. Biz ona “Adil Düzen” diyoruz. Kendi icat ettiğimize değil, Allah’ın Kur’an’da bize bildirdiği düzene “Adil Düzen” diyoruz. Eksik anlamış olabiliriz. Yanlış anlamış olabiliriz. Ne var ki biz bizim “Adil Düzen”e değil, kendilerinin anlayacağı Kur’an düzenine çağırıyoruz. Başka ad da verilebilir.

نُحْيِي وَنُمِيتُ

NuXYıy Va NuMIyTu

“İhya eder ve imate eder”

“Hay” yılan demektir. Yılan kışın kış uykusuna yatar ve hareketsiz durur, yaşamak için gerekli en az enerjiyi harcar. Yazları da hareketlidir, yıllık besinini temin eder. Hareket hâlindeki yılana “hay”, uyku hâlindekine de “meyyit” denmektedir.

Bir topluluk yıkıldığı zaman kişiler yok olmaz, dağınık halde olur, o hâl meyyit hâldir, ölü hâldir. Yeniden toparlanıp yeni topluluk kurdukları zaman da diri halleridir. İnsan bedeni de böyledir. Ölen bir canlı yok olmamaktadır. Sadece yapısı bozulmuştur. Moleküller dağılmıştır. Sonra başka bir bedende o moleküller yeni canlıyı oluşturacaklardır.

Burada bahsedilen ihya ve imate insanların dünyadaki hayatta ihya ve ahiretteki imate değildir. Bu dünyadaki besin döngüsü olarak ihya ve imatedir.

وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ (23)

Va NaXNu eLVAvRiSUvNa

“Ve biz vârisiz”

Burada ‘inne’ kelimesi getirilmemiştir. Çünkü vârisin Allah olduğunu insanlar kabullenir durumdadırlar. İnsanlar çalışırlar ve yaşarlar, yer kirası olarak da onu imar edip insanlığa bırakırlar. Refahın tarifini şöyle yapıyoruz.

Bir saat çalışan insanın ürettiği ile insanın yaşadığı gün miktarı refahı tarif eder.

İmar ise bir dönümden elde edilecek besinin kaç kişiyi yaşattığı ile tarif edilir.

Babalarının bıraktığı mallar babalarının değildir. Topluluğundur. Topluluğa bıraktılar. Sonra topluluk onu çocuklara emanet etti. Onlar ondan yararlanarak yaşayacak ve imar edecekler, topluluğa vereceklerdir. Mirasın asıl sahibi Allah’tır.

وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ (24)

VaLaQaD GaLiMNa eLMuSTaQDiMIyNa MiNKuM Va LaQad GaLiMNav eLMüsTaEPiRINa

“Ve sizden müstakdim olanları bilmekteyiz ve müsta’hir olanları da bilmekteyiz.”

“Ve” harfi ile atfettiğine göre bilme ile yapma arasında fark vardır demektir.  Yer çeker ama yerin bundan haberi yoktur. İnsanda böyle birçok olaylar cereyan etmektedir.

Kalbiniz kanı pompalar ama sizin haberiniz yoktur. İnsanda bazı olaylar vardır ki kendi iradesi ile yapmaz ama bilmektedir. Örnek olarak uyanma böyledir. Bir de kendi iradesi ile yapar, bilerek yapar. Allah imate eder ve ihya eder, bunu bilinçsiz değil bilerek yapar. Canlıların yaptıklarını bilmektedir. Tabii insanın yaptıklarını da bilmektedir. Burada kurallı çoğul geldiğine göre insanlardan bahsetmektedir. Sizden demektedir. “Siz” kelimesi bütün insanlığa gitmektedir. Onlardan kimin ileri gittiğini, kimin geri kaldığını bilir.

Buradan şunu öğreniyoruz ki yeni nesil eski neslin devamı değildir. Osmanlı halkı ayrı halk, Cumhuriyet halkı ayrı bir halktır. Onlar sıraya konmuş, kimi önce gelmekte, kimi sonra gelmektedir. Kimlerin önce, kimlerin sonra geleceğini Allah bilir.

Bir de aynı dönemde yaşarlar ama kimi önce doğar kimi sonra doğar, kimi önce ölür kimi sonra ölür. Burada da fertler kıdemli olur. Fertler de sosyal grupları oluştururlar. Tarihi gelişmeler vardır. İnsanlık toplayıcılık, avcılık, çobanlık, çiftçilik dönemlerini, daha sonra da pazar mübadelesi, tüccar mübadelesi ve işçilik dönemlerini geçirdi. Şimdi de ortaklık dönemine giriyorlar. Bu olaylar kendiliğinden değil, Allah’ın bilgisi içinde olmuştur. Bundan sonra olacakları da bilmekte ve size bildirmektedir.

Ayrıca insanlar önce toprak tekelini, sonra para tekelini, sonra üretim yerleri tekelini, sonra banka tekelini ele geçirdiler. Şimdi de tekel ile siyaset arasında mücadele vardır. Adil Düzen yani halk ile sömürücü tekeller arasında mücadele başlamıştır. Bu mücadele silahla yapılan bir mücadele değildir. Parayla, ilimle yapılan bir mücadele vardır. Halk para yerine mal senetlerini kullanarak tekeli yenecektir. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında ömrü boyunca hem çalışıp hem okuyanlar sayesinde çözülecektir.

وَلَقَدْ عَلِمْنَا

VaLaQaD GaLiMNa

“Ve bilmekteyiz”

“Kad” ve “Lekad” kelimeleri birer harf kelimedir, fiillerin başına gelirler. Fiili mazinin başına gelerek Türkçedeki gelmekteyiz, yapmaktayız sigasına delalet etmektedir. Geçmişte yapmaya başladık ve şimdi devam ediyoruz demektir. Muzarinin başına geldiğinde şimdi yapmaya başladık, gelecekte de devam edeceğiz demektir.

Arapçada şimdiki zaman yoktur, ya geçmiş zaman veya gelecek zaman vardır. Geçmişte başlamış devam eden, şimdi başlamış devam eden zamanlar vardır.

İşte, müspet hâli içeren kelime olarak mazinin başında gelen “Kad” kelimesidir.

Sarf âlimleri “Kad Cae” kelimesini bazen “Cae” şeklinde anlamaktadırlar. Bana göre maziyi ve geleceği tamamen içermesi gerekmediği için bu mana verilmektedir. Sadece bu kelime üzerinde doktora yapılabilir.

الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ

eLMuSTaQDiMIyNa MiNKuM

“Sizden müstakdim olanları”

“İstikdam eden” demek kendisinin önde veya arkada olmasını isteyen demektir.

Toplulukta iki grup oluşur. Biri ilericilerdir ki bunlar yenilik yaparlar, diğerleri de tutuculardır. Mukaddemin veya müstehir denmemiş. Yani ileri gidenler veya geri kalanlar, ileri gitmeyi veya geri kalmayı değil, ileri gitme veya geri kalmayı istemeyenleri biliriz denmektedir. Buna göre yaşarken görevleri yerine getirmek isteyenlerle görevleri yerine getirmeyenleri bilmekteyiz denmektedir. İlericilerle gericileri bilmekteyiz denmektedir.

Yenilik yapanlar olacak, yeniliğe karşı çıkanlar olacak. Nasıl sürtünme kuvvetleri olmadan yaşama mümkün olmazsa, gericiler olmadan ilerciler ilerlemeyi sağlayamazlar.

Dengeli ilerleme olabilmesi, durulması gereken yerde durulması için ilerlemeyi frenleyen kuvvete ihtiyaç vardır. Dolayısıyla her ikisi de Allah tarafından var edilmişlerdir ve herkes görevini yapmaktadır.

وَلَقَدْ عَلِمْنَا

Va LaQad ALiMNav

“Ve bilmekteyiz”

“Lekad” kelimesi iade edilmiştir. Eşitliği sağlamak için yapılır. Müstakdimi ve müste’hiri bir derse müstakdimi öne almış, müste’hiri sona bırakmış olur. Aksini yapsa, müste’hirleri müstakdimler bakımından öne geçirmiş olur.

Bilme bakımından eşitlik vardır. Ama onların hükümleri ayrıdır. Birileri iyi iş yapmaktadır ve galip geleceklerdir, diğerleri ise kötü iş yapıyorlardır ve cezalarını göreceklerdir. İş kötüdür ama sonuçta yararlıdır.

Kur’an hep bu dengeyi beyan etmektedir.

الْمُسْتَأْخِرِينَ (24)

el MüsTaEPiRINa

“Müste’hirleri.”

Tutucuları, gericileri de bilmekteyiz.

Mustafa Kemal’in inkılâplarında inkılâpçılık da vardır. Yani bunlar yapılacak ve burada kalınmayacak, hep devam edecek denmektedir. Onu izlediklerini söyleyenler yıl yıl sermayenin talimatlarını Mustafa Kemal’in ilkeleri olarak savundular ve askeri müdahaleler yaptılar veya yaptırdılar.

İnkılâp yapılacak ama inkılâp silah zoru ile değil, halka inandırılarak yapılacaktır. Mekke’de zaten zorlama imkânı yoktu. Medine’de sadece savunma yapılmıştır. Savaşlar Mekke civarında değil, Medine civarında olmuştur.

Adil Düzen Çalışanlarının paraları yoktur, silahları yoktur ama ilimleri vardır.  Kur’an projektörleri ile dünyayı, geçmişi ve geleceği görmektedirler. Sayıları da azdır. Ama dünyayı değiştirmeye başladılar. Bundan sonra daha çok değiştireceklerdir. Çünkü onlar değiştirmeyecektir. Müstakdimleri de müste’hirleri de bilen değiştirecektir.

وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ (25)

Va EinNa RabBaKa HuVa YaXŞuRuHuM EinNaHUv XaKIyMun GaLIyMun 

“Ve Rabbin onları haşredecektir. O hakimdir alimdir.”

Bu dünyadaki düzen böyledir. İki cephe vardır; ilericiler ve tutucular, Kur’an düzenini kabul edenler ve Kur’an düzenine karşı çıkanlar. Bu karşı çıkma Kur’an nazil olduğu gün başladı ve bugün de bir yarım binyıldır devam etmektedir. Bugünkü çatışma o gün başlamıştır. Mekke Arapları direnmişlerdir. Medine’de ise Yahudiler ve Araplar vardı. Araplar kalabalıktı ve hâkimdiler ama Yahudiler daha uygar idiler. Yahudiler Arapları Yahudi dinine almıyorlardı. Onlar küçük görünüyordu.

Başlangıçta Yahudi kabileleri de Medine Devleti’nin kurulmasına katıldılar, kendi rızaları ile Medine Sözleşmesi’ni kabul ettiler. Sonra Mekkelilerin Medine’ye saldırdıkları gün Mekkelilerle beraber oldular. Ondan sonra kendi seçtikleri hakem tarafından verilen kararla savaşçılar katledildi, kadın ve çocuklar esir alındı. İşte, Sermaye ile savaş o zaman başladı. Hayber Savaşı’ndan sonra Arabistan’dan tehcir edildiler, göçe zorlandılar.

Sonra Kudüs fethedilince onları asıl merkezlerine Müslümanlar yerleştirdiler. Hıristiyanlara karşı her yerde Yahudileri Müslümanlar korudular. Osmanlılar katliama tabi tutulan İspanya Yahudilerini kurtardılar, ülkelerine yerleştirdiler. Karşılıklı dostluk devam ederken, birden cephe değiştirdiler. Hıristiyanlarla bir oldular. İslâmiyet’i kaldırmaya karar verdiler. İşte bu çatışma devam etmektedir.

Devam edecektir de...

Ama Kur’an daima galip gelecek ve Hendek Savaşı’ndan sonra başlayan İslâm’ın galibiyeti hep devam edecektir. İslâm düşmanları en çok azdıkları zaman en büyük darbeyi yerler. Bugün Müslümanlar dünyanın her yerine yayılmışlardır. Sermaye bunları anarşist olarak örgütlemektedir. Böylece devletleri yıkacak, Müslümanların da kökünü kazıyacak ve kendi aklınca Hendek’in intikamını alacaktır. Tabii ki şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da galip gelemeyecektir.

Sermaye Hıristiyanlarla birleşip Müslümanları yok etmeye çalışmaktadır. Oysa Mekkelilerle birleşip Medinelileri yok etmek istediler ama sonunda Mekkeliler ve Medineliler birleştiler ve onları Arabistan’dan çıkardılar. Şimdi de Hıristiyanlarla Müslümanlar birleşip Sermaye’nin tekelini tarih sayfalarında bırakacaklardır.

Şimdi bu iki cephe bir yarım binyıldır devam etmektedir. Bu dünyadaki kader böyledir. Ahirete gelince, herkes yaptıklarının hesabını kendisi verecektir. Kader onları o cephede veya bu cephede bırakmış olabilir. Ama onlar hak bildikleri için savaşmışlarsa ahirette mükâfatlarını alırlar. Bu tarafta olanlar da sadece çıkarları için savaşmış ve zulüm yapmışlarsa, onlar da ahirette azaplarını çekeceklerdir. Yani her iki taraf da cepheye göre değil, amellerindeki niyete göre karşılık bulacaklardır.

وَإِنَّ رَبَّكَ

Va EinNa RabBaKa

“Ve Rabbin”

Bütün bunların evrimleşme ve uygarlaşma sebebiyle olduğunu beyan etmek için “Rabbin” denmektedir. Allah insanı kırk yaşında yaratıp cennete koyabilirdi. Öyle yapmamış, rab sıfatı ile tezahür etmiş; cenin olarak hayat başlar ve insan yavaş yavaş oluşur.

İnsanlık da böyledir. Yavaş yavaş gelişecektir. Bunun için hücreler yenileştiği gibi düzen de yenileşmektedir. Bu iki kutup bunun için oluşturulmuştur.

هُوَ يَحْشُرُهُمْ

HuVa YaXŞuRuHuM

“O onları haşredecektir”

“Haşr” bir araya toplanıp hareketli halde bulunan küçük böceklerdir. Sonra toplanma ve dirilme anlamları kazanmıştır.

Kıyamet günü bütün insanlar bulundukları yerde dirileceklerdir ve kendilerine gösterilen yere doğru yürüyeceklerdir. Beşinci boyutta yol alacaklardır.

Bir daire düşünün. İnsanlar bu dairede doğmakta ve ölmektedirler. Öldüğü zaman dairede bir yer işgal ediyor. Sonra dairedekiler birden diriliyor ve silindir oluşturmaya başlıyorlar. O birlikte dirilip toplanma gününe mahşer demekteyiz.

Böylece ahirette haşrolacakları ve hesap verecekleri, bu dünya zulme uğrayanların ahirette mükâfatlandırılacağı, zulmün giderileceği hatırlatılmaktadır.

إِنَّهُ حَكِيمٌ 

EinNaHUv XaKIyMun

“O hakimdir”

Bu dünyada da hakimdir, ahirette de hakimdir. Nekre gelmiştir, çünkü bu dünyada mahkemeler olduğu gibi ahirette de mahkemeler vardır. Cereyan eden olaylardan hiçbirisi O’nun iradesi dışında olmamaktadır. O hükmetmektedir. Biz, bize verilen görevleri yapmakla mükellefiz. Biz bir şey yapmayız, hep O yapar.

عَلِيمٌ (25)  

GaLIyMun

“Bilendir.”

O bu kâinatı var etmeyi bilmiştir. Elektron ve pozitronu yaratmış ve onların birleşmesinden önce kâinat oluşmuş, sonra DNA’larla canlılar oluşmuştur.

Bütün bunları bilen ve hükmeden Allah, Sermaye’yi bilmez mi, siyasileri bilmez mi?

Her şey O’nun iradesiyle oluşmaktadır. Sizin endişelenmenize gerek yoktur.

Burada garanti edilen zafer kaderin zaferidir. Kimin cennete veya cehenneme gideceği bize bildirilmemiştir, O’nun ilmindedir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (26)

Va LaQaD PalaQNav elEinSAvNa MiN ÖaLÖALin MiN XaMain MaSNUvNın

“Ve insanı mesnun olan hamein salsalinden halk etmekteyiz.”

‘Sin’ diş demektir. Diziliş hamalardan oluşmaktadır.

“Kömür” Latincede “karbon” adını alır. K harfleri ortaktır. Birinde M diğerinde B gelmiştir. Birinde R diğerinde N gelmiştir.

Arapçadaki “Hame” kelimesini alırsak, K yerine H, M yerine M, R yerine E gelmiştir. O halde “hame” kelimesini “kömür” olarak anlayabiliriz.

“Mesnun” da diziliş anlamındadır.

“Salsal” kelimesi silsile kelimesine benzemektedir, o manadadır. Salsal yani sarılmış anlamındadır. Dört çeşit tespih tanesi vardır. Bunlar birbirine kanca takarak zincir oluştururlar. Bunlardan ikisinin çift yan kancaları vardır. Diğer ikisinin ise üçer yan kancaları vardır. İkili olanlar birbirleriyle, üçlü olanlar birbirleriyle eşleşirler. A (adenin) T (timin) ikili, C (sitozin), G (guanin) üçlü parçalardır.

Bunlar dizilirler. Bir döner merdiven oluştururlar. On basamaklı katlar oluştururlar. Yani dönüşleri cami minaresi merdiveni gibidir. On basamakta 360 dereceyi tamamlar.

Yalnız insan değil tüm canlılar bunlardan oluşur.

Bunlar birbirlerinden ayrılırlar, üç harfli heceler oluştururlar. Her hece bir canlının yapısı olan 20 tür tuğlayı ortamdan yakalar. Onu bir yere taşır birbirleri ile ve istediği yapıyı yaparlar. Yapılan bu yapılardan biri de salsalın taşlarıdır. Şimdi organik molekülleri hücreler yaparlar, hücresiz organik molekül oluşamaz. Organik molekül olmadan da hücre olmaz.

Baştan nasıl başladı?

Eskiden baştan beri vardır diyorlardı. Biliyoruz ki on milyar yıl önce yoktu. İşte buradaki “halakna”nın önemi burada başlar. Çünkü canlıların hilkati salsal ile başlar. Batılılar buna kromozom diyorlar. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında keşfedilen salsal Kur’an’da çok açık bir şekilde tasnif edilmiştir. “Hame” kömür olduğu gibi “himaye” de koruma demektir. Türkçede de kullanılmaktadır. İşte Arapça böylesine mucize bir dildir.

“İns” kelimesi vahşi kavramının karşılığı kullanılmaktadır. Aslında ehlileşmiş manasındadır. ‘Munis’ uyumlu anlamındadır. “İnsan” bir cins ismidir, çoğulu yoktur, erkek ve dişisi yoktur. Kadın da insandır, erkek de insandır. Samanyolu’nda 200 milyar kadar güneş (yıldız) vardır. Kâinatta da bir o kadar galaksi vardır. 40 milyar milyar yıldız var demektir. Bunların yarısında yeryüzüne benzer gezegen varsa o kadar da insan vardır. On milyarlar kadar insan olduğu, buna göre kâinatın nüfus sayısı olarak 500 milyar milyar milyar insan vardır demektir. İşte bunların hepsi insandır, hepsinin yapısı aynıdır. Salsaldır. En uzak galaksilerden gelen ışığı tahlil ederek orada hangi maddelerin olduğunu bilebiliyoruz. Hepsinden gelen ışık güneşimizin ışığına benzemektedir. Demek ki aynı Tanrı var etmiştir.

Bu salsaldaki dizide de canlı parça değişmiş olmakta ve her insan farklı yaratılmaktadır. Hepsindeki DNA dizilişlerinde farklılıklar olmaktadır. Parmak izleri de ayrı ayrı olmaktadır. Bunun için “lekad halakna” denmiştir. Yani şimdi yaratmaktayız demektedir.

Ayet sekiz kelimeden oluşur. Dördü harf, dördü müştaktır. Salsalın yapısı dört dörttür ancak DNA’lar da vardır.

Harflerin sayısı (1E+1X+1P+2Q)+(1V+1U+3M)+(3L+8N)+(2S+1D)=5+5+10+3=23

“Salsal”ın iki “sal”dan oluştuğuna işaret etmektedir. Ayetin harfleri de 23’tür. Burada insandaki A “ellah”taki A gibi harekeden dönüşmüş olduğu için “besmele”de saymadığımız gibi burada da saymıyoruz. “Rahman”da olduğu gibi “A”yı saymıyoruz. “El-İnsan”da el harfini “el-ard”da saymadığımız gibi bir kıraate göre okunmadığı için saymıyoruz. X kromozomu ayrı olduğu için 24 çeşittir. O zaman da ikinci kıraat geçerli olur. Son tenvin cümle bittiği için yok sayılırsa 23 eder. Demek ki 23 çifttir ama 24 çeşittir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ

Va LaQaD PalaQNav elEinSAvNa

“Ve insanı halk etmekteyiz”

İnsanda 23 çift salsal vardır. Bunların her birinin uzunluğu farklıdır. Ona göre isimlendirilirler.

Bir salsal ATGAATGACC benzeri sıralanmıştır.

Bunun karşısındaki de TACTTACTGG’dir.

Bunlar hücre bölünmeden önce yan yana gelirler ve parça değişimi yaparlar, ilk döllenme burada olur. Bu surede “rihin lavakıh” geçmişti. Demek ki bu surede eşleşme anlatılmaktadır. Parça değişimi büyük veya küçük olur. Tamamen ihtimaliyat kanunlarına göre olur ve bu 23 çiftte yapıldığı için hiçbir insan diğer insana benzemez. Ama değişen parçalar yani dizideki parçalar olduğu için hep insan olur.

İnsanda dört meleke vardır. Bazı hayvanlarda da dört meleke vardır. İnsanı tarif etmeden önce düzeni tarif etmemiz gerekir. Düzen, başka türlü olmaları da aynı derecede muhtemel olduğu halde muhtemel olanlardan birinin oluşmasıdır. Buna düzgünlük diyoruz. Muhtemel olanların olmamasına da dağınıklık diyoruz. Tropi entropi olarak ifade edilmektedir. Canlılar dağınıklıktan düzgünlüğe geçmedir. Kendi kendilerini çoğaltarak toprakta bulunan dağınık maddeleri istedikleri şekilde dizerek düzgünlüğü artırırlar.

İnsan da canlıdır. İnsanın diğer canlılardan farkı düzgünlüğü artırabilmesidir. Cansız düzgünlüğün zamana türevi negatiftir, canlıların pozitiftir. İkinci türevi sıfırdır. İnsanlarda ise ikinci türevi de pozitiftir. Demek ki ikinci türevi 0’dan büyük olan canlı insandır.

Bu riyazî tanımdan sonra hangi canlının insan olduğu çok kolay anlaşılmaktadır.  Biyolojik yapı içinde yenilik yapıp düzgünlüğü artıran insandır. Bunu dilde yapar, sanatta yapar, teknikte yapar, örfte yaşama kurallarında yapar. Diğer bütün hayvanlarda beynin alt tarafı düzgün düz yüzey olduğu halde, insanda bir çukur oluşmakta ve insan oradaki beyin yapısıyla konuşmaktadır. Hattâ çocuklar doğduğu zaman onların beyinleri de hayvanlarınki gibi alt tarafı düzdür. Sonra gelişir ve ondan sonra konuşmaya başlar. Neandertal insanın beyin altı düzdür. Dolayısıyla neandertal insan değildir. İnsanla neandertal arasında cinsel ilişki de kurulmamıştır. DNA aktarmaları yoktur. Yalnız insan resim yapar.

مِنْ صَلْصَالٍ

MiN ÖaLÖALin

“Salsaldan”

Arapçada kelimeler tekerrür eden olayları veya eşyaları ifade eder, “silsile, zelzele, vesvese, demdeme” benzeri bir kelimedir. Ayrıca “sal” boğa yılanının adıdır. Başka ayette “fehhar gibi” (Rahman 55/14) denerek içi boş bir sarmal olduğunu ifade eder. Haber DNA’ları bunlara girer. Orada haberleri okurlar, hücreye götürürler. Hücrede ayrıca taşıyıcı DNA’lar var, onlar da piyasada onları toplar ve geri monte ederler.

مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (26)

MiN XaMaİn MaSNUvNın

“Mesnun hameden.”

Ayet 24 kelimedir. Üç grupta toplanmıştır. Bu da altıdır. Böylece üçlü grup halindedir. Üç harfli heceler oluşmaktadır. Her heceye bir aminoasit tekabül eder. 20 aminoasit vardır. On adımlık merdiven oluşmaktadır ve sağ döngüyü kullanmaktadır. Fasulye sırık üzerinde sağdan dönüp büyür. Tüm organik moleküller ışığı bükerler.

وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ (27)

VaELCAnNa PaLaQNAvHu NiN QaBLu MiN NaRı elSaMuvMı

“Ve canı daha önce semum nârından halk ettik.”

“Cennet” ağaçlı meyvelerin olduğu bahçe anlamındadır. “Cenin” anne karnındaki bebektir. “Cena” fiil olarak kararmak demektir. “Gece kararınca” tabiri geçmektedir. “Can” aynı zamanda canlı anlamındadır. Böylece kök olarak saklı, kapalı anlamlarındadır. “Can” kelimesi nekre olarak ins karşılığı geçmektedir.

“El-can” ise iki defa geçmektedir. İkisinde de insan karşılığı gelmektedir. O halde can marife olarak cins isimdir, insan karşılığıdır.

“Cin” kelimesini anlayabilmemiz için “Nâr” kelimesini tanımlamamız gerekmektedir. “Nâr” kelimesi “Nur” kelimesi ile ortaktır. “Nevr” çiçek demektir.

Işık bir dalgadır, gözle görünen kısmı vardır. Cisme gelir, cisim onu tek dalga olarak alır, sonra onu çevreye yayar. Cismin varlığını, şeklini ve rengini gösterir. Ziya ise cismin ürettiği ışıktır. Cismin özelliğini göstermez. Ziya cisimlerde nura dönüşür. Güneş ziyanın kaynağıdır. Ay ise nurun kaynağıdır. Gerek ziya gerek nur, bir istikamette giden dalgalardır. Nar ise her tarafa dağılan ziyadır.

Elektron ve pozitron dediğimiz parçacıkların aynı cinsten olanları birbirini iter, farklı cinste olanları birbirlerini çekerler.

Canı anlatan iki ayet vardır. Biri burada anlatılmaktadır. Diğeri de Rahman Suresi’nde “ve halaka al-cânne min maricin min nâr” denmektedir.

Semumu helyum atomu olarak alırsak, helyumun ateşi anlamında olur.

Bizim dünyamızda hidrojen ile oksijen birleşir, enerji ortaya çıkar ve biz o enerjiyi kullanırız. Cinler ise dört hidrojen atomunun birleşmesinden helyum oluşur, onun enerjisini kullanırlar. Güneşte de yeryüzünde olduğu gibi atomlar vardır. Yeryüzündeki atomların çevresindeki elektronlar atomların etrafında dolanmaktadırlar. Oysa güneşteki atomların elektronları da atomların etrafındadırlar ama çok fazla sıcak olduğu ve dolayısıyla çok hızlı oldukları için artık sadece gelişigüzel bulunmaktadırlar.

Burada mariciyi de açıklamamız gerekir.

Mercan, denizlerde yaşayan kemik iskeletleri olmayan canlılardır. Başlangıçta kurt şeklinde olurlar, denizlerde dolaşırlar, sonunda bir kayaya yapışırlar, tomurcuklanarak çoğalıp koloniler oluştururlar. İskeletler bir kireçtaşıdır. Kıymetli taşlardandır. Mercetmek, mercan kolonisi gibi koloniler oluşturmak demektir. Kümeler yapmadır.

Cinler atomların istiflenmesi ile oluşan varlıklardır. İnsanda atomlar birbirinden çok uzak olduğu halde cinlerde çok yakındırlar. Yüksek sıcaktan dolayı elektronlar kopmuşlardır. Şöyle düşünebilirsiniz. Aile yapısı topluluklarda her ailenin çocukları var, kendileri büyütürler. Oysa komünizmde çocuklar var, aileler var. Çocuklar ailelerinden kopmuşlardır. Topluluk birlikte çocukları büyütmektedir. Cinlerin molekül yapıları böyledir.

وَالْجَانَّ

VaELCAnNa

“Ve cannı ise”

Burada fiil cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Sadece meful öne alınmış, sonra da ona zamir gönderilmiştir. “Ekreme Ahmedu Hasane” dersen, ‘Ahmet Hasan’a ikram etti’ anlamındadır. “Ekreme Hasene Ahmedü” derken, Hasan’a başkasının değil de Ahmed’in ikram ettiğini söylersin. “Ekreme Hasane Ahmedü” derken, burada ikramı Hasan’a tahsis edersin. Canne mefuldur ve halaka fiiline takdim edilmiştir. İnsandan önce yaratıldığına işaret etmektedir.

Cinler daha önce yaratılmıştı. Şeytan da cinden idi. Cinler de insanlar gibi yaratıklardır. Ne var ki o cinlerin kendi cinslerinden olmayan şeytanları yoktur. Çünkü onların kendilerinden önce yaratılmış bu görevi görecek yani şeytanlık yapacak kimse yoktu.

İnsana ise cinlerden olan şeytanı musallat etti. Bu sayede hak düzen kurulduğu gibi kuvvet düzeni de oluşturuldu. Bu iki medeniyet şeytanın vesvesesi ile doğdu. O sebeple burada anlatmaktadır.

خَلَقْنَاهُ

PaLaQNAvHu

“Onu halk ettik”

Canlılar insanlardan önce yaratılmışlardır. Çünkü onlar olmasa insan yaşayamaz. Cinleri de inanlardan önce yarattı. İnsanlara tahsis ettiğimiz işleri daha iyi bir şekilde yapsınlar diye cinleri yarattık diyor. Burada hassaten cinlerin insandan önce yaratıldığını söylemektedir. Evrim teorisinde sonra gelen nesil önce gelenden daha ileri olursa herkes ona döner ve evrim olur. İnsan cinlerin evrimleşmiş şeklidir.

مِنْ قَبْلُ

MiN QaBLu

“Daha önce”

Kâinat 13,7 milyar yıl önce var edildi. Yıldızlar ise bundan altı milyar yıl önce oluştu. Canlılar üç milyar yıl önce oluştu. Cinler yıldızların teşekkül ettiği ve bugünkü ışığı yapmaya başladığı günde var edilmiştir. Helyumun hidrojene dönüşmesi de belki de cinler tarafından dengelenmektedir. Kömür azot oksijen kullanılarak hidrojen atomları helyuma dönüşmektedir. Bunun için bu dönüşümü dengeleyen varlıklar olmasa denge devam etmeyebilir. Oysa güneşin ışınları hep aynı kalmaktadır. Bizden uzakta olan yıldızların ışınları örnek olarak 100 bin sene sonra gelmektedir. O yıldızlardaki ışıkların değişmesi gerekirken değişmemektedirler. Yani yıldızlar birbirlerine benzedikleri gibi yapıları da zamanla değişmektedir. Belli bir aralıkta sabit kalmaktadır.

مِنْ نَارِ السَّمُومِ (27)

MiN NNaRı elSaMuvMı

“Semumun nârından.”

Semumu helyum atomu olarak düşündüğümüzde semumun oluşmasından ortaya çıkan enerji ile denmiş olur. ‘Sem’ iğne deliğidir. Helyumun dört atomu nasıl yerleşmektedir? Dört yüzlünün her yüzünde yerleşmiş olabilir. Ne var ki ikisi proton şeklindedir, ikisi nötron şeklindedir.

Bir delik durumu oluşmaktadır, semum delikli demektir. Delinen manasında da olabilir. Hâsılı helyum atomu ile iğne deliği veya zehir arasında bir ilişki olmalıdır. Helyum atomunun yapısı incelenip ona göre sem ile olan ilgi belirlenmelidir.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (28)

VaEiÜ QAvLa RabBuKa LıeLMaLAEiKaTı İnNIy PAvLıQun BaŞaRan MıN SaLSAvLın MıN XaMaEin MaSNUNin

“Ve hani Rabbin meleklere ben mesnun hameden oluşmuş salsaldan bir beşer halk edenim demişti.”

“Ve” harfi ile atfedildi. O halde yukarıda anlatılanlardan başka bir şey anlatılıyor. Yukarıda anlatılan kâinatta cinden sonra yaratılan insandan söz edilmiştir. Kâinatta tüm güneşlerdeki insandan söz etmiştir. Burada ise yeryüzündeki melekler denmektedir. İnsanın yaratılmasından çok beşerin yaratılmasından söz edilmektedir.

“Rabbin” kelimesi ile hitap ederek anlatmaktadır. Uygarlaşmanın temeli olan muhalefet ve iki uygarlığın dengelenmesi üzerinde açıklamalar yapmaktadır.

“Meleklere” demektedir. Cin ve şeytan oluşmuştur. Cinlerden şeytan insana kötü yollar göstermekte, yıkıcılığı öğretmektedir. Meleklere ise secde edin diyerek onlara yardımcı olmakta, onlara doğru yolu göstermektedir. İnsan daima iki duygunun etkisi altındadır. Nefsi kötülükler ister, aklı onu dizginler. Nefsin arkadaşı cinlerdir. Aklın arkadaşı ise şeytandır.

Nefsin arkadaşını anlattıktan sonra aklın arkadaşını anlatmaktadır. Kâinatın denge üzerinde kurulduğunu bildirmektedir. Yukarıda “insan” dendiği halde burada “beşer” kelimesi ile beyan etmektedir.

İnsan ile beşer arasında ne fark vardır, burada neden beşer kelimesi geçmektedir?

“Beşer” kelimesi insanın daha çok hayvani tarafını ifade eder. “Buşr” çıplak beyaz deri demektir. Gürcüler yüz kelimesini kullanır. Müjdelemek anlamında kullanılır.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ

VaEiÜ QAvLa RabBuKa

“Ve hani Rabbin kavl etmişti”

“İz” zaman zarfıdır. Geçmişte cereyan eden bir olayı hikâye ederken onun zamanını belirtir. Kur’an’da birçok yerde geçmişteki olayı anlatırken “İz” ile başlar. Mahzuftan söz etmez, onu düşünene bırakır. Ben sana bu olayı anlatıyorum, bunu dinle öğren anlamındadır. Burada da hani meleklere Rabbin böyle demişti de onlar böyle cevap vermişti. Bu bilgiyi edin ve ona göre diğer anlattıklarını anlat.

لِلْمَلَائِكَةِ

LieLMaLAEiKaTi

“Melekler için”

“Melek” bugün bizim memur, görevli, bürokrat dediklerimizdir. Onlara görev verilir, onlar da Allah’ın işlerini yaparlar. İnsanı yeryüzünde melekler ortaya çıkaracaklar. Proje Allah’tan verilmiştir. Ama o projeyi realize ederler. Allah görevlilerle görüşüyor. İstişare etme demek onlara öğretme demektir. Onlara görev veriyor.

“Mülk” devlet demektir. “Melek” de görevli demektir. “Melik” ise hükümdardır. Zamme failin, esre mefulün alametidir. “Melaike” meleğin çoğuludur. İnsanın projesi meleklere veriliyor. Onlar da DNA’lar üzerinde gerekli değişiklikleri yapıyorlar ve insan oluyor.

Yaratılış için iki görüş vardır. Canlılar uzayda başka bir gezegende üretirler, sonra gezegenlere oradan günü gelince ulaştırırlar. Diğer görüşe göre ise her canlının evrimi o gezegende yapılır. Burada “ve” harfi ile atfetmesi ve ikinci defa tekrar edilmesi bu gelişmelerin yeryüzünde olduğuna işaret eder. İsa’nın meselini ve Adem’in meselini de bir olarak anlatması da bunu teyit eder.

إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا

İnNIy PAvLıQun BaŞaRan

“Ben bir beşer halk edenim”

Yani Âdemoğlunu yaratacağım demektedir. Daha Âdem yaratılmış olmadığı için Âdemoğlu denmeyip beşer denmektedir. Diğer canlılardan temel ayrılığı da çıplak olmasıdır. Doğal elbise yerine kendisinin ürettiği elbiseyi giymesidir.

İnsandan başka canlılarda suni giyim yoktur. Bu da sadece insana hastır. İnsanın evrim sonucu meydana geldiği iddiası doğrudur. Ne var ki bu evrim kendiliğinden olmamıştır.

Bugün elimizde olan cep telefonu da evrimleşerek gelişmiştir. Ne var ki bu evrim kendiliğinden olmamış, insan beyni ve eli ile gerçekleşmiştir. Canlılarda evrim vardır ama kendiliğinden değil, görevli meleklerin çabası ile olmaktadır.

مِنْ صَلْصَالٍ

MıN SaLSAvLın

“Salsaldan”

Melekler salsalı bilmektedirler, mesnun hamei de bilmektedirler. Çünkü daha önce diğer canlıları onlar gerçekleştirdiler. Bu melekler insan yaratılmadan önce de yeryüzünde görevli kimselerdi. Ayrıca yeryüzünde insan yaratılmış olmasa bile diğer gezegenlerde insan vardı, dolayısıyla insan hakkında bilgileri vardı.

مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (28)

MıN XaMaEin MaSNUNin

“Mesnun hameden”

DNA’lardan oluşacağı onlara bildirilmiş olmaktadır. Burada nekre gelmiştir. Yani henüz nasıl bir DNA kullanılacağı belli değildir. Bugün insanların genleri çözülmüştür. Meleklere proje yeni verilecektir. Başka yıldızlarda hazırlanmış projeler olabilir. Yeryüzünde görevli melekler olduğu gibi uzay içinde de görevli melekler vardır.

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ (20)

“Ve O’nun ayetlerindendir sizi turabdan yaratması sonra bir beşer olarak intişar edersiniz” diyor. (Rum 30/20)

Burada sonra intişar edersiniz denmektedir. Kendi kendinize çoğalır gelişirsiniz.

Bunun manası şudur. İlk canlı yaratılmıştır. Önce kadın yaratılmış, onun kromozomundan X kromozomundan bazı parçalar atılmış, Y kromozomu ortaya çıkmıştır. Bundan sonra hep bu iki kimseden birçok erkek ve dişiyi üretmiştir.

Nisa Suresi’nde, sizi bir nefisten halk etti, eşini de ondan halk etti ve o ikisinden birçok insan üretti denmektedir. İnsanların bir anne babadan üretildiğini beyan etmektedir. DNA’lar üzerinde yapılan çalışmalar bu hususu kanıtlamıştır.

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ (29)

FaEiÜAv SavVaYTuHUv Ve NaFaPTu FIyHIy MıN RuXIy F QaGUv LaHUv SaCıDIyNa

“Onu tesviye edip içine ruhumdan nefh ettiğimde ona secde eder olunuz.”

Onu tesviye etmek, eşitlemek, düzenlemek demektir. Buradaki “Fe” harfi ile bu secde emrinin yalnız Âdem’e değil tüm insanlara geldiği anlaşılmalıdır. “İza” şart olarak getirilmiştir. İnsana bir yerde ruh nefh edilmektedir. Allah’a ait ruh denmektedir.

“Kolum” derseniz, sizin bir uzvunuzu ifade edersiniz ama “tarlam” deyince sizin malik olduğunuzu ve tasarrufa yetkili olduğunuzu ifade edersiniz.

Burada da “ruhum” deyince onun bir parçası değil, ona ait ruh nefh edilmektedir.

Tesviye ile nefh “ve” harfi ile atfedilmiştir. Öyleyse ayrı ayrıdır. Tesviye ile ruh oluşmaz. Materyalistler böyle ifade ediyorlar, ruh diye bir şey yoktur, DNA’ların uygun şekilde kombinasyonlarıdır diyorlar. Bu ayet o görüşü reddeder. Ruh insan yaratılmadan önce vardır. İnsan belli bir seviyeye gelince ruh beden ile irtibat kurmaktadır.

İnsanın kişiliği nerde başlar?

Meninin rahme katılması buluşma zamanıdır. Erkek hücrenin dişi hücreyi bulması döllenme zamanıdır. Hareket edip anne rahmine ceninin yapışması alak zamanıdır. Bölünmeler olur, çocuk anne karnının dışında yaşayacak duruma gelir, doğar. Borçlanma ehliyeti o zamana kadar devam eder. Konuşmaya başlar. Yedi yaşına gelir, on yaşına gelir. 15, 20, 25 ve 30 yaşlarında hep olgunlaşmaktadır.

Melekler ne zaman secde ederler, tesviye zamanı neresidir?

Hazreti Yusuf Peygamberin secdesinde “harru” getirilmiştir, vuku bulun denmemiştir ve Kur’an’da bu kelime iki defa geçmektedir. Başka bir yerde secde için “vuku bulun” deyimi geçmektedir. O halde bu insana secde etme değil, onun için sacıd olma anlamındadır. Secde yine Allah’a edilecek ama insanın yararına secde edilecektir, insanın kayyumu olacaktır.

İnsanın özelliği Allah’ın görüntüsü olmasıdır. Bütün Kâinat Allah’ın görüntüsüdür ama bir tarafını görüntüler. İnsan ise Allah’ın her özelliğini işaret mahiyetinde remzeder. Tevrat’ta “Kendi suretinde yarattı.” der. İnsanın yüceliği buradan gelir, esfel olması da buradan gelir.

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ

FaEiÜAv SavVaYTuHUv

“Onu tesviye ettiğimde”

“Seva” orta yer demektir, sınır demektir.

Birlikte organize olmuş varlıkların bir sınırı vardır, her biri oralara hükmeder. İller, ilçeler böyle tesviye edildiği gibi kurumlar arasındaki görevler de böyle tesviye edilmiştir.

“Tesviye etmek” demek düzenlemek ve her bir parçanın kendi görevini, yetkisini, sorumluluğunu ve özgürlüğünü bilmesi demektir. Yani insanın genetiği belli olduktan sonra demektir.

وَنَفَخْتُ فِيهِ

Ve NaFaPTu FIyHIy

“Ve onun içine nefhettiğim de”

Peki, bu “nefahtu” ne demektir?

Ruh/rıh nedir ki üflesen de oraya girse?

Bu da bize sırdır.

Biz zahiri biliriz, batını bilemeyiz. Ruhun yaptıklarını biliriz ama nasıl yaptığını bilemeyiz. Avrupalılar bu gerçeği ancak son asırda dile getirdiler. Oysa Kur’an diyor ki; sana ruhtan sorarlar, o Rabbimin emrindedir. Yani size onun ilminden az şey verildi denmektedir.

Nefh burada mecazidir, beden ile ilişkiyi kurduğu zaman demektir. 

مِنْ رُوحِي  

MıN RuXIy

“Ruhumdan”

“Rıh” yel demektir, aynı zamanda güç demektir. Buhar bir rihtir. Ruh ise zihni güçtür.

İnsanda dört meleke vardır.

Birisi zevktir, acı veya tatlı gelir. Eşyada bu meleke bulunmaz. Satrançta yenildiği zaman üzülmez.

İkincisi bilinçtir. Ben benim varlığımdan haberdarım ama Ağrı Dağı kendi varlığından habersizdir.

Üçüncüsü zekâdır. Bir sorunla karşılaştığım zaman daha önce bana o öğretilmemişse bile ben sorunu çözerim. Benim beynim bana ait program yapmaktadır. Oysa bilgisayarda program yapan program yapılamaz.

Dördüncüsü ise insanın diğer insanlarla kurduğu diyalogdur. İnsanlar birbirleri ile anlaşmaktadırlar.

Hayvanlarda da ruh vardır ama onların ruhları ilâhi ruhlar değildir, irade sahibi ruh değildir. Kur’an yalnız insan ruhuna benim ruhum diyor. Bir çiçek çok güzeldir, bir kuş çok güzel ötebilir ama onu geliştiremez, değiştiremez. İnsan ise farklı farklı estetikleri üretir.

فَقَعُوا لَهُ  

Fa QaGUv LaHUv

“Onun için vaki olun”

“Vaki olmak” ortaya çıkmak demektir, vuku bulmak demektir.

Vücut bulmakla vuku bulmak arasındaki fark cismin oluşmasıdır. Vukuda ise olayın olmasıdır. “Vucud”da yenilik vardır. “Vuku”da cisimlerde yenilik yoktur.

Orada bulunun demektir.

سَاجِدِينَ (29)

SaCıDIyNa

“Secde edenler.”

Secdede ibadet vardır.

Rükûda itaat vardır.

İbadet insana yapılmaz ama itaat başkana yapılır.

İtaat bilinenleri yapmadır, meşru olanlarda onunla birlikte hareket etmedir.

İbadet ise onun dediğini yapma demektir. Allah’tan başkasına ibadet nehy edilmiştir. Burada bulunacaklar, Allah’a ibadet edecekler ama O’nun için ibadet edeceklerdir. Biz zekâtı Allah’a veririz ama fakirin olsun diye veririz.

Demokrasiyi kavramak çok zordur.

Halk kendi kendisini nasıl yönetecektir?

İnsan veya halk kendi kendisine nasıl ibadet edecektir?

Kurallarla işleri yapacak, içtihatlarla işleri yapacak, hakem kararlarına uyacak...

فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (30)

FaSaCaDa eLMaLAEiKaTu KulLuHuM EaCMaGUvNa

“Görevlilerin hepsi birlikte secde etti.”

Burada ona secde ettiler demiyor. Allah’a secde ettiklerinden “LeHu” denmemektedir. Gerçi başka yerlerde doğrudan Âdem’e secde edin emirleri vardır.

Biz onu mecazi manada anlama durumundayız. Çünkü Güneş’e Ay’a secde etmeyin, onları yaratana secde edin ayeti bizi mecaziye gitmeye zorlamaktadır.

Hepsi birden secde ettiler. “Hum” zamiri istiğrak için değil ahd içindir. Dolayısıyla bütün melekler secde ettiler anlamında değildir. Orada bulunanlar, hitap edilenler secde ettiler demektir. “Ecmaun”da birlikte secde ettiler, cemaatçe secde ettiler demektir.

فَسَجَدَ

FaSaCaDa

“Secde etti”

Burada “secedet” olması gerekirken “secede” gelmiştir. “Melaike” dişi bir kelimedir, çoğuldur. Kelime dişidir ama kastedilenler erkek topluluğudur. Bu sebeple “secede” olmuştur. Yahut dişi çoğullara erkek müfret zamiri gönderilir.

O gün Âdem’e secde ettiler, şimdi de tüm insanlar için secde ediyorlar.

Yani Allah bizi yaratmış ama başıboş bırakmamış; boğuşun, yenerseniz sizi cennete götürürüm demiyor. Melekleri bize koruma yapmıştır. O’nun düzeni devam edecektir.

Biz birinci Akevler uygulamasına giriştiğimiz zaman; biz sadece basit bir kooperatifiz, bizimle kimse uğraşmaz, biz de Allah’ın şeriatına göre yaşarız diye düşünmüştük...

Onlar saldırıya başlayınca biz de savaşa giriştik; galip gelmek için değil, savunmak için. Bize dokunmayanlar iktidar olsun diye çalıştık. Sonunda beklemediğimiz galibiyetler geldi. Bugün bir zamanlar bizimle beraber yürüyenler iktidardadırlar...

Demek ki çok zayıf da olsanız, Hak yolda iseniz, zafer sizin olacaktır.

Bunlar hep meleklerin yardımı ile olmaktadır. Melekler silah alıp saldırmıyor, müminlerin kalplerine cesaret veriyor, kâfirlerin kalplerine de korku düşürüyor.

Şimdi de “Adil Düzen”in galip geleceğinden en küçük şüpheniz olmasın.

الْمَلَائِكَةُ

eLMaLAEiKaTu

“Melekler”

Burada melekler izhar edilmiştir, oysa “secedû” diyebilirdi. “Melaike” yukarıda geçmiştir. “Yaratacağım” dediği bütün meleklerdir. Oysa secde eden melekler yalnız görevlilerdi. Dolayısıyla tekrar edilmiştir. Bütün meleklerdi. Çünkü insanlar çoğalınca onlara görev düşerdi. O anda secde edenler ise yanız Âdem’e hizmet edenlerdi.

كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (30)

KulLuHuM EaCMaGUvNa

“Hepsi birden.”

“Küllü” kelimesi sayı itibariyle hepsini kapsamaktadır. “Ecmeûn” ise birlikte secde etmedir, birlikte kurallara uyma demektir. Bugün melekleri ve cinleri görmüyoruz.

Ama şeytanı görüyoruz. İnsanlar şeytanın emrine girmiş, birbirlerini yiyorlar.

Kırk senedir PKK’lılar savaşmaktadırlar, herkes zarar etmektedir, dışarıdaki şeytanlar da zarar etmektedir, Kürtler en çok zarar görmektedir, PKK da perişan durumda.

Türkiye binlerce şehit verdi, yüz milyar dolara varan harcamalar yaptı.

Şeytanı görmek için bundan fazla ne olması gerekir?

İnsanlık karşılıksız dolara teslim olmuş, sömürülmeye devam etmektedir. Oysa en küçük bir devlet bile karşılığı olan parayı çıkarır ve faizsiz olarak işletirse, sömürüden kurtulur; ama şeytan öyle korkutuyor, öyle düşündürüyor.

Kendi özel hayatınızı düşünürseniz, mucizelerle doludur. En sıkıntılı zamanlarda size beklenmedik yardımlar gelmiştir. O yardımları yapan kimlerdir? Melekler. Çok güçlü orduların hemen yenmesi gerekenleri yenememesi de meleklerin yardımı ile olmaktadır.

Allah’ın varlığını kabul edeceksiniz, Allah’ın şeytanları yarattığı gibi melekleri de bize secde eder yaptığını hep göz önüne getireceksiniz. Cesur olacaksınız. Bugün müspet ilmin metotları vardır. Olaylar arasında ilişki olup olmadığını tespit edebiliyorsunuz, sebep sonuçlarını istatistik değerleri ile buluyorsunuz. İhtimale dayanılarak projeler yapılmakta ve hepsi tutmaktadır. O halde şeytanın ve meleğin var olup olmadığını da müspet ilimlerle çok rahatlıkla tespit edebilirsiniz. Bunun için araştırma yapılması gerekmektedir.

“Adil Düzen” iktidarında bunlar araştırılacaktır.

Örnek olarak rüyalar ve tabirler araştırılmalıdır.

 

 


HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
1-1 VE 8.AYETLER
1235 Okunma
2-9.AYET
1447 Okunma
3-10 VE 15.AYETLER
1194 Okunma
4-16 VE 22.AYETLER
1116 Okunma
5-23 VE 30.AYETLER
1192 Okunma
6-31 VE 38.AYETLER
1109 Okunma
7-39 VE 47.AYETLER
2975 Okunma
8-48 VE 56.AYETLER
1258 Okunma
9-57 VE 66.AYETLER
1147 Okunma
10-67 VE 77.AYETLER
1335 Okunma
11-78 VE 86.AYETLER
1744 Okunma
12-87 V E 93.AYETLER
1374 Okunma
13-94 VE 99.AYETLER
1378 Okunma